Volume: 46  Issue: 2 - 2016
Hide Abstracts | << Back
1.Comparison of the Changes in Corneal Biomechanical Properties After Photorefractive Keratectomy and Small Incision Lenticule Extraction
Yusuf Yıldırım, Onur Ölçücü, Abdurrahman Başcı, Alper Ağca, Engin Bilge Özgürhan, Cengiz Alagöz, Ali Demircan, Ahmet Demirok
Pages 47 - 51
Amaç: Düşük ve orta dereceli myopi tedavisinde fotorefraktif keratektomi (PRK) ve küçük kesiden lentikül ekstraksiyonu (SMILE) sonrası kornea biyomekaniksel özelliklerindeki değişimin karşılaştırılması
Gereç-Yöntem: Düşük ve orta dereceli miyopi tedavisinde PRK uygulanmış 23 hastanın 42 gözü ve SMILE uygulanmış 22 hastanın 42 gözü geriye dönük olarak değerlendirildi. Korneal histerezis (KH) ve korneal rezistans faktörü (KRF) işlem öncesi ve sonrası 6. ayda Ocular Response Analyzer (ORA) cihazı ile ölçüldü. Ayrıca miyopik düzeltme miktarı ile biyomekaniksel değişiklikler arasındaki ilişki araştırıldı.
Bulgular: İşlem öncesi PRK grubunda 10.4 ± 1.3 mmHg olan KH değeri işlem sonrası anlamlı derecede azalarak 8.5 ± 1.3 mmHg olarak bulundu, SMILE grubunda ise 10.9 ± 1.7 mmHg iken işlem sonrası 8.4 ± 1.5 mmHg olarak bulundu. İşlem öncesi PRK grubunda 10.8 ± 1.1 mmHg olan KRF değeri değeri işlem sonrası anlamlı derecede azalarak 7.4 ± 1.5 mmHg olarak bulundu, SMILE grubunda ise 11.1 ± 1.5 mmHg iken işlem sonrası 7.9 ± 1.6 mmHg olarak bulundu. Her iki grupta da, miyopik düzeltme miktarı ile biyomekaniksel özelliklerdeki değişim arasında anlamlı korelasyon saptandı. PRK (KH: r = -0.29, p = 0.045; KRF: r = -0.07, p = 0.05) ve SMILE (KH: r = -0.25, p = 0.048; KRF: r = -0.37, p = 0.01)
Sonuç: PRK ve SMILE işlemlerinin her ikisi de korneanın biyomekaniksel gücünü etkiler. Biyomekaniksel değişiklik miktarı PRK'ya göre SMILE işleminde daha fazladır.
Purpose: To compare the postoperative biomechanical properties of the cornea after photorefractive keratectomy (PRK) and small incision lenticule extraction (SMILE) in eyes with low and moderate myopia.

Methods: We retrospectively examined 42 eyes of 23 patients undergoing PRK and 42 eyes of 22 patients undergoing SMILE for the correction of low and moderate myopia. Corneal hysteresis (CH) and corneal resistance factor (CRF) were measured with Ocular Response Analyzer before and 6 months after surgery. We also investigated the relationship between these biomechanical changes and the amount of myopic correction.

Results: In PRK group, CH was 10.4 ± 1.3 mmHg preoperatively and significantly decreased to 8.5 ± 1.3 mmHg postoperatively. In SMILE group, it was 10.9 ± 1.7 mmHg preoperatively and decreased to 8.4 ± 1.5 mmHg postoperatively. CRF was significantly decreased from 10.8 ± 1.1 mmHg to 7.4 ± 1.5 mmHg in PRK group when it was decreased from 11.1 ± 1.5 mmHg to 7.9 ± 1.6 mmHg in SMILE group postoperatively.There was a significant correlation between the amount of myopic correction and changes in biomechanical properties after PRK (r = -0.29, P, 0.045 for CH, r = -0.07, P, 0.05 for CRF) and SMILE (r = -0.25, P, 0.048 for CH, r = --0.37, P, 0.011 for CRF).

Conclusions: Both PRK and SMILE can affect the biomechanical strength of the cornea. The amount of biomechanical changes is larger after SMILE than after PRK.
Abstract

2.Clinical Properties of Fuchs Uveitis Syndrome
Pınar Nalçacıoğlu, Pınar Çakar Özdal, Mert Şimşek
Pages 52 - 57
Amaç: Türk popülasyonundaki Fuchs Üveitik Sendromunun (FÜS) klinik ve demografik özelliklerini gözden geçirmek.
Gereç ve Yöntem: Ulucanlar Göz Hastanesi Üveit Bölümünde, 1996 ile 2014 yılları arasında FÜS tanısı alan 161 hastanın kayıtları geriye dönük olarak değerlendirildi. Hastaların tanı anındaki yaşı, cinsiyeti, tutulan göz sayısı, takip süresi, hastalık başlangıcındaki semptom ve klinik bulguları, gelişen komplikasyonlar, medikal ve cerrahi tedavi yaklaşımları, başlangıç ve sonuç görme keskinlikleri değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmamıza FÜS tanısı olan 161 hastanın 171 gözü dahil edildi. Hastalarımızın 94 (%58.4)’ ü kadın, 67 (%41.6)’ si erkek idi. Başvuru anındaki yaş ortalaması 35.2±11.0 (11-65) yıldı. Ortalama takip süresi 23.5 ± 32.8 (2-216) ay idi. Her iki göz tutulumu 10 (%6.2) olguda mevcuttu. Başvuru anında en sık karşılaşılan şikayetler, görme keskinliğinde azalma veya bulanık görme (63 hasta, %39.1), uçuşan cisimcikler (19 hasta, %11.8) idi. Başvuru anında keratik presipitatlar (KP) 128 (%74.8) gözde küçük, yuvarlak, ince, beyaz iken; ön kamara reaksiyonu 82 (%47.9), vitreusta değişen derecelerde hücre 122 (%71.3), heterokromi 47 (% 27.4) ve iris nodülleri 32 (%18.7) gözde mevcut idi. Takipler sırasında yükselmiş göz içi basıncı 31 (%18.1) gözde izlenirken, en sık gelişen komplikasyon olan katarakt 89 (%52.0) gözde tespit edildi.
Sonuç: Olgularımızın %27.4’ ünde heterokromi gözlendi. Ancak, heterokromiden çok, diffüz, küçük, yuvarlak KP lar, düşük derecede ön kamara ve değişen derecelerde vitreus reaksiyonu daha sık görülen ve tanıda yardımcı klinik bulgulardır.
Purpose: To evaluate the clinical and demographic properties of Fuchs Uveitis Syndrome (FUS) in Turkish patients.
Material and method: The medical records of 171 eyes of 161 patients with FUS followed at Ulucanlar Eye Research Hospital, department of Uveitis, between 1996 and 2014 were respectively reviewed. The mean age at diagnosis, sex, the number of affected eyes, follow-up period, clinical findings at presentation, complications during the follow-up period, medical and surgical treatments, the best corrected visual acuity at the initial and last visit were recorded.
Findings: One hundred and seventy one eyes of 161 patients with the diagnosis of FUS were included. Of the patients 94(58.4%) were female and 67(41.6%) were male. The mean age at presentation was 35.2±11.0(11-65) years. The mean follow-up period was 23.5 ± 32.8(2-216) months. Ten(6.2%) patients had bilateral involvement. The most common symptoms at presentation were decreased visual acuity or blurred vision in 63(39.1%), floaters in 19(11.8%) patients. Clinical findings at presentation included diffuse small, round shaped, white, keratic precipitates in 128(74.8%) eyes, anterior chamber reaction in 82(47.9%), vitreous cells in 122(71.3%), heterochromia in 47(27.4%) and iris nodules in 32(18.7%) eyes. During the follow-up period, elevated intraocular pressure occured in 31(18.1%) eyes and the most common complication was the cataract development (89 eyes, 52.0%).
Result: Heterochromia was observed in 27.4% of patients in our cases. However, the diffuse little-sized and round keratic precipitates, low-grade anterior chamber reaction and varying degrees of vitreous reaction are more common clinical characteristics that are helpful in making the diagnosis.
Abstract

3.The Retinal Nerve Fiber Layer Thicknesses in the Three Different Optic Nerve Head Size Group Measured by Cirrus Spectral Domain Optical Coherence Tomography
Sirel Gür Güngör, Ahmet Akman, Ali Küçüködük, Meriç Çolak
Pages 58 - 61
Amaç: Cirrus spectral domain optik koherens tomografi (OKT) ile ölçülen optik sinir başı (OSB) büyüklüklerine göre belirlenmiş üç farklı grupta retina sinir lifi tabakası (RSLT) kalınlıklarını karşılaştırmak.
Yöntem: Ocak-Mart 2013 tarihleri arasında, 253 sağlıklı olgunun 253 gözü çalışmaya alındı (ortalama yaş: 42.7±7.4 yıl (28-62 yıl); 121 erkek ve 132 kadın). Olgular OSB ölçümüne göre 3 gruba ayrıldı. 77 hasta ‘küçük OSB’ grubunda (OSB 1.63mm2’den küçük), 90 olgu ‘orta OSB’ grubunda (OSB 1.63 mm2 ve 1.97mm2 arasında) ve 86 olgu ‘büyük OSB’ grubundaydı (OSB 1.97mm2’den büyük).
Bulgular: Küçük, orta ve büyük OSB gruplarında üst (p=0.008), alt (p=0.004) ve ortalama RSLT kalınlığı (p=0.001) istatistiksel yönden farklıydı. OSB büyüklüğü ile alt ve ortalama RSLT kalınlığı arasında düşük dereceli pozitif korelasyon tespit edildi (sırasıyla R= 0.150, p= 0.017 ve R=0.157, p=0.013).
Sonuç: Cirrus OKT ile ölçülen RSLT kalınlığı ile OSB büyüklüğü arasında pozitif korelasyon vardır ve gruplar arasında RSLT kalınlığı farklıdır. Bu korelasyon ve farklılığın nedeni dairesel halka ile OSB kenarı arasındaki değişken mesafe olabilir.
Purpose: To compare the retinal nerve fiber layer (RNFL) thicknesses in the three different optic nerve head (ONH) size group measured by Cirrus Spectral Domain Optical Coherence Tomography (OCT).
Methods: Between January and March 2013, 253 eyes of 253 healthy subjects were enrolled in this study (mean age: 42.7±7.4 years (28-62 years, 121 men and 132 women). According to the ONH size, the patients were divided into 3 groups. 77 patients were in “small ONH size” group (the ONH size smaller than 1.63mm2), 90 patients were in “medium ONH size” group (the ONH size between 1.63 mm2 and 1.97mm2), and 86 patients were in “large ONH size” group (the ONH size larger than 1.97mm2).
Results: The significant RNFL thickness differences were obtained for superior (p=0.008), inferior (p=0.004) and mean RNFL thickness (p=0.001) between small, medium and large ONH groups. Positive correlation between ONH size and inferior / mean RNFL thickness were found as significant correlations but these correlations are very small (R= 0.150, p= 0.017 and R=0.157, p=0.013 respectively).
Conclusion: RNFL thickness as measured by Cirrus OCT is positively correlated with ONH size and the differences of the RNFL thickness were statistically different between groups. This correlation and difference may refer to a varying distance between the circular scan and the ONH margin.
Abstract

4.Ophthalmologic Findings in Children with Leukemia: A Single-Center Study
Betul Orhan, Baris Malbora, Sezin Akca Bayar, Zekai Avci, Bulent Alioglu, Namik Ozbek
Pages 62 - 67
Giriş: Akut lösemili hastalarda oftalmolojik bulgular primer lösemik infiltrasyon veya hastalık ve tedaviye sekonder olarak gelişebilir. Akut lösemili hastaların yaşam beklentisi, son yıllarda modern tedavi yöntemleri ile birlikte artmıştır. Bu çalışma akut lösemili çocuklarda okuler bulguların insdansını saptamayı amaçlamıştır.
Hastalar ve Yöntem: Bu çalışma, Başkent Üniversitesi Çocuk Hematoloji Bölümü'nde 1995-2010 yılları arasında akut lösemi tanısı alan 120 hastayı içermektedir. Tüm hastalar direkt ve indirekt oftalmoskopi ile bir göz hekimi tarafından muayene edilmiştir.
Bulgular: Hastaların 83'ü (%69.2) akut lenfoblastik lösemi (ALL), 35'i (%29.1) akut miyeloblastik lösemi (AML), 2'si (%1.7) mikst lösemi idi. Tüm hastaların 41'inde (%34.2) 58 oftalmolojik bulgu tespit edildi. Tüm hastalarımızın 12'sinde tanı esnasında, 46'sında ise tedavi ve takip sırasında oftalmolojik bulgular saptandı. Bu bulguların oranı yaş ile birlikte artmaktaydı.
Sonuç: Oftalmolojik bulgular, yaş, tanı esnasındaki hematolojik parametreler, lösemi tipi, relaps sıklığı veya sağ kalım ile ilişkili bulunmadı. Lösemi prognozunda oftalmolojik bulguların etkinliğini daha iyi tanımlayabimek için çok merkezli ve daha büyük sayıda çalışmalara gereksinim vardır.
Background: Ophthalmologic disease in patients with acute leukemia occurs due to
primary leukemic infiltration (involvement), or secondary to the disease and its
treatment. In recent years the life expectancy of acute leukemia patients has increased
with the advent of modern therapies. The present study aimed to determine the
incidence of ocular manifestations in children with acute leukemia.
Patients and Methods: The study included 120 patients diagnosed with acute
leukemia at Baskent University Hospital, Pediatric Hematology Department between
1995-2010. All the patients were examined by an ophthalmologist via direct and
indirect ophthalmoscopy.
Results: Among the patients, 83 (69.2%) were diagnosed with acute lymphoblastic
leukemia (ALL), 35 (29.1%) with acute myeloblastic leukemia (AML), and 2 (1.7%)
with mixed-lineage leukemia. In all, 58 ophthalmic manifestations were noted in 41
patients (34.2%). In our patients, 12 ophthalmologic involvements occurred at admission and
46 ocular findings occurred during the follow-up. The incidence of these
manifestations increased with age.
Conclusion: Ophthalmologic manifestations were not correlated with gender,
hematological parameters at disease onset, type of leukemia, or the frequency of
relapse and survival. To more clearly determine the effect of ophthalmologic manifestations on the prognosis of leukemia, larger scale and multi-center studies are needed.
Abstract

5.Clinical Charactheristics and Low Vision Rehabilitation Methods of Partially Sighted School-Age Children
Zuhal Özen Tunay, Deniz Çalışkan, Aysun İdil, Derya Öztuna
Pages 68 - 72
Amaç: Az görme rehabilitasyonu hizmeti için başvuran okul çağı çocuklarının tanı dağılımlarını ve klinik özelliklerini belirlemek, az görme rehabilitasyonu için seçilen yöntemleri paylaşmak, az gören çocuklarda az görme rehabilitasyonunun önemini vurgulamak.
Gereç ve Yöntem: Araştırma kapsamında 6-18 yaş arası 150 az gören çocuk ele alınmıştır. Az gören çocukların tanısı, eşlik eden göz bulguları, uzak ve yakın görme düzeyleri, az görmeye yardımcı cihaz kullanılarak ulaşılan uzak ve yakın görme düzeyleri, uzak ve yakın için kullanılan görmeye yardımcı cihaz tipleri belirlenmiştir. Çalışmaya dahil edilen az gören çocukların demografik özellikleri ve ebeveyn akrabalığı olup olmadığı kaydedilmiştir.
Bulgular: Araştırma kapsamına alınan az gören çocukların yaş ortalaması 10,6±3,0, median değer 10 yaş olup, 88’i (%58,7) erkek, 62’si kız (%41,3) çocuktur. Az gören çocukların tanılarına göre dağılımları incelendiğinde ilk sırada %36 ile herediter görme bozukluklarının olduğu ve bunu %18 ile kortikal görme bozukluklarının izlediği belirlenmiştir. Uzak için en sık tercih edilen yöntem teleskopik gözlükler (%91,3), yakın için ise büyüteçler (%38,7) ve telemikroskopik sistemlerdir (%26,0). Hem uzak hem de yakın görme için az görmeye yardımcı yöntemler ile görme düzeyinde anlamlı artış sağlanmıştır.
Sonuç: Okul çağındaki az gören çocuklarda, az görme rehabilitasyonu ile hem uzak hem de yakın görmede anlamlı olumlu sonuçlar elde edilmesi mümkündür. Bu nedenle az gören çocukların hem çocuk hekimleri hem de göz hekimleri tarafından görme rehabilitasyonuna yönlendirilmesi önemlidir.
Aim: To determine the clinical features and the distribution of diagnosis in partially sighted school age children, to declare the chosen low vision rehabilitation methods and to emphasize the importance of low vision rehabilitation.
Methods: The study was conducted on 150 partially sighted children aged between 6 and 18 years. The distribution of diagnosis, accopanying eye symptoms, visual acuity of the children both for near and distance with and without low vision devices and the methods of low vision rehabilitation (for distance and for near) were determined. The demographical characteristics of the children and the parental consanguinity were recorded.
Results: The mean age of children was 10,6 years and the median age was 10 years, 88 (58,7%) of them were male and 62 (41,3%) of them were female. According to distribution of diagnosis among children, the most frequent diagnosis was hereditary fundus distrophies (36%) and the second one was cortical visual impairment (18%). For distance vision rehabilitation, the telescopic lenses (91,3%) and for near vision rehabilitation, the magnifiers (38,7%) and the telemicroscopic systems (26,0%) were the most frequently used methods. A significant improvement in visual acuity both for distance and near vision were determined with low vision aids.
Conclusion: A significant improvement in visual acuity can be achieved both for distance and near vision with low vision rehabilitation in partially sighted school age children. It is important to guide them for low vision rehabilitation by ophthalmologists and pediatricians.
Abstract

6.Necessity Of Periodic Ophthalmological Examinations In Individuals Older Than 50 Years Of Age Who Have A Binocular B Class Driving Licence
Ali Kurt, Çağlar Öktem, Ayşe Karabıçak Acer, Özkan Kocamış, Sedat Taşdemir
Pages 73 - 76
Amaç: Binoküler B sınıfı ehliyete (BBSE) sahip 50 yaşından büyük bireylerde görme düzeyinin BBSE kriterine uygunluğunu tespit etmek, görmeyi azaltan göz hastalıklarının sıklığını yaş gruplarına göre bulmak ve periyodik muayene gerekip gerekmediğini araştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: Prospektif çalışmaya BBSE sahip 50 yaşından büyük 451 birey dahil edildi. Yaşlarına göre Grup 1 (51-60 yaş), Grup 2 (61-70 yaş), Grup 3 (71 ve üzeri yaş) olarak 3 gruba ayrıldı.
Bulgular: Yaş ortalaması 60.02±7.27 yıldı ve 338’i erkek (%74.94), 113’ü kadındı (%25.06). Bireylerin %78.27’si (353) BBSE kriterini sağlarken, %21.73’ü (98) BBSE kriterini sağlamıyordu. BBSE kriterini sağlamayan 98 hastanın 84’ü (%85.71) hâlâ araç kullanmaktaydı. BBSE kriterini sağlayanların yaş ortalaması (58.82±6.77 yıl), sağlamayanlara göre (64.34±7.40 yıl) anlamlı derecede düşük olarak tespit edildi (p<0.001). BBSE kriterine uymadığı halde hâlâ araç kullanan bireylerde Grup 1’de senil katarakt (%38.46), diyabetik retinopati (%23.07), Grup 2’de senil katarakt (%55.32), diyabetik retinopati (%14.89), Grup 3’de ise; senil katarakt (%63.64), senil makula dejenerasyonu+senil katarakt (%18.18) en sık patolojiler olarak görülmüştür.
Sonuç: Elli yaşından büyük bireylerin beşte birinden fazlasının görme keskinliği başta senil katarakt nedeniyle BBSE kriterine uymamakta ve bunların büyük bir kısmı araç kullanmaya devam etmektedir. Bu nedenle BBSE’si olan 50 yaşından büyük bireylerin periyodik göz muayenesinden geçmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Objective: To determine the eligibility of visual acuity for binocular B class driving licence (BBCDL) criteria, to find out the age-based prevalence of ophthalmological disorders reducing visual acuity, and to investigate whether periodic ophthalmological examinations are required in individuals older than 50 years who have a BBCDL.
Materials and Method: This prospective study enrolled 451 adults aged older than 50 years having BBCDL. The study subjects were categorized into 3 age groups as Group 1 (51-60 years), Group 2 (61-70 years), and Group 3 (over 71 years).
Results: The mean age of the subjects was 60.02±7.27 years; 338 (74.94%) were male and 113 (25.06%) were female. The BBCDL criteria were met by 353 (78.27%) subjects whereas 98 (21.73%) subjects did not meet them. Eighty-four (85.71%) of 98 patients not meeting BBCDL criteria still drove. The mean age of the subjects meeting BBCDL criteria (58.82±6.77 years) was significantly lower than the subjects not meeting them (64.34±7.40 years) (p<0.001). The individuals still driving despite not meeting BBCDL criteria had the following as the most common pathologies: senile cataract (38.46%) and diabetic retinopathy (23.07%) in Group 1, senile cataract (55.32%) and diabetic retinopathy (14.89%) in Group 2, senile cataract (63.64%) and senile macula degeneration+senile cataract (18.18%) in Group 3.
Conclusion: More than a fifth of individuals older than 50 years did not meet BBCDL criteria due predominantly to senile cataract, and the majority of them continue to drive. Therefore, we think that individuals aged over 50 years who have a BBCDL should have periodic ophthalmological examinations.
Abstract

7.Treatment of juvenile idiopathic arthritis associated uveitis
Merih Oray, İlknur Tuğal-Tutkun
Pages 77 - 82
Pediatrik yaş gurubunda üveit, zamanında ve uygun tedavi edilmez ise körlüğe kadar varan komplikasyonlar ile ciddi bir sağlık problemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Juvenil idiyopatik artrit ile ilişkili üveit, kronik sinsi seyirli, ciddi oküler komplikasyonlara ve görme kaybına neden olabilen ön üveit ile karakterizedir. Juvenil idiyopatik artrit tanısı alan hastalarda oküler komplikasyon gelişmeden erken tanı için periyodik göz muayenesi yapılması gerekmektedir. Erken tanı ve uygun immunomodülatuar tedavi uzun dönemde iyi görsel prognoz açısından çok önemlidir. Tedavide amaç, ilaç kesildikten sonra kalıcı remisyon elde edebilmek için hastaya uygun tedavi yaklaşımını hasta bazında planlayabilmektir. Önemli bir nokta da olası yan etkiler nedeniyle sistemik immunomodulatuar tedavi almakta olan hastalar yakın takip altında tutulmalıdır. Lokal ve sistemik kortikosteroid ajanlar tedavinin önemli bir bölümünü oluştursa da potansiyel ciddi yan etkileri nedeniyle uzun süreli kullanımdan kaçınılmaktadır. Juvenil idiyopatik artrit ile ilişkili üveit tedavisinde kortikosteroid dışı uzun süreli tedavi seçenekleri arasında antimetabolitler ve klasik tedaviye dirençli olgularda biyolojik ajanlar bulunmaktadır. İmmunomodülatuar tedavi içinde birinci tercih çocukluk çağında etkinlik ve güvenilirliği iyi bilinen, uzun vadede kanser riskini arttırmayan bir ajan olan metotreksattır. Azatioprin, mikofenolat mofetil ve siklosporin metotreksata alternatif olabilen veya metotreksat ile kombine kullanılabilen klasik immünomodulatuar ajanlardır. Antimetabolit veya kombinasyon tedavisine yeterli cevap alınamayan olgularda başta tümör nekroz faktör-alfa inhibitörü infliksimab ve adalimumab olmak üzere farklı biyolojik ajanlar kullanılabilir.
Pediatric uveitis may be a serious health problem because of the lifetime burden of vision loss due to severe complications if the problem is not adequately treated. Juvenile idiopathic arthritis (JIA) associated uveitis is characterized by insidious onset and potentially blinding chronic anterior uveitis. Periodic ophthalmologic screening is of utmost importance for early diagnosis of uveitis. Early diagnosis and proper immunomodulatory treatment are essential for good visual prognosis. The goal with the treatment is to achieve drug-free durable remission. The choice of therapeutic regimen needs to be tailored in each individual case. One has to keep in mind that patients under immunomodulatory treatment should be monitored closely due to possible side effects. Local and systemic corticosteroids have long been the mainstay of therapy; however, long-term corticosteroid therapy should be avoided due to serious side effects. Steroid-sparing agents in the treatment of JIA associated uveitis include antimetabolites and biologic agents in refractory cases. Among different immunomodulatory agents, methotrexate is generally the first choice, as it has a well-established safety and efficacy profile in pediatric cases and does not appear to increase the risk of cancer. Other classic immunomodulators that may also be used in combination with methotrexate include azathioprine, mycophenolate mofetil, and cyclosporine A. Biologic agents, tumor necrosis factor alpha inhibitors including infliximab or adalimumab as being the first choice, should be considered in case of treatment failure with classic immunomodulatory agents.
Abstract

8.Polymicrobial infection of the cornea due to contact lens wear
Selçuk Sızmaz, Sibel Bingöllü, Elif Erdem, Filiz Kibar, Soner Koltaş, Meltem Yağmur, Reha Ersöz
Pages 83 - 86
38 yaşında erkek hasta sol gözde ağrı ve kızarıklık şikayeti ile başvurdu. Kontakt lens kullanma öyküsü vardı. Oftalmik muayenede korneada geniş bir ülser ve etrafında infiltrat tespit edildi. Her iki gözün kontakt lenslerinden, lens solüsyonlarından, saklama kaplarından, konjonktivalarından kültür ve sol korneadan kazıntı alındı. Güçlendirilmiş vankomisin ve amikasin damla, saat başı damlatılacak şekilde başlandı. Her iki gözün konjonktiva ve sol kornea kültürlerinde P.aeruginosa; kontakt lenslerin, lens solüsyonlarının ve saklama kaplarının kültürlerinde P. aeruginosa ve Alcaligenes xylosoxidans üredi. Kornea kazıntısında Acanthameoba polimeraz zincir reaksiyonu pozitif bulundu. Topikal antibiyotikler her iki bakterinin de duyarlı oldukları ile değiştirildi ve anti-amip tedavi başlandı. Yoğun tedaviye rağmen hastalık ilk başvurudan sonra iki kez alevlendi. Keratiti çoklu patojene bağlı meydana gelmişti; uygun tedaviye rağmen tablonun şiddetli seyretmesi olasılıkla çoklu mikrobik etkene bağlıdır.
A 38-year old male was presented with pain and redness in his left eye. He had history of wearing contact lenses. His ophthalmic examination revealed large corneal ulcer with surrounding infiltrate. Culture from the contact lenses, lens solutions, storage cases, and conjunctivae of both eyes and also corneal scrapings of the left eye were obtained. Fortified vancomycin and amikacin drops were started hourly. Culture results of conjunctivae of each eye and left cornea were positive for P. aeruginosa; cultures from contact lens, lens solution and storage case of both eyes revealed P. aeruginosa and Alcaligenes xylosoxidans. Polymerase chain reaction of the corneal scraping was positive for Acanthameoba. The topical antibiotics were changed with the ones that both bacteria were sensitive and anti-amoebic therapy was added. The patient had two recurrences following initial presentation despite intensive therapy. Keratitis occurred due to multiple pathogens; the relapsing course despite adequate therapy is potentially associated with this polymicrobial etiology.
Abstract

9.Herpetic Keratouveitis and Trabeculectomy Failure during Infliximab Therapy in a Patient with Behçet’s Disease
Sirel Gür Güngör, Leyla Asena, Ahmet Akman, Onur Gökmen
Pages 87 - 90
Elli bir yaşında erkek hastaya 2001 yılında Behçet hastalığı tanısı konuldu. Hasta tüm immünsüpresif tedavilere dirençliydi. Altı aylık infliksimab tedavisinin ardından kliniğimize sağ gözünde ağrı ve bulanık görme ile başvurdu. Görme keskinliği sağ gözde 20/200’dü ve göz içi basıncı 35 mmHg idi. Biyomikroskopik muayenesinde korneada dendritik ülserleri ve ön kamarada 2+ hücresi mevcuttu. Herpetik keratoüveit atakları antiviral tedavi ile kontrol altına alındı ancak hastanın yeniden glokom ameliyatı olması gerekti. Sekiz haftada bir verilen infliksimab tedavisinin ortasında hastaya mitomisin C’li trabekülektomi ameliyatı yapıldı.
A 51-year-old man was diagnosed as Behçet’s disease in 2001. The patient was resistant to all immunosuppressive therapies. After 6 months of infliximab therapy, he presented to our clinic with pain and blurred vision in his right eye. The visual acuity was 20/200 and the intraocular pressure 35 mmHg in the right eye. Biomicroscopic examination revealed corneal dendritic ulcer and 2+ cells in the anterior chamber in the right eye. The herpetic kerotouveitis attack was controlled with antiviral therapy but the patient needed a new glaucoma surgery. Trabeculectomy with mytomycin C was performed about halfway through an eight-week interval between two doses of infliximab.
Abstract

10.Occult Macular Dystrophy
Işıl Sayman Muslubaş, Serra Arf, Mümin Hocaoğlu, Hakan Özdemir, Murat Karaçorlu
Pages 91 - 94
Okült makuler distofi, her iki gözde ilerleyici görme kaybı ile seyreden, fundus görünümü, floresein anjiografi incelemesi ve tüm alan elektroretinogram tetkiki normal olan, kalıtımsal bir makuler distrofidir. Bu olgu sunumunda 6 yıldır her iki gözde ilerleyici görme kaybı olan 20 yaşında kadın hasta sunulmaktadır. Görme keskinliği her iki gözde 3-4/10 düzeyinde idi. Ön segment ve fundus muayenesi, floresein anjiografi ve tüm alan elektroretinogram incelemesi normaldi. Ishihara renk görme testinde yakından bakarak tüm plakaları okudu. Fundus otofloresans incelemesi normaldi. Fundus infrared reflektans görüntüleme tekniğinde her iki gözde santral hafif hiporeflektans mevcuttu. Optik koherens incelemesinde her iki gözde fovea kalınlığında azalma ve fotoreseptör iç ve dış segment birleşiminde bozulma gözlendi. Mikroperimetri tetkikinde santral skotom ve multifokal elektroretinogram testinde ise santral cevabın azaldığı tespit edildi. Bu bulgular okult makuler distrofinin klinik özellikleriyle uyumlu olarak bulunmuştur.
Occult macular dystrophy is an inherited macular dystrophy characterized by a progressive decline of bilateral visual acuity with normal fundus appearance, fluorescein angiograms and full field electroretinograms. In this case report, a 20 year-old female patient with bilateral progressive decline of visual acuity for six years was reported. Her visual acuity was 3-4/10 in both eyes. Anterior segment and fundus examination, fluorescein angiograms and full field electroretinograms were normal. She could read all Ishara pseudoisochromatic plates. Fundus autofluorescence imaging was normal. There was a central mild hyporeflectance by fundus infrared reflectance imaging in both eyes. Decrease in foveal thickness and alterations of the photoreceptor inner and outer segment junction was observed by optical cohorens tomograghy in both eyes. Central scotoma was also found by microperimetry and reduced central response was revealed by multifocal electroretinogram in both eyes. These findings are consistent with the clinical characteristics of occult macular dystrophy.
Abstract