Volume: 44  Issue: 5 - 2014
Hide Abstracts | << Back
1.To document and compare refractive results of LASIK and LASEK in patients with myopia and myopic astigmatism.
Okan Taşkın, Zeynep Özbek
Pages 332 - 336
Amaç: Çalışmadaki amacımız miyopi ve astigmatizmanın düzeltilmesinde LASIK ve LASEK yöntemlerinin görme keskinliği, sferik ekivalan, silindirik kırma kusuru ve santral korneal kalınlık açısından değerlendirilmesidir.
Yöntem: Excimer Lazer Ünitemizde 2008-2011 yılları arası miyopi ve astigmatizma nedeni ile LASIK uygulanan 30 hastanın 60 gözü ve LASEK uygulanan 30 hastanın 60 gözü çalışmaya dahil edildi. Hastaların işlem öncesi muayenelerinde ortalama en iyi düzeltilmiş görme keskinliği, sferik ekivalan, silindirik kırma kusuru ve korneal topografi sonuçları değerlendirildi. İşlem sonrası 1. ay, 6. ay ve son yapılan muayenelerinde ölçülen ortalama düzeltilmemiş görme keskinlikleri, sferik ekivalan, silindirik kırma kusuru, santral kornea kalınlığı sonuçları ve komplikasyonlar değerlendirildi. LASIK grubu sonuçları ile LASEK grubu sonuçları karşılaştırıldı.
Bulgular: Gruplar yaş ve cinsiyet dağılımı açısından benzerdi. Hastaların preoperatif ölçülen ortalama sferik ekivalan(SE) ve en iyi düzeltilmiş görme keskinlikleri arası anlamlı fark saptanmadı. Preoperatif ortalama silindirik kırma kusuru LASEK grubunda anlamlı olarak yüksekti(p=0.02). Preoperatif ortalama santral kornea kalınlıkları ise LASEK grubunda anlamlı olarak düşüktü (p=0.0). Postoperatif 1. ayda ölçülen ortalama SE, silindirik kırma kusuru değerleri arasında anlamlı fark saptanmadı ancak ortalama düzeltilmemiş görme keskinlikleri LASIK grubunda anlamlı olarak yüksekti(p=0.015). Postoperatif 6. ay muayenelerinde ise ortalama SE, silindirik kırma kusuru ve düzeltilmemiş görme keskinlikleri arası anlamlı fark saptanmadı. Hastaların ortalama son muayene zamanı 13.4 (9 – 36 ay) aydı. Hem LASIK hem de LASEK grubunda son muayene de saptanan ortalama düzeltilmemiş görme keskinliği düzeyleri, preoperatif en iyi düzeltilmiş görme keskinliği değerlerinden yüksekti. Hiçbir gözde ektazi ve flep komplikasyonu gelişmedi. LASIK grubunda %1.6 gözde, LASEK grubunda ise %6 gözde regresyon gözlendi.
Sonuç: Miyopi ve astigmatizmanın düzeltilmesinde LASIK ve LASEK yöntemleri etkili ve güvenli yöntemler olarak görünmektedir. Kornea kalınlığı normal olan, travma riski olmayan, kapak aralığı normal olan, normal kornea epiteli olan ve mikrokeratom korkusu olamayan hastalarda her iki yöntemde tercih edilebilir. İki yöntem arasında sonuç görme keskinlikleri arası fark saptanmamıştır.
Purpose: To compare the mean visual acuity, spherical equivalent(SE), cylindirical refractive error and central corneal thickness(CCT) results of LASIK and LASEK in patients with myopia and myopic astigmatism.
Patients and Methods: A retrospective review of the patients who underwent LASIK or LASEK for myopia or myopic astigmatism between 2008 and 2011 was performed at Department of Ophthalmology Dokuz Eylul University School of Medicine. Preoperative data collected were, mean SE, mean cylindirical refractive error, best corrected visual acuity(BCVA) and mean CCT. Postoperative data included mean SE, uncorrected visual acuity(UCVA), mean CCT and complications at 1, 3, 6 months and the last control. Results of the LASIK group were compared to that of the LASEK group.
Results: LASIK group consisted of 60 eyes of 30 patients and LASEK group consisted of 60 eyes of 30 patients. All exams and surgeries were performed by one surgeon(ZO). Two groups were similar in terms of age and gender. Mean preoperative SE and BCVA values of the two groups were similar. Mean preoperative cylindirical refractive error values were significantly higher in LASEK group(p=0.02). Mean preoperative CCT values were significantly lower in LASEK group(p=0.0). At the first month; mean SE and cylindirical refractive error values were not significantly different, but mean UCVA values were significantly higher in LASIK group (p=0.015). At the sixth month mean SE, cylindirical refractive error and UCVA values were not significantly different. Mean last exam time was 13.4 (9 – 36 month) months. Mean UCVA values at the last exam were higher than the preoperative mean BCVA values in both LASIK and LASEK groups.
Conclusion: Both LASIK and LASEK are effective and safe procedures for correction of myopia and myopic astigmatism. The patients with normal corneal thickness and epithelium, normal lid aperture and low trauma risk are eligible for both procedures.
Abstract

2.Complications and management in deep anterior lamellar keratoplasty
Banu Torun Acar, Tahir Kansu Bozkurt, Selin Tuğtan, Suphi Acar
Pages 337 - 340
AMAÇ: Derin anterior lameller keratoplasti (DALK) ameliyatı sırasında ve postoperatif takiplerde gelişen komplikasyonları ve bu komplikasyonların yönetimini sunmak
GEREÇ VE YÖNTEM: Kliniğimiz kornea biriminde takip edilen, desme membranı ve endoteli sağlıklı 252 hastanın 280 gözüne Anwar’ın büyük hava kabarcığı tekniği ile DALK uygulandı. Ameliyat sırasında ve sonrasında gelişen komplikasyonlar ile bu komplikasyonların tedavisi ve sonuçları değerlendirildi.
BULGULAR: İkiyüz seksen dört gözün 220’sinde (%77.5) büyük hava kabarcığı oluştu, 64 göze (%22.5) lameller disseksiyon yapıldı. Dört gözde trepanizasyon sırasında perforasyon gelişti, penetran keratoplastiye (PK) dönüldü. Ameliyat sırasında 44 gözde mikroperforasyon gelişti. Bu gözlerin 4’ünde perforasyon genişledi ve PK’ya dönüldü. Kırk gözde ön kamaraya hava verilerek ameliyata devam edildi. Postoperatif takiplerde mikroperforasyon gelişen 40 gözün 32’sinde ikinci ön kamara (İÖK) gelişti. Bu gözlerin 8’inde İÖK spontan gerilerken, 24 göze ikinci bir cerrahi girişimle ön kamaraya hava verildi. Bu gözlerin 20’sinde düzelme görüldü. Dört gözde ikinci ön kamara düzelmediğinden bu gözlere PK uygulandı. Bir gözde arayüzeyde fungal keratit gelişti, takiplerde iyileşme olmadığından antifungal tedavi altında PK yapıldı. Arayüzey bulanıklığı ve Descemet membran kırışıklığı gelişen gözler takip edildi.
SONUÇ: DALK, öğrenme eğrisi dik ve uygulaması zor bir cerrahidir. PK’da görülen komplikasyonlar yanında farklı olarak lameller cerrahiye özgü komplikasyonlar da görülebilmektedir.
PURPOSE: To report the intraoperative and postoperative follow-up complications and management of these in DALK surgery
MATERIAL AND METHODS: Two hundred eighty four eyes of 252 patients followed up in our cornea clinic who underwent DALK using Anwar’s big-bubble technique with healty Descemet's membrane and endothelium were included in this study. Intraoperative and postoperative complications, and management and treatment of these complications were evaluated.
RESULTS: Big bubble was created in 220 (77.5%) eyes of 284 eyes, and lamellar dissection was performed in 64 (22.5%) eyes. Perforation was occurred during trephination in 4 eyes, and returned to penetrating keratoplasty (PK). Intraoperative microperforation occurred in 44 eyes. Perforation was enlarged in 4 eyes and returned to PK. Operation was continued in 40 eyes with air injection into the anterior chamber. In postopertive follow-up period, double anterior chamber (DAC) was occurred in 32 of 40 eyes. DAC was spontaneously regressed in 8 eyes, and air was given into the anterior chamber with a second surgical intervention in 24 eyes. DAC improved in 20 eyes. Four eyes underwent PK. Fungal keratitis evolved at the interface in one eye, because of no healing during follow-up, this eye underwent PK under antifungal therapy. Eyes with interface haze and Descemet’s membrane folds were followed.
CONCLUSION: DALK is a difficult technique with a steep learning curve. In addition to the complications seen in PK, specific complications can occur in lamellar surgery.
Abstract

3.Toxic Anterior Segment Syndrome Related to Viscoelastic Substance
Ayşe Gül Altıntaş, Meryem Yaşar, Gültekin Köklü, Çiğdem Can, Sibel Polat
Pages 341 - 346
Amaç: Toksik Anterior Segment Sendromu (TASS) tanısı konan vakalarda etiyolojik faktörlerin değerlendirilmesi, tedavinin planlanması ve tedavi etkinliğinin incelenmesi.
Gereç ve Yöntem: Komplikasyonsuz katarakt cerrahisi sonrası ön kamera reaksiyonu ve değişik derecelerde kornea ödemi gözlenen 22 olgu değerlendirildi. Olguların görme seviyeleri, pnömotonometre ile Göz içi basınç (GİB) ölçümleri biyomikroskobik muayeneleri ve arka segment B Mod Ultrasonografik değerlendirmeleri yapıldı.
Enfeksiyöz endoftalmi ayırıcı tanısı için farklı ortamlardan (ameliyathane, cerrahi setler, kullanılan solüsyon ve malzemelerden) kültür örnekleri alınıp, kültür sonuçları gelene kadar endoftalmi ön tanısı ile tedavi başlandı.
Bulgular: Kültür sonuçlarının negatif gelmesi, klinik bulguların özellikleri, aynı gün katarakt cerrahi dışındaki gibi diğer göz içi cerrahileri geçirmiş olgularda TASS bulgularının olmaması, Visko Elastik Madde (VEM) dışındaki kullanılan tüm cerrahi malzemelerin TASS gelişimi gözlenmeyen olgulara uygulananla aynı olması nedeniyle, TASS’a neden olan maddenin sadece katarakt cerrahisinde kullanılmış ve yeni kullanılmaya başlayan Horoz ibiğinden elde edilen Sodyum Hyaluronat yapısındaki VEM olabileceği sonucuna varıldı. Takip eden dönemde farklı VEM kullanılan olgularda benzer bir tablo ile karşılaşılmadı.
Sonuç: Kimyasal özellikleri açısında gözün ön segment dokularının tolere edebildiği fizyolojik sınırlar aralığında bulunan, ancak ideal şartlarda muhafaza edilmeyen VEM’in ideal moleküler yapısını kaybetmesi ve kimyasal yapısının toksik etki yapmasının TASS’a neden olabileceği, bu olgularda erken tanı ve uygun tedavi ile komplikasyon gelişiminin önlenebileceği sonucuna varıldı.
Aim: To evaluate ethiologic factors of toxic anterior segment syndrome (TASS) outbreak after uneventful cataract surgery and to evaluate their response to medical therapy.
Material and Method: Clinical features in twenty two eyes of 22 patients who had TASS outbreak after uneventful cataract surgery were evaluated. Visual acuities (VA), Intraocular Pressure (IOP) measurements, biomicroscobic and B mod ultrasound evaluations were performed. To determine differential diagnose from enfectious endophthalmitis, culters were taken from different subjects such as surgical equipment, solutions, medical devices. All patients treated as beeing endophthalmitis until having culter results.
Results: According to negative culture results, absence of any symptoms of TASS in other patients underwent different intraocular surgeries rather than cataract surgery in the same day and same surgical condition in which VES was not used, but postoperative inflammation occured only in eyes which a new VES made of rooster comb was used, recently used VES was thought the most likely responsible for the TASS outbreak. As soon as another VES was replaced with the suspected one, no other cases with TASS occurred.
Conclusion: Even with chemical compositions are in physiological limits for viabillity to anterior segment tissue, suboptimal storage condition of VES, may cause loss of its original chemical integrity which can be the reason of TASS. Close monitoring of each patient, early diagnose and correct treatment can prevent its complicatios.
Abstract

4.Human-derived fibrin glue: In vitro antibacterial effects and antibiotic permeation
Erdem Yüksel, Nilay Yüksel, Hasan Ali Tufan, Fikret Akata, Bedia Dinç Mert
Pages 347 - 350
Amaç: İnsan kaynaklı doku yapıştırıcısının in vitro antibakteriyel etkinliğini ve antibiyotik geçirgenliğini araştırmak
Materyal ve Metod: Çalışmada, kan bankasında steril koşullar altında hazırlanan doku yapıştırıcısı (DY) kullanıldı ve hazırlanan DY besiyerlerine ekildi. Çalışma 5 gruba ayrıldı. Grup 1 (kontrol), sadece DY, Grup 2a (kontrol); sadece Staphylococcus aureus (SA) and Group 2b (kontrol); sadece Staphylococcus epidermidis (SE), Group 3a (kontrol); SA+antibiyotik and Group 3b (kontrol); SE+antibiyotik, Group 4a; FG+SA and Group 4b; FG+SE, Group 5a; FG+SA+antibiyotik and Group 5b; FG+SA+antibiyotik.
Bulgular: Grup 1’de bakteriyel üreme görülmezken, Grup 2a ve Grup 2b, Grup 4a ve Grup 4b’de bakteriyel üreme görüldü. Grup 5a ve Grup 5b’de üreme saptanmadı.
Sonuç: DY, in vitro antibakteriyel etkinlik göstermezken, antibiyotik geçirgenliğinden dolayı, sütürasyon gerektiren enfekte veya enfekte olmayan oküler yüzeylerde güvenle kullanılabilir.
Purpose: This study investigated in vitro antibacterial efficacy and antibiotic permeation of human-derived fibrin glue.
Metarial and Methods: Fibrin glue was prepared under sterile conditions by Blood Bank of Gazi University Faculty of Medicine. In this study, cultivations were performed in 5 main groups: Group 1 (control), only FG, Group 2a (control); pure Staphylococcus aureus (SA) and Group 2b (control); pure Staphylococcus epidermidis (SE), Group 3a (control); SA+antibiotic and Group 3b (control); SE+antibiotic, Group 4a; FG+SA and Group 4b; FG+SE, Group 5a; FG+SA+antibiotic and Group 5b; FG+SA+antibiotic.
Results: Group 1 showed no bacterial growth whereas Group 2a and Group 2b, Group 4a and Grup 4b showed bacterial growth. Group 5a and Group 5b showed no growth.
Conclusion: Although FG has no antibacterial efficacy in vitro, it may be used safely due to antibiotic permeation in infected or non-infected ocular surface diseases that require suturation.
Abstract

5.Clinical Findings of Foreign bodies located in the upper fornix and tarsal Conjunctiva
Şafak Korkmaz, Sabahattin Sül, Feyzahan Ekici, Şahin Novruzlu, Ümit Kaya
Pages 351 - 355
AMAÇ: Üst forniks ve tarsal konjonktivadan yabancı cisim çıkarılan hastalarda klinik bulguları değerlendirmek.
GEREÇ VE YÖNTEM: Kliniğimize 01.09.2011 ve 30.09.2013 tarihleri arasında başvuran ve üst forniks veya tarsal konjonktivadan yabancı cisim çıkarılan hastalara ait kayıtlar geriye dönük olarak incelendi. Hastaların tam oftalmolojik muayeneleri yapıldı. Yabancı cismin niteliği ve gözle temasından gözden çıkarılmasına kadar geçen süre, varsa önceki oküler tedaviler ve eşlik eden ön segment bulguları kaydedildi.
SONUÇLAR: Çalışmaya 93 hastanın 93 gözü dahil edildi. Yabancı cismin gözle temasından gözden çıkarılmasına kadar geçen süre ortalama 4,7 gündü ve bu süre 0-60 gün arasında değişmekteydi. Çıkarılan yabancı cisimlerin büyük çoğunluğunun organik karakterde olduğu izlendi (%61,3, n=57). On üç hastanın (%14) öncesinde en az bir göz hekimi tarafından farklı tanılarla tedavi edildiği saptandı. Hastaların %50,5’ inde (n=47) kornea epiteli hasarı mevcuttu.
TARTIŞMA: Üst konjonktiva yapılarına yerleşen yabancı cisimlerde tanı ve tedavide gecikme izlenebilmektedir. Yabancı cisimden şüphelenme, ayrıntılı anamnez ve üst kapak eversiyonunu da içeren tam oftalmolojik muayene bu tür vakaların tespitinde önem taşımaktadır.
PURPOSE: To evaluate the clinical findings in patients who underwent foreign body removal from upper fornix and tarsal conjunctiva.
MATERIALS AND METHODS: The records of the patients underwent foreign body removal from upper fornix or tarsal conjunctiva between 01.09.2011 and 30.09.2013 were retrospectively reviewed. Full ophthalmic examination was performed in all patients. The nature of the foreign body, the time to removal of the foreign body, additional anterior segment and corneal findings, and former ocular medications, if any, were also recorded.
RESULTS: Ninety nine eyes of 93 patients were included in the study. The mean exposure time to the foreign body was 4.7 days, and this period was ranged from 0 to 60 days. The vast majority of the foreign bodies (61.3%, n=57) were organic. Thirteen patients (14%) were misdiagnosed and undertreated by at least one ophthalmologist. Corneal epithelial involvement was present in almost half of the patients (50.5%, n=47).
CONCLUSION: Foreign bodies settled in the upper conjunctival structures might cause a delay in the diagnosis and treatment. A complete ophthalmologic examination including upper eyelid eversion and taking full medical history are important for determination of such foreign bodies, with a sceptical approach.
Abstract

6.Intravitreal Ranibizumab Therapy in Wet Type Age-Related Macular Degeneration
Hüseyin Dundar, Hasan Altınkaynak, Can Kocasaraç, Leyla Hazar, Kemal Yüksel, Ahmet Taylan Yazıcı
Pages 356 - 360
Amaç: Yaşa bağlı makula dejenerasyonuna (YBMD) sekonder gelişen koroidal neovaskularizasyon (KNV)’nun tüm tiplerinde intravitreal ranibizumab (İVR) tedavisinin etkinliği ve güvenliğini araştırmak.
Gereç ve Yöntem: Daha önce tedavi görmemiş neovasküler YBMD’lu, İVR enjeksiyonu uygulanan ve en az 12 ay takip edilen 92 hastanın 94 gözü çalışmaya alındı. Hastaların tedavi öncesi ve tüm kontrollerinde düzeltilmiş en iyi görme keskinliği (DEİGK) ölçümü, önsegment ve fundus muaynelerini içeren genel oftalmolojik muayeneleri yapıldı. Enjeksiyon sayısı ve yıllık kontrol sayısı değerlendirildi.Floresein anjiografi (FFA) ile lezyon boyutu, yerleşim yeri ve tipi değerlendirildi. Tedavi ile lezyon boyundaki değişim ve OKT’de ölçülen merkezi maküla kalınlığı (MMK), fovea kalınlığı (FK) karşılaştırıldı.
Sonuçlar: Ortalama yaşı 69,1±11,0 yıl olan hastaların 36’sı (%39,1) kadın 56’sı (%60,8) erkekti. Ortalama takip süresi 14,6±3,44 (12-25) ay,ortalama enjeksiyon sayısı ise 4,9±1,81 (3-12)’di. Yıllık ortalama kontrol sayısı ise 9,2±1,02 (8-12) idi. Yirmi iki (%23,4) hastada 3 enjeksiyon yeterliyken diğer hastalara ek enjeksiyonlar gerekti.
Hastaların DEİGK de ortalama 12.1 harf artışı görülürken %89,5 hastamızda görmede azalma veya değişiklik görülmedi. Tedavi öncesi FFA ile ölçülen lezyon boyutu 3,27±0,95 µm iken tedavi sonrası 2,72±1,15 µm idi ( p=0,006). On (%10,6) olguda sızıntı son kontrolde hala devam etmekteydi. Tedavi öncesi ile tedavi sonrası tüm kontrollerde MMK ve FK karşılaştırıldığında anlamlı azalma tespit edildi.
Tartışma: Yaşa bağlı makula dejenerasyonuna sekonder gelişen KNV tiplerinin tümünde İVR tedavisi etkin ve güvenlidir. Esnek doz aralığının hasta uyumunu arttırdığını ve anatomik ve fonksiyonel başarı sağladığını düşünmekteyiz.
Purpose: To evaluate the efficacy and safety of intravitreal ranibizumab treatment in all types of choroidal neovascularization that developed secondary to age-related macular degeneration.
Material and Method: Ninety-four eyes of 92 patients with previously untreated neovascular age-related macular degeneration, underwent intravitreal ranibizumab injection and followed for at least 12 months, were enrolled. All of the patients underwent a complete examination, including best corrected visual acuity (BCVA)(Snellen), biomicroscopy, and dilated fundus examination at preoperatively and postoperative fallow-up visits. Number of injections and control visit frequency in year were evaluated. Lesion size, location and type were evaluated by fluorescein angiography(FA). Lesion size changes, central macular and foveal thickness measured by OCT were compared between preoperatively and postoperatively.
Results: Total of 92 patients (36 women and 56 men) with mean age of 69,1±11,0 years were evaluated. Mean follow-up time was 14,6 ±3,44(12-25) months and mean number of injections were 4,9±1,81 (3-12). The average annual number of control visits were 9.2±1,02 (8-12). Patients’ mean best-corrected visual acuity were increased 12.1 letters. The lesion size was 3,27±0,95 µm at pre treatment period and improved to 2,72±1,15 µm in post treatment period measured by FA ( p=0,006). Leakage was still detected at ten patients final follow-up visit. Statisitically significant decrease on macular and foveal thickness was recorded in all pre treatment and post treatment control visits.
Discussion: Intravitreal ranibizumab treatment is efficacy and safety in all types of choroidal neovascularization that developed secondary to age-related macular degeneration. Flexible dosing interval increases the patient compliance and anatomical and functional success rate.
Abstract

7.The effect of intravitreal bevacizumab injection on short term intraocular pressure
Şehnaz Özçalışkan, Pelin Yılmazbaş, Faruk Öztürk, Özlem Beyazyıldız
Pages 361 - 364
Amaç: İntravitreal 0.05 ml (1.25 mg) bevacizumab enjeksiyonu sonrası erken dönemde saptanan göz içi basıncı (GİB) değişikliklerinin değerlendirilmesi
Gereç ve Yöntem: Çalışma kapsamına intravitreal 0.05 ml bevacizumab enjeksiyonu uygulanan 57 hastanın 57 gözü dahil edildi. Enjeksiyondan hemen önce, enjeksiyondan bir dakika, 30 dakika ve bir saat sonra TonoPen ile ölçülen saptanan GİB değerleri not edildi. Göz içi basıncında zaman içinde gözlenen değişiklikler SPSS 15.0 programı kullanılarak değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 62.8±11 yıl idi. Çalışma kapsamına alınan hastalar diyabetik retinopati (36 göz), retinal ven tıkanıklığı (10 göz), eksudatif yaşa bağlı makula dejenerasyonu (7 göz) ve kronik santral seröz retinopati tanısı almıştı. Enjeksiyondan önce ölçülen ortalama GİB değeri 17.91±3.7 mmHg idi. Enjeksiyon sonrası ortalama GİB birinci dakikada 34.58±13.5 mmHg; 30. dakikada 21.86±5.39 mmHg ve birinci saatte 20.64±5.77 mmHg düzeyindeydi. Enjeksiyon öncesi ölçülen GİB değerleri ile enjeksiyon sonrası belirlenen farklı zamanlarda ölçülen GİB değerleri karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamı bir fark bulunduğu saptandı (p<0.05).
Sonuç: İntravitreal 0.05 ml bevacizumab enjeksiyonundan hemen sonra GİB’de ani ve geçici bir yükselme olmaktadır. Göz içi basıncı kısa sürede medikal veya cerrahi tedavi gerekmesizin normal değerlerine ulaşmaktadır.
Purpose: To evaluate the short term intraocular pressure (IOP) changes after intravitreal injection of 0.05 ml (1.25 mg) bevacizumab
Materials and Methods: The study included 57 eyes of 57 patients who had an intravitreal injection of 0.05 ml bevacizumab. The IOPs before the injection and one minute, 30 minutes and one hour after the injection which was measured by TonoPen were recorded. The relationship between the changes of IOP and time were evaluated by using the SPSS 15.0 programme.
Results: Mean age of the patients was 62.8±11 years old. Patients who received an 0.05 ml bevacizumab injection were diagnosed with diabetic retinopathy (36 eyes), retinal ven occlusion (10 eye), exudative age related macular degeneration (7 eyes), and chronic central serous retinopathy (4 eyes). Mean IOP was 17.91±3.7 mmHg before the injection. Mean IOP was 34.58±13.5 mmHg on first minute, 21.86±5.39 mmHg on 30 minutes and 20.64±5.77 mm Hg one hour after the injection. The difference between the preinjection IOPs and postinjections IOPs in different times were statistically significant (p<0.05).
Conclusion: After intravitreal injection of 0.05 ml of bevacizumab, an acute and transient rise in IOP developed immediately. IOP normalizes without any medical or surgical treatment in short term.
Abstract

8.Early intraocular pressure spikes observed after selective laser trabeculoplasty treatment and risk factors
Fırat Helvacıoğlu, Ziya Akıngöl, Sadık Şencan, Zeki Tunç
Pages 365 - 369
AMAÇ: Selektif laser trabeküloplasti (SLT) sonrası gözlenen erken dönem göz içi basıncı artışının değerlendirilmesi.
GEREÇ VE YÖNTEM: Kliniğimize 01.11.2010 ve 31.10.2011 tarihleri arasında başvuran ve primer açık açılı glokom (PAAG) veya oküler hipertansiyon (OH) tanısı konan hastalardan primer tedavi SLT uygulanmış 100 hastanın 200 gözü dâhil edildi. Hastaların yaş ve cinsiyet gibi demografik bilgileri, iris rengi, gonyolens ile açı pigmentasyonu ve açı dereceleri, pakimetri değerleri (optik koherens tomografi ile-OKT-), cup/disk oranı (indirekt oftalmoskopi ile) ve GİB ölçümleri (applanasyon tonometri ile) kayıt edildi. İris rengi, açı pigmentasyonu, pakimetri değerleri ve kullanılan toplam enerji ile uygulama sonrasında erken dönemde (1. ve 2.saatlerde) gözlenen ön kamara reaksiyonu ve GİB değişimleri arasındaki ilişki araştırıldı.
BULGULAR: Hastaların, %37’si (37) erkek, %63’ü (63) kadındı. Erkeklerin yaş ortalaması 61,24±11,33 (33-85), kadınların yaş ortalaması ise 58,21±12,35 (22-80) idi. SLT sonrası 1. ve 2.saat GİB artışı ve ön kamara reaksiyonları ortalamaları sırasıyla 3.35mmHg ve 2.21 idi ve aralarında pozitif korelasyon gözlendi (p=0.0001). Tüm gözler, iris rengine göre incelendiğinde, kahverengi gözlerde izlenen GİB artışı (3,77 mmHg), yeşil ve ela gözlerde izlenenden (sırasıyla 2,62 ve 1,85 mmHg) anlamlı derecede yüksektir (p=0.0001). Erken dönemde gözlenen GİB artışları ile pakimetri ve kullanılan enerji arasında anlamlı bir ilişki bulunmazken açı pigmentasyonu ile istatistiksel anlamlı pozitif korelasyon gösterilmiştir (p1=0,904, p2=0,823, p3=0,0001).
SONUÇ: SLT sonrasında erken dönem GİB artışı koyu renkli ve yoğun açı pigmentasyonu olan gözlerde daha sık gözlenmektedir. Bu grup hastaların daha yakından takip edilmesinin önemli olduğuna inanmaktayız.
PURPOSE: To analyze the IOP spikes after selective laser trabeculoplasty (SLT).
MATERIAL AND METHODS: Two hundred eyes of 100 patients who applied to the clinic between 01.11.2010 and 31.10.2011, and who had primary SLT treatment with the diagnosis of primary open angle glaucoma or ocular hypertension were enrolled to the study. Patients’ demographic data, iris color, angle pigmentation and angle degree measurements with goniolens, pachymetry measurements by optic coherence tomography (OCT), cup/disk measurements (by indirect ophthalmoscopy) and IOP measurements (by applanation tonometry) were noted. The relations between iris color, angle pigmentation, pachymetry and total energy with IOP spike and anterior chamber reactions observed at the 1st and 2nd hour of treatment were evaluated.
RESULTS: Thirty seven percent of the patients were male and 63% of the patients were female. Mean ages of the males and females were 61,24±11,33 (33-85), and 58,21±12,35 (22-80), respectively. Mean IOP spikes and anterior chamber reactions at the 1st and 2nd hour of the treatment were 3,35 and 2,21 mmHg respectively, and they were positively correlated (p=0,0001). As the eyes were examined according to iris color, statistically significant higher IOP spikes were observed in brown eyes (3,77 mmHg) than observed in green (2,62 mmHg) and hazel eyes (1,85 mmHg) (p=0,0001). No significant relationship was found between IOP spikes and pachymetry and total energy whereas positive correlation was observed between IOP spikes and angle pigmentation (p1=0,904, p2=0,823, p3=0,0001).
CONCLUSION: IOP spikes seen after SLT treatment were observed more frequently in dark colored eyes or eyes with heavily pigmented angles. We believe, the follow-up of these patients requires attention.
Abstract

9.Familial exudative vitreoretinopathy: Follow-up and treatment results
Zafer Cebeci, Dilbade Yıldız Ekinci, Şerife Bayraktar, Nur Kır
Pages 370 - 373
Amaç: Familyal eksudatif vitreoretinopati (FEVR) tanısı ile kliniğimizde takip edilen ve tedavileri uygulanan olguların sonuçlarını bildirmek amaçlanmaktadır.
Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde FEVR tanısı alan ve bazı olgularda tedavi uygulanmış 10 hastanın 19 gözüne ait kayıtlar geriye dönük olarak incelendi.
Bulgular: Ortalama yaş 10.1 yıl olan ( 3-30 ) olan 9 erkek, 1 kadın hasta çalışmaya alındı. Yedi hastada FEVR’e ait aile hikayesi bulunmaktaydı. Sekiz hastanın 12 gözüne periferik avasküler alanlara laser fotokoagülasyon, 3 hastanın birer gözüne üçer kez vitreoretinal cerrahi uygulandı.İki hastanın birer gözünde ilk başvuruda, üç hastanın birer gözünde takiplerde total retina dekolmanı saptanarak görme artışı beklenmediği için cerrahi girişim uygulanmadan takip edildi.
Sonuç: Familyal eksudatif vitreoretinopati her yaşta saptanabilen ve ciddi derecede görme kaybına yol açabilen kalıtsal bir hastalıktır. Hayat boyunca takip edilmesi gereken bu hastalarda, uygun zamanda gerekli tedavi ile kısmi görsel başarı sağlanabilmektedir.
Summary
Purpose: To report the follow-up and treatment results of cases with the diagnosis of familial exudative vitreoretinopathy (FEVR) in our clinic.
Material and Method: The records of 19 eyes of 10 cases of FEVR followed up and had treatment in some cases in our clinic were reviewed retrospectively.
Results: Nine male and one female patients withh the mean age 10.1( 3-30 ) years were involved in the study. Seven patients had a family history of FEVR.Twelve eyes of 8 patients had laser photocoagulation to peripheral avascular areas, 3 patients had vitreoretinal surgery to one of their eyes three times. Total retinal detachment was determined in one eyes of two patients at the initial visit and one eyes of three patients at the follow-up visits and because of improvement in vision is not expected, surgery was not done.
Discussion: Familial exudative vitreoretinopathy is an inherited disease that can be detected in any age and cause severe vision loss. These patients should be followed up throughout the life and with the essential treatment in appropriate time can lead to partial visual success
Abstract

10.Clinical Findings and Treatment Results in Ocular Adnexal Lymphomas
Feyza Çalış, Kaan Gündüz, Işınsu Kuzu, Esra Erden
Pages 374 - 378
Amaç: Oküler adneksal lenfomalı olgularımızda klinik özellikler ve tedavi sonuçlarımızı değerlendirmek
Gereç Yöntem: Ekim 1998 ve Aralık 2011 tarihleri arasında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Oküler Onkoloji servisinde tanı alarak tedavi yapılan oküler adneksal lenfomalı 26 olgu retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Olguların 16’sı kadın, 10’u erkek olup yaş ortalaması 61.6 ( 27- 76 ) idi. 10 olguda konjonktiva, 8 olguda orbita, 3 olguda kapak, 3 olguda lakrimal gland ve 2 olguda konjonktiva-orbita tutulumu mevcuttu. Genel olarak tanı amaçlı insizyonel biyopsi / subtotal eksizyon uygulandı. Tümörün total olarak çıkarılabildiği olgularda total eksizyon yapıldı. Histopatolojik olarak tüm olgularda B hücreli non-Hodgkin lenfoma tespit edildi. 19 olguda orbitaya eksternal radyoterapi verildi. Dört olguda göz dışı sistemik tutulum mevcut olduğu için kemoterapi uygulandı. Bir olguda radyoterapi sonrası izlem sürecinde sistemik tutulum nedeniyle kemoterapi verildi. Üç olguda total eksizyonel biyopsi dışında ek tedavi uygulanmadı. Ortalama 27 (2-72) aylık izlemde bir olguda orbitada nüks izlendi ve kemoterapi uygulandı. İzlem süresi sonunda beş olguda radyoterapiye bağlı keratopati izlendi. Bir olgu intrakranial tutulum sonucu ex oldu.
Sonuç: Oküler adneksal lenfomalar uygun tedavi ile iyi prognoza sahiptir. Doku tanısını takiben sadece göz çevresinde tutulum olan lenfomalarda radyoterapi, sistemik tutulum varlığında kemoterapi tercih edilmelidir.
Purpose: To evaluate clinical characteristics and treatment results in patients who were diagnosed to have ocular adnexal lymphoma ( OAL).
Methods: Between October 1998 and 2011 twenty-six patients with OAL who were diagnosed and treated on the Oncology Service, Department of Ophthalmology, Ankara University School of Medicine, were evaluated retrospectively.
Results: There were 16 women and 10 men. The mean age was 61.6 (range: 27-76) years. The tumor affected the conjunctiva in 10 patients, the orbit in 8 patients, eyelids in 3 patients, the lacrimal gland in 3 patients, the conjunctiva and the orbit in 2 patients. A diagnostic incisional biopsy or subtotal tumor excision was generally performed. Total surgical excision, if possible, was performed in some cases. Histopathologically, all the tumors were diagnosed as B cell non-Hodgkin lymphoma. External beam radiotherapy (EBRT) was given in 19 patients and chemoterapy in three patients because of systemic involvement. Combined EBRT and chemotherapy was given in two patients. Three patients underwent total surgical excision. Orbital recurrence was detected in one patient during the mean follow-up period of 27 months (range, 2-72 months). At the end of the follow-up period, five cases developed keratopathy secondary to radiotherapy. One patient died from intracranial lymphoma involvement.
Discussion: Ocular adnexal lymphomas usually have favorable prognosis with congenial treatment. EBRT is the preferred treatment in localized periorbital disease and chemotherapy is used in cases with systemic involvement.
Abstract

11.Outcome Of Ptosis Surgery In Patients With Chronic Progressive External Ophthalmoplegia
Şeyda Uğurlu, Sevinç Atik, Mehmet Reşit Işık, Gülden Diniz
Pages 379 - 383
AMAÇ: Kronik progresif eksternal oftalmopleji (KPEO) tanısı ile izlenen ve pitozis cerrahisi uygulanmış hastaların bulgu ve tedavi sonuçlarının değerlendirilmesi
GEREÇ-YÖNTEM: Bu çalışmada 2005-2013 yılları arasında KPEO tanısı ile izlenen ve tek cerrah tarafından pitozis cerrahisi uygulanan hastaların dosyaları demografik veriler, cerrahi yöntem, anatomik ve fonksiyonel başarı, komplikasyonlar açısından değerlendirildi. Hastalardan cerrahi sonuçlarını ‘daha kötü’, ‘değişim yok’, ‘iyi’ veya ‘çok iyi’ şeklinde tanımlamaları istendi.
BULGULAR: Ortalama yaşı 50±14.08 (sınırlar; 28-72) olan 7 erkek 5 kadın olgu çalışmaya dahil edildi. ‘Ragged red fibers’ (RRF), levator ve orbikülaris kas biyopsisi alınan 9 hastanın 5’inde izlendi. Olguların ortalama levator fonksiyonu 5.4 ±2.6 mm (sınırlar; 2-9) idi. Sekiz olguya silikon rod ile frontal askı cerrahisi yapıldı; bu hastalardan ikisine daha önce sert damak grefti ile alt kapak elevasyonu girişimi uygulanmıştı. Kalan 4 olguya ise levator rezeksiyonu yapılmıştı. Postoperatif kornea reflesi-kapak kenarı mesafesi-1 değeri +1 ile +3 arasında idi. Postoperatif izlemde sadece bir olguda korneal punktat epitelyopati görüldü; yoğun lubrikan tedavisi ile hızla düzeldi. Tüm olgularda baş pozisyonunda düzelme sağlandı; cerrahi sonrası memnuniyet ‘çok iyi’ olarak belirlendi.
SONUÇ: KPEO’lu hastalarda kapak aralığının hastanın yaşam kalitesini arttıracak ancak korneal komplikasyonlar oluşturmayacak şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. Sert damak grefti ile alt kapak elevasyonu uygulaması, kapak aralığının optik aksı açacak şekilde yukarı taşınmasını sağlayarak bu amaca korneal ekspoşur riski oluşturmadan ulaşılmasını sağlayabilir.
Purpose: To evaluate the clinical features and the outcome of ptosis surgery in patients with chronic progressive external ophthalmoplegia (CPEO)
Methods: The demographic features, surgical approaches, anatomic and functional outcomes, and complications were reviewed in patients with CPEO who had undergone ptosis surgery by a single surgeon between the years 2005-2013. The patients were asked to evaluate their postoperative result as either worse, no change, good or very good.
Results: Seven men and 5 women with an average age of 50±14.08 years (range;28-72) were included in the study. Ragged red fibers (RRF) were identified in 5 out of 9 patients’ levator and orbicularis muscle biopsy specimens. Average levator function was 5.4 ±2.6 mm (range; 2-9). Frontalis suspension surgery with silicone rod was performed in 8 patients; two of those 8 patients had lower lid elevation with hard palate graft prior to ptosis surgery. The remaining 4 patients had levator resection. Postoperative margin reflex distance-1 was between +1 to +3 in all patients. One patient had punctate keratopathy following surgery, which responded rapidly to intense use of lubricants. Head position was improved in all patients; postoperative result was rated ‘very good’.
Discussion: Eyelid elevation must be tailored to result in sufficient interpalpebral area so as to allow for normal visual function and avoid exposure keratopathy. Lower eyelid elevation with hard palate graft may help to achieve this goal by displacing the interpalpebral area superiorly without introducing additional risk for corneal exposure.
Abstract

12.Clinicopathological features of bening eyelid tumors: a retrospective analysis of 101 cases
Tuğba Göncü, Sevim Çakmak, Ali Akal, Halit Oğuz
Pages 384 - 387
AMAÇ: İyi huylu kapak tümörü tanısıyla takip edilen olguların klinik ve histopatolojik özelliklerinin değerlendirilmesi, klinik tanı ve histopatolojik tanı tutarlılığı araştırılması amaçlanmıştır.
GEREÇ VE YÖNTEM: Ocak 2007- Mart 2013 tarihleri arasında iyi huylu kapak tümörü tanısı alan olguların dosyaları retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Hastaların demografik ve klinik özellikleri, tanıların dağılımı, tümör yerleşim yerleri, cerrahi yapılan olguların histopatolojik tanıları değerlendirilmiştir.
SONUÇLAR: Çalışmaya 101 hastanın 106 gözü dahil edildi. Olguların ortalama yaşı 27,6 ± 21,6 yıl idi. Olguların % 45,5’ü erkek, % 54,5’i kadındı. Tümörlerin % 45,3’ü sağ, % 54,7’si sol göz kapağındaydı ve % 25,5’i alt kapak, % 55,7’si üst kapak, % 13,2’si medial kantüs ve % 3,8’i ise lateral kantüs yerleşimliydi. Ortalama takip süresi 13,7 ± 9,7 aydı. Hastaların % 62,3’ünde tümör cerrahi olarak çıkartıldı. Diğer olgular klinik olarak takibe alındı. Kitle eksizyonu sonrası tüm olgularda primer onarım uygulandı. Olguların klinik tanı dağılımı % 18,9 nevus, % 17,9 dermoid kist, % 14,2 sebase kist, % 11,4 kapiller hemanjiom, % 10,4 skuamoz papillom, % 5,8 moll kisti, % 4,7 inklüzyon kisti, iken patolojik tanı dağılımı ise %22,7 dermoid/epidermoid kist, % 16,7 nevus, %12,1 sebase kist, % 7,6 moll kisti, % 6,1 inklüzyon kisti ve % 6,1 seboreik keratoz şeklindeydi. Göz kapaklarının 48’inde (% 72,7) klinik ve patolojik tanı uyumlu idi.
TARTIŞMA: Bu olgu serisinde en sık görülen iyi huylu kapak tümörleri nevus ve epidermoid/dermoid tümör idi. Bunları sebase kistik tümör ve kapiller hemanjiom takip ediyordu. Bu tümörler daha çok üst kapağa lokalize idi. İyi huylu göz kapağı tümörleri için en uygun yaklaşımı, dikkatli bir klinik muayene ve sonrasında tüm olgular için histopatolojik değerlendirme oluşturmalıdır.
PURPOSE: To assess the relative frequency of benign eyelid tumors in basis of clinical and histopathological analysis and to determine the accuracy rate for the clinical diagnosis of benign eyelid tumors.
MATERIAL AND METHOD: A retrospective study of patients with the diagnosis of benign eyelid tumors between January 2007 to March 2013 was undertaken. In this study clinical records including demographic data, clinical characteristics of tumors, frequencies of benign eyelid tumors, localization and histopathological analyses of cases who underwent surgical excision were reviewed.
RESULTS: A total of 106 eyes of 101 patients were included in the study. The mean age was 27.6 ± 21.6 years. Of these cases, 45.5% were male and 54.5% were female. The right eye was involved in 45.3% and left eye was in 54.7% of the cases. The tumors were located on the lower eyelid in 25.5%, on the upper eyelid in 55.7%, on the medial canthus in 13.2% and on the lateral canthus in 3.8% of the eyes. The mean follow-up was 13.7±9.7 months. The surgical excision and primary repair was performed in 62.3% of the cases. The distribution of the clinical diagnoses were as follows: nevus(18.9%), dermoid/epidermoid tumor (17.9%), sebaceous cystic tumor (14.2%), capillary hemangioma (11.4%), squamous papilloma (10.4%), moll cyst (5.8%) whereas the most frequent histopathological diagnosis was dermoid/epidermoid tumor (22.7%), nevus (16.7%), sebaceous cystic tumor(12.1%), moll cyst(7.6%), inclusion cyst(6.1%) and seborrheic keratosis (6.1%). The histopathologic diagnoses matched with the clinical diagnoses in 48 eyelids (72.7%).
CONCLUSION: Nevi and dermoid/epidermoid tumors were the most common benign tumors of the eyelid. These were followed by sebaceous cystic tumor and capillary hemangiomas. The benign eyelid tumors were more commonly seen in the upper eyelid. Careful clinical examination and histopathologic evaluation are mandatory for a proper management of the benign eyelid tumors.
Abstract

13.cataract surgery in eyes with shallow anterior chamber
Hüseyin Bayramlar, Remzi Karadağ, Ünsal Sarı, Yaşar Dağ
Pages 388 - 391
Ön kamara sığlığı, katarakt cerrahisi yapılacak bir gözde ameliyat öncesinde bulunabileceği gibi fakoemülsifikasyonla (fako) katarakt cerrahisi sırasında da ortaya çıkabilir. Her iki durumda da ön kamara darlığı, fako cerrahisini oldukça güçleştirir. Bu yazıda, ameliyat öncesinde veya ameliyat sırasında ön kamaranın sığ veya yok olduğu durumlarda, katarakt cerrahisi yapılırken dikkat edilecek hususlar derlenmeye çalışılmıştır.
Summary: In cataract surgery, it can be encountered with shallow anterior chamber. Shallow anterior chamber may exist before or during cataract surgery. In both situations, cataract surgery is a challenging case. In this article, we tried to review the situations and management of shallow anterior chamber in cataract surgery.
Abstract

14.Torsional phacoemulsification and tip selection
Fırat Helvacıoğlu, Celal Yeter, Sadık Şencan, Zeki Tunç
Pages 392 - 395
Torsiyonel fakoemülsifikasyon katarakt cerrahisindeki son gelişmelerden biridir. Ultrasonik emülsifikasyonun verimini arttırmak için geliştirilmiştir. Torsiyonel fakoemülsifikasyonda, iğnenin torsiyonel hareketi eğimli fako iğnelerinin yardımı ile yandan yana kesme hareketine dönüşür. Sadece ileri vuruş yerine lens her iki yöndeki hareket esnasında da kesilir. Yatay kesme hareketinin tabiatında itme olmamasından dolayı daha iyi takip sağlanabilir, bu da tekniğin verimini daha da arttırmaktadır. Torsiyonel fakoemülsifikasyonun verimi için iğne seçimi çok önemlidir. İğnelerin kesme verimini teorik olarak arttırmanın iki yolu bulunmaktadır. Birincisi darbe uzunluğudur; 22 derece eğimli, 30 derece açıklı iğne, 12 derece eğimli 30 derece açıklı iğneden daha uzun bir kesim hareketine sahiptir. İkincisi ise ağız açıklık açısıdır. Ne kadar fazla (45 derece) ise kesme etkisi de o kadar fazladır. Torsiyonel fakoemülsifikasyonun verimliliği ile iğnelerin hem boyun açıları hem de açıklık açıları arasında pozitif ilgileşim olduğu daha önceden yayınlanan klinik çalışmaların analizleri ile açıkça gösterilmektedir.
One of the recent advances in cataract surgery is torsional phacoemulsification. It was developed to increase the efficacy of ultrasonic emulsification. In torsional phacoemulsification, the torsional movement of the tip is translated to side-to-side cutting action with the aid of bent phaco tips. Lens material is cut in both directions, rather than only during a forward stroke. The efficiency of this technique is further enhanced by an improvement in followability provided by the inherent non-repulsive nature of the side-to-side motion. Tip selection is very important for the efficiency of torsional phacoemulsification. Theoretically, there are 2 ways to enhance the cutting efficiency of the tip. First is the stroke length; the 22-degree bent 30-degree Kelman mini-flared tip cuts longer than the 12-degree bent 30-degree mini-flared Kelman tip. Second is the angulation or bevel; the higher the degree (45 degree), the better cutting efficiency. Retrospectively analyses of the previously published clinical studies clearly demonstrated that the efficacy of the torsional phacoemulsification has positive correlation with both the aperture angles and neck angles of the tips.
Abstract

15.Bilateral acute angle clousure glaucoma induced by escitalopram
Dilbade Yıldız Ekinci, Zafer Cebeci, Şerife Bayraktar, Belgin İzgi
Pages 396 - 399
Depresyon tedavisi için selektif serotonin geri alım inhibitörü (SSRI) sınıfından bir ilaç olan essitalopram kullanımına bağlı gelişen bilateral akut açı kapanması glokomu (AAKG) olgusu bildirilmektedir. 46 yaşındaki bayan hasta her iki gözünde ve başında ağrı, görme azlığı, bulantı ve kusma şikayetleri ile göz hastalıkları polikliniğine başvurdu. Anamnezinde depresyon tedavisi amacı ile 2 yıldır essitalopram kullanımı dışında bir özellik yoktu. Nörolojik muayenesi normal bulundu. Oftalmolojik muayenesinde bilateral korneal ödem, sığ ön kamara, pupillalar dilate ve pupilla ışık reaksiyonları cevapsız olarak saptandı. Göz içi basınçları sağda 47 mmHg, solda 68 mmHg ölçüldü. Hastaya ilaca bağlı bilateral AAKG tanısı konularak kullandığı essitalopram tedavisi kesildi. Hastaya topikal ve sistemik antiglokomatöz tedavi başlandı ve kornea ödemi gerilemesi ile bilateral periferik laser iridotomi uygulandı. Hastanın bir yıllık takibi boyunca essitalopram tedavisi başlanmadı ve yeni bir açı kapanması glokomu atağı gelişmedi.
Escitalopram is an antidepressant of the selective serotonin reuptake inhibitor(SSRI) class. In the following case we report the development of bilateral acute angle clousure glaucoma induced by escitalopram. A 46 year old female patient admitted to our ophthalmology clinic with a complaint of severe pain around the both eyes, headache, nausea and vomitting for two days. In her past medical history she was using escitalopram for depression for two years. Visual acuities were at hand movement levels in both eyes. Anterior segment examination showed bilateral diffuse conjunctival hyperemia, corneal edema, shallow anterior chamber, fixed dilated pupils. Intraocular pressures were at 47 mmHg in the right and 68 mmHg in the left eye. The diagnosis was acute angle clousure glaucoma and the escitalopram medication discontinued. She was treated with topical and systemic antiglaucomatous medication. After the cornea become clear, bilateral periferic laser iridotomy were done. In the following year she did not begin escitalopram medication again and no other acute angle clousure attack was seen.
Abstract

16.The management of a patient with elevated intraocular pressure resistant to the medical treatment: Anterior chamber irrigation
Abdullah Beyoğlu, Şaban Gönül, Bengü Ekinci Köktekir, Şansal Gedik
Pages 400 - 402
Yedi yaşında erkek hasta sağ göze künt travma sonucunda oluşan hifema nedeniyle başka bir merkezde medikal olarak tedavi edilmişti. Taburcu olduktan sonra görmesinin tekrar azalması sonucu kliniğimize başvurdu. Yapılan biyomikroskobik muayenede total hifema tespit edildi. Göz içi basıncı (GİB) sağ gözde Goldman aplanasyon tonometresi ile 48 mmHg idi. Medikal tedavi ile GİB kontrol altına alınamadığı ve hifemada gerileme olmadığı için ön kamara lavajı yapıldı.
Olgumuzda da olduğu gibi, genellikle çocuk yaşlarda olan hifemalarda ilk bir hafta içerisinde rehemoraji gelişebileceği unutulmamalıdır. Bununla birlikte medikal tedavi ile hemorajide gerileme olmuyorsa, GİB yüksekliği devam ediyorsa ve korneal boyanma (disk hematik) riski mevcutsa cerrahi tedavi göz önünde bulundurulmalıdır.
A 7-year-old male patient was medically treated in another center for hyphema which occured after blunt trauma to his right eye. He was admitted to our clinic when his visual acuity decreased after being discharged. Biomicroscopic examination revealed total hyphema. Intraocular pressure (IOP) was 48 mm Hg in the right eye with Goldmann applanation tonometry. Since IOP could not be managed by medical therapy and there was no regression in hyphema, anterior chamber was irrigated.
As in our case, it should not be forgotten that re-hemorrhage may occur in the first week of hyphema during childhood. Moreover, surgical treatment should be considered when hemorrhage does not regress with medical treatment, increased IOP persists and if there is a risk of corneal endothelial staining (corneal bloodstaining).
Abstract

17.Severe chloroquine retinopathy without bull’s eye maculopathy
Cem Özgönül, Murat Küçükevcilioğlu, Gökçen Gökçe, Güngör Sobacı
Pages 403 - 406
Klorokin uzun zamandır malaryanın tedavi ve önlenmesi için kullanılmasının yanında otoimmün hastalıkların tedavisinde de kullanılmaktadır. Makalede 15 yıldır sistemik lupus eritematozus tanısıyla günlük 250 miligram dozunda klorokin tedavisi kullanan bir olguda gelişen klorokin retinopatisi sunulmuştur. Olgu, klinik bulguların yanı sıra, çeşitli fonksiyonel (görme alanı, mikroperimetri, elektroretinografi, multifokal elektroretinografi) ve yapısal (optik koherens tomografi, retina sinir lifi tabakası kalınlığı analizi) retinal analiz yöntemleriyle değerlendirilmiştir.
Chloroquine has long been used for the treatment of autoimmune diseases, beside its use for treatment and prevention of malaria. We herein report a chloroquine retinopathy case with a history of 250 mg per day chloroquine treatment for SLE for the last 15 years. Besides clinical evaluation the patient was assessed with different functional (visual field, microperimetry, electroretinography, multifocal electroretinography) and structural (optical coherence tomography, retinal nerve fiber layer thickness analysis) retinal analysis methods.
Abstract

18.Evaluation of Descemet's membrane detachment using anterior segment optical coherence tomography
Halil Hüseyin Çağatay, Metin Ekinci, Yaran Koban, Hüseyin Çelik, Mehmet Ersin Oba
Pages 407 - 409
Bu yazıda kliniğimizde komplikasyonsuz katarakt ameliyatı ve arka kamara lens yerleştirilmesi sonrası gelişen Descemet’ membran dekolmanının (DMD) tanı ve takibinde ön segment optik koherens tomografi (ÖSOKT) cihazı kullanımının bildirilmesi amaçlanmıştır. Katarakt ameliyatı sonrasında yarıklı lamba mikroskopik incelemesinde, korneal stromal strialar ve ödem nedeniyle DMD teşhis edilememiştir. Ön segment optik koherens tomografi ile gerçekleştirilen görüntülemede DMD saptanmış olan olguda, ÖSOKT ile Descemet’ membranının intakt olduğu korneal taraf tespit edilerek buradan gerçekleştirilen enjeksiyonla ön kamaraya hava verilmiştir. Takip muayenelerin ÖSOKT ile DMD nin yatıştığı, korneal kalınlığın gerilediği gösterilmiştir. Descemet’s membran dekolmanından şüphelenilen olgularda, ÖSOKT’nin tanı, tedavi planlaması ve takipte faydalı olabileceğini düşünmekteyiz.
We report the use of anterior segment optical coherence tomography (ASOCT) in Descemet's membrane detachment (DMD). A patient who developed DMD after uneventful cataract surgery with posterior chamber lens implantation is presented in this case report. At the follow-up examination after cataract surgery, slit lamp evaluation showed stromal striae but it was impossible to diagnose the DMD due to the corneal edema. Anterior segment optical coherence tomography imaging of the cornea revealed a DMD and patient underwent intracameral air injection to the anterior chamber through the site which was identified as intact by ASOCT. Follow-up ASOCT imaging revealed the reattachment of Descemet’s membrane and reduced corneal thickness. If DMD is suspected in any cases, ASOCT can be useful to document and follow postsurgical detachment of DMD and also to determine the site, configuration and extent of the DMD, thus guiding the treatment method and monitoring treatment outcome.
Abstract

19.The development of optic neuropathy and foveal pseudocyst in a case after high voltage electrical injury: three years follow up
Sezin Akça Bayar, Eylem Yaman Pınarcı, Almila Sarıgül, Gürsel Yılmaz
Pages 410 - 412
35 yaşında erkek hastanın; yüksek voltajlı elektrik yaralanması sonrası sağ gözde görmede azalma şikayeti gelişti. Görme keskinliği sağda 20/400 olan hastanın sağ gözünde korneal ödem, Descemet membran kırışıklıkları, katarakt, makuler delik ve optik nöropati saptandı. İntravenöz pulse steroid tedavisine başlandı. Tedavinin üçüncü gününde sağ gözde görme keskinliği 20/200 oldu, korneal ödem geriledi. İki ay sonra, hastanın görme keskinliği aynı iken, sağ gözde optik disk solukluğu, epiretinal gliozis, tam kat olmayan makuler delik, psödokist oluşumu saptandi. Üç yıllık takip sonunda, görme keskinliği sağda 20/200 iken makuler psödokist oluşumunun atrofik skara dönüştüğü izlendi. Sonuç olarak, olgumuzda olduğu gibi, yüksek voltajlı elektrik yaralanması sonrası ciddi oküler komplikasyonların gelişimi mümkündür. Bu sebeple hastaların uygun tedavi ve takip için en kısa sürede bir oftalmolog tarafından değerlendirilmesi gereklidir.
A 35-year-old male patient had a decreased vision in his right eye, with a visual acuity of 20/400, after a high voltage electrical injury. Corneal edema, Descemet’s membrane folds, cataract, macular hole and optic neuropathy were detected in his right eye. Intravenous pulse steroids were administered. On the third day of treatment the visual acuity in the right eye improved to 20/200 and the corneal edema resolved. After two months, the patient’s visual acuity was still 20/200, while optic disc pallor, epiretinal gliosis, a non-full-thickness macular hole, pseudo-cyst formation were detected in his right eye. After three years, the macular pseudo-cyst formation transformed into an atrophic scar, while the patient’s visual acuity was the same. In conclusion, as a result of high voltage electrical injury, serious ocular complications may develop. It is sufficient to refer those patients to an ophthalmologist for appropriate treatment and follow up.
Abstract

20.A Rare Complication of External Dacryocystorhinostomy: Transient Orbicularis Muscle Weakness
Şafak Karslıoğlu, Didem Serin, İbrahim Bülent Buttanrı, Muslime Akbaba
Pages 413 - 415
Bu çalışmada eksternal dakriyosistorinostomi (DSR) ameliyatı sonrası geçici orbikülaris oküli kas zayıflığı gelişen 4 olguyu sunduk. Ameliyat sonrası ilk gün göz kapağında kapanmada gecikme veya lagoftalmus tespit edilen 4 olgunun ameliyat öncesi ve sonrasındaki tıbbi kayıtları irdelendi. Hiçbir olguda ameliyat öncesi fasiyal sinir felci veya lagoftalmus bulgusu yoktu. Dört olguya da genel anestezi altında eksternal DSR ameliyatı uygulandı ve silikon entübasyon yapılmadı. Ameliyat sonrası dönemde üç olguda göz kapağının kapanmasında gecikme varken, bir olguda 4 mm lagoftalmus vardı. Bir olguda hafif punktat keratopati gözlemlendi. Tüm olgularda bu tablo ortalama 8 hafta da düzelmiştir.
We present 4 patients with transient orbicularis oculi muscle weakness following external dacryocystorhinostomy (DCR) in this study. Preoperative and postoperative records of 4 patients who presented with either a delay in blinking or lagophthalmos on the first postoperative day were evaluated. None of the patients had a history of facial palsy or any symptom of lagophthalmos. All 4 patients had undergone external DCR without silicone intubation under general anesthesia. Three of the patients had a delay in blinking, while one patient developed a 4 mm lagophthalmos postoperatively. A mild punctate keratopathy was observed in one patient. The condition resolved in all patients after an average of 8 weeks.
Abstract

21.Pachydermoperiostosis as a rare cause of blepharoptosis
Özlem Yalçın Tök, M. Necati Demir, Levent Tök, Sabite Kaçar, Elif Nisa Ünlü, Firdevs Örnek
Pages 416 - 418
Başka bir merkezde pakidermoperiostozis tanısı konmuş 37 yaşındaki erkek hasta, bilateral blefaroptozisinin düzeltilmesi amacıyla kliniğimize başvurdu. Hastanın fizik muayenesinde pakidermoperiostozisin tipik bulguları olan iskelet ve cilt bulguları mevcuttu. Göz kapaklarında ise kalınlaşma, horizontal boyunda uzama, kapak kenarlarında S şeklinde deformite ve simetrik bilateral mekanik blefaroptozis vardı. Hastaya blefaroptozisi düzeltmek amacıyla kalınlaşmış cilt ve orbiküler kas eksizyonu ve levator aponevroz cerrahisi uygulandı. Estetik sonuç tatmin edici idi.
Pakidermoperiostozis nadir görülen bir blefaroptozis nedenidir. Kapaklarda meibomian bez hiperplazisi, dermiste kollajen içeriğinin artması ve müsin birikimi nedeniyle kalınlaşma ve sonuçta mekanik bir blefaroptozis gelişir. Bu olgularda iki ya da üç basamaklı pek çok cerrahi işlem uygulanabileceği gibi levator cerrahisi ve kalınlaşmış cilt ve orbiküler kas eksizyonu ile de yüz güldürücü sonuca ulaşılabilir.
A 37-year-old male patient diagnosed with pachydermoperiostosis at another center came to our clinic to rectify his blepharoptosis. The physical examination of the patient revealed skeleton and skin symptoms those typical findings of pachydermoperiostosis. There was thickening and extending horizontal length of eyelids, an S-shaped deformity on the edges of eyelids and symmetric bilateral mechanical blepharoptosis. In order to treat the blepharoptosis, thickened skin and orbicular muscle excision and levator aponeurosis surgery was performed. The esthetic result was satisfactory.
Pachydermoperiostosis is a rare cause of blepharoptosis. A mechanical blepharoptosis is developed as a consequence of meibomius gland hyperplasia in the eye lids, increase of collagen substance in the dermis, mucin accumulation and thickening. Even though many two or three phased surgical procedures can be applied to these cases, esthetic results can be achieved levator surgery and thickened and orbicular muscle excision as well.
Abstract