Volume: 44  Issue: 6 - 2014
Hide Abstracts | << Back
1.Comparison of Partial Cohorence Interferometry and Optic Low Cohorence Reflectometry Methods for Intraocular Lens Power Calculation in Patients with Cataract
Mustafa Doğan, Onur Polat, Mahmut Karadaş, Tuncay Küsbeci, Güliz Fatma Yavaş, Sibel İnan, Ümit Übeyt İnan
Pages 419 - 423
Amaç: Parsiyel kohorens interferometri-PKİ ile optik düşük kohorens reflektometri-ODKR ölçümlerini karşılaştırmak ve refraksiyon değerlerinden beklenen sapma miktarları arasında fark olup olmadığını araştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: Ocak 2013 - Şubat 2013 tarihleri arasında kliniğimizde katarakt tanısı ile opere edilmiş hastaların dosyaları retrospektif incelendi. Ultrasonografik biometri, PKİ ve ODKR ölçümleri aynı seansta alınmış 42 göz çalışmaya dahil edildi. Hastaların oftalmolojik ve sistemik bulguları, cihazlardan elde edilen aksiyel uzunluk (AU), ön kamara derinliği (ÖKD), keratometrik değerler (K1, K2), emetropi için önerilen GİL gücü ölçümleri ile 20 gözde refraksiyon kusurundan sapma değerleri kaydedildi.
Sonuçlar: Olguların yaş ortalaması 68.00±13.15 yıl idi ( 20 erkek, 7 bayan). PKİ ve OKDR biometri cihazları ile yapılan AU, K2 ve öngörülen GİL gücü ölçümler arasında anlamlı farklılık saptanmazken, PKİ cihazı ile ÖKD’nin 0.02 mm daha sığ ve K1 değerinin 0.27 D daha dik ölçüldüğü gözlendi (sırasıyla p=0.003, p=0.037). Her iki cihazla alınan ölçümler arasında anlamlı derecede yüksek korelasyon gözlendi (p<0.0001). İki cihaz arasında hastaların 1.hafta ve 1.ay refraksiyon değerlerinden beklenen sapma miktarları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (sırasıyla p=0.152 ve 0.181).
Tartışma: Optik biometri cihazlarının ölçümleri arasındaki uyumluluk ve farklılıkların bilinmesi önemlidir. PKİ cihazı ile ODKR cihazı arasında alınan biometrik ölçümler arasında bazı farklılıklar olmasına karşın ölçümler arasında yüksek korelasyon bulunması, her iki cihazın klinik kullanımda birbirinin yerine kullanılabileceği kanaatine varılmıştır.
Objective: To compare the measurements of partial coherence interferometry-PCI (AL Scan, Nidek) and optical low coherence reflectometer-OLCR (Lenstar, Haag-Streit AG) and evaluate the inter-device differences in respect to deviation from target refraction.
Material and Method: The medical charts of the patients who underwent cataract surgery between January 2013 and February 2013 in our department were retrospectively evaluated. Forty two eyes with ultrasonographic biometry, PCI and OLCR measurements performed in the same visit were included in the study. Ophthalmological and systemic findings of the patients, axial length (AL), anterior chamber depth (ACD), IOL power calculations recommended for emetropy and keratometry measurements (K1, K2) in all eyes and deviations from target refraction in 20 eyes were noted.
Results: Mean age of the patients was 68.00 ± 13.15 and female/male ratio was 7/20. There were no statistically significant differences between the two devices in respect to AL, K2 and recommended IOL power measurements whereas, ACD measured by PCI was 0.02 mm more shallow and K1 values in PCI were 0.27 D steeper (p = 0.003 and p = 0.037, respectively). There was a good correlation between the measurements of two devices (p < 0.0001). Also deviations from target refractions measured at 1 week and 1 month did not differ significantly between two devices (p = 0.152 and p = 0.181, respectively).
Discussion: It is important to know the correlation and differences between measurements of different biometry devices. In our study as measurements of PCI and OLCR were correlated well despite of the negligible differences, we suggest that both devices can be used interchangeably.
Abstract

2.Corneal Endothelial Cell Changes Due to Combined Phacoemulsufication-Posterior Chamber Intraoculer Lens Implantation and Transpupillary Silicone Oil Removal
Mehmet Hanifi Alp, Haluk Esgin
Pages 424 - 427
Amaç: Kombine fakoemülsifikasyon-arka kamara göz içi lensi (AK-GİL) yerleştirilmesi ve transpupiller silikon yağı çıkarılmasının kornea endotel hücre tabakası üzerine etkisini incelemek
Gereç ve Yöntem: Retina dekolmanı (RD) veya proliferatif diyabetik retinopatiye bağlı vitre içi kanama veya traksiyonel RD nedeniyle vitreoretinal cerrahi ve silikon yağı uygulaması yapılan ve gelişen komplike katarakt nedeniyle kombine fakoemülsifikasyon-AK-GİL implantasyonu ve transpupiller aktif silikon yağı çıkarımına karar verilen 7 hasta çalışmaya alındı. Hastaların ameliyat öncesi ve sonrası korneal endotel hücre görüntüleri Topcon SP-2000P otomatik non-kontakt speküler mikroskop ile çekildi ve IMAGEnet 2000 Endothelial Cell Analysis yöntemi ile değerlendirildi. Bulgular literatürle karşılaştırıldı.
Bulgular: Ameliyat öncesi endotel hücre sayısı (EHS) ortalama 2461 hücre/mm2 olarak ölçüldü. Ortalama 10±3,5 ay (5-14 ay) sonrasında silikon yağı çıkarımı yapılan hastaların ameliyattan ortalama 17±21,2 ay (1-49 ay) sonrasında endotel hücre tabakası değerlendirildi. EHS ortalaması 1906 hücre/mm2 olarak bulundu. Diabetes Mellituslu (DM)’li iki olguda EHS’de azalma %32’yi bulurken, DM’si olmayan 5 gözde ortalama kayıp %19 olarak saptandı. Takip süresince hiçbir hastada kornea dekompansasyonu gelişmedi.
Sonuç: Kombine fakoemülsifikasyon-AK-GİL implantasyonu ve transpupiller aktif silikon yağı çıkarımı sonrasında, DM’lilerde daha fazla olmak üzere, önemli oranda EHS’de azalma görülmektedir.
Objective: The aim of this study was to evaluate the effects of combined phacoemulsufication-posterior chamber intraoculer lens (PC-IOL) implantation and the removal of transpupillary silicone oil on corneal endothelial cell layer.
Methods: Seven eyes of 7 patients enrolled to the study who had intravitreal hemorrhage due to retinal detachment or tractional retinal detachment due to proliferative diabetic retinopathy and all patients were operated with pars plana vitrectomy and silicone oil injection. Complicated cataract developed and patients were performed with combined phacoemulsufication - PC-IOL implantation and transpupillary silicon oil removal surgery. Preoperative and postoperative corneal endothelial cell count were taken by Topcon SP-2000P automatic non-contact specular microscopy and it was assessed by IMAGEnet 2000 Endothelial Cell Analysis. Results were compared with the findings in the literature.
Findings: The mean endothelial cell density (ECD) was 2461 cell/mm2 preoperatively. The mean silicone oil removal time was 10±3,5 months (range 5-14 months) and than endothelial cells were counted mean 17±21,2 months (range 1-49 months) after combined surgery. The mean ECD was determined as 1906 cell/mm2 postoperatively. While mean endothelial cell loss was found 32% in two patients with diabetes mellitus, five non-diabetic patients have 19% cell loss. Corneal decompensation did not observed in any patient during the follow-up period.
Conclusion: After combined phacoemulsufication - PC-IOL implantation and transpupillary silicone oil removal, significant reduction in endothelial cells was observed. We determined that this reduction was more in diabetics.
Abstract

3.Results of iris claw intraocular lens implantation in aphakia
Mehmet Tahir Şam, Seçil Özdemir Şahin
Pages 428 - 435
Amaç: Afaki veya kapsül desteği yeterli olmayan katarakt olgularında implante edilen İris Kıskaçlı Lensleri(İKL) görsel sonuçlar ve komplikasyonlar açısından değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem: Kasım 2007-Kasım 2012 tarihleri arasında Bucak Devlet Hastanesi Göz Hastalıkları Kliniği ve özel bir hastane Göz Hastalıkları Kliniğinde İris Kıskaçlı Lens implante edilen ve en az 1 sene takip edilen 34 hastanın 34 gözüne ait veriler retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: 21 hasta zonül problemli komplike katarakt, 8 hasta afaki ve 5 hasta İOL dislokasyonu nedeniyle opere edilmişti. Hastaların preoperatif en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (BCVA) ortalama 1,46±1,05 LogMAR iken postoperatif BCVA ortalama 0,20±0,21 LogMAR olarak saptandı. 34 hastanın 31 gözünde (% 91,1) postoperatif görme keskinliği artışı oldu, 29 (%85,3) hastada postoperatif BCVA Snellen eşeli ile 6/12 ve üzeri elde edildi. Postoperatif refraksiyon kusuru ortalama sferik equvalan (SE) -0,76±0,94 D, tahmin edilen SE’den sapma -0,26±0,94 D idi. Preoperatif astigmatizma ortalama -1,36±0,77 Cyl D, postoperatif astigmatizma ortalama -0,98±0,82 Cyl D olarak saptandı. 1olguda postoperatif 2. ayda iridotominin kapanması sonucu pupiller blok nedeniyle glokom gelişti, YAG lazer revizyon sonrası glokom düzeldi. 1 olguda erken postoperatif dönemde İKL üzerinde iris pigment presipitatları, 1 olguda pupil ovalizasyonu gözlendi. Ciddi oküler travmalı bir hastada postoperatif 3. ayda retina dekolmanı gelişti, vitrektomi operasyonu sonrası görme korundu.
Sonuç: Zonül problemli katarakt olgularında ve kapsül desteği olmayan afaki olgularında İris Kıskaçlı Lensler görsel rehabilitasyonu sağlamada oldukça iyi sonuçlar vermektedir. Komplikasyonlar açısından alternatif İOL implantasyon yöntemlerine göre daha güvenlidir.
Purpose: To evaluate visual outcomes and complications of iris claw intraocular lenses (ICIOL) implanted in aphakia or in cataract surgery with insufficient capsule support.
Materials and Methods: Medical records of 34 eyes of 34 patients who had undergone iris claw intraocular lens implantation with a minimum follow-up 12 months at Bucak State Hospital and in a private hospital between November 2007 and November 2012 were reviewed in this retrospective study.
Results: Twentyone eye with cataract accompanying zonular deficiency, 8 eyes with aphakia, 5 eyes with dislocated İOL were operated and ICIOL implanted. Mean preoperative BCVA was 1,46±1,05 LogMAR and postoperative BCVA was 0,20±0,21 LogMAR (Table 1). There was an improvement in visual acuity in 31 eyes of the 34 patients, and 29 of them had a visual acuity better than 6/12 postoperatively (Figure 1). Mean postoperative spherical equivalent (SE) was -0,76±0,94 D, and deviation from estimated SE was -0,26±0,94 D (Figure 2). Mean preoperative astigmatism was -1,36±0,77 Cyl D and mean postoperative atigmatism was -0,98±0,82 Cyl D ( Figure 3,4). In second postoperative month one case had a pupillary block glaucoma due to the closure of peripheric iridotomy, after ND-YAG lazer treatment intraocular pressure return to normal value. One eye had iris pigment precipitates on the ICIOL in early postoperative period and in one case there was a pupillary ovalization. One eye had retinal detachment 3 months after the cataract surgery, anterior vitrectomy and ICIOL implantation, who had a severe ocular trauma history. Visual acuity remained unchanged after a successfull pars plana vitrectomy operation.
Conclusion: İris Claw Lenses provide fairly good visual outcomes in aphakic eyes without capsular support and in challenging cataract cases with zonular deficiency. They are safe regarding complications when compared to other alternative intraocular lens implantation methods.
Abstract

4.To compare the mean contrast sensitivity results of LASIK and LASEK in patients with myopia and myopic astigmatism
Okan Taşkın, Zeynep Özbek
Pages 436 - 439
Amaç: Çalışmadaki amacımız miyopi ve astigmatizmanın düzeltilmesinde LASIK ve LASEK yöntemlerinin kontrast duyarlılık açısından değerlendirilmesidir.
Hastalar ve Yöntem: DEÜTF Göz Hastalıkları ABD Excimer Lazer Ünitesinde Kasım 2008 ve Kasım 2011 yılları arası miyopi ve astigmatizma nedeni ile LASIK uygulanan 30 hastanın 60 gözü ve LASEK uygulanan 30 hastanın 60 gözü çalışmaya dahil edildi. Hastaların işlem öncesi muayenelerinde ortalama en iyi düzeltilmiş kontrast duyarlılık sonuçları değerlendirildi. İşlem sonrası 1. ay, 6. ay ve son yapılan muayenelerinde ölçülen ortalama düzeltilmemiş kontrast duyarlılık sonuçları ve komplikasyonlar değerlendirildi. LASIK grubu sonuçları ile LASEK grubu sonuçları karşılaştırıldı.
Bulgular: Gruplar yaş ve cinsiyet dağılımı açısından benzerdi. Hastaların preoperatif ölçülen ortalama en iyi düzeltilmiş kontrast duyarlılıkları arası anlamlı fark saptanmadı. Postoperatif 1. ayda ölçülen ortalama kontrast duyarlılık değerleri arasında anlamlı fark saptanmadı. Postoperatif 6. ay muayenelerinde de ortalama düzeltilmemiş kontrast duyarlılıklar arası anlamlı fark saptanmadı. Hastaların ortalama son muayene zamanı 13.4 (9 – 36 ay) aydı. Son muayenelerde de ortalama düzeltilmemiş kontrast duyarlılıklar arası anlamlı fark saptanmadı. Hem LASIK hem de LASEK grubunda son muayene de saptanan ortalama düzeltilmemiş kontrast duyarlılık düzeyleri, preoperatif en iyi düzeltilmiş kontrast duyarlılık değerlerinden yüksekti.
Sonuç: Miyopi ve astigmatizmanın düzeltilmesinde hem LASIK hem de LASEK yöntemleri uygun hastalarda uygulandığında kontrast duyarlılık fonksiyonu açısından güvenli görünmektedir. İki yöntem arasında sonuç kontrast duyarlılıklar arası anlamlı fark saptanmamıştır.
Purpose: To compare LASIK and LASEK for the correction of myopia and myopic astigmatism in terms of contrast sensitivity.
Patients and Methods: Sixty eyes of 30 patients who underwent LASIK and 60 eyes of 30 patients who underwent LASEK for myopia and myopic astigmatism at the Excimer Laser Center of Dokuz Eylul University, Medical Faculty were included. Mean best corrected contrast sensitivity values were noted before surgery. Mean uncorrected contrast sensitivity values were evaluated 1month and 6 months after surgery as well as at the last exam. Complications were noted. The results of LASIK and LASEK groups were compared.
Results: Two groups were similar in terms of age and gender. No significant difference was noted between the mean preoperative best corrected contrast senitivity values of the two groups. Mean uncorrected contrast sensitivity values were not significantly different at the first and sixth months. Mean last exam time was 13.4 (9 – 36 month) months. Also at the last exam; mean uncorrected contrast sensitivity values were not significantly different. Mean uncorrected contrast sensitivity values at the last exam were higher than the preoperative mean best corrected contrast sensitivity values in both LASIK and LASEK groups.
Conclusion: Both LASIK and LASEK for the correction of myopia and myopic astigmatism seem to be safe procedures in terms of contrast sensitivity when performed for appropriate patients. Neither technique demonstrated significantly different contrast sensitivity results in this study.
Abstract

5.Efficacy of Tectonic Corneal Patch Graft for Progressive Peripheral Corneal Thinning
Cafer Tanrıverdio, Mustafa Köşker, Uğur Acar, Ayşe Burcu, Mehmet Mustafa Onat, Firdevs Örnek
Pages 440 - 444
Amaç: İlerleyici periferik kornea incelmesi (PKİ) olan hastalarda yapılan tektonik kornea yama greftinin (TKYG) etkinliğini incelemek
Gereç ve Yöntem: PKİ veya kornea perforasyonu nedeniyle Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesinde TKYG yapılan 8 hastanın 8 gözü çalışmaya alındı.
Bulgular: 7 hastaya ilerleyici PKİ, 1 hastaya da kornea perforasyonu nedeniyle TKYG cerrahisi uygulandı. Hastaların yaş ortalaması 57.2±16.7 (38-82) idi. Ortalama takip süresi 13.9±6.7 (6-24) aydı. İlerleyici PKİ’ye neden olan olası nedenler; 2 hastada trahom, 2 hastada romatoid artrit-kuru göz, 2 hastada enfeksiyöz kornea ülseriydi. Diğer iki hastada ise cerrahi sonrası ilerleyici PKİ gelişti. Enfeksiyöz kornea ülseri olan hastalardan birinde makas ile travma öyküsü vardı. Hastalardan üçüne TKYG yapılmadan önce amniyon membran transplantasyonu uygulanmıştı. Sekiz gözün hepsinde anatomik başarı elde edilirken dört hastada (%50) düzeltilmiş görme keskinliği (DGK) 0.1 veya üzerindeydi. Altı hastanın (75%) ameliyat sonrası dönemde DGK ameliyat öncesi DGK'dan daha iyiydi. Hastaların ikisinde takiplerde lokal ön sineşi gelişti.
Sonuç: TKYG uygulamasının, PKİ ve kornea perforasyonu olan olgularda glob bütünlüğünü yeniden sağlayan ve kabul edilebilir görsel sonuçları olan faydalı bir tedavi seçeneği olduğu sonucuna varılmıştır.
Objective: To report the results of tectonic corneal patch graft (TCPG) in patients with progressive peripheral corneal thinning (PCT).
Material and Method: All 8 patients underwent TCPG for PCT or perforated corneal ulceration at Ankara Training and Research Hospital.
Results: We performed TCPG in 7 patients for PCT and in 1 patient for perforated corneal ulceration. Mean age was 57.2±16.7 (38-82) years. Postoperative follow-up time ranged from 6 to 24 months (mean 13.9±6.7). Possible etiologies leading to progressive PCT were trachoma, infectious corneal ulcer, rheumatoid arthritis-severe dry eye in 2 patients each. Other 2 patients had a progressive PCT following ocular surgery. One of the patients with infectious corneal ulcer also had a trauma caused by a scissor. Amnion membrane transplantation was performed in 3 patients prior to TCPG. While the anatomic success was achieved in all 8 patients, best corrected visual acuity (BCVA) was 0.1 or better in 4 patients (50%). Postoperative BCVA was better than preoperative BCVA in 6 patients (75%). Local peripheral anterior synechiae developed in two eyes.
Conclusion: TCPG is a useful therapeutic option in selected cases of corneal thinning and perforations because it effectively restores the integrity of the globe and allows acceptable visual results.
Abstract

6.The influence of Type-1 Diabetes Mellitus in children on Central Corneal Thickness
Pınar Yüksekkaya, Emine Şen, Sebahat Ağladıoğlu-yılmaz, Zehra Aycan, Faruk Öztürk
Pages 445 - 448
Amaç: Bu çalışmada, merkezi kornea kalınlığı (MKK)’nın Diyabetes Mellitus (DM)’lu çocuklarda ve yaş, cinsiyet eşleştirilmiş sağlıklı bireylerde karşılaştırılmasını ve hastalıkla ilişkili parametrelerin MKK ile olan ilişkisini araştırmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem: İleriye dönük, karşılaştırmalı çalışmaya 138 hastanın 138 gözü çalışmaya dahil edildi. MKK’ 66 tip-1 DM’lu çocuk ve 72 sağlıklı bireyde ultrasonik pakimetri ile ölçüldü. Hastalık süresi, hemoglobinA1C (HbA1c) değeri, ve açlık kan şekeri (AKŞ) seviyesinin MKK üzerine olan etkisi araştırıldı.
Bulgular: Çalışma ve kontrol grubunun demografik özellikleri benzer idi (p>0.05). Ortalama MKK çalışma (555,2±38,6 µm) grubunda, kontrol (547,7± 31,5 µm) grubuna göre daha yüksekti ancak bu fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (bağımsız t-testi, p=0,211). MKK değeri, diyabet süresi >5 yıl olanlarda(554.6±39.3 µm), ≤ 5yıl olanlara(555,6±38,6 µm) göre istatistiksel olarak anlamlı değildi (p<0,05). Aynı zamanda çalışma grubunda, MKK ile DM ilişkili parametreler arasında anlamlı bir korelasyon yok idi (p>0,05).
Sonuç: Bulgularımız DM’un, çocuklarda kornea kalınlığını etkilemediğini göstermiştir. Ayrıca hastalıkla ilişkili parametreler ile MKK arasında herhangi anlamlı bir korelasyon yoktu.
Purpose: To evaluate the central corneal thickness (CCT) in children with diabetes mellitus (DM) and compare age, sex-matched healthy subjects and to assess the presence of any relationship between the disease-variable parameters and CCT.
Materials and Methods: This prospective, cross-sectional study included 138 eyes of 138 subjects. The CCT was measured by ultrasonic pachymetry in 66 children with type-1 DM, 72 healthy subjects. The effects of the duration of DM, current hemoglobin A1C levels (HbA1c), and fasting blood glucose (FBG) level on CCT were also evaluated.
Results: The demographic characteristics of the study and control groups were similar (p>0.05). The average CCT was greater in the study (555.2 ±38.6 µm) than control group (547.7± 31.5 µm) but the difference was not statistically significant (independent t-test, p= 0.211). CCT was also not significantly different in children with diabetes >5 years’ duration (554.6±39.3 µm) compared to diabetes ≤5 years’ duration (555.6±38.6 µm) (p>0.05) and there was no significant correlation between the CCT- and the DM-related parameters in the study group (p>0.05).
Conclusions: Our findings indicate that DM does not affect the corneal thickness in adolescents. We also did not find any significant correlation between disease-related variables and the CCT.
Abstract

7.Results of limbal conjunctival autograft transplantation in primary and recurrent pterygium surgery
Raşit Kılıç, Tülay Karacan Erşekerci, Gökay Göktolga, Sebile Üstün Çomçalı, Alperen Ağadayı
Pages 449 - 453
Amaç: Nüks ve primer pterjium olgularında limbal konjonktival otogreft tekniği ile yapılan ameliyatların sonuçlarını değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntem: Nisan 2011 ve Temmuz 2013 tarihleri arasında kliniğimizde limbal konjonktival otogreft tekniği ile pterjium ameliyatı yapılmış ve en az 6 ay takip bulguları olan 49 hastanın 54 gözü çalışma kapsamında retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Tüm hastalar aldıkları tedaviye ve primer/nüks olma durumuna göre; siklosporin A + hidroksipropilmetilselüloz kullanan nüks pterjiumlu olgular Grup 1, siklosporin A + hidroksipropilmetilselüloz kullanan primer pterjiumlu olgular Grup 2, siklosporin A + hidroksipropilmetilselüloz kullanmayan primer pterjiumlu olgular Grup 3 olarak gruplandırılmıştır.
Bulgular: Çalışma kapsamında değerlendirilen 9 hastanın 11 gözü Grup 1, 11 hastanın 11 gözü Grup 2 ve 29 hastanın 32 gözü Grup 3 olarak tespit edilmiştir. Hastaların takip süreleri Grup1’de 17±9,1 ay, Grup 2'de 14,4±6,1 ay ve Grup 3'te 13,2±7 ay olup toplamda ise tüm hastalar 14,2±7,3 ay takip edilmişlerdir. Grup 1' de bir olguda (%9,1) ve Grup 3'te bir olguda (%3,1) olmak üzere toplam 2 (%3,7) olguda nüks geliştiği izlenmiştir. Gruplar arasında nüks sıklıkları açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık tespit edilmemiştir. (p=0,653).
Sonuç: Nüks ve primer pterjium eksizyonunda limbal konjonktival otogreft cerrahisi etkili ve güvenilir bir yöntemdir.
Aim: To evaluate the results of limbal conjunctival autograft transplantation in cases with primary and recurrent pterygium.
Material and method: A total of 54 eyes of 49 patients that were operated for pterygium with limbal conjunctival autograft technique between April 2011 - July 2013 with at least 6 months of follow up were retrospectively assesed. All cases were distributes into 3 gropus according to the postoperative therapy and the primary/recurrent nature of pterygium: Recurrent pterygium with postoperative topical cyclosporin A + hydroxypropylmethylcellulose treatment were included in Group 1, primer pterygium with postoperative topical cyclosporin A + hydroxypropylmethylcellulose were included in Group 2 and primer pterygium without either topical cyclosporin A + hydroxypropylmethylcellulose were included in Group 3.
Results: 11 eyes of 9 patients were studied in Group 1, 11 eyes of 11 patients in Group 2 and 32 eyes of 29 patients in Group 3. Follow up periods were 17±9,1 months for Group 1, 14,4±6,1 months for Group 2, 13,2±7 months for Group 3 and 14,2±7,3 months for all groups. Totally two recurrences (%3,7) were observed as one case for both Group 1(%9.1) and Group 3(%3.1) during the follow up periods. Recurrence rates between three groups was not statistically significant (p=0,653).
Conclusion: Limbal conjunctival autograft technique is an effective and safe technique in excision of primary and recurrent pterygium.
Abstract

8.The effect of pupillary dilation on retinal nerve fiber layer thickness measurements taken with spectral-domain optical coherence tomography
Duygu Cam, Revan Yıldırım Karabağ, Gül Arıkan, Üzeyir Günenç
Pages 454 - 457
Amaç: Glokomlu gözlerde spektral-domain optik koherans tomografi ile yapılan retina sinir lifi tabakası kalınlığı ölçümlerine pupilla dilatasyonunun etkisini araştırmak.

Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya primer açık açılı glokom veya oküler hipertansiyonu olan 23 hastanın 45 gözü dahil edildi. Hastalara Spektralis OKT (Spectralis HRA + OKT, Heidelberg Engineering, Heidelberg, Germany) ile pupiller dilatasyon öncesi ve sonrası peripapiller retina sinir lifi tabakası kalınlık ölçümü yapıldı. Temporal kadran (T), temporal superior kadran (TS), temporal inferior kadran (Tİ), nazal kadran (N), nazal süperior kadran (NS), nazal inferior kadran (Nİ) ve global (G) retina sinir lifi tabakası kalınlığı ölçümleri değerlendirildi. İstatistiksel analiz için bağımlı gruplarda t testi kullanıldı.

Bulgular: Olguların 12’si (%52,2) erkek, 11’i kadındı. Olguların yaş ortalaması 64.7 ± 9.0 yıldı. Dilatasyon öncesi RSLT kalınlıkları 66.8 ± 15.6 μm (T), 111.2 ± 29.78 μm (TS), 123.0 ± 32.9 μm (TI), 67.0 ± 15.4 μm (N), 97.7 ± 40.4 μm (NS), 94.8 ± 25.2 μm (NI) ve 86.2 ± 15.4 μm (G); dilatasyon sonrası ise 66.7 ± 14.3 μm (T), 112.3 ± 29.4 μm (TS), 122.1 ± 31.1 μm (TI), 67.2± 16.9 μm (N), 92.8 ± 28.2 μm (NS), 96.2 ±41.2 μm (NI) ve 86.6 ± 17.0 μm (G) olarak ölçüldü. Dilatasyon öncesinde ve sonrasında ortalama RSLT kalınlığında ve diğer kadranlardaki RSLT kalınlık ölçümleri arasında istatiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı (p>0.05).

Sonuç: Pupilla dilatasyonunun Spektralis OKT ile yapılan peripapiller RSLT kalınlık ölçümleri üzerinde anlamlı etkisi görülmemiştir.
Purpose: To investigate the effect of pupillary dilation on peripapillary retinal nerve fiber layer thickness measurements taken with spectral-domain optical coherence tomography.
Materials and Methods: Forty-five eyes of 23 patients with primary open angle glaucoma or ocular hypertension were included in the study. Peripapillary RNFL thickness measurements were taken before and after pupillary dilation using specctralis OCT (Spectralis HRA+OCT, Heidelberg Engineering, Heidelberg, Germany). Temporal quadrant (T), temporal superior quadrant (TS), temporal inferior quadrant (TI), nasal quadrant (N), nasal superior quadrant (NS), nasal inferior quadrant (NI), and global (G) RNFL thickness values were evaluated and compared before and after dilation. Paired sample t-test was used for statistical analysis.

Results: Of the 23 patients 12 (52.2%) were man, 11 were woman. Mean age was 64.7 ± 9.0 years. Before dilation mean RNFL thickness was 66.8 ± 15.6 μ in T, 111.2 ± 29.7 μ in TS, 123.0 ± 32.9 μ in TI, 67.0 ± 15.4 μ in N, 97.7 ± 40.4 μ in NS, 94.8 ± 25.2 μ in NI and 86.2 ± 15.4 μ in G. After dilation mean RNFL thickness was 66.7 ± 14.3 μ in T, 112.3 ± 29.4 μ in TS, 122.1 ± 31.1 μ in TI, 67.2± 16.9 μ in N, 92.8 ± 28.2 μ in NS, 96.2 ±41.2 μ in NI and 86.6 ± 17.0 μ in G. No statistically significant difference was found before and after dilation in global RNFL thickness measurement and in RNFL thickness measurement of each quadrant (p > 0.05).

Conclusion: Pupillary dilation has no significant effect on peripapillary RNFL thickness measurements taken with Spectralis OCT.
Abstract

9.The Comparison of Our Results of Early And Late Surgery for Infantile Esotropia
Murat Özdemir
Pages 458 - 460
Amaç: İnfantil ezotropya olgularımızda erken ve geç cerrahi sonuçlarını karşılaştırmak.
Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde 2008-2013 yılları arasında infantil ezotropya tanısı ile opere edilen olgular retrospektif olarak incelendi. Olgular erken ve geç cerrahi geçirenler olmak üzere iki gruba ayrıldı. On sekiz ay ve daha erken yaşta opere olan 10 olgu erken cerrahi grubuna, daha büyük yaşta opere olan 12 olgu geç cerrahi grubuna dahil edildi. Gruplar ameliyat öncesi kayma miktarları, ilave patoloji varlığı, ameliyat sonrası kayma miktarları, cerrahi başarı oranı ve reoperasyon gerekliliği yönünden karşılaştırıldı.
Bulgular: Cerrahi sırasındaki yaş ortalaması erken cerrahi grubunda 12,8±4,0 (5-18) ay, geç cerrahi grubunda 46,2±31,4 (20-108) ay idi (p=0,003). Ameliyat öncesi kayma miktarı erken cerrahi grubunda 45,5±12,7 (30-65) prizma diyoptrisi (pd), geç cerrahi grubunda 44,58±12,1 (30-60) pd idi (p=0,865). Cerrahi sonrası ortalama takip süresi erken cerrahi grubunda 39,8±13,3 (16-59) ay, geç cerrahi grubunda 38,4±23,9 (6-69) aydı (p=0,873). Cerrahi başarı oranı erken cerrahi grubunda %70, geç cerrahi grubunda %66 bulundu (p=0,870). Son kontrollerde ameliyat sonrası kayma miktarı erken cerrahi grubunda 4,5±10,1 (0-30) pd, geç cerrahi grubunda 7,9±11,9 (0-30) pd idi bulundu (p=0,483). Erken cerrahi grubunda üç olguda, geç cerrahi grubunda bir olguda tekrar horizontal kas cerrahi yapıldı (p=0,418).
Sonuç: Erken ve geç cerrahi yapılan infantil ezotropya olgularında, motor sonuçlar bakımından anlamlı bir fark bulunmamıştır.
Summary
Aim: To compare the motor results of the early and late surgery for infantile esotropia.
Material and Method: The cases diagnosed by infantile esotropia and undergone strabismus surgery between 2008-2013 were investigated retrospectively. The cases divided into the early surgery and late surgery groups. Ten cases operated in their 18 month and earlier of age were included in the early surgery group, and 12 cases operated in older than 18 month were included in late surgery group. The groups were compared in respect to squint angel before operation, squint angle after operation, surgical success rate, and requirement of additional operation.
Results: At the operation time, mean age was 12,8±4,0 (5-18) month and 46,2±31,4 (20-108) month in early and late surgery groups, respectively (p=0,003). The mean squint angel before operation was 45,5±12,7 (30-65) prism diopter (pd) and 44,58±12,1 (30-60) pd in early and late surgery groups, respectively (p=0,865). Mean follow up period was found 39,8±13,3 (16-59) month in early surgery group, and 38,4±23,9 (6-69) month in late surgery group (p=0,873). Surgical success rate was 70% in early surgery group, and was 66% in late surgery group (p=0,870). The mean squint angle values in postoperative last visit were found 4,5±10,1 (0-30) pd and 7,9±11,9 (0-30) pd in early and late surgery groups, respectively, (p=0,483). Additional horizontal muscle surgery for three cases in early surgery group and for one patient in late surgery group were done (p=0,418).
Conclusion: It was not found significantly difference between the motor outcomes of early and late surgery for infantile esotropia.
Abstract

10.The retrospective evaluation of periorbital dermoid cyst
Seda Karaca Adıyeke, Duygu Kunak, İlgün Canbeyli
Pages 461 - 464
Amaç: Orbitanın benign konjenital koristomları olan dermoid kistlerin klinik özelliklerinin ve eşlik eden inflamasyon bulgularının değerlendirilmesi.
Gereç-Yöntem: Kliniğimizde Şubat 2008 – Ocak 2012 tarihleri arasında dermoid kist ön tanısı ile kitle eksizyonu uygulanan ve histopatolojik incelemesinde dermoid kist tanısı alan 48 olgu retrospektif olarak incelendi.
Tüm olgularda rutin oftalmolojik muayene ve radyolojik görüntüleme uygulandı. Olgularda dermoid kitlenin lokalizasyonu, radyolojik ve histopatolojik tetkiklerde inflamasyon varlığı, kemik doku ekskavasyonu, çevre dokuya adezyon ve histolojik içerik değerlendirildi. SPSS(Statistical Package For Social Sciences) testi kullanılarak istatiksel analizler yapıldı. 0,05’den düşük p değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir.
Sonuçlar: Yirmialtı kadın 22 erkek toplam 48 olgunun ortalama yaşları 14,5±14,8 yıl(1-59 yaş median 9 yıl) olarak saptandı. Dermoid Kitlelerin %61.2( 30 olgu) sol göz, %38.8 sağ göz yerleşimliydi. Orbitada bulundukları kadran dağılımı % 74,3 superotemporal, % 20,7 superonazal, %2,5’i inferonazal ve %2,5 ‘i inferotemporal olarak izlendi. Tüm olgularda bulunan kitle şikayetine ek olarak iki olguda ağrı (%4.1), dört olguda(%8.1) kızarıklık ve bir olguda pitozis mevcuttu. Radyolojik incelemede (Orbital MRG-BT) bir olguda inflamasyon bulgusu saptandı. Histopatolojik olarak 29 olguda( %59 ) inflamasyon bulgusu mevcuttu.. Histopatolojik inflamasyon izlenen ve izlenmeyen olgular şeklinde iki grup oluşturuldu. Bu iki grup arasında yaş median degerleri ve kitle boyutu median değerleri arasında anlamlı fark saptandı (p=0,001, p=0,022). Peroperatif olarak, dermoid kitle çevresinde adezyon izlenen ve izlenmeyen olgu grupları arasında kitle boyutu median değerleri arasında anlamlı fark saptanmıştır (p=0,001). Kemik dokuya yapışıklık ve fibröz enkapsülasyon 31 olguda (%63) gözlendi. Orbital MRG veya BT ‘ de bir olguda kemik doku değişikliği saptanmışken, operasyon esnasında 16 olguda(%32.7) kemik ekskavasyonu gözlendi.
Tartışma: Epidermoid kitleye bağlı inflamasyonun ve çevre doku değişikliklerinin, klinik değerlendirmede ve radyolojik tetkiklerde saptanamasa dahi erken dönemlerde başladığı izlenmiştir.
Purpose: To evaluate the clinical features of dermoid cysts, which are orbital benign congenital choristomas, and the findings of accompanying inflammation.
Methods: Forty-eight patients were analyzed retrospectively, who underwent mass excision with the prediagnosis of dermoid cyst, between February 2008 - January 2012, in our clinic and were diagnosed with dermoid cyst with histopathological examination.
All patients underwent routine ophthalmological examination and radiological imaging. The localization of dermoid cyst in patients, the presence of inflammation in radiological and histopathological examinations, excavation of bone tissue, adhesion of the surrounding tissue and histologically content were evaluated. SPSS(Statistical Package For Social Sciences) test was used for statistical analysis. P-value lower than 0.05 was taken as statistically significant.
Results: The mean age of a total of 48 patients; 26 female and 22 male was determined as 14.5 ± 14.8 years (1-59 years, median age 9 years,). In addition to mass complaint in all patients, pain in two patients(4.1%), rash in four patients (8.1%) and ptosis in one patient were detected. In the radiological examination (Orbital MRI-CT), signs of inflammation were detected in one patient. Histopathologically, there was evidence of inflammation in 29 patients (59%).. It has been observed that, the presence of inflammation increased with increasing age and mass size(p=001,p=0,022). It has been observed that, adhesion seen around the dermoid mass perioperatively were associated with the increasing mass size(p=0,001)
The frequency of inflammation were increasing with age. Bone tissue adhesions and fibrous encapsulation were observed in 31 patients (63%). In one patient, bone tissue change was detected in orbital MRI or CT, bone excavation was observed in 16 patients (32.7%) during the operation.
Conclusion: Although, there are no compatible findings in clinical and radiological examinations, inflammation and surrounding tissue changes caused by dermoid mass has been observed to begin early period.
Abstract

11.Turkish contribution to ophthalmic literature from 1990 to 2013
Hüseyin Bayramlar, Remzi Karadağ, Ünsal Sarı, Özgür Çakıcı
Pages 465 - 470
Amaç: Pubmed arama motorunda günümüze kadar oftalmoloji alanında yayınlanmış Türkiye kaynaklı makale sıklığını, bu makalelerin göz dergilerine dağılımını araştırmak ve dünyanın önde gelen ülkelerinin makale sayılarıyla karşılaştırmak.
Materyal ve Metod: Pubmed arama motorunda “oftalmoloji” ve “Türkiye” kelimeleri kullanılarak, 1990 -2013 arasında yayınlanmış Türkiye kaynaklı makaleler tarandı. Oftalmoloji alanında yayın yapan Science Citation Index Expanded (SCI-E) kapsamındaki 56 dergi ile SCI-E kapsamında olmayan, ancak Pubmed’de taranan 8 dergide yayınlanmış Türkiye kaynaklı makaleler tek tek gözden geçirilip sayıldı. Makaleler, araştırma makaleleri bir grupta ve diğer makaleler (vaka takdimi, mektup, editöryal ve derleme) diğer grupta olacak şekilde 2 grupta incelendi.
Bulgular: 1990 - 2013 yılları arasında oftalmoloji alanında yayınlanmış olan Türkiye kaynaklı makale sayısının 5044 olduğu görüldü. Bu dönemde göz hastalıkları dalında en çok makalesi yayınlanmış ilk 3 ülke sırayla Amerika Birleşik Devletleri, Japonya ve Almanya idi (%25, % 6.8 ve%4.9). Bunların 3334 tanesi Oftalmoloji dergilerinde yayınlanan makalelerdi. Bu yayınların 2822 tanesi SCI-E kapsamlı dergilerde yayınlanmış olup, 2321 tanesi araştırma, 501 tanesi de diğer yazılardan oluşuyordu. En çok makalemizin yayınlanmış olduğu SCI-E kapsamlı ilk 3 dergi sırasıyla European Journal of Ophthalmology, Journal of Cataract and Refractive Surgery ve Ophthalmologica idi (sırayla 361, 183 ve 152 adet).

Sonuç: 1990- 2013 yılları arasında yayınlanmış oftalmoloji makalelerinin %1.5 kadarının ülkemiz kaynaklı olduğu saptandı. 1990 yılından günümüze, Türkiye kaynaklı oftalmoloji alanındaki makalelerin sayısının sürekli artmakta olduğu görüldü.
Objective: To investigate the frequency and distribution of ophthalmic articles with Turkish origin on Pubmed search engine and compare this data with those of the important countries in the world.
Material ve Method: Using the words of “ophthalmology” and “Turkey”, an online retrospective search was conducted on Pubmed between 1990 and 2013. Additionally, same search was performed for each ophthalmic journal indexed in Science Citation Index Expanded (SCI-E) (n=56) and not indexed in SCI-E (n=8), separately. The articles were divided into two groups (research articles and the other articles as case reports, letters, correspondence, editorials and reviews).
Results: A total of 5044 articles in the area of ophthalmology were from Turkey in that period. United States of America, Japan and Germany had the maximum number of published articles (25%, 6.8% and 4.9% of all, respectively). There were 3334 articles on ophthalmic journals. 2822 articles were published in SCI-E journals and of those, 2321 were research articles and 501 were other types of articles. Three SCI-E indexed ophthalmic journals which mostly published Turkish articles are European Journal of Ophthalmology, Journal of Cataract and Refractive Surgery and Ophthalmologica (361, 183 and 152, respectively).
Conclusion: In this period, the rate of the published ophthalmic articles originated from Turkey were 1.5%. We observed that the ophthalmic articles originated from Turkey has been increasing gradually.
Abstract

12.Is Blindness Close to Death?
Elif Demirkılınç Biler, Suzan Güven Yılmaz, Halil Ateş
Pages 471 - 475
Görme keskinliğinde azalma ile artmış ölüm riski arasındaki pozitif ilişki pek çok çalışmada irdelenmiştir. Görme keskinliğinde azalmaya sebebiyet veren farklı göz hastalıkları ile mortalite arasında direk ilişki olabileceği gibi az görme-körlük indirek olarak da öngörülemeyen çeşitli kaza ve yaralanmalara; azalmış yürüme hızı, azalmış vücut-kitle indeksi, yetersiz egzersiz ve beslenme neticesinde kanser veya kardiyovasküler hastalıklara; sosyal izolasyon, stres, demans, depresyon gibi psikolojik bozukluklara veya kendini olduğundan daha sağlıksız hissetme düşüncesine yol açabilmektedir. Ortada pek çok bağımsız değişkenin olduğu göz önüne alındığında, görme azlığı ve mortalite arasında gerçek bir ilişki olup olmadığı veya sonuçların tamamiyle rastlantısal olup olamayacağı ispatlanamaz gibi durmaktadır. Görme azlığının, bozulmuş hayat kalitesi ile birlikte kişiyi ölüme yaklaştırma ihtimali oftalmologların mesleki sorumluluğunu daha da arttırmakta olup, az görme ve mortalite riski arasındaki ilişkinin bilinmesi önemlidir. Bu derlemede bu konu her yönüyle irdelenmiş ve günümüze kadar yapılmış olan çalışmalar özetlenmiştir.
The association between visual impairment and mortality has been reported in many studies. As well as some ocular diseases may be associated with increased mortality directly, visual impairment is also reportedly associated with many factors linked to higher risk of dying via indirect pathways. These include unintentional injury and increased risk of falls, reduced walking speed, lower body mass index, self-reported difficulty in physical activity and nutrition, cardiovascular diseases and even cancer, dementia, anxiety, depression and reduced social interaction. Visual impairment also severely affect a person’s self-ranking of his or her health. Correction for these confounders has been found to attenuate the association between visual impairment and mortality, but the real mechanisms behind the association between visual impairment and mortality is still unclear. The impact of visual impairment on mortality with the decreased quality of life is an important health problem and the ophthalmologists should be aware of this. In this review, it has been summarized all study related to this subject in different patient populations.
Abstract

13.Age-related macular degeneration- Classification and Pathogenesis
İmren Akkoyun
Pages 476 - 480
Yaşa bağlı makula dejenerasyonu (YBMD) ilk defa 1885’ te Otto Haab tarafından 50 yaş üzerindeki olgularda makulada pigmenter ve atrofik değişikliklerle giden ve merkezi görme keskinliğinde ilerleyici azalma ile karakterize bir klinik görünüm olarak tanımlanmıştır. Günümüzde YBMD maküler nörodejeneratif hastalık olarak tarif edilmektedir. Sıklığı 65-75 yaş arasında %10, 75 yaş üzerinde %25 olarak bulunmuştur, bu nedenle önemli bir toplum sağlığı sorunudur. YBMD çok boyutlu, karmaşık ve kompleks bir hastalıktır. YBMD nin çeşitli tipleri bazı müşterek özellikler ve etyolojik nedenler paylaşsalarda her tipin kendine has patolojik mekanizması mevcuttur. Her tip YBMD için detaylı bilgilere dayanarak hedefe yönelik spesifik etkili tedaviler geliştirilmelidir.
Age-related macular degeneration (AMD) is first described in 1885 by Otto Haab as a disease for patients above 50 years with progressive RPE and atrophic degenerations of the macula reducing central visual acuity. AMD is a neurodegenerative disease and is now the most cause of registriable blindness in the western world. The prevalence of the disease is given with 10% between 65-75 years of old and with 25% after 75 of age. AMD is a multi-faceted and complex condition. Although different forms of AMD share some common underlying pathological features and causes, there are unique drivers for each form. Effective therapies will be derived from in-depth knowledge about each subtype of AMD, and tailored to address the specific needs in each disease subtype.
Abstract

14.Bilateral Posterior Scleritis in a Case with Multiple Myeloma
Sirel Gür Güngör, İmren Akkoyun, Müge Çoban-karataş, Sema Karakuş
Pages 481 - 483
Yetmiş sekiz yaşında kadın hasta her iki gözünde 1 haftadır devam eden görmede azalma, kırmızılık ve ağrıyla başvurdu. Hastaya 1 yıl önce immünglobülin G kappa tipi sessiz multipl myelom tanısı konulmuştu. Dilate fundus muayenesinde her iki gözde arka kutupta koroid kıvrımları ve perifer bölgede eksüdatif retina dekolmanı mevcuttu. Bu bulgular ile hastaya bilateral arka sklerit tanısı konuldu ve kortikosteroid tedavisi başlandı. Sistemik muayenede osteoporotik kemik lezyonları, anemi ve hiperkalsemi saptandı ve hastaya IgG kappa tipi multipl myelom tanısı konuldu.
A -78-year old women presented with complaints of decreased vision accompanied with redness and pain in both eyes for 1 week. The patient was diagnosed immunoglobulin G kappa type smoldering multiple myeloma 1 year ago. The dilated fundus examination revealed choroidal folds at the posterior pole and exudative retinal detachment in the peripheral area in both eyes. According to these findings, the patient was diagnosed with bilateral posterior scleritis and corticosteroid treatment was started. Osteoporotic bone lesions, anemia, and hypercalcemia were detected during the systemic examination and the patient was diagnosed with immunoglobulin G kappa type multiple myeloma.
Abstract

15.An uncommon ocular finding in Behçet’s Disease: Peripheral ulcerative keratitis
Orhan Ayar, Serpil Yazgan, Mehmet Orçun Akdemir, Metin Işık, Atilla Alpay, Suat Hayri Uğurbas
Pages 484 - 485
Kırk üç yaşında bayan hasta İki haftadır sağ gözde bulanık görme ve kızarıklık şikayetiyle göz kliniğine başvurdu. Yapılan biyomikroskobik muayenede korneada incelme ile seyreden periferik ülseratif keratit tespit edildi. Hastaya topikal florometalon, moksifloksasin, prezervan içermeyen suni göz yaşı ve vitamin A göz pomadı reçete edildikten sonra hasta romatoloji kliniğine yönlendirildi. Klinik bulgular ve yapılan sistemik araştırmalar neticesinde hastaya Behçet Hastalığı teşhisi konularak oral sistemik azotiyopurin, hidroksiklorokin ve prednizolon başlandı. Bu çalışmada Behçet Hastalığında nadir bir oküler bulgu olan periferik ülseratif keratit olgusu sunulmuştur.
A 43-year old woman was presented to our eye clinic with blurry vision and redness in the right eye for 2 weeks. Biomicroscobic examination revealed peripheral ulcerative keratitis with corneal thinning. After prescribing topical fluorometholon, moxifloxacin, preservative-free artificial tears and vitamin A ointment the patient was refered to Rheumatology department. According to clinical findings and systemic research oral systemic azathioprine, hydroxychloroquine and prednisolone was started with the diagnosis of Behçet’s Disease. In this study we presented peripheral ulcerative keratitis, an ocular manifestation uncommonly seen in Behçet’s Disease.
Abstract

16.Diagnosis And Management Of Descemet’s Membrane Detachment: A Cause Of Corneal Edema After Cataract Surgery, Case Report
Özlem Barut Selver, Sait Eğrilmez
Pages 486 - 489
Amaç: Olağan seyirle tamamlanmış fakoemülsifikasyon cerrahisi sonrası akut kornea ödemi gelişen bir katarakt olgusunda, Descemet membran dekolmanının ayırıcı tanı ve etkin tedavisini sunmak
Olgu sunumu: 72 yaşında kadın hasta, sağ gözde 12 gün önce geçirilmiş olağan seyirli bir fakoemülsifikasyon cerrahisi sonrası postoperatif halen devam eden yoğun kornea ödemi ve görme bozukluğu ile kliniğimize refere edildi. Hastanın görme keskinliği sağ gözde 2 metreden parmak sayma sol gözde 0.4 düzeyindeydi. Biyomikroskobik muayenede sağ gözde santralde ve medialde daha belirgin olmak üzere yaygın kornea ödemi, izlenmekteydi. Sol gözde nükleer skleroz mevcuttu. Göz içi basınçları her iki gözde normaldi. Sistemik sorgusunda arteriyel hipertansiyon öyküsü mevcuttu. Hastaya slit aydınlatma ile tüm kornea alanı taranarak yapılan dikkatli muayene ile medialdeki yan giriş yakınında saptanan Descemet membran dekolmanı ve buna bağlı kornea ödemi tanısı konarak, ön kamaraya perfloropropan (C3F8) enjeksiyonu yapıldı. Enjeksiyonu takip eden 3. günde, kornea endotelinde parasantral Descemet kırışıklıkları dışında kornea saydamdı, sağ gözde görme keskinliği 0.5 düzeyine çıktı
Purpose: To report the diagnosis and effective treatment of corneal edema due to Descemet’s membrane detachment following uneventfully completed phacoemulsification surgery in a case.
Case Report: A 72-year-old woman was referred to our clinic with a continuing gradual deterioration of vision and diffuse corneal edema in her right eye 12 days after an uneventful phacoemulsification surgery. Her visual acuity was counting fingers from 2 meters in the right eye and 0.4 in the left eye. Slit lamp examination revealed a corneal edema that is mostly prominent at the central and medial cornea with a Descemet’s membrane detachment near the medial site port area in the right eye. There was a mild nuclear cataract in the left eye. Intraocular pressures were normal in both eyes. She had a medical history of arterial hypertension. After diagnosing the Descemet’s membrane detachment, which was close to the medial side port area, using a detailed slit lamp examination; anterior chamber tamponade was performed with perfloropropane (C3F8) under topical anesthesia. At the third postoperative day, her right eye was comfortable, the corneal epithelial edema had almost cleared and the Descemet’s membrane appeared to be reattached completely with only small wrinkles of the Descemet’s membrane. Her visual acuity improved to 0.5 in her right eye.
Abstract

17.The Microscopic and Cytological Examination of Hyperchromatic Crystalline in Phacolytic Glaucoma
Murat Hasanreisoğlu, Kübra Serbest Ceylanoğlu, Nuriye Gökçen Yalçın, Pınar Uyar Göçün, Zeynep Aktaş
Pages 490 - 492
Ciddi göz içi basınç yükseklikleri ile giden fakolitik glokomlu olgularda iridesan partiküllerin mevcudiyeti iyi bilinmekte olan bir klinik durumdur. Bu hiperkromatik kristallerin kolesterol kristalleri olduğu konusunda çeşitli yayınlar mevcuttur. Fakat bazı yayınlarda bu kristallerin okzalat içerikli olabileceği üzerinde durulmuştur. Ayrıca bu kristallerin yapısını mikroskopik olarak gösteren çok az sayıda yayın mevcuttur. Bu olgu sunumunda amacımız ön kamarada yaygın kristal birikimleri olan fakolitik glokomlu bir olgunun sunulması ve bu kristallerin mikroskobik özelliklerinin ortaya konmasıdır.
Presence of iridescent particles is a well-known clinical condition for phacolytic glaucoma patients with severe high intraocular pressure. Several articles stated that hyperchromatic crystallines were cholesterol crystallines. However, some articles focus on that hyperchromatic crystallines have oxalate content. In addition, there are few articles which provide information about these crystalline structures on microscopic scale. The purpose of this case report is to present a phacolytic glaucoma patient with intense crystalline accumulation in anterior chamber and to provide microscopic features of these crystallines.
Abstract

18.Visual impairment secondary to unilateral isolated epicapsular star
Mehmet Serhat Mangan, Mehmet Erdoğan, Eray Atalay, Ceyhun Arıcı
Pages 493 - 495
Çok nadir görülen tek taraflı epikasüler star olgusunu ve bu duruma sekonder gelişen görme azlığını sunmak amaçlandı. Sağ gözde görme azlığı şikayeti ile kliniğimize başvuran 8 yaşındaki kız çocuğunun oftalmolojik muayenesinde en iyi düzeltilmiş görme keskinliği sağ gözde 0.7, sol gözde 1.0 idi. Yakın görmesi sağ gözde J1, sol gözde J1+ seviyesinde idi. Sistemik hastalığı olmayan olgunun anamnezinde herhangi bir oküler inflamasyon, travma ve topikal veya sistemik ilaç kullanım öyküsü yoktu. Biyomikroskopik muayenede; her iki gözde korneada pigment depozitleri izlenmedi, ön kamara normal idi. Sağ göz lens ön kapsülünün önünde santralde pupiller aksı kapatacak şekilde izole yoğun pigment depozitleri mevcuttu. İris transluminasyon defekti izlenmedi. Lens periferinde ve gonyoskopi ile iridokorneal açıda pigment görülmedi.Her iki gözün fundus muayenesinde vitreus, arka kutup ve perifer retinada herhangi bir patolojiye rastlanılmadı. İntraoküler inflamasyon bulgularının olmaması ve diğer primer ve sekonder pigment dispersiyon nedenlerinin bulunmaması, embriyolojik dönemde iris pigment epitel hücrelerinin lens ön yüzeyine migrasyonu ve bu bölgede kümelenmesiyle izah edilebilir. Bu olgularda görme azlığının erken dönemde tespit edilmesi ve sıkı takip çok büyük önem arz etmektedir.
We report to unilateral epicapsular star as a case that observed rarely and its developed visual impairment. A 8 year old girl presented with a complaint of blurred vision in right eye and best corrected visual acuity was 0.7 in right eye, 1.0 in left eye. Near visual acuity was J1 in right eye, J1+ in left eye. She has no systemic disease and no clinical findings ocular inflammation, trauma and the use of topical and systemic drug. On biomicroscopic examination, no pigment deposition was observed in cornea to both eye and anterior chamber was normal. The anterior capsule of the lens in the right eye demonstrated dense pigment depositions centrally and it was affected the pupillary axis. Irıs translumination defect was not seen. Gonioscopy was performed and no pigment deposition was seen in the iridocorneal angle. On fundus examination, no pathology was seen in the vitreous, posterior pole and periphery retina. In the absence of signs of intraocular inflammation, and other causes of primary and secondary of pigmentary dispersion, it is likely that the pigmented cells were implanted on the lens surface in utero from developing iris pigment epithelium. Visual impairment should be detected early period and strict follow up is very important.
Abstract

19.A rare tumor of orbit: Angiomyxoma
Adem Türk, Nurettin Akyol, Ümit Çobanoğlu, Mehmet Kola
Pages 496 - 498
Ender görülen mezankimal bir tümör olan anjiyomiksoma başlıca gövde, baş-boyun, ekstremite ve genital sahalarda gelişim sergilemektedir. Bu tümörün orbitada gelişmesi ise oldukça ender olup günümüze kadar sadece birkaç çalışmada rapor edilmiştir. Biz bu çalışmada sol üst göz kapağında son dokuz aydır giderek artan şişlik şikâyeti ile başvuran 26 yaşındaki kadın olguyu sunuyoruz. Manyetik rezonans görüntülemesinde sol orbitada T1 kesitlerde hipointens, T2 kesitlerde ise hiperintens görünümde olan iyi sınırlı lezyon total olarak çıkarıldı. Histopatolojik incelemede miksoid stroma içerisinde iğsi şekilli hücreler ve yer yer küçük damarsal yapılar tespit edildi. Boyamada tümör dokusu alsiyan mavisi ve vimentin ile pozitif S100 ile negatif boyandı. Histopatolojik incelemenin sonucunda anjiyomiksoma tanısı konuldu. Olgu 18 ay boyunca herhangi bir nüks bulgusu olmaksızın takip edildi.
Angiomyxoma which is a rare mesenchymal tumor, has a propensity for occuring in the trunk, head and neck, extremities, and genital regions. Development of the tumor in the orbit is exremely rare, and only a few studies have been reported to date. In this study we present a 26-year old female patient who admitted with a complaint of growing mass at her left upper eyelid during the previous 9 months. Magnetic resonance imaging revealed a well-demarcated lesion appearing as hypointense on T1 and hyperintense on T2 weighted images in the left orbit which was totally excised. Histopathological examination revealed a tumor comprising spindle shaped cells in myxoid stroma sprinkled with small vascular structure. The tumor tissue were positive for alcien blue and vimentin, and not for S100 on staining. Histopathological examination led to the diagnosis of orbital angiomyxoma. The case was followed-up for 18 months without any evidence of recurrence.
Abstract

20.Sensorial strabismus do not recur frequently after surgical cure
Hüseyin Bayramlar, Remzi Karadağ, Ünsal Sarı, Yaşar Dağ
Pages 499 - 500
Abstract