Volume: 39  Issue: 5 - 2009
Hide Abstracts | << Back
1.Evaluation of two surgical procedures for the management of intermittent involutional entropion
Mehmet Cem Mocan, Uğur Erdener, Murat İrkeç, Mehmet Orhan
Pages 332 - 338
Amaç: Erken dönem alt kapak involüsyonel entropiyum olgularının tedavisinde iki cerrahi yöntemin sonuçlarının karşılaştırılması.
Yöntem: Alt kapak entropiyumu tanısı ile tam kat kapak çevirici sütür (Quickert) tekniği (Grup 1) veya lateral tarsal şerit ile kombine tam kat kapak çevirici sütür tekniği (Grup 2) uygulanan hastaların klinik bilgileri, kapak özellikleri ve postoperatif dönem klinik seyirleri geriye dönük olarak incelendi. Cerrahi işlemler ile ilgili başarı ve komplikasyon oranları saptandı. İki grup arasındaki parametreler t-testi ve ki-kare testi ile değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 30 olgunun (ortalama yaş=70.7±9.4 yıl) entropiyuma bağlı şikayetleri ortalama 4.1±1.1 ay süresince mevcuttu. Yedi (%23.3) olguda alt korneada hafif punktat epitel defektleri mevcuttu. Olguların hepsinde yatay kapak gevşekliği mevcuttu. Her iki grup arasında yaş, şikayetlerin süresi, yatay kapak gevşekliği ve takip süreleri açısından anlamlı farklılık saptanmadı. Entropiyum nüksü Grup 1’de 3 (%18.8) olguda ortalama 9.9±6.2 ay süreli takip sırasında ortaya çıktı. Bu olguların hepsinde nüks ilk 4 ay içinde ortaya çıktı. Entropiyumu nüks eden 3 olgunun hepsinde belirgin yatay kapak gevşekliği (9-10mm) mevcuttu. Grup 2 olgularında takip süreleri boyunca (10.4±4.3 ay) entropiyumun nüksü izlenmedi. Hiçbir olguda ikincil ektropium izlenmedi.
Tartışma: Yatay kapak gevşekliği erken dönem entropiyum olgularında mevcuttur. Lateral tarsal şerit ile kombine tam kat kapak çevirici sütür tekniği involüsyonel entropiyumun tedavisinde etkili ve güvenli bir cerrahi yöntemdir.
Purpose: To evaluate the outcomes of two surgical procedures for the treatment of early onset intermittent involutional entropion.
Materials-Methods: The clinical records, eyelid characteristics and postoperative clinical courses of patients who had involutional entropion of the lower eyelid and who underwent entropion correction with either full-thickness eyelid everting (Quickert) sutures alone (Group I) or Quickert sutures combined with lateral tarsal strip procedure (Group II) were included in this retrospective study. The rates of success and complications for each procedure were determined. The clinical parameters of patients in these groups were compared using the t-test and the chi-square test.
Results: The mean duration of entropion related symptoms of 30 patients aged 70.7±9.4 years was 4.1± 1.1 months. Mild punctuate epitheliopathy was observed in the inferior cornea in 7 (23.3%) patients. There were no statistically significant differences between the mean age, duration of symptoms, amount of horizontal eyelid laxity and duration of follow-up between the two groups. Recurrence of entropion was noted in 3 (%18.8) patients in group I after a mean follow-up duration of 9.9±6.2 months. Recurrences in all 3 patients were noted within the first 4 postoperative months. Significant horizontal ild laxity (9-10 mm) was noted in all three patients with recurrence. There were no cases of recurrence in group II with a mean follow-up duration of 10.4±4.3 months.
Conclusion: Horizontal lid laxity is present in early stages of involutional entropion. Lateral tarsal strip procedure combined with full-thickness eyelid everting sutures appear to be a safe and effective technique for the treatment of involutional entropion.
Abstract | Full Text PDF

2.Corneal tissue welding of clear corneal cut with infrared laser irradiation at different wavelengths
Rıfat Rasier, Mediha Özeren, Özgür Artunay, Halil Bahçecioğlu, İsmail Seçkin, Hamit Kalaycıoğlu, Adnan Kurt, Alphan Şennaroğlu, Murat Gülsoy
Pages 339 - 347
Amaç: Kızıl altı laserlerin katarakt cerrahisi sırasında oluşturulan kornea kesisini yapıştırma özelliklerinin incelenmesi ve karşılaştırılmasıdır. Yöntem: Daha önceden kalibre edilmiş 3.2 mm genişliğinde bıçak ile koyun gözlerinde tam kat korneal kesiler oluşturulmuştur. 809-nm ve 980-nm diyot laserler, 1070-nm fiber laser ve 1980-nm Tm: YAP laser yeni enüklie edilmiş 40 adet koyun gözünde oluşturulmuş olan korneal kesilere tam kat olarak uygulanmıştır. Minimal fototermal etki ile tam kat doku yapışması için gerekli optimal laser gücü, dalga boyu ve uygulama süresi parametreleri uygulanmıştır ve hematoksilen ve eosin ile histololojik olarak kesi bölgeleri incelenmiştir. Belirlenen en uygun parametreler ile en iyi histolojik sonuçları aldığımız 1070-nm ve 1980-nm laserler ile onar adet korneaya laser uygulanmıştır ve histolojik olarak karşılaştırılmıştır. Sonuçlar: Örneklerin doku yapışma sonuçları; 809-nm diyot laser ile 7 korneanın 2’si, 980-nm diyot laser ile 7 korneanın 2’si, 1070-nm YLF laser ile 3 korneanın 2’si ve 1980-nm Tm: YAP laser ile 6 korneanın 4’ü tam kat yapışmıştır. Histolojik inceleme sonucunda en az karbonizasyon olan ve substantia korneada en az değişiklik izlediğimiz 1070-nm ile 10 adet korneanın 5 tanesi tam kat, 1980-nm ile 10 adet korneanın ise 4’ü bölgesel olarak yapışmıştır. Tartışma: Topikal indosiyanin yeşili uygulaması ile 809-nm diyot laserin korneal doku kaynağı için geçerli bir yöntem olduğu, 908-nm diyot laser, 1070-nm YLF ve 1980-nm Tm: YAP laserin herhangi bir boya kullanılmadan kullanılabilecek potansiyeli olan diğer doku kaynağı uygulamaları olduğu gösterilmiştir. Karşılaştırma sonucunda 1070-nm laser 1980-nm dalga boyuna göre daha üstün bulunmuştur.
Purpose: The aim of the study is to investigate the potential of infrared lasers for cornea welding in order to seal corneal cuts done during cataract surgery Method: Clear corneal cuts were done with precalibrated 3.2mm knife on bovine eyes. Diode lasers (809-nm and 980-nm), YLF laser (1070-nm) and Tm: YAP laser (1980-nm) were applied on full thickness corneal tissue of freshly enucleated 40 bovine eyes. Optimal laser power, wavelength and exposure time parameters for immediate closure with minimal thermal damage was estimated through histological examination of welded samples with hematoxylin-eosin staining. Ten corneas with 1070-nm and ten corneas with 1980-nm wavelengths were compared with best paremeters. Results: Full thickness welding results to sample sizes were the following: 2 out of 7 with 809-nm diode laser; 2 out of 7 with 980-nm diode laser; 2 out of 3 with 1070-nm YLF; and 4 out of 6 with 1980-nm Tm: YAP laser. According to histologic examination 1070-nm and 1980-nm wavelengths which results had less carbonization and less change in substantia cornea compard; 5 out of 10 corneas were full thickness welded with 1070-nm and 4 out of 10 corneas were partial welded with 1980-nm. Discussion: Our study suggested that 809nm diode laser welding in association with the topical application of ICG is a valid method for the closure of corneal tissues but 908-nm, 1070-nm diode laser and 1980-nm Tm: YAP laser welding without topical application of any chromophores are other promising options and have a great potential for corneal laser welding.
Abstract | Full Text PDF

3.Comparison of The Effect of Subkojunctival Bevacizumab and Pegaptanib Sodium in an Experimental Corneal Neovascularisation Model
Volkan Hürmeriç, Fazıl Cüneyt Erdurman, Tarkan Mumcuoğlu, Bülent Kurt, Ozan Dağlı, Umut Karaca, Ali Hakan Durukan
Pages 348 - 353
Amaç: Kobaylarda oluşturulan deneysel kornea neovaskülarizasyonu modelinde subkonjonktival bevacizumab ve pegaptanib sodyum enjeksiyonlarının etkinliğinin incelenmesidir.
Yöntem: 21 kobayın sağ korneaları kimyasal olarak koterize edildi. Olgular 3 gruba ayrıldı. Birinci gruba (Kontrol grubu) subkonjonktival dengeli tuz solüsyonu, ikinci gruba subkonjonktival 1 mg bevacizumab, üçüncü gruba subkonjonktival 0.15 mg pegaptanib sodyum enjeksiyonu koterizasyonla aynı zamanda yapıldı. 10. günde kornealarda oluşan yanık ve neovaskülarizasyon seviyesi değerlendirildikten sonra hayvanlar öldürüldü ve gözler histolojik incelemeye alındı.
Sonuçlar: Yanık ve neovaskülarizasyon skorları açısından üç grup arasında fark yoktu (sırasıyla p= 0.173 ve p= 0.082). Kornea neovaskülarizasyonu kapladığı yüzey alanı kontrol grubunda %73.83 ± 6.67, bevacizumab grubunda %59.84 ± 6.85, pegaptanib grubunda %82.96 ± 5.59 olarak tespit edildi (p= 0.001). Histolojik değerlendirmede kornea vaskülarizasyonu derecesi kontrol grubunda 13.05 ± 3.21, bevacizumab grubunda 8.86 ± 2.89, pegaptanib grubunda 12.67 ± 2.04 olarak tespit edildi (p= 0.052).
Tartışma: Oluşturduğumuz deneysel modelde uyguladığımız dozlarda bevacizumab pegaptanib’e göre kornea neovaskülarizasyonlarını azaltmada daha etkili bulunmuştur.
Purpose: To compare the effect of subconjunctival injection of bevacizumab and pegaptanib sodium on experimental corneal neovascularization in guinea pigs.
Methods: Right eyes of twenty one guinea pigs were chemically cauterized. The subjects were divided into three groups. The first group (control group) received subconjunctival injection of balanced salt solution, the second group received subconjunctival injection of 1 mg bevacizumab, the third group received subconjunctival injection of 0.15 mg pegaptanib sodium simultaneously with cauterization. After determining the burn and neovascularization scores for all groups the animals were killed on the 10th day and histologic evaluation were performed
Results: There were no statistically significant differences in burn and neovascularisation scores between three groups (p= 0.173 and p= 0.082 respectively). The area of neovascularization at the cornea surface was 73.83±6.67% in the control group, 59.84±6.85% in the bevacizumab group and 82.96 ±5.59% in the pegaptanib group (p= 0.001). Histological examination show that the avarage number of corneal vessels were 13.05 ± 3.21 in the control group, 8.86 ± 2.89 in the bevacizumab group and 12.67 ± 2.04 in the pegaptanib group (p= 0.052).
Conclusion: The antineovascular effect of bevacizumab is found to be higher than pegaptanib in the doses that we used in our experimental corneal neovascularisation model.
Abstract | Full Text PDF

4.Results of amnion membrane transplantation procedure for the cornea ulcers refractory to medıcal treatment
Öznur İşcan Uzunlulu, Tülay Alpar Akçetin, Kadir Eltutar
Pages 354 - 359
AMAÇ: Medikal tedaviyle iyileşmeyen kornea ülseri tedavisinde amniyon membranı transplantasyonunun etkinliğini değerlendirmek.

GEREÇ-YÖNTEM: S.B. İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göz Kliniğinde Mart 2005- Aralık 2008 yılları arasında takip edilen medikal tedavi ile iyileşmeyen kornea ülserli 8’i kadın (% 40), 12’si erkek (% 60) 20 hastanın 20 gözüne amniyon membranı transplantasyonu uygulandı. Oda ısısında çözündürülen ve 3 kez salin solüsyonla yıkanan amniyon membran, vakaların hepsinde kornea lezyonunun yeri ve boyutundan bağımsız olarak tüm korneayı kaplayacak şekilde oturtuldu ve periferik korneaya 10/0 naylon sütür ile sütüre edildi. Operasyon sonunda terapötik kontakt lens yerleştirildi. Çalışma kapsamına alınan vakalarda yüzey epitel bütünlüğünün oluşma süresi, görme keskinliği, nüks veya enfeksiyon varlığı değerlendirildi

BULGULAR: Hastaların yaş ortalaması 60.75 ± 7.1 (48-72) idi. Toplam 20 hastadan 15'inde (% 75) postoperatif en iyi düzeltilmiş görme keskinliğinde; Snellen eşeline göre ortalama 1 sıra artış saptanırken 5'inde (% 25) görme keskinliğinde değişiklik olmadı. Ortalama iyileşme süresi ise 4 ile 6 hafta arasında değişmekteydi. Hastaların hiçbirinde nüks ve enfeksiyona rastlanmadı.

SONUÇ: Dirençli kornea epitel hasarı tedavisinde; oküler yüzeyin sağlanmasında amniyon membranı transplantasyonu alternatif bir tedavi yöntemi olmaktadır.
PURPOSE: Evaluation of the results of amnion membrane transplantation procedure for the corneal ulcers refractory to medical treatment.

MATERIAL-METHOD: A total of 20 eyes who were performed amnion membrane transplantation in our clinics between March 2005 and December 2008. Resolved in room temperature and three times saline washed amnion membran was covered all over the cornea independent of the position and size of the lesion and was sutured on the peripheral cornea circumferentially by 10/0 monofilament sutur. At the end of the operation, therapeutic contact lens was placed. The cases included in the study were evaluated with respect to duration of surface epithelial healing, visual acuity, presence of recurrence and infection.

RESULTS: In our study average age was 60.75 ± 7.1 years (range 48-72). The best corrected visual acuity was increased one line in Snellen chart at fifteen patients (% 75) but in five patients (% 5) there was no difference. The average of healing time was between 4 and 6 weeks. No infection and recurrence was observed.

CONCLUSION: Ocular surface reconstruction with human amnion membrane is thought to be an alternative treatment modality in corneal ulcers refractory to medical treatment.
Abstract | Full Text PDF

5.The results of Keraring implantation in keratoconus
Ali Sipahier, Faruk Eroğlu, Barış Yeniad, Ahmet Gücükoğlu
Pages 360 - 364
AMAÇ: Keratokonus tanısı ile intrakorneal halka implantasyonu uyguladığımız olguların görsel sonuçlarını değerlendirmek.
YÖNTEM: Ocak 2006- Mayıs 2008 tarihleri arasında keratokonus tanısıyla intrakorneal halka (Keraring, Mediphacos, Brezilya) implantasyonu uyguladığımız 49 hastanın 57 gözü çalışma kapsamına alındı. Korneaları saydam, kontakt lens intoleransı olan ve yaşları 16 ile 33 ( ortalama 24± 5.2 yaş) arasında değişen olguların ameliyat öncesi ve sonrası refraksiyon değerleri ve Pentacam (Oculus, Almanya) ile kornea topografileri karşılaştırıldı. Halka implantasyonu için Intralase 30 Hz Femtosaniye lazer (AMO, California,USA) sistemi kullanıldı. Kesi yeri için topografik dik aks seçildi ve kornea kalınlığının %80 derinliğinde tünel açıldı. Sferik eşdeğer ve konun yerleşimi göz önüne alınarak 21 gözde tek, 36 gözde çift ring implantasyonu uygulandı.
BULGULAR: Hastaların ortalama takip süresi 10 ±3.4 ay idi. Takip sonunda ortalama düzeltilmemiş görme keskinliği Snellen eşeline göre 0.12±0.1’den 0.35±0.2’ye, ortalama en iyi düzeltilmiş görme keskinliği 0.36±0.17’den 0.59±0.2’ye yükseldi. Ortalama keratometri değeri 48.01± 3.08 D ‘den 46.2 ±2,3 D’e, ortalama sferik eşdeğer 6,2 ±3.09 D’den, 3.05 ± 1.78 D’ e düştü. Ameliyat sırasında 1 olguda desantralize tünel gelişimi nedeni ile implantasyon ertelendi. Beş olguda tünel içi yapışıklık nedeni ile mekanik keratom kullanıldı. Ameliyat sonrası 9 olguda kesi yerine migrasyon nedeniyle repozisyon yapıldı, migrasyonun tekrarladığı 3 olguda ise kesi yeri sütüre edildi. Bir olguda ise post-op 1.ayda kesi yerinde enfeksiyon izlendi ancak medikal tedavi ile iyileşme sağlandı.
TARTIŞMA: Keratokonus tedavisinde femtosecond laser yardımıyla uygulanan intrakorneal halka implantasyonu, hastaların görme seviyelerini ve hayat kalitelerini belirgin seviyede arttıran güvenli ve efektif bir yöntemdir.
PURPOSE: To evaluate the visual outcomes of intracorneal ring implantation in keratoconic eyes.
METHODS: Fifty seven eyes of 49 patients in which we applied intracorneal ring (Keraring, Mediphacos, Brasil) implantation with the diagnosis of keratoconus between January 2006–May 2008 were included in the study. All our patients had contact lens intolarance and clear cornea. Before and after the operation we measured the refractive errors and performed corneal topography by Pentacam (Oculus, Germany). 30 Hz Femtosecond laser system (Intralase, AMO, USA) was used for implantation. The incision was made on the steepest axis and the tunnel depth was set at %80 of the thinnest corneal thickness. We applied one ring in 21 patients and two rings in 36 patients according to localization of the cones and spheric equivalent.
RESULTS: The mean follow up period was 10±3.4 months. At the last examination the mean uncorrected visual acuity (UCVA) improved from 0.12±0.1 to 0.35±0.2 and the mean best corrected visual acuity (BSCVA) improved from 0.36±0.17 to 0.59±0.2. Keratometric values decreased from 48.01± 3.08 D to 46.2 ±2,3 D and spheric equivalent increased from 6,2 ±3.09 to 3.05 ± 1.78 in average. In one case (%1.7) we had to postpone the surgery because of desantralized tunnel formation. In 5(%8.7) cases, we had to use the mechanical keratome because of incomplete tunnel formation. In 9 (%15) cases we observed ring migration to the incision site. We repositioned the segments and performed suturing in 3 cases in which migration reoccured. In 1 (%1.7) case bacterial keratitis observed after one month but improved with medical therapy.
CONCLUSION: Intracorneal ring implantation using femtosecond laser in keratoconic eyes seems to be an effective and safe procedure improving the patients vision and quality of life.
Abstract | Full Text PDF

6.The visual and refractive results of patients treated with PRK and LASEK: A paired eye study.
Volkan Hürmeriç, Üzeyir Erdem, Özan Dağlı, Selim Dağlı
Pages 365 - 371
AMAÇ: Bir gözden LASEK diğer gözden PRK Cerrahisi geçiren hastalarda görsel ve refraktif sonuçlar ile konfokal mikroskopi bulgularının karşılaştırılması.
YÖNTEM: LASEK cerrahisi uygulanan 212 hastanın dosyaları retrospektif olarak incelenmiştir. Alkol yardımı ile epitel flebi hazırlanırken düzgün epitel ayrılması sağlanamayan hastalarda, artık epitel kısımlarının bistüri yardımı ile kazınması ile cerrahi yöntem PRK’ya çevrilmiştir. Çalışmaya bir gözüne LASEK diğer gözüne PRK uygulanan hastalar alınmıştır. Excimer lazer uygulaması Nidek EC CX2 lazer sistemi kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Kornea morfolojisindeki farklılıklar hastaların son muayenesinde in vivo konfokal mikroskopi (Nidek Confoscan 3) kullanılarak incelenmiştir.
SONUÇLAR: 17 hastanın 34 gözü çalışma kapsamına alınmıştır. Hastalar ortalama 15.9±11 ay takip edilmiştir. Ortalama preoperatif sferik eşdeğer (SE) LASEK uygulanan gözlerde -5.16 ± 2.5 dioptri, PRK uygulanan gözlerde -5.58 ± 4.3 dioptriydi (p=0,31). Postperatif 3. ayda ortalama SE LASEK uygulanan gözlerde -0.66 ± 0.75 PRK uygulanan gözlerde -0.44 ± 0.94 dioptriydi (p=0,41). Düzeltilmemiş görme keskinliği LASEK uygulanan gözlerde 0.82 ± 0.2, PRK uygulanan gözlerde 0.7 ± 0.27 seviyesindeydi. (p=0,09). Postoperatif 15. ayda yapılan son muayenede SE, LASEK uygulanan hastalarda -0.75 ± 0.78 dioptri, PRK uygulanan gözlerde -0.56 ± 0.71 dioptri (p=0.43), düzeltilmemiş görme keskinliği ise LASEK uygulanan gözlerde 0.94 ± 0.29, PRK uygulanan gözlerde 0,93 ± 0,39 seviyesindeydi (p=0.86). Konfokal mikroskopi uygulanan hastaların kornea yapısında istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edilmemiştir.
TARTIŞMA: LASEK cerrahisi sırasında alkol yardımı ile epitel flebinin hazırlanması sırasında başarısız olunması uzun dönem görsel ve refraktif sonuçlar ile, kornea morfolojisini etkilememektedir.
PURPOSE: To compare the visual and refractive results and in vivo confocal microscopy findings of patients treated with PRK and LASEK in their fellow eyes.
METHODS: The charts of first consecutive 212 patients that underwent LASEK were reviewed retrospectively. In patients where alcohol assisted epithelial removal failed to create a regular epithelial flap, the procedure was converted to PRK by scraping the residual epithelium using a beaver blade. The patients operated with PRK in their one eye and Lasek in their fellow eye are included in the study. All procedures were carried out using Nidek EC CXII excimer laser system. The corneal morphological differences were evaluated with in vivo confocal microscopy (Nidek Confoscan 3) at the last visit of the patients.
RESULTS: 34 eyes of 17 patients were included in our study. Mean follow-up time was 15.9±11 months. The mean preoperative spheric equivalent (SE) were -5.16 ± 2.5 diopters (D) for LASEK and -5.58 ± 4.3 D for PRK (p=0,31). The mean postoperative SE at third month was -0.66 ± 0.75 for LASEK and -0.44 ± 0.94 for PRK (p=0,41). The mean postoperative UCVA at third month was 0.82 ± 0.2 for LASEK and 0.7 ± 0.27 for PRK (p=0,09). The mean postoperative SE at the last visit was -0.75 ± 0.78 for LASEK and -0.56 ± 0.71 for PRK (p=0.43). The mean postoperative UCVA at the last visit was 0.94 ± 0.29 for LASEK and 0,93 ± 0,39 for PRK (p=0.86). There was statistically no difference in patients which were evaluated with in vivo confocal microscopy.
CONCLUSION: Failure in the preparation of alcohol assisted epithelial flep in LASEK surgery does not effect long-term visual and refractive results and corneal morphology.
Abstract | Full Text PDF

7.Clinical and surgical features of eyes with traumatic crystalline lens subluxation/luxation and the treatment results.
Hürkan Kerimoğlu, Ümit Kamış, Banu Turgut Öztürk, Mehmet Okka, Kemal Gündüz, Hamiyet Pekel
Pages 372 - 379
AMAÇ: Travmatik lens sublüksasyonu/lüksasyonu olan hastaların klinik, cerrahi özelliklerinin belirlenmesi ve cerrahi tedavi sonrası 6 aylık sonuçlarının değerlendirilmesi.
YÖNTEM: Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Kliniğine Haziran 2005 – Haziran 2008 tarihleri arasında travmatik lens sublüksasyonu/lüksasyonu ile müracaat etmiş, cerrahi tedavisi ve en az 6 aylık takibi yapılmış 16 hastanın tıbbi dosya kayıtları geriye dönük olarak incelendi.
SONUÇLAR: Hastaların hepsine pars plana vitrektomi ve beraberinde 3’üne pars plana lensektomi, 11’ine fakofragmantasyon uygulandı. Nükleusu çok sert olan iki hastada ise lens ağır sıvı perfluorokarbon ile yüzdürülerek limbal insizyondan çıkartıldı. İki hastada operasyon sırasında retinal yırtık tespit edildi. Hastaların hiçbirinde operasyon öncesi veya sonrasındaki takiplerde retina dekolmanı izlenmedi. Görsel rehabilitasyon için hastaların 11 tanesine operasyon sırasında, 4 tanesine operasyon sonrası 1-2. aylarda skleral fiksasyonlu göz içi lens implantasyonu uygulandı. Bir hastaya kontrol altına alınamayan göz içi basıncı yüksekliği nedeni ile operasyon sonrası 3. haftada trabekülektomi yapıldı. İki hasta operasyon sonrası 6. ay kontrolünde topikal antiglokomatöz tedavi almaktaydı. 6. ay kontrollerinde hastaları 10’unda (%62.5) düzeltilmiş görme keskinliği 0.5 ve üzerine çıkarken, kistoid maküler ödemli 2 hasta (%12.5), yaşa bağlı maküla dejenerasyonlu 2 hasta (%12.5), makülada retina pigment atrofisi olan bir hastada (%6.25) ve glokomatöz optik hasarlı bir hastada (%6.25) görme keskinliği 0.5'in altında kaldı.
TARTIŞMA: Travmatik sublükse/lükse lensli hastalarda pars plana yolu ile yaklaşım güvenli ve etkin bir yoldur. Bu gözlerde görme artışı operasyon öncesinde var olan ek oküler patolojiler ile yakın ilişkilidir. Ek oküler patolojisi olmayan hastalarda iyi görsel sonuçlara ulaşabilmek mümkündür.
PURPOSE: To determine the clinical and surgical features of eyes with traumatic crystalline lens subluxation/luxation and to evaluate the treatment results at 6 month follow up.
METHODS: Medical records of 16 patients underwent surgical traetment for traumatic cristalline lens subluxation/luxation and completed 6 month follow up at Selçuk Univetsity Meram Faculty of Medicine during the 3 year interval between June 2005 and June 2008, were reviewed.
RESULTS: All of sixteen eyes underwent pars plana vitrectomy. 3 of them also had pars plana lensectomy and 11 had phacofragmantation in the vitreous cavity. Crystalline lens nucleus was extracted from the limbal insicion by the help of perflorocarbon fluids in two eyes. Retinal tear was detected intraopeatively in two cases. None of the patients had preoperative or postoerative retinal detachment. 11 patients had scleral fixated intraocular lens (SFIOL) implantation at the same surgical session and 4 had SFIOL implantation at 1-2 months postoperatively for restoration of vision. One patient had trabeculectomy at 3 weeks postoperatively because of uncontrolled intraocular pressure (IOP) with medical treatment. Two patients were still using topical antiglaucomatous drops to control IOP at the end of 6 month. Postoperative Snellen best-corrected visual acuity of 0.5 or better was achieved in 10 patients (62.5%). Among 6 patients with final visual acuity at 6 month <0.5, causes of visual impairment was cystoid macular edema in 2 (12.5%), preexisting age related macular degeneration in 2 (12.5%), retina pigment epithelial atropy in 1 (6.25%) and glaucomatous optic atrophy in 1 (6.25%) eye.
CONCLUSIONS: Pars plana approach appears to be safe and effective in patients with traumatic subluxated/luxated crystalline lens. Postoperative visual acuity is closely related to preexisting ocular disease. Satisfactory visual results may be achieved in patients without concomitant ocular diseases.
Abstract | Full Text PDF

8.The Results Of Phacoemulsification In Cataract Patients With Behçet’s Disease
Ahmet Özer, Leyla Niyaz, Nazmiye Erol, Hikmet Başmak
Pages 380 - 385
Amaç: Behçet hastalığı olan katarakt olgularında fakoemülsifikasyon ve intraoküler lenslerin (İOL) güvenilirliğini ve etkinliği araştırmak.
Yöntem: 2002-2007 yılları arasında fakoemülsifikasyon ve hidrofobik katlanabilir İOL implantasyonu yapılan 21 Behçet olgusunun 28 gözü incelendi. Bütün olguların sistemik immünsupresif tedavi ile ameliyattan önce en az 3 ay süre ile remisyonda olmasına dikkat edildi. Ameliyat öncesi hiçbir özel müdahale uygulanmadı. Bütün ameliyatlarda şeffaf korneal kesi, kapsül içi monoblok katlanabilir hidrofobik akrilik İOL yerleştirilmesi şeklinde standart teknik kullanıldı. Ameliyat sonrası bulgular, ilk bir hafta her gün, ilk bir ay her hafta ve sonra ayda bir olmak üzere değerlendirildi. Ameliyat sonrası en iyi görme keskinlikleri, komplikasyonlar, inflamasyon derecesi kaydedildi.
Bulgular: Olguların ortalama yaşı 39.6±12.8 yıldı (16-58). Ortalama ameliyat sonrası takip 36.7±13.9 aydı (12-79). Ameliyat sonrası görme bütün gözlerde arttı ve 18 gözde 0.3 logMAR ve üzerindeydi. Ameliyat sonrası 13 gözde hafif ve iki gözde ağır fibrinoid üveit görüldü. 15 gözde arka kapsül opasitesi gelişti ve hepsinde Nd-YAG kapsulotomi uygulandı. 4 gözde kistoid makula ödemi, 3 gözde arka sineşi, 2 gözde kapsüler fimozis ve 1 gözde persistan kornea ödemi görüldü.
Sonuç: Ameliyat öncesinde remisyonda olan Behçet hastalarında dikkatli cerrahi ve ameliyat sonrası yakın takip yapıldığında fakoemülsifikasyon ve kapsul içi lens implantasyonu cerrahisi güvenli ve etkili bir katarakt tedavisi yöntemidir.
Background: To evaluate the safety and efficacy of phacoemulsification with intraocular lens implantation (IOL) in patients with Behçet’s disease.
Methods: Twenty-eight eyes of 21 patients with Behçet’s disease that had phacoemulsification with hydrophobic foldable IOL implantation between 2002 and 2007 were retrospectively analyzed. All eyes were in remission with systemic immunsupresive treatment for at least 3 months before surgery. Any particular pre-operative training procedure was not used. All surgeries were completed using a standardized phacoemulsification with clear corneal incision, and in-the-bag monoblock foldable hydrophobic acrylic IOL implantation. Postoperative findings were evaluated daily in first week, weekly in first month and then monthly after surgery. Postoperative best-corrected visual acuity, complications, degree of postoperative inflammation were determined.
Results: The mean age of the patients was 39.6±12.8 years (range 16 to 58 years). The mean postoperative follow-up was 36.7±13.9 months (range 12 to 79 months). Postoperative visual acuity increased in all eyes and was 0.3 logMAR or better in 18 eyes. Thirteen eyes had mild and two eyes had severe fibrinous uveitis postoperatively. Posterior capsule opacification occurred in 15 of eyes and Nd-YAG capsulotomy was required in all. Cystoid macular oedema was seen in 4 eyes, posterior synechiae formation was seen in 3 eyes, capsular phimosis was seen in 2 eyes, persistant corneal oedema was seen in one eye.
Conclusions: With diligent surgery and close postoperative follow up, phacoemulsification with in the bag intraocular lens implantation is safe and efficient method for cataract management in patients with Behçet’s disease who are in remission preoperatively.
Abstract | Full Text PDF

9.Incidence and risk factors of secondary glaucoma in patients with thyroid-associated orbitopathy
Tülay Şimşek, Gölge Acaroğlu, Mehmet Çıtırık, Ufuk Elgin, Ali Bülent Çankaya, Naciye Kabataş
Pages 386 - 391
Amaç: Tiroid orbitopatisi olan (TO) olgularda ikincil glokomun görülme sıklığı ve ikincil glokom gelişiminde etkili risk faktörlerini belirlemek.
Yöntem: Tiroid orbitopatisi olan 89 olgunun 178 gözü çalışma kapsamına alındı. Tüm olgulara aplanasyon tonometrisi, biyomikroskopi, gonyoskopi, renkli görme, Hertel egzoftalmometri, uyarılmış görme potansiyelleri ve görme alanını da içine alan tam göz muayenesi yapıldı. Tüm olgulardan hastalıkları ile ilgili detaylı öykü alındı.
Bulgular: Olguların 71’i (% 80) kadın, 18’i (% 20) erkek olup ortanca yaş 41,0 idi (en küçük 18- en büyük 81). Tiroid orbitopatisi olan olguların 10’unda (% 11,2) glokom tespit edildi. Yetmişbir kadın olgunun 5’inde (% 7,0), 18 erkek olgunun 5’inde (% 27,7) glokom vardı. Kadın ve erkekler arasında glokom görülme sıklığı açısından istatistiksel olarak anlamlı fark mevcuttu (p=0,026). Glokomu olan olgularla olmayan olgular arasında yaş bakımından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p=0,034). Klinik aktivite skoru glokomu olan olgularda olmayanlara göre daha yüksekti (ortalama skor sırası ile 3,4 1,8). İzlem süresi boyunca olguların göz içi basıncı (GİB) bir olgu dışında topikal antiglokomatöz ilaçlar ile kontrol altında idi.
Sonuç: Tiroid orbitopatili olgularda glokom görülme sıklığı % 11,2 olup erkek cinsiyet, ileri yaş, klinik aktivite skorunun yüksek olması glokom gelişimi için başlıca risk faktörleridir. İleri yaşta klinik aktivite skoru yüksek olan TO’li erkek hastaların glokom yönünden yakından izlenmesi gerekmektedir.
Purpose: To determine the incidence and risk factors of secondary glaucoma in patients with thyroid-associated orbitopathy (TAO).
Method: 178 eyes of 89 patients with TAO were included in the study. All patients underwent a complete ophthalmic examination including applanation tonometry, biomicroscopy, gonioscopy, color vision, Hertel exophthalmometry, visual evoked potentials and visual field. A detailed medical history was taken from all patients.
Results: The study population consisted of 71 (80 %) females, and 18 (20 %) males. The median age of the patients was 41,0 years (range 19-81). Glaucoma was detected in 10 patients (11,2 %). Five of the 71 female patients (7 %) and 5 of 18 male patients had glaucoma (27,7 %). This difference reached to statistical significance (p= 0,026). There was a statistically significant difference in the age of the patients with and without glaucoma (p= 0,034). Clinical activity score was slightly higher in patients with glaucoma than other study population (mean score 3,4 versus 1,8 respectively). Intraocular pressures of all but one patient with glaucoma were controlled with anti-glaucomatous drugs during the follow-up period.
Conclusion: The incidence of secondary glaucoma in patients with TAO is determined as 11,2 %. High clinical activity score, advanced age and male sex are risk factors for the development of glaucoma. We recommend that patients with TAO; especially in advanced age, male sex and high clinical activity score should be screened for the presence of glaucoma.
Abstract | Full Text PDF

10.Etiologic and clinical features of uveitis in children
Sevda Metindoğan, Yonca Aydın Akova, Sirel Gür Güngör, Esra Baskın
Pages 392 - 397
Amaç: Pediatrik üveitli olguların etyolojilerini ve klinik özelliklerini incelemek.
Hastalar ve Yöntem: Başkent Üniversitesi Hastanesi Göz Hastalıkları ve Pediatrik Romatoloji Anabilim Dalı tarafından 1999- 2008 tarihleri arasında pediatrik üveit tanısı ile izlenen 23 hasta retrospektif olarak incelendi.
Sonuçlar: Toplam 23 hastanın (14 erkek, 9 kız) ortalama başvuru yaşları 11.52±4.55 (2-16 yıl), takip süresi 21±23.99 (1-70 ay) idi. On dört (% 60.86) olguda bilateral üveit, 9 (% 39.13) olguda unilateral üveit tespit edildi. Lokalizasyonuna göre 10 (% 43.47) olguda intermediyer üveit tespit edilirken, 5 (% 21.73) olguda panüveit, 5 (% 21.73) olguda ön üveit, 3 (% 13.04) olguda posterior üveit tespit edildi. Hastaların 7’sinde (% 30.43) juvenil romatoid artrit hastalığı, 5’inde (% 21.73) Behçet hastalığı, 4’ünde (% 17.39) pars planit, 2’sinde (% 8.69) toksoplazma üveiti, 2’sinde (% 8.69) HLA-B27 ile ilişkili üveit, 1’inde (% 4.34) herpetik üveit, 1’inde (%4.34) Fuchs heterokromik üveiti, 1’inde (% 4.34) lyme ile ilişkili üveit tespit edildi. Ön segment komplikasyonu olarak 8 (% 34.78) olguda glokom, 6 (% 26.08) olguda katarakt, 6 (% 26.08) olguda posterior sineşi, 2 (% 8.69) olguda bant keratopati, arka segmentte ise 8 (% 34.78) olguda kistoid maküler ödem, 1 (% 4.34) olguda epiretinal membran, 1 (% 4.34) olguda retina dekolmanı, 1 (% 4.34) olguda retinoskizis izlendi. Katarakt gelişen 6 olgudan 4’üne (% 17.39) görme keskinliğinin azalması nedeniyle katarakt cerrahisi ve göz içi lens yerletirilmesi yapıldı. On yedi hastada (% 73.91) üveitin kontrol altına alınabilmesi için immunsupresif ve/veya sistemik steroid tedavisi uygulandı.
Tartışma: Pediatrik üveitli olgularda tanı konulması ve gerekli tedavinin uygulanması yetişkinlere göre daha zor olabilir. Bu çocuklarda altta yatan sistemik hastalığın tespit edilmesi ve sistemik tedavi uygulanması hem görsel, hem de sistemik komplikasyonların önlenmesinde yararlı olabilir.
Anahtar Kelimeler: Pediatrik üveit, etyoloji, komplikasyon, tedavi
Purpose: To evaluate the etiologic and clinical features and ocular manifestations of the pediatric uveitis.
Methods: This study included 23 children with uveitis treated between 1999 and 2008 in Ophthalmology Department and Pediatric Rheumotology Department of Başkent University Hospital.
Results: Twenty three patients (14 male, 9 female) were included in the study. The mean follow-up period was 21 months (range, 1-70 months) and mean age at presentation was 11.52 years (range, 2-16 years). Fourteen patients (60.86 %) presented with bilateral ocular disease, 9 patients (39.13 %) presented with unilateral ocular disease. Of the 23 patients 10 (43.47 %) had intermediate uveitis, 5 (21.73 %) had panuveitis, 5 (21.73 %) had anterior uveitis and 3 (13.04 %) had posterior uveitis. Etiology of uveitis was JRA in 7 patients, Behcet’s disease in 5 patients, pars planitis in 4 patients, toxoplasmosis in 2 patients, HLA B27 associated uveitis in 1 patient, herpetic uveitis in 1 patient, Fuchs’ heterochromic uveitis in 1 patient, lyme disease associated uveitis in 1 patient. Anterior segment complications included glaucoma in 8 patients, cataract formation in 6 patients, posterior synechiae in 6 patients, band keratopaty in 2 patients. Posterior segment complications included cystoid macular edema in 8 patients, epiretinal membran formation in 1 patient, retinal detachment in 1 patient, retinoschisis in 1 patient. Of the 6 patients who developed cataract during follow up; 4 underwent cataract surgery and intr ocular lens implantation. Immunsupressive treatment and/or systemic steroids were given to 17 patients.
Discussion: Diagnosis and appropriate treatment may be more complicated in pediatric uveitis than adulthood uveitis. The diagnosis and treatment of the underlying systemic disease may be useful at the management of the visual and systemic complications
Key Words: Pediatric üveitis, etiology, complication, treatment
Abstract | Full Text PDF

11.Risk factors of peroperative suprachoroidal haemorrhage
Özcan Rasim Kayıkçıoğlu, Sinan Emre, Bilge Demiray, Esin Başer, Emin Kurt, Suleyman Sami İlker
Pages 398 - 402
Amaç: Bu çalışmanın amacı kliniğimizde farklı göz içi cerrahiler esnasında suprakoroidal kanama geçiren hastalarımızın cerrahi süreçlerindeki risk faktörlerinin incelenmesidir.
Yöntem: Göz içi cerrahiler sırasında suprakoroidal kanama izlenen beş hastanın kayıtlarından cerrahi öncesi kayıtları, cerrahi sırasında gelişen komplikasyonlar, yapılan cerrahi ve hastaların genel risk faktörleri geçmişe yönelik olarak değerlendirildi.
Bulgular: Suprakoroidal kanama üç hastada fakoemülsifikasyon tekniği ile katarakt cerrahisi esnasında, bir hastada mininük+göz içi lens implantasyonu ve glokom kombine cerrahisi uygulamasında ve birinde pars plana vitrektomi sırasında meydana geldi. Fakoemülsifikasyon esnasında suprakoroidal kanama gelişen hastalardan birinde arka kapsül rüptürü, bir olguda aşırı olgunlaşmış katarakt ve diğer olguda ise geçirilmiş klasik retina dekolmanı cerrahisi risk faktörü olarak bulunmaktaydı. İntravitreal kanama nedeni ile pars plana vitrektomi operasyonu uyguladığımız yaşa bağlı makula dejeneresanslı hastada suprakoroidal kanama gelişti. Sadece mininük+göz içi lens implantasyonu tekniği ile kombine cerrahi uygulanan hastada kesi trabekülektomi aşamasında genişletildiğinde ekspulsif kanama gelişti. Sistemik risk faktörleri olarak tüm hastalarda ileri yaş izlenirken, sistemik hipertansiyon, ameliyat esnasında ağrı duyulması, panik atağa bağlı endişe ve prostat hipertrofisi diğer tespit edilen risk faktörleriydi.
Sonuç: Hasta serimizde kliniğimiz tecrübeleri içerisinde hastalarımızda tespit ettiğimiz risk faktörlerinin literatür ile benzerlikler gösterdiğini izlemekteyiz. Öte yandan, gelişen oftalmik cerrahilerde kesi boyutları küçülmüş olsa da özellikle daha önceden göz cerrahisi geçirmiş veya eşlik eden oftalmolojik veya sistemik risk faktörü olan olgularda, suprakoroidal kanamanın potansiyel komplikasyonlardan biri olduğu unutulmamalıdır.
Purpose: The aim of this study is to evaluate peroperative risk factors of patients who had suprachoroidal haemorrhage during different types of intraocular surgeries.
Material and Method: We retrospectively evaluated general risk factors of five patients who had suprachoroidal haemorrhage. For that purpose, we reviewed the preoperative systemic and ophthalmologic recordings, performed procedures, and complications during and after the surgery from patients’ files.
Results: Suprachoroidal haemorrhage developed during cataract surgery with phacoemulsification in three cases, in a combined glaucoma and cataract surgery in one, and pars plana vitrectomy in one case. As surgical risk factor, one case had posterior capsular rupture, one hypermature cataract and one previous retinal detachment surgery. In the case with age-related macular degeneration and intravitreal heamorrhage, suprachoroidal haemorrhage arose during pars plana vitrectomy. Only the patient who underwent combined mini-nuc and trabeculectomy procedure had expulsive haemorrhage. As systemic risk factors all the patients were elderly, systemic hypertension, pain during the surgery, anxiety related to panic atac and prostate hypertrophy were other detected risk factors.
Discussion: According to our clinical experiences, detected risk factors in our patients were in concordance with literature data. In addition to this, despite the smaller incision size trend in ophthalmic surgery, suprachoroidal haemorrhage is still an important potential complication, particularly in patients who had previous ocular surgeries or who had associated ophthalmologic or systemic risk factors.
Abstract | Full Text PDF

12.Safety evaluation of desfluran anesthesia on childhood strabismus surgery
Ayça Sarı, Nurcan Doruk, Ufuk Adıgüzel, Özer Dursun
Pages 403 - 407
AMAÇ: Desfloran anestezisi altında şaşılık cerrahisi yapılan çocuk hastalarda okülokardiyak refleks gelişme oranları, traksiyona maruz kalan kasa göre dağılımları ile postoperatif bulantı-kusma sıklıklarının değerlendirilmesi.
YÖNTEM: Şaşılık cerrahisi planlanan 2-6 yaşındaki 18 hasta (grup 1) ile 7-15 yaşındaki 17 hasta çalışmaya dahil edildi. Desfloran anestezisi ile ameliyatları yapılan hastalarda entübasyon öncesi, entübasyon sonrası, müdahale edilecek kas bölgesine ulaşıldığında ve traksiyon sırasında kalp hızları, sistolik kan basıncı ve periferik oksijen satürasyonları değerlendirildi. Traksiyon sırasındaki kalp hızında bazal değerlere göre % 20 ve daha fazla azalma, aritmi-arrest gelişimi okülokardiyak refleks (OKR) olarak kabul edildi. Ayrıca ilk 24 saatteki postoperatif bulantı kusma (POBK) ve antiemetik gereksinimleri, ertesi günkü kontrollerinde ebeveynler sorgulanarak takip edildi.
BULGULAR: OKR gelişme oranı grup 1’de %48, grup 2’de ise % 36.3 idi ve bu fark anlamlı değildi. Kız- erkek ve sağ- sol gözler arasında OKR gelişme sıklığı açısından fark izlenmedi. Müdahale edilen toplam 96 kasın 41’inde OKR gelişmişti ve bunun en fazla iç rektus kasında ve sırasıyla alt rektus, alt oblik ve dış rektus kaslarında olduğu belirlendi. POBK sıklığı ise % 11.4 idi.
TARTIŞMA: Günümüzde şaşılık cerrahilerinde etkili indüksiyon, hızlı derlenme ve minimal postoperatif komplikasyonlara neden olmasından dolayı inhalasyon anesteziklerden biri olan desfloran sıklıkla kullanılmaktadır. Desfloran anestezisi ile OKR ve POBK sıklığının düşük olması, özellikle çocukluk çağında günübirlik anestezide güvenilir bir şekilde kullanılmasını sağlamaktadır.
PURPOSE: To evaluate the incidence of oculocardiac reflex in different extraocular muscle groups, postoperative nausea and vomiting during desflurane anesthesia for pediatric strabismus surgery.
METHODS: We enrolled 18 patients between 2-6 years old (group 1) and 17 patients between 7-15 years old (group 2, undergoing strabismus surgery with desflurane anesthesia. We evaluated heart rates, systolic blood pressures and peripheral oxygen saturation rates before and after entubation, when we reached the extraocular muscle (EOM) region and during EOM traction. Decrease ≥ 20% from the baseline heart rate, arythmia- arrest occurrence was accepted as oculocardiac reflex (OCR). Also the incidence of postoperative nausea and vomiting (PONV) and antiemetic drug needs was evaluated 24 hours following the surgery by questioning the parents on the next day exam.
RESULTS: The incidence of OCR was 48% in group 1 and 36.3% in group 2 and the difference was insignificant. There was also no difference in OCR incidence between girls- boys and right- left eyes. OCR occurred in 41 of 96 muscles operated and was most common in medial rectus, followed by inferior rectus, inferior oblique and lateral rectus muscles. The incidence of PONV was 11.4%.
CONCLUSION: Desflurane, one of inhalation anesthetics is frequently used today in strabismus surgeries because of its effective induction- fast recovery effects and minimal postoperative complications. The low rates of OCR and PONV makes desflurane a safe and effective agent in pediatric strabismus surgery.
Abstract | Full Text PDF

13.Rhino-orbito-cerebral mucormycosis
Özlem Yalçın Tök, Fatma Akbaş Kocaoğlu, Uğur Acar, M. Necati Demir, Firdevs Örnek
Pages 408 - 411
Amaç: Kontrolsüz diyabetes mellituslu (DM) rino-orbito-serebral mukormikozis olgusu literatür ışığında sunuldu.
Yöntem: Pansinüzit ve komplikasyonu parsiyel kavernöz sinüs trombozu bulguları ile başvuran hastaya üçlü antibiyotik tedavisi antikoagülan tedavi ve fonksiyonel endoskopik sinüs cerrahisi uygulandı. Bir ay sonra sol periferik fasiyal paralizi, afazi, hemipleji, ptozis, total oftalmopleji, görme kaybı gelişen hastada manyetik rezonans görüntüleme ve histopatolojik inceleme ile mukormikozis tanısı kondu.
Sonuç: Hastaya parenteral amfoterisin B tedavisi başlandı. Diyabeti kontrol altına alındı. Tedavi sonunda hastanın genel durumu düzeldi.
Tartışma: Rino-orbito-serebral mukormikozis yaygın olmayan, akut ve agresif seyreden özellikle diyabete, malignensilere ve immünosupressif ajan kullanımına bağlı bağışıklığın zayıfladığı durumlarda görülür. Mantarın anjioinvaziv etkisi nedeniyle mortalite ve morbidite yüksektir. Bizim hastamız ise internal karotis arter trombozuna rağmen hayatta kalabilen literatürdeki ender olgulardan biridir. Enfekte dokuların geniş cerrahi debridmanı, altta yatan hastalığın tedavisi ve amfoterisin uygulaması tedavide en önemli üç basamaktır.
Purpose: A case of rhino-orbito-cerebral mucormycosis with uncontrolled diabetes mellitus (DM) was presented in the light of literature.
Material and Methods: Triple systemic antibiotics, anticoagulant therapy and functional endoscopic sinus surgery were performed to the patient applied with the complaints of pansinusitis and its complication, partial cavernous sinus thrombosis. One month later upon the development of left peripheral facial paralysis, aphasia, right hemiparesis, ptosis, total ophthalmoplegia and loss of vision; mucormycosis was diagnosed through magnetic resonance imaging and histopathological examination.
Results: Parenteral Amphotericin B therapy was started to the patient. Thereby diabetes mellitus was regulated. After the treatment, patient’s general condition improved.
Conclusion: Rhino-orbital-cerebral mucormycosis is an uncommon, acute and aggressive fungal infection occurring in several immunocompromised states including diabetes, malignancy or taking immunosuppressive agents. Morbidity and mortality are very high due to the angioinvasive property of the fungus. Our patient, who could survive despite of the internal carotid artery thrombosis, is one of the rarest cases in the literature. Comprehensive surgical debridement of all infected tissues, cure of the underlying disease and administration of amphotericin B are the three main components of the treatment.
Abstract | Full Text PDF