Volume: 42  Issue: 5 - 2012
Hide Abstracts | << Back
RESEARCH ARTICLE
1.Assessment of Macular Sensitivity and Fixation Stability by MP–1 Microperimetry in Diabetic Macular Edema
Tuncay Küsbeci, Güliz Yavaş, Ümit Ubeyt İnan
Pages 310 - 315
Amaç: Diabetes mellitusa bağlı klinik olarak anlamlı makula ödemi (KAMÖ) olgularında fiksasyon stabilitesi ve makula ışık duyarlılığını değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem: Diabetik Retinopati Erken Tedavi Çalışması tanı kriterlerine göre klinik olarak anlamlı makula ödemli 22 olgunun 30 gözü ve sağlıklı 32 olgunun 32 gözü çalışmaya dahil edildi. Tüm olgulara Micro Perimeter MP-1 ile mikroperimetri uygulandı. Santral 4, 12 ve 20 derecelik alanlarda ortalama retinal duyarlılık ölçüldü. MP-1 mikroperimetrede fiksasyon testi kullanılarak tercih edilen retinal alan (TERA) genişliği, fiksasyon stabilitesi ve alanı hesaplandı. Student t testi ve ki kare testi kullanılarak istatistiksel analiz yapıldı.
Sonuçlar: KAMÖ grubunda ortalama en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EDGK) kontrol grubuna göre anlamlı olarak düşüktü (p<0.001). KAMÖ grubunda santral 4, 12 ve 20 derecelik alanlarda ortalama retinal duyarlılık kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha düşüktü (p<0.001, her derece için). KAMÖ olgularında fiksasyon stabilitesi, 8 (%26.7) gözde stabil, 21 (%70) gözde rölatif stabil ve 1 (%3.3) gözde unstabil olarak saptandı. KAMÖ’li gözlerde kontrol grubuna gore fiksasyon stabilesi ve fiksasyon alan skorları anlamlı olarak düşük bulundu (p<0.001). Gruplar arasında TERA ortalama genişliği farkı istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.001).
Tartışma: KAMÖ’li hastalarda makula ışık duyarlılığı ve fiksasyon stabilitesi etkilenmektedir. MP-1 mikroperimetre TERA genişliğinin incelenmesinde yardımcı ve diabetik makula ödeminin düzeyi ve progresyonun değerlendirilmesinde kullanışlı olabilir.
Purpose: To evaluate macular light sensitivity and fixation stability in subjects with clinically significant macular edema (CSME) related to diabetes mellitus.
Material and Methods: Thirty eyes of 22 patients with CSME, as defined by Early Treatment Diabetic Retinopathy Study, and 32 eyes of 32 healthy subjects were enrolled in this study. Microperimetry was performed with the Micro Perimeter MP-1 in both groups. The mean retinal sensitivities at central 4°, at central 12° and at central 20° were measured. The mean extent of preferred retinal locus (PRL), fixation stability and fixation location were calculated using fixation test in MP-1 microperimeter. Statistical analysis was performed using student t-test and chi-square test.
Results: The mean best corrected visual acuity (BCVA) was significantly lower in the CSME group than the control group (p<0.001). The mean retinal sensitivities at central 4°, 12° and 20° areas were significantly lower in the CSME group compared to control group (p<0.001, for each central degrees). In subjects with CSME, fixation stability was detected as stable in 8 (26.7%) eyes, relatively unstable in 21 (70%) eyes and unstable in 1 (3.3%) eye. Significant decrease was found in fixation stability and fixation location scores in eyes with CSME compared to control subjects (p<0.001). The difference of mean extent in PRL between groups was statistically significant (p<0.001).
Conclusion: The macular light sensitivity and fixation stability are affected in patients with CSME. MP-1 micropeimetry might be helpful to evaluate the extent of PRL and useful for evaluation of severity and progression of diabetic macular edema.
Abstract

2.Collagen Cross-linking in Keratoconus Patients with Thin Corneas: Short Term Results
Nurullah Çağıl, Nagihan Uğurlu, Hasan Basri Çakmak, Sucattin İlker Kocamış, Derviş Turak, Şaban Şimşek
Pages 316 - 320
Amaç: İnce kornealı keratokonus hastalarına uygulanan hipoozmolar riboflavin solüsyonuyla kollajen çapraz bağlamanın etkinlik ve güvenilirliğinin çalışılması.
Yöntem: Bu retrospektif çalışmada çapraz bağlama operasyonu planlanan ve kornea epiteli kaldırıldıktan sonra en ince korneal kalınlık değeri (EKK) 400 µm olan keratokonus hastalarının medical kayıtları incelendi. Çalışma gurubunda 12 hasta ve 16 göz bulunmaktaydı. Epitel kaldırıldıktan sonra hipoozmolar solüsyon 30 dakika boyunca uygulandı ve pakimetrik ölçümler alındı. Eğer korneal kalınlık 400 µm’dan fazla olduysa çapraz bağlama prosedürüne başlandı; eğer olmadıysa korneal kalınlık 400 µm olana kadar hipoozmolar solüsyon uygulamasına devam edildi. Maksimum keratometri değerleri (K maks), pakimetrik ölçümler, düzeltilmemiş uzakta görme keskinlikleri (DGK) ve düzeltilmiş uzakta görme (DUGK) keskinlikleri kaydedildi. Preoperatif ölçümlerle postoperatif 6. aydaki ölçümler karşılaştırıldı.
Bulgular: Ortalama preoperatif EKK 422,75 ± 26,98 µm idi (maks: 450, min: 360). Epitel kaldırıldıktan sonra EKK 373,63 ± 22,41 µm’a düştü (maks: 398, min: 325). Preoperatif K maks (62,62 ± 5,09) ve postoperative K maks (61,55 ± 5,80) arasında istatistiki olarak anlamlı bir fark vardı (p =0,03). Diğer yandan preoperatif-postoperatif DGK (p=0,29) ve preoperatif-postoperatif DUGK (p=0,58) arasındaki fark önemli değildi. Belirgin korneal opasitesi veya diğer komplikasyonları olan hiçbir vaka yoktu.
Tartışma: İnce kornealı keratokonus hastalarında hipoosmolar riboflavin solüsyonuyla korneal kollajen çapraz bağlama etkin bir prosedürdür; ayrıca görme keskinliklerinin korunduğu ve belirgin korneal opasitelerin olmadığı göz önünde bulundurulursa güvenilir bir yöntem olduğu söylenebilir.
Purpose: To study the effectiveness and safety of corneal collagen cross-linking with hypoosmolar riboflavin solution applied to keratoconus patients with thin corneas.
Methods: In this retrospective study, medical records of keratoconus patients planned for cross linking surgery and having thinnest corneal thickness (TCT) less than 400 µm after corneal epithelial removal were reviewed. There were 12 patients and 16 eyes in the study cohort. After the epithelium was removed, hypoosmolar solution was applied for 30 minutes and pachymetric measurements were taken. If corneal thickness became more than 400 µm, the cross-linking procedure was started; if not, hypoosmolar solution was continued until corneal thickness reached 400 µm. Maximum keratometry values (K Max), pachymetric measurements, uncorrected distance visual acuities (UDVA), and corrected distance visual acuities (CDVA) were recorded. Comparison between preoperative measurements and measurements taken in sixth postoperative month were performed.
Results: The mean TCT was 422,75 ± 26,98 µm preoperatively (max: 450, min: 360). The mean TCT was reduced to 373,63 ± 22,41 µm after epithelium was removed (max: 398, min: 325). There was a statistically significant difference between preoperative K max (62,62 ± 5,09) and postoperative K max (61,55 ± 5,80), (p =0,03). On the other hand, the difference between preoperative-postoperative UDVA (p=0,29) and preoperative-postoperative CDVA was not significant (p=0,58). There were no cases with significant corneal opacity or with any other complication.
Discussion: Corneal collagen cross-linking with hypoosmolar riboflavin solution in keratoconus patients with thin corneas is an effective procedure, and can be considered as safe regarding preservation of visual acuities and absence of significant corneal opacity.
Abstract

3.The Evaluation of Macular Thickness Changes Measured by Optic Coherens Tomography After Uneventful Phacoemulsification Surgery in Patients with and without Pseudoexfoliation Syndrome
Ulviye Yiğit, Şule Keskin, Ahmet Ağaçhan, Betül Çakmak Tuğcu
Pages 321 - 325
Amaç: Psödoeksfoliasyon Sendromu (PES) olan ve olmayan olgularda, komplikasyonsuz fakoemülsifikasyon cerrahisi sonrası makula kalınlık değişimlerinin Fourier domain optik koherens tomografi (FD-OKT) ile değerlendirilmesi.
Gereç ve Yöntem: Fakoemülsifikasyon cerrahisi planlanan 68 hastanın 76 gözü prospektif çalışmamıza dahil edildi. PES’lu 38 göz Grup 1, ek patolojisi olmayan 38 göz Grup 2 olarak tanımlandı. Cerrahi sırasında komplikasyon gelişen olgular çalışmaya alınmadı. Cerrahi sonunda ultrason zamanı (USZ), efektif fakoemülsifikasyon zamanı (EFZ) ve ortalama fako enerji yüzdesi (FEY) kaydedildi. Hastaların cerrahi sonrası 1.hafta, 1.ay ve 6.ayda tam oftalmolojik muayeneleri yapıldı, makula kalınlıkları FD-OKT ile ölçüldü. Gruplar yaş, EFZ, USZ, FEY ve OKT ile makula kalınlık değişimleri yönünden Student t testi ve Mann Whitney U testi ile istatistiksel olarak değerlendirildi.
Bulgular: Olguların ortalama yaşı 71,2±9,01 idi, 33’ü (%48,5) kadın; 35’i (%51,5) erkekti. Gruplar arasında yaş, EFZ, USZ ve FEY açısından istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p>0,05). 1.hafta ölçümlerinde her iki grupta, merkezi makula kalınlığı, foveal, parafoveal ve perifoveal maküler kalınlıklarda istatistiksel olarak anlamlı bir artış saptanmadı (p>0,05). 1.ay ve 6.ayda PES grubu perifoveal ve parafoveal maküler kalınlıkları kontrol grubuna göre anlamlı derecede düşük saptandı (p: 0,006, p: 0,010, p: 0,036, p: 0,009).
Sonuç: PES, komplikasyonsuz fakoemülsifikasyon cerrahisi sonrası subklinik makula kalınlık artışı ve kistoid makula ödemi gelişimi için bir risk faktörü olarak değerlendirilmemiştir.
Purpose: To evaluate the changes in macular thickness measured with Fourier domain Optical Coherence Tomography (FD-OCT) following uneventful phacoemulsification surgery in patients with and without pseudoexfoliation syndrome (PES).
Material and Method: 76 eyes of 68 patients who planned phacoemulsification surgery were included in our prospective study. It was determined 38 eyes with PES in Group 1 and 38 eyes in Group 2 without additional pathology. Cases with peroperative complication were not included.
At the end of the surgery, ultrasound time (UST),effective phaco time (EPT) and the average percentage phaco power (AVG) were noted. Ophtalmologic examination was performed and macular thickness was measured by FD-OCT at 1 week,1 and 6 months after surgery. It was statistically determined by Student t test and Mann Whitney U test as age, EPT, UST, AVG and macula thickness changes with OCT.
Results: The mean age was 71.2±9.01 and there were 33 females (%48.5) and 35 males (%51.5) in cases. There was no statistically significant difference in age, EPT, UST, AVG values between groups (p>0.05). There was no statistically significant increase for central macular thickness, foveal, parafoveal and perifoveal macular thickness at first week in both groups (p>0.05). PES group perifoveal and parafoveal macular thickness were found statistically lower than control group at first and sixth months (p: 0.006, p: 0.010, p: 0.036, p: 0.009).
Conclusion: PES was not assessed as a risk factor for subclinical macular thickness increase or cystoid macular edema after uneventful phacoemulsification surgery.
Abstract

4.Multifocal progressive refractive diffractive lens: Optic design and clinical results.
Zeki Tunç, Fırat Helvacıoğlu, Sadık Şencan, Şaban Şimşek
Pages 326 - 331
Amaç: Asiferik bifokal difraktif ve progressif refraktif tasarımlı yeni konsept OptiVis™ göz içi lensi (GİL) uygulanan hastaların görme fonksiyonlarının değerlendirilmesi.

Gereç ve Yöntem: Bu prospektif çalışmada 27 hastanın 52 gözüne 2,5 mm kesiden fakoemülsifikasyon ile katarakt operasyonunu takiben yeni bir multifokal GİL olan OptiVis™ GİL implante edildi. Ameliyatlar 25 hastada da her iki göze ayni seansta bilateral yapıldı. Daha önce farklı multifokal GİL takılmış olan iki hastanın, diğer iki gözüne ise OptiVis™ GİL yerleştirildi. Hastaların monoküler uzak, orta ve yakın görme keskinlikleri ölçüldü ve kontrast duyarlılık testleri yapıldı. Kamaşma, hale, gözlük kullanma sıklığı ve hasta memnuniyeti sorgulandı.

Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 71,10±10,60, takip süresi 20,35±13,99 aydı. Operasyondan 6 ay sonra, yapılan ölçümlerde hastaların ortalama monoküler düzeltmesiz keskinlikleri; uzak için 0,96±0,11 (ondalık Snellen kartı), yakın için (33 cm) J1,07±0,26 (Jaeger eşeli) ve orta mesafe (60 cm) için J2,25±0,55 bulundu. Ortalama monoküler düzeltilmiş görme keskinlikleri ise sırasıyla 0,97±0,08, J1,05±0,23 ve J2,23±0,54 olarak ölçüldü. Monoküler ortalama kontrast duyarlılık değerleri 6. ayda fotopik koşulda 1,5 cycles per degree (cpd) de 47, 3 cpd de 73, 6 cpd de 61, 12 cpd de 17 ve 18 cpd de 2 bulundu. Hastalarda operasyon sonrası ilk ayda orta şiddette olabilen kamaşma ve halo problemleri 3. ayda 20 hastada (%74,07) hiç ya da çok hafif iken 7 hastada (%25,92) ise orta derecede bulundu. Bir hasta (%3,70) ise bazen uzak görme için gözlük kullanma ihtiyacı duydu. Arka kapsül opasifikasyonu ise 3 gözde (%5,76) tespit edildi.

Sonuç: OptiVis™ katarakt ameliyatlısı hastalarda, difraktif bifokal özelliği ile kontrast kaybı olmadan çok iyi uzak ve yakın görme kazandırdığı gibi progressif refraktif tasarımı sayesinde de oldukça iyi orta mesafe görmesi sağlayarak yüksek bir hasta memnuniyeti oluşturdu.
Purpose: To evaluate the visual functions of the patients who had the implantation of the new concept intraocular lens (IOL), OptiVis™ which has aspheric bifocal diffractive and progressive refractive design.

Materıal and Methods: In this prospective study, 52 eyes of 27 patients had a new multifocal IOL OptiVis™ implantation from 2.5 mm incision after cataract surgery with phacoemulsification. 25 of the patients had simultaneous bilateral phacoemulsification with OptiVis™ IOL implantation. Two patients who had previously a different multifocal IOL implantation had monocular OptiVis™ implantation. Monocular distance, near and intermediate visual acuities and contrast sensitivity of the patients were recorded. Presence of glares and halo, frequency of the glasses use and patients’ satisfaction were questioned.

Results: The mean age of the patient’s was 71.10±10.60 years and the mean follow-up time was 20.35±13.99 months. The mean monocular uncorrected visual acuities of the patients were 0.96±0.11 (Snellen card in decimals) for distance, J1.07±0.26(Jaeger card) for near (33 cm) and J2.25±0.55 for intermediate (60 cm), at 6 months after the operations. The mean best corrected monocular visual acuities were 0.97±0.08, J1.05±0.23 and J2.23±0.54 respectively. The mean monocular contrast sensitivity of the patients under photic conditions were 47 in 1.5 cycles per degree(cpd), 73 in 3 cpd, 61 in 6 cpd, 17 in 12 cpd and 2 in 18 cpd. The halo and glare problems which were moderate at the first postoperative month, were mild or none in 20 patients(74.07%) and moderate in 7 patients(25.92%) at 3 months after the surgery. Only one patient(3.70%) sometimes needed glasses for far vision. Posterior capsule opacification was seen in 3 eyes(5.76%).

Conclusions: OptiVis ™ provided very good distance and near vision without any contrast loss with the diffractive bifocal design. Additionally, provided considerably good intermediate vision with its progressive refractive design thus resulted in high patient satisfaction.
Abstract

5.Evaluation of the ocular surface parameters in pseudoexfoliation syndrome and conjunctivochalasis.
Sibel Kocabeyoğlu, Murat İrkeç, Mehmet Orhan, Mehmet Cem Mocan
Pages 332 - 335
Amaç: Psödoeksfoliasyon sendromu ve konjonktivaşalazisi olan hastalarda oküler yüzey parametrelerinin değerlendirilmesi.
Gereç ve Yöntem: Psödoeksfoliasyon sendromu olan 53 hastanın 53 gözü ve psödoeksfoliasyonu olmayan 107 hastanın 107 gözü çalışmaya dahil edildi. Tüm hastalar konjonktivaşalazisin varlığına göre iki alt gruba ayrıldı. Oküler yüzey parametreleri göz yaşı kırılma zamanı testi (BUT), topikal anestezi ile Schirmer testi ve lissamin yeşili (LG) ile kornea ve konjonktiva boyanması ile değerlendirildi. Ayrıca, semptomların şiddetinin değerlendirilmesi amacıyla hastalara oküler yüzey hastalık indeks (OSDI) skorlaması uygulandı. İstatistiksel analizde Mann-Whitney U testi, Student-t testi ve lojistik regresyon analizi kullanıldı.
Bulgular: Değerlendirmeye alınan 160 hastada, psödoeksfoliasyon sendromu bulunan hastaların 30’unda (%56.6), kontrol grubunun 38’inde (%35.5) konjonktivaşalazis saptandı (p=0.018). Lojistik regresyon analizinde yaş ve cinsiyet düzeltmesi yapıldığında, konjonktivaşalazis sıklığının psödoeksfoliasyonu olanlarda olmayanlara göre 2.3 kat (odds oranı, % 95 CI: 1.1 to 4.6) daha fazla olduğu görüldü (p=0.015). Psödoeksfoliasyonu olan hastalar ile kontrol grubu arasında BUT skorları, Schirmer testi değerleri, LG boyanması ve OSDI skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı.
Sonuç: Konjonktivaşalazis sıklığı psödoeksfoliasyon sendromlu hastalarda daha fazla görülmektedir. Hem psödoeksfoliasyon varlığı hem de konjonktivaşalazis oküler yüzey parametrelerini etkilemektedir. Psödoeksfoliasyon sendromlu olgular konjonktivaşalazis ve oküler yüzey hastalığı varlığı açısından değerlendirilmeli ve takipleri yapılmalıdır.
Purpose: To evaluate the ocular surface parameters in pseudoexfoliative (PEX) patients with conjunctivochalasis (CCh).
Methods: Fifty-three eyes of 53 patients with PEX syndrome and 107 eyes of 107 subjects without PEX were enrolled in this study. All subjects were categorized into two groups according to the presence or absence of CCh. The ocular surface characteristics were evaluated with standard tear break-up time testing (BUT), lissamine green (LG) staining of the conjunctiva and cornea, and Schirmer I test with topical anesthesia. Patients were also assessed with the Ocular Surface Disease Index (OSDI) questionnaire with respect to the severity of their subjective symptoms. The Mann-Whitney U test, Student’s t-test and logistic regression analysis were used for statistical evaluations.
Results: Among the 160 subjects, 30 (56.6%) had CCh in PEX group and 38 (35.5%) in control group (p=0.018). Logistic regression, adjusted to gender and age, showed that eyes with PEX were 2.3 times (odds ratio, 95% CI: 1.1 to 4.6) more likely to develop CCh than eyes without PEX (p=0.015). There were significant differences in the BUT scores, Schirmer values, LG staining scores and the OSDI scores of patients who had PEX and those without PEX.
Conclusion: The frequency of CCh is significantly higher in patients with PEX syndrome. Both PEX and CCh affect the ocular surface test results. It seems reasonable to evaluate and follow up PEX patients for CCh and the ocular surface disease.
Abstract

6.The Effect of Autologuous Serum Eye Drop Application on Epithelization in the Treatment of Various Ocular Surface Disorders and Safety
Fatma Selin Kaya, Yonca Aydın Akova
Pages 336 - 341
Amaç: Geleneksel tedaviye cevap vermeyen çeşitli nedenlerle ilişkili göz yüzey sorunlarında otolog serum damlalarının epitelizasyon üzerine etkisini ve güvenilirliğini değerlendirmek.

Gereç ve Yöntem: Ciddi göz yüzeyi sorunları nedeniyle takip edilen, geleneksel tedaviye cevap vermeyen hastalar çalışmaya dahil edildi. Otolog serum damla ile tedavi edilen hastaların kayıtları retrospektf olarak incelendi. Temmuz 2007 ve Ocak 2010 tarihleri arasında takip edilen 21 hastanın 31 gözü değerlendirme kapsamına alındı. Klinik değerlendirmede epitel değişiklikleri, rose bengal veya lizamin yeşili ve floresein ile boyanma ve gözyaşı kırılma zamanı parametreleri değerlendirildi. Sistemik hastalıkları ve kullandıkları ilaçlar, oftalmolojik hikayeleri detaylı olarak öğrenildi.

Sonuçlar: Etyolojik nedenler incelendiğinde 7 hastada penetran keratoplasti sonrası yetersiz epitelizasyon, 4 hastada geçirilmiş keratit sonrası epitelizasyon sorunları ve limbal kök hücre yetersizliği, 2 hastada alkali yanık, 3 hastada Stevens- Johnson sendromu, 1 hastada lignöz konjonktivit, 1 hastada Epidermolizis Bülloza, 1 hastada sıcak su yanığı ve 2 hastada Sjögren sendromuna bağlı ciddi göz yüzeyi sorunları nedeniyle otolog serum tedavisine başlandığı belirlendi. Hastaların yaş aralığı 7 ay- 87 ve yaş ortalaması 36.23±24.80 olarak belirlendi. Hastaların 13’ü bayan, 8’ i erkekti. Hiçbir hastada otolog serum tedavisiyle ilişkili olabilecek görme keskinliğini etkileyen ciddi bir komplikasyon gözlenmedi.

Tartışma: Otolog serum damlaları konservatif tedavinin yeterli olmadığı ciddi göz yüzeyi sorunları olan hastaların tedavisinde etkili ve güvenli bir tedavi seçeneğidir.
Aim: To evaulate the effect of auotologuos serum application on epithelization for the treatment of ocular surface disorders in hard cases and safety.

Material and Methods: Patients with serious ocular surface disorders, unresponsive to conventional treatment were recruited. Clinical features of retrospective cohort of patients who were prescribed serum drops are presented. From July 2007 to January 2010, 31 eyes of 21 patients, who were given autologuos serum eye drops, included into the study. Clinical examination included epithelial changes, rose bengal/lissamine green staining, fluorescein staining and break up time. A history of systemic disease was recorded together with systemic medications used. A complete ocular history was also obtained.

Results: Autologuos serum was used in the eyes of 7 patients with delayed epithelization after penetran keratoplasty, 4 patients with epithelial disturbances secondary to keratitis, in 2 patients with alkali burns, in 3 patients with Stevens-Johnson syndrome, 1 patient with lignous conjonctivitis, 1 patient with Epidermolyzis Bullosa, 1 patient corneal burn with hot water and 2 patients with Sjogren syndrome. The female: male ratio was 13: 8. The mean age was 36.23±24.80 standard deviation (range 7 months- 87). No significant sight treatining complication has been observed with the use of serum drops.

Discussion: Autologous serum application is safe and efficient additional therapy for the treatment of serious ocular surface problems in difficult cases.
Abstract

7.The Effectiveness of Probing for the Treatment of Congenital Nasolacrimal Duct Obstruction
Ebru Esen, Altan Atakan Özcan, Elif Erdem, Emine Çiloğlu, Hande Göksu Şimdivar
Pages 342 - 345
AMAÇ: Doğumsal nazolakrimal kanal tıkanıklığı olan hastalarda sondalama tedavisinin sonuçlarını araştırmak ve yaş gruplarına göre başarı oranlarını değerlendirmek.
GEREÇ VE YÖNTEM: Doğumsal nazolakrimal kanal tıkanıklığı nedeniyle 2008-2011 yılları arasında sondalama uygulanan hastaların kayıtları retrospektif olarak incelendi. Hastaların sondalama yapıldığı zamandaki yaşı, işlem sonrası sulanma şikayetinin durumu, epiforanın varlığı ve floresein kaybolma testinin sonuçları not edildi. Sonuçlar yaş gruplarına göre incelendi.
BULGULAR: Doğumsal nazolakrimal kanal tıkanıklığı tanısı alan 24 kız (%52,2), 22 erkek (%47,8) 46 hasta çalışmaya alındı. Hastaların 13’ünde sağ (%28,3), 13’ünde sol (%28,3), 20’sinde her iki gözüne (%43,4), toplam 66 göze probing uygulandı. Sondalama uygulama yaşı 18 gün ile 6 yaş arasında, ortalama 23,5 aydı. Hastaların 6’sı 12 aydan küçük, 26’sı 12-24 ay arasında, 14’ü, 24 aydan büyüktü. Ortalama takip süresi 4,32 (1-24) aydı. Sondalama ile 66 gözün 48’inde (%72,72) başarı sağlandı. Yaş gruplarına göre değerlendirildiğinde sondalama ile başarı oranı, 12 ayın altındaki hastalarda %100 (6 gözün 6‘sı), 12-24 ay grubunda % 80,95 (42 gözün 34’ü), 24 ayın üzerindeki hastalarda % 44,44 (18 gözün 8’i) olarak saptandı.
SONUÇ: Konservatif tedavi ile hayatın ilk yılında düzelmeyen doğumsal nazolakrimal kanal tıkanıklığı olguları için sondalama etkili bir tedavi şeklidir. Hastanın yaşı arttıkça başarı şansı azalacağı için uygulamada geç kalınmaması gerekir. Ancak ileri yaşlarda, seçilmiş vakalarda, invazif tedavilerden önce uygulanması önerilebilir.
PURPOSE: To investigate the outcome of probing in patients with congenital nasolacrimal duct obstruction and evaluate the success rate among age groups.
METHODS: The charts of patients who underwent probing for congenital nasolacrimal duct obstruction between 2008 and 2011, were rewiewed. Patients’ ages at the time of probing, the presence of watering complaints and epiphora, and flourescein disappear test results after the procedure were recorded. Findings were evaluated according to age groups.
RESULTS: Twenty four girls (52,2%), 22 boys (47,8%) 46 patients diagnosed as congenital nasolacrimal duct obstruction were participated in the study. Probing was performed to the right eye in 13 (28,3%), left eye in 13 (28,3%) and both eyes in 20 (43,4%) patients, to 66 eyes at total. Probing performing age was between 18 days and 6 years, 23,5 months at average. Six patients were under 12 months, 26 patients were between 12 and 24 months, and 14 patients were over 24 months. Mean follow up was 4,32 (1-24) months. By probing, success was achived in 48 of 66 eyes (72,72%). According to the age groups, success rate of probing was 100% (6 of 6 eyes) under 12 months, while 80,95% (34 of 42 eyes) in patients between 12-24 months and 44,44% (8 eyes of 18) over 24 months.
DISCUSSION: Probing is an effective treatment for congenital nasolacrimal duct obstruction cases not improved with conservative treatment in the first year of life. As the age increases, chance of success decreases so shouldn’t be late for the application. But in selected cases with advanced age, it can be recommended prior to invasive treatments.
Abstract

8.Tear properties in eyes with chronic blepharitis
Ali Demircan, Çiğdem Altan, Faik Engin Azman, Zeynep Alkın, Yaşar Küçüksümer, Ahmet Demirok
Pages 346 - 348
Amaç: Kronik blefaritli gözler ile normal gözler arasında gözyaşı özelliklerini karşılaştırmak
Gereç-Yöntem: Kronik blefarit semptom ve bulguları olan 20-40 yaş arası ardışık 20 hastanın 20 gözü ile kontrol grubu olarak 16 hastanın 16 sağlıklı gözü ileriye dönük olarak incelendi. Topikal veya sistemik ilaç kullanan, allerjik konjonktiviti ve kuru gözü olan, kontakt lens kullanan olgular çalışmaya alınmadı. Olgulara sırasıyla Tearlab® osmolarite cihazı kullanılarak gözyaşı osmolarite tayini, gözyaşı kırılma zamanı ve anestezisiz Schirmer testi uygulandı ve gruplar arasında karşılaştırıldı.
Bulgular: Toplam 18’i bayan, 18’i erkek 36 hastanın ortalama yaşı 30,7±5,5 idi. Blefaritli grupta ortalama gözyaşı osmolaritesi 315,3±18,1 iken, kontrol grubunda 300,0±18,4 mOsm idi (p=0,02). Gözyaşı kırılma zamanı blefaritli gözlerde ortalama 7,2±4,5 saniye; sağlıklı gözlerde ise 13,2±3,6 saniye idi (p<0,001). Schirmer testi ölçümleri blefarit grubunda ortalama 20,5±7,4 mm iken kontrol grubunda 19,9±8,1 mm idi (p=0,84).
Sonuç: Kronik blefaritli gözlerde Schirmer testi ölçümleri azalmadan gözyaşı osmolaritesi artmakta ve gözyaşı kırılma zamanı kısalmaktadır. Bu da kronik blefaritli gözlerde gözyaşı yapımı azalmadan lipit ve müsin tabakasının bozulduğunu düşündürmektedir.
Purpose: : The purpose of this study was to compare the tear properties between the eyes with chronic blepharitis and normal eyes.
Methods: We examined 20 eyes of 20 consecutive patients who had symptoms and findings associated with chronic blepharitis and 16 eyes of 16 healthy person as a control group prospectively. Patients with dry eye disease and allergic conjunctivitis or using any topical/systemic drug or wearing contact lens were not included in the study. Tear osmolarity measurement via Tearlab osmolarity system, tear break up time (BUT) and Schirmer’s test without anesthesia were applied to all cases and the measurements of two groups were compared.
Results: : The mean age of all patients was 30.7±5.5 years (18 male, 18 female). The mean tear osmolarity value was 315.3±18.1 in chronic blepharitis group whereas 300.0±18.4 mOsm in the control group (P=0.02). The mean BUT was 7.2±4.5 seconds in chronic blepharitis group and 13.2±3.6 seconds in the control group (P=0.001). The mean Schirmer’s value for the patients with chronic blepharitis was 20.5±7.4 mm and 19.9±8.1 mm in the control group (P=0.84).
Conclusion: Tear osmolarity was higher and BUT was lower in chronic blepharitis patients while Schirmer’s test was within normal limits. These findings imply that in chronic blepharitis lipid and mucin layers gets abnormal without any decrease in the tear production.
Abstract

9.Results of posterior chamber lens implantation for correction of myopia
Pınar Sorgun Evcili, Esin Söğütlü Sarı, Anıl Kubaloğlu, Erol Coşkun, Alime Sefer Güneş, Yusuf Özertürk
Pages 349 - 254
Amaç: Miyopisi olan hastalarda uyguladığımız arka kamara fakik lens implantasyonu sonuçlarını değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem: Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2.Göz Kliniği’nde Ağustos 2007 - Ekim 2010 tarihleri arasında sferik eşdeğerleri (SE) ortalama -13,12±5,31 diyoptri (D) (-2,50 - -24,75 D ) olan 33 hastanın 58 gözüne arka kamara fakik göz içi lens (STAAR ICL) implantasyonu planlandı. Hastaların ortalama yaşı 32.84 ± 9.95 yıl (18-55 yıl) ve 24’ü erkek (72,7%), 9’u kadın (27,3%) idi. Çalışma ileriye dönük vaka serisi olarak tasarlandı. Ameliyat sonrası hastalar, görme keskinliği, refraksiyon, endotel hücre sayısı ve gelişen komplikasyonlar açısından değerlendirildi.
Sonuçlar: Hastaların takip süreleri ortalama 21,5±4,9 ay (12-24 ay) idi. Ameliyat sonrası son kontrollerinde hastaların ortalama sferik eşdeğerleri -1,29 ± 1,53 D ( -5,6 D - + 2,60 D ) olarak tespit edildi. Ameliyat sonrası son kontrolde görme keskinliği gözlerin 42’sinde ( %72,4) ameliyat öncesi düzeltilmiş görme keskinliğine eşit ya da daha iyiydi. Ortalama SE ameliyat sonrası 1. ayda -1,13±1,59D’ye düştü ve 24.ayda -1,39±1,53D olarak bulundu. Kontroller sırasında 1 gözde (%1,7) pupil bloğu glokomu, 4 gözde (%6,8) görmeyi etkilemeyen ön subkapsüler opasite, 1 gözde (%1,7) retina dekolmanı ve bu nedenle yapılan vitrektomi sonrası katarakt gelişti.
Tartışma: Miyopinin düzeltilmesinde ICL implantasyonu, iki yıllık takip sonunda etkili ve güvenilir bulunmuştur. Bununla birlikte, potansiyel retinal komplikasyonlar dikkate alındığında, bu hastalar ameliyat öncesi ve sonrası daha dikkatli ve yakından takip edilmelidir
Purpose: To evaluate the results of posterior chamber phakıc İOL implantation in myopic patients.
Material and Method: Posterior chamber phakıc intraocular lens (STAAR ICL) implantation was performed in 58 eyes of 33 patients with mean spherical equivalent -13.12±5.31 diyoptri (D) (-2.5 - -24.75 ) in between August 2007 and October 2010 at Dr. Lütfi Kırdar Kartal Training and Research Hospital, Second Eye Clinic. The mean age of patients was 32.84 ± 9.95 years (18-55 years) and 24 (72.7%) were male, 9 (27.3%) were female. The study was designed as prospective case series. The patients were evaluated as visual acuity, refraction, endothelial cell count and complications in postoperative period.
Results: The mean follow up time was 21.5±4.9 (12-24 months) months. The mean spherical equivalent was -1.29 ± 1.53 D ( -5.6 D - +2.60 D) at last control of postoperative visit. Visual acuity was better or equal to preoperative best corrected value in 42 (72.4%) of eyes at last control visit postoperatively. Mean spherical equivalent was regressed to -1.13±1.59D at 1.month and -1.39±1.53D at 24.month postoperative period. Pupil block glaucoma in 1eye (%1,7), anterior subcapsular opasification that was not affect the vision in 4 eyes, retinal detachment developed in 1eye at control visits.
Discussion: ICL implantation is determined as effective and safe for correction of myopia in two years follow up. As possible retinal complications considered, the patients must be followed carrefully in preopertive and posteoperative period.
Abstract

10.Is it possible to shorten the duration of Schirmer test I?
Ömer Faruk Recep
Pages 355 - 358
Schirmer I testi, kuru göz tanısında sık kullanılan bir testtir, ancak süresinin uzun olması kısıtlı bir zaman diliminde çok sayıda hasta bakmak zorunda kalan göz doktorları için bir sorun oluşturmaktadır. Bu çalışmada daha kısa süreli yapılan Schirmer I testlerinin 5 dakikalık Schirmer I testleri kadar anlamlı sonuçlar verip vermediğinin araştırılması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem
Prospektif olarak planlanan bu çalışmaya kuru göz semptomları bulunan 270 hastanın 540 gözü dahil edildi. Schirmer testinin yapılmasına engel olacak anatomik kapak anormallikleri bulunan hastalar çalışmaya alınmadı. Whatman No. 41 5x37 mm’lik test kağıtları kullanılarak her göze beş dakikalık ölçüm yapıldı ve sonuçlar 1, 2, 3, 4 ve 5. dakikalarda olacak şekilde not edildi. Sonuçlar tekrarlı ölçümlerde tek yönlü varyans analizi ve Tukey testi kullanılarak analiz edildi. Daha sonra ortalamalardan hareketle her dakikaya ait muhtemel ıslanma değerleri hesaplanarak 5 dakikalık Schirmer sonuçları ile karşılaştırma yapıldı.
Sonuçlar
Çalışmaya 214 kadın ve 56 erkek hasta dahil edilmiştir. Olguların yaş ortalaması 57,62’dir (ranj 12-90 yaş, standart sapma 14,35). İstatistiksel inceleme sonucunda birer dakika aralarla yapılan ölçümlerde anlamlılık bulunmamıştır (p>0,05). 1 ve 3, 1 ve 4, 1 ve 5. dakikalarda yapılan ölçümlerde anlamlı fark tespit edilmiştir (p<0,05). Diğer taraftan 2 ve 4, 2 ve 5, 3 ve 5. dakikalarda yapılan ölçümler arasında da anlamlı fark bulunamamıştır (p>0,05). 5 dakikadaki Schirmer test sonucu 9 mm ve altında olan olgularda aynı testler tekrarlanmış, bu sefer sadece 1 ve 4. dakikalarda yapılan ölçümler arasında anlamlı fark bulunabilmiştir (p<0,05). Muhtemel kuru göz değerlerinin 5 dakikalık Schirmer sonuçları ile karşılaştırılmasında en yakın sonuç 2 dakikada elde edilmiştir. 5 dakikalık sonuca göre 114 adet kuru göz olgusu tespit edilirken 2 dakikalık sonuca göre 101 adet kuru göz olgusu tespit edilebilmiştir. 114 kuru göz olgusundan ise ancak 87’si (%76,32) 2 dakikalık test sonucunda yakalanabilmiştir.
Tartışma: Tam güvenilir bir test olmamakla birlikte Schirmer I testinin 5 dakikada 9 mm ve altında ıslanma olmasını kuru göz yönünden tanı koydurucu kriter olarak kabul edersek, 1, 2, 3 ve 4. dakikalarda yapılan ölçümlerde elde edilen değerler, uyumlu bir şekilde 5. dakikada elde edilen değerlerle ilişki göstermemektedir. Yine ilk dakikalardaki ölçümler dikkate alınırsa çok sayıda kuru göz hastasına tanı konulamamaktadır. Bu nedenle Schirmer I testinin süresinin kısaltılmasını uygun bulmuyoruz.
Purpose
Schirmer test I is commonly used in the diagnosis of dry eye, but its longer duration is a major problem in crowded clinics. In this study Schirmer tests shorter than 5 minutes were compared with the results of 5 minute-Schirmer test.
Material and Method
In this study 540 eyes of 270 patients having dry eye symptoms were evaluated. Those patients having lid abnormalities were not included in this study. The measurements were performed in 1st, 2nd, 3rd, 4th and 5th minutes using 5x37 mm Whatman No. 41 test papers. The results were analysed using One-Way ANOVA anda Tukey test. Then probable wetting values were calculated for every minute and the results were compared with 5 minute-results.
Results
Of the cases, 214 were female and 56 were male. The mean age was 57,62 years (range 12-90 years, standard deviation 14,35). We could not find any statistical significance among the measurements performed every minute (p>0,05). We found statistical significance between the measurements performed in the 1st and 3rd minutes, 1st and 4th minutes and 1st and 5th minutes (p<0,05). No statistical significance was found between the measurements performed in the 2nd and 4th, 2nd and 5th and 3rd and 5th minutes (p>0,05). The same tests were applied to the cases having 9 mm or below Schirmer test results at the end of 5 minutes and the only statistical significance was found between the measurement taken in the 1st and 4th minutes (p<0,05). The probable dry eye values in the 1st, 2nd, 3rd and 4th minutes were compared with the result of 5th minute and the nearest values were obtained in the 2nd minute-measurements. Out of 114 dry eye cases according to 5 minute results, 87 (76,32%) were detected at the end of 2 minute-test.
Discussion
The values obtained in the 1st, 2nd, 3rd and 4th minutes were not correlated with the Schirmer test result obtained in the 5th minute. If the results obtained in the early minutes were regarded as correct, a lot of dry eye patients could not be diagnosed. So we found inappropriate to shorten the duration of Schirmer test I.
Abstract

REVIEW
11.Coatings and tints of spectacle lenses
H. Zeki Büyükyıldız
Pages 359 - 369
Gözlük camları mineral ve organik (plastik) olmak üzere iki tür maddeden üretilir. Gözlük camlarına kullanım rahatlığı ve zararlı ışınlardan korunmak amacıyla özelliklerine ve ihtiyaca göre çeşitli kaplama ve boyama işlemleri yapılır. Camlara uygulanan kaplamaları yedi sınıfta toplayabiliriz. 1) Antiröfle kaplama, 2) Sertlik kaplaması, 3) Su itici kaplama, 4) Ayna kaplama, 5) Renk kaplama (boyamanın bir türü), 6) Fotokromik kaplama (Fotokromik işlemin bir türü), 7) Buharlanma önleyici kaplama. Antiröfle kaplama yansımaları azaltmak ve merceğin ışık geçirgenliğini arttırmak amacıyla yapılır. Sertlik kaplaması plastik camların yüzeyinin çizilmesini ve aşınmasını önlemek için uygulanır. Mineral camlar zaten sert olduğundan bu kaplama gerekmez. Su itici kaplama camın yüzeyini pürüzsüz ve hidrofob yapar, böylece camın toz, kir ve leke tutmasını önler. Ayna kaplama estetik amaçla güneş gözlüklerine uygulanır. Renkli veya fotokromik camlar güneşten korunmak ve zararlı UV ışınlarını süzmek için kullanılır. Buharlanma önleyici kaplama camın buharlanarak ışık geçişini azaltmasını engellemek için uygulanan hidrofilik bir kaplama şeklidir.
Spectacle lenses are made of mineral or organic (plastic) materials. Various coatings and tints are applied to the spectacle lenses according to the characteristic of the lens material, and for the personal needs and cosmetic purpose. The coatings may be classified in seven groups: 1) Anti-reflection coatings, 2) Hard coatings, 3) Clean coat, 4) Mirror coatings, 5) Color tint coating (one of coloring processes), 6) Photochromic coating (one of photochromic processes), and 7) Anti-fog coatings. Anti-reflection coatings reduce unwanted reflections from the lens surfaces and increase light transmission. Hard coatings are applied for preventing scratches and abrasion of the plastic lens surface. Hard coatings are not required for the mineral lenses due to their hardness. Clean coat makes the lens surface smooth and hydrophobic. Thus, it prevents the adherence of dust, tarnish and dirt particles on the lens surface. Mirror coatings are applied onto the sunglasses for cosmetic purpose. Color tinted and photochromic lenses are used for sun protection and absorption of the harmful UV radiations. Anti-fog coatings make the lens surface hydrophilic and prevent the coalescence of tiny water droplets on the lens surface that reduces light transmission.
Abstract

12.Genetics in Ophthalmology I - Basic Concepts
Canan Aslı Utine, Gülen Eda Utine
Pages 370 - 377
Geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısında genlerin kromozomlar üzerinde taşındığının gösterilmesinden ve nükleik asitin çift sarmal yapısının açığa çıkartılmasından sonra, genetik biliminin klinikte kullanımı açısından önemli gelişmeler olmuştur. Yaklaşık üç milyar baz çifti ve otuz bin genden oluşan insan genomundaki genetik bilgi “santral dogma” mekanizmasıyla eksprese edilir ve proteinlerle fonksiyonelleşir. İnsan genomunun homebox genler ile doku farklılaşmasını yönlendirebilme özelliği vardır. DNA hasarı çeşitli tamir mekanizmaları ile tamir edilebilir. Ancak tamir mekanizmalarındaki aksamalar insan genomunda biyolojik olarak anlamlı değişikliklerle (yani mutasyonlar ile) sonuçlanabilir. Genetik hastalıklar mutant allellerin özelliklerine bağlı olarak belirli kalıtım özellikleri gösterebilir. Genetik danışma ve risk tayini analizleri ile bir ailede bir genetik hastalığın görülmesi riski ve ilişkili problemlerin en aza indirgenmesi sağlanabilir.
Son yıllarda gerçekleşen teknolojik ilerlemeler sonucunda günümüzde kromozom ve gen analizleri, prenatal ve preimplantasyon genetik tanı yapılabilmekte ve gen terapileri alanlarında önemli gelişmeler olmaktadır. Bu nedenle oftalmologların klinik genetik uzmanları ile birlikte çalışmaları pek çok hasta, aile bireyleri ve gelecek nesiller için büyük önem taşımaktadır. Bu yazıda oftalmologların genetik göz hastalıklarını anlayış ve yorumlamalarını kolaylaştırmak ve genetik alanındaki yeni gelişmeleri takip edebilmelerini kolaylaştırmak için, genetik biliminin ve oküler gelişimde genetik düzenlemenin temel kavramlarını derlemeyi amaçladık.
After it was shown in the latter half of the last century that the genes are located on the chromosomes and the nucleic acid has the double helix configuration, there have been significant developments on the clinical use of genetic science. Genetic information encoded in human genome, which consists of approximately three billion base pairs and thirty thousand genes, is expressed by the “central dogma” mechanism and is functionalized by the proteins. The human genome has the ability of guiding tissue differentiation via the homeobox genes. DNA damage can be repaired by various repair mechanisms. However, malfunctioning in these repair mechanisms may result in biologically significant changes in human genome (i.e., mutations). Genetic diseases display specific inheritance patterns depending on certain characteristics of the mutant allele.
As a result of recent technological advances, chromosome and DNA analyses, as well as prenatal and preimplantation genetic diagnoses are currently available, and significant developments do occur in the field of gene therapies. For this reason, collaboration of ophthalmologists and clinical geneticists carries utmost importance for many patients, members of their families and future generations. Herein, we aimed to review the basic concepts of genetics and the genetic regulation of ocular development, in order to ease the understanding and interpretation of genetic eye diseases and help ophthalmologists follow the new developments in the field of ophthalmic genetics.
Abstract

13.Genetics in Ophthalmology II – Anterior Segment Diseases
Canan Aslı Utine, Gülen Eda Utine
Pages 378 - 385
Genetik hastalıklar insan genomunun yapısal / işlevsel bozukluklarından kaynaklanan konjenital veya sonradan ortaya çıkan kalıtsal hastalıklardır. Günümüzde genetik bilimindeki hızlı ilerlemelerle birçok hastalığın kökeninde rolü olan genetik etkenler aydınlatılmaktadır. Her disiplinden doktorların genetiğin temel prensipleri, kalıtım şekilleri vb konularında bilgi sahibi olmaları, gelişmeleri izleyebilmeleri için giderek önem kazanmaktadır. Genetik göz hastalıklarında da tanıya ve tedaviye yönelik uygun klinik yaklaşımın sunulabilmesi ve uygun genetik danışmanlığın verilebilmesi için, oftalmologlar bu hastalıkların temel klinik ve günümüzde büyük bir hızla gelişen genetik özelliklerini iyi bilmelidirler. Bu yazıda ön segmenti ilgilendiren genetik kökenli göz hastalıkları gözden geçirilmiş, sırasıyla aniridi, ön segment disgenezisi, glokom, kornea distrofileri, katarakt, ektopia lentis, miyopi ve diğer kırma kusurları ele alınmıştır.
Genetic diseases are congenital or acquired hereditary diseases that result from the structural / functional disorders of the human genome. Today, the genetical factors that play a role in many diseases are being highlighted with the rapid progress in the field of genetics science, today. It becomes increasingly important that physicians from all disciplines have knowledge about the basic principles of genetics, patterns of inheritance etc, so that they can follow the new developments. In genetical eye diseases, in order for the proper clinical approach for diagnosis and treatment, and genetical counseling can be provided, ophthalmologists should know the basic clinical and recently rapidly developing genetical characteristics of these diseases. In this paper, eye diseases of anterior segment with genetical origin were reviewed, and aniridia, anterior segment dysgenesis, glaucoma, corneal dystrophies, cataract, ectopia lenstis, myopia and other refractive errors were covered.
Abstract

14.Genetics in Ophthalmology III – Posterior Segment Diseases
Canan Aslı Utine, Gülen Eda Utine
Pages 386 - 392
Genetik hastalıklar insan genomunun yapısal / işlevsel bozukluklarından kaynaklanan konjenital veya sonradan ortaya çıkan kalıtsal hastalıklardır. Günümüzde genetik bilimindeki hızlı ilerlemelerle birçok hastalığın kökeninde rolü olan genetik etkenler aydınlatılmaktadır. Her disiplinden doktorların genetiğin temel prensipleri, kalıtım şekilleri vb konularında bilgi sahibi olmaları, gelişmeleri izleyebilmeleri için giderek önem kazanmaktadır. Genetik göz hastalıklarında da tanıya ve tedaviye yönelik uygun klinik yaklaşımın sunulabilmesi ve uygun genetik danışmanlığın verilebilmesi için, oftalmologlar bu hastalıkların temel klinik ve günümüzde büyük bir hızla gelişen genetik özelliklerini iyi bilmelidirler. Bu yazıda arka segmenti ilgilendiren genetik kökenli göz hastalıkları gözden geçirilmiş, sırasıyla retinoblastom, mitokondriyal hastalıklar, retina displazileri, retinitis pigmentosa, koroideremi, jirat atrofi, Alström hastalığı, oküler albinizm, optik sinir hipoplazisi, anoftalmi/mikroftalmi ve Leber’in konjenital amaurozisi ele alınmıştır.
Genetic diseases are congenital or acquired hereditary diseases that result from the structural / functional disorders of the human genome. Today, the genetical factors that play a role in many diseases are being highlighted with the rapid progress in the field of genetics science, today. It becomes increasingly important that physicians from all disciplines have knowledge about the basic principles of genetics, patterns of inheritance etc, so that they can follow the new developments. In genetical eye diseases, in order for the proper clinical approach for diagnosis and treatment, and genetical counseling can be provided, ophthalmologists should know the basic clinical and recently rapidly developing genetical characteristics of these diseases. In this paper, eye diseases of posterior segment with genetical origin were reviewed, and retinoblastoma, mitchondiral diseases, retinal dysplasia, retinitis pigmentosa, choroideremia, gyrate atrophy, Alström disease, ocular albinism, optic nerve hypoplasia, anophthalmia/microphthalmia and Leber’s congenital amarousis were covered.
Abstract

CASE REPORT
15.Total improvement of ophthalmic findings with treatment in a case with iatrogenic carotid-cavernous fistula
Ebru Nevin Çetin, Gülden Saraç, İlkay Sitti, Avni Murat Avunduk, İsmail Oran, Bayram Çırak
Pages 393 - 396
45 yaşında erkek hasta, sol gözde kapak ödemi ve bulanık görme şikayeti ile başvurdu. Bir ay önce sellar ve parasellar kitle nedeniyle opere edilen hastanın görme kesinliği sol gözde 0.7 idi. Sol gözde ayrıca belirgin kapak ödemi, kemozis, episkleral vasküler injeksiyon, proptozis, retinal venlerde hafif konjesyon ve kıvrımlanma artışı saptandı. Göz içi basıncı 35mmHg ölçülen sol gözde, hareketlerin her yöne kısıtlı olduğu izlendi. Orbital manyetik rezonans (MR) görüntülemede sol proptozis; kraniyal venöz MR anjiografide, karotikokavernöz fistül ile uyumlu olarak, sol karotid arter ve kavernöz sinus komşuluğunda vasküler yapıda kıvrımlanma artışı ve genişleme, ayrıca üst oftalmik vende genişleme saptandı. Sol iatrojenik karotikokavernöz fistül tanısıyla endovasküler greft-stent implantasyonu yapılan hastanın, işlem sonrası 3. haftada sol gözde görme keskinliğinin tam olduğu, proptozis ve göz hareketlerindeki kısıtlılığın ortadan kalktığı izlendi.
A 45-year-old male presented with lid edema and blurred vision in his left eye. He had a history of an operation for a sellar and parasellar mass 1 month ago. Best corrected visual acuity was 7/10 in his left eye. He had marked lid edema, prominent chemosis, episcleral vascular injection, proptosis and mildly congested and tortuous retinal vessels in the left eye. Intraocular pressure was 35mmHg and eye movements were severely restricted in all directions in his left eye. Orbital magnetic resonance (MR) showed left proptosis and cranial venous MR angiography demonstrated multiple tortuous and enlarged vessels near left carotid artery and left cavernous sinus resembling carotid cavernous fistula and enlarged superior ophthalmic vein. He underwent successful endovascular greft-stent implantation for the left iatrogenic carotid cavernous fistula. At the postoperative 3.week, visual acuity was 10/10 with complete regression of proptosis and restriction in his left eye.
Abstract

16.A peripapillary staphyloma case presenting with unilateral unfixating eye
Mehmet Yasin Teke, Ufuk Elgin, Alper Dilli, Pınar Özdal, Faruk Öztürk
Pages 397 - 399
Peripapiller stafilom (PPS), genetik geçişli olmayan, doğumsal bir optik disk anomalisidir. Çalışmamızda, bir PPS olgumuzun klinik, orbital manyetik rezonans (MRI) ve oküler ultrasonografi (USG) bulgularını sunmayı amaçladık. 1 yaşındaki sağlıklı kız çocuğu hastanemize, sol gözü ile fiksasyon yapamadığı için gönderildi. Olgumuza tam göz muayenesine ilaveten, orbital MRI ve oküler USG tetkikleri de uygulandı. Skiaskopik muayene sonucunda sağ gözde -2.0 sol gözde -8.0 dioptri kırma kusuru saptanırken, biyomikroskopik muayene her iki gözde doğaldı. Fundus muayenesinde sağ göz normalken, sol gözde PPS saptandı. Bu tanı, MRI ve USG ile doğrulandı. Sonuç olarak PPS, çocuklarda tek taraflı fiksasyon bozukluğu ayırıcı tanısında mutlaka akla gelmeli ve MRI ve USG nin klinik bulguları destekleyici tanısal önemleri unutulmamalıdır.
Peripapillary staphyloma (PPS) is a non-hereditary congenital optic disc (OD) anomaly. Herein we aimed to describe a case of PPS and discuss her clinical, orbital magnetic resonance imaging (MRI) and ultrasonography (USG) findings. A one-year-old healthy girl was referred to our hospital for unfixation in her left eye. In addition to ophthalmological examinations, MRI and ocular USG were also performed. Sciascopic examination revealed -2.0 dioptri in her right and -8.0 dioptri in her left eye. Slit-lamp examination showed normal findings in both eyes. In fundus examination peripapillary staphyloma was detected in the left eye while the right eye showed normal findings. MRI and USG also supported the same diagnosis. As a result, MRI and USG findings can support the clinical observations in the diagnosis of PPS, which should be kept in mind especially in the differential diagnosis of unilateral unfixation in children.
Abstract

17.Terson Syndrome (A case report)*
Özgür İlhan, Nilüfer İlhan, Mesut Coşkun, Emre Ayıntap, Uğurcan Keskin, Hilal Semiz, Hüseyin Öksüz
Pages 400 - 402
İntrakraniyal hemorajilere (subaraknoid ve/veya subdural) eşlik eden vitreus hemorajisi Terson Sendromu olarak adlandırılmaktadır. Sendrom genellikle subaraknoid hemoraji sonrası görme azlığı ile ortaya çıkan nadir bir klinik durumdur. Bu çalışmada Terson sendromu nedeniyle pars plana vitrektomi uygulanan bir olgu sunulmuştur. Olgunun ameliyat öncesi 0.1 olan görme keskinliği ameliyattan sonra birinci ayda 0.7’ye ulaştı. Ameliyatta ve daha sonraki takiplerde herhangi bir komplikasyon gözlenmedi.
Terson syndrome is a vitreous hemorrhage that occurs after intracranial hemorrahages (subarachnoid or subdural) and generally visual deficit or low vision are observed. In this study, a patient who had undergone pars plana vitrectomy due to Terson syndrome was presented. Visual acuity of the patient was 0.1 prior to the operation however, after 1 month postoperatively it reached to 0.7. There was no complication at the surgery and postoperative follow-up.
Abstract

18.Slowly Progressing Retroorbital Hematoma
Esin Tunca Kırıkkaya, Volkan Dayanır, Mehmet Turgut, Yelda Özsunar Dayanır
Pages 403 - 405
Travma hikayesi 2 yıl önce olan bir erkek hastada yavaş, tek taraflı propitozis gelişti. Tüm oftalmolojik muayene, labaratuvar inceleme ve nörolojik ve hematolojik değerlendirme normaldi ve koagulopatisi yoktu. Manyetik rezonans (MR) görüntülemede retroorbital hematom saptandı. Hematom eksplore edildiğinde, koyu sarı renkli likid bir koleksiyon boşaltıldı. Histopatolojik değerlendirme hematik kisti destekledi.
Slowly progressing unilateral proptosis occurred in a male patient with a history of trauma 2 years ago. All the ophthalmological examination, labarotory investigation and both neurological and hematological evaluation were normal and there was nothing suggestive of coagulopathy. Magnetic resonance (MR) imaging revealed retroorbital hematoma. Exploration and evacuation of hematoma revealed dark yellow colored liquid collection. Histopathological evaluation suggested heamatic cyst.
Abstract

LETTER TO EDITOR
19.A Letter to The Editor About The Article “Clinical Approach in Orbital Cellulitis Cases: Case Series”
Bülent Yazıcı
Pages 406 - 407
Abstract