Volume: 7  Issue: 2 - 2010
Hide Abstracts | << Back
REVIEW ARTICLE
1.Colon Surgery in Gynecologic Oncology
Coşan Mustafa Terek, Cemil Çalışkan, Volkan Turan, Aydın Özsaran, Yılmaz Dikmen, Erhan Akgün
Pages 93 - 101
Amaç: Jinekolojik onkolojide özellikle de sitoredüktif over kanser cerrahisinde kolon rezeksiyonunun yararları, endikasyonları, morbibite ve mortalite üzerine etkilerinin olgu serisi eşliğinde tartışılması
Yöntem: Ege Üniversitesi Jinekolojik Onkoloji bölümünde 2008-2009 yılları arasında yapılan 120 jinekolojik onkoloji operasyonundan 14‘ünde kolon cerrahisi (%11,6) gerçekleştirilmiştir. Kolon cerrahisi geçiren hastalarda ortalama yaş 58.2 (37-77) bulunmuştur. Bu hastalardan bir tanesi endometrium adenokarsinomu tanısıyla opere olurken, bir tanesi tuba karsinomu ön tanısıyla cerrahi girişime alınmıştır. Tüm diğer hastalar (n=12) over karsinomu ön tanısıyla opere olmuşlardır.
Bulgular: Kolon cerrahisi uygulanan olgularda bir hastaya rektosigmoid tümör ekstirpasyonu ve primer anastomoz, bir hastaya kolostomi, üç hastaya appendektomi, beş hastaya rektosigmoid mezosundan tümör ekstirpasyonu uygulanırken; birer hastada transvers kolon mezosundan tümör ekstirpasyonu, rektovajinal kitle ekstirpasyonu gerçekleştirildi. Üç hastada ise kolona herhangi bir zarar verilmeden adezyolizis yapılarak tümöral dokuya ulaşılarak optimal sitoredüksiyon sağlandı. Antikoagulan alan bir olguda cerrahi sonrası dördüncü günde ciddi kanama ortaya çıkmıştır.
Sonuç: Literatürde optimal sitoredüktif cerrahinin daha uzun sağkalım sağladığı belirtilmesine rağmen, hastaların genel durumları (yaş, sistemik hastalık, kemoterapi öyküsü) cerrahi morbidite ve mortaliteye olan etkileri yönünden önemlidir.
Objective: To discuss the benefits, morbidity and mortality and the endications for colon resection in gynecologic oncology especially in cytoreductive ovarian cancer operations and to present a case series.
Methods: We reviewed 120 patients who underwent gynecologic oncology operations between 2008-2009 in Ege University Hospital. Colon surgery was performed 14 of them.(%11.6) The mean age of patients who had colon surgery were 58.2(37-77). Two patients underwent surgery besides ovarian carcinoma; one of them with the diagnosis of endometrium adenocarcinoma and the other with primary tubal adenocarcinoma. All the others were (n=12) operated with the diagnosis of ovarian carcinoma.
Results: Rectosigmoid tumor extirpation and primer anastomosis (n=1), colostomy (n=1), appendectomy (n=3), tumor extirpation from sigmoid mesentery (n=5), tumor extirpation from transvers colon mesentery (n=1) and rectovaginal tumor extirpation (n=1) was performed. In three of the patients the dissection of adhesions was performed without any damage to colon with the aim of optimal cytoreduction. Serious hemorrage occured in one patient due to use of anticoagulation drugs at the fourth postoperative day.
Conclusion; Although studies demonstrated that optimal cytoreductive surgery provides longer survival in ovarian cancer patients, patient’s medical and physical conditions like age, systemic illness, chemotherapy history are also important for morbidity and mortality.
Abstract | Full Text PDF

RESEARCH
2.Myeloperoxidase Gene Promotor Polymorphysm in Mothers Who Have A Child with Neural Tube Defect
Ebru Dikensoy, Tuğçe Sever, Sacide Pehlivan, Özcan Balat, Fatma Bahar Cebesoy, Esin Karçin
Pages 102 - 106
Giriş: Myeloperoksidaz geni H2O2 (hidrojen peroksid) ile reaksiyon yoluyla inflamasyonun düzenlenmesine katkıda bulunmaktadır.Myeloperoksidaz enzimi nötrofillerden salınmaktadır ve hidrojen peroksidi bakterisidal ve DNA zararlayıcı hipoklorik aside çevirmektedir.Bu çalışmanın amacı; nöral tüp defekti olan hastalarla MPO geni (-463G/A) polimorfizmi arasında bir ilişki olup-olmadığını araştırmaktı.
Method: Bu çalışmadaki Grup 1 13-24. gebelik haftaları arasında ultrasonografi ile fetal nöral tüp defekti tanısı alan 33 gebe ile Grup 2 150 tane fetal anomalisi olmayan, sağlıklı 13-24.gestasyonel haftalardaki gebelerden oluşmaktaydı.Periferal kandan izole edilen DNA’lar MPO geni (rs 2333227) promotor polimorfizmi (-463G/A) için PCR-RFLP methoduyla araştırıldı.Elde edilen sonuçlar ki-kare ve de-Finetti programı ile analiz edildi.
Sonuç: İki grup arasında maternal yaş ve gebelik haftası açısından bir fark saptanmadı. Hardy-Weinberg Eşitsizliği’nden sapma gözlenmedi.MPO polimorfizmi açısından iki grup karşılaştırıldığında, genotip dağılımı ve allel sıklığı açısından istatistiki olarak anlamlı bir farkın bulunmadığı saptandı.
Tartışma: Nöral tüp defektli çocuğu olan gebelerde MPO geninin (-463G/A) promotor polimorfizmi literatürde ilk olarak bu çalışma ile gerçekleşmiş ve anlamlı bir ilişki saptanmamıştır. MPO‘ın diğer polimorfizmleri ile etkili olabilecek başka gen polimorfizmlerinin araştırılmasına ihtiyaç olduğu kanaatine varılmıştır.
Objective: The inflammatory pathway genes myeloperoxidase (MPO) is involved with regulation of inflammation through reactions with hydrogen peroxide (H2O2).The MPO enzyme is expressed abundantly in neutrophils, in which its antimicrobial function converts (H2O2) to the bacterocidal and DNA- damaging hypochlorous acid.Our aim was in this study to investigate whether there is a relationship between MPO gene (rs 2333227) polymorphysm (-463G/A) and neural tube defects.
Method: Grup 1 was consisted of 33 pregnant women who were in 13-24 th gestational week with fetal neural tube defects, Grup 2 was consisted of 150 healthy pregnant women (in 13-24th gestational week) without any medical problem and any fetal anomaly.DNA’s which were isolated from peripheral blood were investigated by PCR-RFLP method for MPO gene (rs 2333227) promotor polymorhysm (-463G/A).The results were analysed with qi-square and de-Finetti programme.
Results: There was not a statistically significant difference between two groups for maternal age and pregnancy week.There was no difference for HWE in two Groups.When two groups results were compared for MPO polymorphysm, there was not a statistically significant difference in genotype distribution and allel frequency.
Conclusion: This is the first study in the literature which is investigated MPO (-463G/A) promotor polymorhysm in pregnant who have a child with neural tube defect and was not find a significant correlation.We decided that we need to investigate other MPO polymorphysm and other gene polymorhysm which could be effective.
Abstract | Full Text PDF

3.THE CLINICAL EFFICACY OF FOSFOMYCIN TROMETAMOL VERSUS AMOXICILLIN-CLAVULANIC ACID IN THE TREATMENT OF SYMPTOMATİC AND ASYMPTOMATİC BACTERIURIA IN 3rd TRIMESTER PREGNANCY
Süleyman Akarsu, Cengiz Kara, Ömer Faruk Bozkurt, Zeynep Çizmeci, Nermin Akdemir, Ali Ünsal
Pages 107 - 112
AMAÇ: Bu çalışmada, 3.trimesterdeki semptomatik ve asemptomatik bakteriürisi olan gebelerde tek doz fosfomisin trometamol ve 7 gün amoksisilin-klavulanik asit tedavileri karşılaştırılarak klinik etkinlikleri değerlendirildi.
MATERYAL-METOD: 3. trimesterdeki asemptomatik ve semptomatik bakteriürisi olan 85 gebede tek doz 3 gr fosfomisin trometamol ile 7 günlük 675 mg amoksisillin-klavulanik asitin klinik etkinliği karşılaştırılmıştır. Dört farklı gruba ayrılan hastalardan asemptomatik bakteriürisi olanlara (Grup 1) ve semptomatik bakteriürisi olanlara ( Grup 3 ) tek doz fosfomisin trometamol verilirken; asemptomatik bakteriürisi olanlara ( Grup 2 ) ve semptomatik bakteriürisi olanlara ( Grup 4 ) 7 günlük amoksisilin-klavulanik asid verildi. Tedaviden önce ve 1 hafta sonra mikrobiyolojik değerlendirme (idrar analizi ve kültürü) ile rutin biyokimyasal testler yapılarak ilaçların yan etkileri kaydedildi. Hastaların başlangıçta varolan üriner şikayetlerinin kaybolması klinik başarı, ilk pozitif idrar kültüründen 7 gün sonra yapılan idrar kültüründe üreme olmaması ise bakteriyolojik eradikasyon olarak kabul edildi.
SONUÇLAR: . Her dört grupta da idrar kültürlerinde en fazla tespit edilen mikroorganizma Escherichia coli olup fosfomisin trometamol ile tedavi edilen hastaların % 95 -%100’ünde sırasıyla Grup 1 ve 3, amoksisillin-klavulanik asid ile tedavi edilenlerin % 95 -%’90’nında sırasıyla Grup 2 ve 4’de klinik başarı ve bakteriyel eradikasyon elde edildi. Her iki tedavi de her dört grupta iyi tolere edildi ve ciddi bir yan etki görülmedi. Dört grup arasında tedavideki başarı açısından anlamlı bir farklılık bulunmadı.
TARTIŞMA: Tek doz fosfomisin trematomol 3.trimester gebelerde hem asemptomatik hem de semptomatik üriner sistem enfeksiyon tedavisinde güvenli ve etkilidir.
PURPOSE: This study was conducted to assess the clinical efficacy of a single dose of fosfomycin trometamol for the treatment of both asymptomatic and symptomatic bacteriuria in the third trimester of pregnancy compared with a 7-day regimen of amoxicillin-clavulanic acid
MATERIAL – METHODS: In this study clinical efficiency of single dose of 3 g fosfomycin trometamol and 7 day 675 mg amoxicillin-clavulanic acid were compared on 85 pregnant women in 3rd trimester with symptomatic and asymptomatic bacteriauria. Patients divided into four groups and single dose of fosfomycin trometamol applied on group 1 (asymptomatic bacteriauria patients) and group 3 (symptomatic bacteriauria patients) while 7 day 675 mg amoxicillin-clavulanic acid applied on group 2 (asymptomatic bacteriauria patients) and group 4 (symptomatic bacteriauria patients). Microbiological assessments ( urine analyses and culture ) and rutine biochemical tests were performed before and at 7 days after the administration. No serious side effects have been reported related with both drugs. Negative urine cultures performed 7 days after the initial positive cultures were considered as bacteriological eradication and the absence of the initial urinary symptoms were considered as clinical success.
RESULTS: Escherichia coli was the most frequently observed microorganism in urine culture of all four groups with clinical success and bacterial eradication of 95-100% of the patients treated with fosfomycin trometamol in groups 1 and 3, respectively and 95-90% of the patients treated with amoxicillin-clavulanic acid in groups 2 and 4, respectively. Both treatments were well tolerated in all groups without any serious side effects. No significant difference was detected between the success rates of both drugs.
CONCLUSION: A single dose of fosfomycin trometamol is a safe and effective alternative in the treatment of both asymptomatic and symptomatic urinary tract infections in the third trimester of pregnancy.
Abstract | Full Text PDF

4.Demographic Features Of Pregnants Who Are More Than 40 Years Old in Agri
Mustafa Kara, Ercan Yılmaz, Emrah Töz
Pages 113 - 116
Amaç: 35 yaş ve üzeri gebeliklerde “ileri anne yaşı” ifadesi kullanılmaktadır. 40 yaş ve üstü gebelikler için ise “çok ileri anne yaşı” ifadesi kullanılmaktadır. Bu çalışmamızda Ağrı ilindeki 40 yaş üzerindeki gebelerin demografik özelliklerini tartışmayı amaçladık.
Çalışmanın Yapıldığı Yer: Ağrı Kadın Doğum ve Çocuk hastalıkları Hastanesi.
Materyal ve Metod: Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı Ağrı Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi'nde 2004-2007 yıllarında doğum yapmış 40 yaş ve üzerindeki toplam 960 gebe değerlendirmeye alındı. Hasta grubunda bulunan toplam 960 gebe, perinatal ölüm,erken doğum, preeklampsi ve eklampsi varlığı, doğum sırasında gebelik haftaları, doğum şekli,doğum ağırlığı açısından incelenmiştir.
Sonuç: Çalışmamızda yer alan hastaların 114'ü sezaryen ile doğum yaparken, 846'sı spontan vajinal yolla doğum yaptı ( %88-%12). Antenatal ve obstetrik komplikasyonlar değerlendirildiğinde, 26 hastada ablasyo plasenta (%2), 12 hastada preeklampsi ( %1), 26 hastada fetal distres ( %2) ve 94 hastada intrauterin gelişme geriliği( %10) saptanmıştır. Kliniğimizde doğum yapan ileri maternal yaştaki 92 hastada intrauterin eks fetus saptandı.
Tartışma: Sonuç olarak ileri anne yaşı gebeliği komplike eden risk faktörlerinden birisidir ve operatif doğum riskini artırmaktadır. Fakat bizim çalışmamızda operatif doğum riski literatüre oranla daha düşük saptanmıştır.
Objectives: The term "advanced maternal age " is used for 35 and older pregnants. And for 40 years old and older pregnants "extremely advanced maternal age" term is used. We aimed to discuss the demographic features of the pregnants who are older than 40 years old.
Place: Agri Maternity and Children Hospital, Agri
Material-Method: Total 960 pregnant patients who are older than 40 years old and who delivered in Turkish Republic Health Ministry, Agri Maternity and Children Hospital between 2004 to 2007 years were assessed. These 960 patients were assessed according to intrapartum fetal demise, preterm labor, existence of preeclampsia and eclampsia, gestational week, birth method and birth weight.
Results: 114 patients delivered by caesarian section and 846 patients delivered by vaginally (%88-%12). İt was detected respectively; ablatio placentae, in 26 patient (%2), preeclampsia in 12 patient (%1), fetal distress in 26 patient (%2) and intrauterin growth retardation in 94 patient (%10). İt was detected intrauterin ex fetus in 92 advanced maternal aged patients who delivered in our clinic.
Discussion: Finally, advanced maternal age is one of the risk factors which complicates pregnancy and it increase the risk of operative delivery. But in our study, operative delivery risk is detected lower in comparison with literature
Abstract | Full Text PDF

5.Comparing the Transvaginal Tape (TVT) and Transobturator Tape (TOT) in Stress Urinary Incontinance, for their Efficiency and their Effects on Quality of Life.
Mahir Mehdiyev, İsmail Mete İtil, Fatih Şendağ, Ali Akdemir, Niyazi Aşkar
Pages 117 - 124
AMAÇ: TOT ve TVT ameliyatlarının başarı oranlarının, komplikasyonlarının karşılaştırılması ve hastaların yaşam kalitesi üzerine olan etkilerinin araştırılması.

MATERYAL VE METOD: Çalışmaya Mart 2005- Kasım 2006 tarihleri arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum polikliniğine başvurmuş ve gerçek stres üriner inkontinansı saptanan 32 hasta dahil edilmiştir. Tüm hastalardan detaylı anamnez alındı, üriner günlük doldurtuldu. Ayrıca fizik muayene yapılmış ve idrar kültürlerinde üreme olmadığı saptandıktan sonra ürodinamik inceleme uygulandı. Yaşam kalitesini değerlendirmek için I-QoL üriner inkontinans yaşam kalitesi anketi uygulandı. Hastalar ardışık beşer kişilik gruplar halinde TVT ve TOT ameliyatı uygulanacak şekilde randomize edildi.

BULGULAR: 17 hastaya TOT, 15 hastaya TVT uygulandı. Tüm hastalar genel anestezi altında opere edildi. Tüm hastalar 1.5 aylık ameliyat sonrası kontrollerine geldi. İki grup arasında demografik özellikler açısından fark yoktu. Opersayon süreleri TOT grubunda (13.5dk), TVT grubuna göre (18.3dk) anlamlı olarak kısa saptandı. İntraoperatif komplikasyonlar TOT grubunda görülmezken, TVT grubunda bir hastada mesane yaralanması ve bir hastada sağ inguinal bölgede cilt altı hematom gelişti (%13). Erken postoperatif dönemde TOT grubunda komplikasyon görülmezken, TVT grubunda üç hastada globe vezikale gelişti (%20). Kan kaybı açısından iki grup arasında fark saptanmadı. Hastanede kalış süreleri ortalama 2 gün ve gruplar arasında fark saptanmamıştır (komplikasyon gelişen hastalar hariç). Postoperatif 1.5 aylık kontrolde öksürük stres test sonuçları, rezidü idrar miktarları, şikayetlerin subjektif değerlendirilmesi, I-Qol anket sonuçları açısından iki grup arasında fark saptanmamıştır. Uzun dönem komplikasyonlara bakıldığında TOT grubunda bir hasta ve TVT grubunda üç hasta de-novo urge inkontinans gelişmiştir. Çalışmamızdaki objektif başarı oranları TOT %82.3 ve TVT %86.7 bulunmuştur.

TARTIŞMA: Çalışmamızda, TOT ve TVT ameliyatlarının başarı oranlarının benzer olduğu ve komplikasyonların TOT grubunda daha az olduğu saptanmıştır. Ancak hem çalışmamızdaki hasta sayısının azlığı hemde takip süresinin kısa olmasından dolayı kesin sonuç elde etmek için daha uzun takip süresi olan, daha fazla olgu içeren geniş serilere ihtiyaç vardır.
Objective: To compare the success rates, complications and the effects on the life quality of TOT and TVT operation.

Methods: 32 patients who were diagnosed as stress urinary incontinance between March 2005 and november 2006 were included in the study. All patients filled urinar diary and underwent uradinamical exemination after negative urine culture. To evaluate the quality of life I-QoL questionnaire was used. The patients were randomised for TOT and TVT operations.

Results: 17 patients underwent TOT operation while 15 patients underwent TVT operations. The mean operation time of TOT group (13.5 min) was significantly shorter than TVT groups (18.3 min). There were no intraoperative complications in TOT group whereas there were one bladder injury and one rigt inguinal side subcutaneous hematoma. In early postoperative period there were no complication was seen in TOT group but there were 3 globe vesicale cases were seen in TVT group. there were no differences about blood loss between two groups. the mean hospitalisation time was 2 days in bout two groups (except complicated cases). 1.5 months after the operation all patients were evaluated wiyh cough stress test, residuel urine volume, subjective complains and I-QoL questionneir, no differences were detected between two groups. One patient in TOT group and three patients in TVT group was complicated with de-novo urge incontinance. In our study the objective success rates are 82.3% and 86.7% in TOT and TVT groups respectively.

Conclusions: In our study we found that the success rates of TOT and TVT operations were similar and complication rates of TOT was less than TVT group. Further studies that include wide patient populations and has log term follow-up, are needed to get more objective results.
Abstract | Full Text PDF

6.Our results with uterus-preserving abdominal approach and simultaneous anti-incontinence surgery in the management of advanced uterovaginal prolapse
Fikret Fatih Önol, Hasan Sağlam, Egemen Avcı, Arif Serhan Cevrioğlu
Pages 125 - 132
Amaç: İleri evre uterovajinal prolapsusun tedavisinde genellikle vaginal histerektomi uygulanmaktadır. Ancak uterusun alınması pelvik taban dinamiklerini bozabilmekte ve işeme bozukluklarına neden olabilmektedir. Bu çalışmada uterus koruyucu abdominal sakrohisteropeksi (ASKH) tekniğiyle elde edilen sonuçlarımız değerlendirilmiştir.
Planlama: İleri evre uterovajinal prolapsus (POP-Q evre ≥3) nedeniyle ASKH uygulanan hastalar, pelvik organ prolapsusuna bağlı yaşam kalitesini (P-QOL) ve inkontinansın derecesini değerlendiren (ICIQ-SF) soru formları, pelvik muayene ve ürodinamik çalışmalarla değerlendirilerek preoperatif ve postoperatif bulguların karşılaştırılması planlandı.
Ortam: Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Üroloji ve Kadın Hastalıkları ve Doğum Klinikleri
Hastalar: 2007 – 2008 yılları arasında ASKH ve anti-inkontinans cerrahisi uygulanan 12 hasta.
Girişim: Rektovajinal ve vezikovajinal planlar levator tabana kadar diseke edildikten sonra uygun ebatlarda hazırlanan polipropilen meşler vajen ön ve arka duvarına kalıcı dikişlerle tespit edildi. Ön meş serviks hizasında ortadan ikiye kesilerek bacakları broad ligamanın içinden posteriora transfer edildi. Tüm meşler retroperitoneal alandan sakral promontoryuma transfer edilerek kalıcı dikişlerle tespit edildi. Sekiz hastaya aynı seansta transobturator teyp (TOT), 2 hastaya “Burch” işlemi uygulandı.
Sonuç: Ortalama operasyon zamanı 156 dakika, hastanede kalış süresi 2,3 gün olarak hesaplandı. Ortalama 12,8 aylık izlemde tüm hastalarda serviks ve uterusun normal anatomik lokalizasyonda desteği sağlandı, 1 hastada nüks rektosel gelişti. Tüm hastalarda postoperatif yaşam kalitesi ve inkontinans skorlarında istatistiksel anlamlı düzelme saptandı. Anti-inkontinans cerrahisi uygulanmayan 2 hastanın 1’inde “de-novo” stres inkontinans gelişti. Hiçbir hastada “de-novo” sıkışma semptomları veya vajinal meş erozyonu saptanmadı.
Yorum: İleri evre uterovajinal prolapsus olgularında uterus koruyucu ASKH ve eş zamanlı anti-inkontinans cerrahisi, düşük morbidite ve kısa hastanede kalış süresi nedeniyle hastalara alternatif bir cerrahi tedavi seçeneği olarak sunulabilir.
Objectives: Vaginal hysterectomy is generally performed in the management of advanced uterovaginal prolapse. However, removal of the uterus may damage the integrity of pelvic floor dynamics with an increased risk for voiding dysfunction. In this study, we reviewed our results with uterus-preserving abdominal sacrohysteropexy (ASCH) technique.
Design: Women with advanced (POP-Q stage ≥3) uterovaginal prolapse who underwent ASCH were evaluated with quality of life (P-QOL) and incontinence (ICIQ-SF) questionnaires, pelvic examination, urodynamic studies, and a comparison of preoperative and postoperative findings was planned.
Setting: Clinics of Urology and Obstetrics and Gynecology at Sakarya Training and Research Hospital.
Patients: Twelve women who that underwent uterus-preserving ASCH between 2007 and 2008.
Interventions: Rectovaginal and vesicovaginal planes were dissected until the levator plate, followed by interposition and fixation of self-cut prolene meshes to anterior and posterior vaginal walls with non-absorbable sutures. The anterior mesh was cut in the midline at the cervical level producing 2 legs, which were transferred posteriorly under the broad ligament. Promontofixation was performed after retroperitoneal transfer of all meshes. Eight and 2 patients received transobturator tape (TOT) and Burch procedures, respectively.
Results: Mean operative time was 156 min, mean hospitalization was 2.3 days. A normal anatomically supported uterus and cervix was achieved in all patients with a mean follow-up of 12.8 months with evidence of recurrent rectocele in 1 patient. Quality of life measures and incontince scores improved significantly in all patients after the procedure. De-novo stress incontinence developed in 1 of the 2 patients who did not receive anti-incontinence surgery initially. De-novo urge symptoms or vaginal mesh erosion were not evident in any case.
Conclusions: Uterus-preserving ASCH and simultaneous anti-incontinence surgery seems to be a viable alternative for advanced uterovaginal prolapse patients in terms of minimal morbidity and short hospitalization.
Abstract | Full Text PDF

7.The value of creatine kinase, estradiol and progesterone levels in early diagnosis of ectopic pregnancies: a prospective controlled study
Feride Mimaroğlu, Cem Dane, Banu Dane, Ahmet Çetin, Murat Erginbaş, Murat Kıray
Pages 133 - 138
Amaç:
Biyokimyasal belirteç olarak kreatin kinaz, östradiol ve progesteron değerlerinin ektopik gebeliğin erken tanısında değerlerinin araştırılması.

Gereç ve Yöntemler:
Prospektif kontrollu olarak düzenlenen bu çalışmada laparotomi veya laparoskopi ile tanı konulmuş 22 ektopik gebelik olgusu ve son adet tarihlerine göre 8 hafta ve altında olan 22 normal gebelik olgusu alınmıştır. Kreatin kinaz, östradiol ve progesteron düzeylerinin ektopik gebelik erken tanısında belirleyicilik değerleri karşılaştırılmıştır. Ektopik gebelikler cerrahi olarak tedavi edilmiştir.

Bulgular:
Ektopik gebeliği belirlemede kreatin kinaz için sınır değer >45 IU/l alınırsa duyarlılık % 86, özgüllük % 31, pozitif belirleyicilik değeri % 55 ve negatif belirleyicilik değeri % 70 olarak bulundu. Östradiol için bu değerler sırasıyla <225 pg/ml, % 100, % 68, % 75 ve % 100 bulunurken, progesteron için sırasıyla <13 ng/ml, % 95, % 81, % 84 ve % 94 saptanmıştır. ROC eğrileri altında kalan değerler yönünden östradiol ile kreatin kinaz, progesteron ile östradiol ve progesteron ile CK arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır (p değerleri sırasıyla 0.024, 0.0082 ve 0.0001).

Sonuçlar:
Ektopik gebeliklerde kreatin kinaz düzeyi normal gebeliklerden yüksek, östradiol düzeyi anlamlı olarak düşük bulunmuştur. Ektopik gebelik tanısında progesteron saptanması, kreatin kinaz ve östradiole göre daha belirleyicidir.
INTRODUCTION:
To evaluate the role of serum creatine kinase, progesterone and estradiol as a biochemical marker in the early diagnosis of tubal pregnancy.

MATERIAL-METHODS:
A prospective controlled study was carried out on 44 women with first trimester pregnancy. First group (n=22) with tubal pregnancy formed the study group and second group (n=22) with normal intrauterine pregnancy was taken as controls. Serum beta hCG, creatine kinase, progesterone and estradiol levels in the two groups were compared. Surgical treatment had choosen as a treatment modality of ectopic pregnancy.

RESULTS:
The optimal cutoff value of creatine kinase to be used for the prediction of ectopic pregnancy was 45 IU/l, which resulted in a sensitivity of 86%, specificity of 31%, positive predictive value 55 % and negative predictive value 70 %. The same values for estradiol and progesterone were detected >225 pg/ml, 100 %, 68 %, 75%, 100 % and >13 ng/mL, 95 %, 81 %, % 84, % 97 in discriminating ectopic pregnancies. According to AUC levels there was a significant difference between estradiol-creatine kinase levels, progesterone-estradiol levels and progesterone–creatin kinase levels (p values 0.024, 0.0082, and 0.0001, respectively).

CONCLUSION:
Serum creatine kinase values appear to be a useful marker in the diagnosis of ectopic pregnancy.
Abstract | Full Text PDF

8.A five-year audit of cases with ectopic pregnancy in our clinic
Ertan Adalı, Mertihan Kurdoğlu, Ali Kolusarı, Recep Yıldızhan, Numan Çim, Hanım Güler Şahin, Mansur Kamacı
Pages 139 - 144
Amaç: Bu çalışmanın amacı, son beş yılda kliniğimizde tedavi edilen ektopik gebelik vakalarını değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntemler: 2004–2009 yılları arasında 91 ektopik gebelik olgusu, dermografik özellikleri, risk faktörleri, klinik bulguları ve tedavi yaklaşımları açısından geriye dönük olarak değerlendirildi. İstatistiksel analiz için SPSS kullanıldı.
Bulgular: Hastalarımızın yaş ortalaması 28,38± 6,47 olup, ektopik gebeliğin en sık görüldüğü yaş aralığı 26-35’dir. Hastaların gravida ve parite ortalamaları sırasıyla 3,86± 2,55 ve 2,34± 2,16’ dır. Hastaların kliniğimize başvuru sırasındaki ortalama serum β-hCG düzeyi 3085,41± 6346,84 mIU/L idi. Risk faktörleri sıklık sırasına göre abdomino-pelvik cerrahi öyküsü (% 16), rahim içi araç öyküsü (% 12), geçirilmiş ektopik gebelik öyküsü (% 7), pelvik inflamatuar hastalık öyküsü (% 2) idi. Hastaların kliniğimize en sık başvuru şikâyeti karın ağrısı (% 40) olup bunu takiben sırası ile vajinal kanama ile birlikte ağrı (% 38) ve sadece vajinal kanama (% 15) idi. Olguların % 66’ sına cerrahi, % 20’ sine metotreksat, % 10’ una bekleme tedavisi yapılmıştır.
Sonuç: Ektopik gebelikler, hastanın ilerideki hayatta fertilite yeteneğini bozması hatta maternal mortaliteye yol açabilmesi nedeniyle önemli bir sağlık sorunudur. Özellikle abdomino- pelvik cerrahi öyküsü olan kadınlar risk altındadır. Erken tanı, konservatif tedavi yaklaşımlarına olanak tanır.
Objective: The aim of this study was to review the ectopic pregnancy cases that administred to our clinic in the last five years.
Methods: According to the dermographic features, risk factors, clinical signs and treatment approaches, ninety-one cases with ectopic pregnancies were evaluated retrospectively between the years 2004-2009. For statistical analysis, SPSS was used.
Results: The average age of the patients was 28,38±6,47 and ectopic pregnancies were mostly seen between the ages of 26-35. Mean gravid and parity were 3,86±2,55 and 2,34±2,16, respectively. The mean serum β-hCG level of the patients at the administration time to our clinic was 3085,41±6346,84 mix/L. The risk factors in the order of frequencies were previous abdomino-pelvic surgery (16 %), the use of intrauterine device (12 %), previous ectopic pregnancies (7 %) and previous pelvic inflammatory disease (2 %). The most common complaint on admission were abdominal pain (40 %) and following that in the order of frequencies were vaginal bleeding with pain ( 38 %) and only vaginal bleeding (15 %). As a treatment option, surgery, methotrexate and expectant management were applied to 66 %, 20% and 10% of the patients, respectively.
Conclusion: Ectopic pregnancies are important health problems since they may interfere with fertility capability of the patient in her future life and may even cause maternal mortality. Especially, women who had abdomino-pelvic surgery before are at risk. Early diagnosis enables conservative management approaches.
Abstract | Full Text PDF

CASE REPORT
9.46, XX, del(8)(q22), der(9) t(8;9)(q22;p24) Balanced Translocation Carrier With Hypogonadotropic Hypogonadism
Halit Akbaş, Ahmet Yalınkaya, M. Nail Alp, Turgay Budak
Pages 145 - 148
Hipogonadotropik hipogonadizmli hastalarda dengeli otozomal translokasyonların görülmesi nadirdir. Hipogonadotropik hipogonadizmli bir hastada 8 ve 9 numaralı kromozomları kapsayan dengeli resiprokal translokasyon tespit edilmiştir. Hastanın babası, iki abisi ve bir kızkardeşi görünür bir fiziksel anomaliye sahip olmayıp aynı kromozomal translokasyonu taşımaktadır. Bu olgu sunumunda, sözkonusu translokasyonun hastada görülen hipogonadotropik hipogonadizm ile ilişkisi literatür bilgisi ışığında tartışılmaktadır.
Balanced autosomal translocations are unusually observed in the patients with hypogonadotropic hypogonadism. The patient with hypogonadotropic hypogonadism had balanced reciprocal translocation involving chromosomes 8 and 9. The patient’s father, two brothers and a sister have the same chromosomal translocation with no apparent physicial abnormalities. In this case report; the relation of autosomal translocations mentioned above and hypogonadotropic hypogonadism are discussed.
Abstract | Full Text PDF

10.Controlled Ovarian Hyperstimulation and Repetead Treatment Failure in a patient of 45,X/46,XX
Gazi Yildirim, Rukset Attar, Oya Akçin, Cem Fıçıcıoğlu
Pages 149 - 152
Literatür tarandığında ICSI yapılacak olan bayanlarda kromozom anomali sıklığının arttığı söylenebilir. Bu düşük dereceli cinsiyet kromozomu bozukluklarının büyük bir kısmını düşük dereceli mozaisizmler oluşturur. 45,X/46,XX mozaisizmi olan bayanlarda yeterli oosit elde edilebilse bile bunlarda total fertilizasyon başarısızlığı ihtimali yükselir. Gebelik sağlananlarda ise spontan düşük riski artar. Seçilmiş hastalarda oosit donasyon programları uygun bir yaklaşım olabilir.
It can be assumed a high incidence of chromosomal abnormality among the patients who underwent ICSI cycle after searching the current literature. The huge amount of these abnormalities consist of low grade mosaicism. Besides adequate follicular response, the rate of fertilization failure is high in these group. If pregnancy achieved, spontan abortion usually occurs. Oocyte donation can be most appropriate treatment choise in some selected patients.
Abstract | Full Text PDF

11.Adnexal Mass And Pregnancy: Case Report and Rewiev of the Literature
Mert Kazandı, Levent Akman, Çağdaş Şahin
Pages 153 - 156
Günlük hayatta kullanılan pratik gebelik testlerinin ve ultrasonografi kullanımının yaygınlaşması sonucu gebelik takiplerine erken haftalarda başlanması, gebelikte saptanan pelvik kitle sayısında artışa neden olmuştur. Makalemizde 32 yaşında 18. gebelik haftasında tekil gebeliği ve sol adneksiyel bölgede 9x10 cm boyutlarında kitlesi bulunan, operasyon sonrasında mikroinvaziv seröz hudut tümör tanısı almış bir olgu sunulmuştur. Bu kitlelere yaklaşım konservatif veya cerrahi yönde olabilmektedir. Bu karar verilirken de kitlenin büyüklüğü, gebelik haftası ve USG bulguları dikkate alınmalıdır.
After daily use of practical pregnancy tests and widespread use of ultrasonography, pregnancy controls starts in early weeks and the number of adnexial masses which diagnosed in pregnancy increased. In this report, we presented 32 years-old women with 18 gestational weeks and adnexial mass at 9x10cm on the left adnexial area. After laparotomy, histopathological result was microinvasiv serous borderline tumor. Adnexal mass with pregnancy can be treated surgically or conservative. The measures of the mass, gestational weeks and the USG findings effect the decision of treatment way.
Abstract | Full Text PDF