Volume: 41  Issue: 6 - 2011
Hide Abstracts | << Back
1.Development of secondary glaucoma after congenital cataract surgery and the underlying risk factors
Nilgün Uysal Solmaz, Feyza Önder, Güldal Ersoy Koca
Pages 358 - 363
Amaç: Konjenital katarakt nedeniyle opere edilen hastalarımızda, glokom insidansını ve risk faktörlerini belirlemek.

Gereç ve Yöntem: Ocak 2001-Aralık 2009 tarihleri arasında kliniğimizde ameliyat edilen konjenital kataraktlı olguların verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Glokom gelişiminde potansiyel risk faktörleri olarak; primer cerrahi sırasındaki yaş, mikrokornea, eşlik eden sistemik patoloji varlığı ve afaki/psödofaki parametreleri analiz edildi. En az 6 aylık postoperatif takibi bulunan 37 olgunun 65 gözü çalışma kapsamına alındı.

Bulgular: Olguların primer cerrahi sırasındaki yaş ortalaması 35.6±43.9 (2 ay-17 yıl) aydı. Ortalama 38.6±28.1 (6 ay-8.5 yıl) aylık takip sürecinde 8 olgunun 14 gözünde (%21.5) sekonder glokom geliştiği gözlendi. Cerrahi ile glokom tanısı arasındaki interval 20 ay ile 7 yıl arasında değişmekteydi (47.3±23.3 ay). Afakik ve psödofakik gözler arasında glokom insidansı yönünden fark yoktu. Cerrahi yaşı (p<0.001), mikrokornea (p=0.001) ve sistemik patoloji varlığının(p=0.007) ise glokom gelişimi ile güçlü bir ilişkisi olduğu saptandı. Glokomlu olguların primer cerrahi yaşı ortalama 7.4 ay olup glokom gelişmeyen gruptan (43.4 ay) anlamlı derecede daha düşük, takip süresi ise daha uzundu(p=0.003). Mikrokornealı gözlerde %60, sistemik patolojili olgularda ise %38.5 glokom görülürken, bu oranlar kornea çapı normal olan gözlerde %14.5 ve sistemik sorunu olmayanlarda %10.3'e düşmekteydi.

Sonuç: Erken yaşta cerrahi, mikrokornea ve sistemik patolojilerin varlığı önemli risk faktörleri olup; takip süresi uzadıkça glokom insidansı artmaktadır. Glokomatöz hasara bağlı görme kaybını engellemek için bu hastalar yaşam boyu takip edilmelidir.
Purpose: To determine the risk factors and incidence of glaucoma following congenital cataract surgery in our case series.

Materials and Methods: Records of children undergoing cataract surgery between January 2001 and December 2009 were reviewed retrospectively. Age at primary surgery, microcornea, aphakia/ pseudophakia and associated systemic pathology were analysed as potential risk factors for glaucoma secondary to surgery. Sixty-five eyes of 37 patients having a minimum 6 months’ follow-up were included in the study.

Results: Age at surgery was 35.6±43.9 months (2 months - 17 years) with a follow-up of 38.6±28.1 months (6 months - 8.5 years). Glaucoma developed in 8 patients (14 eyes; 21.5%). Time between surgery and glaucoma diagnosis was 47.3±23.3 months (20 months - 7 years). Glaucoma incidence in aphakic and pseudophakic cases did not differ. Glaucoma development significantly correlated with age at surgery (p<0.001), microcornea (p=0.001) and presence of systemic pathology (p=0.007). Mean age at surgery of patients with glaucoma diagnosis (7.4 months) was significantly lower than that of those diagnosed without glaucoma (43.4 months). However, the mean follow-up period was significantly longer in patients with glaucoma (p=0.003). Whereas glaucoma developed in 60% and 38.5% of the eyes of patients with microcornea and systemic pathology, respectively, this dropped to 14.5% and 10.3%, respectively, in cases with normal corneal diameter and absence of systemic pathology.

Conclusions: Early age at cataract surgery, microcornea and systemic pathologies are important risk factors for secondary glaucoma and the incidence of glaucoma increases with longer follow-up. To prevent visual loss, patients should be followed-up lifelong.
Abstract

2.Relationship between ocular pulse amplitude and eye structures and systemic blood pressure
Ebru Nevin Çetin, Kemal Yayla, Avni Murat Avunduk, Volkan Yaylalı, Cem Yıldırım
Pages 364 - 367
Amaç: Sağlıklı erişkinlerde oküler nabız amplitüdü ile gözün yapısal özellikleri ve sistemik kan basıncının ilişkisini araştırmak
Gereç ve yöntem: Ellibir sağlıklı erişkinde rutin oftalmolojik muayeneye ek olarak, Pascal dinamik kontür tonometre ile oküler nabız amplitüdü, korneal kalınlık, ön kamara derinliği, aksiyel uzunluk, sistolik ve diastolik arteryel kan basıncı ölçüldü. Oküler nabız amplitüdü ile ilişkili faktörler istatistiksel olarak değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya dahil olan 51 hastanın yaş ortalaması 30,98±14,4 (16-66) idi. Hastaların 14’ü (%27.5) erkek, 37’si (%72,5) kadındı. Hastaların oküler nabız amplitüdü, aksiyel uzunluk, ön kamara derinliği, santral korneal kalınlık, sistolik ve diastolik basınç ortalamaları sırasıyla 2,4±0,8, 23,4±0,8, 3,2±0,3, 547,2±30,7, 118,2±8,8, 76,8±4,6 saptandı. Korelasyon analizi sonucunda yaş, cinsiyet, santral korneal kalınlık, ön kamara derinliği ve sistemik tansiyon oküler nabız amplitüdü ile ilişkili bulunmazken, göz içi basıncı ile oküler nabız amplitüdü arasında anlamlı bir ilişki saptandı (p=0.000). Çoklu lineer regresyon analizi ile değerlendirildiğinde ise aksiyel uzunluk ve göz içi basıncının oküler nabız amplitüdünü bağımsız olarak etkilediği saptandı. Düşük oküler nabız amplitüdünün düşük göz içi basıncı ve uzun aksiyel uzunluk ile ilişkili olduğu izlendi.
Sonuç: Oküler nabız amplitüdü ile aksiyel uzunluk ve göz içi basıncı arasında anlamlı bir ilişki bulundu. Oküler nabız amplitüdünün yaş, cinsiyet ve gözün ön segment yapısal özelliklerden etkilenmediği gösterildi.
Purpose: To assess the relationship between ocular pulse amplitude and eye structures and systemic blood pressure in healthy subjects
Materials and methods: Fifty-one healthy subjects were administered ocular pulse amplitude measurement by Pascal dynamic contour tonometry, corneal pachymetry, axial length, anterior chamber depth, systolic and diastolic blood pressure measurement in addition to routine ophthalmologic examination. The factors related to ocular pulse amplitude were statistically evaluated.
Results: The mean age of the patients were 30,98±14,4 (range 16-66). Of 51 patients, 14 (27.5%) were male and 37 (72,5%) were female. The mean ocular pulse amplitude, axial length, anterior chamber depth, corneal pachymetry, systolic and diastolic blood pressure were as follows: 2,4±0,8, 23,4±0,8, 3,2±0,3, 547,2±30,7, 118,2±8,8, 76,8±4,6. Correlation analysis showed significant association between ocular pulse amplitude and intraocular pressure (p=0.000). The association between ocular pulse amplitude and age, gender, corneal pachymetry, anterior chamber depth and systolic and diastolic blood pressure were not significant. Linear regression analysis showed that axial length and intraocular pressure independently affected ocular pulse amplitude. Low ocular pulse amplitude was associated with low intraocular pressure and long axial length.
Conclusion: Ocular pulse amplitude was significantly associated with intraocular pressure and axial length but not with age, gender and anterior eye structures.
Abstract

3.Phacoemulsification in cases with corneal opacity
Elif Erdem, Kemal Yar, Hande Taylan Şekeroğlu, Meltem Yağmur
Pages 368 - 371
AMAÇ:
Kornea opasitesi ve kataraktı olan olgularda fakoemülsifikasyon sonuçlarını değerlendirmek.

GEREÇ VE YÖNTEM:
Senil katarakt ve kornea opasitesi tanısı olan 13 hastanın 15 gözü çalışmaya dahil edildi. Tüm operasyonlar topikal anestezi ile yapıldı. Fakoemülsifikasyonun kapsüloreksis basamağında % 0,1’lik tripan mavisi kullanıldı. Hidrodiseksiyonu takiben fakoemülsifikasyonda “quick chop” tekniği uygulandı. Hastalar operasyon sonrası 1. gün, 1. hafta ve 1.ayda değerlendirildi. Preoperatif ve postoperatif en iyi düzeltilmiş görme keskinlikleri, intraoperatif problemler ve postoperatif takip verileri kaydedildi.

BULGULAR:
Dokuz erkek, dört kadın hasta çalışma grubuna dahil edildi. Yaş ortalaması 68,77 ± 8.79 idi. Tüm hastalarda kapsüloreksis ve fakoemülsifikasyon başarıyla tamamlandı. En iyi düzeltilmiş görme keskinliği operasyon öncesi ortalama 0,1 ± 0,09 iken, operasyon sonrası birinci ayda 0,3 ± 0,2 olarak bulundu.

TARTIŞMA:
Bu çalışmada görüldüğü gibi kataraktı ve kornea opasitesi olan seçilmiş olgularda sadece katarakt cerrahisi ile fonksiyonel bir görme sağlanabilir. Bu olgularda tripan mavisi kapsüloreksisde büyük kolaylık sağlamaktadır.
PURPOSE:
To assess the results of phacoemulsification in patients with corneal opacity and cataract.
MATERIAL AND METHOD
Fifteen eyes of 13 patients who were diagnosed as senile cataract and corneal opacity were included in the present study. All surgeries were performed under topical anesthesia.Trypan blue (0.1%) was used during capsulorhexis step of phacoemulsification. Following hydrodissection phacoemulsification was performed using “quick chop” technique. Postoperatively, the patients were evaluated at 1st day, 1st week and 1st month. Preoperative and postoperative best corrected visual acuities, intraoperative problems, as well as postoperative follow-up data were recorded.
RESULTS:
Nine male, four female patients were included to the study group. The mean age was 68.77 ± 8.79 years. Capsulorhexis and phacoemulsification completed successfully in all patients. The mean best corrected visual acuity was 0.1 ± 0.09 preoperatively whereas it was found to be 0.3 ± 0.2 at the first month postoperatively.
DISCUSSION:
This study points out that in selected patients with cataract and corneal opacity, cataract surgery only could be effective in providing functional visual acuity. In these cases trypan blue provides great convenience during capsulorhexis.
Abstract

4.Effects of age and refractive errors on stereopsis
Aykut Arslan Yıldız, Yavuz Kamil Bardak
Pages 372 - 375
Amaç: Refraksiyon kusurları ve yaşın stereopsis üzerine olan etkilerini araştırmak.

Yöntem ve Gereçler: Çalışmaya, gözlerinde refraksiyon kusuru dışında herhangi bir patoloji olmayan, görme keskinlikleri tam; randomize olarak şeçilmiş 1488 olgu dahil edildi. Olgular 10 – 19 (Grup 2, n=258), 20 – 29 (Grup 2, n=264), 30 – 39 (Grup 3, n=246), 40 – 49 (Grup 4, n=246), 50 – 59 (Grup 5, n=246) ve 60 ila üzeri (Grup 6, n=228) olmak üzere yaşlarına göre 6 gruba ayrıldı. Ayrıca her grup kendi içerisinde miyop (a), miyopik astigmatizma (b), hipermetropi (c), hipermetropik astigmatizma (d), emetrop (e) olmak üzere beşe ayrıldı. Olguların refraksiyon kusurları düzeltildikten sonra polarize gözlükle 16 inç (405 mm) mesafeden Titmus testi uygulandı. Olguların stereopsis düzeyleri titmus test üzerindeki “Halka testi” kullanılarak değerlendirildi.

Bulgular: Olguların stereopsis değerleri ortalaması grup 1; 41.1 ± 3.2 arc\s, grup 2; 45.3 ± 24.6 arc\s, grup 3; 42.6 ± 5.0 arc\s, grup 4; 44.1 ± 10.7 arc\s, grup 5; 45.8 ± 24.8 arc\s, grup 6; 41.3 ± 3.4 arc\s idi. Refraksiyon gruplarında stereopsis değerleri miyoplarda 45.4 ± 24.2 arc\s, miyop astigmatlarda 41.3 ± 4.2 arc\s, hipermetroplarda 45.3 ± 21.4 arc\s, hipermetrop astigmatlarda 41.4 ± 3.6 arc\s, emetroplarda 41.9 ± 4.4 arc\s olarak saptandı. Yaş grupları, yaşa göre refraksiyon grupları ve refraksiyon grupları arasında yapılan değerlendirmede istatitiksel olarak anlamlı bir bulgu saptanmadı.

Sonuç: Çalışmamızda düzeltilmiş refraksiyon kusurları ya da yaşın stereopsis üzerine her hangi bir anlamlı etkisi saptanmadı.
Objective: To investigate the effects of age and refractive errors on stereopsis

Material and methods: Study includes 1488 cases who were randomly selected, have full vision and no pathology with their eyes except refractive errors. Cases were divided into six groups for their ages 10 – 19 (Group 1, n=258), 20 – 29 (Group 2, n=264), 30 – 39 (Group 3, n=246), 40 – 49 (Group 4, n=246), 50 – 59 (Group 5, n=246), 60 and over (Group 6, n=228). And also every groups were divided for refractive errors; myopia (a), myopic astigmatism (b), hyperopia (c), hyperopic astigmatism (d), emetropia (e). Titmus test was applied to all cases from 16 inches (405 mm) distance with polarized glasses after refractive errors were corrected. Stereoacuity was evaluated with using “Circle test” in Titmus test.

Results: Mean stereoacuity was 41.1 ± 3.2 arc\s in group 1, 45.3 ± 24.6 arc\s in group 2, 42.6 ± 5.0 arc\s in group 3, 44.1 ± 10.7 arc\s in group 4, 45.8 ± 24.8 arc\s in group 5, 41.3 ± 3.4 arc\s in group 6. Mean stereoacuity was established 45.4 ± 24.2 arc\s in myopia; 41.3 ± 4.2 arc\s in myopic astigmatism; 45.3 ± 21.4 arc\s in hyperopia, 41.4 ± 3.6 arc\s in hyperopic astigmatism, 41.9 ± 4.4 arc\s in emetropia in refractive error groups. Any significant changes weren’t established in evaluation with age groups, refraction groups with ages and refraction groups, statistically.

Conclusion: Any significant effects of age and refractive errors on stereoacuity weren’t established in our study.
Abstract

5.Correlation between ciliary sulcus diameter and IOL master measurements in patients with cataract
Alper Ağca, Mustafa Doğan, Tuğrul Altan, Kadir Eltutar
Pages 376 - 379
Amaç: Senil kataraktı olan 50 yaş üzerindeki hastalarda ultrasonik biyomikroskop(UBM) ile ortalama sulkus çaplarının saptanması ve UBM ile ölçülen horizontal, vertikal ve ortalama sulkus çapları ile IOL master ile ölçülen kornea çapı, aksiyel uzunluk, keratometri ve ön kamara derinlikleri arasındaki ilişkinin incelenmesi.
Gereç ve Yöntem: Senil katarakt nedeniyle katarakt operasyon için randevu verilen ardışık 20 hastanın senil kataraktı olan 31 gözü çalışmaya dahil edilmiştir. Aynı kişi tarafından tüm hastalara rutin oftalmolojik muayene, ultrasonik biyomikroskopi ve IOL master ile keratometri, ön kamara derinliği, kornea çapı ve aksiyel uzunluk ölçümü yapılmıştır. UBM ile sulkus çapının ölçümü santralizasyon açısından en kaliteli görüntü üzerinde iris pigment epitelinden-iris pigment epiteline olacak şekilde horizontal ve vertikal olarak yapılmıştır.
Sonuçlar: Ortalama yaş 71,03±8,6 olarak saptandı. UBM ölçümlerinde ortalama vertikal sulkus çapı: 13,59±0,73 mm, ortalama horizontal sulkus çapı: 13,36±0,72 mm, horizontal ve vertikal sulkus çaplarının ortalaması: 13,47±0,71 mm olarak saptandı. IOL master ölçümlerinde ortalama kornea çapı: 11,67±0,46 mm, ortalama keratometri: 43,86±1,46 ortalama aksiyel uzunluk: 23,2±0,93 mm, ortalama ön kamara derinliği: 3,02±0,35 mm olarak saptandı. Horizontal kornea çapı ile horizontal sulkus çapı arasında (r: 0,37; p<0,05), horizontal kornea çapı ile ortalama sulkus çapı arasında: (r: 0,36; p<0,05), aksiyel uzunlukla horizontal sulkus çapı arasında (r: 0,56; p<0,05), aksiyel uzunlukla vertikal sulkus çapı arasında (r: 0,56; p<0,05) ve aksiyel uzunlukla ortalama sulkus çapı arasında (r: 0,57; p<0,05) istatistiksel olarak anlamlı korelasyon saptandı. Diğer parametreler arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon saptanmadı.
Tartışma: Çalışmamızda saptanan sulkus çapı değerleri literatürdeki diğer çalışmalara kıyasla daha yüksektir. Sulkus çapı ile sadece kornea çapı ve aksiyel uzunluk arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon saptanmıştır. Sulkus çapı ile en güçlü korelasyon gösteren parametre aksiyel uzunluk olarak saptanmıştır.
Purpose: To determine the mean sulcus diameters in patients older than 50 years with senile cataract and to analyze the correlations between sulcus diameters and IOL master measurements of corneal diameter (white to white), axial length, keratometry and anterior chamber depth.
Material and Method: 31 eyes of 20 consecutive patients who were scheduled for cataract operation were included in the study. The same person performed routine ophthalmological examination, ultrasound biomicroscopy (UBM) and IOL master measurements. Keratometry, corneal diameter, anterior chamber depth and axial length were measured with IOL master. Horizontal and vertical sulcus diameters were measured form iris pigment epithelium to iris pigment epithelium on the best UBM images in terms of centralization.
Results: Mean patients age was 71,03±8,6 (min: 51, maks: 89). Mean vertical sulcus diameter was 13,59±0,73, mean horizontal sulcus diameter was 13,36±0,72 mm and the mean of horizontal and vertical sulcus diameters was 13,47±0,71 mm. Mean corneal diameter was 11,67±0,46 mm, mean keratometry was 43,86±1,46 D, mean axial length was 23,2±0,93 mm and mean anterior chamber depth was 3,02±0,35 mm. There was statistically significant correlation between horizontal corneal diameter and horizontal sulcus diameter(r: 0,37; p<0,05), horizontal corneal diameter and mean sulcus diameter: (r: 0,36; p<0,05), axial length and horizontal sulcus diameter(r: 0,56; p<0,05), axial length and vertical sulcus diameter(r: 0,56; p<0,05), axial length and mean sulcus diameter(r: 0,57; p<0,05). Correlations between other parameters were not statistically significant.
Discussion: Sulcus diameters in our study were higher when compared to other studies in the literature. Only corneal diameter and axial lenght were correlated with sulcus diameters. The strongest association in our study was between axial lenght and sulcus diameters.
Abstract

6.The results of annular annular silicone tube intubation for canalicular injury after blunt or penetrating trauma
Şeyhmus Arı, Alparslan Şahin, Abdullah Kürşat Cingü, İhsan Çaça
Pages 380 - 384
AMAÇ: Künt veya penetran travma nedeni ile kanalikül hasarı gelişen hastalarda silikon tüp ile anüler entübasyonun anatomik ve fonksiyonel başarısını incelemek.
GEREÇ VE YÖNTEM: Kliniğimizde kanalikül hasarı nedeni ile silikon tüp (Silicone tube FCI Ophthalmics Marshfield Hills M.A, U.S) ile anüler entübasyon uygulanan 62 hastaya ait kayıtlar geriye dönük olarak incelendi. Künt travma ile kanalikül hasarı gelişen 30 hasta grup 1, penetran travma ile kanalikül hasarı gelişen 32 hasta ise grup 2 olarak sınıflandırıldı. Hastaların tümü için yaş, cinsiyet, yaralanmaya sebep olan etken, etkilenen kanalikül, ameliyata kadar geçen süre, silikon tüpün alınma zamanı ve ameliyat sonrası takip süresi kaydedildi. Hasarlı kanalikülden yapılan irrigasyonda kanalikülün açık olması anatomik başarı olarak, alt fornikse damlatılan flouresceinin göllenmemesi ve göz yaşarmasının olmaması ise anatomik ve fonksiyonel başarının bir arada olması şeklinde değerlendirildi.
BULGULAR: İki grup arasında; cinsiyet, etkilenen kanalikül, ameliyata kadar geçen süre, silikon çıkarılma zamanı ve ameliyat sonrası takip süreleri açısından istatistiksel anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Ancak, Grup 1’in yaş ortalaması (15,4 ± 2,8 yıl), Grup 2’den (8,9 ± 1,6 yıl) istatistiksel olarak anlamlı yüksekti (p=0,01). En son kontrolde birinci grupta bir hastada, ikinci grupta ise 2 hastada etkilenmiş kanalikülden yapılan irrigasyonda kanalikülün tıkalı olduğu görüldü. Birinci grupta iki, ikinci grupta ise dört hastada hem alt fornikse damlatılan fluoresceinin göllendiği, hem de göz yaşarmasının devam ettiği görüldü. Birinci grupta anatomik başarı %97(29/30), hem anatomik hem de fonksiyonel başarının bir arada olması ise %93(28/30) iken, ikinci grupta bu oranlar sırasıyla %94(30/32) ve %88(28/32) olarak kaydedildi. Anatomik ve fonksiyonel başarı oranları açısından iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0,05).
SONUÇ: Künt veya penetran travma sonrası gelişen kanalikül yaralanmalarının silikon tüp ile anüler entübasyonu, gözyaşı drenaj sisteminin anatomik ve fonksiyonel bütünlüğünün sağlanmasında etkili bir yöntem olarak kullanılabilir.
Purpose: The aim of this study was to analyze functional and anatomical success of annular silicon tube intubation in canalicular injury caused by blunt or penetrating trauma.
Material and Method: The records of 62 patients with canalicular injury, who applied to our clinic, were retrospectively analyzed. The patients were divided into two groups according to the type of injury(30 patients with blunt injury; Group1, 32 patients with penetrating injury; Group2). In all cases, annular silicone tube (Silicone tube FCI Ophthalmics Marshfield Hills,U.S) intubation was performed with the pigtail probe. The age,gender,cause of injury,affected eye,affected canalicula,time period between injury and the operation,removal time of the silicone tube,and follow-up periods of the patients were recorded. An open passage with lacrimal irrigation assumed as anatomical success and absence of tear collection at fluorescein disappearance test and tearing complaint of the patients were assumed as both anatomical and functional success.
Results: There were not significant differences between the groups by means of gender, affected canalicula, time period between injury and operation, removal time of the silicone tube, and follow-up periods of the patients(p>0,05). However, the mean age of the patients was significantly higher in group1(15,4±2,8 years) compared with group2(8,9±1,6years)(p=0,01). At last visit, there was obstruction in canalicular system with lacrimal irrigation of one patient in group1 and two patients in group2. Also two patients in group1 and four patients in group2 had tear collection at fluorescein disappearance test and tearing complaint. In the first group, anatomic success was 97%, 93% of patients in both anatomical and functional success was achieved. In the second group, these rates were respectively 94% and 88%. Success rates did not differ significantly between the two groups(p>0,05).
Discussion: Annular silicone tube intubation may be used as a successful technique in maintaining anatomical and functional integrity of canalicula after blunt or penetrating canalicular injury
Abstract

7.Efficiency of patch treatment in cases with anisometropic amblyopia for refractive errors
Aykut Arslan Yıldız, Yavuz Bardak
Pages 385 - 388
Amaç: Anizometropik ambliyopi hastalarında kapama tedavisinin refraksiyon kusurlarına göre etkinliğini değerlendirmek.

Yöntem ve Gereçler: Haziran 2005 ile Ağustos 2009 tarihleri arasında unilateral anizometropik ambliyopi nedeniyle kapama tedavisi uygulanan 5-8 yaşlarındaki 81 olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Olguların tedavi öncesi ve bir yıllık tedavi sonrasındaki görme keskinlikleri ve stereopsis düzeyleri hipermetropi, hipermetropik astigmatizma, miyopi, miyopik astigmatizma şeklinde gruplara ayrılarak değerlendirildi.

Bulgular: Tüm olguların yaş ortalaması 6.8 ± 0.1 (En küçük-En büyük: 5-8) idi. Tedavi sonrası ortalama görme keskinlikleri hipermetroplarda 0.57 ± 0.07 log MAR (p=0.001), hipermetrop astigmatlarda 0.74 ± 0.07 logMAR (p=0.001), miyoplarda 0.1 ± 0.02 log MAR (p=0.02), miyop astigmatlarda 0.62 ± 0.08 logMAR (p=0.04) idi. Tedavi sonrası stereopsis düzeyleri miyop astigmatizma dışında (p=0.1) anlamlı olarak saptandı.

Sonuç: Anizometropik ambliyopide kapama tedavisi özellikle hipermetropi olmak üzere tüm refraksiyon kusurlarında etkin ve güvenilir bir yöntemdir.
Objective: To evaluate the effects of patching treatment in patients with anisometropic amblyopia for refractive errors.

Materials and Methods: 81 cases, 5-8 years old who were applied patching treatment for unilateral anismetropic amblyopia were evaluated retrospectively since June 2005 to August 2009. Pre and post treatment visual acuities and stereopsis were evaluated, dividing cases into groups like hyperopia, hyperopic astigmatism, myopia, myopic astigmatism.

Results: Mean age was 6.8 ± 0.1 (Minumum-Maximum: 5-8) in all cases. Visual acuitiy was 0.57 ± 0.07 log MAR in hyperopias (p=0.001), 0.74 ± 0.07 logMAR (p=0.001) in hypermetropic astigmatisms, 0.1 ± 0.02 log MAR (p=0.02) in myopias, 0.62 ± 0.08 logMAR (p=0.04) in myopic astigmatisms after treatment. Stereoacuity were established significant except myopic astigmatism (p=0.1).

Conclusion: Patching treatment in anisometropic amblyopia is safe and effective method in all refraction errors especially hyperopia.
Abstract

8.Trichloroacetic acid injection in a conjunctival cyst formed in an anopthalmic socket
Melis Palamar Onay, Naim Ceylan, Ayşe Yağcı
Pages 389 - 391
Amaç: Anoftalmik sokette gelişmiş olan ve daha önce aspirasyon yapılmasına rağmen nüks eden konjonktiva kistinin tedavisinde trikloroasetik asit enjeksiyonunun etkinliğini göstermek.
Gereç ve Yöntem: Beş yıl önce travma nedeniyle sol gözüne enükleasyon ve polimetil metakrilat küre implantasyonu yapılan anoftalmik soketli 34 yaşındaki erkek olgu, kliniğimize sol göze taktığı protezin yerinde durmaması şikayeti ile başvurdu. Yapılan muayenede soket konjonktivasını dolduran, lobüle görünümlü kistik oluşum izlendi. Çekilen orbita manyetik rezonans görüntülemede ön orbitayı tamama yakın dolduran kistik oluşum izlendi. Daha önce başka merkezde aspirasyon uygulanan, fakat nüks ettiği belirtilen konjonktiva kisti içine %20’lik trikloroasetik asit (IL-33, 10 ml solüsyon, İstanbul İlaç Sanayi ve Tic. A.Ş.) enjekte edildi.
Bulgular: Enjeksiyon öncesi protezi öne ittiren konjonktiva kisti, enjeksiyondan sonra kayboldu. Ekzoftalmik görünüm düzeldi. Protez sağlıklı bir şekilde kullanılabilir hale geldi. Enjeksiyon sonrası on iki aylık izlemde nüks saptanmadı.
Sonuç: Anoftalmik soketlerde çok nadir olarak gözlenebilen konjonktiva kistleri çeşitli tedavi yöntemlerine oldukça dirençli olabilmektedir. Basit aspirasyon ile nüks kaçınılmaz olduğundan, kozmetik olarak kabul edilebilir olmasa da, konulmuş olan kürenin eksizyonu dahi gerekebilmektedir. Kist içine yapılacak %20’lik trikloroasetik asit enjeksiyonu anoftalmik konjonktiva kistlerinin tedavisinde kozmetik açıdan başarılı ve nüksü ortadan kaldırabilecek bir uygulamadır.
Purpose: To report the efficacy of trichloroacetic acid injection in a conjunctival cyst which formed in an anopthalmic socket and recurred despite treatment by aspiration.
Materails&Methods: A 34 year-old male, who underwent left enucleation and polymethyl methacrylate sphere implantation for trauma 5 years earlier, presented with the complaint of inappropriate position of the left prosthesis. In examination, a lobulated appearing cystic mass filling the socket conjunctiva was observed. Magnetic resonans imaging revealed a cystic lesion filling almost all anterior orbit. Trichloroacetic acid (IL-33, 10 ml solution, Istanbul Ilaç Sanayi ve Tic. A.S.) 20% was injected into the conjunctival cyst, which was reported to recur despite aspiration in another clinic.
Results: The conjunctival cyst pushing the prosthesis forward before treatment, disappeared after injection. The exophthalmic appearance disappeared. Prosthesis could be used properly. No recurrence was detected in 12-month follow-up.
Conclusion: Conjuctival cysts which are occasionally monitored in anopthalmic sockets, can be refractory to various treatment modalities. As relapse is inevitable after basic aspiration, although cosmetically unacceptable explantation of the implanted sphere can even be necessary. In the treatment of anopthalmic conjunctival cysts, the injection of 20% trichloroacetic acid into the cyst, is a cosmetically succesful and recurrence abolishing procedure.
Abstract

9.Anterior Transposition of the Inferior Oblique Muscle for Primary Unilateral Superior Oblique Muscle Palsy
Hasan Altınkaynak, Serpil Akar, Dilek Alp, Birsen Gökyiğit, Hüseyin Dundar, Necip Kara, Ömer Faruk Yılmaz
Pages 392 - 395
Tek Taraflı Üst Oblik Felcinin Tedavisinde Alt Oblik Kasın Anterior Transpozisyonu
Hasan Altınkaynak, Serpil Akar, Dilek Alp, Birsen Gökyiğit, Hüseyin Dundar, Necip Kara, Ömer Faruk Yılmaz
Beyoğlu Göz Eğitim Ve Araştırma Hastanesi
Amaç: Tek taraflı üst oblik felci (ÜOF) bulunan hastalarda alt oblik kasının anterior transpozisyonu (AOAT) cerrahisinin etkinliğini ve cerrahi sonrası gelişen komplikasyonları değerlendirmek.

Gereç ve yöntem: Bu çalışmada tek taraflı ÜOF tanısıyla AOAT cerrahisi uygulanan 52 hastanın kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Cerrahi öncesi primer pozisyonda 25 prizm dioptri (PD) ve altı hipertropyası, +3,+4 arası alt oblik hiperfonksiyonu (AOHF) olan, Knapp sınıflamasına göre; 1. ve 3. sınıf olan olgular çalışma kapsamına alındı. Olgular ameliyat öncesi ve sonrası primer pozisyonundaki kayma açıları, AOHF, anormal baş pozisyonu(ABP) ve cerrahi sonrası gelişen komplikasyonlar açısından değerlendirildi. Ortalama takip süresi 10 ay idi.
Bulgular: Ameliyat öncesi primer pozisyondaki ortalama hipertropya15.3 ± 7.89 PD iken, ameliyat sonrası 0,84±1,49 PD idi. Ameliyat sonrası AOHF’u olguların % 88’inde ve ABP’u % 91’inde düzeldi. Postoperatif takip esnasında, hiçbir olguda primer pozisyonda hipotropya, yukarı bakış yetmezliği, yukarı bakışta alt kapağın elevasyonu ve yukarı bakışta diplopi gelişmedi, fakat 3 olgunun diğer gözlerinde sekonder AOHF gelişti.

Sonuç: AOAT cerrahisi, 15 PD’dan daha fazla kayması olan, sekonder AOHF’nun eşlik ettiği tek taraflı ÜOF olgularında primer pozisyondaki hipertropyanın azaltılmasında, AOHF’nun ortadan kaldırılmasında ve ABP’nun giderilmesinde etkili ve güvenilir bir yöntemdir. Kısa takip periyodunda komplikasyon oranı düşüktür, ancak uzun dönem takip gerekmektedir.
Anterior Transposition of the Inferior Oblique Muscle for Primary Unilateral Superior Oblique Muscle Palsy
Hasan Altınkaynak, Serpil Akar, Dilek Alp, Birsen Gökyiğit, Hüseyin Dundar, Necip Kara, Ömer Faruk Yılmaz
Beyoglu Education and Research Eye Hospital
Purpose: To evaluate the efficacy and safety of unilateral anterior transposition of the inferior oblique(ATIO) muscle in patients with unilateral superior oblique palsy (SOP).
Methods: In this study, the medical records of 52 patients with SOP were retrospectively reviewed. The study comprised patients with a preoperative vertical squint of less than 25 prism diopters (PD) and had a (+3) - (+4) inferior oblique hyperfunction (IOHF) and the cases were all Knapp’s class 1 or class 3. The angle shift in the primary gaze position, the presence of abnormal head posture, and IOHF were evaluated before and after surgery.

Results: The mean postoperative follow-up time was 10 months. The mean preoperative angle of hypertropia at the primary gaze position was 15.3±7.89 PD, and the mean postoperative angle was 0,84±1,49 PD(0-4). Of the 32 patients with head tilt before surgery, 29 (91%) patients recovered fully after surgery. Improvement was noted in 88% of patients with preoperative IOHF. At the postoperative follow-up, none of the patients showed hypotropia in the primary gaze position, limitation of the superior gaze, elevation of lower lid in the superior gaze, or diplopia in the superior gaze position but in other eyes of three cases, secondary IOHF occured.

Conclusion: For the reduction of the hypertropia, in primary position, elimination of the IOHF and abnormal head posture, in the unilateral SOP accompanied by secondary IOHF that has more than 15 PD squint, ATIO surgery is an effective and safe method. The short-term complication rate was very low, but a longer follow up is required.
Abstract

10.The correlation of clinical findings and macular changes at optical coherence tomography in patients with uveitis
Elif Erdem, Hande Taylan Şekeroğlu, Merih Soylu, Emine Çiloğlu
Pages 396 - 403
AMAÇ: Üveit tanısı konulan olgularda tarayıcı lazer optik koherens tomografi (OKT) cihazı ile tespit edilen maküler değişiklikleri değerlendirmek, bulguların hastalığın klinik aktivasyonu ile ilişkisini araştırmak.
YÖNTEM: Uvea-Behçet biriminde üveit tanısı ile takip edilen olgular çalışmaya dahil edildi. Fundus incelemesini engelleyen ortam opasitesi (katarakt, vitreus kondansasyonu, korneal opasite gibi) olan olgular çalışmaya alınmadı. Olguların üveitin aktif ve inaktif olduğu dönemlerindeki görme keskinlikleri, OKT incelemesinde saptanan makula kalınlıkları, fotoreseptör iç ve dış segment bandı bütünlükleri değerlendirildi.
SONUÇLAR: Çalışmaya 19 hastanın 26 gözü dahil edildi. Yedi kadın, 12 erkek hastanın yaş ortalamaları 39±11 (21-66) idi. Anatomik lokalizasyona göre 2 olguda ön, 10 olguda arka ve 7 olguda panüveit mevcuttu. Tüm gözler ele alındığında; aktif dönemdeki ortalama makula kalınlığı (335.38±113.88µm), inaktif döneme göre (235.96±48.38µm) istatistiksel olarak anlamlı ölçüde daha yüksek (p=0,025) bulundu. Aktif dönemdeki gözlerin % 65’inde fotoreseptör iç-dış segment bütünlüğü bozulmuş iken, inaktif dönemde % 30,8 gözde anatomik bütünlüğün tekrar sağlanmış olduğu görüldü.
TARTIŞMA: OKT, üveit aktivasyonunun makulaya etkisini değerlendirmede önemli bilgiler sağlamaktadır. Bu yöntemle elde edilen veriler klinik bulgularla oldukça paralellik göstermektedir. Sonuç olarak; OKT, üveit hastalarının takibinde ve tedaviye yanıtının değerlendirilmesinde invaziv olmayan faydalı bir yöntemdir.
PURPOSE: To evaluate the optical coherence tomography changes (OCT) in uveitis patients with macular involvement, and to investigate the correlation between clinical activation and tomographic features.
METHODS:
Patients who have been followed for uveitis in Uvea-Behçet department, were enrolled in the study. Patients having any kind of media opacity (cataract, condensation of vitreous, corneal opacity) were excluded. Main outcome measures were visual acuity, macular thickness, and the integrity of the photoreceptor inner and outer segment junction during active and inactive period of the disease.
RESULTS:
Twenty-six eyes of 19 (7 females, 12 males) patients were included. The patients were classified as having anterior uveitis (2 patients), posterior uveitis (10 patients) and panuveitis (7 patients).
The mean macular thickness was 335.38±113.88 µm in active stage and 235.96±48.38 µm in remission phase. This difference was statistically significant (p=0,025). The integrity of photoreceptor inner and outer segment junction was disturbed in 65% of patients with active disease. Of these patients, 30,8% the integrity of this layer was regained with remission.

DISCUSSION: OCT provides clinically important information about changes induced by acute inflammatory episodes. These findings were found to be correlated with clinical features. OCT is a non-invasive technique which may be used to follow-up and to evaluate the response to treatment of patients with uveitis.
Abstract

11.Microperimetry
Hakan Özdemir, Fevzi Şentürk, Serra Arf, Murat Karaçorlu
Pages 404 - 406
Klinik uygulamada görme testi olarak kullanılan görme keskinliği ölçümü, hala altın standart olarak kabul edilmektedir. Ancak görme keskinliği fonksiyonel görmeyi tam olarak yansıtmamaktadır. Bu yüzden, retina hastalıklarında maküla fonksiyonunu daha detaylı olarak inceleyebilmek başka görme fonkisyon testlerine ihticımız vardır. Görme fonksiyonu testlerinden biri olan mikroperimetri retina hastalıklarında görülen görme kaybının özelliklerini anlamamıza yardımcı olabilir. Mikroperimetri ile retinadaki fiksasyon ve maküla duyarlılığı kesin olarak test edilebilmekte ve maküla morfolojisi ile fonksiyonel parametreleri titiz şekilde üst üste birleştirilebilmektedir. Bu derlemede, mikroperimetri ile ilgili literatür bilgisi gözden geçirilmiştir. Bu zaman sürecinde bilinen patolojilerdeki mikroperimetri bulguları ve tekniğin tekrarlanabilirliği yanında, farklı muayene yöntemleri ile uyumluluğu konusunda da kayda değer veriler oluşmuştur.
Visual acuity is still considered the gold standard in clinical practice of vision testing, but it does not entirely reflect functional vision. In case, we need an other functional tests to more detailed assess to macular function in retinal diseases. A test of visual function which may help in understanding the characteristics of visual loss in retinal diseases could be microperimetry. With microperimetry retinal fixation and macular sensitivity may be accurately tested, with strict correspondance of visual parameters of macular morphology.
In this paper, we review the literature encompassing the results of microperimetry. During this time, results on known diseases and reproducibility of the technique were published, but a lot of work was also performed on the combination of different examination methods.
Abstract

12.Toxic Anterior Segment Syndrome (TASS)
Özlem Öner, Yonca Aydın Akova, Yıldırım Beyazıt Usta
Pages 407 - 413
Toksik anterior segment sendromu (TASS) cerrahi sonrası ön segmentte infeksiyöz olmayan ajanlarla gelişen ve göz içi dokularda yaygın hasarla sonuçlanan göz içi inflamasyondur. Etyolojik faktörler arasında cerrahi travma, bakteriyel endotoksinler, göz içi kullanılan solüsyonların uygun olmayan pH ve osmolalitesi, koruyucular, denatüre oftalmik viskocerrahi gereçler (OVD), cerrahi malzemelerin yetersiz durulanması, temizlenmesi, sterilizasyonu, göz içi mercekler, göz içi merceklerde kullanılan temizleme ajanları ve cilalama bileşikleri sayılabilir. Bulanık görme, korneal ödem, hipopyon ve reaktif olmayan pupilla ile karakterize bulgu ve semptomlar genellikle ilk 24 saatte ortaya çıkar. İnfeksiyöz endoftalmi ile ayırıcı tanısı önemlidir. TASS oluşumunun önlenmesi en önemli tedavi seçeneğidir. TASS günümüzde giderek sık görülen katarakt komplikasyonlarından biridir. Bu nedenle olası TASS sebepleri, tedavi seçenekleri ve korunma yöntemleri bu yazıda özetlenmiştir.
Toxic anterior segment syndrome (TASS) is a sterile intraocular inflammation caused by noninfectious substances, resulting in extensive toxic damage to the intraocular tissues. Possible etiologic factors of TASS include surgical trauma; bacterial endotoxin; intraocular solutions with inappropriate pH and osmolality; preservatives; denatured ophthalmic viscosurgical devices (OVD); inadequate sterilization, cleaning and rinsing of surgical devices; intraocular lenses; polishing and sterilizing compounds which are related to intraocular lenses. The characteristic signs and symptoms such as blurred vision, corneal edema, hypopyon and nonreactive pupil usually occurs 24 hours after the cataract surgery. The differential diagnosis of TASS from infectious endophthalmitis is important. The main treatment for TASS formation is prevention. TASS is a cataract complication that is seen more common in nowadays. Therefore possible underlying causes, treatment and prevention methods of TASS were summarized in this article.
Abstract

13.The significance of ocular findings in the diagnosis of Fabry’s disease
Cem Özgönül, Osman Melih Ceylan, Volkan Hürmeriç, Fazıl Cüneyt Erdurman, Üzeyir Erdem
Pages 414 - 416
Fabry hastalığı, X’ e bağlı geçiş gösteren, alfa-galaktozidaz A enzim eksikliğinin neden olduğu, göz de dahil çeşitli doku ve organlarda glikosfingolipidlerin ilerleyici birikimiyle karakterize bir hastalıktır. Fabry hastalığının oküler bulguları arasında kornea vertisillata, konjonktival vasküler değişiklikler, retinal damarlarda tortuosite ve katarakt yer almaktadır. Çalışmamızda kornea bulgularının tespitinden sonra Fabry hastalığı tanısı alan bir erkek hastanın klinik ve konfokal mikroskopi bulguları incelenmiştir.
Fabry’s disease is an X-linked, inherited disorder caused by a deficiency of the enzyme alfa-galactosidase A, with progressive accumulation of glycosphingolipids within several tissues and organs, including the eye. Ocular findings of Fabry disease are cornea verticillata, conjunctival vascular changes, retinal vessel tortuosity and cataract. We report the clinical and confocal microscopic findings of the cornea verticillata observed in a patient who was diagnosed as Fabry’s disease.
Abstract

14.Eye Involment in Möbius Syndrome and its Treatment
Tuğba Güngör Kızıloğlu, Fatma Gül Yılmaz Çınar, Deniz Somer, Elvin Çaylak Yıldız, Mustafa Kızıloğlu, Ayşe Burcu, Firdevs Örnek
Pages 417 - 422
Möbius sendromu horizontal oftalmopleji ve fasial paralizi ile seyreden konjenital bir hastalıktır. Hastanemiz göz klinigine sevk edilen ve yapılan tetkikler sonucu Möbius sendromu tanısı konulan 4 olgu çalışmaya alındı. Tanı alan hastalardan 2’si düzenli aralarla takip edildi. Bu iki hastadan birine her iki medial rektuslara geriletme ve inferior oblik tenotomi uygulandı. Diğer hastaya amnion membran transplantasyonunu takiben şaşılık cerrahisi uygulandı. Cerrahide lateral rektusta hipoplazi saptandı ve medial rektusa rezeksiyon uygulandı. Esotropya birlikteliği görülen olgularda refraktif ve cerrahi tedavi ile yüz güldürücü sonuçlar alınabileceği gözlendi. Aynı zamanda bu hastalarda yapısal kas anomalilerinin ve/veya horizontal bakış paralizilerinin de karşımıza çıkabileceği akılda tutularak cerrahi öncesi kranial ve orbita manyetik rezonans görüntüleme tetkiklerinin anlamlı olacağı düşünüldü.
Möbius syndrome is a congenital disease which is characterized by horizontal ophthalmoplegia and facial paralysis. Four patients who were refered to our clinic and who were diagnosed as Möbius syndrome were included to the study. Of these, two cases were followed-up on a regular basis. In one of these two cases, bilateral medial rectus recession and inferior oblique tenotomy were performed. The other case underwent strabismus surgery followed by amnion membran transplantion. In this patient, lateral rectus muscle was determined as hypoplasic during the surgery and medial rectus muscle resection was performed. Satisfactory refractive and surgical outcomes could taken in patients with esotropia were observed. It should be considered that structural muscle anomalies and/or horizontal gaze palsy may accompany this condition and cranial and orbital magnetic resonance imaging can be helpful in determining these anomalies before the surgery.
Abstract

15.Tectonic corneal grafting after corneal perforation due to pterygium surgery
Melis Palamar Onay, Egrilmez Sait, Yagci Ayse
Pages 423 - 425
Amaç: Primer konjonktiva kapatması ve intraoperatif Mitomisin C kullanılarak yapılan pterjiyum cerrahisi sonrası kornea perforasyonu oluşan üç olguyu ve korneal greftleme ile tedavi yaklaşımımızı sunmak.
Gereç ve Yöntem: Dış merkezlerde primer konjonktiva kapatılması ve intraoperatif Mitomisin C yöntemi ile pterjiyum cerrahisi uygulanan üç hasta, kornea perforasyonu nedeniyle kliniğimize refere edildi. Tüm olgularda nazal kornea bölgesinde lokalize perforasyon izlenmekteydi.
Bulgular: Perforasyonların onarımı için korneal greftleme uygulandı. Greftleme tüm olgularda başarı sağladı, ve herhangi bir komplikasyon veya ek tedavi gereksinimi oluşmadı.
Sonuç: Kornea perforasyonu pterjiyum cerrahisinin nadir bir komplikasyonudur. Tektonik korneal greft uygulanması, pterjiyum cerrahisine bağlı kornea perforasyonlarında güvenilir ve son basamak tedavi yöntemidir.
Purpose: To report three cases of corneal perforation after pterygium surgery with primary conjunctival closure and intraoperative Mitomycin C, and its treatment with corneal grafting.
Materials&Methods: Three patients who had undergone pterygium excision with primary conjunctival closure and intraoperative Mitomycin C elsewhere, were referred to our clinic for corneal perforation. Nasally located corneal perforation was evident in all cases.
Results: Corneal grafting was performed to repair the perforations. The grafting was succesful in all cases and no complication or need for further treatment were observed.
Conclusions: Corneal perforation is a rare complication of pterygium surgery. Tectonic corneal grafting is a reliable and final surgical method for repairment of corneal perforation due to pterygium surgery.
Abstract