Volume: 48  Issue: 1 - 2018
Hide Abstracts | << Back
1.Longterm results in pediatric developmental cataract surgery with primary intraocular lens implantation
Elif Demirkılınç Biler, Şeyda Yıldırım, Önder Üretmen, Süheyla Köse
Pages 1 - 5
Amaç: Bu çalışmanın amacı primer intraoküler lens (GİL) implantasyonu yapılan pediatrik gelişimsel katarakt cerrahisinin sonuçlarını değerlendirmektir.
Materyal-Metod: Primer GİL implantasyonu ile katarakt cerrahisi geçiren 2-16 yaş arasındaki hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. Cerrahi yaşı, ameliyat öncesi ve sonrası en iyi düzeltilmiş görme keskinliği, postoperatif oküler komplikasyonlar ve ek oküler patolojiler incelendi. Cerrahi sonrası ortalama refraktif değişiklikler ve miyopik kayma derecesi yaş gruplarına göre analiz edildi, tek taraflı vakalarda cerrahi uygulanan gözler, sağlam gözler ile refraktif değişim açısından karşılaştırıldı.
Bulgular: Çalışmaya 65 hastanın 101 gözü dahil edildi. Ortalama cerrahi yaşı 76±40 ay ve ortalama takip süresi 44±30 ay idi. Görme keskinliği değerlendirilebilen 78 gözün 66'sında (%84.6) ≥2 sıra iyileşme izlendi. Ortalama myopik kayma, 2-5 yaş ve 8-16 yaş grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı bulundu. Öte yandan yıllık myopik değişim aynı yaş grupları arasında anlamlı olarak saptanmadı. Tek taraflı olgularda, cerrahi geçiren gözlerdeki ortalama myopik değişim, sağlam gözlere oranla daha fazla olsa da istatistiksel olarak anlamlı fark izlenmedi. Postoperatif en sık görülen komplikasyon görme ekseni opasitesi idi.
Sonuç: Primer GİL implantasyonu yapılan pediatrik katarakt cerrahisi sonrasında iyi görsel sonuçlar elde edilmektedir. Postoperatif en sık görülen komplikasyon, optik eksen opasiteleridir. Genel olarak, ameliyat sonrası myopik kayma kaçınılmaz olup, daha küçük yaş gruplarında daha belirgindir.
Purpose: The aim of this study was to evaluate the outcomes of pediatric developmental cataract surgery with primary intraocular lens (IOL) implantation.
Methods: Patients between 2 and 16 years old who underwent cataract surgery with primary IOL implantation were retrospectively evaluated. The age at the time of surgery, the pre and postoperative best corrected visual acuities, postoperative ocular complications, and any accompanying ocular pathologies were obtained from the patients’ charts. The mean refractive changes and the degree of myopic shift were analyzed according to the age groups. The eyes that were operated on were also compared with the fellow eyes in the unilateral cases.
Results: A total of 101 eyes of 65 patients were included. The average age at the time of surgery was 76±40 months and the average follow-up period was 44±30 months. Among the 78 eyes that could have been assessed for visual acuity improvement, 66 (84.6%) of them showed ≥2 lines of improvement. The differences in the mean refractive change between the 2-5 years old and 8-16 years old age groups were found to be statistically significant. However the mean refractive change per year was not detected to be significant between the same age groups. In unilateral cases, the operated eyes showed a greater myopic change than the fellow eyes, with no statistically significant difference. The most common postoperative complication was visual axis opacity.
Conclusions: Good visual outcomes can be achieved following pediatric cataract surgery with primary IOL implantation. Optic axis opacities were the most common postoperative complications. Overall, refractive changes following surgery are inevitable, and more prominent in younger age groups.
Abstract

2.Visual results following implantation of a refractive multifocal intraocular lens in one eye and a diffractive in the contralateral eye
Revan Yıldırım Karabağ, Üzeyir Günenç, Rukiye Aydın, Gül Arıkan, Hüseyin Aslankara
Pages 6 - 14
Amaç: Katarakt cerrahisinde “mix and match” yaklaşımı ile multifocal göz içi lensi (GİL) implantasyonu yapılan hastaların görsel sonuçlarını değerlendirmek.

Gereç ve Yöntem: Bu prospektif, randomize olmayan, vaka kontrol çalışmasına 20 hasta (40 göz) dahil edildi. Refraktif multifokal GİL (ReZoom NXG1) hastaların baskın gözlerine implante edilirken, difraktif multifokal GİL (Tecnis ZMA00) baskın olmayan gözlerine implante edildi. Katarakt cerrahisinden 1, 3 ve 6 ay sonra monoküler ve binoküler düzeltilmemiş uzak, ara mesafe ve yakın görme keskinlikleri (logMAR), kontrast duyarlılık düzeyleri ölçüldü. Postoperatif 6.ayda defokus eğrileri, okuma hızları, gözlükten bağımsızlık, halo ve kamaşma semptomları da değerlendirildi. Postoperatif yaşam kalitesi, NEI VFQ-25 (National Eye Institute Visual Function Questionnaire-25) anketinin Türkçe versiyonu ile değerlendirildi.

Bulgular: Çalışma grubu, yaş ortalaması 69.45 ± 10.76 (31-86) yıl olan 8 kadın, 12 erkekten oluşmaktaydı. Postoperatif 6.ayda düzeltilmemiş uzak ve ara mesafe görme keskinlikleri ReZoom implante edilen gözlerde Tecnis implante edilenlerden anlamlı daha iyi bulundu (sırasıyla, p=0.026 ve p=0.037). Düzeltilmemiş yakın görme keskinlikleri arasında anlamlı fark bulunmadı (p>0.05). Kontrast duyarlılık, okuma hızı, halo ya da kamaşma açısından gruplar arasında istatistiksel anlamlı fark tespit edilmedi (p<0.05). Hastaların %40’ında düşük derecede halo ya da kamaşma şikayeti tespit edildi. Ortalama hasta memnuniyeti %95 bulundu ve tüm hastalar tamamen gözlükten bağımsızdı.

Sonuç: Seçilmiş katarakt hastalarında multifokal GİL’leri “mix and match” yapmak mükemmel görsel sonuç, yüksek hasta memnuniyeti ve gözlükten kurtulma sağlamaktadır.
Objectives: To assess the visual outcomes in patients who underwent cataract surgery with multifocal intraocular lens (IOL) implantation using a “mix & match” approach.

Matherials and Methods: Twenty patients (40 eyes) were involved in this prospective, nonrandomized study. Refractive multifocal IOLs (ReZoom NXG1) were implanted in patients’ dominant eyes and diffractive multifocal IOLs (Tecnis ZMA00) were implanted in their non-dominant eyes. Monocular and binocular uncorrected distance, intermediate and near visual acuity (logMAR), contrast sensitivity levels were measured at 1, 3 and 6 months after the cataract surgery. Defocus curves, reading speeds, patient satisfaction, spectacle dependence, halo and glare symptoms were also evaluated at 6 month after the surgery. Postoperative quality of life was assessed with the Turkish version of NEI VFQ-25 (National Eye Institute Visual Function Questionnaire-25).

Results: The study group consists of 8 females and 12 males, with a mean age of 69.45 ± 10.76 years (range, 31-86 years). The uncorrected distance and intermediate visual acuity levels were significantly better in ReZoom implanted eyes at 6 months after the surgery (p=0.026 and p=0.037, respectively). There was no statistically significant difference in the uncorrected near visual acuity (p>0.05). There was no statistically significant difference in contrast sensitivity, reading speed, halos, or glare between the groups (p<0.05). A low degree of glare/halo was detected in 40% of the subjects. The mean patient satisfaction was 95% and all patients were spectacle independent.

Conclusion: Mixing and matching multifocal IOLs in selected cataract patients provide an excellent visual outcome, a high level of patient satisfaction and spectacle independency.
Abstract

3.Amniotic membrane transplantation in surgical treatment of conjunctival melanoma: long-term results
Melis Palamar, Banu Yaman, Taner Akalın, Ayse Yagci
Pages 15 - 18
Amaç: Konjonktiva melanomunun cerrahi tedavisinde amnion membran transplantasyonu ile rekonstrüksiyonun uzun dönem etkinliği ve sonuçlarını araştırmak.
Yöntem: Toplam 10 hastanın (5 kadın, 5 erkek) konjonktiva melanomu total eksizyon, cerrahi sınırlara kriyoterapi ve kornea tutulumu mevcutsa absolu alkol ile kornea epitelektomisi, sklera tutulumu mevcutsa lamellar sklerektomi ve dondurularak saklanmış amnion membranı ile oküler yüzey greft uygulaması yapıldı. Komplikasyonlar ve tümör kontrol oranları araştırıldı.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 57,4 ± 15,2 (37-84 arası) idi. Tümörlerin ortalama çapı 15,5 ± 4,9 (10-25 arası) mm idi ve histopatolojik olarak da kanıtlandığı üzere tümünde tam cerrahi eksizyon uygulanmıştı. Uzun dönem komplikasyonları olarak hafif limbal kök hücre yetmezliği (2 göz) ve subklinik semblefaron (3 göz) saptandı. Ortalama 56,7 ± 40,4 (30-132 arası) ay süre takipte sadece bir lokal tümör rekürrensi saptandı. Yeniden tedaviye rağmen tümörün nüks etmesi nedeniyle bu hastaya ekzanterasyon uygulanmak zorunda kalındı. Bir hasta oküler yüzeyde herhangi bir nüks izlenmemesine karşın dissemine metastaz ile kaybedildi.
Sonuç: Geniş konjonktiva melanomlarında oküler yüzey rekonstrüksiyonu genellikle oldukça zordur. Konjonktiva defekt onarımlarında dondurularak saklanmış amnion membranı kullanımı hafif komplikasyonlara neden olan, güvenli ve etkin bir yöntem olup cerrahların tümör eksizyonu yaparken daha geniş eksizyon yapabilmelerine olanak sağlamaktadır.
Purpose: To investigate the long term efficacy and results of surgical management of conjunctival melanoma, reconstructed with amniotic membrane transplantation.
Methods: Conjunctival melanoma in 10 patients (5 female, 5 male) was totally excised with adjunctional cryotherapy to the surgical margins, if cornea is involved corneal epitheliectomy with absolute alcohol, if episclera is involved lamellar sclerectomy and ocular surface grafting with cryopreserved amniotic membrane. Complications and tumor control rates were evaluated.
Results: The mean age of the patients was 57.4 ± 15.2 (range, 37-84). The mean diameter of the tumors was 15.5 ± 4.9 (range, 10-25) mm and as confirmed with histopathology complete excision was performed in all cases. Mild limbal stem cell deficiency (2 eyes), and subclinic symblepharon (3 eyes) were detected as long term complications. In a mean follow-up of 56.7 ± 40.4 (range, 30-132) months only one local tumor recurrence was detected. Despite retreatment, exantheration was performed in this patient due to re-recurrence. One patient was deceased due to disceminated metastasis although there was no local recurrence.
Conclusion: In large conjunctival melanomas the reconstruction of the ocular surface is usually very hard. Cryopreserved amniotic membrane use for conjunctival defect repairment is safe and effective with mild complications to let surgeons to act courageously when excising the tumor tissue.
Abstract

4.The profile and management of glaucoma in adult aphakic patients following fomplicated cataract surgery
Ümit Ekşioğlu, Mehmet Yakın, Özgür Balta, Evin Şingar-özdemir, Hande Hüsniye Telek, Firdevs Örnek, Ilgaz Yalvaç
Pages 19 - 22
Amaç: Komplike katarakt cerrahisi sonrası erişkin afak hastalarda görülen glokomun özelliklerini ve klinik gidişatını değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem: Glokom gelişen 22 erişkin hastanın 29 afak gözü retrospektif olarak hasta dosyaları üzerinden incelendi.
Bulgular: Afaki gelişimi sırasında ortalama hasta yaşı 57.69 ± 14.18 yıl, hastaların glokom kliniğimize ortalama başvuru yaşı 62.57 ± 12.47 yıl, ortalama takip süresi 42.83 ± 57.04 ay olarak saptandı. İlk ve son muayenedeki değerler: Ortalama göz içi basıncı 26.21 ± 13.86 mmHg ve 18.14 ± 9.63 mmHg (P = 0.003), ortalama kullanılan glokom ilaç sayısı 1.41 ± 1.27 ve 2.07 ± 1.04 (P = 0.005), ortalama vertikal çukurluk-disk oranı 0.69 ± 0.25 ve 0.78 ± 0.24 (P = 0.024) olarak saptandı. Yirmi altı (89.7%) gözde glokom medikal olarak tedavi edilirken 3 göze cerrahi tedavi uygulandı. Cerrahi göz içi basıncını kontrol etmekte tek başına yetersiz kalırken glokom kontrolü için ek ilaç tedavisine gerek duyuldu.
Sonuçlar: Afak hastalarda glokomatöz optik nöropatinin önlenmesi hem medikal hem de cerrahi açıdan zorluk arz etmektedir. Medikal tedavi ile göz içi basıncında anlamlı düşüş elde edilmesine rağmen glokomatöz disk değişiklikleri ilerleyebilmektedir.
Purpose: To determine the profile and clinical course of glaucoma in adult aphakic patients following complicated cataract surgery.
Methods: Retrospective chart review of 22 adult aphakic patients (29 eyes) with glaucoma.
Results: Mean age was 57.69 ± 14.18 years at the time of aphakia occurred. Mean age at the time of presentation to our glaucoma clinic was 62.57 ± 12.47 years. Mean follow-up was 42.83 ± 57.04 months. The differences between the first and the last follow-up visits were as follows: Mean intraocular pressure was 26.21 ± 13.86 mmHg versus 18.14 ± 9.63 mmHg (P = 0.003). Mean number of glaucoma medications used was 1.41 ± 1.27, versus 2.07 ± 1.04 (P = 0.005). Mean vertical cup-disc ratio was 0.69 ± 0.25, versus 0.78 ± 0.24 (P = 0.024). Glaucoma was managed using medications in 26 eyes (89.7%), whereas 3 eyes underwent surgical treatment, but surgery alone was not sufficient to control intraocular pressure and additional glaucoma medications were needed.
Conclusions: Prevention of glaucomatous optic neuropathy in aphakic patients is challenging both medically and surgically. Although significant decrease in intraocular pressure could be achieved with glaucoma medications, glaucomatous disc changes can progress.
Abstract

5.Features İn Anisometropic Cases With And Without Strabismus
Reşat Duman, Huban Atilla, Emine Çatak
Pages 23 - 26
Amaç: Anizometropisi olan olgularda şaşılık gelişimine neden olabilecek risk faktörlerinin değerlendirilmesi (Şaşılığı olan ve olmayan anizometropik ambliyop olgularda; anizometropi derecesi, ambliyopi derinliği, binoküler görme fonksiyonlarının karşılaştırılması ve şaşılık gelişimi için risk faktörlerinin belirlenmesi) amaçlanmıştır.
Materyal ve Metod: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Pediatrik Oftalmoloji ve Şaşılık biriminde Mayıs 2009 – Nisan 2010 tarihleri arasında anizometropi tanısı alan, tek gözünde ambliyopisi olan, 5 yaşından büyük 65 olgu çalışma kapsamına alındı. Olguların 27’sinde şaşılık bulunmaktaydı. Şaşılığı olan ve olmayan anizometrop olgularda; ambliyopi derinliği, anizometropi derecesi, binoküler görme fonksiyonları değerlendirildi.
Bulgular: Anizometropisi olan 65 olgu; şaşılığı olan 27 olgu (Grup 1) ve olmayan 38 olgu (Grup 2) olmak üzere 2 gruba ayrıldı. Şaşılığı olan olgularda, şaşılığı olmayan olgulara göre ambliyopi derinliği daha fazla idi (p= 0,006). Şaşılığı olan olgularda kayma açısı ile ambliyopi derinliği arasında korelasyon bulunmazken, (p= 0,453), şaşılığı olmayan anizometropik ambliyop olgularda ise anizometropi derinliği ile ambliyopi derinliği arasında pozitif korelasyon bulunmuştur. (p= 0,35, Pearson korelasyon katsayısı= 0,343) Anizometropi açısından 2 grup karşılaştırıldığında; şaşılığı olan olgularda, şaşılığı olmayan olgulara göre iki göz arasında sferik fark daha yüksek bulunmuştur (Mann-Whitney Testi p= 0,04), silendirik değerler kıyaslandığında ise anlamlı fark bulunmamıştır. (Mann-Whitney Testi, p= 0,146) Füzyon varlığı şaşılığı olan ve şaşılığı olmayan anizometrop olgularda benzer bulunurken, istatistiksel açıdan anlamlı fark bulunmamıştır.
Sonuç: Bu çalışmada anizometropi derecesi arttıkça, şaşılık gelişme riskinin arttığını ve anizometropi ile birlikte şaşılığı olan olgularda ambliyopi derinliğinin daha fazla olduğu bulunmuştur.
Anahtar kelimeler: Anizometropi, şaşılık, ambliyopi
Purpose: To evaluate the risk factors that could lead to the development of strabismus in patients with anisometropia (in anisometropic cases with and without strabismus; the degree of anisometropia, amblyopia depth, comparison of the binocular visual function, identification of risk factors for the development of strabismus)
Material and Method: Sixty five anisometropia patient older than 5 years with amblyopia in one eye, who were followed by Ankara University Faculty of Medicine, Department of Ophthalmology, Pediatric Ophthalmology and Strabismus section between May 2009 - April 2010 were included in this study. There were 27 cases of strabismus. The depth of amblyopia, anisometropia degree and binocular visual function were assessed in anisometropic cases with and without strabismus.
Results: Sixty five patients with anisometropia; 27 patients with strabismus (Group 1) and 38 patients without (group 2) were divided into 2 groups. In patients with strabismus compared to non-strabismus; amblyopia depth was greater (p= 0,006). In patients with strabismus, there is no correlation between the slip angle and amblyopia depth (p = 0.453). Anisometropic in amblyopia without strabismus cases; There was a positive correlation between the depth of anisometropia with amblyopia depth. (p = 0.35, Pearson's correlation coefficient = 0.343). Compared 2 groups in terms of anisometropia; In patients with strabismus, spherical difference between the two eyes strabismus were significantly higher than in those without strabismus (p = 0.000, Mann-Whitney test). There was no significant difference when compared to cylindrical values. (Mann-Whitney test, p = 0.146). There was no statistically significant difference in the presence of of fusion between anisometropic patients with strabismus and without strabismus.
Conclusion: The risk of developing strabismus increased as the anisometropia increased in anisometropic cases. Also the depth of amblyopia was found higher in anisometropic patients with strabismus.
Keywords: anisometropia, strabismus, amblyopia
Abstract

6.Direct Cost of the Treatment of Neovascular Age-related Macular Degeneration and Comparison of the Gained and/or Saved Vision with the Cost Made
Şeyda Yıldırım, Cezmi Akkın, Zafer Öztaş, Serhad Nalçacı, Filiz Afrashi, Jale Menteş
Pages 27 - 32
Amaç: Bu çalışmada eksüdatif tip Yaşa Bağlı Makula Dejenerasyonunda (YBMD) tıbbi masrafların; korunan veya kazanılan görme miktarı ile karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Ocak 2009-Ocak 2014 tarihleri arasında yaş tip YBMD tanısı ile tedavi gören ve en az 2 yıl takibi bulunan hastaların klinik verileri retrospektif olarak taranmıştır. Çalışmaya, yalnızca intravitreal ranibizumab ile tedavi edilmiş olan ve çalışma periyodu boyunca ek okuler cerrahi geçirmemiş olan hastalar dahil edilmiştir. Hastaların demografik verileri, yıllık tanısal işlem, vizit ve enjeksiyon sayıları; başlangıç, birinci ve ikinci yıl sonu görme keskinliği düzeyleri kaydedilmiştir. Tedavinin birinci ve ikinci yıl toplam maliyeti hesaplanmış ve kazalanılan veya korunan görme miktarı ile yapılan harcama karşılaştırılmıştır.
Bulgular: Çalışmaya; yaş ortalaması 72.3±7.8 olan, 86’sı erkek 89’u kadın, toplam 175 hastanın 200 gözü dahil edilmiştir. Ortalama görme keskinliği başlangıçta 0.67 logMAR, birinci yıl sonunda 0.60 logMAR ve ikinci yıl sonunda 0.67 logMAR bulunmuştur. Tedavinin 2 yılı sonunda; 82 gözde (%41) GK artmış, 42 gözde (%21) GK korunmuş, 76 gözde (%38) GK azalmış olarak bulunmuştur.Ortalama vizit sayısı ilk yıl 6.5 (3-12) ve ikinci yıl 5.7 (3-10); ortalama enjeksiyon sayısı ilk yıl 4.4 (1-8), ikinci yıl 2.2 (0-7) olarak saptanmıştır. İki yılın sonunda YBMD tedavisinde kişi başı toplam direkt medikal gider 9.628 TL (Türk Lirası) bulunmuş olup; toplam muayene masrafı 529 TL, floresein anjiografi ve indosiyanin yeşili anjiografi masrafı 115 TL, intravitreal enjeksiyon yapılması işlemi masrafı 611 TL ve ilaç (ranibizumab) masrafı 8.371 TL olmuştur. İlk yıl bir sıra görme artışının maliyeti 11.911 TL bulunmuştur.
Sonuç: Çalışmamızda görülmüştür ki tedavi ile 2 yılın sonunda önemli oranda hastada görme korunabilmiş veya arttırılabilmiştir. İkinci yıl tedavi maliyetleri daha düşüktür. Geri ödemelerde en büyük pay ilaç masraflarına aittir.
Objectives: The aim is to quantitate the direct medical cost of neovascular age-related macular degeneration (AMD) versus gained or saved vision.
Material and Methods: Data of patients with neovascularAMD from January 2009 to January 2014 were reviewed. Patients with complete follow-up for two years, treated with only intravitreal ranibizumab injections and with no intraocular surgery were included. Demographics, diagnostic investigations, the number of visits and injections, changes in visual acuity (VA) at one year and two years from baseline were noted. Total cost for "year one" and "year two" was calculated, and the value of improving or saving the present vision was determined with subgroup analysis.
Results: Two-hundred eyes of 175 patients (86 male and 89 female) with a mean age of 72.3±7.8 were included. The mean VA was 0.67 logMAR at initial, 0.60 logMAR at the end of the first year, 0.67 logMAR at the end of the second year. At the end of the 2 years, VA increased in 82 eyes (41%), remain same in 42 eyes (21%), decreased in 76 eyes (38%). The mean visit numbers in "year one" and "year two" were 6.56 (3-12) and 5.74 (3-10), respectively. Average 4.42 (1-8) injections were performed in the first year and 2.25 (0-7) in the second. The total direct medical cost for AMD was 9.628 TL (Turkish Lira) per patient for two years, which consisted of visit costs 529 TL, fluorescein and indocyanine angiography costs 115 TL, injection procedure costs 611 TL, and drug costs 8.371 TL. The cost of one gained line of visual acuity was 11.911 TL in the first year.
Conclusion: This study showed that treatment increased or stabilized the vision in a reasonable amount of patients, the cost of management decreases in the second year, the drug expenses are the leading item in reimbursement.
Abstract

7.Stem cell treatment in retinal diseases: Recent developments
Ayşe Öner
Pages 33 - 38
Kök hücreler kendi kendini yenileme ve matür hücrelere dönüşebilme yeteneği olan farklılaşmamış hücrelerdir. Yüksek çoğalma kapasitesine sahip olmaları nedeniyle bir kök hücre kaynağından sınırsız sayıda matür hücre gelişebilir. Bu dayanakla, son yıllarda kök hücre nakil tedavisi değişik patolojilerde alternatif olarak düşünülmektedir. Dejeneratif retina hastalıklarında fotoreseptörlerde ve dış nükleer tabakada gelişen hasar, ilerleyici görme kaybı ile sonuçlanmaktadır. Bu tedavi ile kök hücrelerden gelişen yeni retinal hücrelerin, hastalıklı retinadaki bozulmuş hücrelerin yerine geçebileceği düşünülmektedir. Ayrıca kök hücrelerin immün sistemi düzenlemek, nöronlar üzerine antiapopitotik etki göstermek, nörotrofik faktör salgılamak gibi farklı fonksiyonları da bulunmaktadır. Deneysel çalışmalarda kök hücre uygulamaları ile elde edilen gelişmelerden sonra faz I/II klinik uygulamaları onaylanmıştır. Son yapılan kök hücre nakil çalışmaları göstermiştir ki; retinitis pigmentoza, Stargardt makula distrofisi ve yaşa bağlı makula dejenerasyonu gibi dejeneratif retina hastalıklarında bu tedavi seçeneği umut vaat etmektedir. Bu derleme, dejeneratif retina hastalıklarında kök hücre nakli ile ilgili son gelişmeleri değerlendirmektedir.
Stem cells are undifferentiated cells which have the ability to self-renew and differentiate into mature cells. They are highly proliferative, implying that an unlimited number of mature cells can be generated from a given stem cell source. On this basis, stem cell replacement therapy has been evaluated in recent years as an alternative for various pathologies. Degenerative retinal diseases cause progressive visual decline which originates from continuing loss of photoreceptor cells and outer nuclear layers. This therapy hypothesizes that new retinal cells could be generated from stem cells so as to replace the damaged cells in the diseased retina. In addition, stem cells are able to perform multiple functions, such as immunoregulation, anti-apoptosis of neurons and neurotrophin secreting. With recent progress in experimental stem cell applications, phase I/II clinical trials were approved. These latest stem cell transplantation studies showed that this therapy is a promising approach to restore visual function in eyes with degenerative retinal diseases such as retinitis pigmentosa, Stargardts’ macular dystrophy and age related macular degeneration. This review focuses on new developments about stem cell therapy in degenerative retinal diseases.
Abstract

8.Primary conjunctival tuberculosis
Nilgün Solmaz, Feyza Önder, Nedime Demir, Özlem Altuntaş Aydın
Pages 39 - 41
On iki yaşında kız çocuğu, tedaviye cevap vermeyen unilateral konjonktivit nedeniyle kliniğimize sevk edildi. Sol gözde, alt bulber ve tarsal konjonktiva polipoidal görünümde idi ve alt fornikste subkonjonktival nodüler kitle mevcuttu. Sistemik muayenede sol preauriküler lenfadenopati dışında patoloji saptanmadı. Total olarak çıkarılan subkonjonktival kitlenin histopatolojik incelemesinde kazeifikasyon nekrozu içeren granülomatöz inflamasyon görüldü, fakat asit - fast basil (AFB) negatifti. Preauriküler lenf nodundan ince iğne aspirasyon biyopsisi yapıldı. Mikrobiyolojik incelemede hem AFB, hem de mikobakteri kültürü pozitifti. Kültürde üreyen türler mikobakterium tuberkülozis kompleks olarak belirlendi ve altı aylık antitüberküloz tedavi sonrası tam remisyon sağlandı. Primer tüberküloz konjonktivit günümüzde çok nadir görülmesine rağmen, tedaviye dirençli tek taraflı olgularının ayırıcı tanısında akılda tutulmalıdır. Kesin tanı için, konjonktivanın yanı sıra bölgesel lenf nodlarında da mikrobiyolojik ve histopatolojik tetkikler yapılmalıdır.
A 12-year-old girl was referred to our clinic, because of unilateral conjunctivitis not responding to treatment. In the left eye, lower bulbar and tarsal conjunctiva had a polypoidal appearance due to micro nodules and there was a subconjunctival nodular mass in the inferior fornix. Systemic examination was unremarkable except a left preauricular lymphadenopathy. Excision biopsy of the subconjunctival mass revealed a granulomatous inflammation with caseation necrosis, but acid-fast bacilli (AFB) was negative. Fine needle-aspiration biopsy of the preauricular lymph node was performed. In microbiological examination, both AFB and mycobacterial culture were positive. The isolated mycobacteria strains were identified as Mycobacterium tuberculosis complex and full remission was achieved by 6-months anti-tuberculosis treatment. Although primary tuberculous conjunctivitis is a very rare condition, it should be considered in the differential diagnosis of treatment - resistant unilateral conjunctivitis. For definitive diagnosis, microbiological and histopathological examinations should be performed both in conjunctiva and regional lymph node.
Abstract

9.Orbital Apex Syndrome Secondary to Herpes Zoster Ophthalmicus
Gamze Kocaoğlu, Canan Aslı Utine, Aylin Yaman, Süleyman Men
Pages 42 - 46
Orbital apeks sendromu, herpes zoster oftalmikusun nadir görülen bir komplikasyonudur. Kliniğimizde herpes zoster oftalmikus nedeniyle takip ettiğimiz bir hastamızda tedavinin 2. haftasında orbital apeks sendromu görülmüştür. Manyetik rezonans görüntüleme ile klinik tanı desteklenmiş ve sistemik steroid, antiviral tedavilerle 2. ayda oftalmoplejide tam düzelme görülmüştür. Ancak optik nöropati ile ilişkili görme kaybı kalıcı oldu. Bu olgu sunumunda literatürde nadir olarak görülen herpes zoster oftalmikusa bağlı gelişen orbital apeks sendromu incelenmiştir.
Orbital apex syndrome is a rare complication of herpes zoster ophthalmicus. We have observed orbital apex syndrome in a case that was followed up for herpes zoster ophthalmicus in the 2nd week of his treatment. Clinical diagnosis was supported by magnetic resonance imaging. Total improvement of ophthalmoplegia was achieved at the 2nd month with systemic steroid and antiviral treatments. However, optic neuropathy induced visual loss was permanent. This case-report reviews orbital apex syndrome secondary to herpes zoster ophthalmicus, which is also scarce in body of ophthalmology literature.
Abstract

10.Goldmann-Favre Syndrome: Case Series
Serdar Ozates, Kemal Tekin, Mehmet Yasin Teke
Pages 47 - 51
Goldmann-Favre sendromu NR2E3 genindeki mutasyonun sebep olduğu geniş bir fenotipik çeşitliliğe sahip retinal dejeneratif bir hastalıktır. Fenotipik çeşitlilik hastalığın tanınmasında ve ayırıcı tanısında çeşitli zorluklara yol açmaktadır. Bu makalede farklı klinik tablolarla karşımıza çıkan Goldmann-Favre sendromu olgularımız sunulmuştur. Olgularımızdaki klinik özellikler literatür bilgileri eşliğinde tekrar gözden geçirilmiş ve tartışılmıştır.
Goldmann-Favre syndrome, which is caused by mutation of NR2E3 gene, is a retinal degenerative disease with a wide spectrum of phenotypic properties. Variations in clinical presentation result in difficulties in differential diagnosis. In this article, Goldmann-Favre syndrome cases with different clinical findings were presented. Clinical characteristics of our cases were reviewed and discussed in the light of literature.
Abstract

11.Three cases of congenital retinal macrovessel one of them coexists with a cilioretinal artery
Bayram Gulpamuk, Pınar Kaya, Mehmet Yasin Teke
Pages 52 - 55
Bu makale üç retinal makrodamar olgusunu sunmayı amaçlamaktadır. Üç hastadan ikisi rutin göz muayenesi için kliniğimize başvurdu ve görme şikayetleri yoktu. Üçüncü hasta sol gözünde görme azlığı nedeniyle başvurdu. Iki hastanın her iki gözünde en iyi düzeltilmiş görme keskinliği 20/20 idi. Üçüncü hastanın sağ gözünde 20/20, sol gözünde 20/25 idi. Pupil muayeneleri normaldi. Yarık lamba muayenelerinde ön segment doğaldı. Fundus muayenelerinde iki hastanın sol gözünde ve bir hastanın sağ gözünde makrodamar görüldü. Üç hastanın renkli fundus fotoğrafı, iki hastanın optic koherans tomografi, fundus otofloresans, fundus florosein anjiografiyi içeren tam oftalmolojik tetkikleri yapıldı. Bir hastanın anjiografisinde makrodamara eşlik eden silioretinal arter görüldü. Konjenital retinal makrodamar nadir görülen vasküler bir durumdur. Genellikle tek taraflıdır ve retinal arter veya venlerin büyük dallarıdır. Foveayı geçebilir ve görmeye etkisi minimaldir. Konjenital retina makrodamar ve siliyororetinal arter bir arada çok nadir bulunur. Bazen görme azalması, konjenital retinal makrodamar, retinal kavernöz hemanjiyom, fovea kistleri, santral seröz retinopati ve diğer retinal vasküler anormalliklerle ilişkilidir.
This article aims to describe three cases of retinal macrovessel. Two of three patients presented to our clinic for annual eye exam and they had no visual complaints. The third patient applied because of vision loss in the left eye. Two patients had 20/20 best corrected visual acuity in both eyes and the third patient had 20/20 in the right eye, 20/25 in the left eye. Pupillary exams were normal. Slit lamp examinations of the anterior segment were unremarkable. Fundus examination revealed macrovessels in the left eyes of two patients and in the right eye of one patient. Complete ophthalmological examinations were performed, including color fundus photography in all three patients and optic coherence tomography, fundus autoflorescence, fundus fluorescein angiography in two of the patients. Cilioretinal artery was seen in one of the patient’s angiography coexisting with macrovessel. Congenital retinal macrovessel is rare vascular condition. It is often seen unilaterally and the vessel is aberrantly large branch of retinal arteries or veins. It may cross the fovea and their visual impact is minimal. Congenital retinal macrovessel and cilioretinal artery coexists very rarely. Sometimes reduction of vision is associated with retinal cavernous hemangioma, foveal cysts, central serous retinopathy and other retinal vascular abnormalities in congenital retinal macrovessel.
Abstract