Volume: 42  Issue: 1 - 2012
Hide Abstracts | << Back
1.Comparison of the effect of trabeculectomy with mitomycin C on macular thickness in primary open-angle glaucoma and pseudoexfoliative glaucoma
Ufuk Elgin, Emine Şen, Hakan Tırhış, Kurtuluş Serdar, Faruk Öztürk
Pages 1 - 4
Amaç: Primer açık açılı glokom (PAAG) ve psödoeksfoliatif glokomda (PEG), mitomisin C’li (mit C) trabekülektominin, merkezi maküler kalınlık (MMK) üzerine etkilerinin kıyaslanması amaçlandı.
Gereç ve yöntem: Mit C’li trabekülektomi cerrahisi planlanan PEG’lu 13 hastanın 13 gözü ve PAAG’lu 11 hastanın 11 gözü prospektif çalışmamıza dahil edildi. Sistemik vasküler hastalık ve geçirilmiş oküler cerrahi öyküsü olan olgular çalışma kapsamına alınmadı. MMK ölçümleri, cerrahi öncesinde ve cerrahi sonrası 1. hafta ve 1. ayda Spektral-Domain optik koherens tomografi (SD-OCT) kullanarak yapıldı. Cerrahi öncesi ve sonrası değerler, ayrıca gruplar arası farklılıklar Mann-Whitney U ve Wilcoxon-signed-rank testi ile istatistiksel olarak analiz edildi.
Bulgular: Gerek PAAG gerekse PEG’lu olgularda, cerrahi sonrası 1. hafta ve 1. aydaki ortalama MMK değerleri, cerrahi öncesi değerlere oranla, istatistiksel olarak anlamlı ölçüde yüksek bulundu (PAAG: 1. hafta p=0.0090, 1. ay p=0.0086; PEG: 1. hafta p=0.0023, 1. ay p=0.0050). Ancak her iki grup arasında, cerrahi sonrası 1. hafta ve 1. ay değerlerindeki artışlar arasında anlamlı fark gözlenmedi (1. hafta p=0.4326, 1. ay p=0.5028).
Tartışma: PAAG ve PEG’lu olgularda, cerrahi sonrası 1. hafta ve 1. aydaki ortalama MMK değerlerinde, cerrahi öncesi değerlere oranla artış görülse de, bu artışlarda her iki grup arasında anlamlı farka rastlanmadı. PEG’lu olgularda, cerrahi sonrası daha fazla inflamasyon ve göz içi basıncında daha fazla düşme ihtimali sebebiyle, MMK da daha fazla artış beklenmesiyle yola çıkılan bu çalışmanın, daha yüksek sayıda olgularla yapılması planlandı.
Purpose: To compare the effect of trabeculectomy with mitomycin C (mit C) on central macular thickness (CMT) in primary open-angle glaucoma (POAG) and pseudoexfoliative glaucoma (PXG).
Patients and methods: 13 eyes with PXG and 11 eyes with POAG, which had undergone trabeculectomy with mit C, were included to our prospective study. Cases with histories of any systemic vascular diseases and previous ocular surgeries weren’t included. The CMT was measured before the surgery and at the first postoperative week and month by spectral-domain optical coherence tomography (SD-OCT). The values before and after the surgery of both of the groups and the differences between the two groups were compared statistically by Mann-Whitney U ve Wilcoxon signed rank tests.
Results: The means of CMT at the first postoperative week and month were statistically significantly higher than the preoperative values in both POAG and PXG groups. (POAG: 1st week p=0.0090, 1st month p=0.0086, PXG: 1st week p=0.0023, 1st month p=0.0050). But no statistically significant differences were found between the changes of preoperative and postoperative mean CMT values between the two groups (1st week p=0.4326, 1st month p=0.5028).
Conclusion: In spite of the increases in CMT at the 1st week and month of trabeculectomy with mit C in POAG and PXG, no significant differences were detected between the changes of CMT between the two groups. Based on the fact that more inflammation and higher decrease in intraocular pressure might be seen in PXG than POAG postoperatively, further investigations with great number of cases are planned.
Abstract

2.Effects of Latanoprost %0.005/Timolol Maleate %0.5 and Dorzolamide%2/Timolol Maleate %0.5 fixed combinations on 24 hour intraocular pressure in patients with Primary Open-Angle Glaucoma
Berna Yüce, Suzan Güven Yılmaz, Kutay Andaç, Halil Ateş
Pages 5 - 10
Amaç: Primer Açık Açılı Glokom (PAAG) hastalarında Latanoprost/Timolol Maleat ile Dorzolamid/Timolol Maleat sabit bileşimlerinin 24 saatlik göz içi basıncına olan etkilerinin karşılaştırılması.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya PAAG tanılı 24 hastanın 48 gözü dahil edildi. On iki hastanın 24 gözüne Latanoprost/Timolol Maleat (Grup 1), 12 hastanın 24 gözüne ise Dorzolamid/Timolol Maleat (Grup 2) sabit bileşimi başlandı. Sabit bileşim ile tedavinin 3. haftasında ≤ 21 mmHg olarak belirlenen hedef göz içi basıncı (GİB) değerine ulaşan hastalar hastaneye yatırıldı ve 06: 00, 10: 00, 14: 00, 18: 00, 22: 00 ve 02: 00 saatlerinde olmak üzere 24 saatlik GİB değerleri ölçüldü. Gündüz 06: 00 ile 18: 00 saatleri arasında yapılan ölçümler ile diurnal, gece 22: 00 ve 02: 00 saatlerindeki ölçümler ile de nokturnal dalgalanmalar saptandı. Gruplar, ortalama GİB değerleri ve GİB dalgalanmaları açısından karşılaştırıldı.
Bulgular: Gruplar yaş, cinsiyet, uzak görme keskinlikleri ve cup/disk (c/d) oranı açısından birbirine eşdeğer özellikte bulundu (p>0.05). Her iki grupta tüm hastalar 3. haftanın sonunda hedef GİB değerine ulaştılar. Yirmi dört saatlik ortalama GİB değeri açısından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (Grup 1 ve Grup 2 için sırasıyla; 17.1±2.3 mmHg ve 17.27±2.3 mmHg; p>0.05). Diurnal dalgalanma Grup 1 için 3.6 mmHg, Grup 2 için 4.7 mmHg; nokturnal dalgalanma Grup 1 için 4.3 mmHg, Grup 2 için ise 2.3 mmHg olarak belirlendi. İki grup arasında yapılan karşılaştırmada diurnal dalgalanma değerleri Grup 1’de Grup 2’ye göre anlamlı derecede daha düşük saptanırken, nokturnal dalgalanma değerleri Grup 2’de, Grup 1’e göre anlamlı derecede daha düşüktü (p<0.05).
Sonuç: PAAG’ da Latanoprost/Timolol Maleat ile Dorzolamid/Timolol Maleat sabit bileşimleri GİB’i düşürmede ve 24 saatlik GİB kontrolünde etkili ajanlardır. Gündüz saatlerinde GİB stabilizasyonunda Latanoprost/Timolol Maleat sabit bileşimi daha etkin bulunurken, gece saatlerinde gelişen GİB dalgalanmalarını kontrol etmede Dorzolamid/Timolol Maleat sabit bileşiminin daha üstün olduğu saptandı.
Purpose: To evaluate the efficacy of Latanoprost/Timolol Maleate and Dorzolamid/Timolol Maleate fixed combinations on 24 hour intraocular pressure in patients with open-angle glaucoma.
Material-Methods: Forty eight eyes of 24 patients with open angle glaucoma enrolled to study. They were randomized to receive 24 eyes of 12 patients Latanoprost/Timolol Maleate (Group 1) and 24 eyes of 12 patients Dorzolamid/Timolol Maleate (Group 2) fixed combination. Patients who achieved intraocular pressure ≤ 21 mmHg 3 weeks after combined therapy were hospitalized and intraocular pressure is monitorised at hour 06: 00, 10: 00, 14: 00, 18: 00, 22: 00 and 02: 00 for 24 hours. By means of measurements between 06: 00 and 18: 00 hours diurnal fluctuations, and measurements between 22: 00 and 02: 00 nocturnal fluctuations have been determined. Mean intraocular pressure and fluctuations of intraocular pressure between two groups were compared.
Results: There was no difference between groups in terms of age, sex, visual acuity and cup/disc ratio (p>0.05). Three weeks after combined therapy all patients achieved target intraocular pressure ≤ 21 mmHg. There was no statistically significant difference between groups with regard to mean intraocular pressure in 24 hours (17.1±2.3 mmHg and 17.27±2.3 mmHg for Group 1 and Group 2 respectively; p>0.05). Diurnal fluctuations were; 3.6 mmHg for Group 1, 4.7 mmHg for Group 2; nocturnal fluctuations were 4.3 mmHg for Group 1, 2.3 mmHg for Group 2.
Diurnal fluctuations in Group 1 were lower than Group 2 while nocturnal fluctuations were lower in Group 2 than Group 1(p<0.05).
Conclusion: Both Latanoprost/Timolol Maleate and Dorzolamid/Timolol Maleate fixed combinations are effective for intraocular pressure control in 24 hours. Latanoprost/Timolol Maleate fixed combination is superior than Dorzolamid/Timolol Maleate on controlling diurnal fluctuations while Dorzolamid/Timolol Maleate is better on controlling nocturnal fluctuations.
Abstract

3.Is single measurement enough to get a reliable result with optical coherence tomography?
Arzu Taşkıran Çömez, İlker Eser, Coşkun Bakar, Barış Kömür
Pages 11 - 15
Amaç: Optik koherens tomografi (OKT) ile retina sinir lifi tabakası (RSLT) kalınlığı ölçümlerinin tekrarlanabilirliğini ve güvenilirliğini değerlendirmek.
Yöntem: Sağlıklı, glokom tanısı veya şüphesi olan 135 kişinin 266 gözü çalışmaya katıldı. Aynı seansta, aynı kişi tarafından, pupil dilate edilmeden, OKT [Opko/OTI,Inc.,Miami,FL] cihazı ile inferior, superior, nazal ve temporal RSLT kalınlığı ardışık olarak 3 kez ölçüldü. Her gözün her kadranının üç ölçümü arasındaki farklar mikron ve yüzde cinsinden karşılaştırıldı. İstatistiksel analiz için ‘Tekrarlı ölçümlerde varyans analizi testi’ kullanıldı. Güvenilirlik ‘Sınıf içi korelasyon katsayısı’(SKK) ile değerlendirildi.
Sonuçlar: Tüm kadranların SKK’sı 0.72 ile 0.92 arasında olup, nazal kadran ölçümleri en az tekrarlanabilir, inferior kadran ölçümleri ise tüm kadranlar içinde en tekrarlanabilir ölçümler olarak bulundu. Nazal kadran RSLT kalınlığı ölçümlerinin % 9,63’ünde, temporal kadran ölçümlerinin %5.3'ünde, süperior kadran ölçümlerinin %0.6'sında, inferior kadran ölçümlerinin ise sadece %0.3'ünde %20'den fazla hata oranı görüldü.
Tartışma: OKT ile tekrarlanabilir ve daha güvenilir sonuçlar alabilmek için, ardışık olarak birden fazla ölçüm yapılması düşünülmelidir. Nazal ve temporal kadran verilerinin analizinde daha fazla özen gösterilmesi gerektiğine inanmaktayız.
Aim: To evaluate repeatability and reliability of retinal nerve fiber layer (RNFL) thickness measurements using optical coherence tomography (OCT).
Methods: Two-hundred-sixty-six eyes of 135 glaucoma diagnosed, glaucoma suspect or healthy patients were included in the study. Three sequential inferior, superior, nasal and temporal RNFL thickness measurements were performed with OCT [Opko/OTI,Inc.,Miami,FL] by the same operator at the same session without pupil dilatation. The differences between these three measurements of each quadrant of each eye were compared in microns and percentages. “Variance analysis in repeated measures test” was performed for statistical analysis. Reliability is measured by intraclass correlation coefficient (ICC) for each quadrant.
Results: ICCs of all quadrants ranged between 0.77-0.92, with the measurements of nasal quadrant being the least reproducible and the inferior being the most reproducible of all quadrants. RNFL measurement errors over 20% were seen in 9.63% of nasal quadrant, 5.3% of temporal quadrant, 0.6% of superior quadrant and only 0.3% of inferior quadrant measurements.
Discussion: In order to get more repeatable and reliable results with OCT, sequential measurements more than one may be considered. We believe that special attention in the analysis of the data of nasal and temporal quadrants is required.
Abstract

4.Epidemiologic and clinical features of open globe injuries in childhood
Ebru Nevin Çetin, Gülden Saraç, Alper Kaşıkçı, Avni Murat Avunduk, Volkan Yaylalı, Cem Yıldırım
Pages 16 - 19
Amaç: Çocukluk çağı açık göz yaralanmalarının epidemiyolojik ve klinik özelliklerinin belirlenmesi

Gereç ve yöntem: 2007-2011 yılları arasında açık göz yaralanması nedeniyle kliniğimizde değerlendirilen çocuk hastaların dosyaları retrospektif olarak tarandı. Hastaların yaşı, cinsiyeti, travma zamanı, travmanın gerçekleştiği ortam, travma aracı, kesinin lokalizasyonu, izlem süresi, gelişen komplikasyonlar, geçirdiği ameliyat sayısı, ilk ve son görme keskinliği incelendi.

Bulgular: Çalışmaya toplam 37 hasta dahil edildi. Yaş ortalaması 9,9±4,5 olan hastaların 12’si (%32,4) kız, 25’i (%67,6) erkekti. Yaş arttıkça erkek/kız oranının arttığı saptandı (p=0.018).Travmanın oluşması ile hastaneye başvuru arasında geçen ortalama zaman 15,9±29,4 saat idi. Hastaların 21’inde (%56,8) yaralanmanın oyun oynarken gerçekleştiği görüldü. En sık görülen travma yerinin sokak (%48,6) ve ev içi (%40,5) olduğu, kızların daha çok evde (%83,3), erkeklerin ise sokakta (%68) yaralandığı kaydedildi (p=0.001). En sık görülen travma aracının sivri uçlu odun ve metal (her ikisi için %29,7) olduğu saptandı. Kesi yerleşim yerinin, hastaların 22’inde (%59,5) korneal, 8’inde (%21,6) skleral olduğu izlendi. Hastaların 18’inde (%48,6) komplikasyon geliştiği, en sık saptanan komplikasyonun ise katarakt olduğu görüldü. Hastaların 16’sında (%43,2) tekrar ameliyat gerektiği saptandı. Hastaların %54’ ünde sonuç görme 0.5 ve üstündeydi. Sonuç görme ile başlangıç görme keskinliğinin korele olduğu izlendi (p =0.004, r=0.491).

Sonuç: Çocukluk çağı açık göz yaralanmalarının önemli bir kısmı evde ve sokakta, sivri uçlu odun ve metallerle meydana gelmektedir. Çoğu önlenebilir nedenlerden kaynaklanan bu yaralanmaların yaklaşık dörtte biri düşük görme ile sonuçlanmaktadır.
Purpose: To evaluate the epidemiologic and clinical features of open globe injuries in childhood

Methods: The records of the pediatric patients who were evaluated for open globe injuries between 2007-2011 in our department were retrospectively evaluated. Age, gender, time, setting, localization and cause of injury, follow-up time, complications, number of surgeries, initial and final visual acuity were assessed.

Results: A total of 37 patients were enrolled in the study. Of 37 patients, 12 (32,4%) 11 (32,4%) were girls and 25 (67,6%) were boys with a mean age of 9,9±4,5. Boy/girl rate was likely to increase as the age increased (p=0.018). Twenty-one (56,8%) patients were injured during play. The time interval between injury and admission to the hospital was 15,9±29,4 hours. Injuries were most likely to have occured at streets (48,6%) and at home (40,5%). Boys were more likely to be injured at street (68%) whereas girls were more likely to be injured at home (83,3%)(p=0.001). The most common objects causing injury were sharp metal and wood tools (29,7% for both). Injury was corneal in 22 (59,5%) patients and scleral in 8 (%21,6%) patients. In 18 (48,6%) patients the injury was complicated and cataract was the most common complication. Reoperation was needed in 16 (43,2%) patients. Final visual acuity was equal to or better than 0.5 in 54% of the patients. Final visual acuity was correlated with initial visual acuity (p =0.004, r=0.491).

Conclusion: Open globe injuries in childhood mostly occur at home or streets via sharp wood or metal objects. Nearly a quarter of all patients suffer from low vision as a result of these injuries which are mostly preventable.
Abstract

5.Macular And Peripapillary Retinal Nerve Fiber Thickness In Eyes With Acute Anterior Uveitis
Hüseyin Dundar, Çiğdem Altan, Berna Başarır, Hasan Altınkaynak, Ahmet Demirok, Ömer Faruk Yılmaz
Pages 20 - 24
Amaç: Akut ön üveitli (AÖÜ) gözlerde aktif inflamasyon döneminde ve iyileşme sonrası optik koherens tomografi (OKT) ile makula ve peripapiller retina sinir lifi (RSL) kalınlığını değerlendirmek ve hastaların sağlıklı diğer gözleriyle karşılaştırmak.
Gereç ve Yöntem: Hastanemiz uvea biriminde tek taraflı AÖÜ teşhisi konan 32 ardışık hasta prospektif olarak çalışmaya alındı. Hastaların ‘Stratus OCT fast makuler thichness map’ programı ve ‘fast RNFL thickness’ programı ile OKT’leri çekildi. Fovea merkezli 1 mm, 3 mm ve 6 mm’lik daire içindeki ortalama makuler kalınlık ile total makuler volume (TMV) ve peripapiller 3,4 mm’lik halkada ortalama RSL kalınlıkları AÖÜ’lü ve sağlıklı gözler arasında karşılaştırıldı. Ayrıca atak anında alınan ölçümler, iyileşme sonrası aynı gözden alınan ölçümlerle de karşılaştırıldı.
Sonuçlar: Olguların 14’ü kadın, 18’i erkek olup yaş ortalaması 37,0 (20-65) yıl idi. Hastaların aktif inflamasyonlu gözlerinde sağlıklı gözlere göre OKT ile elde edilen 1 mm, 3 mm ve 6 mm’lik halkalardaki makula, TMV ve peripapiller RSL kalınlıklarında istatistiksel olarak anlamlı artış tespit edildi (p˂0.05). İnflamasyon varlığında 3 ve 6 mm’lik halkadaki maküler kalınlık ve TMV, inflamasyonun kaybolduğu vizitteki değerlere göre istatistiksel anlamlı şekilde daha yüksekken (p˂0.05), peripapiller RSLT açısından anlamlı fark bulunmadı (p˃0.05). İyileşme sonrası alınan ölçümlerle hastaların sağlıklı gözleri karşılaştırıldığında 3 mm’lik ve total makula kalınlıklarının anlamlı şekilde halen yüksek olduğu saptandı.
Tartışma: Sonuç olarak AÖÜ hastalarında arka segmentte klinik olarak inflamasyon bulguları saptanmasa dahi OKT ile makula kalınlığında ve peripapiller RSLT’de artış olmakta, tedavi ile makula kalınlığı azalmakta ancak klinik bulgular kaybolsa bile makuladaki kalınlaşma bir süre daha devam edebilmektedir.
Purpose: To evaluate the changes in macular and peripapillary retinal nerve fiber layer (RNFL) thickness with optic coherence tomography (OCT) during active inflammation period and after recovery in eyes with acute anterior uveitis (AAU) and to compare them with the patients healthy eyes.
Material and Method: Twenty-two consecutive patients with unilateral AAU in the uvea department of our hospital were included in this study. OCT measurements were taken with ‘Stratus OCT fast macular thickness map’ program and ‘fast RNFL thickness’ program. Mean thicknesses of fovea centered 1 mm, 3 mm, 6 mm circles, total macular volume (TMV) and mean RNFL thickness in 3,4 mm peripapillary circle were compared between eyes with AAU and healthy eyes. Also, the measurements during the acute attack were compared with measurements of the same eyes after recovery.
Results: There were 14 women, 18 men with a mean age of 37 (range, 20 to 65) years. Total macular volume, peripapillary RNFL thickness and macular thicknesses in 1 mm, 3mm, 6 mm circles were significantly elevated in acutely inflammed eyes as compared with healthy eyes (p<0,05). There were significant differences in the macular thicknesses in the circle of 3 and 6 mm and TMV between acute inflammation period and after treatment (p˂0.05). However, there were no significant differences in the peripapillary RNFL thickness measurements (p˃0.05). When measurements after recovery compared with the patients’ healthy eyes, the circle of 3 mm thickness and TMV were still significantly higher in the recovered eyes.
Conclusion: Although there was no inflammation findings in posterior segment of eyes with AAU, the increased peripapillary RNFL and macular thickness can be determined in OCT. Macular thickness can be decreased after treatment but even when the clinical findings disappear, thickening in the macula can continue for a while.
Abstract

6.Results Of Intravıtreal Ranıbızumab Treatment For Exudatıve Age-Related Macular Degeneratıon
Umut Karaca, Ali Hakan Durukan, Fazıl Cüneyt Erdurman, Güngör Sobacı, Mehmet Zeki Bayraktar
Pages 25 - 29
Amaç: Yaş tip yaşa bağlı maküla dejenerasyonu tedavisinde kullanılan intravitreal ranibizumab enjeksiyonunun etkinlik ve güvenilirliğini araştırmak.
Gereç ve Yöntem: Ocak 2009 – Ocak 2011 tarihleri arasında kliniğimizde yaş tip yaşa bağlı maküla dejenerasyonu tanısıyla en az 12 ay takip edilen 43 hastanın 48 gözü çalışmaya dahil edildi. Ortalama takip süresi 14.2 ay; hastaların ortalama yaşı 73.65 ± 8.93 idi. Hastalar birer ay arayla yapılan 3 enjeksiyon sonrası klinik muayene ve optik kohorens tomografi ile takip edildiler ve gerektiğinde enjeksiyon tekrarına karar verildi.
Bulgular: 20’si erkek (%46.5) 23’ü kadın (%53.5) 43 hastanın 48 gözüne ortalama 3.7 enjeksiyon (3-7) uygulandı. 26 gözde (%54.2) klasik tip (baskın ve minimal); 22 gözde (%45.8) gizli tip koroid neovasküler membran mevcuttu. ETDRS eşeli ile ölçülen en iyi düzeltilmiş görme keskinlikleri tedavi öncesi ortalama 46.8 harf iken, 12. ayda ortalama 55.5 harf olarak alındı. Başlangıçta santral maküla kalınlığı ortalama 320 mikron iken, 12.ayda ortalama 269 mikrona geriledi. Görme keskinliği ve santral maküla kalınlığında istatistiksel olarak anlamlı iyileşme görülürken, bu düzelmenin lezyon tipi ile uyumlu olmadığı tespit edildi. Takip süresinde hiçbir hastada sistemik ya da lokal ciddi yan etki gözlenmedi.
Sonuç: İntravitreal ranibizumab enjeksiyonu yaş tip yaşa bağlı maküla dejenerasyonunda anatomik ve fonksiyonel iyileşmede etkili ve güvenli bir tedavi seçeneğidir.
Purpose: To evaluate the efficacy and safety of intravitreal ranibizumab injection for exudative age-related macular degeneration.
Materials and Methods: Forty-eight eyes of 43 age-related macular degeneration patients followed at least twelwe months were included. Mean age was 73.65±8.93 and mean follow-up time was 14.2 months. All patients received three consecutive monthly intravitreal ranibizumab injections and than followed up with clinical examination and optic cohorence tomography monthly. Re-injection was executed as needed.
Results: Twenty patients were male (%46.5) and twenty-three patients were female (%53.5). The average number of ranibizumab injection was 3.7 (3-7) per eye. Twenty-six lesions (%54.2) were classic ( predominantly and minimally) and twenty-two (%45.8) were occult. Mean best corrected visual acuity was 46.8 letters with ETDRS chart at the initial examination and 55.5 letters at twelfth month. Mean central foveal thickness decreased from 320 microm to 269 microm. There were statistically significant improvement in visual acuities and central foveal thickness. On the other hand this improvement was not significant between lesion types. During follow-up there were no systemic or serious ocular complications determined.
Conclusion: Intravitreal ranibizumab injection is safe and effective, both anatomically and functionally, for age-related macular degeneration.
Abstract

7.Toxic keratopathy secondary to topical proparacaine
Anıl Kubaloğlu, Esin Söğütlü Sarı, Pınar Sorgun Evcili, Sibel Akyol, Arif Koytak, Yusuf Özertürk
Pages 30 - 34
Amaç: Topikal anestezik proparakain (Alcaine, Alcon) aşırı dozda kullanılması sonucu gelişen toksik keratopatilere ait klinik bulguları, medikal ve cerrahi tedavi sonuçlarını değerlendirmek.
Yöntem: Mart 2005 ve Aralık 2009 tarihleri arasında, topikal anestezik aşırı dozda kullanılması sonrası toksik keratopati gelişen 22 hastanın 25 gözü incelendi. Tüm gözler başlangıçta medikal olarak tedavi edildi. Medikal tedavi ile düzelmeyen şiddetli ağrı ile birlikte inatçı epitel defekti (İED) ve stromal ülserlerin tedavisinde amniyon membran transplanatsyonu (AMT) yapıldı. Bazı olgularda gerektiğinde optik amaçla penetran keratoplasti (PK) yapıldı. Tedavi öncesi ve sonrası görme keskinliği ölçüldü, klinik bulgular değerlendirildi. Hastaların tedavi sonrası 6.ncı ayda sağlam ve etkilenmiş gözlerinde endotel hücre sayısı ölçüldü ve istatistiksel analizleri yapıldı. Ortalamalar arasındaki farkların incelenmesinde Paired Samples T Test ve Wilcoxon Signed Rank Test kullanıldı.
Bulgular: Hastaların topikal anestezik kullanımına başlaması ile kliniğimize başvuru arasında geçen süre ortalama 2,26 aydı. İlk kontrolde tüm gözlerde epitel defekti, halka şeklinde stromal keratit ve korneal ödem teşhis edildi. Medikal tedavi sonucu 15 (%60) gözde epitel defekti iyileşti. On gözde, medikal tedavi başlangıcından ortalama 26,1 gün sonra AMT yapıldı. Tedavi öncesi tüm gözlerde görme keskinliği 0,1 ve daha azdı. Son kontrolde PK yapılan 3 gözle birlikte düzeltilmiş en iyi görme keskinliği 13 gözde (%52) 0,5 ve daha iyi, 7 gözde (%28) 0,2 ile 0,4 arasında ve 5 gözde (%20) 0,1 ve daha az olarak bulundu. Tedavi sonrası ölçüm yapılabilen 13 hastada, sağlam ve etkilenmiş gözler arasında endotel hücre sayısı yönünden istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu (p<0,05).
Sonuç: Topikal anestezik suistimali ciddi toksik keratopilere neden olabilmekte ve hastalığın yoğun tedavisine rağmen, stromal opasite sonucu belirgin görme kaybı ile
sonuçlanabilmektedir. Her ne kadar medikal tedavi ve cerrahi girişimler ile başarılı sonuçlar elde edilse de, topikal anesteziklerin kornea ve oküler yüzey üzerindeki ciddi yan etkileri nedeniyle, hastaların bu ilaçlar konusunda yeterince bilgilendirilmeli ve ilaçların reçetesiz olarak satışı engellenmelidir.
Purpose: To evaluate the clinical findings of toxic keratopathies secondary to topical proparacaine (Alcaine, Alcon) abuse and results of medical and/or surgical treatment options.
Methods: Twenty two eyes of 25 patients with toxic keratopathy secondary to topical anesthetic abuse was retrospectively analysed between March 2005 and December 2009. Severe pain unresponsive to medical treatment with persistent epithelial defects (PED) and stromal ulcers were managed with amniotic membrane transplantation (AMT). Some cases have undergone optical penetrating keratoplasty (PK). Clinical findings and complications were assessed, and visual acuities were measured before and after treatment. At the sixth month, endothelial cell densities (ECD) were determined with specular microscopy in both affected and unaffected eyes for statistical comparison.
Results: The mean time interval between the initiation of topical anesthetic use and admision to our clinic was 2.26 months. Epithelial defects, circular stromal keratitis and corneal edema were present in all eyes. Epithelial defects were healed with medical treatment in 15 eyes (60%). AMT was performed in 10 eyes, following a mean of 26.1 days after initiation of medical treatment. Visual acuity before the treatment was 0.1 or below in all eyes. At the last control visit including 3 eyes having had PK, best corrected visual acuities were 0.5 or better in 13 eyes (52%), between 0.2 and 0.4 in 7 eyes (28%) and 0.1 or worse in 5 eyes (20%). No statistically significant difference was found between ECD of affected and unaffected eyes of 13 patients in which specular microscopy was possible.
Conclusion: Topical anesthetic abuse may cause severe toxic keratopathy and lead to significant visual loss related to stromal opacities despite intensive treatment. AMT was found effective and successful in healing PED and stromal ulcers as well as in breaking the vicious circle of anesthetic abuse with the relief of pain.
Abstract

8.The Tear Osmolarity Changes After Cataract Surgery.
Banu Oncel, Eylem Pınarcı, Yonca A Akova
Pages 35 - 37
AMAÇ: Katarakt cerrahisi uygulanan olgularda gözyaşı osmolarite değişikliklerinin saptanması

GEREÇ VE YÖNTEM: Sorunsuz fakoemülsifikasyon cerrahisi uygulanan 30 olgunun 30 gözünde cerrahi öncesi, cerrahi sonrası 1.ay, 3.ay ve 6. ayda gözyaşı osmolarite ölçümü yapıldı. Ölçümler için TearLab osmometre cihazı (TearLab Corporation, San Diego, CA, USA ), istatistiksel değerlendirmede ise paired –t test kullanıldı.

BULGULAR: Olguların yaş ortalamaları 72.3±3.7 (67-78) yıldı. Onüç olgu erkek, 17 olgu kadındı. Olguların osmolarite ölçüm ortalama değerleri cerrahi öncesi 305.8±6.5 mOsm/L, cerrahi sonrası 1.ayda 312.3±6.4 mOsm/L, cerrahi sonrası 3.ayda 307.5±5.1 mOsm/L, cerrahi sonrası 6. ayda 305.1±5.7 mOsm/L olarak tespit edildi. Cerrahi öncesi ve cerrahi sonrası 1.ay osmolarite değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulundu (p<0.001) Cerrahi öncesi değerler ile cerrahi sonrası 3.ay ve 6. ay arasında anlamlı fark yoktu. (p>0.001)

SONUÇLAR: Cerrahi sonrası 1.ayda gözyaşı osmolarite değeri anlamlı olarak artmakta ancak 3. ayda cerrahi öncesi seviyelere dönmektedir. Birinci aydaki bu osmolarite artışı cerrahi kesilere ve cerrahi sonrası kullanılan ilaçlara bağlı olabilir. Tüm katarakt cerrahisi uygulanan olgularda ve özellikle kuru göz hastalarında bu bulguyu dikkate almak gerektiğini düşünmekteyiz.
Purpose: To determine the tear osmolarity changes of patients after phacoemulsification surgery.

Materials and Methods: Tear osmolarity measurements were performed at 30 eyes of 30 patients who had cataract surgery without any complication. Measurements were performed before surgery and consecutively at 1st month, 3rd month, and 6th month after the surgery. TearLab osmometer (TearLab Corporation, San Diego, CA, USA) device was used for the measurements and paired-t test was used for statistical analysis.

Results: The mean age of the patients was 72.3±3.7 (67-78) years. Thirteen patients were men 17 patients were women. The mean osmolarity values were 305.8±6.5 mOsm/L before the surgery and 312.3±6.4 mOsm/L at 1 st month, 307.5±5.1 mOsm/L at 3rd month and 305.1±5.7 at 6th month after the surgery. The difference between the values before the surgery and the 1st month was found statistically significant. (p<0.001)The difference between the values before the surgery and the 3rd and 6th month postoperatively was not significant. (p>0.001)

Conclusions: The tear osmolarity increases at the first month after surgery but decreases to the levels measured before surgery at the 3rd month. The increase at the first month maybe due to the corneal incisions and medication used after the surgery. We think that we have to take into account of this similarity increase in all cataract patients especially who also have dry eye disease.
Abstract

9.The results of surgical treatment for cyclotropia
Sibel Kocabeyoğlu, Cumhur Emin Şener, Şefik Ali Sanaç
Pages 38 - 42
Amaç: Vertikal kaymaya eşlik eden siklodeviasyon varlığında, oblik adale cerrahisinin siklodeviasyonu düzeltmedeki etkinliğinin araştırılmasıdır.
Gereç ve yöntem: Çalışmaya torsiyonel kayması olan 17 hastanın 22 gözü dahil edilmiştir. Hastaların preoperatif ve postoperatif prizma örtme testi ile vertikal ve horizontal kayma miktarları, göz hareketleri, oblik kas fonksiyonları, çift Maddox çubuğu ve fundus fotoğrafı ile torsiyon miktarları ölçülmüştür. Cerrahi yöntem olarak alt oblik anterior transpozisyonu, alt oblik geriletme, üst oblik tenotomi, üst oblik katlama uygulanmıştır.
Bulgular: Hastaların 6’sı erkek, 11’i kadın, ortalama yaş 17.4±9.7 y (6-34 y), ortalama takip süresi 6.9±3.1 ay (3-12 ay) idi. Hastaların 8’inde (%47.1) üst oblik felci mevcut idi. Hastaların 7’sinde beraberinde horizontal kayma mevcut olup %29.4’ünde ezotropya, %11.7’sinde ekzotropya mevcuttu. Sekiz göze alt oblik anterior transpozisyonu, 8 göze alt oblik geriletme, 2 göze üst oblik katlama, 4 göze üst oblik tenotomi uygulanmıştır. Alt oblik geriletmesi ve alt oblik anterior transpozisyonunun vertikal kayma ve torsiyonu azaltmadaki etkinlikleri istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur ancak iki grup arasında anlamlı fark saptanmamıştır. Alt oblik aşırı fonksiyonunu düzeltmede transpozisyon grubunun geriletmeye göre anlamlı olarak daha etkili olduğu görülmüştür.
Tartışma: Alt oblik geriletme ve alt oblik anterior transpozisyonu, siklovertikal kaymalarda vertikal kayma ve torsiyonu düzeltmede etkin cerrahi yöntemlerdir. Alt oblik aşırı fonksiyonunu düzeltmede transpozisyon, alt oblik geriletmeye göre daha etkin bulunmuştur.
Purpose: To describe the effectiveness of oblique muscle surgery for cyclodeviations with vertical deviations.
Methods: Twentytwo eyes of 17 patients with cyclotropia were included in the study. All the cases were examined at preoperative and postoperative period. We measured vertical and horizontal deviations with prism cover test, eye movements, oblique muscle functions, the degree of cyclotropia with double Maddox rod and fundus photographs. Surgical techniques were anterior transposition of the inferior oblique muscle, inferior oblique recession, superior oblique tenotomy and superior oblique tucking.
Results: There were 6 males and 11 females. The mean age of the patients was 17.4±9.7 years (6 to 34 years) and the mean follow- up time was 6.9±3.1 months (3 to 12 months). Eight patients (47.1%) presented superior oblique palsy. Seven patients had a concomitant horizontal deviation; 29.4% of the patients had esotropia and 11.7% of the patients had exotropia. Eight eyes underwent anterior transposition of the inferior oblique muscle, 8 eyes underwent inferior oblique recession, 2 eyes underwent superior oblique tuck and 4 eyes underwent superior oblique tenotomy. Anterior transposition of the inferior oblique muscle and inferior oblique recession were found as effective procedures for the treatment of vertical deviations and cyclotropoia but there was no statistically significant difference between two procedures.
Conclusion: Anterior transposition of the inferior oblique muscle and inferior oblique recession were found as effective procedures for the treatment of vertical deviations and cyclotropia. Anterior transposition of the inferior oblique muscle was found to be more effective than inferior oblique recession in the treatment of the inferior oblique over action.
Abstract

10.Clinical and Histopathological Diagnosis of Benign Eyelid Tumors
Aslıhan Uzun, Kaan Gündüz, Esra Erden, Aylin Okçu Heper
Pages 43 - 46
Amaç: Benign (iyi huylu) gözkapağı tümörlerinin klinik ve histopatolojik özelliklerini değerlendirmek
Gereç ve Yöntem: Ocak 2009-Mayıs 2010 tarihleri arasında iyi huylu gözkapağı kitlesi nedeniyle Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları AD’nda opere edilen ve patoloji sonucu belli olan hastaların kayıtları retrospektif olarak incelendi. Tüm olgulara ön segment fotoğrafisi uygulandı ve patoloji sonuçlarıyla karşılaştırıldı.
Bulgular: 79 hastanın 36’sı kadın (%46), 43’ü erkekti (%54). Olguların ortalama yaşı 53 yıl (veri aralığı: 10 – 82 yıl) idi. İyi huylu gözkapağı tümörleri en sık 50-60 yaş grubunda (%29) görülmekteydi. Bunu 60-70 yaş grubu (%23) ve 40 -50 yaş grubu (%16) izlemekteydi. İyi huylu gözkapağı tümörlerinin histopatolojik tanıları sıklık sırasına göre nevüs (15 olgu, %19), papillom (15 olgu, %19), seboreik keratoz (11 olgu, %14), inflamatuar lezyon (10 olgu, %13), epidermal inklüzyon kisti (8 olgu, %10) ve sudoriferöz kist (6 olgu, %7) idi. Nevüsler en sık 60-70 yaş grubunda (%40) görülmekteydi (yaş ortalaması 51 yıl) ve olguların %67’si kadındı. Papillomlar en sık 50-60 yaş arasında (%40) görülmekteydi (yaş ortalaması 50 yıl) ve olguların %53’ü kadındı. Seboreik keratoz en sık 60-70 yaş grubunda (%36) görülmekteydi (yaş ortalaması 58 yıl) ve olguların %82’si erkekti. İnflamatuar lezyonlar ise en sık 50-60 yaş grubunda (%50) görülmekteydi (yaş ortalaması 59 yıl) ve kadın erkek oranı eşitti.
Sonuç: Nevüs ve papillomlar en sık görülen iyi huylu gözkapağı tümörleridir. Bunları seboreik keratoz ve inflamatuar lezyonlar izlemektedir. İyi huylu gözkapağı tümörlerinin %50’den fazlası 50-70 yaş grubunda gözlenmektedir. Bu seride kadınlarda nevüs, erkeklerde seboreik keratoz daha sık gözlenmektedir.
Objectives: To evaluate the clinical and histopathological features of benign eyelid tumors
Materials and Methods: The records of the patients who were operated for benign eyelid tumors in Ophthalmology Department of Ankara University, Faculty of Medicine between January 2009- May 2010 were evaluated retrospectively. Anterior segment photography was performed in all patients and compared with histopathological results.
Results: Of 79 cases, there were 36 women (46%) and 43 men (54%). Mean age of the patients was 53 years (range: 10-82 years). Benign eyelid tumors were most commonly seen in the sixth decade of life (29%). Histopathological diagnoses of benign eyelid tumors were as follows: nevus (15 patients, 19%), papilloma (15 patients, 19%), seborrheic keratosis (11 patients, 14%), inflammatory lesions (10 patients, 13%), epidermal inclusion cyst (8 patients, 10%) and sudoriferous cyst (6 patients, 7%). Cutaneous nevi were most commonly seen in the seventh decade (40%), mean age was 51 years and 67% of patients were women. Papillomas were most commonly seen in the sixth decade (40%), mean age was 50 years and 53% of patients were women. Seborrheic keratoses were most commonly seen in the seventh decade (36%), mean age was 58 years and 82% of patients were men. Inflammatory lesions were most commonly seen in the sixth decade (50%), mean age was 59 years and male to female ratio is 1: 1.
Conclusion: Nevi and papillomas were the most common benign tumors of the eyelids. These were followed by seborrheic keratoses and inflammatory lesions. More than 50% of benign eyelid tumors are seen between ages of 50-70. In this series of patients, nevi were more commonly encountered in women, whereas seborrheic keratoses were more common in men.
Abstract

11.Comparison of Total Oxidative Stress, Total Antioxidant Capacity, Paraoxonase, Arylesterase, Lipid Peroxidase Levels in Humor Aquos and Serum at Diabetic and Non-Diabetic Patients with cataract.
Cengiz Caner, Ayşe Vural Özeç, Hüseyin Aydın, Ayşen Topalkara, Mustafa Kemal Arıcı, Haydar Erdoğan, Mustafa İlker Toker
Pages 47 - 52
Amaç: Diyabetik ve diyabetik olmayan katarakt hastalarında hümör aközde ve eş zamanlı venöz kan serumunda, total oksidatif stres (TOS), total antioksidan kapasite (TAK), paraoksonaz (PON1), arilesteraz (ARE), lipid peroksidaz (LPO) seviyelerini karşılaştırmak ve diyabetik retinopatinin ilerlemesinde oksidatif stresin rolünü değerlendirmek.
Gereç-Yöntem: Oksidatif doku ve organ hasarı, diyabette ve komplikasyonlarında rol oynar. Hem kanda hem de lens örneklerinde süperoksit dismutaz, glutatyon peroksidaz, glutatyon redüktaz ve katalaz gibi antioksidan enzim aktivitelerindeki azalmalar bildirilmiştir. PON1, ARE, LPO şimdiye kadar incelenmeyen antioksidan enzimlerdir. Kliniğimize puslu görme şikayeti ile başvuran ve katarakt tanısı alıp, cerrahi tedavi önerilen diyabetik ve diyabetik olmayan hastalar dahil edildi. Diyabeti olup retinopatisi olmayan hastalar 1. grup, diyabetik retinopatili hastalar 2. grup ve katarakt tanısı dışında ek sistemik hastalığı olmayan hastalar 3. grup olarak ayrıldı. Her bir grup 26 hasta olacak şekilde toplam 78 hasta çalışmaya dahil edildi.
Bulgular: Bu çalışmada hümör aköz TOS, TAK, PON1 ve ARE ve LPO düzeyleri açısından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı. Her 3 grubun eş zamanlı venöz kan serumu sonuçları, TOS, TAK, PON1 ve HbA1c düzeyleri istatistiksel olarak önemli bulunmuşken, ARE ve LPO açısından önemsiz bulundu. Grup 1 ve 2, kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, Grup 1’de istatistiksel olarak anlamlı oranda PON 1 düşük, HbA1c yüksek, Grup 2’de TOS ve HbA1c yüksek, TAK ve PON 1 düşük bulundu (P<0.05).
Tartışma: Oksidatif stres göstergesi enzimler kanda pozitif, hümör aközde ise negatif olarak tespit edildi. Hümör aközde ilk kez çalışılan bu enzimlerde, polimorfizm gösterenlerin alt tiplerinin de dahil edildiği yeni çalışmalara ihtiyaç olduğu düşünüldü.
Purpose: The aim is to compare total oxidative stress (TOS), total antioxidant capacity (TAC), paraoxonase (PON1), arylesterase (ARE), lipid peroxidase (LPO) levels in the aqueous humor and concurrent venous blood serum and to evaluate the role of oxidative stress in the progression of diabetic retinopathy in diabetic and nondiabetic patients with cataract.
Material and Method: Oxidative tissue and organ damage plays a significant role in diabetic and related complications. It has been reported that there were reductions in catalase antioxidant enzyme activities such as superoxide dismutase, glutathione peroxidase, glutathione reductase and in both blood and the lens samples,. PON1, ARE, LPO are unreviewed antioxidant enzymes until now.
Diabetic and nondiabetic patients that admitted to our clinic for complaints of hazy vision and took the diagnosis of cataract were included. Patients were divided into 3 groups: first group included diabetic patients without retinopathy, second 2 group with diabetic retinopathy and third group included patients without systemic disease outside the the diagnosis of cataract. Total of 78 patients with 26 patients in each group has enrolled the study.
Results: In this study there were no statistically significant difference among the groups for humor aquous, TOS, TAC, PON1, ARE and LPO levels. Although simultaneous venous blood serum results, TOS, TAC, PON1 and HbA1c levels of each 3 groups were found statistically significant, ARE and LPO were not statistically significant. When group 1 and 2 compared with control group, it has been found that PON 1 was statistically significantly low and HbA1c high at group 1and TOS and HbA1c high, TAC and PON 1 low at group 2 (P<0.05).
Discussion: Oxidative stress indicator enzymes were determined as positive at blood and negative at humor aquous. These enzymes were studied first time at humor aquous and further studies are needed by including subtypes of polymorphism.
Abstract

12.Diabetic Macular Edema and its Treatment Modalities
Raciha Beril Küçümen, Nursal Melda Yenerel
Pages 53 - 60
Diyabetik makula ödemi toplumda sık rastlanılan görme kaybı nedenlerinin başında gelmektedir. Makula ödeminin patogenezinde birçok faktör rol oynamaktadır. Laser fotokoagülasyonu makula ödeminde standart tedavi kabul edilmekle beraber birçok olguda laser tedavisine cevap alınamamaktadır. Laser tedavisi dışında başka tedavi seçeneklerinden de bahsedilmektedir. Bu derlemede diyabetik makula ödeminin etyolojisi, patogenezi, tedavi seçenekleri ve bu konudaki son gelişmeler tartışılmaktadır.
Diabetic macular edema is a major cause of visual impairment in the population. The pathogenesis of diabetic macular edema is multifactorial. Laser photocoagulation is considered as the standart treatment of diabetic macular edema but in many cases there is no response to laser therapy. Other therapeutic options have been proposed for the treatment of this condition. In this review several factors and mechanisms implicated in the etiology of macular edema, its pathogenesis, treatment modalities and the latest developments are being discussed.
Abstract

13.Artificial vision, new visual modalities and neuroadaptation
Hilmi Or
Pages 61 - 64
Amaç: Yapay görmenin oluştuğu tanımları incelemek, göz ameliyatları ve hastalıklar ile oluşan yeni görme modalitelerini irdelemek ve yapay görme tanım sistemlerinin görme algısını artırıcı tedavilerde ve nöroadaptasyonu anlamada kullanımını fark etmek. Gereç ve yöntem: Görmenin ne olduğunu fen bilimleri bugüne kadar tam olarak tanımlayamamıştır. Ancak görmenin oluşmasındaki bazı etkenler göz önüne alınarak bazı optik temelli sistemler ve tanımlamalar oluşturulmuştur. Bu tanımlamaların en bilineni kenar algısı üzerinden çalışan görme algısını en iyi betimleyen sistem olan Gabor filtresi ve yamasıdır. Bu sistemler bugün endüstri ve teknikte makinelerin, robotların ve bilgisayarların “görme”leri için kullanılmaktadır. Bulgular: Bu tanımlamalar makineler yanında, insanlarda bazı göz ameliyatları sonrasında oluşan ve doğada olmayan yeni görme modalitelerine nöroadaptasyonun anlaşılması için veya var olan görme modalitelerinin kalitesinin tanımlanması için kullanılmaktadır. Gabor sistemi ile oluşturulan ve görme algısını uyaran yeni tedavi sistemleri geliştirilmiştir. Ayrıca 35 sene öncesine kadar var olduğu bilinmeyen “kör görme” bugün görsel egsersizler ile uyarılabilmektedir. Sonuç: Gabor sistemi görsel algının hem yapay görme, hem de insan görmesinde tanımlanabilir bir tasviridir. Bu sistem bugün robot görmesi için kullanılmaktadır. Göz ameliyatlarından sonra veya görsel optik gereçler kullanımı ile oluşan yeni görme modaliteleri vardır. Ayrıca kör görme nedeni tam olarak bilinmese de tanımlanmaya başlayan farklı bir görme çeşididir. Gabor sistemi kullanılarak tüm yeni görme modalitelerinde görmeyi uyarıcı tedavi uygulanabilmektedir.
Purpose: To study the descriptions from which artificial vision derives, to explore the new visual modalities resulting from eye surgeries and diseases and to be aware of the use of machine vision describing systems in therapies to enhance visual perception and to understand neuroadaptation. Material and method: Science couldn’t define until today what vision is. However, some factors in considering the formation of seeing some optical-based systems and definitions are established. The best known system is Gabor filter and Gabor patch which work on edge perception, describing the visual perception in the best known way. These systems are used today in industry and technology of machines, robots and computers to "see". Results: These definitions are used beyond the machinery in humans for neuroadaptation in new visual modalities after some eye surgeries or to improve the quality of some already known visual modalities. Beside this “the blindsight” -which was not known to exist until 35 years ago- can be stimulated with visual exercises. Conclusions: Gabor system is a description of visual perception definable in machine vision, as well as in human visual perception. This system is used today in robotic vision. There are new visual modalities which arise after some eye surgeries or with the use of some visual optical devices. Also blindsight is a different visual modality starting to be defined without the exactly known etiology. In all the new visual modalities new vision stimulating therapies using Gabor systems can be used.
Abstract

14.Boston Type 1 Keratoprosthesis Implantation in Traumatic Stem Cell Deficiency and Keratoplasty Rejection
Canan Aslı Utine, Sinan Tatlıpınar, Muhsin Altunsoy, Vedat Kaya, Esen K Akpek, Ferda Çiftçi
Pages 66 - 71
31 yaşında erkek hasta kliniğimize her iki gözle az görme şikayeti ile başvurdu. 15 yaşında iken elinde roket mermisi patlaması sonucu bilateral retina dekolmanı nedeniyle tekrarlayan pars plana vitrektomi ve silikon yağı enjeksiyonu operasyonları geçirmişti. Sağ göz, kombine silikon alınması ve penetran keratoplasti operasyonu sırasında koroid hemorajisi gelişmesi nedeniyle prefitizikdi. Afak, vitrektomize olan sol gözde limbal kök hücre yetmezliği nedeniyle yedi saat kadranı boyunca korneada konjunktivalizasyon, derin ve yüzeyel stromal neovaskülarizasyon ve immunolojik kornea nakli reddi hikayesi mevcuttu. En iyi düzeltilmiş görme keskinliği 1 metreden parmak sayma düzeyindeydi. Tekrar penetran keratoplasti başarı şansı düşük olarak değerlendirilen hastaya Boston tip 1 keratoprotez uygulaması yapıldı. Postoperatif dönemde görme keskinliği 0.2 Snellen sırası seviyesine ulaştı. Makülada var olan skar ve optik sinir atrofisi, daha ileri görme artışını kısıtlıyordu.
Bu çalışmada konvansiyonel penetran keratoplasti başarı şansı düşük olarak değerlendirilen gözlerde bir alternatif olarak değerlendirilmesi gereken Boston tipi keratoprotez uygulaması hakkında güncel literatürü derlemeyi amaçladık.
31 years-old male patient was admitted with the complaint of decreased vision in both eyes. He underwent multiple pars plana vitrectomy and silicone oil injection operations due to bilateral retina detachment after rocket projectile explosion in his hands at the age of 15. Right eye was pre-phthisical after choroidal hemorrhage that occurred during combined silicone oil extraction and penetrating keratoplasty. Aphakic and vitrectomized left eye had corneal conjunctivalisation of seven dials, deep and superficial stromal neovascularization and history of immunological graft rejection. As the estimated success rate for repeat penetrating keratoplasty was low, Boston type 1 keratoprosthesis surgery was performed. Postoperatively, visual acuity was 0.2 Snellen lines. Macular scar and optic nerve atrophy limited further visual gain.
In this study, we aimed to review the current literature about Boston type keratoprosthesis surgery, which should be evaluated as an alternative when conventional penetrating keratoplasty success is deemed to be low.
Abstract

15.Horner Syndrome After Surgery For Hyperhydrosis of Hands(Endoscopic Thoracoscopic Sympathectomy)
Şansal Gedik, Bengü Ekinci Köktekir, Berker Bakbak, Hüseyin Güzel, Güven Sadi Sunam
Pages 72 - 74
21 yaşında bayan hasta polikliniğimize sağ göz kapağında düşüklük ve iki göz bebeği arasında büyüklük farkı nedeniyle başvurdu. Öz geçmişinde hastanın 5 ay önce el terlemesi nedeniyle aksilla bölgesinden operasyon geçirdiği ve bu şikayetlerinin operasyon sonrasında ortaya çıktığı öğrenildi. Yapılan oftalmolojik muayenesinde sağ gözde ptozis ve miyozis tespit edildi. %0,5 Apraklonidin ve % 10 kokain testleri uygulanarak hastaya Horner sendromu tanısı konuldu.
21 years old female patient was admitted to our outpatients clinics with the complaints of drooping of the right upper eyelid and pupillary asymmetry in size between two eyes. When complete history was taken, she told that her complaints had started after having a surgery in axillary area for hyperhydosis in both hands. During the ophthalmologic examination, we have observed ptosis and myosis in the right eye. 0,5% Apraclonidine and 10% cocaine tests have been performed and the patient has been diagnosed as Horner’s syndrome.
Abstract

16.Conjunktival Telangiectasia with ataxia telangiectasia: case report
Özge Pınar Akarsu, Cemile Üçgül Atılgan, Dilek Güven
Pages 75 - 77
Bu olgu sunumunda Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Enfeksiyon Kliniği’nde pnömoni sebebiyle yatarak tedavi gören ve her iki gözde hiperemi görülmesi sebebiyle kliniğimize konsulte edilip konjonktival telenjiektazi tespit edilen 7 yaşındaki erkek hastanın klinik olarak değerlendirilmesi amaçlandı.

Hastanın ayrıntılı oftalmolojik muayenesi sonrası saptanan konjonktival telenjiektaziler, diğer klinik bulgular, laboratuar ve görüntüleme sonuçları ile aile öyküsü de dikkate alınarak ataksi telenjiektazide görülen göz bulguları olarak değerlendirildi.
The purpose of this study is to report a 7-year-old patient who developed bilateral conjunctival hyperemia while under treatment of pneumonia at Sisli Etfal Training and Research Hospital Pediatric Infection Clinic. Ophthalmological examination revealed bilateral conjunctival telangiectasias which was thought to be the ophtalmologic sign of ataxia telangiectasia considering other clinical findings, laboratory and imaging results and family history.
Abstract

17.Acute Dacryocystitis After an Uneventful Pterygium Excision
Altan Göktaş, Koray Gümüş, Hatice Arda, Duygu Topaktaş, Ayşe Öner, Sarper Karaküçük, Ertuğrul Mirza
Pages 78 - 80
Komplikasyonsuz piterjiyum cerrahisi uygulanan 36 yaşında bayan hasta, cerrahi sonrası altıncı günde, akut dakriyosistit ve periorbital selülit tablosu ile başvurdu. Hastanın öyküsü tekrar sorgulandığında, son iki yıldır sağ gözünde yoğun sulanma şikayetinin olduğu öğrenildi. Sistemik antibiyotik tedavisi ile klinik durumu tamamen düzelen hastada, yapılan nazolakrimal kanal lavajında özellikle sağ tarafta sıvı geçişinin çok zor olduğu tespit edildi. Sonuç olarak, her oküler cerrahi öncesi hasta şikayetleri ve öyküsü çok iyi değerlendirilmeli ve tüm drenaj sistemi dikkatlice muayene edilmelidir.
A 36-year-old woman who underwent uncomplicated pterygium surgery, admitted to our eye clinic with a clinical picture of acute dacryocystitis and periorbital cellulitis six days after the surgery. When the patient’s medical history was re-evaluated in detail, it was noticed that she had complained of intermittent epiphora in her right eye for two years. After healing with systemic antibiotic treatment, drainage system was evaluated by syringing saline into nasolacrimal system. During the evaluation, a severe obstruction was observed in the nasolacrimal sac. As a conclusion, all patients should be carefully evaluated with regard to nasolacrimal drainage system prior to any ocular surgery.
Abstract

18.High Resolution Optical Coherence Tomography in Late Stage Familial Foveal Retinoschisis
Hakan Özdemir, Murat Karaçorlu, Serra Arf, Fevzi Şentürk
Pages 81 - 83
Çocuklukdan beri her iki gözünde görme bulanıklığı olan 35 yaşındaki erkek hastaya 14 yaşında iken foveaskizis teşhisi konulmuştu. Hastanın 5 erkek kardeşi vardı ve bunların hepsinde benzer bir retina problemi tespit edildiği söylenmişti. Her iki gözde tashihle görme keskinliği 4/10 seviyesindeydi. Fundus muayenesinde her iki gözde alt temporal kadranlarda retinoskizis, sağ gözde aynı bölgede pigmente laser skarları ve her iki gözde silik fovea reflesi izlendi. Yüksek çözünürlüklü optik koherens tomografi (OCT) incelemesinde foveal kesitlerde her iki gözde foveanın atrofik olduğu görüldü. OCT kesitlerinde intraretinal ya da subretinal sıvı birikimi ya da kistik boşluklar gözlenmezken, retina incelmesinin özellikle yüzeyel tabakalarda görüldüğü tespit edildi. Dış pleksiform tabakanın altındaki yapılar normal görünümdeydi. OCT bulguları familial foveal retinoskizisin erken dönemlerindeki gibi tanı koydurucu olmasa da, hastalığın geç dönemlerinde teşhise yardımcı olacağına şüphe yoktur.
A 35 year-old male patient with blurred vision in both eyes since childhood has been diagnosed with foveaschisis at the age of 14. The patient had 5 brothers, all reported to have similar retinal problems. His best-corrected visual acuity was 4/10 in both eyes. Fundus examination showed retinoschisis in the lower temporal quadrants in both eyes, pigmented laser scars in the same area in the right eye, and a dull foveal reflex was observed in both eyes. The foveal sections examined with high resolution optical coherence tomography (OCT) demonstrated atrophy in the fovea bilaterally. OCT sections did not show any accumulation of intraretinal or subretinal fluid or any cystic cavities; yet, thinning was observed especially on the superficial retinal layers. Structures under the outer plexiform layer were observed as normal. Even though these OCT findings are not merely diagnostic as in early stage familial foveal retinoschisis, there is no doubt that they still facilitate the diagnosis.
Abstract