Cilt: 26  Sayı: 2 - 2020
Özetleri Gizle | << Geri
DERLEME
1.
Osteosarkopeni: Klinik Perspektif
Osteosarcopenia: Clinical Perspective
Yeşim Gökçe Kutsal, Oya Özdemir, Merih Saridogan, Zafer Günendi, Ayşe Küçükdeveci, Yeşim Kirazlı, Jale Meray
Sayfalar 47 - 57
Osteosarkopeni yaşlanma ile ilişkili iki kronik kas iskelet sistemi sorunu olan osteoporoz ve sarkopeninin birlikteliğini tanımlayan bir geriatrik sendromdur. Bu sendrom düşmelere ve kırıklara, morbidite, mortalite ve disabilitede artışa ve yaşam kalitesinde azalmaya yol açabilir. Osteosarkopenin etiyopatogenezi multifaktöriyeldir; mekanik, biyokimyasal, genetik ve yaşam tarzı ile ilişkili faktörler ortaya çıkmasında önemli rollere sahiptir. Prevalansı %5 ile 37 arasında bildirilmiştir. Prevalanstaki bu değişkenlik, muhtemelen çalışma popülasyonlarındaki heterojeniteye veya farklı tanı kriterlerin kullanılmasına bağlıdır. Osteosarkopeni tanısı detaylı klinik değerlendirme (ör. tarama ve risk hesaplama araçları, kavrama kuvveti ölçümü, fiziksel performans testleri), laboratuvar testleri ve görüntüleme yöntemleri ile konulabilir. Osteoporoz tanısına yönelik olarak kemik mineral yoğunluğunu ölçmek için en sık kullanılan dual enerjili X-ışını absorbsiyometri yöntemidir. Sarkopenide meydana gelen iskelet kas kütlesindeki kaybı saptamak amacıyla kullanılan görüntüleme teknikleri ise dual enerjili X-ışını absorbsiyometri, bilgisayarlı tomogafi, ultrasonografi ve manyetik rezonans görüntülemedir. Osteosarkopeninin tedavi seçenekleri arasında egzersiz, besin takviyeleri (protein, D vitamini, kasiyum ve kreatin), yaşam tarzı değişiklikleri ve farmakolojik tedaviler yer almaktadır. Osteosarkopeni gelişiminin altında yatan mekanizmalar daha iyi anlaşıldıkça hem kası hem de kemiği hedef alan terapötik ajanların geliştirilmesi, yeni bir araştırma alanı haline gelmiştir. Bu derlemede, konuyla ilgili güncel literatür ışığında, osteosarkopenin epidemiyolojisi, patogenezi, tanı ve tedavisi özetlenmiştir.
Osteosarcopenia is a geriatric syndrome that describes the co-existence of osteoporosis and sarcopenia, two chronic musculoskeletal conditions associated with ageing. This syndrome may lead to falls and fractures, increased morbidity, mortality and disability, and reduced quality of life. The etiopatogenesis of osteosarcopenia is multifactorial; mechanical, biochemical, genetic and lifestyle factors all play important roles. Its prevalence has been reported between 5 and 37%. The varied prevalence is likely due to heterogenous populations or a non‐unified diagnostic criteria for this syndrome. The diagnosis of osteosarcopenia can be established by detailed clinical assessment (e.g. screening and risk calculation tools, grip strength, physical performance tests), laboratory tests and imaging methods. For the diagnosis of osteoporosis, dual-energy X-ray absorptiometry is the most common method used for measuring bone mineral density. The imaging techniques used to detect loss of skeletal muscle mass in sarcopenia are dual-energy X-ray absorptiometry, computed tomography, ultrasonography and magnetic resonance imaging. Treatment options for osteosarcopenia include exercise, nutritional supplements (protein, vitamin D, calcium, and creatine), life style modifications and pharmacological therapy. With increasing understanding of underlying mechanisms of osteosarcopenia, the development of therapeutic agents targeting both muscle and bone has become a new area of investigation. This review summarises the epidemiology, patophysiology, diagnosis and treatment of osteosarcopenia in the light of relevant literature.
Makale Özeti

ARAŞTIRMA
2.
Sjögren Sendromlu Hastaların Demografik, Klinik ve Serolojik Özellikleri: Üçüncü Basamak Tecrübesi
Demographic, Clinical and Serological Characteristics of The Patients with Sjögren Syndrome: A Tertiary Clinic Experience
Nurdan Yılmaz, Osman Demir
Sayfalar 58 - 62
Amaç: Bu çalışmada kliniğimize başvuran Sjögren sendromu (SS) tanılı hastalarımızın demografik, klinik ve serolojik özelliklerin değerlendirmesi amaçlandı.
Yöntem: Çalışmaya Ocak 2015 ve Nisan 2019 tarihleri arasında polikliniğimize başvuran SS tanılı 49 hasta dahil edildi. Hastaların retrospektif olarak yaş, cinsiyet, SS’nun primer/sekonder olma durumu; sekonder ise hangi hastalığa eşlik ettiği, ilişkili olabilecek diğer kronik hastalıkların varlığı, tükürük bezi biyopsisi ve otoantikor değerlendirme sonuçları kaydedildi.
Bulgular: Çalışmaya katılan 49 hastanın (46 kadın, 3 erkek) yaş ortalaması 48.39±11.45 yıl (min: 18, max: 81) idi. Kadın/erkek oranı 15.3/1 idi. Hastaların 34 (69.4%) ü primer SS tanısı alırken; 15(30.6%) i sekonder SS idi. En yaygın başvuru yakınması kuru göz (98%) ve kuru ağız (92%) idi. Çalışmamızda ANA pozitifliği %40.8 olarak saptanırken, RF pozitifliği %28.6 idi. Hastaların %46.9 unda Anti-SS-A; %26.5 inde ise anti-SS-B pozitifti.
Sonuç: SS’nda; klinik bulgular, serolojik belirteçler ve semptomlar heterojendir. Hastaların semptom şiddeti ve çeşitliliği diğer eşlik eden romatizmal hastalıklardan da etkilenir.
OObjectives: The aim of this study was to evaluate the demographic, clinical and serological characteristics of the patients with Sjögren’s syndrome (SS).
Patients and methods: Forty-nine patients with SS, admitting to our outpatient clinic between January 2015 and April 2019 were included in the study. Patients were evaluated retrospectively in terms of age, gender, primary/secondary state of SS; the concomitant diseases with secondary SS, the presence of other related chronic diseases, minor salivary gland biopsy and autoantibody evaluation results were recorded.
Results: The mean age of 49 patients (46 female, 3 male) included in the study was 48.39±11.45 years (min: 18, max: 81). Female/male ratio was 15.3/1. Thirty four (69.4%) of the patients were primary SS; fifteen (30.6%) patients were diagnosed as secondary SS. The most common symptom at the time of diagnosis was dry eye (98%) and dry mouth (92%). ANA positivity was found to be 40.8% and RF positivity was 28.6%. Anti-SS-A was positive in 46.9% of the patients; while anti SS-B was positive in 26.5%.
Conclusion: SS is characterized by a heterogeneity of clinical manifestations, serological markers and symptoms. The symptom severity and variety of the patients are also affected by the other concomitant rheumatic diseases.
Makale Özeti

3.
Ortopedi doktorlarında osteoporoz farkındalığı
Osteoporosis awareness in orthopedic surgeons
Tuğba Aydın
Sayfalar 63 - 69
Amaç: Bu çalışmanın amacı ülkemizde çalışan ortopedi doktorlarının primer osteoporozun tanı ve takibindeki farkındalığı ortaya koymaktır.
Gereç ve yöntem: Bu çalışma açık erişimli, web tabanlı, çevrimiçi anket çalışması olarak planlandı. Üniversite hastanesi, eğitim araştırma hastanesi, devlet ve özel hastanelerde çalışan 166 ortopedi doktoru çalışmaya dahil edildi.
Bulgular: Doktorların %30,1’i postmenopazal hastalardan, %41,02’si 65 yaş üstü hastalardan, %38,6’sı kalça kırığı ile gelen hastalardan, %34,9’u vertebra kırığı ile gelen hastalardan, %4,8’i ön kol kırığı ile gelen hastalardan dual enerji X-ray absorbsiyometri (DXA) isterken, doktorların %30,1’i hiçbir hastadan DXA istemediklerini belirtti. Doktorların %63,9’u 65 yaş üstü kırıkla gelen hastayı osteoporoz açısından değerlendirmediğini söyledi. Frajilite kırığı tespit ettiğikleri hastalardan ortopedi doktorlarının %36,1’i D vitamini seviyesini istemediğini belirtti. Primer osteoporozda tedaviyi ortopedi doktorlarının %79,5’i DXA’nin T skoruna, %15,7’si DXA’nin Z skoruna, %55,4’ü yaşa, %37,7’si cinsiyete, %51,8’i frajilite kırığı varlığına, %37,3’ü daha önce kullandığı osteoporoz ilaçlarına, %13,3’ü FRAX risk sınıflamasına göre planladıklarını söyledi. Primer osteoporozda D vitamini düşüklüğü olan hastalara doktorların %22,9’u 300000 IU 25(OH)D vitamini içeren ampulleri oral olarak, %1,2’si bu ampulleri intramuskuler olarak verdiğini; doktorların %15,7’si 50000 IU 25(OH)D vitamini içeren şişenin tümünü haftada bir oral olarak, %10,8’i bu şişeyi her gün damla olarak verdiğini söyledi.
Sonuç: Ortopedi doktorlarının osteoporoz hastalarının tanı ve takibindeki bilgi düzeyi ve farkındalığı beklenenden daha düşüktür. Kırık tedavisinden sorumlu olan ortopedi doktorlarında bu durumu iyileştirmek için ek çalışmalar ve müdahale programları gereklidir.
Osteoporosis awareness in orthopedic surgeons
Objective: The aim of this study was to reveal the awareness of orthopedic doctors working in our country in the diagnosis and follow-up of primary osteoporosis.
Materials and methods: This study was planned as an open-access, web-based, online survey. 166 orthopedic doctors working in university hospitals, educational research hospitals, public and private hospitals were included in the study.
Results: 30.1% of the doctors stated that they want to see dual-energy x-ray absorptiometry (DXA) scan in postmenopausal patients, 41.02% in over 65 years old, 38.6% in patients with hip fractures, 34.9% in patients with vertebral fractures, 4.8% in patients with forearm fracture, while 30.1% of the doctors stated that they did not want DXA scan from any patient. 63.9% of the doctors said that they did not evaluate the patient with fractures over 65 years for osteoporosis. Of the patients with fragility fractures, 36.1% of orthopedic doctors stated that they did not want vitamin D results. In primary osteoporosis, 79.5% of orthopedic surgeons stated that they treated with DXA's T score, 15.7% with DXA's Z score, 55.4% with age, 37.7% with gender, 51.8% i fragility fractures, 37.3% of the osteoporosis drugs previously used, 13.3% according to the FRAX risk classification. In primary osteoporosis, 22.9% of the doctors stated that they had given patients with low vitamin D ampoules containing 300000 IU 25(OH)vitamin D orally, and 1.2% had given them intramuscularly and 15.7% had given all of the 50000 IU 25(OH)vitamin D bottle orally once a week and 10.8% had given as a drop of this bottle every day.
Conclusion: The knowledge and awareness of orthopedic doctors in the diagnosis and follow-up of primary osteoporosis is lower than expected. Orthopedic doctors responsible for fracture treatment require additional studies and intervention programs to improve this condition.
Makale Özeti

4.
Postmenopozal Türk Kadinlarinda Vücut Kompozisyonu ve Fiziksel Aktivitenin Kemik Mineral Yoğunluğu ile İlişkisi
The Relationship of Body Composition and Physical Activity with Bone Mineral Density in Postmenopausal Turkish Women
Mehmet Göktuğ Kılınçarslan, Erkan Melih ŞAHİN, Banu Sarıgül, Sinem Bilgen Kocaoğlu
Sayfalar 70 - 74
AMAÇ
Vücut bileşenlerinin kemik mineral yoğunluğu ile ilişkisinde vücut ağırlığından başka etkileri olup olamadığı tartışmalıdır. Bu çalışmanın amacı postmenopozal Türk kadınlarında vücut kompozisyonu ve fiziksel aktivitenin kemik mineral yoğunluğu ile ilişkisini değerlendirmektir.
GEREÇ VE YÖNTEM
Bu kesitsel çalışma Çanakkale Onsekiz Mart Üniversite Hastanesi kayıtlarından kemik mineral yoğunluğu değerlerine ulaşılabilen 95 postmenopozal kadın üzerinde yürütülmüştür. Vücut bileşenlerinin kemik mineral yoğunluğu ile olan ilişkisi vücut ağırlığı kovaryant iken ve değilken ayrı ayrı incelenip karşılaştırılmıştır.
BULGULAR
Katılımcıların yaş oratalaması 61,7 ± 7,2 idi. Katılımcıların beden kitle indeksi (r=0,270 p=0,009), bel çevresi (r=0,308 p=0,003), kalça çevresi (r=0,277 p=0,007), yağ kitlesi (r=0,256 p=0,014), yağ yüzdesi (r=0,185 p=0,077), yağsız kitle (r=0,311 p=0,003), total kas kitlesi (r=0,311 p=0,003), Skeletal Muscle Index (r=0,260 p=0,012), Appendiküler Lean Mass Index (r=0,279 p=0,007), Appendiküler Skeletal Muscle Index (r=0,280 p=0,007) kemik mineral yoğunluğu ile koreleyken, vücut ağırlığı kontrol edildiğinde hiçbiri anlamlı korele değildi. Boy ve bel/kalça oranı hem vücut ağırlığı kontrol edildiğinde hem de edilmediğin de kemik mineral yoğunluğu ile anlamlı ilişkili değildi. Fiziksel aktivite ile kemik mineral yoğunluğu arasında anlamlı bir korelasyon saptanmadı (r=0,032 p=0,799).
SONUÇ
Postmenopozal Türk kadınlarında vücut ağırlığı kemik mineral yoğunluğu ile pozitif koreledir. Vücut bileşenlerinin neden oldukları vücut ağırlığı nedeniyle kemikler üzerine mekanik yük oluşturmak dışında kemik mineral yoğunluğu üzerinde etkisizdir.
AIM
It is controversial whether the body components have any effects other than body weight on bone mineral density. The aim of this study was to evaluate the relationship between body composition and physical activity with bone mineral density in postmenopausal Turkish women.
MATERIALS AND METHODS
This cross-sectional study was conducted on 95 postmenopausal women whose bone mineral density values were obtained from the records of Çanakkale Onsekiz Mart University Hospital. The relationship of body components with bone mineral density was examined and compared separately when the body weight was covariant and not.
RESULTS
The mean age of the participants was 61.7 ± 7.2. Body mass index (r=0.270 p=0.009), waist circumference (r=0.308 p=0.003), hip circumference (r=0.277 p=0.007), fat mass (r=0.256 p=0.014), fat percentage (r=0,185 p=0,077), lean mass (r=0,311 p=0,003), total muscle mass (r=0,311 p=0,003), Skeletal Muscle Index (r=0,260 p=0,012), Appendicular Lean Mass Index (r=0,279 p=0.007), Appendicular Skeletal Muscle Index (r=0.280 p=0.007) correlated with bone mineral density but none of them significantly correlated when body weight was controlled. The height and waist / hip ratio were not significantly associated with bone mineral density both when body weight was controlled and not. No significant correlation was found between physical activity and bone mineral density (r=0,032 p=0,799).
CONCLUSION
Body weight is positively correlated with bone mineral density among postmenopausal Turkish women. Body components have no effects on bone mineral density except contributing to body weight that generate mechanical load on bones.
Makale Özeti

5.
Kemik mineral dansitesinin VAS ağrı skoruna etkisi var mıdır?
Does bone mineral density have an effect on the VAS pain score?
Kenan Özler
Sayfalar 75 - 80
Amaç: Bu çalışmada, obez ve obez olmayan yaşlı hastalarda VAS ağrı skalasını değerlendirmeyi ve ayrıca VAS ağrı skorunun osteoporozlu hastalarda obezite ile ilişkili olup olmadığını belirlemeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya toplam yüz doksan iki hasta dahil edildi (BMI <30 olan 69 hasta ve BMI ≥ 30 olan 99 hasta). BMD değerleri, Dual-Enerji X-ışını absorpsiyometrisi yöntemi ile belirlenmiştir. VAS ağrı skoru '' ağrısız '' (skor = 0) ve '' en kötü ağrı '' (skor = 10) olarak değerlendirildi ve DSÖ'nün ağrı şiddeti ölçeğine göre 3 gruba ayrıldı: skor <3 hafif ağrı, 3 -6 hafif-orta derecede ağrı ve> 6 orta-şiddetli ağrı. Osteoporoz hastalarında VAS ağrı skorunun bağımsız risk faktörlerini belirlemek için çok değişkenli bir lojistik regresyon modeli kullanıldı.
Bulgular: Obez hastalarda VAS ağrı skoru obez olmayan hastalardan daha yüksekti (4,49 ± 2,76 ve 3,49 ± 2,42, P = 0,014). Osteoporoz hastalarında ileri yaş (OR = 1.094,% 95 CI = 1.018-1.175, P =.014) ve obezite (OR = 0.225,% 95 CI = 0.055-0.928, P =.039), VAS ağrı skoru ile ilişkili idi. Normal KMY hastalarında sadece ileri yaş VAS ağrı skoru ile ilişkili idi (OR = 1.157,% 95 CI = 1.045-1.280, P =.005). Tüm hastalarda ileri yaş (OR= 1.141, 95% CI = 1.093-1.192, P=<.001) ve osteoporoz (OR= 0.001, 95% CI = 0.00-0.014, P=<.001) VAS ağrı skoru ile ilişkiliydi.
Tartışma: Değişken bir risk faktörü olan obezitenin azaltılmasının, ağrı ve sedanter yaşam tarzını azaltacağını ve osteoporozu olan hastalarda KMY'yi iyileştireceğini düşünüyoruz.
Objective: In this study, we aimed to evaluate the VAS pain scale in obese and non-obese elderly patients, and additionally to determine whether the VAS pain score is associated with obesity in patients with osteoporosis.
Materials and Methods: A total of one hundred and ninety-two patients were included in the study (69 patients with BMI < 30 and 99 patients with BMI ≥ 30). BMD values were determined by the Dual-Energy X-ray absorptiometry method. VAS pain score was evaluated as ‘’ without pain’’ (score=0) and ‘’the worst pain’’ (score=10) and divided into 3 groups according to the WHO's pain severity scale: score <3 mild pain, 3-6 mild-moderate pain, and> 6 moderate-severe pain. A multivariate logistic regression model was used to identify the independent risk factors of VAS pain score in with osteoporosis patients.
Results: VAS pain score higher in obese patients than the non-obese patients (4.49 ± 2.76 and 3.49 ± 2.42, P=.014). Advanced age (OR= 1.094, 95% CI = 1.018-1.175, P=.014) and obesity (OR= 0.225, 95% CI =0.055-0.928, P=.039) are associated with VAS pain score in osteoporosis patients. Otherwise, only advanced age (OR= 1.157, 95% CI = 1.045-1.280, P=.005) associated with VAS pain score in normal BMD patients. Advanced age (OR= 1.141, 95% CI = 1.093-1.192, P=<.001) and osteoporosis (OR= 0.001, 95% CI = 0.00-0.014, P=<.001) were associated with VAS pain score in all patients.
Discussion: We think that decreasing obesity which is a variablerisk factor will benefit reduction pain and sedentary lifestyle, and improve BMD in patients with osteoporosis.
Makale Özeti

6.
Cep telefonu kullanıcılarında postür düzeltilmesi ve egzersizin boyun ağrılarına etkisi
The effect of postural correction and exercise on neck pains in cell phone users
Ozan Soyer, ZEYNEP ÜLKÜ AKARIRMAK
Sayfalar 81 - 91
Amaç:
Yanlış postürde uzun süreli cep telefonu kullanımı Tetik nokta(TN) ve Miyofasiyal Ağrı Sendromu(MAS) oluşumu açısından risk oluşturmaktadır. Bu çalışmanın amacı Trapezius, Sternocleidomastoideus(SCM) ve Levator Scapulae(LS) kaslarındaki cep telefonu kullanımı ilişkili boyun ağrısı ve MAS arasındaki ilişkiyi değerlendirmek ve doğru tedavi yaklaşımını belirlemektir.
Gereç ve Yöntem:
Bu çalışmaya boyun ağrısı olan ve cep telefonu kullanan 49 hasta katıldı ve randomize şekilde iki gruba ayrıldı. Boyun ağrısı şiddeti, boyun hareket açıklığı ve Trapezius, SCM ve LS kaslarında gergin bant varlığı ile TN ağrı şiddeti değerlendirildi. Grup 1’deki hastalara yapılandırılmış boyun egzersizleri ve postür düzeltme önerileri verilirken grup 2’deki hastalar herhangi bir tedavi almadı. Bir ay sonucunda hastalar yukarıdaki parametreler açısından tekrar değerlendirildi.
Bulgular
Toplamda 47 hasta araştırmayı tamamladı. Grup 1’de boyun ağrısında (p=0.00) ve sağ LS’de bulunan gergin bantlarda anlamlı bir azalma görüldü(p=0.004). Ayrıca grup 1’de sol SCM 2. noktasında (p=0.039), sol Trapezius 2. noktasında(p=0.031), ve sağ LS 2. noktasında (p=0.012) TN ağrı şiddetinde anlamlı azalma bulundu ayrıca sol LS 2. noktasında ağrı şiddetinde sınıra yakın bir azalma bulunsa da bu azalma anlamlı bulunmamıştır(p=0.056). Buna karşın grup 2’de boyun ağrısı şiddeti, gergin bant varlığı ve TN ağrı şiddeti açısından anlamlı bir değişim tespit edilmedi. Ayrıca iki grupta da boyun hareket açıklığı muayenesi sırasında oluşan ağrı ve kısıtlılık açısından anlamlı bir fark saptanmadı.
Sonuç
Cep telefonu kullanımına bağlı boyun ağrısı ve MAS gelişen hastalarda farkındalığı arttırarak; telefon kullanımını kısıtlamak, düzenli egzersiz yapmak ve telefon kullanımı sırasında doğru boyun postürünü sağlamak Text Neck Sendromu gelişimini önlemek için önerilmektedir.
Background and Objective:
Using a cell phone in head forward posture for a long time is a risk factor for induction of trigger points(TP) and myofascial pain syndromes(MPS). The purpose of this study was to evaluate the association between cell phone use-related neck pain and MPS in Trapezius, Sternocleidomastoideus(SCM) and Levator Scapulae(LS) muscles as well as determining an appropriate treatment approach.
Materials and Methods:
49 patient who had neck pain and reported use of cell phone attented this study and were divided randomly into two groups. Taut band existence and TP pain severity were evaluated in Trapezius, SCM and LS muscles. Neck pain severity and range of motion(ROM) were assesed. Group 1 received a structured exercise program and posture correction advice while group 2 did not receive any treatment. After one month patients were evaluated again and these parameters were compared with first examination.

Results:
47 patients completed the study. In group 1, neck pain score was found to be significantly decreased(p=0.00) and taut band of right LS to have significantly disappeared(p=0.004). Significant decrease in TPs pain severity was found in 2nd point of the left SCM (p=0.039), 2nd point of the left Trapezius (p=0.031), and 2nd point of the right LS (p=0.012) muscles in group 1 also in the 2nd point of the left side in LS, pain decrease was found borderline, although it did not reach statistical significance(p=0.056). On the other hand there were no significant changes in terms of neck pain score, taut band existence and TPs pain severity in group 2. Pain and limitation of ROM showed no significant change between first and second examination in both groups.
Conclusion:
Limiting duration of mobile phone usage, performing regular exercises and correcting head forward position by increasing aweraness should be helpful to prevent development of Text Neck Syndrome.
Makale Özeti

7.
Ailevi Akdeniz Ateşi olan hastalarda serum melatonin düzeyleri
Serum melatonin levels in patients with Family Mediterranean Fever
Ayhan Kul, Nurinnisa Ozturk, Köksal SARIHAN, Fatih Baygutalp
Sayfalar 92 - 97
Giriş
Melatonin’in (MLT) birçok kronik inflamatuar hastalığın immünopatogenezinde ve etiyolojisinde rol oynayabileceği bildirildiğinden dolayı, çalışmamızda Ailevi Akdeniz Ateşi (AAA) olan hastaların serum MLT seviyelerinin belirlenerek hastalık şiddeti ile arasında olası bir ilişki olup olmadığını incelemeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem
Çalışmaya AAA hastalığı tanısı konulan ve en az 1 aydır atak geçirmeyen 30 hasta ile yaş ve cinsiyetleri benzer olan 30 sağlıklı kontrol dâhil edildi. Katılımcıların demografik verileri, laboratuar ve klinik özellikleri kaydedilerek, serum MLT seviyeleri belirlendi. Ayrıca serum MLT seviyesi ile hastalık şiddeti arasındaki ilişki değerlendirildi.
Bulgular
Çalışmada 14 erkek ve 16 kadın olmak üzere toplam 30 hasta (ortalama yaş; 36,4± 12,2 yıl; yaş aralığı; 19-68 yıl) ile yaş ve cinsiyetleri benzer olan 12 erkek ve 18 kadın toplam 30 sağlıklı kontrol (ortalama yaş; 38,4±12,5 yıl; yaş aralığı; 19-65 yıl) bulunmaktaydı. Gruplar arasında serum MLT seviyeleri açısından anlamlı fark olduğu belirlendi (p<0.05). FMF hastalarının cinsiyet, yaş ve VKİ gibi demografik verileri, ESR, CRP ve fibrinojen değerleri ve hastalık şiddet skoru ile serum MLT seviyesi arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı. FMF hastalarında artrit varlığına göre; akut artrit hikayesi olanlar (n=7 kişi) ile artriti olmayanlar (n=23 kişi) arasında serum MLT düzeyleri açısından istatistiki olarak anlamlı fark bulundu (p=0,019).
Sonuç
Bulgularımız MLT’in AAA'in immünopatogenezinde ve AAA’e bağlı artrit hikayesi olanlarda olası bir rol oynadığına dair kanıt sunmaktadır. Ancak MLT'in immün düzenleyici rolü çok karmaşık ve mekanizmaları henüz tam olarak anlaşılamadığından dolayı bulgularımızın gelecekte daha kapsamlı araştırmalarla desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz
Introduction
Since melatonin (MLT) has been reported to play a role in the immunopathogenesis and etiology of many chronic inflammatory diseases, we aimed to investigate the possible relationship between disease severity and serum MLT levels in patients with Familial Mediterranean Fever (FMF).
Materials and Methods
The study included 30 patients diagnosed with FMF and had no episodes for at least 1 month and 30 healthy controls with similar age and sex. Demographic data, laboratory and clinical characteristics of the participants were recorded and serum MLT levels were determined. In addition, the relationship between serum MLT level and disease severity was evaluated.
Results
A total of 30 patients (mean age 36.4 ± 12.2 years; range 19 to 68 years), 14 men and 16 women, and 30 healthy controls (mean age 38.4 ± 12.5 years; range 19 to 65 years) were included in the study. There was a significant difference between the groups in terms of serum MLT levels (p <0.05). There was no significant relationship between serum MLT levels and demographic data such as gender, age and BMI, ESR, CRP, fibrinogen levels, and disease severity score of FMF patients. There was a statistically significant difference in serum MLT levels between patients with a history of acute arthritis (n = 7) and those without arthritis (n = 23) (p = 0.019).
Conclusion
Our findings suggest that MLT plays a possible role in the immunopathogenesis of FMF and those with a history of FMF-related arthritis. However, since the immune regulatory role of MLT is very complex and the mechanisms are not yet fully understood, we think that our findings should be supported by more comprehensive research in the future.
Makale Özeti

8.
Kas-iskelet sistemi ağrısı olan hastalarda anemi görülme sıklığı
Anemia frequency in patients with musculoskeletal system pain diseases
Fatih Baygutalp, Ayhan Kul
Sayfalar 98 - 103
Amaç: Bu çalışmada kliniğimize kas-iskelet sistemi ağrısı şikayeti ile başvuran hastalarda görülen anemi sıklığının belirlenmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: İskelet-kas sistemi ağrısı olan 338 hasta grup 1: yaygın ağrı ve grup 2: lokal ağrı olmak üzere 2 gruba ayrıldı. Hastaların serum demir, ferritin, total demir bağlama kapasitesi, vitamin B12 ve plazma hemoglobin düzeyleri retrospektif olarak analiz edildi.
Bulgular:
Demir eksikliği ve demir eksikliği anemisi olan hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. Kas-iskelet sistemi ağrısı olan tüm hastaların % 35.7'sinde demir eksikliği % 11.2'sinde demir eksikliği anemisi vardı. Hastalar ağrı bölgesine göre ayrı ayrı değerlendirildiğinde her iki grupta da demir eksikliği olduğu görüldü. Demir eksikliği oranları: yaygın ağrı grubunda: % 28.3 ve lokal ağrı grubunda % 37.1 olarak saptandı.
Sonuç:
Kas-iskelet sistemi ağrısı olan hastalarda serum demir ve ferritin düzeylerinin ölçülmesini ve tedavi başarısının artırılması için gerekirse tedavi edilmesini öneriyoruz.
Objective
This study aimed to determine anemia frequency of patients who were admitted to our clinic with musculoskeletal system pain.
Materials and Methods
338 patients with musclosketal system pain were divided into 2 groups as follows: Group 1: diffuse pain and group 2: local pain. Serum iron, ferritin, total iron binding capacity, vitamin B12 and plasma hemoglobin levels were analyzed retrospectively.
Results
Patients with iron-deficiency and iron-deficiency anemia were evaluated retrospectively. There was iron-deficiency in 35.7% of all patients with musculoskeletal system pain and iron-deficiency anemia in 11.2% of all patients. Iron-deficiency was determined in both groups when the patients were evaluated separately according to the pain area. Iron-deficiency rates were determined in groups as follows: 28.3% in diffuse pain group and 37.1% in local pain group.
Conclusion
We suggest that serum iron and ferritin levels should be measured and, if necessary, treated for improving treatment success in patients with musculoskeletal system pain.
Makale Özeti

9.
Behçet hastalığı olan hastalarda serum melatonin düzeyleri
Serum melatonin levels in patients with Behcet's disease
Ayhan Kul, Nurinnisa Özturk, Yasar Arslan, Fatih Baygutalp
Sayfalar 104 - 109
Giriş
Melatonin hormonunun (MLT) birçok kronik inflamatuar hastalığın immünopatogenezinde ve etiyolojisinde rol oynayabileceği bildirildiğinden dolayı, çalışmamızda Behçet hastalığı (BH) olan hastaların serum MLT seviyelerinin belirlenerek hastalık aktivitesi ile arasında olası bir ilişki olup olmadığını incelemeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem
Çalışmaya BH tanısı konulan 40 hasta ile yaş ve cinsiyetleri benzer olan 40 sağlıklı kontrol dâhil edildi. Katılımcıların demografik verileri, laboratuar ve klinik özellikleri kaydedilerek serum MLT seviyeleri belirlendi. Behcet hastalığı anlık aktivite form-2006’ya göre hastalık aktivitesi değerlendirildi. Hastalık aktivitesi ile serum MLT seviyesi arasındaki ilişki incelendi.
Bulgular
Çalışmada 19 kadın ve 21 erkek olmak üzere toplam 40 hasta (ortalama yaş;35,3±9.0 yıl; yaş aralığı;19-57 yıl) ile yaş ve cinsiyetleri benzer olan 20 kadın ve 20 erkek toplam 40 sağlıklı kontrol (ortalama yaş;37,7±11,2 yıl; yaş aralığı;19-65 yıl) bulunmaktaydı. Gruplar arasında serum MLT düzeyleri ve ortalama MPV değerleri hariç (p<0.05) demografik özellikler ve diğer laboratuar parametreleri arasında anlamlı bir fark yoktu. Hastalık aktivitesinin değerlenderilmesinde kullanılan klinik parametrelerin hastalardaki varlığına göre yapılan incelemede; baş ağrısı olanlarda olmayanlara göre serum MLT değerlerinin anlamlı şekilde daha düşük olduğu bulunurken (p<0.05), diğer klinik parametrelerde anlamlı bir fark yoktu. BH olan hastalarının değerlendirilen laboratuar parametreleri ve hastalık aktivite skorları ile serum MLT seviyesi arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı.
Sonuç
MLT’in BH immünopatogenezinde ve baş ağrısı hikayesi olanlarda olası bir rol oynadığına dair kanıt sunmasına rağmen MLT düzeyi ile hastalık aktivitesi arasında bir ilişki bulunmadı. BH’da MLT’in olası rolünü belirlemek için daha fazla çalışmaya ihtiyaç olduğunu ve bulgularımızın gelecekteki araştırmalarla desteklenmesi gerektiğini öneriyoruz.
Introduction
Since melatonin hormone (MLT) has been reported to play a role in the immunopathogenesis and etiology of many chronic inflammatory diseases, we aimed to investigate whether there is a possible relationship between disease activity by determining serum MLT levels of patients with Behcet's disease (BD).
Materials and Methods
The study included 40 patients diagnosed with BD and 40 age and gender matched healthy controls. Serum MLT levels were determined by recording demographic data, laboratory and clinical features of the participants. Disease activity was evaluated according to Behcet's disease current activity form 2006. The relationship between disease activity and serum MLT level was examined.
Results
A total of 40 patients (mean age; 35.3 ± 9.0 years; age range; 19-57 years), 19 women and 21 men, and 20 healthy women and 20 men with a similar age and gender (mean age; 37, 7 ± 11.2 years; age range; 19-65 years) were included in the study. There was no significant difference between demographic characteristics and other laboratory parameters, except serum MLT levels and mean MPV values (p <0.05) between the groups. Serum MLT values were found to be significantly lower in patients having headache than those without headache (p <0.05), but there was no significant difference in other clinical parameters. No significant correlation was found between laboratory parameters and disease activity scores, and serum MLT levels of patients with BD.
Conclusion
Although the study provides evidence that MLT plays a possible role in immunopathogenesis of BD with a headache history, there was no association between MLT level and disease activity. We suggest that further studies are needed to determine the possible role of MLT in BD and that our findings should be supported by future research.
Makale Özeti

10.
Naif HIV ile enfekte bireylerde kemik mineral yoğunluğunun değerlendirilmesi
Evaluation of bone mineral density in naive HIV-infected individuals
Sevtap Şenoğlu, Özlem Altuntaş Aydın
Sayfalar 110 - 114
Amaç: HIV enfeksiyonu, kemik mineral yoğunluğu (KMY) düşüklüğü için bir risk faktörüdür. Çalışmamızda rehberlerin rutin olarak KMY taraması önerdiği ve önermediği naif HIV ile enfekte bireylerde, osteoporoz/osteopeni gelişimi için risk faktörlerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Enfeksiyon Hastalıkları Polikliniğinde Ocak 2015 – Haziran 2019 tarihleri arasında takip edilen HIV ile enfekte bireylerin ilk başvurularındaki demografik, klinik ve laboratuvar özelliklerinin kaydedildiği bir veri tabanı oluşturulmuştur. Başvuru anında ve antiretroviral tedavi öncesi DXA ölçümü yapılan 284 HIV ile enfekte hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Osteoporoz/osteopeni tanısı alan ≥50 yaş/postmenapozal ve <50 yaş naive HIV ile enfekte bireylerin özellikleri karşılaştırılmıştır.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 284 naiv HIV ile enfekte bireylerin 131’inde (46%) DXA ile osteoporoz/osteopeni tanısı konulmuş olup, <50 yaş osteoporoz/osteopeni oranı %42,9 (106/247) iken ≥50 yaş olanlarda %67,6 (25/37) saptanmıştır (p değeri: 0,007). 26 hastada osteoporoz saptanmış olup, 16’sı (%61,5) <50 yaş idi. Yaşlı bireylerde KMY azalmasının en fazla femoral bölgede olduğu, genç bireylerde femoral bölge yanında lomber bölgede de görüldüğü belirlenmiştir (p<0.001).
Sonuç: Çalışmamız genç ve antiretroviral tedaviye maruziyeti olmayan hastalarımızda yüksek oranda kemik mineral yoğunluğunda azalma olduğu ortaya koymaktadır. Osteopeni/osteoporoz varlığının erken saptanması, hayat kalitesinin arttırılması ve ilaç yükünün azaltılması için önemlidir. Bu nedenle, düşük KMY tespiti, erken tedavisi için herhangi bir yaşta ve naif hastalarda da tedaviden bağımsız olarak tanısal testlerin yapılmasını öneriyoruz.
Aim: HIV infection is a risk factor for low bone mineral density (BMD). In our study, it was aimed to compare the risk factors for the development of osteoporosis / osteopenia in naive individuals with HIV infection in patient groups that the guidelines routinely recommend and do not recommend BMD screening.
Material and methods: A database was created in which the demographic, clinical and laboratory features of HIV-infected individuals were recorded in the infectious diseases outpatient clinic between January 2015 and June 2019. 284 HIV-infected patients with DXA measurements at admission and before antiretroviral treatment were included in the study. The characteristics of ≥50 years old / postmenopausal and <50 years old naive HIV infected with osteoporosis / osteopenia were compared.
Results: 131 (46%) of 284 naive HIV-infected individual were diagnosed with osteoporosis / osteopenia by DXA. While <50 years of osteoporosis / osteopenia rate was 42.9% (106/247) and 67% (25/37) of those aged ≥50 years were determined (p value: 0.007). Osteoporosis was detected in 26 patients and 16 (61.5%) were <50 years old. It has been determined that BMD reduction is the most common in the femoral region in the elderly, and in the lumbar region as well as the femoral region in the young individuals (p <0.001).
Conclusion: Our study reveals a high rate of decrease in bone mineral density in our young patients who are not exposed to antiretroviral therapy. It is important to detect the presence of osteoporosis / osteoporosis early, to increase the quality of life and to decrease the drug load. Therefore, we recommend performing diagnostic tests at any age and naive patients, regardless of treatment, for low BMD detection and early treatment.
Makale Özeti

11.
Primer Progresif Multipl Sklerozlu Erkek Hastalarda Kemik Mineral Yoğunluğunu Etkileyen Faktörler
Factors Affecting Bone Mineral Density in Male Patients with Primary Progressive Multiple Sclerosis
Aslı Çalışkan, F. Yesim Gokce Kutsal, Nazire Pinar Acar, Filiz Akbıyık, Sevilay Karahan, Rana Karabudak
Sayfalar 115 - 120
Giriş ve Amaç: Osteoporoz (OP) dünya çapında en sık görülen metabolik kemik bozukluklarından biri olmasına rağmen, erkek OP’u halen yeterince göz önüne alınmamakta ve tedavi edilmemektedir. Primer progresif multipl skleroz (PPMS), erkeklerde ikincil OP’un önemli bir nedeni olarak kabul edilmekte olup, Türkiye’de konu ile ilgili veriler sınırlıdır. Bu araştırmada erkek PPMS hastalarının kemik mineral yoğunluklarının (KMY) incelenmesi, etkileşen olası klinik ve laboratuvar faktörlerin saptanması ve ayrıca KMY ile biyokimyasal kemik döngü belirteçleri (BKDB) arasındaki korelasyonun tanımlanması amaçlanmıştır.
Materyal ve Metod: 26 erkek PPMS hastası ve 20 yaş uyumlu sağlıklı gönüllü genişlemiş özürlülük durum ölçeği (EDSS), femoral ve lomber KMY, biyokimyasal ve hormonal testler ve BKDB ile değerlendirildi.
Bulgular: Demografik özellikler gruplar arasında istatistiksel olarak benzerdi. Hastaların yaş, hastalık süresi ve EDSS skoru için ortalama değerler sırasıyla 42.5 ± 10.0 yıl, 3.5 ± 1.5 yıl ve 4.6 ± 1.6 idi. PPMS hastaları ile kontrol grubu arasında KMY ve BTX düzeylerinde anlamlı bir fark bulunmuş olsa da cinsiyet hormonu bağlayıcı globülin (SHBG) düzeyleri, EDSS, KMY skorları, BKDB’ler ve diğer biyokimyasal değişkenler arasında anlamlı korelasyon saptanmadı.
Sonuç: KMY skorlarının hasta grubunda kontrol grubuna göre daha düşük olduğu belirlendi. Bu çalışma erkek PPMS hastalarında kemik sağlığının göz önünde bulundurmanın önemini vurgulamakta ve tedavi planının stratejik bir parçası olarak ele alınması gerektiğini hatırlatmaktadır.
Background and Aim: Although osteoporosis (OP) is one of the most frequent metabolic bone disorders worldwide, male OP is still underestimated and undertreated. Primary progressive multiple sclerosis (PPMS) is considered as an important cause of secondary OP in males and the data in Turkey is limited. We aimed to evaluate the bone mineral density (BMD) of male PPMS patients, the possible clinical and laboratory interacting factors and also to define the correlation between BMD and bone tunover markers (BTM).
Materials and Methods: 26 male PPMS patients and 20 age-matched healthy volunteers were evaluated by expanded disability status scale (EDSS), femoral and lumbar BMD, biochemical and hormonal tests and BTM’s.
Results: Demographics were statistically similar between the groups. Mean values for patient age, disease duration, and EDSS score were 42.5 ± 10.0 years, 3.5 ± 1.5 years, and 4.6 ± 1.6, respectively. Although we found a significant difference in BMD and CTX levels between PPMS patients and control group, there were no significant correlations between sex hormone binding globülin (SHBG) levels, EDSS, BMD scores, BTM’s, and other biochemical variables.
Conclusion: BMD scores were lower in the patient group compared with the control group. This study highlights the importance of considering bone health in male PPMS
patients and reminds that, strategies should be emphasized as part of the management plan.
Makale Özeti

12.
Talasemi major, intermedia ve orak hücreli hastalarda demir birikimi ve D vitamini eksikliği ile kemik mineral yoğunluğu ilişkisi
Iron accumulation and vitamin D deficiency relation with bone mineral density in thalassemia major, intermedia and sickle cell patients
mahmut buyuksimsek, Ismail Fikri Baslamisli
Sayfalar 121 - 126
Amaç: Osteopeni ve osteoporoz hemoglobinopatili hastalarda önemli bir morbidite nedenidir. Bu çalışmanın amacı talasemi major, intermedia ve orak hücre hastalarında demir birikimi, D vitamini ve kemik mineral yoğunluğu (KMY) arasındaki ilişkiyi araştırmaktı.
Gereç ve Yöntem: Hemoglobinopatili 102 hastadan serum örnekleri toplandı ve ferritin ve D vitamini düzeyleri ile çift enerjili X-ışını absorpsiyometrisiyle (DEXA) ölçülen KMY arasındaki ilişki araştırıldı.
Bulgular: DEXA Femoral T skoruna göre normal KMY olan talasemi intermedia, talasemi major ve orak hücreli hasta oranı sırasıyla % 56.25, % 35 ve % 39 idi. DEXA Lomber T skoruna göre normal KMD olan talasemi intermedia, talasemi major ve orak hücreli hasta oranı sırasıyla %31.25, %7.5 ve %41.25 idi. Hastaların ferritin değerleri ve DEXA skorları karşılaştırıldığında, femur-T skoru, lomber-T skoru, femur-Z skoru ve lomber-Z skoru, ferritin değeri yüksek olanlarda istatistiksel olarak anlamlı derecede düşüktü (p değerleri sırasıyla: 0.0005, 0.0002, <0.0001, 0.0002). Femur-T skoru, lomber-T skoru, femur-Z skoru ve lomber-Z skoru normal ve düşük D vitamini seviyesine sahip hastalarda karşılaştırıldığında, ciddi eksikliği olan hastalarda istatistiksel olarak anlamlı bir değişiklik gözlendi (p değerleri sırasıyla: 0.001, 0.001, 0.0027, 0.0003).
Sonuç: Hemoglobinopatili hastalar DEXA ile erken yaşta taranmalıdır. Uygun D Vitamini replasmanının sağlanması ve ferritin seviyelerinin normal aralığa getirilmesi çabaları osteoporoz ile ilişkili morbiditeyi azaltmada etkili olabilir.
Objective: Osteopenia and osteoporosis is an important cause of morbidity in patients with hemoglobinopathy. The purpose of the study was to investigate the association between the iron accumulation, Vitamin D and bone mineral density (BMD) in patients with thalassemia major, intermedia and sickle cell.
Materials and Methods: Serum samples collected from 102 patients with hemoglobinopathy and the relationship between ferritin and vitamin D levels and BMD which was performed with dual energy X-ray absorptiometry (DEXA) was investigated.
Results: The ratio of thalassemia intermedia, thalassemia major and sickle cell patients with normal BMD according to DEXA Femoral T score was 56.25%, 35% and 39%, respectively. The ratio of thalassemia intermedia, thalassemia major and sickle cell patients with normal BMD according to DEXA Lumbar T score was 31.25%, 7.5% and 41.25%, respectively. When the patients' ferritin values and DEXA scores were compared, femur-T score, lomber-T score, femur-Z score, and lomber-Z score were statistically significantly lower in those with high ferritin values (p values are respectively: 0.0005, 0.0002, <0.0001, 0.0002). When the femur-T score, lomber-T score, femur-Z score and lomber-Z score were compared in patients with normal and low vitamin D levels, a statistically significant change was observed in severe deficiency patients (p values are respectively: 0.001, 0.001, 0.0027, 0.0003).
Conclusion: Patients with hemoglobinopathy should be screened through DEXA at an early age. The efforts to provide appropriate Vitamin D replacement and restore the ferritin levels to the normal range may be effective in reducing the morbidity associated with osteoporosis.
Makale Özeti

13.
Postmenopozal Osteoporoz ve Otofajik Gen Polimorfizmleri Arasındaki İlişki
The Realtionship Between Postmenopausal Osteoporosis and Autophagic Gene Polymorphisms
Türkan Turgay, Elif Pala, Filiz Özbaş Gerçeker, Savas Gürsoy, Özlem Altındağ, Ali Aydeniz
Sayfalar 127 - 131
Amaç: Bu çalışmada otofajik mekanizmada otofagozom oluşumunda yer alan ATG16L1 rs2241880, ATG10 rs1864183 ve ATG5 rs2245214 gen polimorfizmlerinin postmenopozal osteoporoz (PMO) hastalığına yatkınlıktaki rolü incelenmiştir.
Gereç ve yöntem: Bu çalışmaya 50 yaş ve üzeri postmenopozal osteoporozu olan 100 hasta ve postmenopozal osteoporoz gelişimi olmayan 100 kontrol grubu alınmıştır. ATG16L1 rs2241880, ATG10 rs1864183 ve ATG5 rs2245214 polimorfizmlerinin genotiplendirmesi amacıyla polimorfik dizileri çoğaltmak için diziye özgü primerler ve her polimorfizmin her iki alelini saptamak için TaqMan 5´-ekzonükleaz allelik diskriminasyon yöntemi kullanılmıştır.
Bulgular: ATG10 rs1864183 polimorfizminin osteoporozlu (% 53) hastalarda T aleli daha sık saptanmıştır. Osteoporozlu hasta grubunda ATG16L1 rs2241880 polimorfizmindeki C aleli daha sık görülmüştür (%56.5). Ayrıca, ATG5 rs2245214 polimorfizminin G alleli, PMO' da (% 34) kontrol grubuna göre daha yüksek olarak tanımlanmıştır. Ancak genotip ve alel frekanslarında hasta ve kontrol grupları arasındaki bu polimorfizmler açısından anlamlı fark saptanmamıştır (p> 0.05).
Sonuç: Özetle, çalışmamızdaki sonuçlar ATG16L1 rs2241880, ATG10 rs1864183 ve ATG5 rs2245214 polimorfizmlerinin postmenopozal kadınlarda osteoporoz yatkınlığını etkileyebileceği hipotezini desteklememektedir.
Purpose: In this study, the role of ATG16L1 rs2241880, ATG10 rs1864183 and ATG5 rs2245214 gene polymorphisms, which play a role in autophagosome formation, were investigated in susceptibility to postmenopausal osteoporosis (PMO) disease.
Material Method: 100 PMO patients and 100 individuals as the control group without the development of PMO were included to the study. The distribution of genotypes of the ATG16L1 rs2241880, ATG10 rs1864183 and ATG5 rs2245214 polymorphisms in these subjects were analyzed by using TaqMan 5´-exonuclease allelic discrimination assay.
Results: The T allele was detected more frequent among patients with osteoporosis (53%) of the ATG10 rs1864183 polymorphism. C allele in ATG16L1 rs2241880 polymorphism in the group of patients with osteoporosis was observed more frequent (56.5%). And also, the G allele of the ATG5 rs2245214 polymorphism was identified more common in PMO (34%) than in control group. However, no significant difference were detected in genotype and allele frequencies in terms of these polymorphisms between the patient and the control groups (p>0.05).
Conclusion: In summary, results in our study do not support the hypothesis that the ATG16L1 rs2241880, ATG10 rs1864183 and ATG5 rs2245214 polymorphisms may influence predisposition for osteoporosis in postmenopausal women.
Makale Özeti

VAKA SUNUMU
14.
Gebeliğin tetiklediği kalçanın geçici osteoporozu tedavisinde K2 vitamininin etkinliği: Olgu sunumu
The efficacy of vitamin K2 in the treatment of pregnancy-inducing transient osteoporosis of the hip: a case report
Ebru Yılmaz
Sayfalar 132 - 135
Kalçanın geçici osteoporozu, akut başlangıçlı kalça ağrısı, antaljik yürüme ve eklem hareket kısıtlılığı ile karakterize etiyolojisi bilinmeyen, nadir görülen ve kendi kendini sınırlayan klinik bir durumdur. Sıklıkla semptomlar birkaç ay (6 ila 8 ay) içerisinde kendiliğinden geriler, dolayısıyla konservatif tedavi en iyi tedavi yaklaşımıdır. Cerrahi dekompresyon sadece konservatif tedaviye dirençli hastalar için uygulanır. Bu makalede, gebeliğin tetiklediği kalçanın geçici osteoporozu olan ve konservatif tedaviye K2 vitamini eklendiğinde tatmin edici iyileşme gösteren 32 yaşında bir hasta sunulmuştur. K2 vitamini, kalçada geçici osteoporozu olan ve daha önce tarif edilen konservatif tedavi yöntemlerine yeterince yanıt vermeyen hastalarda cerrahi müdahaleden önce bir tedavi seçeneği olarak düşünülebilir.
Transient osteoporosis of hip is an uncommon, self-limiting clinical condition of unknown etiology characterized by an acute onset of hip pain, an antalgic gait and limited ranges of motion. Frequently this is followed by spontaneous regression of the symptoms within a few months (6 to 8 months), therefore conservative treatment is the best therapeutic strategy. Surgical decompression are performed only for the conservative therapy resistant patients. In this report, it is presented a-32-years old female who had pregnancy-inducing transient osteoporosis and showed satisfactory improvement with conservative treatment via adding vitamin K2. Vitamin K2 may be considered as a treatment option before surgical intervention in the patients with transient osteoporosis of the hip who did not adequately respond to previously described conservative treatment modalities.
Makale Özeti

15.
Kranial ve sakroiliak tutulum ile tanı konulan, alkalen fosfatazın normal olduğu Paget hastalığı
Paget's disease diagnosed on cranial and sacroiliac involvement in contrast to normal alkaline phosphatase levels
Gonca Sağlam
Sayfalar 136 - 138
Kemiğin Paget hastalığı, genellikle radyolojik incelemelerde tesadüfen tespit edilen kronik fokal kemik yapılanma bozukluğu ile karakterizedir. Her ne kadar serum total alkalen fosfataz Paget hastalığında genel bir kemik turnover belirteci olsa da, hastaların yaklaşık % 10-15'inde referans aralığında bulunur. Semptomatik formların tedavisi, kemik döngüsündeki yükselmeleri azaltmakta etkili olan bifosfonatlar ile sağlanır. Burada kronik bel ağrısı olan ve normal serum alkalen fosfataz ve kemik spesifik alkalen fosfataz düzeyleri ile Paget hastalığı tanısı alan 80 yaşında bir kadın olgu sunuyorum.
Paget’s disease of bone is characterized by chronic focal bone remodeling disorder which is usually detected incidentally on imagining examinations. Although measeurement of serum total alkaline phosphatase usually provides a general indication of bone turner in Paget’s disease, about %10-15 of patients present with a level of alkaline phosphatase within the reference range. Treatment of symptomatic forms relies on bisphosphonates that are efficacious to reduce elevations in bone turnover. Here I present a case of 80-year-old woman suffering from chronic low back pain and diagnosed as Paget’s disease with normal serum alkaline phosphatase and bone spesific alkaline phosphatase levels.
Makale Özeti

16.
Gebelikte sakral stres kırığı: olgu sunumu ve literatürün gözden geçirilmesi
Sacral stress fracture in pregnancy: case report and review of literature
Hamza Sucuoglu, Adem Aktürk
Sayfalar 139 - 142
Amaç
Sakral stres kırıkları (SSF), hamilelikte bel ve kalça ağrısının nadir sebeplerinden biridir. Bu raporun amacı, gebeliğin ikinci trimesterinde tanı konan bir SSF vakasını tanı, tedavi ve doğum şekli sunmaktır.

Olgu
27 yaşında primigravid hasta, 25 haftalık gebelikte bel ve kalça ağrısı şikayeti ile başvurdu. SSF, manyetik rezonans görüntüleme (MRG) kullanılarak tanı konuldu. Hasta konservatif tedavi ile takip edildi. 38. haftada sezaryen ile doğum yaptı. Kemik mineral yoğunluğu analizi doğum sonrası dönemde gebeliğe bağlı osteoporozu ortaya çıkardı. İki ay sonra, hastanın semptomları tamamen düzeldi.

Sonuç
Gebelikte bel ve kalça ağrısının ayırıcı tanısında SSF düşünülmeli ve bu kırıkların da doğum öncesi dönemde ortaya çıkabileceği akılda tutulmalıdır. Gebelikle ilişkili osteoporoz, SSF için bir risk faktörüdür. Sezaryen, bu kadınlarda, kırılma için olası yer değiştirme riskini göz önüne alarak, doğum tipi olarak önerilebilir.
Purpose
Sacral stress fractures (SSF) are one of the rare causes of lumbar and hip pain in pregnancy. The aim of this report is to present an SSF case diagnosed in the second trimester of pregnancy along with the diagnosis, treatment,and type of birth.

Case
A 27-year-old primigravid patient presented with lumbar and hip pain at 25weeks of gestation. SSFwas observed using magnetic resonance imaging (MRI). Patient was followed-up with conservative treatment. She gave birth by cesarean section at 38 weeks of gestation. Bone mineral density analysis revealed pregnancy-related osteoporosis in the postpartum period. Two months later, the patient’s symptoms completely resolved.

Conclusion
SSF should be considered in the differential diagnosis of lumbar and hip pain during pregnancy, and it should be kept in mind that these fractures may also occur in the prepartum period. Pregnancy-related osteoporosis is a risk factor for SSF. Cesarean section can be recommended as the type of birth in this women, considering the possible displacement risk for the fracture.
Makale Özeti

17.
D vitamini eksikliğine bağlı osteomalazi: Vaka sunumu
Osteomalacia due to vitamin D deficiency: A case report
BANU ORDAHAN, KAAN USLU, Hatice Uğurlu
Sayfalar 143 - 145
Osteomalazi, yetişkinlerde yeni oluşan osteoidin mineralleşmesinde azalma ile karakterize metabolik bir kemik hastalığıdır. Yetersiz D vitamini alımı, güneş ışığına yetersiz maruz kalma ve D vitamini malabsorpsiyonu nedeniyle D vitamini eksikliği, osteomalazinin en sık nedenidir. Bu yazıda, bel ağrısı şikayeti ile hastaneye başvuran ve osteomalazi nedeniyle sakral kemik psödofraktürü tespit edilen 18 yaşında kadın hastayı sunduk
Osteomalacia is a metabolic bone disease characterized by a decrease in the mineralization of the newly formed osteoid in adults. Vitamin D deficiency due to insufficient vitamin D intake, inadequate exposure to sunlight, and malabsorption of vitamin D is the most common cause of osteomalacia. In this article we presented 18 year old female patient who referred to the hospital with complaints of low back pain, and determined sacral bone pseudofracture due to the osteomalacia.
Makale Özeti

18.
Primer hiperparatiroidizmin nadir bir sunumu: yaygınlaşmış kahverengi tümörler
A rare presentation of primary hyperparathyroidism: generalized brown tumors
Zeynep Çetin
Sayfalar 146 - 148
Primer hiperparatiroidizm, günümüzde yaygın ve kolay teşhis edilebilen bir hastalıktır. Neyse ki kahverengi tümör şeklinde komplikasyonla karşılaşılması nadirdir. Aşağıda, diz ağrısı ile başvuran ve asimetrik yerleşimli kahverengi tümörleri olan primer hiperparatiroidizmli bir olgu sunduk. Paratiroid adenomu radyolojik olarak tespit edildi, ardından minimal invaziv paratiroidektomi ile başarıyla ameliyat edildi. Kahverengi tümörler ameliyattan sonra geriledi. Primer hiperparatiroidizmin hala yaygın kemik tutulumu ile ortaya çıkabildiği ve uygun tedavi ile klinik ve radyolojik olarak iyileştirilebileceği anlaşılmaktadır.
Primary hyperparathyroidism is a common and easily diagnosed disease at the present time. Fortunately, its complicated presentation as brown tumor is uncommon. Hereinafter, we presented a case who applied with knee pain and had common asymmetrically located brown tumors. The parathyroid adenoma was detected radiologically then operated successfully with minimally invasive parathyroidectomy. The brown tumors regressed after surgery. Understanding is that, primary hyperparathyroidism can still present with common bone involvements and can be improved clinically and radiologically with appropriate treatment.
Makale Özeti

EDITÖRE MEKTUP
19.
Femur ve Vastus Lateralis Tutulumu Olan Primer Kas İskelet Sistemi Kist Hidatiği
Primary Hydatid Cyst of the Musculoskeletal System İnvolving the Femur and Vastus Lateralis
Fatih Hakan Tufanoğlu
Sayfalar 149 - 150
Tüm dünyada yaygın olarak görülen kist hidatik gelişmekte olan ve hayvancılıkla uğraşan ülkelerde halen önemli bir sağlık sorunudur. İnsanlara parazitin yumurtaları ile kontamine olmuş yiyeceklerle bulaşır. Kist hidatik (CH) başlıca karaciğer ve akciğer olmak üzere tüm organ ve dokulara yerleşebilir. Literatürde %1-5,4 oranında kas iskelet sisteminde görülebildiği bildirilmiştir. Burada vastus lateralis ve femur kemiğinin birlikte tutulumunun görüldüğü kist hidatik vakasını sunmayı ve ilgili literatürü tartışmayı planladık.
While being common all around the world, hydatid cysts are still an important health problem in developing countries and countries involved in livestock production. It is transmitted to humans via foods contaminated with the eggs of the parasite. Hydatid Cyst can be located in all organs and tissues, mainly in liver and lungs. It has been reported in literature that it is observed in musculoskeletal system at 1%-5.4% rate. The purpose is this article is to present the hydatid cyst case with the involvement of both vastus lateralis and femur, and to discuss related literature.
Makale Özeti