Volume: 47  Issue: 3 - 2017
Hide Abstracts | << Back
1.Assessment of Corneal Densitometry in Rheumatoid Arthritis Patients
Mustafa Alpaslan Anayol, Başak Bostancı, Mehmet Ali Şekeroğlu, Mert Şimşek, Süleyman Günaydın, Pelin Yılmazbaş
Pages 125 - 129
Amaç: Romatoid Artritli (RA) hastaların kornea dansitometre ve ön segment parametrelerini incelemek ve bunları yaş uyumlu sağlıklı bireylerle karşılaştırmak amaçlanmıştır
Materyal ve Metod: RA’li hastaların ve sağlıklı bireylerin ön segment parametreleri ve kornea dansitometreleri Scheimpflug kornea topografi ile değerlendirildi. Dansitometre değerlendirmesi için 12 mm’lik kornea alanı 4 halkasal zona ve derinlemesine ön, merkezi ve arka olarak 3 bölgeye ayrıldı. Hastaların ve sağlıklı bireylerin sağ gözleri istatistiksel karşılaştırma için kullanıldı.
Bulgular: 23 ardışık RA hastası ve 22 sağlıklı birey çalışmaya dahil edildi. İki grup arasında yaş (p=0.487) ve cinsiyet (p=0.514) bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu. Ön segment parametreleri karşılaştırıldığında iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edilmedi (p>0.05). Total kornea dansitometresi RA grubunda sağlıklı gruba göre yüksek olarak tespit edildi (p=0.030). 0-2 mm ve 2-6 mm halkasal zonlarda hem ön hem de total kornea dansitometresinin RA grubunda yüksek olduğu saptandı (0-2mm halkasal zonda ön p=0.001, total p=0.003; 2-6mm halkasal zonda ön p=0.002, total p=0.009). Her iki grupta kornea dansitometre değerlerinin merkezi kornea kalınlığı ve keratometri değeri ile korelasyonunun olmadığı tespit edildi.
Sonuç: Klinik olarak saydam korneası olsa bile, RA’li hastalarda kornea dansitometrenin sağlıklı bireylerden yüksek olduğunu tespit ettik. Kornea saydamlığının objektif bir ölçütü olan kornea dansitometrenin RA’li hastalarda klinik önemini tespit etmek için daha fazla yayına ihtiyaç vardır.
Objectives: To evaluate corneal densitometry and anterior segment parameters of Rheumatoid Arthritis (RA) patients and compare these results with those of age-matched healthy control subjects.
Materials and Methods: Anterior segment parameters and corneal densitometry of patients with RA and healthy control subjects were assessed by Scheimpflug corneal topography. For densitometry analysis, the 12-mm diameter area of the cornea was subdivided into four concentric radial zones and anterior, central and posterior layers based on corneal depth. Right eyes of subjects were used for statistical analysis.
Results: Twenty-three consecutive patients with RA and 22 healthy control subjects were included in the study. There was no significant difference with regard to age (p=0.487) and gender (p=0.514). When anterior segment parameters of both groups were compared, no significant difference was found (p>0,05). Total corneal densitometry was statistically higher in the RA group (p=0.030). In addition, when subdivisions of the cornea were evaluated, a higher densitometry was found in the RA group in 0-2 and 2-6mm radial zones both in the anterior and total depth(consecutively p=0.001,p=0.003 for 0-2mm zone and p=0.002, p=0.009 for 2-6 mm zone). Corneal densitometry measurement was not correlated with central corneal thickness and simulated K (Sim K) value both in RA patients and healthy control subjects.
Conclusions: The corneal densitometry values were higher in RA patients when compared to healthy control subjects, even if they have clinically clear corneas. Corneal densitometry as an objective measure of corneal clarity warrants further studies in order to ascertain its clinical relevance in RA patients.
Abstract

2.Ophthoselfie: Detailed self imaging of cornea and anterior segment by smartphone
Abdullah Kaya
Pages 130 - 132
Amaç: Herkesin bir cep telefonu yardımıyla kornea ve ön segmentin detaylı görüntüsünü alabileceği “oftoselfi” yöntemini tanıtmak.
Gereç ve Yöntem: 90 dioptri asferik mercek cep telefonunun arka kamerasına yapıştırıldı. Bir aynanın karşısına geçilerek telefon ekranında en net görüntünün oluşması sağlandı.
Bulgular: Ön segment ve korneanın detaylı ve net görüntüsü alınabildi.
Sonuç: Oftoselfi sağlık çalışanı olsun ya da olmasın herkese kornea ve ön segmentin detaylı görüntüsünü alma imkanı sağlamaktadır. Cep telefonunun ekranında ön segmentin net görüntüsünün alınabilir olması yeni cep telefonu uygulamaları geliştirilmesine ve bu sayede keratokonus, refraksiyon bozuklukları, korneal red reaksiyonları ve üveit gibi bazı hastalıkların hasta tarafından erken farkedilebilmesini sağlayacaktır. Bu yöntem ayrıca hastalara acil durumlarda kendi göz fotoğraflarını alıp doktorları ile paylaşma imkan sağlayacaktır.
Objective: Ophthoselfie is a method that everyone can take self detailed images of the cornea and anterior segment with a smartphone.
Methods: A 90 Diopter non-contact double aspheric lens was attached to posterior camera of the smartphone by clear tape. Formation of image of one eye in monitor of the smartphone could be seen with other eye across a mirror and images was taken.
Results: Accurate and detailed images of cornea and anterior segment of the eye could be taken.
Conclusion: Ophthoselfie provides opportunity for everyone to take own detailed anterior segment images of the eye by smartphone. To create a clear and detailed self image of cornea and anterior segment in the monitor of a smartphone may let to development of new applications and create a big era for early diagnosis of keratoconus, refractive errors, corneal rejection and uveitis by warning patients. This method may also be useful in some urgent situations through providing opportunity for patients to take self image of the eye and share with physician.
Abstract

3.Evaluation of aflibercept treatment responses in eyes with bevacizumab/ranibizumab treatment resistant wet age related macular degeneration
Tuncay Topal, Taner Kar, Yıldıray Yıldırım, Sercan Koray Sağdıç, Cihan Büyükavşar, Abdullah Kaya, Ali Ayata, Murat Sönmez, Melih Hamdi Ünal
Pages 133 - 137
AMAÇ: İntravitreal bevacizumab veya ranibizumab enjeksiyonu tedavisine dirençli yaş tip yaşa bağlı makula dejenerasyonu (yaş tip YBMD) hastalarında intravitreal aflibercept enjeksiyonunun fonksiyonel ve anatomik sonuçlarını değerlendirmek

MATERYAL METOD: Bu retrospektif çalışma, en az 6 intravitreal bevacizumab veya ranibizumab enjeksiyonuna dirençli olduğu için intravitreal aflibercept enjeksiyonu tedavisine geçilen ve en az 3 ay takip edilen 22 hastanın 22 gözünü içermektedir. Hastalarımızın aflibercept tedavisine geçmeden önceki ve sonraki ortalama takip süreleri, enjeksiyon sayıları, en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EDGK), optik koherans tomografi (OKT) ile alınan santral retina kalınlığı (SRK) ve varsa retina pigment epiteli dekolmanı (PED) yükseklik değerleri karşılaştırıldı.

BULGULAR: Hastalarımızın intravitreal bevacizumab veya ranibizumab enjeksiyon sayısı ortalama 10,5±3,61, yapılan aflibercept enjeksiyonu sayısı ortalama 4,54±1,56 idi. Aflibercepte geçilmeden önceki ve sonraki ortalama takip süreleri 20,59±6,76 ve 8,68±3,79 aydı. SRK ilk aflibercept enjeksiyonu öncesi ortalama 533,86±164,06 µm, aflibercept tedavisi altında geçen takip sürelerinin sonunda ortalama 412,04±143,86 µm seviyesindeydi (p<0.05). Tedavi değişikliğine gidilmeden önce 7 tanesi seröz, 4 tanesi fibrovasküler PED olmak üzere toplam 11 hastamızda PED vardı. Seröz PED’ lerin 460±281,51 µm olan başlangıç ortalama yükseklikleri takiplerin sonunda 282,42±175,76 µm olarak bulundu (p>0.05). Fibrovasküler PED’ lerin 251,25±43,85 olan başlangıç ortalama yükseklikleri takiplerin sonunda 225,75±73,09 µm olarak bulundu (p>0.05). Hastalarımızın EDGK değerleri ilk aflibercept enjeksiyonu öncesi ortalama 0,18±0,17, takip sürelerinin sonunda ortalama 0,18±0,14 düzeyindeydi (p>0.05).

SONUÇ: İntravitreal bevacizumab veya ranibizumab tedavisine dirençli yaş tip YBMD hastalarında intravitreal aflibercept tedavisi SRK’ da istatistiksel olarak anlamlı azalma sağlarken EDGK açısından anlamlı bir artış sağlanamamıştır. Seröz ve fibrovasküler PED yüksekliklerinde istatistiksel anlamlı azalma sağlanamamıştır.
PURPOSE: To evaluate anatomic and functional results after switching the intravitreal bevacizumab or ranibizumab to aflibercept treatment for wet neovascular age-related macular degeneration (wet AMD )

MATERIAL –METHODS: This retrospective study included 22 eyes of 22 patients resistant to treatment with at least 6 injections of bevacizumab or ranibizumab. The prior three injections had been applied monthly, others pro re nata ( PRN ). Outcome measures were follow up periods, injection numbers, best corrected visual acuity ( BCVA ), central retinal thickness ( CRT ) and pigment epithelial detachment ( PED ) heights. Dozing regimen of aflibercept was PRN. The patients were examined monthly. In all visits; BCVA with optical coherence tomography ( OCT ) results were studied together and injections were applied according to these findings. We included patients in the study with at least three months follow up period.

RESULTS: 22 eyes in 22 patients in bevacizumab or ranibizumab were switched to aflibercept. 7 patients had serous PED and 4 patients had fibrovascular PED. The mean follow up periods were 20,59±6,76 months vs 8,68±3,79 months. The mean injection numbers were 10,5±3,61 vs 4,54±1,56. Statistically significant reductions were noted in CRT ( 533,86±164,06 µm vs 412,04±143,86 µm, p<0,05). BCVA levels were almost equal before and after switching (0,18±0,17 vs 0,18±0,14 ). Serous and fibrovascular PED heights decreased suboptimally.as 460±281,51 µm vs 282,42±175,76 µm ( p>0,05) for serous PEDs and 251,25±43,85 µm vs 225,75±73,09 µm ( p>0,05) for fibrovascular PEDs.

CONCLUSIONS: Statistically significant improvements in CRT developed after switching to aflibercept, but not in BCVA and PED heights.
Abstract

4.The Evaluation of Ganglion Cell - İnner Plexiform Layer Thickness after Vitreoretinal Surgery with Internal Limiting Membrane Peeling in Cases with Idiopathic Macular Hole
Sibel Demirel, Ahmet Abdullayev, Özge Yanık, Figen Şermet, Emin Özmert
Pages 138 - 143
Amaç: İdiopatik makula deliği (MD) olgularında vitrektomi ile birlikte internal limitan membran (İLM) soyulmasının ganglion hücre ─ iç pleksiform tabaka (GHİPT) kalınlığına etkisinin spektral domain optik koherens tomografi (SD-OKT) ile değerlendirilmesi
Gereç-Yöntem: İdiopatik makula deliği cerrahisi sırasında ILM soyulması işlemi uygulanan ve diğer gözlerinde MD bulunmayan 18 olgunun 18 gözü çalışmaya dahil edildi. Yaş uyumlu 18 sağlıklı bireyin 18 gözü ve cerrahi geçirmiş olguların sağlam gözleri kontrol grubunu oluşturdu. Olguların tıbbi kayıtları retrospektif olarak incelenerek demografik verileri, preoperatif ve postoperatif 1. ve 3. ayda en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EİDGK), biyomikroskopik muayene bulguları, ve SD-OKT ölçümleri kaydedildi. Cirrus HD-OKT’nin ganglion hücre analizi yazılımı ile cerrahi öncesi ve sonrası ganglion hücre ─ iç pleksiform tabaka kalınlığı ve C-scan modunda dissosiye optik sinir lifi tabakası (DOSLT) varlığı değerlendirildi. Makula deliği hastalarında cerrahi sonrası GHİPT kalınlığında olan değişiklikler kontrol grubu değerleri ile karşılaştırıldı.
Bulgular: On sekiz olgunun 9’u erkek ve 9’u kadın ve ortalama yaşları 65,6±5,6 (55-77) idi. Görme keskinliği preoperatif 0,75±0,19 logMAR iken, postoperatif birinci ve üçüncü aylarda sırasıyla 0,44±0,17 logMAR ve 0,36±0,15 logMAR idi (P<0,001). Postoperatif dönemde ortalama GHİPT kalınlığı 66,33±17,28 µm olarak saptandı. Ortalama GHİPT kalınlığı ile postop 3.ay EİDGK arasında istatistiksel anlamlı ilişki vardı (P<0,01). GHİPT kalınlığı tüm kadranlarda kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, postoperatif 3. ayda MD cerrahisi geçirmiş gözlerde anlamlı olarak daha inceydi. Postoperatif dönemde 18 gözün 13 de C scanda DOSLT görünümü mevcuttu. DOSLT mevcudiyeti ile EİDGK arasında ilişki yoktu (P˃0,05).
Sonuç: Makula deliği cerrahisi sırasında İLM soyulması, görme keskinliği ile ilişkili olabilen fonksiyonel ve/veya OKT ile tespit edilebilen yapısal değişikliklere neden olabilmektedir. Ganglion hücre ─ iç pleksiform tabaka kalınlığında anlamlı incelme ve dissosiye optik sinir lifi tabakası görünümü oluşabilir.
Purpose: To evaluate macular retinal ganglion cell ─ inner plexiform layer (GCIPL) thickness after vitrectomy with internal limiting membrane peeling for idiopathic macular holes using spectral domain optical coherence tomography (SD-OCT).
Material-Methods: 18 eyes from 18 patients with idiopathic macular holes who underwent vitrectomy with internal limiting membrane (ILM) peeling were retrospectively analyzed. 18 eyes of 18 healthy people constituted the control group. The patients were evaluated at one day, one week, one month and 3 months after surgery. Best corrected visual acuity (BCVA) measurements, color fundus photographs, and fundus autofluorescence images were taken at every visit. Ganglion cell ─ inner plexiform layer thickness was evaluated with ganglion cell analysis software of Cirrus HD-OCT before surgery and at one month and three months after surgery and compared with control groups. Presence of dissociated optic nerve fiber layer (DONFL) was evaluated with C-scan mode.
Results: Of the 18 patients, 9 were male and 9 were female with a mean age of 65.6±5.6 years. Preoperative BCVA was 0.75±0.19 logMAR, while it was 0.44±0.17 logMAR and 0.36±0.15 logMAR at postoperative first and third months respectively (p<0.001). Postoperative mean GCIPL thickness was 66.33±17.28 µm. There was a correlation between mean GCIPL thickness and BCVA at postoperative third month (p<0.01). When compared with control group, GCIPL thickness was significantly thinner in all quadrants of all patients at postoperative third month. There was DONFL appearance in 13 of 18 eyes postoperatively. There was no correlation between the presence of DONFL and BCVA (p>0.05).
Conclusion: ILM peeling during macular hole surgery may cause functional and/or structural changes which can be detected by SD-OCT. There may be significant reduction in GCIPL thickness and DONFL appearance which may or may not be related with visual acuity changes.
Abstract

5.Effectivity of Intravitreal Bevacizumab on Treatment of proliferativeType 2 Idıopathic Juxafoveal Telengiectasia
Ökkeş Baz, İhsan Yılmaz, Cengiz Alagöz, Ali Demircan, İrfan Perente, Abdullah Özkaya, Muhittin Taşkapılı
Pages 144 - 148
Amaç: Tip 2 jukstafoveal telenjiektazi’ye (JFT) bağlı subretinal neovaskülarizasyon (SRNV) tedavisinde intravitreal bevacizumab (İVB) etkinliğini araştırmak

Gereç-yöntem: Retrospektif olarak planlanan çalışmaya tip 2 JFT ‘li 10 hastanın 10 gözü alındı. Hastaların tamamı İVB (1.25 mg bevacizumab) ile tedavi edildi. Hastaların her kontrolde görme keskinliği alınıp, biyomikroskopik ön segment ve fundus muayenesi yapıldı. Spectral optik kohorens tomografi (S-OKT) ile merkezi maküla kalınlığı (MMK) ve retina altı/ retina içi sıvı mevcudiyeti değerlendirildi. Görme keskinliğinde 1 sıra ve üzeri azalma, S-OKT’de sıvı mevcudiyeti yeni tedavi kriteri olarak belirlendi.

Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 66±7,0 (56-75) idi. Ortalama takip süresi 54,7±16 (24-72) aydı. Tedavi öncesi ortalama en iyi düzeltilmiş görme keskinliği 0,62±0,35 (0,00-1,00) logMAR iken, son kontrolde 0,54±0,35 (0,00-1,00) logMAR seviyesinde idi (p=0,03). Tedavi öncesi MMK 251±25,4 µm iken, son kontrolde 239±39,3 µm olarak tesbit edilidi (p=0,01). Hastalara ortalama takip süresi boyunca ortalama 1,7±1,0 İVB enjeksiyonu uygulandı. Enjeksiyon öncesi olguların tamamında retina içi/ retina altı sıvı mevcuttu. Son kontrolde hiçbir hastada OKT’de retina altı / retina içi sıvı görülmedi.

Sonuç: Tip 2 JFT’ye bağlı SRNV tedavisinde intravitreal İVB uygulaması görme keskinliğinin korunmasında ve maküler ödemin geriletilmesinde etkili görülmektedir.
Aim: To evaluate the efectiveness of intravitreal bevacizumab (IVB) in patients with subretinal neovascularization secondary to Type2 jukstafoveal telengiectasia.

Methods: Ten eyes of 10 patients were included in this retrospective study. All cases were treated with IVB (1.25 mg bevacizumab). Visual acuity, slit-lamp anterior and posterior segment examination were performed in each visit. Central macular thickness and intaretinal-subretinal fluid were evaluated via spectral domain optical coherence tomography. Loss of a line in visual acuity chart and existence of fluid in OCT were defined as a treatment criteria.

Results: The mean age of patients was 66.0±7.0 years (56-75). The mean follow-up time was 54.7±16.0 month (24-72). The mean BCVA was 0.62±0.35 (0.00-1.00) logMAR at baseline and it was 0.54±0.35 (0.00-1.00) logMAR at last exam (p=0.03). The mean CMT was 251±25.4 µm at baseline and it was 239±39.3 µm at last exam (p=0.01). During the follow-up time, the mean IVB enjection count was 1.7±1.0. At baseline, all cases had intraretinal-subretinal fluid. There was no fluid at last exam of all cases.

Conclusion: IVB treatment may be effective on the treatment of subretinal neovascularization secondary to Type2 JFT.
Abstract

6.Rehabilitation of Eyelid Malpositions Secondary to Facial Palsy
Şeyda Karadeniz Uğurlu, Mustafa Karakaş
Pages 149 - 155
Amaç: Fasiyal paralizi nedeniyle başvuran hastaların memnuniyetini ve göz kapağı malpozisyonlarına yönelik tedavi sonuçlarını değerlendirmek
Gereç ve Yöntem: Ocak 2007-Aralık 2012 tarihleri arasında İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göz Kliniği’ne fasiyal paralizi nedeniyle başvuran ve tek hekim tarafından cerrahi müdahale uygulanan hastalar çalışmaya dahil edildi. Hastaların muayene bulguları, uygulanan tedavi yöntemleri ve cerrahi sonrası tedaviye alınan yanıt değerlendirildi. Üst kapak için başarı kriteri lagoftalmusta %50’den daha fazla azalma, 2 mm’den daha az pitozis olarak değerlendirildi. Alt kapak için başarılı sonuç alt kapağın düzgün konturlu bir şekilde limbusa dokunması veya alt limbustan 1 mm üstte ya da altta yerleşmiş olması olarak kabul edildi. Hastaların son kontrol muayenelerinde cerrahi sonrası değişimleri, öncesiyle karşılaştırmak amacı ile 0-10 arasında değişim gösteren lineer vizüel analog skala-1(VAS-1; subjektif şikayetler) ve VAS-2 ( kozmetik sonuç) kullanıldı.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 14 kadın, 21 erkek hastanın ortalama yaşı 54,5±19,9 yıl idi. Altın ağırlık implantasyonu (n=31); lateral tarsal şerit (LTŞ; n=22); tarsorafi (n=15); suborbikülaris oküli yağ yastığı (SOOF) yükseltilmesi (n=16); sert damak grefti uygulaması (n=14); ve kaş pitozisi tashihi (n=6) uygulanan girişimlerdi. Ortalama izlem süresi 17,9 ± 16,9 ay (sınırlar; 2-60 ay) idi. Girişimler sonrasında üst kapakta başarı oranı %90, alt kapakta %75 olarak belirlendi. Preoperatif lagoftalmus 7,1±2,7 mm den 1,6±1,6 mm.ye geriledi (p=0,000). Preoperatif lubrikan damla ve jel kullanımı kullanımı 5,3±2,5 damla ve 1,3±0,6 jel den sırasıyla 4,4±1,4 ve 0,6±0,6 ya düştü (p=0,003,p=0,001). Ortalama keratopati derecesi 2,1±1,5’den postoperatif 0,92±1,23’ye düştü (p=0,000). VAS-1 ortalaması 6,2±1,3; VAS-2 ortalaması 6,1±2,0 olarak belirlendi.
Tartışma: Fasiyal paralizi ile başvuran hastalarda paralizinin ağırlığına ve eşlik eden malpozisyonlara göre bireyselleştirilmiş tedavi yaklaşımı ile hem fonksiyonel, hem de kozmetik açıdan düzelme sağlanabilmektedir.
Purpose: To evaluate patient satisfaction and outcome of surgical treatment of eyelid malpositions secondary to facial palsy
Materials and Methods: Consecutive patients with facial palsy who attended to İzmir Katip Çelebi University Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi between Jan 2007-Dec 2012 and underwent surgical treatment by a single surgeon were included in the study. Ophthalmic examination findings, surgical approaches and their outcome were evaluated. Successful result for upper eyelid position was defined as more than 50% reduction in lagophthalmos and induction of less than 2 mm of ptosis. Successful outcome for lower eyelid position was defined as residing of the lower eyelid either at the level of limbus, or 1 mm above or below limbus. Linear visual analog scale -1 (VAS-1; subjective complaints) and VAS-2 (cosmetic outcome) that ranged between 0 to 10, were used to compare preoperative findings with findings at last postoperative visit.
Results: Average age of 14 female and 21 male patients was 54,5±19,9 years. Gold weight implantation (n=31), lateral tarsal strip (n=22), tarsorrhaphy (n=15); suborbicularis oculi fat (SOOF) elevation (n=16); hard palate graft (n=14); and eyebrow ptosis repair (n=6) were performed. Average follow-up was 17,9 ± 16,9 months (range; 2-60). Success rate was 90% for upper lid, and 75% for lower lid following surgical treatment. Preoperative average lagopthalmos decreased from 7,1±2,7 mm to1,6±1,6 mm (p=0,000). Use of lubricating drops and gels was reduced from average preoperative value of 5,3±2,5 drops and 1,3±0,6 times gel use to 4,4±1,4 and 0,6±0,6, respectively (p=0,003,p=0,001).
Conclusion: Individualized surgical approach tailored according to each patient’s severity of facial palsy and associated malpositions, resulted in improvement of both function and aesthetics of the patients.
Abstract

7.Corticosteroid treatment in diabetic macular edema
Burcu Nurözler Tabakcı, Nurten Ünlü
Pages 156 - 160
Diyabetik makula ödemi (DMÖ) diyabet hastalarında görme kaybının en sık nedenidir. Makula ödeminin patogenezi karmaşık ve multifaktöriyeldir. Uzun yıllar lazer fotokoagulasyon tedavide standart olarak kabul edilmiştir, ancak az sayıda hastada görme keskinliğinde artış sağlanmıştır. Günümüzde, lazer fotokoagulasyonla birlikte antiinflamatuvar veya antianjiogenik ajanların intravitreal uygulaması bu komplikasyonun tedavisinde standart olarak gösterilmektedir. İntravitreal uygulama kortikosteroidlerin sistemik yan etkilerini minimuma indirir. Göz içi basıncı artışı ve katarakt gelişimi steroid ilişkili oküler yan etkilerdir, enjeksiyona bağlı yan etkiler de endoftalmi, vitreus hemorajisi ve retina dekolmanıdır. Son zamanlarda risk ve komplikasyonları önlemek için enjeksiyon sayısını azaltan yavaş salınımlı intravitreal implantlar geliştirilmiştir. Bu derlemede diyabetik makula ödem tedavisinde intravitreal kortikosteroidlerin etkinlik, güvenilirlik ve teröpatik potansiyelleri güncel literatür bilgileri ışığında gözden geçirilmiştir.
Diabetic macular edema (DME) is the most common cause of visual impairment in patients with diabetes mellitus. The patogenesis of macular edema is complex and multifactorial. For many years laser photocoagulation have been considered the standart therapy for the treatment, however few patients achieved significant improvements in visual acuity. Today the intravitreal administration of anti-inflammatory or anti-angiogenic agents together with the use of laser photocoagulation represents the standart of care for the treatment of this complication. The intravitreal route of administration minimizes systemic side effects of corticosteroids. Steroid-related ocular side effects are elevated intraocular pressure, cataract and injection releated complications are endophthalmitis, vitreous hemorrhage, and retinal detachment. In order to reduce the risks and complications, intravitreal implants have been developed recently to provide sustained release of corticosteroids and reduced repeated injections for the management of DME. In this review, efficacy, safety, and therapeutic potential of intravitreal corticosteroids in diabetic macular edema were discussed with the review of recent literature.
Abstract

8.Corneal collagen crosslinking treatment in a case with pneumococcal keratitis
Ayse Bozkurt Oflaz, Banu Bozkurt, Ümit Kamış, Bengü Ekinci Köktekir
Pages 161 - 164
Bakteriyel keratit, görmeyi tehdit eden ciddi bir oküler enfeksiyöz hastalıktır. Hastalık genelde hızlı seyreder ve doğru tedavi edilmezse korneada skar, stromal apse, perforasyon ve komşu dokulara yayılım görülebilir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda topikal antibiyotik tedavisine dirençli bazı olgularda ultraviyole-A (UV-A) ve riboflavin kullanılarak yapılan korneal kollajen çapraz bağlama (KKÇB) tedavisinin etkili olduğu gösterilmiştir. KKÇB bakterisidal etkinliğinin yanısıra korneadaki kollajen yapıyı kuvvetlendirerek perforasyon riskini de azaltmaktadır. Bu olgu sunumunda 6 ay önce sağ keratoplasti operasyonu yapılan, daha sonra kornea greftinde merkezi yerleşimli geniş keratit odağı saptanan, kültürde Streptococcus pneumonia üreyen ve yaklaşık bir 1 ay boyunca uygulanan medikal tedaviye cevap vermediği için KKÇB tedavisi uygulanan bir erkek hasta tartışılmıştır. KKÇB tedavisinden sonra hastanın ağrısı azalmış, kornea epitel defekti kapanmış ve kornea infiltratında hızlı bir iyileşme görülmüştür. Görme keskinliği el hareketi düzeyinden 20/400 seviyesine çıkmıştır. KKÇB tedavisi medikal tedaviye dirençli bakteriyel keratitli olgularda adjuvan tedavi olarak kullanılabilir.
Bacterial keratitis is a serious ocular infectious disease that can threaten vision. The disease generally progresses rapidly and might lead to corneal scar, stromal abscess formation, and perforation and might disseminate to adjacent tissues if not treated properly. Recent studies showed that corneal collagen crosslinking (CCC) using ultraviolet-A (UV-A)/riboflavin is effective in the treatment of bacterial keratitis refractory to topical antibiotic treatment. CCC besides being bactericidal also decreases risk of perforation by strengthening corneal collagen structure. Herein, we report a male patient with Streptococcus pneumonia keratitis 6 months after a keratoplasty procedure, which did not respond to fortified topical antibiotic therapy and was treated successfully with riboflavin/ UV-A CCC. His pain decreased remarkably in a few days. Corneal epithelial defect healed and infiltration regressed within 2 weeks after CCC. His vision improved significantly from hand movement to 20/400. CCC might be used as adjuvant treatment in bacterial keratitis refractory to medical treatment.
Abstract

9.Bilaterally Diffuse Lacrimal Gland Involvement: Initial Presentation of Systemic Sarcoidosis
Pınar Bingöl Kızıltunç, Fatma Çiftçi, Banu Hoşal, Gülşah Kaygusuz
Pages 165 - 168
Sistemik sarkoidozda orbital tutulum nadir görülen bir durum olup, bu yazıda sistemik sarkoidozun ilk bulgusu bilateral dev lakrimal bez tutulumu olan bir vaka bildirilmiştir.
Vaka sunumu
20 yaşında kadın hasta 6 aydır devam eden ilerleyici bilateral üst göz kapağında şişme şikayeti ile başvurdu. Hastanın tek patolojik bulgusu lakrimal bez bölgesine lokalize bilateral, simetrik, sert, lobüler kitle varlığıydı. Sistemik muayenede bilateral parotid ve submandibular bezlerde şişlik vardı. Orbitanın magnetic rezonans görüntülemesinde maksimum ve minimum kalınlığı 11 ve 7 mm olmak üzere bilateral lakrimal bezlerde simetrik, difüz genişleme izlendi. Biyopsi bulgusu sarkoidoz ile uyumlu geldi. Farklı çalışmalarda sistemik sarkoidozda lakrimal bez tutulumu bildirilmiş olsa da, bu çalışmada ilk kez, sık izlenmeyen bilateral difüz dev lakrimal bez tutulumu bildirilmiştir. Magnetik rezonans görüntülemede normal lakrimal bez kalınlığı ortalama 4-5 mm olup, bu vakada dev lakrimal bez tutulumu mevcut olup, bezin minimum kalınlığı 7mm, maksimum kalınlığı 10 mm olarak ölçülmüştür.
Sonuç:
Sarkoidozda orbital tutulum sık olarak izlenmese de, orbital kitlelerin ayırıcı tanısında sarkoidoz yer almalıdır.
Orbital involvement in systemic sarcoidosis is a rare condition. We report a case of orbital sarcoidosis with bilaterally huge lacrimal gland involvement as the initial manifestation of systemic sarcoidosis.
Case report:
A 20-year-old woman admitted to ophthalmology department with progressive bilateral upper eyelid swelling for six months. The only pathologic finding was the presence of bilateral, symmetrical, solid, lobular masses at the lateral upper eyelids at the location of lacrimal glands. At systemic examination bilateral parotid and submandibular glands appeared swollen. Magnetic resonence imaging of orbit revealed bilateral symmetrical diffuse enlargement of lacrimal glands with the maximum and minimum thickness of 11 mm and 7 mm, respectively. The biopsy findings were compatible with sarcoidosis. Although lacrimal gland involvement has been reported in different studies, we for the first time reported an unusual case with bilateral diffuse huge lacrimal gland involvement. Normal lacrimal gland thickness is approximately 4-5mm in MR imaging, while our case had bilateral diffuse enlargement of lacrimal glands, which possessed maximum and minimum thickness of 10mm and 7mm, respectively.
Conclusion:
Although orbital involvement is uncommon in sarcoidosis, it should be remembered in the differential diagnosis of orbital masses.
Abstract

10.A Case of Presumed Tuberculosis Uveitis with Occlusive Vasculitis from an Endemic Region
Berna Başarır, Yalçın Karaküçük, Çiğdem Altan, Banu Şatana, Bulut Ocak, Aslı İnal
Pages 169 - 173
Amaç: Endemik bölgeden gelen tek taraflı olası tüberküloz üveiti olgusunu sunmak.
Olgu: Yirmi üç yaşında erkek hasta 15 gündür sol gözünde görme azalması ile başvurdu. Görme keskinliği sağ gözünde 1,0 sol gözünde 0,3 idi. Sağ gözün oftalmolojik muayenesi doğal idi. Sol gözün yarıklı lamba muayenesinde ön kamara reaksiyonu yok iken vitreusta 2+ hücre izlendi. Fundus muayenesinde tıkayıcı vaskülit ve granülom tespit edildi. Anamnezde 3 ay önce hastanın memleketi Ruanda’yı ziyareti sırasında ateşli akciğer enfeksiyonu geçirdiği ve non-spesifik antibiyotik tedavisi aldığı öğrenildi. Sistemik semptomların düzelmesinden 2 hafta sonra görsel semptomların başladığı saptandı. Laboratuar bulguları; 15 mm PPD reaksiyonu, HIV (-), akciğer grafisinde parankimal lezyonlar şeklindeydi. Bronkoalveolar lavajda aside dirençli basil saptanmadı. Göğüs hastalıkları konsültasyonu sonucunda kanıtlanmasa da hastanın hikayesinden dolayı olası tüberküloz tanısı kondu. Anti-tüberküloz tedavi başlandı. Görme keskinliğinde hızlı bir artış ve bulgularda gerileme saptandı.
Sonuç: Üveitli hastalarda anamnez dikkatle alınmalıdır. Endemik bölgelere seyahat tanı için önemli olabilir ve sorgulanmalıdır.
Purpose: To present a case from an endemic region with presumed unilateral tuberculosis uveitis.
Case: A 23-year-old male presented with decreased vision in his left eye for 15 days. Visual acuities were 1.0 in his right eye and 0.3 in his left eye. Ophthalmologic exam was normal for the right eye. Slit-lamp exam revealed +2 cells in vitreous without anterior chamber reaction in his left eye. Fundus exam revealed occlusive vasculitis and granuloma. History of the case revealed that he had respiratory infection with fever, treated with non-specific antibiotic therapy, 3 months ago while he was visiting his country, Ruanda. His visual symptom started after 2 weeks his systemic symptoms resolved. Labarotory findings included; 15 mm reaction of PPD, HIV (-), parenchymal lesions in chest X-ray. Bronchoalveolar lavage was negative for acid-resistant bacillus. Pulmonary disease consultant reported not proven but a suspected tuberculosis disease because of his history. Anti-tuberculosis treatment was initiated. A rapid improvement of visual acuity and regression of signs were seen.
Conclusion: Careful history should be taken from patients with uveitis. Travel to endemic areas may be important to diagnose and it should be interrogated.
Abstract

11.Efficacy of Oral Valacyclovir Treatment in a Case with Acute Retinal Necrosis
Mert Şimşek, Pınar Çakar Özdal, Kemal Tekin
Pages 174 - 179
Akut retinal nekroz (ARN) hızlı seyreden ve çoğu olguda görme kaybıyla sonuçlanabilen kötü prognozlu bir hastalıktır. Hızlı tanı ve tanı konulur konulmaz başlanacak hızlı antiviral tedavi, ilerdeki görsel prognozu yakından etkiler. Bu çalışmada, kliniğimize görme azalması ve gözde ağrı şikayeti ile başvuran ve dış merkezde akut glokom tanısı alan 34 yaşındaki bayan bir hasta sunulmaktadır. Hastaya klinik olarak akut retinal nekroz tanısı konmuş ve derhal antiviral tedaviye başlanmıştır. Burada, olgumuza uyguladığımız tedavi yaklaşımı sunulmuş ve ARN’ nin tedavisinde bildirilmiş farklı yaklaşımlar tartışılmıştır.
Acute retinal necrosis (ARN) is a rapidly progressive disease with poor prognosis leading to visual loss in most of the cases. A rapid diagnosis and an early antiviral treatment affect the course and the prognosis of the disease significantly. In this case report, we present a 34 year old female patient referred to our clinic with symptoms of blurred vision and ocular pain diagnosed as acute glaucoma elsewhere. A clinical diagnosis of ARN was made and a prompt antiviral treatment was started. We herein describe our treatment approach to this particular case and discuss previously reported treatment modalities.
Abstract

12.Von Hippel-Lindau Disease: The Importance of Retinal Hemangioblastomas in Diagnosis
Sevinç Şahin Atik, Aslı Ece Solmaz, Zafer Öztaş, Emine Deniz Eğrilmez, Şeyda Uğurlu, Tahir Atik, Filiz Afrashi
Pages 180 - 183
Von Hippel-Lindau (VHL) hastalığı birden fazla sistemi ilgilendiren selim veya habis tümörlerle karakterize ailesel kanser sendromudur. Retinal hemanjioblastomlar genellikle hastalığın ilk bulgusu olup görme kaybına neden olabilmektedirler. Otuz iki yaşında erkek hasta sol gözünde 2 aydır olan görme kaybı nedeniyle kliniğimize başvurdu. Hastanın serebral hemanjioblastom nedeniyle daha önce opere olduğu, soygeçmişinde annesinin bir gözünde ileri görme kaybı bulunduğu ve böbrek kanseri nedeniyle kaybedildiği öğrenildi. Olgunun oftalmolojik muayenesinde her iki gözde çok sayıda retinal hemanjioblastomlar görüldü. Hastaya VHL gen dizi analizi yapıldı ve heterozigot p.R161X mutasyonu saptandı. Hastanın kızkardeşinde ve kızında da aynı mutasyon belirlendi. Hasta ve etkilenmiş aile bireyleri için izlem ve tedavi planı düzenlendi. Retinal hemanjioblastomların ayırıcı tanısında VHL hastalığının düşünülmesi bu hastalarda görülen hayatı tehdit eden tümörlerin erken saptanmasında önemli bir yere sahiptir.
Von Hippel-Lindau (VHL) disease is a familial cancer syndrome characterized by benign or malign tumors which may involve more than one system. Retinal hemangioblastomas are usually the initial manifestation of VHL disease and can cause visual loss. A 32-year-old man presented to our clinic with vision loss in the left eye for 2 months. He had a history of cerebral hemangioblastoma operation. Family history showed that his mother had unilateral vision loss and died because of renal cell carcinoma. Ophthalmologic examination revealed multiple retinal hemangioblastomas in both eyes. VHL gene sequencing was performed to the patient and heterozygous p.R161X mutation was found. His sister and daughter were also found to have the same variant. The treatment and management plan have been started for the affected family members Considering VHL disease in differential diagnosis of retinal hemangioblastomas has a very important role to early detection of life-threatening tumors in these patients.
Abstract

13.Spontaneous resolution of optic disc pit maculopathy
Koushik Tripathy
Pages 184 - 185
Abstract