Volume: 38  Issue: 3 - 2008
Hide Abstracts | << Back
1.The timing of probing for congenital nasolacrimal duct obstruction
Elif Erdem, Özlem Tök, Fatma Akbaş Kocaoğlu, Ayşe Burcu Nurözler, Firdevs Örnek
Pages 180 - 184
AMAÇ:
Doğumsal nazolakrimal kanal tıkanıklığında (DNLKT) sondalamanın yaş gruplarına göre başarısını araştırmak.
GEREÇ-YÖNTEM:
2004-2006 tarihleri arasında DNLKT nedeni ile sondalama yapılan 44 hastanın 66 gözü çalışmaya alındı. İşlem sonrası ilk 3 aydaki muayene bulguları kayıtlardan retrospektif olarak incelendi. Hastalar tekrar muayeneye çağırıldı. Ailelere sulanma ile ilgili sorular yöneltildi, beraberinde floresein kaybolma testi yapıldı. Sonuçlar yaş gruplarına göre değerlendirildi.
SONUÇLAR:
24 kız (% 54,5), 20 erkek (%45,5) hastanın 9’unda sağ göz (%20,45), 13’ünde sol göz (%29,55), 22’sinde (%50) her iki gözde epifora mevcuttu. Ortalama sondalama yaşı 27,3 ay (6-60 ay) ve ortalama takip süresi 11,8 ay (3-24 ay) idi.
Atmışaltı gözün 58’inde (%87,9) başarılı, 8’inde (%12,1) başarısız sonuç alındı. Yaş gruplarına göre; 0-12 ay grubunda 8 gözün 8’inde (%100), 13-24 ay grubunda 26 gözün 21’inde (%80,7), 25-48 ay grubunda 18 gözün 16’sında (%88,8), 49-60 ay grubunda 14 gözün 13’ünde (%92,8) başarılı sonuç alındı. Başarısız grupta 7 hastanın 5’inde epifora sondalamadan 1-3 ay sonra tekrar başladı.
TARTIŞMA:
Sondalama işlemi DNLKT’da tüm yaş gruplarında etkin ve öncelikli cerrahi yöntemdir. 0-12 ayda tekrarlayan dakriosistit atakları dışında öncelikli tedavi seçeneği hidrostatik masaj ve medikal tedavidir. İleri yaş grubunda da sondalama ile başarılı sonuçlar alınabilmektedir. Sondalama başarısı en az 3 aylık takipten sonra değerlendirilmelidir.
PURPOSE: To investigate the outcome of probing according to age groups for nasolacrimal duct obstruction.

METHODS: Fourty-four patient’s 66 eyes were included in the study, who were performed probing for congenital nasolacrimal duct obstruction between 2004-2006.
Findings of 3 months postoperative period after probing were retrospectively reviewed. Patiens were called again for examination. A questionnaire was performed to all parents inquiring about the timing of symptom resolution after probing and whether symptoms had resolved completely or recurred. The same time flourescein disappear test were done. Results were evaluated according to age groups.

RESULTS: 44 consecutive patients, 24 females and 20 males, at right eyes of 9 patients (%20.45), at left eyes of 13 patients (%29.55) and bilateral of 22 patients (%50) were entered into this study. Mean probing age was 27.3 month old (6-60 month) and mean follow up was 11.8 month (3-24 month). Fifthy-eigth in 66 eyes (%87.9) results were succesful. Probing achieved successful results in 8 out of 8 eyes (%100) aged 1 month to 12 months; 21 out of 26 eyes (%80.7) aged 13 months to 24 months; 16 out of 18 eyes (%88,8) aged 25 to 48 months; 13 out of 14 eyes (%92.8) aged 49 to 60 months. Considering failure group, 5 out of 7 patients repeated epiphora 1-3 month after probing.

DISCUSSION: In all age groups, probing is effective and preferential surgical method for congenital nasolacrimal duct obstruciton. Between 0-1 age group, hydrostatic massage and medical treatment are first therapeutic option. However at the older age group, probing is performed with good results. Probing success should be evaluated at least after 3 month follow up period.
Abstract | Full Text PDF

2.The Measuremant of Intraocular Pressure in Eyes with Keratoconus Using Pascal Dynamic Contour Tonometer
Özcan Ocakoğlu, Güzin İskeleli, Didar Uçar
Pages 185 - 190
Kornea kalınlığı incelmiş ve topografisi düzensizleşmiş keratokonuslu gözlerde, göz içi basıncı (GİB) ölçümünde Pascal dinamik kontür tonometresinin (DKT) diğer tonometrik yöntemlerle karşılaştırılması; merkezi kornea kalınlığının (MKK) GİB ölçümü üzerinde etkisi olup olmadığının araştırılması
To compare Pascal dynamic contour tonometer (DCT) with other tonometric systems for measurement of intraocular pressure (IOP) in eyes with keratoconus which has thinned cornea and topographically indicated keratoconus pattern and to investigate whether central corneal thickness (CCT) affect IOP measurements or not.
Abstract | Full Text PDF

3.Clinical Results of Inferiorly Implanted Glaucoma Drainage Devices
Nilgün Özkan Aksoy, Ilgaz Sağdıç Yalvaç, Banu Şatana, Ümit Ekşioğlu, Remzi Kasım, Bekir Sıtkı Aslan, Sunay Duman
Pages 191 - 197
AMAÇ: Klasik üst temporal lokalizasyon dışında yerleşim uygulanan glokom implantlarının başarı sonuçları ve komplikasyonlarını incelemek.

MATERYAL-METOD: Retrospektif olarak üst ve alt kadrana tüp implantasyonu yapılan toplam 82 olgunun 82 gözü çalışma kapsamına alındı. Klasik üst temporal yerleşimli (Grup 1) 61 (%74.4) gözün 42 sine (%68.9) Ahmed Glokom valvi, 19 göze (%31.1) ise Molteno implantı uygulandı. Klasik üst temporal yerleşim dışında tüp implantasyonu (Grup 2) 21 göze (%25.6) uygulanırken, bunlardan 15 göze (%71.4) Ahmed Glokom valvi ve 6 göze (%28.6) ise Molteno tüp implantasyonu idi. Gruplar arasında göz içi basıncı (GİB), görme keskinliği, cerrahi başarı, sekonder ameliyatlar ve komplikasyonlar incelendi.

BULGULAR: Ortalama 21 ± 17.5 (6-84) ay takip edilen hastalarda son kontrolde Grup 1 de ortalama GİB değeri 17.8 ± 8,19 (4-38) mm Hg iken, Grup 2 de 19.8 ± 6.63 (7-28) mmHg idi (p: 0.297). Postoperatif görme keskinliği değişiklikleri her iki grupta farklı değildi (p: 0.659). Kaplan-Meier yaşam analizine göre cerrahi başarı Grup 1 de 1. yılda %45.3, 2. yılda %37, 3. yılda %29.6 iken Grup 2 de 1. yılda %64.8, 2. yılda %58.9, 3. yılda %51.5 idi. Gruplar arasında cerrahi başarı yönünden anlamlı fark yoktu (p: 0.800). Sekonder ameliyatlar 1. Grupta 16 (%37.5) olguya, 2. Grupta 8 (%37.5) olguya uygulandı (p: 0.196). Endoftalmi 1. Grupta 1 (%1.63) olguda, 2. Grupta 2 (%9.52) olguda görüldü (p: 0.800).

SONUÇ: Klasik yerleşim dışında uygulanan tüp implantasyonu cerrahisi GİB kontrolü ve komplikasyonlar açısından klasik uygulama kadar başarılı sonuçlar vermektedir.
PURPOSE: To determine the success and complications of glaucoma drainage devices implanted other than classical superotemporal quadrant.

Patients and METHODS: A retrospective study was performed on 82 eyes of 82 patients that underwent tube implantation of superior and inferior quadrants. We performed Ahmed Glaucoma Valve insertion on 42 (68.9%) of 61 (74.4%) eyes and Molteno implantation on 19 (31.1%) eyes in classical superotemporal quadrant (Group 1). Glaucoma drainage devices other than classical superotemporal quadrant implantation was performed on 21 (25.6%) eyes (Group 2). In group 2; 15 (71.4%) of 21 eyes underwent Ahmed Glaucoma Valve insertion and 6 (28.6%) of 21 eyes underwent Molteno tube implantation. We compared intraocular pressure (IOP), visual acuity, surgical success, secondary surgery and complications between groups.

RESULTS: The median follow-up was 21 ± 17.5 (6-84) months. The mean IOP was 17.8±8.19 (4-38) mm Hg in Group 1 and 19.8±6.63 (7-28) mm Hg in Group 2 at the last follow-up (p: 0.297). There was no difference in postoperative visual acuities between the groups (p: 0.659). The Kaplan-Meier survival analysis was 45.3% at first year, 37.3% at second year, 29.6% at third year in Group 1 and 64.8% at first year, 58.9% at second year, 51.5% at third year in Group 2. There was no significant difference in surgical success between the groups (p: 0.800). Secondary operations were performed on 16 (37.5%) patient in Group 1 and 8 (37.5%) patients in Group 2 (p: 0.196). Endophthalmitis was seen on 1 (1.63%) patient in Group 1; and 2 (9.52%) patients in Group 2 (p: 0.800).

CONCLUSION: Glaucoma drainage device implantation other than classical placement appears to be equally successful for control of IOP and shows same incidence for complications when compared with classical superotemporal placement.
Abstract | Full Text PDF

4.The Measurements of Ocular Pulse Amplitude in Patients with Primary Open Angle Glaucoma and Ocular Hypertension Using Pascal Dynamic Contour Tonometer
Özcan Ocakoğlu, Didar Uçar
Pages 198 - 203
Oküler nabız genliği (ONG) sistolik ve diastolik fazlardaki göz içi basıncı (GİB) değerleri arasındaki farktır. ONG, gözdeki kan akımı ve GİB değelerindeki dalgalanmalara bağlıdır. ONG değişimleri optik sinir üzerinde meydana gelebilecek hasar hakkında ön bilgi verebilir. Çalışmamızda Pascal dinamik kontür tonometresi (DKT) kullanılarak primer açık açılı glokomlu (PAAG), oküler hipertansiyonlu (OHT) gözlerde ONG değerleri tespit edildi ve sağlıklı kontrollerle karşılaştırıldı. ONG’nin merkezi kornea kalınlığı (MKK), yaş ve GİB ile ilişkisi incelendi.
Ocular pulse amplitude (OPA) is the difference between the intraocular pressures (IOP) during systolic and diastolic phases. OPA depends on the fluctuations of ocular perfusion and IOP’s values. The changes of OPA may preclude the damage on optic nerve. In current study, OPA was determined using Pascal dynamic contour tonometer (DCT) in primer open angle glaucoma (POAG) and ocular hypertension (OHT) eyes and these values were compared with healthy control group. In other hand, the relationship between OPA and central corneal thickness (CCT), age and IOP parameters was investigated.
Abstract | Full Text PDF

5.The isolates in endophthalmitis cases following cataract surgeries
Tuğrul Altan, Nur Acar, Yaprak Banu Ünver, İlker Eser, Ziya Kapran
Pages 204 - 207
AMAÇ: Kliniğimizde gerçekleştirilen katarakt ameliyatları sonucu gelişen endoftalmilerde etken patojen profilinin incelenmesi.
Gereç ve YÖNTEMLER: Ocak 2000-Aralık 2006 tarihleri arasında Beyoğlu Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde gerçekleştirilen katarakt ameliyatları sonrasında endoftalmi tanısı konan 20 hastanın 20 gözü çalışma kapsamına alındı. Hastaların ortalama yaşları 68,6 ± 11,8 (40-82) olup, 12’si (%60) erkek, 8’i (%40) kadın idi. Vitreustan alınan örnekler enjektör içinde (1 olgu) veya kan kültürü şişelerine (19 olgu) ekim yapılarak incelenmek üzere mikrobiyoloji laboratuvarına gönderildi.
SONUÇLAR: Kan kültürü şişelerinde 16 örnekte (%84,2) üreme tespit edilirken 3 örnek (%15,8) steril kaldı. Enjektör içerisinde gönderilen örnek ise steril kaldı. Onbir olguda gram pozitif kok 11 (%61) saptanırken, 7 olguda (%39) gram negatif çomak izole edildi. İki olguda iki farklı bakteri üredi (karışık üreme). Bu seride en sık izole edilen etkenler Staphylococcus aureus (5/18) ve Pseudomonas aureginosa (5/18) idi.
TARTIŞMA: Kan kültürü şişeleri özellikle mikrobiyoloji laboratuvarı koşulları iyi olmayan kliniklerde yüksek üreme oranları ile göz içi sıvıların kültüründe konvansiyonel yöntemlere alternatif olabilir. Katarakt ameliyatları sonucu en sık karşılaşılan patojenler gram pozitif koklar olmasına rağmen gram negatif bakterilere literatürde görüldüğünden daha fazla oranda rastlanılması, ülkemizde sterilizasyon zincirinde kırılmaların olabildiğini ve bu nedenle sterilizasyon koşullarına daha fazla dikkat edilmesi gerektiğini düşündürmektedir.
PURPOSE: To investigate the isolates of endophthalmitis cases following cataract surgeries in a single institute.
METHODS: Twenty eyes of 20 patients who had the diagnosis of endophthalmitis following cataract surgeries in Beyoglu Eye Training and Research Hospital were included to the study. Mean age was 68.6 ± 11.8 years (40-82) and 12 of them (60%) were male and 8 of them (40%) were female. Vitreous samples were sent to the laboratory for microbiological analysis in the syringe without inoculating (1 case) or after inoculation into blood culture bottles (19 cases).
RESULTS: While 16 of 19 (84.2%) blood culture bottles yielded positive, 3 of 19 remained sterile. The sample which was sent in the syringe remained sterile. Overall, 11 of 18 (61%) isolates were gram positive cocci, 7 isolates (39%) were gram-negative organisms. Two specimens yielded mixed flora (2 bacteria each). The most frequently isolated bacteria were Staphylococcus aureus (5 in 18) and Pseudomonas aureginosa (5 in 18).
CONCLUSION: Culturing vitreous specimens with blood culture bottles may be an alternative to conventional culture media with a high yield positive rate especially in clinics which are unable to have adequate microbiology laboratory facilities. Although gram positive organisms were the most common pathogens in our series, gram negative agents were more frequent than in the literature. We think that breaks in the sterilization chain occurs more frequently in our country and this issue should be adressed more carefully.
Abstract | Full Text PDF

6.Evalution of complications of primary posterior capsulorhexis
Ercüment Bozkurt, Ahmet Taylan Yazıcı, Mehmet Çakır, Gökhan Pekel, Vedat Kaya, Ömer Faruk Yılmaz
Pages 208 - 212
AMAÇ: Arka kapsüloreksis güvenirliliğini ve uygulama safhasında karşılaşılabilen olası komplikasyonları değerlendirmek.
MATERYAL-METOD: Bu çalışma için komplikasyonsuz fakoemülsifikasyonla katarakt cerrahisi ve arka kapsüloreksis yapılmış 238 hastanın 256 gözü incelendi. Fakoemülsifikasyon cerrahisini takiben arka kapsüloreksis uygulaması esnasında komplikasyon gelişen 13 göz (%5) ayrıntılı olarak değerlendirilmeye alındı.
BULGULAR: Hastaların yaş ortalaması 36 yıl idi (yaş aralığı: 2–51 yıl). Arka kapsüloreksis sırasında sorun olan 13 gözün 7 tanesinde (%3), ön kamaraya vitreus prolapsusu geliştiğinden ön vitrektomi işlemi yapmak gerekti. Arka kapsüloreksis komplikasyonu gelişen tüm gözlere arka kamara göz içi mercek implante edilebildi. Bunlar 11 gözde ön kapsül üzerine sulkusa, 2 gözde ise kapsül kesesi içine yerleştirildi. Dört gözde topikal glokom ilaçları ile kontrol altına alınabilen geçici göz içi basınç yükselmesi izlendi. Son takiplerinde hiçbir gözde glokom ilacı kullanmaya gerek kalmadı.
TARTIŞMA: Arka kapsüloreksis, tecrübeli ve çok sayıda bu işlemi gerçekleştiren katarakt cerrahlarının elinde oldukça güvenli ve komplikasyonu az bir yöntem olduğu anlaşılmaktadır. Bununla beraber her yeni teknikte olduğu gibi, belli bir öğrenme süreci de gerektirmektedir. Arka kapsüloreksis, arka kapsül fibrozisi bulunan hastalarda erken görme rehabilitasyonu sağlaması açısından da avantajlıdır. Sonuç olarak arka kapsüloreksis, arka kapsül kesafeti gelişme ihtimali yüksek gözlerde oldukça faydalı ve güvenli bir yöntemdir Arka kapsüloreksis uygulamasında karşılaşılabilecek sorunların bilinmesi ve buna yönelik tedbirleri almanın bu yöntemi daha güvenli kılacağını düşünmekteyiz.
Evalution of complications of primary posterior capsulorhexis
PURPOSE: To evaluate preoperative complications and the reliability of posterior capsulorhexis procedure.
MATERIAL-METHODS: This study included 256 eyes of 238 patients who underwent uncomplicated phacoemulsification surgery and posterior capsulorhexis procedure. Thirteen eyes with complicated posterior capsulorhexis (5 %) were examined in detail.
RESULTS: The mean age of the patients was 36 years (range, 2-51 years). Anterior vitrectomy was conducted for vitreous prolapsus to the anterior chamber in 7 of 13 eyes with complication (2.8 %). Posterior chamber intraocular lens (11 eyes on anterior capsul within sulcus, 2 eyes in the bag) could be implanted in all eyes with complication. Four patients had transient ocular hypertension that was controlled by topical glaucoma agent. At the last examination no patient needed any glaucoma medication.
CONCLUSION: In the hands of experienced cataract surgeon who operates huge number of patient, posterior capsulorhexis procedure is a reliable method that has low complication rate. This method necessitates a learning period. Posterior capsulorhexis is a useful application allowing earlier visual rehabilitation in eyes with posterior capsule fibrosis. Knowing the possible complications of the procedure improves the reliability of posterior capsulorhexis procedure.
Abstract | Full Text PDF

7.The outcomes of conventional and bimanual microincision phacoemulsification performed in cataracts with hard nuclei
Fırat Helvacıoğlu, Ulviye Yiğit, Sadık Şencan, Seçil Özdemir, Murat Kılıç
Pages 213 - 219
AMAÇ: Sert nükleuslu kataraktlarda uygulanan geleneksel ve bimanüel minik kesili katarakt ekstraksiyonu (MİKKE) cerrahilerinin güvenilirliklerinin ve etkinliklerinin karşılaştırılması.
YÖNTEM: Kliniğimize Eylül 2005 - Mart 2006 tarihleri arasında katarakt nedeniyle başvuran 60 hastanın 60 gözü çalışma kapsamına alındı. Sert nükleuslu (3.-4. Derece) kataraktı olan hastalar rastgele olarak 30 ameliyatlık iki gruba ayrıldı. Grup 1’deki hastalara MİKKE yöntemiyle lens ekstraksiyonu ve AKGİL implantasyonu, grup 2’deki hastalara ise geleneksel fakoemülsifikasyon yöntemi ile lens ekstraksiyonu ve AKGİL implantasyonu uygulandı. Hastalar operasyon esnasında oluşan komplikasyonlar, ortalama fako süresi, toplam fako %’si, efektif fako süresi (EFS), speküler mikroskopi ile endotel hücre kayıbı yüzdesi, ameliyat sonrası oluşan kornea ödemi ve ön kamara reaksiyonu açısından değerlendirildi. Tashihsiz ve tashihli görmelerin ortalamaları karşılaştırıldı. Cerrahi sonuçların istatistiksel değerlendirilmesi yapılarak yöntemlerin güvenilirlik ve etkinlikleri araştırıldı.
BULGULAR: Grup 1’de ortalama US süresi, toplam fako %’si ve EFS; 132,20 saniye, %9.35 ve 11.74 saniye bulunurken, grup 2 de ise 132,36 saniye, %8.41 ve 10.69 saniye olarak bulundu. Ortalama endotel kayıpları ise grup 1 için %8.6, grup 2 için ise %8.5 idi. Snellen eşeli ile bakılan tashihsiz ve tashihli görmelerin ortalaması, grup 1 de 0.57 ve 0.91 sıra, grup 2 de ise 0.51 ve 0.87 sıra olarak gözlendi. Her iki grupta da genelde hiç ya da çok hafif ön kamara reaksiyonu ve kornea ödemi gözlendi.
SONUÇ: Bimanüel minik kesili katarakt cerrahisindeki deneyimin artması ve modern cerrahi sistemlerinin kullanımı ile, MİKKE’nin sert kataraktlarda da geleneksel fakoemülsifikasyon kadar güvenilir ve etkin olarak uygulanabileceğini düşünmekteyiz.
ANAHTAR KELİMELER: Bimanüel minik kesili katarakt cerrahisi, sert nükleus, geleneksel fakoemülsifikasyon
PURPOSE: To compare the safety and efficacy of bimanual microincision cataract surgery (MICS) and conventional phacoemulsification surgery performed in cataracts with hard nuclei.
METHODS: Between September 2005 and March 2006, MICS (Group 1) and conventional phaco (Group 2) were performed in 60 eyes of 60 patients. Patients with hard cataracts (grade3-4) were grouped randomly (both groups had 30 eyes) for the type of surgery. Patients were examined for intraoperative complications, mean phaco time, total phaco %, effective phaco time (EPT), %endothelial cell loss, postoperative corneal edema, anterior chamber reactions and mean uncorrected and best corrected visual acuities.. The safety and the efficacy of the systems were evaluated by the statistical analysis of surgical outcomes.
RESULTS: The mean US time, total phaco % and EPT were 132.20 seconds, 9.35% and 11.74 secs for G1 and 132.36 seconds, 8.41% and 10.69 secs for G2. The mean postoperative percentages of the endothelial cell losses were 8.5% for G1 and 8.6% for G2. The mean early postoperative uncorrected visual acuity and late postoperative best corrected visual acuity were 0.57 and 0.91 in snellen chart for G1 and 0.51 and 0.87 for G2. Mostly no or mild corneal edema and anterior chamber reactions were observed
CONCLUSION: With the increased experience in bimanual technique and by the aid of adequate modern surgical systems MICS could be performed as safe and efficient as conventional phacoemulsification in cases with hard cataracts.
KEYWORDS: Bimanual microincision cataract surgery, hard nucleus, Conventioanal phacoemulsification
Abstract | Full Text PDF

8.Effectivity of Laser in situ keratomileusis For Treatment of Residual Myopia After Myopic Laser in situ keratomileusis
Çiğdem Ülkü Can, Sibel Polat, Bayazıt İlhan, Dilek İleri, Orhan Zilelioğlu
Pages 220 - 223
AMAÇ: Miyopik LASIK sonrası kalıntı miyopinin düzeltilmesinde LASIK cerrahisinin etkinliğini ve güvenilirliğini değerlendirmek.
MATERYAL VE METODf çalışmada miyopik LASIK cerrahisi uygulanmış ve kalıntı miyopi nedeniyle yeniden LASIK yapılmış oniki hastanın 20 gözü incelendi. Primer cerrahi sonrası ortalama kalıntı miyopi –2.92±1.59 dioptriydi (D). İlk operasyondan ortalama 10.75±11.96 ay sonra orjinal korneal flep yeniden kaldırılarak ablasyon yapıldı.
BULGULAR: LASIK cerrahisi ile ortalama sferik eşdeğer –2.92±1.59 D’den –0.59±0.72 D’e düştü. Ortalama 20.05±23.74 aylık takip süresi sonunda gözlerin %65’i ± 0.5 D, %80’i ±1.0 D ve tümü ±2.0 D aralığındaydı. Postoperatif düzeltilmemiş görme keskinliğinde (DGK) operasyon öncesi DGK’ya oranla istatistiksel olarak anlamlı oranda artış saptandı (p=0.000).
TARTIŞMA: Miyopik LASIK cerrahisi sonrasında kalıntı miyopinin düzeltilmesinde LASIK cerrahisi güvenilir ve etkili bir yöntemdir, postoperatif dönemde DLK ve epitel yürümesine karşı dikkatli olunmalıdır.
PURPOSE: To evaluate efficacy and safety of laser in situ keratomileusis (LASIK) for correction of residual myopia after primary myopic LASIK.
MATERIAL-METHODS: Twenty eyes of 12 patients with residual myopia after LASIK were operated in this study. Mean spherical equivalent before treatment was –2.92±1.59 dioptry (D). Original flaps were lifted for reablation after a mean period of 10.75±11.96 months.
RESULTS: Mean follow up time was 20.05±23.74 months. With LASIK surgery mean spheric equivalent decreased from –2.92±1.59 D to –0.59±0.72 D. At the last visit 65% of eyes were within ± 0.5 D, 80% were within ±1.0 D and all eyes were within ±2.0 D. Postoperatively mean uncorrected visual acuity was statistically significantly higher than preoperative value (p=0.000). No intraoperative serious complication occured. CONCLUSION: LASIK for treatment of residual myopia after myopic LASIK surgery is an effective and safe method. Postoperatively complications like DLK and epithelial ingrowth can be seen.
Abstract | Full Text PDF

9.The Effect of Haptic Numbers on Posterior Capsule Opacification
Abdullah Kürşat Cingü, Bilge Araz, Erman Kutan, Ahmet Gücükoğlu
Pages 224 - 229
AMAÇ: Göz içi lensi (GİL) haptik sayısının arka kapsül kesifliği (AKK) üzerine etkisini değerlendirmek.
YÖNTEM: Senil katarakt tanısı ile 2001 Ekim – 2002 Aralık tarihleri arasında kliniğimizde standart fakoemülsifikasyon yöntemi ile ameliyat edilip kapsül içi GİL yerleştirilen 127 hastanın 169 gözü retrospektif olarak değerlendirildi ve hastalara postoperatif standart tedavi verildi. Gözler implante edilen GİL çeşidine göre 3 gruba ayrıldılar (grup 1: AcrySof MA60BM; grup 2 DR.SCHMIDT MCTE; grup 3: OcuflexANU6). 62 göze AcrySof MA60BM, 70 göze DR.SCHMIDT MCTE, 37 göze ise OcuflexANU6 yerleştirildi. Hastaların 1. 3. 6. 12. aylarda ve son başvurularındaki muayene bulguları kaydedildi. AKK’ni göstermede düzeltilmiş en iyi görme keskinliğinde 2 veya daha fazla sıra azalma, biyomikroskopla muayenede retroilluminasyon yöntemi ile objektif arka kapsül kesifliği bulgularının tespiti ve takip süresince Nd: YAG laser kapsülotomi gerekip gerekmediği kriterleri esas alındı.
SONUÇLAR: 1. grupta 4 gözde (%6,4), 2. grupta 13 gözde (%18,3), 3. grupta ise 10 gözde (% 27) düzeltilmiş en iyi görme keskinliğinde 2 veya daha fazla sıra azalma gözlendi. Biyomikroskopla muayenede 1. gruptan 3 (%5); 2. gruptan 11 (%16,6), 3. gruptan 17 gözde (%45,9) AKK gözlemlendi. 1. gruptan 2 (%3,2); 2. gruptan 7 (%10), 3. gruptansa 8 göze (%21.6) Nd: YAG lazer kapsülotomi yapıldı.
TARTIŞMA: DR.SCHMIDT MCTE diğer bir hidrofilik akrilik göz içi lens olan Ocuflex ANU6’dan daha az kapsül kesifliğine sebep olurken; hidrofobik akrilik AcrySof MA60BM’den ise daha fazla kapsül kesifliği oluşturmaktadır. DR.SCHMIDT MCTE Nd: YAG laser kapsülotomi yapılma oranı açısından AcrySof MA60BM ile benzer oranlar göstermektedir. Bu nedenle katarakt cerrahisinde iyi bir tercih olduğu düşünülmektedir.
PURPOSE: To determine the effect of intraocular lens’ (IOL) haptic number on posterior capsule opacification (PCO).
METHODS: In this retrospective study, between October 2001 and December 2002, in-the-bag implantations of IOL were performed after standard phacoemulsification surgery in 169 eyes of 127 senile cataract patients and they received standardized medication. 62 eyes received AcrySof MA60BM hydrophobic acrylic IOL with 2 haptics (group1), 70 eyes received DR.SCHMIDT MCTE hydrophilic acrylic IOL with 4 haptics (group2) and 37 eyes received OcuflexANU6 hydrophilic acrylic IOL with 2 haptics (group3). The patients were examined at 1st, 3rd, 6th, 12th months after implantation and in their last visit. PCO is demonstrated on the basis of ≥2 line decrease in best corrected visual acuity (BCVA) in Snellens’ chart, objective appearance of PCO on retroillumination of posterior capsule under biomicroscopy, and the need of Nd: YAG laser capsulotomy.
RESULTS: 4 eyes of 1st group, 13 eyes of 2nd group and 10 eyes of the 3rd group showed ≥2 line decrease in BCVA. In the biomicroscopic examination there were PCOs in 3 eyes of 1st group, 11 eyes of 2nd and 17 eyes of the 3rd group. 2 eyes in 1st group, 7 eyes in 2nd group and 8 eyes in 3rd group required Nd: YAG laser capsulotomy in their follow-up visits.
CONCLUSIONS: DR.SCHMIDT MCTE cause less PCO than OcuflexANU6 but more PCO than AcrySof MA60BM. DR.SCHMIDT MCTE shows similar results by means of Nd: YAG laser capsulotomy requirement with AcrySof MA60BM. So it’s a good choice for phacoemulsification surgery.
Abstract | Full Text PDF

10.Correlation of Serum Acute Phase Reactants and Lipid Levels with Retinal Vascular Complications of Type 2 Diabetes
Ramazan Yağcı, Mesut Erdurmuş, Necati Demir, Yusuf Oflu, Nurten Ünlü, Mustafa Durmuş, Firdevs Örnek
Pages 230 - 235
Tip 2 diyabeti olan hastalarda gelişen retinal vasküler komplikasyonlar ile serum akut faz reaktanlarından olan fibrinojen ve C-reaktif protein (CRP) ile lipid profili arasındaki ilişkinin incelenmesi.
YÖNTEM: Tip 2 diyabetli olan ancak retinopatisi olmayan (NoRP) (n=35), nonproliferatif retinopatisi (NPDR) olan (n=35) ve proliferatif diyabetik retinopatisi (PDR) olan (n=35) hastalar çalışma kapsamına alındı. Benzer yaş ve cinsiyetteki sağlıklı bireyler kontrol grubu (n=35) olarak alındı. Hastaların serum fibrinojen, C-reaktif protein, yüksek yoğunluklu lipoprotein (HDL), düşük yoğunluklu lipoprotein (LDL), total kolesterol ve trigliserit düzeyleri tespit edildi. Elde edilen veriler gruplar arasında karşılaştırıldı.
BULGULAR: Gruplar arasında yaş ve cinsiyet olarak anlamlı bir fark saptanmadı (p>0,05). Çalışma gruplarında plazma fibrinojen düzeyi kontrol grubuna göre anlamlı ölçüde yüksek bulundu (p=0,001). Plazma CRP düzeyi PDR grubunda diğer gruplara göre anlamlı oranda düşük bulundu (p=0,04). NPDR, NoRP ve kontrol gruplarında CRP düzeyleri arasında anlamlı bir fark saptanmadı (p=0,84). HDL ve LDL konsantrasyonu açısından gruplar arasında anlamlı fark saptanmadı (p=0,16; p=0,09). Plazma total kolesterol ve trigliserit düzeyi çalışma gruplarında kontrol grubundan anlamlı olarak yüksek bulundu (p=0,02; p<0,001). Çalışma grupları arasında total kolesterol ve trigliserit düzeyi açısından anlamlı bir fark saptanmadı (p=0,58; p=0,70).
SONUÇ: Tip 2 diyabetli hastalarda serum fibrinojen düzeyinde artış ve lipid profilinde değişimler saptandı.
To investigate the serum acute phase reactants like fibrinogen and C-reactive protein (CRP) and serum lipid profile in association with the development of retinal vascular complications in patients with type 2 diabetes.
METHODS: Patients with type 2 diabetes without retinopathy (NoRP) (n=35), with nonproliferative retinopathy (NPDR) (n=35) and proliferative diabetic retinopathy (PDR) (n=35) were included in the study. Age and sex matched healthy persons (n=35) accepted as control group. Serum fibrinogen, CRP, high-density lipoprotein (HDL), low-density lipoprotein (LDL), total cholesterol, and triglyceride levels were determined in all participants. Data obtaining from groups were compared each other.
RESULTS: There was no significant difference of age and sex among groups (p>0.05). Plasma fibrinogen levels in study groups were found significantly higher than the control group (p=0.001). Plasma CRP levels in PDR group were significantly lower than the other groups (p=0.04). NPDR, NoRP and control groups were not significantly different by means of CRP levels (p=0.84). HDL and LDL concentrations were not found different among groups (p=0.16; p=0.09). Plasma total cholesterol and triglyceride levels were higher in study groups than the control group (p=0.02; p<0.001). There were no difference in study groups in terms of total cholesterol and triglyceride levels (p=0.58; p=0.70).
CONCLUSION: Elevated levels of serum fibrinogen and changed lipid profile were determined in patients with type 2 diabetes.
Abstract | Full Text PDF

11.Microperimetry Findings In Occult Choroidal Neovascularization
Umut Aslı Dinç, Melda Nursal Yenerel, Ebru Görgün, Sinan Tatlıpınar, İrfan Perente, Murat Öncel, Demir Başar
Pages 236 - 241
AMAÇ: Gizli koroid neovaskülarizasyonu (KNV) olgularında mikroperimetri bulgularının değerlendirilmesi.
YÖNTEM: Gizli KNV saptanan olgular detaylı oftalmolojik muayene sonrasında fundus flöresein anjiografi, optik koherens tomografi (OKT, Stratus-OCT, Zeiss) ve MP (MP-1, Nidek) ile değerlendirildi. OKT’de ortalama santral makula kalınlığı ve mikroperimetride ortalama makula sensitivitesi (mean sensitivity, MS), ortalama defekt (mean defect, MD) ölçüldü. Ayrıca MP’de olguların fiksasyon paternleri ve fiksasyon lokalizasyonları incelendi. OKT ile ölçülen ortalama makula kalınlığı ve mikroperimetri ile ölçülen MS ve MD arasındaki olası korelasyon Spearman korelasyon testi ile incelendi.
SONUÇLAR: Ortalama yaşları 72.7±6.8 yıl ve ortalama görme düzeyi 0.5±0.1 olan toplam 11 hastanın 14 gözü değerlendirmeye alındı. OKT ile saptanan ortalama santral makula kalınlıkları 274.0±69.5µm idi. Mikroperimetri ile ölçülen ortalama MS değerleri 9.4±3.7dB olup, ortalama MD değerleri -9.3±3.2dB idi. Fiksasyon paternleri 3 gözde stabil olup, 4 gözde göreceli olarak stabil ve 7 gözde stabil değildi. Fiksasyon lokalizasyonları 4 gözde ağırlıklı olarak santral, 6 gözde ağırlıklı olarak ekzantirik olup 4 gözde zayıf olarak santraldi. Ortalama fovea kalınlığı ile MS ve MD arasında istatiksel olarak anlamlı olan ters bir korelasyon saptandı (sırasıyla p=0.059 ve p=0.032).
TARTIŞMA: Santral retina sensitivitesinin mikroperimetri ile değerlendirilmesi hızlı, güvenilir ve non-invazif bir tanısal yöntemdir. Görme keskinliği düzeyinin oldukça korunmuş olduğu gizli KNV olgularında bile OKT bulgularıyla korele olarak mikroperimetri ile makula sensitivitesinde azalma tespit edilebilmektedir. Ayrıca, gizli KNV olgularında görme keskinliğinde ağır kayıplar gelişmeden önce ekzantirik fiksasyon oluşabilmektedir.
AIM: To evaluate the microperimetry (MP) findings in occult choroidal neovascularization (CNV).
METHODS: After a detailed ophthalmological examination, all cases were evaluated by fundus fluorescein angiography, optical coherence tomography (OCT, Stratus-OCT, Zeiss) and MP (MP1 Microperimeter, Nidek). Mean macular thickness were detected by OCT. Mean macular sensitivity (MS) and mean defect (MD) were determined by microperimetry. Fixation patterns and fixation localizations were also assessed by microperimetry. The correlation between OCT and MP findings were analyzed by Spearman correlation test.
RESULTS: Fourteen eyes of 11 patients with a mean age of 72.7±6.8 years diagnosed as occult CNV were involved in the study. Mean visual acuity was 0.5±0.1 and mean macular thickness was 274.0±69.5 μm by OCT. Mean MS and MD were 9.4±3.7dB and -9.3±3.2dB respectively by microperimetry. Fixation was stable in 3 eyes whereas in 4 eyes relatively unstable fixation and in 7 eyes unstable fixation were demonstrasted. Fixation localization was predominantly central in 4 eyes, predominantly eccentric in 6 eyes and poorly central in 4 eyes. A statistically significant and negative correlation between mean macular thickness, MD and MS (p=0.059 and p=0.032 respectively) was detected.
DISCUSSION: Microperimetry is a safe, rapid and non-invasive diagnostic tool for assessment of retinal sensitivity. When eyes having occult CNV are assessed by microperimetry, a decrease in macular sensitivity may be detected correlated with OCT findings, even in the presence of a preserved visual acuity. Additonally, eccentric fixation may develop in occult CNV prior to remarkable reduction in visual acuity.
Abstract | Full Text PDF

12.Primary intraocular lymphoma associated with primary central nervous system lymphoma
İlknur Tuğal Tutkun, Özlem Yıldırım, Nur Kır
Pages 242 - 249
AMAÇ: Primer santral sinir sistemi lenfomasının (PSSSL) bir alt grubu olarak kabul edilen primer intraoküler lenfoma (PIOL), değişik üveit antitelerini taklit ederek tanısal güçlüklere yol açabilen ve tipik olarak ileri yaş grubunda görülen nadir bir hastalıktır. Bu çalışmada santral sinir sistemi tutulumuyla birlikte PIOL tanısı konulan olgular sunulmaktadır.
GEREÇ-YÖNTEM: İstanbul Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı’nda PIOL tanısı alan 3 olgunun dosyaları retrospektif olarak incelendi.
SONUÇLAR: İkisi erkek, biri kadın olan olguların başvuru yaşları 69, 32 ve 38 olup, ilk tutulum yeri bir olguda göz, iki olguda santral sinir sistemi tutulumu şeklindedir. Olguların tümü CD 20-pozitif büyük B hücreli lenfomadır. Kesin tanı 2 olguda stereotaksik beyin biyopsisi ile, bir olguda ise tanısal vitrektomi materyalinin sitolojik incelenmesi ile konulmuştur. Tanının konulmasından sonra tüm olgulara değişik intravenöz, intratekal kemoterapi ve radyoterapi tedavi rejimleri uygulanmıştır.
TARTIŞMA: PIOL, etyolojisi saptanamayan, tedaviye dirençli üveit olgularında hangi yaş grubu olursa olsun akılda tutulması gereken bir hastalık grubudur. Bu özelliklere sahip olgularda gerektiğinde invaziv tanı metodlarını kullanmaktan kaçınılmamalıdır.
PURPOSE: Primary intraocular lymphoma (PIOL) which is considered as a subgroup of primary central nervous system lymphoma (PCNSL) leads to a diagnostic challenge by mimicking various uveitis entities. In this study, we report patients with PIOL in association with central nervous system involvement.
Material -METHOD: We reviewed the medical records of 3 patients diagnosed with PIOL at the Department of Ophthalmology, Istanbul Faculty of Medicine.
RESULTS: Two patients were male, one was female. Age at presentation was 69, 32, and 38 years. The initial site of involvement was ocular in one patient and central nervous system in two patients. All of our patients had CD 20-positive large B cell lymphoma diagnosed by stereotactic brain biopsy in two patients and cytologic examination of diagnostic vitrectomy specimen in one patient. Patients received various intravenous, intrathecal chemotherapy and radioterapy treatment regimens.
DISCUSSION: PIOL should be considered in the differential diagnosis of uveitis cases of undetermined etiology resistant to standard therapy. All efforts must be made, including invasive diagnostic procedures, in order to diagnose this rare disease.
Abstract | Full Text PDF

13.Clinical Features in Traumatic Hyphema: A Retrospective Study of 590 Cases
Kastriot Boriçi, Işık Çorum, Cahit Özgün
Pages 250 - 255
AMAÇ:
Künt glob travması sonucu oluşan ve perforasyonun eşlik etmediği hifemalı hastalarda, hastalığın seyrini, eşlik eden diğer göz bulgularının sıklığı ve bunların görme prognozu üzerine etkisini değerlendirmek.

GEREÇ-YÖNTEM:
1993-2005 yılları arasında İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Göz hastalıkları Anabilim Dalı, Travma Birimine başvuran künt travmaya bağlı hifema tanısı alan 590 hastanın kayıtları retrospektif olarak incelendi. Hifemanın nedeni, hastaneye başvuru zamanı, ayrıntılı muayene bulguları, takipler sırasında göz içi basınç değerleri, başvuru ve sonuç görme keskinliği, hifemanın rezorbsiyon zamanı kaydedildi.

BULGULAR:
590 hastanın ortalama yaşı 22,3 ± 12,3 (5-78) idi. Hifemanın seviyesi 134 hastada (%22,7) mikroskopik hifema (Grade 0), 272 hastada (%46,1) Grade I, 109 hastada (%18,4) Grade II, 42 hastada (%7,1) Grade III ve 33 hastada (%5,5) Grade IV düzeyindeydi. Hastaların sonuç görme keskinliği Snellen eşeline göre 535 hastada (%90,7) 0,3 üzerinde iken, geriye kalan 55 (%9,3) hastada ≤ 0,3 idi. Hastaların başvuru ve sonuç görme keskinliği karşılaştırıldığında, görme keskinliğinde ki artış istatistiksel olarak anlamlı bulundu.(p=0,003). Takipler sırasında, 131 hastada (%22,2) göz içi basınç değerleri 22 mmHg üzerinde bulundu. Göz içi basınç artışı Grade IV hastalarda %90,9 oranında görülürken, Grade 0 hastalarda %4,5 oranındaydı.

SONUÇ:
Sonuç olarak, travmatik hifemalı hastaların büyük çoğunluğunu genç erkekler oluşturmaktadır. Perforasyonun eşlik etmediği künt travmaya bağlı hifemalı hastalarda görme prognozu iyi olup düşük görme keskinliği daha çok disk hematik, travmatik katarakt, koroid rüptürü, retroorbital hematom ve orbita fraktürü gibi komplikasyonlarla ilişkilidir.
PURPOSE:
To evaluate the course of the disease, the frequency of other associated eye injuries and their effects on visual prognosis in patients with hyphema caused by blunt globe trauma without perforation.

MATERIALS-METHODS:
The records of 590 patients referred to Istanbul University, Istanbul Faculty of Medicine, Department of Ophtalmology between 1993-2005, who had been diagnosed as hyphema due to blunt trauma, were retrospectively examined.

RESULTS:
The mean age of 590 patients was 22.3 ± 12.3 years. The percentage of hyphema grading in patients was as follows: Grade 0 in 22.7% patients (n=134), Grade I in 46.1% (n=272), Grade II in 18.4% (n=109), Grade III in 7.1% (n=42), and Grade IV in 5.5%(n=33). While the final visual acuity was over 0.3 in 535 patients (90.7%), it was ≤ 0.3 in the remaining 55 patients (9.3%). When the initial and the final visual acuity of all the patients were compared, a significant increase in visual acuity of the patients was determined (p=0.003). The intraocular pressure was increased over 22mmHg during the follow-up of in 131 patients (22.2%). While the intraocular pressure increase was found to be 90.9% in Grade IV patients, it was only 4.5% in Grade 0 patients.

CONCLUSION:
In conclusion, young men constitute the majority of patients with traumatic hyphema. Visual prognosis is favorable in most patients with hyphema due to blunt trauma, poor visual outcome is associated with complications such as; corneal bloodstaining, traumatic cataract, choroidal rupture, retroorbital hematoma, and orbital fracture.
Abstract | Full Text PDF

14.Treatment approach for a patient with double elevator palsy in his fixating eye
Ali Aydın, Tamer Fazıl Yıldız, Cengiz Duman, Kadir Çolakoğlu, Ahmet Hamdi Bilge
Pages 256 - 259
Fiksatör gözünde çift elevatör felci olan hastaya tedavi yaklaşımı

22 yaşında erkek hasta sağ göz hipertropya ve ambliyopi tanısıyla servisimiz şaşılık birimine sevk edilmişti. Yapılan muayenesinde primer pozisyonda sağ gözde 40 PD hipertropya ve +3.50 D hipermetropi mevcuttu. Anizometropik ambliyopiye bağlı olarak görmesi 0.3 düzeyindeydi. Görmesi tam fiksatör sol gözde ise ptozis, kaşta elevasyon, orta hattan itibaren elevasyon kısıtlılığı saptandı. Sağ gözle fiksasyon sağlandığında solda 30 PD hipotropya ortaya çıkmaktaydı. Hastaya forse duksiyon testi yapıldıktan sonra, öncelikle sağ göz üst rektus ve sol göz alt rektus geriletmeleri yapıldı. Primer pozisyonda ortoforya sağlanmasına karşın solda 2 mm ptozisin devam ettiği görüldü. Bu sebeple hastaya sol levator katlama ameliyatı uygulandı. Cerrahi sonrasında primer pozisyonda ortoforya ve kapak simetrisi elde edildi.
Sonuç olarak, fiksatör gözde çift elevatör felci olduğunda, hastanın muayenesi uzmanı yanıltabilir. Bu yüzden hipertropyalı hastalarda diğer gözde elevasyon yetmezliği her zaman göz önünde tutulmalıdır. Fiksatör gözde agresif transpozisyon cerrahilerinden önce, diğer göze girişimi de içeren tedavi planlamaları yapılabilir.
Treatment approach for a patient with double elevator palsy in his fixating eye.

We describe a patient with left double elevator palsy who had been referred to our strabismus department with a diagnosis of right hypertropia and amblyopia. The patient was a 22-year-old man. He had a hypertropia of 40 PD in the primary position in his hyperopic right eye (+3.50 D). The best corrected visual acuity was 0.3 in this amblyopic right eye. The patient had 2 mm of ptosis and eyebrow elevation in his left eye in the primary position with no elevation of the eye above the horizontal plane. He showed a left hypotropia of 30PD while fixating with right eye. He had a recession of left inferior and right superior recti after the forced-duction test. Postoperatively he still had a 2mm ptosis despite the orthophoria in primary position. Two weeks after the first operation a levator aponeurosis tucking through the skin was made. After the second operation an orthophoria and lid symmetry in the primary position were achieved. As a conclusion, the examination of a patient with double elevator palsy in the dominant eye may misdirect the ophthalmologist. An elevation deficiency of the other eye should always be examined in a patient with hypertropia. The recession of vertical recti should be considered first, before aggressive transposition procedures in the case of amblyopia in the other eye.
Abstract | Full Text PDF

15.Kimura Disease of the Orbit: Case Report
Muhittin Beginoğlu, Barış Yeniad, Samuray Tuncer, Gonul Peksayar
Pages 260 - 263
Amac: Orbita tutulumu olan ve Kimura hastalığı tanısı konan bir olgunun sunulması

METOD: Oniki yaşında erkek çoçuk sağ gözde ağrısız şişlik ve proptozis ile kliniğimize başvurdu. Orbitotomi uygulanan hastaya Kimura tanısı konuldu.

SONUÇLAR: Sağ gözde ağrısız şişlik nedeni ile kliniğimize başvuran hastanın yapılan muayenesinde sağ orbita alt-dış bölumunde kitle saptandı. Orbitotomi yolu ile çıkarılan kitlenin histopatolojik tetkikinde Kimura tanısı konuldu. Cocuk kliniği ile konsulte edilen hastanın baş ve boyun bölgesinde birden fazla lenfadenopati ve periferik yaymada artmış eosinifili sayısı saptandı. Takiplerde herhangi bir nuks ile karşılaşılmadı.

Tartisma: Kimura hastalığı nadir bir hastalıktır ve olguların bir kısmında orbita tutlumu görűlűr. Ağrısız tek taraflı proptozis ile başvuran hastalarda Kimura hastalığı akla getirilmeli ve sistemik tetkikler yapılmalıdır.
PURPOSE: To report a case with a diagnosis of Kimura disease and orbital involvement.

METHOD: A twelve-years –old boy presented with a painless swelling of the right eye. The patient underwent anterior orbitotomy and the diagnosis of Kimura disease was established.

RESULTS: The patient presented with a painless swelling of the right eye. Initial examination revealed an inferolateral orbital mass. The patient underwent anterior orbitotomy and the diagnosis of Kimura disease was established with histopathology. The patient was consulted with the pediatricsand multiple lymphadenopathies were determined in the head-neck region. Blood tests showed an increased peripheral eosinophilia. In the follow-up no recurrence was seen.

CONCLUSION: Kimura disease is not a common disease and orbital involvement is seen in some of the patients. Kimura disease should be considered in a pateint with unilateral painless proptosis and the patient should be examined systemically.
Abstract | Full Text PDF

16.Sympathetıc ophthalmıa after pars plana vıtrectomy: Case report
Rukiye Aydın, Süleyman Kaynak, Nilüfer Koçak, Talip Örel, Tülin Kaynak, Mehmet Ergin
Pages 264 - 268
AMAÇ: Vitreoretinal cerrahi sonrası sempatik oftalmi gelişen bir olgunun değerlendirilmesi.
GEREÇ-YÖNTEM: Olgu sunumu
BULGULAR: Dejeneratif miyopisi bulunan ve yedi yıl önce sağ gözünde retina dekolmanı nedeni ile başka bir merkezde çevreleme ve pars plana vitrektomi cerrahisi geçiren 44 yaşındaki erkek hasta kliniğimize sol gözde görme azalması, epifora ve fotofobi şikayeti ile başvurdu. Yapılan oftalmolojik muayenesinde her iki gözde silier ejeksiyon, korneada keratik presipitasyonlar, ön kamera ve vitreus içinde hücre ve sağ gözde retinada atrofik değişiklikler ve dekolman ile floresein anjiografide sızıntı saptandı. Mevcut bulgular ile sempatik oftalmi tanısı konan hastaya oral ve topikal steroid tedavisi başlandı. Takiplerde görme keskinliğinde artış ve granülomatöz üveit bulgularında gerileme saptandı.
SONUÇ: Sempatik oftalmi, öyküde penetran göz yaralanması veya oküler travma olmaksızın pars plana vitrektomi cerrahisi sonrasında da karşımıza çıkabilmektedir. Bu nedenle bir gözüne vitrektomi yapılan hastaların takiplerinde diğer gözlerinde fotofobi, epifora gibi şikayetler geliştiğinde bu şikayetler ciddiye alınarak sempatik oftalmi gelişimi akılda tutulmalıdır.
PURPOSE: To report a case of sympathetic ophthalmia (SO) after vitreoretinal surgery.
MATERIAL-METHODS: Case report.
RESULTS: A 44 year-old man was seen with a history of scleral buckling, pars plana vitrectomy and intraocular silicon-oil injection in the right eye for retinal detachment in another hospital. Than, his visual acuity was decreased and epiphora and photophobia were noted in the left eye in 2007. In the ophthalmic examination bilateral mutton fat keratic precipitates, vitreous cells, right retinal detachment and vascular leakage in floresein angiography were seen. Sympathetic ophthalmia was considered and the patient was treated with topical and systemic steroids. In the follow-up, visual acuity was significantly increased in the left eye and granulomatous uveitis was regressed bilaterally.
CONCLUSION: Sympathetic ophthalmia can be seen following pars plana vitrectomy in patients without history of trauma. Indeed, it may be seen after vitrectomy for retinal detachment. Diverse clinical presentations are possible, and patients complaining photophobia, epiphora in the other eye following vitrectomy surgery should alert the surgeon to the development of sympathetic ophthalmia.
Abstract | Full Text PDF

17.Hiperhomosisteinemili Olguda Serebral Ven Trombozu ve Bileteral Optik Atrofi
Uğur Emrah Altıparmak, Züleyha Yalnız, Banu Solmaz Şatana, Remzi Kasım, Sunay Duman
Pages 269 - 272
Abstrakt: 32 yaşında kadın hasta, yaklaşık 1 yıldır süren şiddetli baş ağrısı ve 3 ay önce başlayan bilateral görme kaybı şikayetleri ile kliniğimizde değerlendirildi. Hastanın yapılan fizik muayenesinde görme keskinliği her iki gözde ışık hissi düzeyinde olup, fundus muayenesinde bilateral optik atrofi izlendi. Hastanın çekilen Kraniyel Manyetik Rezonans Görüntülemesinde sağ transvers sinüste tromboz tespit edildi. Daha ileri tetkiklerinde plazmada hiperhomosisteinemi tespit edildi ve trombozun buna sekonder geliştiği anlaşıldı. Yoğun medikal ve cerrahi tedavilere karşın hastanın görme düzeyinde düzelme olmadı.
A 32-year old female patient with a chief complaint of headache during the last 1 year and bilateral visual loss in the last 3 months was evaluated in our clinic. The visual acuity was light perception OU and there was optic atrophy OU. The cranial MR revealed thrombosis of right transverse sinus and further workup revealed hyperhomocystinemia, as the underlying cause. Despite vigorous medical and surgical treatment there was no improvement in the visual acuity of the patient.
Abstract | Full Text PDF