Volume: 44  Issue: 4 - 2014
Hide Abstracts | << Back
1.Comparison of Spectral Domain Optical Coherence Tomography and Ultrasonic Pachymetry for Assessment of Central Corneal Thickness
Ali Rıza Cenk Çelebi, G. Ertugrul Mirza
Pages 259 - 262
Purpose: The aim of this study was to determine if there is a difference in central corneal thickness measurements in healthy individuals obtained by Cirrus spectral domain optical coherence tomography and ultrasonic pachymetry.

Materials and Methods: The study included 50 healthy consecutively selected individuals without ocular or systemic disease. Central corneal thickness was first measured using optical coherence tomography, and then using ultrasonic pachymetry.

Results: Mean age of the participants was 31.44 years. Mean central corneal thickness measured using spectral domain optical coherence tomography was 531.78 µm, versus 535.15 µm by ultrasonic pachymetry. Mean central corneal thickness measurement obtained by Cirrus spectral domain optical coherence tomography showed statistically significant difference by approximately 3.37 µm than the one obtained by ultrasonic pachymetry (t-test, P < 0.05); however, Bland-Altman analysis proved that there was high concordance between the measurements.

Conclusion: Central corneal thickness measurements obtained by Cirrus spectral domain optical coherence tomography were very similar to those obtained by ultrasonic pachymetry, and as such we think that Cirrus spectral domain optical coherence tomography can be used in our present ophthalmology practice in terms of measuring central corneal thickness.
Abstract

2.Comparison of Central Corneal Thickness Measurements by Ultrasonic Pachymetry and Orbscan II Corneal Topography and Evaluation of Ultrasonic Pachymetry Repeatability
Semra Tiryaki Demir, Mahmut Odabaşı, Mehmet Ersin Oba, Ayşe Burcu Dirim, Efe Can, Orhan Kara
Pages 263 - 267
Amaç: Aynı gözlemci için ultrasonik pakimetre ve Orbscan II korneal topografi santral korneal kalınlık ölçümlerinin karşılaştırılması ve ultrasonik pakimetrenin tekrarlanabilirliğinin değerlendirilmesi.
Materyal ve Metod: Çalışmaya 66 primer açık açılı glokom (PAAG)’lu hastanın 132, 41 oküler hipertansiyon (OHT)’lu hastanın 82 ve 40 kontrol grubunun 80 gözü dahil edildi. Olguların tümüne rutin göz muayenesi yapıldı. Santral kornea kalınlık ölçümü için Orbscan II ( Bausch & Lomb) korneal topografi ve ultrasonik pakimetre (Nidek Ultrasonic Pachymetry UP-1000) kullanıldı. Değişkenlerin dağılımında ANOVA (Tukey test ), tekrarlayan ölçümlerde eşleştirilmiş örneklem t test, analizlerde SPSS 20.0 programı kullanıldı.
Sonuçlar: Santral kornea kalınlık ultrasonik pakimetre ile ortalama 558,9±37,2 µm iken korneal topografi ile 553,4±37 µm idi. İki ölçüm yöntemi arasında anlamlı fark saptandı (p<0,0001). Ultrasonik pakimetre korneal topografiye göre SKK’yı ortalama 5,55±8,28 µm daha yüksek ölçtüğü gözlendi. Cinsiyetler arasında SKK’da anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Santral kornea kalınlık ultrasonik pakimetre ile sırasıyla PAAG grubunda 555±39,2 µm, OHT grubunda 564,3±28,4 µm, kontrol grubunda 559,7±41,5 µm iken, Orbscan II korneal topografi ile sırasıyla PAAG grubunda 550,3±38,3 µm, OHT grubunda 558,5±28 µm, kontrol grubunda 553,2±42,5 µm olarak saptandı. Orbscan II korneal topografi ile ultrasonik pakimetri SKK ölçümü arasında anlamlı doğrusal korelasyon saptandı (r= 0,975, p<0,0001). Ultrasonik pakimetrenin aynı gözlemci için tekrarlanabilirliği (ICC değeri) 0,990 idi.
Tartışma: Santral korneal kalınlık ölçümünde ultrasonik pakimetre ile Orbscan II korneal topografi arasında anlamlı korelasyon bulunmaktadır. Ultrasonik pakimetre, SKK’yı Orbscan II korneal topografiye göre daha yüksek ölçtüğünden bu iki ölçüm yöntemi birbirinin yerine kullanılmamalıdır. Ultrasonik pakimetrenin aynı gözlemci için tekrarlanabilirliği oldukça yüksektir.
Purpose: Comparison of central corneal thickness Measurements by ultrasonic pachymetry and Orbscan II corneal topography and evaluation of ultrasonic pachymetry repeatability for same observer.
Material and Method: The study included 132, 82 and 80 eyes of 66 patients with primary open angle glaucoma (POAG), 41 patients with ocular hypertension (OHT) and 40 control patients, respectively. All subjects were subjected to routine ophthalmic examination. Orbscan II ( Bausch & Lomb) corneal topography and ultrasonic pachymetry (Nidek Ultrasonic Pachymetry UP-1000) were used for measurement of central corneal thickness. ANOVA (Turkey test) was used for variable distribution, paired sample t-test was used for repeated measurements and analyses were done by SPSS 20.0.
Results: Mean central corneal thickness was 558,9±37,2 µm by ultrasonic pachymetry and 553,4±37 µm by corneal topography. There was significant difference between two measurements (p<0,0001). CCT was mean 5,55±8,28 µm more thicker by ultrasonic pachymetry compared to corneal topography. There was no significant difference between genders (p>0,05). Central corneal thickness was 555±39,2 µm, 564,3±28,4 µm and 559,7±41,5 µm by ultrasonic pachymetry in groups of POAG, OHT and control, respectively; central corneal thickness was 550,3±38,3 µm, 558,5±28 µm, 553,2±42,5 µm by Orbscan II corneal topography in groups of POAG, OHT and control, respectively. There was significant linear correlation between Orbscan II corneal topography and ultrasonic pachymetry in CCT measurements (r= 0,975, p<0,0001). Repeatability of ultrasonic pachymetry for same observer was (ICC value) 0,990.
Discussion: There is significant correlation between Orbscan II corneal topography and ultrasonic pachymetry in CCT measurements. These two methods of measurements should not be substituted for each other, since ultrasonic pachymetry measures CCT greater than Orbscan II corneal topography. Repeatability of ultrasonic pachymetry for same observer is very high.
Abstract

3.Effect of Eye Rubbing on Corneal Biomechanical Properties and Intraocular Pressure
Refik Oltulu, Meryem Donbaloğlu, Günhal Şatırtav, Mehmet Okka, Ahmet Özkağnıcı
Pages 268 - 271
Amaç: Göz ovalamanın kornea biyomekaniği ve göz içi basıncına olan etkisinin değerlendirilmesi.
Gereç ve yöntem: Herhangi oküler ve sistemik bir hastalığı olmayan, 15 ile 50 yaş arası gönüllü bireylerde Oküler cevap analizörü (OCA) (Ocular Response Analyzer; ORA, Reichert, USA) kullanarak Goldmann ile uyumlu göz içi basıncı (GİBg), korneanın biyomekanik özellikleri ile kompanse edilmiş GİB (GİBkk), kornea rezistans faktörü (KRF) ve kornea histerezisi (KH) değerlendirildi. Her olgudan bazal ölçüm yapıldıktan sonra 30 saniyelik bir süre boyunca kendi gözünü ovalaması istendi, ovalama sonrası mümkün olan en kısa sürede ölçüm tekrarlandı. Verilerin istatistiksel analizinde student t- testi kullanıldı. p< 0.05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Çalışmaya 53 olgunun 81 gözü dahil edildi. Olguların ortalama yaşı 32±10.11 (15-50 yıl) idi. Ovalama öncesi ortalama KH 10.93±1.69 mmHg, KRF 10.82±1.78 mmHg, GİBg 15.76±3.18 mmHg ve GİBkk 15.74±2.69 mmHg iken ovalama sonrası KH 11.11±1.52 mmHg, KRF 10.54±1.56 mmHg, GİBg 14.32±3.10 mmHg ve GİBkk 14.20±2.77 mmHg olarak tespit edildi. KRF, GİBg ve GİBkk değerlerindeki azalma istatistiksel olarak anlamlı olup (p<0.05), KH ’deki değişim istatistiksel olarak anlamlı değildir (p>0.05).
Sonuç: Gözün ovalanmasının göz içi basınç ölçümleri ve kornea rezistans faktörü üzerine belirgin etkileri bulunmaktadır. OCA ile ölçüm alınması öncesinde ve sonuçlarının değerlendirilmesinde bu husus dikkate alınmalıdır.
Purpose: To determine whether corneal biomechanical properties and intraocular pressure (IOP) are affected by eye rubbing.
Materials and methods: Healthy individuals, aged between 15 and 50, without any ocular pathological signs were included. Corneal biomechanical parameters; Goldmann equivalent intraocular pressure (IOPg), corneal- compensated intraocular pressure (IOPcc), corneal resistance factor (CRF) and corneal hysteresis (CH) values were measured using an ocular response analyzer (ORA). Measurements were taken at baseline and immediately after 30 seconds of eye rubbing. ORA parameters before and after eye rubbing were analyzed using Student t test. A p value less than 0.05 was considered statistically significant.
Results: Eighty- one eyes of 53 individuals were included, mean age was 32±10.11(15-50 years). Before eye rubbing, mean measurement values were; CH 10.93±1.69 mmHg, CRF 10.82±1.78 mmHg, IOPg 15.76±3.18 mmHg and IOPcc 15.74±2.69 mmHg. Mean values after eye rubbing were; CH 11.11±1.52 mmHg, CRF 10.54±1.56 mmHg, IOPg 14.32±3.10 mmHg, IOPcc 14.20±2.77 mmHg. Decrease in CRF, IOPg and IOPcc were statistically significant while change in CH was found to be statistically insignificant.
Conclusion: CRF, IOPg and IOPcc decreased significantly after eye rubbing and this should be considered before taking any ORA measurements and interpreting the results.
Abstract

4.Corneal Thickness During Corneal Collagen Cross-Linking With Isotonic Riboflavin Solution Without Dextran
Refik Oltulu, Meryem Donbaloğlu, Günhal Şatırtav, Nazmi Zengin, Ahmet Özkağnıcı
Pages 272 - 274
Amaç: Dekstransız izotonik riboflavin solüsyonu ile yapılan kornea kollojen çapraz bağlama uygulamasında (KKÇB) kornea kalınlığının takip edilmesi
Gereç ve Yöntem: Progresif keratokonus olgularına uygulanan KKÇB uygulaması sırasında kornea kalınlığı değerlendirildi. Her olgunun sırası ile kornea epiteli kazındıktan sonra: 0, 15 ve 30 dakikalarda, Ultraviole A (UVA) uygulama sırasında 15. ve 30. dakikalarda santral kornea kalınlığı ultrasonik pakimetri ile ölçüldü
Bulgular: Progresif keratokonusu olan 24 olgunun 24 gözü çalışmaya dahil edildi. Ortalama en ince pakimetrik değer, kornea epiteli kazındıktan sonra 0, 15 ve 30. dakikalarda sırasıyla 409.38±10.43 µm (383-435 µm), 434.56±17.68 µm (400-485 µm) ve 457.44±21.78 µm (428-516 µm) idi ve UVA uygulamasının 15. ve 30. dakikasında sırasıyla 471.69 ±23.38 µm (439-526 µm) ve 482.63±23.69 µm (436-524 µm) olarak tespit edildi. Uygulama süresince kornea kalınlığındaki artışın bir önceki ölçümle kıyaslandığında istatistiksel olarak anlamlı olduğu görüldü ( P< 0.001).
Sonuç: Dekstransız izotonik riboflavin solüsyonu ile yapılan KKÇB uygulaması sırasında korneada incelmenin olmadığı, aksine uygulama süresince korneanın düzenli şekilde kalınlaştığı görüldü.
Purpose: To monitor the corneal thickness change during the dextran-free isotonic riboflavin solution aided corneal collagen cross-linking procedure in keratoconus patients.
Materials and Method: Corneal thickness measurements during the corneal collagen cross-linking (CXL) treatment for progressive keratoconus were evaluated. The corneal thickness measurements were obtained with ultrasonic pachymetry at five different time points: 0,15 and 30 minutes after epithelial removal and 15 and 30 minutes after the initiation of UVA irridation.
Results: Twenty four eyes of 24 patients with progressive keratoconus were included in the study. The thinnest pachymetric values obtained at the 0, 15 and 30 minute measurements after corneal deepithelisation were 409.38±10.43 µm (383-435 µm), 434.56±17.68 µm (400-485 µm) and 457.44±21.78 µm (428-516 µm), respectively. Pachymetric values obtained at 15 and 30 minutes after UVA irridation application to the cornea were 471.69 ±23.38 µm (439-526 µm) and 482.63±23.69 µm (436-524 µm), respectively. The gradual increase was found to be statistically significant when each measurement was compared with the previous values ( P< 0.001).
Conclusion: We found that the corneal thickness was not decreased during the CXL with dextran free isotonic riboflavin solution in contrary, corneal thickness was increased regularly during the procedure.
Abstract

5.The Effect of Nd: Yag Laser Capsulotomy on Visual Acuity, Intraocular Pressure, Central Corneal Thickness and Refractive Status
Nihat Polat, İbrahim Tuncer, Eyyüp Karahan, Mehmet Özgür Zengin
Pages 275 - 279
Amaç: Neodymium: yttrium-aluminum-garnet (Nd: YAG) lazer kapsülotomi öncesi ve sonrasında görme keskinliği, göz içi basıncı (GİB), santral kornea kalınlığı (SKK), ve sferik ekivalan (SE) değişimlerinin değerlendirilmesi.
Gereç ve Yöntem: Arka kapsül kesafeti bulunan 68 (40 erkek, 28 kadın) hastanın 68 gözü çalışmaya dahil edildi. Gereken en az enerji ve şut sayısıyla Nd: YAG lazer kapsülotomi uygulandı. İşlem öncesi ve sonrasında 1. hafta, 1. ay ve 3. ay tüm hastalara en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EDGK), SE, GİB ve SKK ölçümleri yapıldı. Veriler istatistiksel olarak analiz edildi.
Bulgular: Lazer sonrası görme keskinliklerinde lazer öncesine göre artış gözlendi.Lazer öncesi ve laser kapsülotominin 1. ay ve 3. ay sonrası sonuçlar arasında anlamlı bir artış mevcuttu (p<0.05). Laser kapsülotominin 1. haftası ile 1. ay ve 3. ay sonrası sonuçlar arasında anlamlı fark yoktu (p>0.05 ). Lazer öncesi ortalama SE değerlerinde laser sonrasına göre hipermetropik yöne kayma izlendi. Lazer öncesi ve laser kapsülotominin 1. hafta, 1. ay ve 3. ay sonrası sonuçlar arasında anlamlı bir artış mevcuttu (p<0.001). Lazer kapsülotominin 1. haftası ile 1. ay ve 3. ay sonrası sonuçlar arasında anlamlı fark yoktu (p=0.068 ve p=0.541 sırasıyla ). Lazer öncesi ortalama SKK ve laser kapsülotominin 1. hafta sonrası sonuçlar arasında anlamlı bir artış mevcuttu (p<0.001). Lazer öncesi ve laser kapsülotominin 1. ay ve 3. ay sonrası sonuçlar arasında anlamlı fark yoktu (p=0.296 ve p=0.304 sırasıyla). Lazer öncesi GİB ölçümü ve lazer kapsülotominin 1. hafta sonrası sonuçlar arasında anlamlı bir artış mevcuttu (p<0.001). Lazer öncesi ve lazer kapsülotominin 1. ay ve 3. ay sonrası sonuçlar arasında anlamlı fark yoktu (p=0.438 ve p=0.664 sırasıyla).
Sonuç: Nd: YAG lazer arka kapsülotomi yapılan hastalarda özellikle ilk hafta da görme keskinliği, GİB, SKK ve SE değerlerinde önemli değişiklikler izlenmektedir.
Purpose: To evaluate visual acuity intraocular pressure,central corneal thickness and spherical equivalent differences pre-and post-Nd: YAG laser capsulotomy
Materials and Methods: This study included 68 patients (40 men,28 women) who had posterior capsule opacification underwent Nd: YAG lazer capsulotomy,with a minimal energy and shooting number lazer capsulotomy. Visual acuity (BCVA), intraocular pressure (IOP), central corneal thickness(CCT) and spherical equivalent(SE) were measured before and 1. week, 1. and 3. month after laser capsulotomy. The post-treatment measurements were compared with pre-treatment measurements statistically.
Results: There were statistically significant differences between before and the post-laser BCVA values at 1 week, 1 month, and 3 months(p<0.05).There were no statistically significant differences between 1 week,1 month and 3 months(p>0.05).
There were statistically significant differences between before and the post-laser SE values at 1 week, 1 month, and 3 months(p<0.001). There were no statistically significant differences between 1 week,1 month and 3 months(p=0.068 and p=0.541 respectively). There were statistically significant differences between before and the post-laser CCT values at 1 week, 1 month, and 3 months(p<0.001). There were no statistically significant differences between 1 week,1 month and 3 months(p=0.296 and p=0.304 respectively). There were statistically significant differences between before and the post-laser İOP values at 1 week, 1 month, and 3 months(p<0.001). There were no statistically significant differences between 1 week,1 month and 3 months(p=0.438 and p=0.664 respectively).
Conclusion: Substantial changes were observed at visual acuity intraocular pressure,central corneal thickness and spherical equivalent who had posterior capsule opacification underwent Nd: YAG lazer capsulotomy esspecialy at first postoperative week.
Abstract

6.A New Potential Cause In The Development Of Toxic Anterior Segment Syndrome: Fibrin Glue
Selçuk Sızmaz, Cem Küçükerdönmez, Altuğ Çetinkaya, Yonca Aydın Akova
Pages 280 - 283
Amaç: Toksik ön segment sendromuna yol açan olası bir etkeni sunmak
Gereç ve Yöntemler: Komplikasyonsuz fakoemülsifikasyon ve göz içi lensi yerleştirilmesini takiben toksik ön segment sendromu gelişen 4 olgu sunulmaktadır.
Bulgular: Olgular, 5 ay ara ile 2 ayrı ameliyat gününün ilk 2 olgusu idi. Toksik ön segment sendromunun en belirgin bulgusu limbustan limbusa uzanan kornea ödemiydi. Ağrı ve/veya göz içi basınç artışı da diğer sık bulgulardı. İlk olaydan sonra tüm cerrahi ve cerrahi öncesi basamaklar gözden geçirildi; ikinci olaydan sonra daha detaylı araştırma gerekti. Önceki ameliyat gününün son vakası olan otogreftli piterjiyum cerrahisinden arta kalan fibrin yapıştırıcı artıklarının sorumlu etken olduğu bulundu. Yoğun kortikosteroid tedavisine rağmen 2 hastada kornea ödemi düzelmedi ve hastalar keratoplastiye gitti.
Sonuç: Toksik ön segment sendromu görmeyi tehdit eden bir durumdur ve yeni olguların önlenebilmesi için etkene yönelik yoğun araştırma gerektirir. Tüm basamaklar dikkatlice gözden geçirilmelidir.
Amaç: Toksik ön segment sendromuna yol açan olası bir etkeni sunmak
Gereç ve Yöntemler: Komplikasyonsuz fakoemülsifikasyon ve göz içi lensi yerleştirilmesi sonrasında toksik ön segment sendromu gelişen 4 olgu sunulmaktadır.
Bulgular: Olgular, 5 ay ara ile 2 ayrı ameliyat gününün ilk 2 olgusu idi. Toksik ön segment sendromunun en belirgin bulgusu limbustan limbusa uzanan kornea ödemiydi. Ağrı ve/veya göz içi basınç artışı da diğer sık bulgulardı. İlk olaydan sonra tüm cerrahi ve cerrahi öncesi basamaklar gözden geçirildi; ikinci olaydan sonra daha detaylı araştırma gerekti. Önceki ameliyat gününün son vakası olan otogreftli piterjiyum cerrahisinden arta kalan fibrin yapıştırıcı artıklarının sorumlu etken olduğu bulundu. Yoğun kortikosteroid tedavisine rağmen 2 hastada kornea ödemi düzelmedi ve hastalara keratoplasti yapıldı.
Sonuç: Toksik ön segment sendromu görmeyi tehdit eden bir durumdur ve yeni olguların önlenebilmesi için etkene yönelik yoğun araştırma gerektirir. Tüm basamaklar dikkatlice gözden geçirilmelidir.
Abstract

7.The Retinal Nerve Fiber Layer Thickness Changes After Phacoemulsification Surgery Evaluated By Optical Coherence Tomography
Cumali Değirmenci, Filiz Afrashi, Serhad Nalçacı, Suzan Güven Yılmaz
Pages 284 - 287
AMAÇ: Optik koherens tomografi (OKT) ile değerlendirilen retina sinir lifi kalınlığının (RNFL) katarakt cerrahisi öncesi ve sonrası değişiminin incelenmesi.

GEREÇ-YÖNTEM: Çalışmamıza retina sinir lifi kalınlığını etkileyebilecek herhangi bir retina, optik sinir ve kornea hastalığı olmayan, komplikasyonsuz katarakt cerrahisi uygulanmış 44 hastanın 44 gözü alındı. Tüm hastalara katarakt cerrahisinden bir gün önce ve cerrahiden bir ay sonra spektral domain OKT ile RNFL ölçümü yapıldı. Katarakt düzeyleri Lens Opacities Classification System III (LOCS III) sistemine göre derecelendirildi.

BULGULAR: Hastaların yaş ortalaması 62,68±9,46 idi. Gözlerden 23’ ü sağ (%52,3) ve 21’ i sol (%47,7) idi. Cerrahi öncesi ortalama en iyi düzeltilmiş görme keskinliği 0,29±0,12, cerrahi sonrası 1. ayda en iyi düzeltilmiş görme keskinliği 0,93±0,12 olarak saptandı. Ortalama RNFL kalınlığı cerrahi öncesi 89,43±23,0 µ iken cerrahi sonrası 106,57±12,5 µ idi. Aradaki fark istatiksel olarak anlamlıydı. Ortalama görüntü kalitesi cerrahi öncesi %44,53 iken cerrahi sonrası %63,51 idi. Aradaki fark istatiksel olarak yine anlamlıydı.

SONUÇ: Katarakt varlığı OKT’ de görüntü kalitesini etkilemektedir ve RNFL ölçümlerinin daha düşük çıkmasına yol açmaktadır. Katarakt cerrahisi OKT’ de görüntü kalitesini artırarak RNFL ölçümlerinin daha sağlıklı elde edilmesini sağlar.
Purpose: To evaluate retinal nerve fiber layer (RNFL) thickness by optical coherence tomography before and after cataract surgery
Material and method: In our study we included 44 eyes of 44 patients who underwent uncomplicated cataract surgery and had no preexisting pathology involving of the retina, optic nerve, or cornea. All patients were scanned by OCT for RNFL measurements 1 day before cataract surgery and 1 month after cataract surgery. The grading of cataract were based on the Lens Opacities Classification System III (LOCS III).
Results: The mean age of patients was 62,68±9,46. Preoperatively mean best corrected visual acuity was 0,29±0,12, one month after operation mean best corrected visual acuity was 0,93±0,12. Mean RNFL thickness preoperatively was 89,43±23,0 µ and postoperatively was 106,57±12,5 µ. The difference was statistically significant. Mean image quality preoperatively was 44,53% and postoperatively was %63,51. The difference was also statistically significant.
Conclusion: The presence of cataract may effect image quality of OCT and leading to lower RNFL thickness values than expected. Cataract surgery increases image quality of OCT and allow accurate RNFL measurements.
Abstract

8.Evaluation of posterior vitreous detachment after microcoaxial cataract surgery
Erhan Özyol, Pelin Özyol, Beyza Doğanay Erdoğan
Pages 288 - 292
Amaç: Mikrokoaksiyel katarakt cerrahisi sonrası gelişen arka vitreus dekolmanının (AVD) diğer gözdeki AVD mevcudiyeti dikkate alınarak değerlendirilmesi.
Gereç ve yöntem: Bu prospektif çalışmada yaşları 59 ile 70 arasında değişen, bilateral fakik olan ve cerrahi planlanan gözünde AVD olmayan 40 hastanın 40 gözü değerlendirildi. Olgular diğer fakik gözde spontan AVD mevcudiyetine göre gruplandırıldı. Grup 1, diğer fakik gözde spontan AVD’si olan 14 olgudan; grup 2 diğer fakik gözde AVD’si olmayan 26 olgudan oluştu. Gruplar cerrahi yapılan gözde AVD gelişimi açısından karşılaştırıldı. AVD mevcudiyeti katarakt cerrahisi öncesinde ve sonrası 1. ve 3. aylarda değerlendirildi.
Bulgular: Gruplar arasında yaş, cinsiyet, refraksiyon derecesi, aksiyel uzunluk, ortalama fako zamanı ve ortalama etkili fako zamanı açısından fark bulunmadı (P >.05). Grup 1’de cerrahi sonrası 1. ayda 8 gözde; 3. ayda 2 gözde yeni AVD tespit edilirken, grup 2’de 1. ayda 6; 3. ayda 2 gözde yeni AVD tespit edildi. Gruplar arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (1. ay P=.043; 3. ay P=.028).
Sonuç: Katarakt cerrahisinde küçük kesiye rağmen AVD gelişimi kaçınılmaz olabilir. Diğer fakik gözde spontan gelişen AVD cerrahiye bağlı AVD gelişiminde dikkate alınmalıdır.
Purpose: To evaluate the posterior vitreous detachment (PVD) after microcoaxial cataract surgery by considering presence or absence of PVD in the phakic fellow eye.
Materials and methods: In this prospective study, patients aged between 59 and 70 years, bilateral phakic, 40 eyes without PVD of 40 patients scheduled for surgery were evaluated. The patients were assigned to1 of 2 groups according to presence or absence of PVD in the phakic fellow eye. Group 1 consisted of 14 patients with spontan PVD in the phakic fellow-eye; group 2 consisted of 26 patients without spontan PVD in the phakic fellow eye. Groups were compared in terms of occurence of PVD after cataract surgery. The PVD was evaluated before cataract surgery and first and third months after surgery.
Results: There was no statistical difference in age, sex, manifest refraction, axial length, mean phaco time and mean effective phaco time between groups (P >.05). While the new-onset PVD was detected in 8 eyes at first month, and in 2 eyes at third month in group 1, it was in 6 eyes at first month and in 2 eyes at third month in group 2. The difference between groups was statistically significant (P=.043 for first month; P=.028 for third month).
Conclusion: Even though size of incision has been reduced in cataract surgery, the occurence of PVD is a potential result. The presence of PVD in the phakic fellow eye should be considered for the occurence of PVD due to surgery.
Abstract

9.Surgical results in unilateral superior oblique muscle palsy
Aylin Tenlik, Yaşar Duranoğlu, Hatice Deniz İlhan
Pages 293 - 296
Amaç: Tek taraflı üst oblik kas felcinde (ÜOKF) yapılan cerrahi tedavi ve sonuçlarının değerlendirmesi.
Materyal-Metod: Kliniğimizde 1999-2009 yılları arasında tek taraflı ÜOKF tanısı alarak opere edilen hastalar retrospektif olarak incelendi. Hastaların demografik özellikleri, cerrahi öncesi bulguları, cerrahi yöntem, komplikasyonlar, kontrol muayeneleri kaydedildi.
Bulgular: Çalışma kapsamına alınan 37 hastanın 22’si (%59) erkek, 15’i (%41) kadındı. Hastaların yaşı ortalama 20,6 idi. Kaymanın ilk fark edilmesi ile operasyon arasında geçen süre ortalama 7.3 yıldı. Hastaların ameliyat sonrası ortalama takip süresi 2,04 ( min: 1; max: 10) yıldı. Yedi (%18,9) vakada diplopi, 36 (%97,3) hastada anormal baş pozisyonu tespit edildi. Hastaların 25’ine alt oblik kas tenotomisi ve distal kas rezeksiyon cerrahisi, ilave olarak beş hastaya horizontal kaslara müdahale, beş hastaya karşı taraf alt rektus kasına geriletme ve iki hastaya da aynı taraf üst rektus kasına geriletme uygulandı. Otuz altı hastada mevcut olan anormal baş pozisyonunun postoperatif olarak tamamen düzeldiği izlendi. Ameliyat öncesi AOK hiperfonksiyonu derecesi ortalama +3,3±0,8 olup ameliyat sonrasında iki hastada (%5,7) devam ediyordu ve ortalama +1,5 olarak ölçüldü. Aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0,001). ÜOK hipofonksiyonu ameliyat öncesinde ortalama -2.18 olup, ameliyat sonrasında sadece üç hastada ortalama -1 düzeyindeydi. Aradaki fark istatiksel olarak anlamlı bulundu (p<0,001). Primer pozisyonda belirlenen hiperdeviasyon miktarı ameliyat öncesi dönemde ortalama 22 PD iken, ameliyat sonrası tüm hastalarda hiperdeviasyonun kaybolduğu gözlendi. Yedi hastada kaydedilen ameliyat öncesi diplopi postoperatif dönemde tamamen kayboldu. Ameliyat sonrası dönemdeki komplikasyonlar arasında en sık (%13,5) karşı taraf AOK hiperfonksiyonuna rastlandı. Hiçbir olguda ameliyat sonrasında adherens sendromu gelişmedi.
Sonuç: Bu çalışmada tek taraflı ÜOKF’i olan hastalarda gelişen hiperdeviasyonu azaltmada çoğunlukla AOK’ın zayıflatılmasının yeterli olduğu sonucuna varıldı.
Materials and methods: Clinical charts of the patients with unilateral superior oblique muscle palsy (SOMP) who were operated in our clinic between 1999 and 2009 were evaluated retrospectively. Patients’ demographics, preoperative signs, surgical procedure, complicaitons and final results were recorded.
Results: Thirty-seven patients were included in the study, [21 (59%) male, 15 (41%) female]. The mean age was 20.6 years at the time of operation. The mean time interval between diagnosis and operation was 7.3 years. Postoperative follow-up period was 2.04 (ranging 1-10) years. Diplopia was determined in seven (18.9%) patients and abnormal head position in 36 (97.3%) patients. Only inferior oblique tenotomy with distal mucle resection was performed in 25 patients. In addition, five patiens had recession to contralateral inferior rectus muscle and two patients had recession to ipsilateral superior rectus muscle additional to inferior oblique tenotomy. Abnormal head position was completely improved in all of the patients postoperatively. The preoperative average score of the inferior oblique muscle overaction was +3.3±0.8, and postoperative overaction was found in only two patients (+1.5). There was statistically significant difference between two periods (p<0.001). The average score of the superior oblique muscle hypofunction was -2.18 preoperatively, and in only three patients the score was found -1.0 postoperatively. Difference between two periods was statistically significant (p<0.001). While the preoperative average vertical deviation was 22 PD in primary position, none of the patients had hyperdeviation postoperatively. Diplopia was resolved in all seven affected patients postoperatively. Contralateral inferior oblique muscle hyperfunction was the most common complication (13.5%). Adherence syndrome was seen in none of the patients.
Conclusion: It was found that to weaken the inferior oblique muscle solely was satisfactory in the patients with hyperdeviation secondary to unilateral SOMP in this study.
Abstract

10.Paranasal Sinus Mucoceles with Intraorbital Extension
Halil Hüseyin Çağatay, Metin Ekinci, Yaran Koban, Can Pamukcu, Yekta Şendul, Mehmet Ersin Oba, Şeyho Cem Yücetaş, Selma Şeker, Sıtkı Mert Ulusay
Pages 297 - 300
Amaç: Bu çalışmanın amacı orbital uzanım gösteren paranazal sinus mukosellerinin klinik özelliklerinin, yönetiminin ve tedavi sonuçlarının bildirilmesi.
Gereç ve Yöntem: Bu retrospektif çalışmada 2005-2012 yılları arasında orbitaya uzanım gösteren paranasal sinus mukoseli tanısı ile tedavi edilmiş 11 hasta çalışma kapsamına alındı. Hastalara ait klinik özellikler, uygulanan tedavi modaliteleri ve karşılaşılan komplikasyonlar kayıt altına alınarak, analiz edildi.
Bulgular: Orbital mukkoseli olan 11 hasta (ortalama yaşı 47.±15.6 (25-69)) çalışma kapsamına alındı. Olgularda saptanan en sık başlangıç semptom ve bulguları; 7 hastada (%63.6) proptozis, 6 hastada (%54.5) çift görme ve 6 hastada (%54.5) göz hareketlerinde kısıtlılık idi. Hastaların 6’sında (%54.5) mukoselin kaynağı frontal sinus, 3’ünde (%27.3) etmoidal sinus ve 2’sinde (%18.2) maksillar sinus idi. Mukosele endoskopik olarak ulaşılabilen 8 hastada (%72.7) fonksiyonel endoskopik sinüs cerrahisi ve nazal kaviteye marsupiyalizasyon işlemi uygulandı, ancak endoskopik olarak ulaşmanın mümkün olmadığı frontal sinus lateraline yerleşik 3 olguda (%27.3) eksternal yaklaşımla osteoplastik flep tekniği, endoskopik yaklaşımla kombine edilmiştir. Ameliyat sonrası tüm hastaların bulguları gerilerken, bilateral frontal sinus mukoseli olan hasta haricinde nüks veya komplikasyon görülmedi. Bu hastada saptanan nüks tekrarlanan endoskopik girişimle geriledi ve ek komplikasyon izlenmedi.
Sonuç: Frontal ve etmoid sinusler en sık mukosel kaynağı idi. Proptozis, glob hareketlerinde kısıtlılık, çift görme en sık karşılaşılan bulgular idi. Mukosele endoskopik olarak ulaşılabilen olgularda fonksiyonel endoskopik sinus cerrahisi ile iyi sonuç alınabilirken, endoskopik olarak ulaşmanın mümkün olmadığı vakalarda eksternal yaklaşımla osteoplastik flep tekniği ile başarılı sonuçlar alınabilmektedir.
Purpose: The aim of this study was to report the clinical features, management and outcome of patients with paranasal sinus mucocele with intraorbital extension.
Methods: Eleven patients who were diagnosed and treated for paranasal sinus mucocele with intraorbital extension between 2005-2012 were included in this retrospective study. The clinical characteristics, treatment modalities and complications were recorded and analysed.
Results: The records of 11 patients (aged 25 to 69, mean 47.6±15.6 years) with orbital mucoceles were included in this study. The most frequent initial symptoms and findings were proptosis in 7 patients (63.6%), diplopia in 6 patients (54.5%) and ocular movement limitation in 6 patients (54.5%). The origin of the orbital mucocele was frontal sinus in 6 patients (54.5%), ethmoidal sinus in 3 patients (27.3%) and maxillary sinus in 2 patients (18.2%). Eight patients whose mucoceles were approachable with endoscopy (72.7%) were treated with functional endoscopic sinus surgery (ESS) and marsupialisation of the sinus to the nasal cavity. Three patients’ mucoceles (27.3%) were located in the lateral side of the frontal sinus and were unapproachable with endoscopy. In these patients the endoscopic approach was combined with the osteoplastic flap technique by external approach. After surgery, all the patients’ findings and symptoms improved; only one patient who had bilateral mucoceles required additional surgery. This recurrence was regressed by endoscopic surgery and no additional complications were observed.
Conclusions: The frontal and ethmoidal sinus were the most common origins of orbital mucoceles. Proptosis, limitation of eye movements, and diplopia were the most frequently detected signs in patients with orbital mucocele. Endoscopic sinus surgery produces favorable results in patients with an endoscopically approachable mucocele, and the osteoplastic flap technique with external approach produces successful results in patients with endoscopically unapproachable mucoceles.
Abstract

11.Biopsy results in patients initially diagnosed as idiopathic orbital inflammatory syndrome
İbrahim Bülent Buttanrı, Didem Serin, Müslime Akbaba, Şafak Karslıoğlu, Selvinaz Özkara
Pages 301 - 305
Amaç: ‘İdyopatik orbita inflamasyonu’ ön tanısı ile oküloplasti polikliniğine yönlendirilen olgularda biyopsi sonuçlarımızı sunmak.
Gereç ve Yöntem: 2009-2013 yılları arasında ‘idyopatik orbita inflamasyonu’ ön tanısı ile oküloplasti polikliniğine yönlendiren ve takibe giren 22 olgu irdelendi. Ayırıcı tanılar ekarte edilemeyen, steroid tedavisine yeterli yanıt vermeyen veya tedavi sonrası nüks görülen olgulara biyopsi yapıldı. Histopatolojik değerlendirme sonuçlarına göre tedavi protokolleri belirlendi.
Bulgular: Olguların 12’si erkek 10’u bayandı. Ortalama yaş 45.6 (16-77 yaş aralığı) yıl idi. Sekiz olguda steroid tedavisine yetersiz yanıt veya nüks, 4 olguda diğer ayırıcı tanılar ekarte edilememesi nedeni ile toplam 12 olguya biyopsi yapılması önerildi. Bir olgu işlemi kabul etmedi. Bir olgu eşlik eden sağlık problemi nedeni ile opere olamadı. On olguya biyopsi yapıldı. Lezyonların yerleşim özelliklerine göre 7 olguda orbital yağ ve diğer içerikten, 2 olguda lakrimal bezden, 1 olguda ekstraoküler kastan biyopsi alındı. Sekiz olgu histopatolojik değerlendirme sonucu idyopatik orbital inflamasyon tanısı ile uyumlu iken, bir olguda retrobulber alanda, diğer olguda da lakrimal bezden alınan örnekler lenfoma olarak rapor edildi.
Sonuçlar: İdyopatik orbital inflamasyon sendromu ön tanısı ile başvuran olgularda, diğer ayırıcı tanılar ekarte edilemiyorsa, steroid tedavisine yeterli yanıt yoksa veya tedavi sonrası nüks görülüyorsa, olgulara biyopsi yapılmasının, tanının kesinleştirilmesinde ve tedavi planlamasında gerekli olduğu görülmüştür.
Aim: To present our biopsy results in patients who were referred to our oculoplastic clinic with an initial diagnosis of idiopathic orbital inflammatory syndrome (IOIS).

Material and Method: We evaluated 22 patients who were referred to our oculoplastic clinic with an initial diagnosis of idiopathic orbital inflammation between 2009 and 2013. We performed biopsy on the patients in whom a differential diagnosis was not possible, or response to steroid treatment was not satisfactory, or recurrence occurred after steroid treatment. According to the histopathological evaluation, treatment protocols were determined.

Results: The study included 12 male and 10 female patients. Mean age was 45.6 years (range 16-77 years). Inadequate response to steroid treatment or recurrence in 8 patients and diffuculty in differential diagnosis in 4 patients were the indications for the biopsy. One patient declined the biopsy. One patient could not be operated on because of the accompanying systemic diseases. We performed orbital fat tissue biopsy in 7 patients, lacrimal gland biopsy in 2 patients and extraocular muscle biopsy in 1 patient. Histopathological evaluations demonstrated IOIS in 8 patients. Lymphoma was diagnosed in 2 patients in whom biopsies were taken from lacrimal gland and retrobulbar fat tissue.

Discussion: We suggest to perform biopsy to confirm the diagnosis and to determine the treatment modality in patients with an initial diagnosis of IOIS, when a differential diagnosis is not possible, or response to steroid treatment is not satisfactory, or if recurrence occurs.
Abstract

12.Optic aberrations and Wavefront
Nihat Polat, Esra Yelkenci Aydın, İbrahim Tuncer
Pages 306 - 311
Bir optik sistemde ışığın ideal görüntü oluşturacak pozisyondan sapmasına aberasyon (sapınç) denilmektedir. Aberasyonlar düşük sıralı aberasyonlar (defokus: sferik ve silindirik refraktif kusurlar) ve yüksek sıralı aberasyonlar (koma, sferik aberasyon, trefoil, kuadrofoil, tetrafoil, sekonder astigmatizma ve pentafoil) olarak iki alt gruba ayrılmaktadır. Aberasyonlar yaşla birlikte artmaktadır. Gençlerde kornea yüzeyi pozitif sferik aberasyonlara, lens ise negatif sferik aberasyonlara neden olarak birbirini kompanse etmekte ve böylece sferik aberasyonlar sıfırlanmaktadır. Yaşlılarda kornea yüzeyi de lens yüzeyi de pozitif sferik aberasyonlara neden olarak total aberasyon miktarında artışa neden olmaktadır. Bu yazıda son zamanlarda görsel kalite üzerindeki önemi daha çok anlaşılan optik aberasyonlar hakkındaki temel kavramları irdelemeyi amaçladık.
Aberration is deviation of light in an optic system that compose normal retinal image. Aberrations are divided two subgroup. Low order aberrations (defocus: spherical and cylendir refractif errors) and high order aberrations (coma, spherical, trefoil, tetrafoil, qadrofoil, pentafoil, seconder astigmatism). Aberrations increase with aging. Spherrical aberrations are compansed by positive corneal and negative lenticular spherical aberrrations in youth. Total aberrations are elevated by positive corneal and positive lenticular spherical aberrrations in elderly. İn this study, we aimed to analysis of basic terms about optic aberrations which had realized significance recently.
Abstract

13.Congenital fibrosis of the extraocular muscles
Leyla Niyaz, Ertuğrul Can
Pages 312 - 315
Konjenital ekstraoküler kas fibrozisi (KEOKF) nadir görülen kalıtsal ve ilerleyici olmayan restriktif şaşılık ve kapak pitozu ile karakterize bir durumdur. Olguların çoğu iki taraflı ve izole olmasına rağmen bazı olgularda sistemik bulgular eşlik etmektedir. Klinik görünüm olarak KEOKF üç gruba ayrılmaktadır: KEOKF 1, 2 ve 3. Başlıca sorumlu genler KEOKF tip 1 ve 3 için KIF21A ve KEOKF tip 2 için PHOX2A/ARIX genleridir. Çalışmalar, kas fibrozisine ekstraoküler kasların anormal innervasyonunun neden olduğunu göstermektedir. Ambliyopi riski nedeniyle erken tedavi önemlidir. Kaymanın ve pitozun primer tedavisi cerrahidir.
Congenital fibrosis of the extraocular muscles (CFEOM) is a rare disorder characterised by hereditary non-progressive restrictive strabismus and blepharoptosis. Although most of the patients are bilateral and isolated, some patients may have systemic findings. CFEOM is divided into three groups as CFEOM 1, 2 and 3 according to the phenotype. Primary responsible genes are KIF21A for CFEOM type 1 and 3 and PHOX2A/ARIX gene for CFEOM type 2. Studies suggest that abnormal innervation of the extraocular muscles is the cause of muscle fibrosis. Early treatment is important because of the risc of amblyopia. Surgery is the primary treatment for strabismus and blepharoptosis.
Abstract

14.A rare conjunctivitis: external ophthalmomyiasis
Murat Köksal, Salih Altun, Halil Bayer
Pages 316 - 318
Oestrus Ovis eksternal oftalmomiyazisin en sık rastlanılan etkenidir. Tipik olarak kırsal bölgelerde, çiftçi ve çobanlarda görülür. Daha çok bahar ve yaz aylarında rastlanılır ve yanlışlıkla akut viral veya alerjik konjonktivit olarak tanı konabilir. Klinik muayenede larvaların görülmesi kesin tanı koydurucudur. Ülkemizdeki tek taraflı konjonktivit olgularında göz hekimleri bu enfeksiyonu akılda tutmalıdır.
Oestrus ovis is the most common cause of external ophthalmomyiasis. This infection typically occurs in shepherds and farmers in urban areas. Ophthalmomyiasis occurs usually during spring or summer. It is often misdiagnosed as acute viral or allergic conjunctivitis. The detection of oestrus ovis larvae is the definitive diagnosis at the clinical examination. is the occurrence of Oestrus Ovis larvea their clinch the definitive diagnosis. In our country, this infection should be kept in mind by opthalmologist in unilateral cases conjunctivitis.
Abstract

15.Corneal Haze and Peripheral Corneal Arcus in a Young Patient: Lecithin Cholesterol Acyltransferase Deficiency
Hüseyin Mayalı, Şaban Kılıç, Çağdaş Cansız, Mehmet Şirin Türkoğlu, Esin Fatma Başer
Pages 319 - 321
Olgumuz 23 yaşında bayan hasta, her iki göz kornealarında renk değişikliği şikayeti ile başvurdu. Olgumuzun her iki gözde görme keskinliği 20/20, göz içi basınçları sağda 14 mmHg, solda 12 mmHg saptandı. Fundus muayenesinde optik disk, makula ve periferik retina doğaldı ve göz hareketleri normal olarak saptandı. Biyomikroskopik muayenede konjonktivalar doğaldı ancak her iki korneada yaygın bulanıklık ve limbusu tamamen çevreleyen kornea arkusu mevcuttu. Biyokimyasal parametrelerden yüksek dansiteli lipoprotein değeri 5 mg/dL’ nin altında ölçüldü ve tekrar eden ölçümlerde değişiklik olmadığı görüldü. Biz bu olguda göz bulguları ve yüksek dansiteli lipoprotein değerinin düşüklüğü ile lesitin kolestrol açiltransferaz eksikliği düşündük. Bu yazıda görmeyi azaltmayan kornea bulanıklığı ve genç yaşta periferik kornea arkusu olan yüksek dansiteli lipoprotein seviyelerinde düşüklük saptanan olgu sunulmuştur.
A 23 years old female patient applied to our clinic with the complaints of color changes in both of her corneas. Ophtalmological examination revealed 20/20 vision in both eyes. Her intraocular pressures was 14 mmHg on the right eye and 12 mmHg on the left eye. Eye movements were normal and fundus examination revealed normal optic disc, macula and peripheral retina. Biomicroscopic examination revealed diffuse haze in both of her corneas with circumferential arcus at the limbus and normal conjunctiae. Biochemical parameters were normal except high density lipoprotein values below 5mg/ml, which was confirmed on repetetive tests. Together with ocular manifestations and low high density lipoprotein values, a diagnosis of lecithin cholesterol acyltransferase deficiency was made. In this article, a young patient who had low high density lipoprotein serum levels, peripheral corneal arcus and corneal haze not affecting visual acuity is presented.
Abstract

16.marginal zone B cell lymphoma of lacrimal gland secondary to sjogren's syndrome
Hatice Deniz İlhan, Elif Betül Türkoğlu, Ahmet Burak Bilgin, Bahar Akkaya, Mustafa Ünal
Pages 322 - 324
Sjögren Sendromu, tüm ekzokrin bezleri, özellikle de tükürük ve lakrimal bezleri tutarak ağız ve göz kuruluğuna neden olan kronik, otoimmun, inflamatuar bir hastalıktır. Lenfoma gelişimi en ciddi komplikasyonudur. Bu makalede oldukça nadir görülen, Sjögren Sendromu’na ikincil lakrimal bezde gelişen marginal zon B hücreli lenfomalı bir olgunun sunulması amaçlanmıştır.
Sjogren's Syndrome is a chronic, autoimmune, inflammatory disease which effects all exocrine glands, particularly the salivary and lacrimal glands, and causes dryness of the mouth and eyes. The most serious complication is the development of lymphoma. In this article, we aimed to present a very rare case of marginal zone B-cell lymphoma in lacrimal gland secondary to Sjogren's Syndrome.
Abstract

17.Neuroblastoma in a Case with Congenital Horner’s Syndrome
Hüseyin Mayalı, Süleyman Sami İlker, Şaban Kılıç, Birol Sürücü, Aykan Özgüven
Pages 325 - 326
Horner sendromunda klasik olarak miyozis, pitozis ve ipsilateral fasyal anhidrozis mevcuttur. Etiyolojisinde sempatik zincirde santral, preganglionik ve postganglionik yerleşim gösteren patolojiler yer alır. Üç aylık kız bebek sol göz kapağında düşüklük yakınması ile kliniğimize getirildi. Yapılan muayenesinde, heterokromi, sol gözde pitozis, miyozis ve ipsilateral anhidrozis bulguları mevcuttu. Bu bulgularla konjenital Horner sendromu olabileceği düşünüldü. Konjenital Horner sendromu etiyolojisinde doğum travmasına bağlı brakiyal pleksus hasarı büyük rol oynamaktadır. Olgumuzun anamnezinde doğum travması hikâyesi mevcut değildi. Etiyolojiye yönelik testler neticesinde nöroblastom saptandı. Sonuç olarak, Horner sendromu çocukluk çağı nöroblastomunun bir belirtisi olabilir. Bu yüzden, altta yatan ciddi bir hastalığı dışlamak için okulosempatik sistemin detaylı incelenmesinde yarar vardır.
Miosis, ptosis, and ipsilateral facial anhidrosis are normally present in Horner's syndrome. Pathologies which show central, preganglionic and postganglionic residence in sympathic chain are present in its etiology. A 3-month-old girl baby was admitted to our clinic for ptosis in the left eye. Heterochromia, ptosis in the left eye, myosis and, ipsilateral anhidrosis were detected in her examination. In view of these findings, it seemed possible that her disease could be congenital Horner’s syndrome. Brachial plexus injury due to birth trauma plays a major role in the etiology of congenital horner’s syndrome.HS. There was not a birth trauma history in our patient. The patient was diagnosed to have neuroblastoma as a result of etiologic tests. In conclusion, Horner’s syndrome can be the presenting sign of childhood neuroblastoma. Therefore, it is advisable to examine occulosympathic system in detail in order to leave out any underlying serious disorder.
Abstract

18.Miller Fisher Syndrome: A Case Report
Burak Ulaş, Aysel Pelit, İlknur Erol
Pages 327 - 329
Guillain-Barre sendromu (GBS) otoimmün sebepli periferik ve kranial sinirlerin akut demiyelinizan, inflamatuvar hastalığıdır. Miller-Fisher sendromu (MFS) akut olarak başlayan, ataksi, eksternal oftalmopleji ve arefleksi ile giden bir klinik tablodur ve GBS’nun nadir görülen bir varyantıdır. MFS sıklıkla viral bir enfeksiyon sonrası ortaya çıkmaktadır ve intravenöz immünglobulin tedavisi ile 8-10 haftada iyileşmenin görüldüğü iyi huylu bir hastalıktır. Bu yazıda oftalmopleji, ataksi ve arefleksi klinik özellikleri ile tanısı konulmuş ve intravenöz immünglobulin tedavisi ile iyileşme gösteren 16 yaşında bir MFS’lu olgu sunulmuştur.
Guillain Barre syndrome (GBS) is an autoimmune syndrome leading to demyelination and inflammation of the peripheric and cranial nerves. Miller-Fisher syndrome (MFS) is a clinical entity which has an acute onset of ataxia, external ophthalmolegia, areflexia and is a rare variant of GBS. MFS often appears after a viral infection and is a benign disease that improves with intravenous immunoglobulin treatment in 8-10 weeks. In our case report we presented a 16-year old patient with ophthalmoplegia, ataxia and areflexia that is diagnosed clinically as MFS and showed improvement with intravenous immunoglobulin treatment.
Abstract

19.Effectiveness Of Pyridoxine And Pyridostigmine In The Treatment Of Vincristine-Induced Bilateral Ptosis And External Ophthalmoplegia
Osman Okan Olcaysü, Ahmet Altun, Elif Olcaysü, Sertaç Argun Kıvanç, Zuhal Keskin Yıldırım
Pages 330 - 331
We aimed to present a case with acute lymphoblastic leukemia who developed vincristine-induced bilateral ptosis and external ophthalmoplegia and treated successfully with pyridoxine and pyridostigmine. Pyridostigmine and pyridoxine are promising treatment options to recover vincristine-induced neuropathy.
Abstract