Volume: 2  Issue: 3 - 2005
Hide Abstracts | << Back
1.
ÜREME ENDOKRİNOLOĞU GÖZÜ İLE ÇOĞUL GEBELİKLER
İbrahim Esinler, Hakan Yaralı
Pages 147 - 155
Abstract | Full Text PDF

2.
ÇOĞUL GEBELİKTE İNDİRGEME
Lütfü S. Önderoğlu, Özgür Özyüncü
Pages 156 - 160
Abstract | Full Text PDF

3.
ÇOĞUL GEBELİKLERDE YENİDOĞAN SORUNLARI
Berkan Gürakan
Pages 161 - 163
Abstract | Full Text PDF

4.YARDIMCI ÜREME TEKNİKLERİ ÖNCESİNDE ENDOSKOPİNİN YERİ
M. Bülent Tıraş, Nuray Bozkurt
Pages 164 - 171
İlk uygulama yapıldığından itibaren beri yardımcı üreme teknikleri (YÜT) kullanımı ve başarı oranları giderek artmaktadır. Gereksiz yapılacak olan invaziv girişimlerin hastaya yarar-zarar oranı ve maliyeti gözardı edilmemelidir. Diğer yandan da YÜT’nin pahalı olması, infertil hastaların zaman hassasiyeti olduğu düşünülerek eğer işlem öncesi yapılacak endoskopik işlemle YÜT’nin başarısı arttırılabilirse bu prosedürün atlanmaması gerekmektedir. Bu sunumda, YÜT öncesinde endoskopik işlemlerin yeri, hangi durumlarda yapılması gerektiği tartışılmıştır.
Usage of assisted reproductive tecnology (ART) and success rates has been increasing since when the first application is done. In these cases, the benefit/loss ratio for the patients and the cost of unnecessary invasive interference should be concerned. On
the other hand, considering the fact that ART is expensive and time is very important for infertile patients, endoscopic operations before ART should not be ignored if they can be useful for incresing the success rate. In this presentation, the role of endoscopic
operations before ART and the situations in which it should be carried out is discussed.
Abstract | Full Text PDF

5.The Effectiveness of Sublingual, Vaginal and Oral Misoprostol Administrations in Termination of Second Trimester Pregnancies.
Yusuf Öztürka, İbrahim Esinler
Pages 172 - 177
Objektif: İkinci trimester gebelik sonlandırmasında kullanılan sublingual, vajinal ve oral misoprostol uygulamalarını etkinlik ve yan etkiler açısından karşılaştırmak. Planlama: Prospektif randomize çalışma. Ortam: SSK Ankara Doğumevi ve Kadın Hastalıkları Eğitim Hastanesi Hastalar: İkinci trimesterde (12-24 gebelik haftaları) maternal ve fetal nedenlerle gebeliğin sonlandırılmasına karar verilen 90 hasta. Girişim: Randomize edilerek 90 olguya sublingual (Sublingual grup, n=30), vajinal (Vajinal grup, n=30) ve oral misoprostol (Oral grup, n=30) uygulandı. Değerlendirme parametreleri: Gebeliğin sonlanma oranı, indüksiyon ile abort arası süre, yan etkiler, hemoglobin düşme oranı,
komplet abortus oranı. SONUÇ: İlk 24 saatte başarı oranları sublingual grupta %100 (n=30), vajinal grupta %86.7 (n=26) ve oral grupta %83.3 (n=25) olarak tespit edildi (p=0.07). İlk 48 saatteki başarı oranları ise sublingual grupta %100 (n=30), vajinal grupta %96.6 (n=29) ve oral grupta %90.0 (n=27) olarak belirlendi (p>0.05). İndüksiyon uygulaması ile abortusun gerçekleşmesine kadar geçen süre sublingual grupta 491.2±177.3 dakika (aralık 130-930 dakika), vajinal grupta 702.6±368.8 dakika (aralık 195-1670 dakika) ve oral grupta ise 719.8±209.9 dakika (aralık 405-1140 dakika) olarak bulunmuştur. Sublingual yoldan uygulanan misoprostolün abort oluşturma süresi vajinal ve oral misoprostole göre anlamlı olarak daha kısadır (p<0.01). Vajinal ve oral yoldan uygulanan misoprostolün indüksiyon-abortus intervalleri ise benzerdir. Sublingual grupta ishal oranı vajinal ve oral gruba göre daha fazla olmasına karşın, diğer yan etkiler açısından benzerdir. YORUM: Sublingual misoprostol uygulaması 2. trimester gebeliklerin sonlandırılmasında vajinal ve oral uygulamalardan daha etkin olarak kullanılabilir.
OBJECTIVE: To compare the effectiveness of sublingual, vaginal and oral misoprostol administrations in termination of second trimester pregnancies. Design: A prospective randomized trial. Setting: SSK Ankara Maternity Hospital. Patients: Ninety patients with second trimester pregnancy requiring termination due to fetal or maternal causes.
Interventions: The patients were administered sublingual (n=30), vaginal (n=30) and oral misoprostol (n=30). Main outcome measures: Rate of pregnancy termination, time between induction and abortion, rate of hemoglobin decline, rate of complete abortion.
RESULTS: The rates of success in 24 hours were 100% (n=30) in sublingual group, 86.7% (n=26) in vaginal group and 83.3% (n=25) in oral group (p=0.07). The respective figures in 48 hours were 100% (n=30), 96.6% (n=29) and 90.0% (n=27) (p>0.05). The times between induction and abortion were 491.2±177.3 minutes (range 130-930 minutes) in sublingual group, 702.6±368.8 minutes (range 195-1670 minutes) in vaginal group and 719.8±209.9 minutes (range 405-1140 minutes) in oral group. The sublingual group had shorter induction-abortion time when compared to those of vaginal and oral groups (p<0.01). However, the vaginal and oral groups had comparable induction-abortion time. Although the incidence of diarrhea was higher in sublingual group, the other side effects were similar in all three groups. CONCLUSIONS: The sublingual administration of misoprostol can be used more effectively in termination of second trimester
pregnancies when compared to vaginal and oral misoprostol administration.
Abstract | Full Text PDF

6.The Effect of Placental Removal Method on Hemorrhage at Cesarean Sectio
Emel Ebru Özçimen, Ayla Üçkuyu, Işık Üstüner, Eralp Başer, Mesut Öktem
Pages 178 - 180
Objektif: Plasentanın çıkarılma yöntemlerinin sezeryan sırasındaki kanamaya etkisi.
Planlama: Başkent Üniversitesi Konya Araştırma ve Uygulama Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’ne Ağustos 2004- Haziran 2005 tarihleri arasında başvuran 167 hasta,sezeryanda plasentaların çıkarılma şekline göre manuel ve spontan çıkarılan
grup olmak üzere ikiye ayrıldı. Bu gruplar arasındaki pre ve postoperatif hemoglobin-hematokrit (Hb-Hct) değerleri karşılaştırıldı. SONUÇ: Her iki grupta demografik parametreler benzerdi. Her iki grupta giriş Hb-Hct değerleri, ameliyat sonrası Hb-Hct değerlerinin yüzde değişimlerinin farksız olduğu bulundu. YORUM: Plasentaların çıkarılma şeklinin sezeryanla doğum sırasında perioperatif kan kaybına etkisi bulunmamaktadır.
OBJECTIVE: To evaluate the method of removal placenta on obstetric bleeding during cesarean section. Study design: 167 pregnant patients who were applied to Başkent University Konya Research and Education Center between August 2004 and June 2005, were seperated into two groups according to the removal method of placenta: manually or spontaneously. Preoperative and postoperative hemoglobin and hematocrit (Hb-Hct) values were analyzed. RESULTS: The demographic parameters were similar in both groups and preoperative Hb-Hct values and the postoperative changes of percentages were also similar in two groups. CONCLUSION: The removal method of placenta at cesarean delivery does not affect the perioperative blood loss.
Abstract | Full Text PDF

7.The Effects of General and Epidural Anaesthesia in Maternal’s Stress Hormones and Blood Gases in Elective Cesarean Section
Meral Ezberci, Beyazıt Zencirci, Hafize Öksüz, Melih Atahan Güven
Pages 181 - 187
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı sezaryen olgularında, genel ve epidural anestezinin maternal stres hormonları ve kan gazları üzerine etkilerini değerlendirmektir. GEREÇ-YÖNTEM: Bu amaçla Kahramanmaraş Sütçüimam Üniversitesi Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı’nda elektif sezaryen operasyonu olması planlanan ASA II (American Society of Anesthesiology) grubuna giren 50 olgu çalışmaya dahil edilmiştir. Olgular rasgele genel anestezi ve epidural anestezi türüne göre 25 kişilik 2 gruba ayrıldı. Her iki grupta da anne stres hormonları (TSH, Kortizol, İnsülin) ve kan gazları değerlendirildi. Genel anestezi grubunda; Aritmal, Propofol ve Süksinilkolin ile anestezi indüksiyonunu takiben bebek çıkımına kadar %50 N2O + O2, bebek çıkımından sonra ise % 0.5-1 MAC İsofloran + %50 N2O + O2 ve Cisatrakuryum ile anestezi idamesi sağlandı. Epidural anestezi grubunda; L2-3 veya L3-4 intervertebral aralıktan % 0.375’lik Bupivakain ile epidural anestezi uygulandı. Duysal blok seviyesi T4-5 dermatom seviyesine ulaşınca operasyona izin verildi. Maternal stres hormonları için genel anestezi grubunda indüksiyon öncesi ve bebek çıkımından hemen sonra, epidural anestezi grubunda ise kateter takılmadan hemen önce ve bebek çıkımından hemen sonra kan örnekleri alındı. Anne kan gazlarını
değerlendirmek için de, her iki grupta bebek çıkımından hemen sonra arteryel kan alındı.
SONUÇLAR: Genel anestezi grubunda anne stres hormonlarından TSH ve İnsülin’de anlamlı düşme olmasına karşın Kortizol değerlerinde anlamsız yükselme olduğu saptandı.
Epidural anestezi grubunda ise benzer şekilde TSH ve İnsülin değerlerinde anlamlı düşme, Kortizol değerlerinde de anlamsız yükselme olduğu saptandı. Anne kan gazlarında her iki grup olgular arasında sadece pO2 ve SO2 değerlerinde anlamlı bir fark
olduğu gözlendi. Ancak bu değerler asla hipoksemi sınırlarına inmedi. SONUÇ: Bu bulgular ışığında maternal hemodinamisi, kan gazı değerleri ve stres hormonları üzerine benzer etkiye sahip olan iki anestezi yönteminin sezaryen operasyonlarında kullanılabilecek iki alternatif yöntem olduğu sonucuna varıldı.
OBJECTIVE: The aim of this study was to evaluate the effects of general and epidural anaesthesia in maternal’s stress hormones and blood gases in elective cesarean section. MATERIALS-METHODS: 50 patients in ASA II (American Society of Anesthesiology) class who would undergo elective cesarean section in University of Kahramanmaras Sutcuimam, Department of Anaesthesiology and Reanimation included in the study and
randomized into two equal groups (General anaesthesia: Group G and Epidural anaesthesia: Group E). In both groups, maternal stress hormones (TSH, cortisol, and insulin) and blood gases were studied. All patients received famotidine and granisetron iv
30 min before operations in premedication room. In the general anaesthesia group; aritmal, propofol, and succinylcholine was used for induction and muscle relaxation. Following the induction, positive pressure ventilation of the lungs was started immediately
using a 50% N2O + O2 mixture. After delivery of the baby, anaesthesia and muscle relaxation was maintained by 50% N2O +O2, 0,5-1% MAC isoflurane, and cisatracurium. In the epidural anaesthesia group; epidural anaesthesia was performed with 0,375
% bupivacaine. The epidural needle inserted through L2-3 or L3-4 interspace. After achieving T4-5 neural blockade, the operation was started. In general anaesthesia group; blood samples for maternal stres hormones were taken before induction and after
delivery of the baby. In epidural anaesthesia group; blood samples for maternal stres hormones were taken catheter placement and after delivery of the baby. Blood samples for maternal blood gases were taken after the delivery of the baby. RESULTS: In both groups; there were statistically significant decrease in maternal TSH and insulin and there were no statistically significant changes in maternal cortisol. In maternal blood gases analyses, only PO2 and SO2 changes were statistically significant between two groups. CONCLUSION: With these results, we concluded that each of the general and epidural anaesthesia techniques have similar effects on maternal hemodynamics, blood gases and stress hormones and can be acceptable alternative for elective cesarean section.
Abstract | Full Text PDF

8.Myomectomy During Cesarean Section
Mesut Öktem, Filiz Yanık, Eralp Başer, Esra Kuşçu
Pages 188 - 191
Objektif: Sezaryen esnasında myomektomi yapılan hastaların verilerinin değerlendirilmesi
Planlama: 1996–2005 yılları arasında kliniğimizde sezaryen esnasında myomektomi yapılan 34 olgunun verilerinin retrospektif olarak incelenmesi ve sonuçlarının değerlendirilmesi Ortam: Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Ankara Hastanesi Hastalar: Kliniğimizde sezaryen esnasında myomektomi uygulanan 34 hasta Girişim: Sezaryen esnasında tespit edilen ve çıkarılması planlanan myomların elektrokoter ile lineer insize edilmesi ve çıkarılması Değerlendirme parametreleri: Hasta yaşları, parite, abortus, sezaryen sırasındaki gebelik haftaları, cerrahın sezaryen esnasında saptadığı myom veya myomaların yerleşim yeri, büyüklükleri (en büyük çap cm olarak), preoperatif ve postoperatif hemoglobin(Hb)
değerleri, hemoglobin değerleri arasındaki farklar, hemoroji olup olmadığı, kan transfüzyonu gereksinimi, operasyon süresi, hastanede kalış süreleri, postoperatif ateş gelişip gelişmediği ve de myomektomi materyallerinin patolojik tanıları incelenmiştir.
SONUÇ: Otuz dört hasta çalışmaya dâhil edilmiştir. En çok çapları 3 cm’den küçük, subseröz ve sıklıkla korpus ve fundusa yerleşim gösteren myomlar gözlenmiştir. Hastaların preop. ve postop. Hb değerlerinde anlamlı istatistiksel fark görülmüştür (p<0,02). İki hastada kan transfüzyonuna gereksinim duyulmuştur. Operasyon süreleri de ortalama 59 dakika gibi uzun bir süre olarak bulunmuştur. Sıklıkla leiomyoma rapor edilmekle beraber atipi izlenmemiştir. YORUM: Deneyimli obstetrisyenlerin ellerinde sezaryen esnasında myomektomi yapılması maternal morbidite ve mortaliteyi artırmamaktadır.
OBJECTIVE: To evaluate the outcomes of myomectomy during cesarean section
Design: In this retrospective study, 34 women with myomas who underwent cesarean delivery and myomectomy in our department between 1996 and 2005 were included.
Setting: Department of Obstetrics and Gynecology, School of Medicine, Baskent University, Ankara Patients: 34 women with myomas who underwent cesarean delivery and myomectomy Interventions: Myomectomy was performed during cesarean section with electrocautery. Main Outcome Measures: Patients characteristics such as age, parity, previous abortions, and gestational age at delivery were recorded. The size and the location of myomas were obtained from the surgeon’s findings in the operative note. Preoperative and postoperative hemoglobin values, change in hemoglobin values, hemorrhage, blood transfusion, postoperative fewer, duration of operation and length of postoperative hospital stay were the main outcomes. RESULTS: Thirty-four women with myomas were included in this study and all patients underwent myomectomy during cesarean section. Myomas those usually observed were with 3 cm size, subserosal or pedinculated and fundal or corpus location. The differences between preoperative and postoperative Hb values were statistically significant (p<0,02). Only two patients had blood transfusion. The average duration of the operation was as long as 59 minutes. Leiomyoma were usually noted in definitive histopathologic examination. CONCLUSION: In conclusion according to these findings myomectomy during cesarean section can be performed without significant maternal morbidity or mortality by experienced obstetricians.
Abstract | Full Text PDF

9.Umblical Cord Prolapsus: Maternal ve Fetal Results
İbrahim Esinler, Dinara Beishenova, Deniz Akyol, Lütfü Önderoğlu
Pages 192 - 196
Objektif: Umbilikal Kord Prolapsusu (UKP) gebeliği komplike eden ve ender görülen bir obstetrik acildir. Nadir görülmesine karşın, meydana geldiğinde fetal-maternal morbidite ve mortalitede artışa neden olabilmektedir. Hızlı tanı konulması ve uygun tedavi bu oranları azaltmaktadır. Bu çalışmanın amacı UKP ile komplike olmuş doğumlara ait fetal-maternal mortalite ve morbidite oranlarının belirlenmesidir. Planlama: Retrospektif analiz.
Ortam: Hacettepe Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü. Hastalar: Hacettepe Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümünde, Ocak 1999 ile Ocak 2002 arasında gerçekleşen 2152 normal vajinal doğumda gerçekleşen toplam 13 aşikar umbilikal kord prolapsuslu olgu. Değerlendirme parametreleri: Fetal-maternal morbidite ve mortalite
SONUÇ: Üç yıllık dönemde toplam 2152 vajinal doğum içersinde 13 olguda umbilikal kord prolapsusu (UKP) tespit edildi (İnsidans %0,6). Bu olguların ortalama yaşları 30,8±6,5 (yıl), ortalama gestasyonel haftaları 36,8±3,4 (hafta), ortalama fetal doğum ağırlıkları 2986,9±775,1 (gram) olarak tespit edildi. Olguların 11’inde umbilikal kord prolapsusu artifisiyel amniyotomi sonrası gelişti. Olguların tamamında (13/13) doğum sezeryan (C/S) ile gerçekleştirildi. Olguların 3/13’ü (%13.3) gestasyonel haftaya göre 37. haftanın (preterm doğum) altında olmasına rağmen sadece bir olgu 2500 gram altındaydı. Malprezentasyon 2 olguda mevcut idi ve her ikisinde de makat prezentasyondu. Yenidoğanların ortalama 5. dakika Apgar skorları 8,4±2,5 (aralık 2-10) olarak belirlendi. Tüm olgular değerlendirildiğinde, umbilikal kord prolapsusunun tespit edilmesinden doğuma kadar geçen süre ortalama 8,3±3,1 dakika idi (aralık 5-15 dakika). Gün içersinde oluşan UKP’larında doğuma kadar geçen süre ortalama 7,1±1,4 dakika
iken bu değer akşam (saat 18.00’den sonra) ve gece saatlerinde olanlarda 12,3±3,7 dakika olarak tespit edildi. Maternal ve fetal mortalite izlenmez iken bir fetusda hipoksik ensefalopati gelişti. YORUM: Umbilikal kord prolapsuslarından tam olarak kaçınmak mümkün olmasa da, fetal-maternal mortalite ve morbiditeyi engelleyebilmek ancak yeterli alt yapı, erken tanı ve erken müdahale ile sağlanabilir.
OBJECTIVE: Umbilical cord prolapsus (UCP) is a rare emergency event that complicates pregnancy. Although it occurs rarely, the increment of maternal-fetal morbidity and mortality can be encountered in pregnancies complicated by UCP. The decrement in the rate of this complication can be obtained with early diagnosis and appropriate treatment. The aim of this study is to determine the fetal-maternal morbidity and mortality rates of pregnancies complicated with umbilical cord prolapsus. Design: Retrospective analysis.
Setting: Hacettepe University Faculty of Medicine, Department of Obstetrics and Gynecology Patients: Thirteen vaginal deliveries complicated with umbilical cord prolapsus in 2152 vaginal delivery which were performed in Hacettepe University, Department of Obstetrics and Gynecology through January 1999 to January 2002.
Main outcome measures: Fetal-maternal morbidity and mortality RESULTS: There were 13 cases complicated by UCP during this 3 years period. The total number of normal vaginal deliveries during this time interval was 2152 and the incidence of UCP was %0,6. The mean age, the mean gestational age and the mean weight of neonates were 30,8±6,5 (year), 36,8±3,4 (week) and 2986,9±775,1 (gram) respectively. The UCP was encountered after the artificial amniotomy in 11 of 13 cases. Although 3 of 13 (13.3%) cases were under 37 weeks according to gestational age, only one neonate was less than 2500 gram. The malpresentation rate was 2/13 (%15.4) (breech-breech). The mean Apgar score of neonates at 5. minutes after the delivery was 8,4±2,5 minutes (range=2-10). The mean time interval between the diagnosis of UCP and delivery of all cases was 8,3±3,1 minutes (range 5-15). While the mean time interval of cases occurred in working hours was 7,1±1,4 minutes, it was 12,3±3,7 minutes in case of that in non-working hours. There was no maternal-fetal mortality except one neonate with ischemic encephalopathy. CONCLUSION: Although the prevention of UCP may not be possible in all cases; the sufficient setup, the early diagnosis and appropriate fast treatment of UCP may decrease the fetal-maternal morbidity and mortality.
Abstract | Full Text PDF

10.Knowledge and Attitudes About Family Planning and Sexually Transmitted Diseases of First Year Medical Students
Hakan Tüzün, Fatma İlhan, Mustafa Nuri Ceyhan, Işıl Maral
Pages 197 - 203
AMAÇ: Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi I. sınıf öğrencilerinin aile planlaması ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar konusundaki bilgi ve tutumlarını saptamak amaçlanmıştır. YÖNTEM: Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı araştırma görevlileri tarafından, gözlem altında anket uygulama yöntemiyle, 167 öğrenciye uygulanmıştır. BULGULAR: Öğrenciler, aile planlaması yöntemleri hakkındaki bilgi düzeylerini % 39.8’i yeterli, % 52.4’ü az yeterli, % 7.8’i ise hiç yeterli değil olarak değerlendirmişlerdir. Aile planlaması tanımlarının %47.9’u bakabileceği kadar çocuk sahibi olma, % 24.3’ü sağlıklı çocuk edinmedir. % 98,8 ile en çok var olduğunu duydukları yöntem doğum kontrol hapı iken bunu % 97.5 ile kondom, % 76.5 ile rahim içi araç takip etmektedir. Öğrencilerin % 92.7’si aile planlaması yöntemlerinin yaygınlaştırılması desteklenmelidir; % 76.7’si liselerde cinsel konular-aile planlaması yöntemleri hakkında bilgi verilmelidir görüşünü belirtmişlerdir. % 19.6’sı cinsel yolla bulaşan hastalıklar hakkındaki bilgi düzeylerini yeterli, % 63.5’i az yeterli, % 16.9’u hiç yeterli değil olarak değerlendirmişlerdir.
SONUÇLAR: Bu çalışma tıp fakültesi birinci sınıf öğrencilerinin aile planlaması yöntemleri ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar ile ilgili bilgi ihtiyacı içinde olduğunu ortaya koymaktadır.
OBJECTIVE: The aim of this study was to asses the knowledge and attitude about family planning and sexually transmitted diseases of first year students in Gazi University Medical Faculty. METHODS: This study was conducted by public health residents of Medical Faculty. A questionnaire form was applied under observation to 167 students of Gazi University Medical Faculty. RESULTS: Self reported level of knowledge about family planning were % 39.8 sufficient, % 52.4 little sufficient, % 7.8 unsifficient. Student’s family planning definitions were % 47.9 “ to get childeren that can to take care of”, % 23.4 “ to get healthly childeren”. Most common methods that had been heared by students were oral contraceptive ( % 98.8 ), condom ( % 97.5 ), intra uterin device
( % 76.5 ). Students % 92.7 of the reported that “family planning methods to became widespreead have to be supported”, “ family planning education have to be applied in high school” (% 76.7). Self reported knowledge level about sexually transmitted diseases of the students were, % 19.6 sufficient, % 63.5 little sufficient, % 16.9 insufficient.
CONCLUSIONS: This study points the need of knowledge about family planning methods and sexually transmitted diseases for first year medical students.
Abstract | Full Text PDF

11.Health Care Personnel’s Awareness, Attitudes and İmplementations About Emergency Contraception and other Family Planning Procedures
Gül Pınar, Mesut Öktem, Lale Algıer, Nevin Doğan, Hulusi Zeyneloğlu
Pages 204 - 209
Objektif: Bu çalışmada sağlık personelinin, acil kontrasepsiyon (AK) ve diğer aile planlaması (AP) yöntemleri konusundaki bilgi, görüş ve uygulamalarının belirlenmesi ve dolayısı ile bu konudaki eğitim gereksinimlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Planlama: Verilerin, 1.2.2005-17.2.2005 tarihleri arasında anket formu yardımıyla toplanması planlanmıştır. Ortam: Çalışmanın evrenini Ankara SSK Etlik Doğumevi’nde çalışan, araştırmayı kabul eden 50 doktor ve 100 ebe/hemşire oluşturmaktadır. Girişim: Anket formunda araştırmacılar tarafından geliştirilmiş olan ve sağlık personelinin sosyodemografik özelliklerini içeren soruların yanısıra,AK ve diğer AP ile ilgili bilgi, görüş ve uygulamalarını belirlemeye yarayan sorular da yer almaktadır. Değerlendirme parametreleri: Elde edilen veriler SPSS paket programında yüzdelik hesapları ve ki-kare testinden yararlanılarak değerlendirilmiştir. SONUÇ: Bu çalışmada sağlık personelinin AP ile ilgili konularda yeterli bilgiye sahip oldukları, AK’na yönelik ise bazı bilgilere
sahip oldukları ancak, bunun yeterli olmadığı görülmüştür. YORUM: AK ve AP gibi konularda yeterli bilgisi olmayan sağlık personelinin bu açıklarının giderilmesi önemlidir. Bu konulardaki tutum ve davranış örüntülerinin geliştirilmesine yönelik bir eğitim programı sağlık personelinin yaşayacakları olası güçlüklere müdahale etmek için, bir fırsat olarak düşünülebilir.
OBJECTIVE: The purpose of this study is to determine health care personnel’s awareness, attitudes and implementations about emergency contraception and other family planning procedures Design: 50 physicians and 100 nurses, who had accepted to participate in the questionnaire, Setting: Ankara Etlik Maternity Hospital Interventions: Questionnaire was performed amoung 50 physicians and 100 nurses, who had accepted to participate. In the
questionnaire, in addition to questions developed by researchers which focus on sociodemographic backgrounds of the health care personnel, questions aiming at revealing awareness, attitudes and implementations about emergency contraception and other family planning procedures. Main outcome measures: Data were analyzed by SPSS. A x_ test was used and percent were determined. The threshold of significance was defined as p<0,05. RESULTS: Emergency contraception is a method which has to be known in detail by family planning personnel. In this study, it is observed that health care personnel’s awareness is inadequate. CONCLUSION: It is important to reveal awareness, attitudes and implementations about emergency contraception and other family
planning procedures of the health care personnel.
Abstract | Full Text PDF

12.Endometrial Hyperplasia in Asymptomatic Postmenopausal Tamoxifen-Treated Patients
Fuat Akercan, Teksin Çırpan, İsmail Mete İtil, Solmaz Yıldız
Pages 210 - 213
AMAÇ: Tamoksifen kullanan postmenopozal opere meme karsinomlu asemptomatik kadınlarda rutin taramada transvajinal ultrasonografi (TVUSG) ile endometrial kalınlaşmanın ölçümü ve probe küretaj ile de endometrial hiperplazi görülme oranlarının
tespiti. YÖNTEM: Çalışmaya Ege Üniversitesi Jinekoloji polikliniğine Ocak 2004-Ocak 2005 tarihleri arasında başvuran postmenopozda olan ve TVUSG ile tespit edilen endometrial kalınlaşma (>5 mm) nedeniyle endometrial örnekleme (probe küretaj) yapılan toplam
57 hasta dahil edildi. Çalışma, retrospektif olarak, olguların jinekoloji dosyaları taranıp klinik bilgilerine ulaşılarak yapıldı. Hastaların çalışmaya kabul kriterleri en az bir yıl amenoreik dönem, herhangi bir hormon replasman tedavisi kullanmıyor olmak, postmenopozal vajinal kanama şikayetinin bulunmamasıydı. Hastalar tamoksifen kullanan opere meme karsinomlular (n: 13) ve normal postmenopozal vakalar (n: 44) olarak iki guruba ayrıldı. SONUÇLAR: Çalışmaya dahil edilen toplam 57 hastanın yaş ortalaması 55,6 ± 7,5 idi. Hastaların 21’inde (%63,2) hipertansiyon mevcuttu. Beş (%8,8) olguda tanı konmuş diabet mevcuttu. Hastaların 13’ü (%22,8) opere meme karsinomlu ve bunların hepsi tamoksifen kullanmaktaydı. Opere meme karsinomlu grupta 1 (%7.7) olguda ve postmenopozal normal grupta 3 (%6.8) olguda endometrial hiperplazi tespit edildi, 53 olgunun (%93,0) endometrial örnekleme sonucu diğer benign patolojiler olarak geldi. YORUM: TVUSG ile endometrial kalınlığı >5 mm saptanan ve endometrial örnekleme yapılan, opere meme karsinomu öyküsü olup tamoksifen kullanan hastalarla postmenopozal normal asemptomatik olgularda, endometrial hiperplazi oranları arasında anlamlı farklılık gösterilememiştir.
OBJECTIVE: Transvaginal ultrasonographic (TVUSG) assessment of endometrial thickness and endometrial hyperplasia in asymptomatic postmenopausal breast cancer patients who received tamoxifen. METHODS: Asymptomatic postmenopausal 57 cases (> 6 months amenorrhea) who had endometrial thickness (>5 mm) in TVUSG examination in the Gynecology Clinic of Ege University between January 2004- January 2005, were included in the study. The study design was retrospective. There were no patients on hormone replacement therapy. The patients were then divided into two groups which were asymptomatic postmenopausal and asymptomatic postmenopausal breast cancer tamoxifen –treated group. RESULTS: The average age of patients were 55,6 ± 7,5 years. Hypertension was observed in 21 (63,2%) and diabetes mellitus was observed in 5 (8,8%) of the patients. Thirteen (22,8%) of the patients had breast cancer history and all of them were taking adjuvant tamoxifen therapy. Endometrial hyperplasia were seen in 4 (7,0%) of the patients and 53 cases (93,0%) had benign endometrial pathology. There were three (6.8%) endometrial hyperplasia in asymptomatic postmenopausal group and one (7.7%) in asymptomatic postmenopausal breast cancer tamoxifen –treated group. There was no significant between two groups. CONCLUSION: There was no significant difference in percent of endometrial hyperplasia between asymptomatic postmenopausal
and asymptomatic postmenopausal breast cancer tamoxifen –treated group.
Abstract | Full Text PDF

13.The Parameters Related to Polycystic Ovarian Syndrome in Epileptic Patients Under Valproate Treatment
Nilgün Cengiz, Filiz F. Yanık, Taner Özbenli, Ahmet Yılmaz, Devrim Altıntaş, Musa K. Onar
Pages 214 - 219
Objektif: Valproat (VPA) tedavisi alan epileptik olgularda polikistik over sendromuna (PKOS) ilişkin bulguları araştırmak. Planlama: Kesitsel klinik çalışma. Ortam: Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi. Hastalar: Epilepsi tedavisine yönelik olarak VPA kullanan 16 kadın hasta. Girişim: Reprodüktif öykü, boy ve ağırlık ölçümü, hormon analizi, pelvik ultrasonografi. Değerlendirme parametreleri: Menstrual düzen, vücut kütle indeksi (VKİ), erken folliküler faz serum total testosteron düzeyi ve LH/FSH oranı, açlık insülin düzeyi, ultrasonografide polikistik over (PKO) görünümü. SONUÇ: Onüç hasta jeneralize tonik-klonik nöbet (% 81,2), 3 hasta ise fokal nöbet (% 18,8) nedeniyle VPA kullanıyordu. İlaç kullanım süreleri ortalama 4,9±2,9 (2-13) yıl idi. Hastaların %37,5’inde oligomenore tarzında adet düzensizliği mevcuttu. Grubun ortalama VKİ 22,4±3,0 (17,4-27,3) kg/m2 idi. LH/FSH oranları ≥ 2 olan iki hastamız vardı (%12,5); hiperandrojenemi ise %37,5 oranında tespit edildi. İnsülin düzeyleri tüm hastalarda normal sınırlardaydı. Ultrasonografik olarak PKO görüntüsü %62,5 oranında saptandı. Toplam 16 hastamızın 7’si PKOS olarak teşhis edildi (%43,8). Korelasyon analizinde hastaların VKİ’leri,
LH/FSH oranları, total testosteron ve insülin düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı (p>0,05). YORUM: Epilepsi – VPA tedavisi – ve PKOS ilişkisi halen tartışmalı bir konudur. Büyük çoğunluğu jeneralize tonik-klonik nöbet nedeniyle takipte olan bizim hasta grubumuzda PKOS tanısı alan olgu oranımız oldukça yüksektir. Bu oranın yüksekliği, epilepsinin yanı sıra VPA kullanımıyla da ilişkili gibi gözükmektedir.
OBJECTIVE: To investigate the parameters related to polycystic ovarian syndrome (PCOS) in epileptic patients under valproate (VPA) treatment. Design: Cross-sectional clinical study. Setting: Ondokuz Mayıs University Teaching Hospital. Patients: 16 patients using VPA for epileptic disorders. Intervensions: Reproductive history, measurement of height and weight, hormone analyses, pelvic ultrasonography. Main outcome measures: Menstrual regularity, body mass index (BMI), early follicular phase serum total testosterone level and LH/FSH ratio, fasting insulin level, polycystic ovaries (PCO’s) at ultrasonography. RESULTS: Thirteen patients used VPA for generalized tonic-clonic seizures (81.2%) and 3 patients for focal seizures (18.8%). Mean duration of treatment was 4.9±2.9 (2-13) years. 37.5% of the patients had irregular menses in the pattern of oligomenorrhea. Mean BMI was 22.4±3.0 (17.4-27.3) kg/m2 in the group. Only 2 patients had an LH/FSH ratio of ≥ 2 (12.5%), and hyperandrogenemia was detected at a ratio of 37.5%. Insulin levels of all the patients were within the normal range. PCO’s were observed at ultrasonography at a ratio of 62.5%. Seven out of our 16 patients were diagnosed as PCOS (43.8%). Correlation analyses didn’t reveal any significant relation between the BMI, LH/FSH ratios, total testosteron and insulin levels of the patients (p>0,05). CONCLUSIONS: The relationship of epilepsy – VPA treatment – and PCOS is a controversial issue. PCOS is diagnosed at quite a high ratio in our patient group, which mostly consisted of the ones with generalized tonic-clonic seizures. Besides the epileptic
disorder itself, this high ratio appears to be related to the VPA treatment as well.
Abstract | Full Text PDF

14.The Effect of Metformin Therapy on Insulin Resistance in Patients with Policystic Ovary Syndrome
Ayla Üçkuyu, Emel Ebru Özçimen, Özlem Nisanoğlu, Candan Önal, Seval Akgün, Hulusi B. Zeyneloğlu
Pages 220 - 222
Objektif: Polikistik over sendromlu (PCOS) hastalarda metformin tedavisinin insulin rezistansı üzerine etkilerini obez ve obez olmayan hastalar üzerinde araştırmak.
Planlama: Kontrollü klinik çalışma. Ortam: Başkent Üniversitesi Konya Uygulama ve Araştırma Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü Konya /Türkiye Hastalar: 24 PCOS’lu hasta. Girişim: Hastalar 1.7 gr/gün p.o Metformin ile günde iki kez 16 hafta süreyle tedavi edildi. Değerlendirme Parametreleri: Tedavi öncesi ve sonrası serum glukoz ve insulin düzeylerindeki değişimler değerlendirildi. SONUÇ: Tedavi sonrasında açlık serum insulin konsanrasyonları ve HOMO-IR indeksi obez hastalarda, obez olmayanlardan daha fazla düşüş gösterdi. Obezlerde tedavi öncesi insulin düzeyleri 23.6 ± 19.6 _U/ml; tedavi sonrası 13.4± 5.8 _U/ml düzeyinde gerçekleşti p<0.05.
YORUM: 1.7 gr/gün p.o Metformin rejiminin, obez PCOS’lu hastalarda obez olmayanlara göre insulin direncini daha fazla azalttığı tespit edildi.
OBJECTIVE: To determine effect on insulin resistance of metformin therapy in obese and nonobese patients with polycystic ovary syndrome (PCOS). Design: Controlled clinical study Setting: Department of Gynecology of Baskent University Konya Hospital, Konya, Turkey Patients: Twenty-four patients with PCOS Interventions: Patients were treated with 1.7 gr/day p.o metformin for 16 weeks. Main outcome measures: Serum glucose, insulin were measured and body mass index (BMI), HOMA-IR (homeostasis model assessment insulin resistance) were calculated before and after treatment. RESULTS: Fasting serum glucose was same before and after the therapy. Before the therapy in obese patients basal fasting insulin and HOMA-IR were higher (p<0.05) than non obese ones. After the therapy, insulin concentrations HOMA-IR were decreased more in obese group than nonobese ones (p<0.05). CONCLUSIONS: Our data suggest that obese patients respond better than nonobese patients to 1.7 gr/day metformin regimen.
Abstract | Full Text PDF

15.The Prognostic Factors that Could be Effect Pregnancy Rates in Intra Uterine Insemination (IUI) Cycles
Esra Bulgan Kılıçdağ, Tayfun Bağış, Bülent Haaydardedeoğlu, Ebru Tarım, Erdoğan Aslan, Serkan Erkanlı,, Erhan Şimşek, Hulusi Zeyneloğlu
Pages 223 - 228
AMAÇ: İntrauterin inseminasyon (IUI) dünyada çok yaygın olarak kullanılan yardımla üreme tekniği olduğu halde gebelik olasılığını etkileyen sperm parametreleri konusunda kesin bir görüş birliği yoktur. Bu çalışmamızda sperm sayı, hareket ve morfolojisinin IUI sonuçlarına etkisini araştırmayı amaçladık. GEREÇ-YÖNTEM: Mart 2003- Mart 2004 yılları arasında Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümünde IUI programına alınan 183 çiftin 330 siklusu retrospektif olarak incelendi. BULGULAR: Çalışmaya alınan 183 hastanın 330 siklusunda 43 gebelik elde edildi. Çift başına gebelik oranı %23.50, siklus başına ortalama gebelik oranı %13.03 olarak bulundu. İnsemine edilen total motil sperm sayısının 10 milyon üzerinde olduğu sikluslarda gebelik oranı bu oranın 10 milyonun altında olduğu sikluslara göre anlamlı oranda yüksek bulundu (sırasıyla %15.2 ve %1.9). Bazal spermiograma göre %4’ün altında normal spermi bulunan çiftlerde gebelik oranı % 10, % 4’ün üzerinde normal spermi olanlarda ise %19.1 olarak bulundu. Bazal spermiogram değerlendirilmesinde 200 binin altında total motil normal spermi olan çiftlerde gebelik elde edilemedi. Klomifen sitrat sikluslarında hastaların birinci sikluslarında gebelik oranı %15.3, ikinci siklusta %4.55, 3. siklusta ise %5.26 olarak tespit edilirken, FSH sikluslarında ilk dört siklus için gebelik oranları sırasıyla %11.25, %14.28, %20, ve %23.07 olarak tespit edildi. SONUÇ: Bizim sonuçlarımız çiftlerin inseminasyon programına alınması için bazal spermiogramda total motil normal sperm sayısının minumum >200 bin olması ve insemine edilecek total motil sperm sayısının
>10 milyon olması gerektiğini göstermektedir. Bu değerlerin altındaki hastalarda invitro fertilizasyon programları önerilmelidir. IUI sikluslarında ovulasyon indüksiyonuna CC ile başlamak avantajlı olmakla beraber bu tedaviye iki siklustan fazla devam etmek
hasta ve zaman kaybına neden olabilir.
BACKGROUND: Although intrauterine insemination (IUI) is a widely used method of reproductive technology in the world, the influence of various sperm characteristics on the pregnancy rate is controversial. The aim of our study was to assess the influence
of number, motility and morphology of sperm on the IUI outcome. METHODS: This was retrospective study of 183 couples who underwent 330 IUI cycles in Obstetrics and Gynecology Department of Baskent University Medical Faculty between March 2003 and March 2004. RESULTS: Fortythree of 183 patients became pregnant in 330 IUI cycles, for a clinical pregnancy rate/couple and a clinical pregnancy rate/cycle, 23.5 % and 13.3% respectively. Pregnancy rates were higher in patients whose inseminated total motile sperm count was ≥ 10x106 than the patients with inseminated sperm count less than 10x106 (15.2% and 1.9%, respectively). Pregnancy rates were 10% in patients whose normal sperm morphology was less than 4% and 19.1% in patients with ≥4% normal sperm morphology. We did not achieve any pregnancy in patients who had < 200x103 total motile normal sperm at baseline spermiogram. In the Clomiphene stimulated cycles the pregnancy rate was 15.3% at the first cycle, 4.55% at second cycle and 5.26 % at the third cycle. In the FSH stimulated cycles pregnancy rate per four cycles was 11.25%, 14.28%, 20%, and 23.07%, respectively. CONCLUSION: The results of our study show that if a minimum 200x103 total motile normal sperm at baseline spermiogram and minimum >10x106 total motile sperm for insemination can be obtained IUI may be advised. If this threshold cannot be obtained, in vitro fertilization program may be recommended. In the IUI cycles, starting with CC to ovulation induction may be advantageous but to be continuing with this treatment more than two cycles may be reasonable for consuming the patient and the time.
Abstract | Full Text PDF

16.Laparoscopic Surgery for the Treatment of Ectopic Pregnancy
Hulusi B. Zeyneloğlu, Mesut Öktem, Emrah Yavuz, Esra Kuşçu
Pages 229 - 232
Objektif: Laparoskopik yaklaşımla tedavi ettiğimiz ektopik gebelik olgularımızın retrospektif olarak değerlendirilmesi Planlama: 2001–2005 yılları arasında kliniğimizde laparoskopik yaklaşımla ektopik gebelik tedavisi yapılan 43 olgunun verilerinin
retrospektif olarak incelenmesi ve sonuçlarının değerlendirilmesi Ortam: Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Ankara Hastanesi
Hastalar: Kliniğimizde laparoskopik yaklaşımla tedavisi yapılan 43 ektopik gebelik hastası
Girişim: Ektopik tanısı konulan hastaların laparoskopik cerrahi yaklaşımlarla tedavi edilmeleri Değerlendirme parametreleri: Laparoskopik yaklaşımla tedavi edilen tüm olgular yaş, parite, başvuru anında gebelik haftaları, başvuru şikâyetleri, tedavi öncesi
ve sonrası _-hCG değerleri, tedavi öncesi ve sonrası hemoglobin değerleri (Hb), transvajinal ultrasonografi bulguları, uygulanan laparoskopik yöntemler, transfüzyon yapılıp yapılmadığı, ek tedavi uygulanıp uygulanmadığı, endometrial örnekleme yapıldı ise
histopatolojik tanıları ve de postoperatif fertilite durumları açısından incelendi. SONUÇ: Çalışmaya 43 olgu dahil edilmiştir. Hastalar sıklıkla kasık ağrısı ve vajinal kanama ile başvurmuşlardır. Hastalarda TVUSG bulguları olarak sıklıkla adneksiyal kitle ve hemoperitoneum gözlenmiştir. En sık ampuller gebelik tanısı konmuştur. Hastaların
çoğuna organ koruyucu tedavi uygulanmışken, hastaların % 38’ne ise salpenjektomi uygulanmıştır. 2 hasta yeniden laparoskopiye alınırken,12 hastaya da kan transfüzyonu yapılmıştır. Hastane kayıtlarından veya telefonla ulaşılan hastaların 5’inin postoperatif
intrauterin gebeliği olduğu öğrenilmiştir. 28 hastaya endometrial örnekleme yapılmış olup, kesin histopatolojik tanıları sıklıkla desidual reaksiyon ve arias stella reaksiyonu olarak rapor edilmiştir. Hastaların tamamında 1. ayın sonunda _-hCG değerleri
normal sınırlara dönmüştü. YORUM: Özellikle genç, fertilite isteği olan, hemodinamik açıdan stabil ve de laparoskopi imkanının olduğu hallerde konservatif laparoskopik yaklaşımın ektopik gebelik tedavisinde gold standart olduğunu düşünmekteyiz.
OBJECTIVE: To evaluate the outcomes of laparoscopic surgery for the treatment of ectopic pregnancy Design: 43 women with ectopic pregnancy who underwent laparoscopic surgery in our department between 1996 and 2005 were included in this study.
Setting: Department of Obstetrics and Gynecology, School of Medicine, Baskent University, Ankara Patients: 43 women with ectopic pregnancy who underwent laparoscopic surgery Interventions: Laparoscopic surgery was performed the treatment of ectopic pregnancy Main Outcome Measures: Patients characteristics such as age, parity, gestational age at the time of diagnosis, symptoms, preoperative and postoperative serum _-hCG and hemoglobin levels, sonographic findings, type of laparoscopic surgery, blood transfusion, additional treatments, endometrial sampling and postoperative fertility status were recorded. The size and the location of myomas were obtained from the surgeon’s findings in the operative note. Preoperative and postoperative hemoglobin values, change in hemoglobin values, hemorrhage, blood transfusion, postoperative fewer, duration of operation and length of postoperative
hospital stay were the main outcomes. RESULTS: Forty-three women with ectopic pregnancy who underwent laparoscopic surgery were included in this study. Patients
were submitted usually with pelvic pain and abnormal vaginal bleeding. Adnexal mass and hemoperitoneum were seen by sonographic evaluation. Ampuller pregnancy was the most common. Most of patients had conservative surgery and 38% of patients
underwent salpingectomy. 12 patient had blood transfusion and two ones underwent re-laparoscopy. After treatment 5 intrauterine pregnancies were occurred. Endometrial samplings usually defined as decidual en Aria stella reactions. Serum _-hCG levels were
in normal range at the end of the month after the laparoscopy. CONCLUSION: In conclusion according to these findings, laparoscopic surgery remains the definitive and universal treatment for ectopic pregnancy who are hemodynamically stable and who wish to preserve their fertility.
Abstract | Full Text PDF

17.OVARIAN BURKITT’S LYMPHOMA: REPORT OF A CASE AND REVIEW OF THE LITERATURE
Teksin Çırpan, Fuat Akercan, Pınar Solmaz Yıldız, İsmail Mete İtil, Serdar Özşener, Sait Yücebilgin
Pages 233 - 235
Burkitt Lenfoma genellikle çocuklarda görülmektedir. Bazen erişkinlerde pelvik kitle olarak görülmekte, bu nedenle de pelvik kitlelerin ayırıcı tanısında akılda tutulmalıdır. Hastalığın karakteristik özellikleri iyi şekilde sorgulanmalıdır. Biz, kliniğimize karın
ve pelvik kitle tanılarıyla konsülte edilen reprodüktif çağda teşhis edilen ovaryan Burkitt Lenfoma vakasını sunmaktayız.
Burkitt’s Lymphoma mostly occurs in children. The disease sometimes can be represented as a pelvic mass in adults. Burkitt’s lymphoma should be remembered in differential diagnosis of the pelvic masses. Because of the common character of the disease, the history and symptoms of the patient should be asked carrefully. We report an ovarian Burkitt’s lymphoma of a reproductive age woman consulted to our clinic with acute abdominal pain and pelvic mass.
Abstract | Full Text PDF

18.Hysteroscopic Sterilization
Mehmet Bülent Tıraş, Nuray Bozkurt, Ercan Yılmaz, Aydan Biri
Pages 236 - 238
Objektif: Histeroskopik olarak proksimal tubal segmentlere mikro- insert yerleştirilmesi ile
gerçekleştirilen sterilizasyon işleminin iki vaka sunumu olarak tartışılması.
Planlama: Sterilizasyon isteği olan iki kadına Siloxane intratubal aygıt histeroskopi eşliğinde yerleştirildi. Ortam: Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı,Beşevler, Ankara Hastalar: Sterilizasyon istemi ile kliniğimize başvuran iki hasta seçildi. Girişim: Hastalara histeroskopik sterilizasyon işlemleri başarılı bir şekilde uygulandı.. Değerlendirme paremetreleri: Hastalarda hastanede kalış süreleri, operasyon süresi, kalıcı kontrasepsiyon sağlanması ve gelişebilecek komplikasyonlar göz önüne alındı. SONUÇ: Sterilizasyon işlemi mikro insertin bilateral tubal segmentlere histeroskopik görüntü eşliğinde başarılı bir şekilde yerleştirilmesi ile gerçekleştirildi. Operasyondan 3 ay sonra Siloxane intra tubal aygıtların çekilen radyografi ile proximal segmentlerde olduğu izlendi. YORUM: Histeroskopik sterilizasyon işlemi, kolay uygulanan ve ucuz bir yöntem olmasının yanı sıra hastalar tarafından iyi tolere edilir ve kalıcı kontrasepsiyon sağlar.
OBJECTIVE: The aim of this study is to report that micro insert is placed using a hysteroscopic approach for cannulating the fallopian tube for two attempted patients in our clinic. Design: Histeroscopically, Siloxane intratubal device were inserted to two women with Contraception desire. Setting: Gazi University Faculty of Medicine Obstetrics and Gynecology Department, Beşevler, Ankara Patients: Siloxane intratubal devices are placed bilateraly into the proximal fallopian tube lumens with hysteroscopy Intervention: Hysteroscopic sterilization procedures were managed successfully. Main outcome measures: Hospitalisation time, operation time, permenant contraception achievement and possible complications were evaluated. RESULTS: Bilateral ovabloc placement was succesful for both of the patients. This technique was carried out as an outpatient procedure. At 3 months, correct device placement was confirmed with radiographs.
CONCLUSION: Hysteroscopic sterilization is an easy and acceptable way for the patients with a little post procedure pain, effective contraception and high toleration.
Abstract | Full Text PDF

19.A Case of Truncus Arteriosus, Prenatal Diagnosis and Postnatal Evaluation
Melih Atahan Güven, Bülent Celasun
Pages 239 - 241
Konjenital kalp defektleri en sık rastlanılan majör konjenital anomali olup, canlı yenidoğanların 6-8/1000’ini etkiler. Trunkus arteriozus, konjenital kalp defektli canlı yenidoğanların %1.6’sında izlenir. Makalemizde, gebeliğin 23. haftasında, akraba evliliği
olan ve anormal dört odacık görüntüsü nedeni ile kliniğimize refere edilen ve fetal ekokardiografi ile trunkus arteriozus tanısı konan olgu sunulmaktadır.
Congenital heart defects are the commonest major anomalies in the live-newborn (6-8/1000). Truncus arteriosus is observed in %1.6 of the live-newborns with congenital heart defects. In this report we present a case detected at 23 gestation weeks. The
parents, a consangineous couple, referred to our clinic for evaluation of abnormal four chamber view of the fetal heart. A detailed fetal echocardiography revealed truncus arteriosus.
Abstract | Full Text PDF

20.CENTRAL NERVOUS SYSTEM ABNORMALİTİES DİAGNOSED BY PRENATAL SONOGRAPHY İN THE EARLY SECOND TRİMESTER
Derya Eroglu, Filiz Yanık, Hulusi B. Zeyneloglu, Mesut Oktem, Esra Kuscu
Pages 242 - 245
Ultrasonografi merkezi sinir sistemi anomalilerinin prenatal tanısı için etkin bir yöntemdir. Bu yazıda, son 6 ay içerisinde fetal sonografi ile erken ikinci trimesterde tanı konulan bir Dandy Walker malformasyonu ve bir hafif ventrikülomegali vakası sunulmaktadır.
Ultrasound is an efficient method for the prenatal diagnosis of central nervous system abnormalities. We present a case of Dandy Walker malformation and a case of mild ventriculomegaly diagnosed by fetal sonography in the early second trimester over the
past 6 months.
Abstract | Full Text PDF

21.Postpartum Incontinence in a Young Women: Report of a Case and Review of the Literatüre
Teksin Çırpan, Fuat Akercan, Levent Akman, İsmail Mete İtil, Niyazi Aşkar
Pages 246 - 248
Üriner inkontinans (Üİ), kadınlarda sık görülen ve yaşam kalitesini bozan bir hastalıktır. Üİ'ın sıklığı yaşa, pariteye, tipine göre % 8.5-38 arasında değişmektedir. Sıklıkla, ileri yaş, multiparite, obezite, normal vaginal doğum, postpartum inkontinans, geçirilmiş
cerrahi (histerektomi) Üİ için genel risk faktörleridir. Ancak bunlardan yaşlanma, vajinal doğum ve histerektomi en belirgin risk faktörleri olarak gözükmektedir. Makalemizde, 22 yaşında, ilk gebeliğinde son trimesterde inkontinans şikayetleri başlayan ve hemen postpartum dönemde yaşam kalitesini bozacak düzeyde şikayetleri artan olgumuzu sunduk.
Urinary incontinence is a common problem among women affecting life quality. The prevalence of urinary incontinence changes from 8.5 % to 38 % in respect of age, parity and type of incontinence. Generally; increasing age, multiparty, obesity, vaginal
delivery, postpartum incontinence, previous gynecologic surgery (hysterectomy) are the general risk factors for urinary incontinence. But; increasing age, vaginal delivery and hysterectomy seem to be most obvious risk factors. In this study, it is presented that,
22 years-old woman whom urinary incontinence complaints affecting life quality started in the last trimester of the first pregnancy and progressed just after postpartum period.
Abstract | Full Text PDF

22.A CASE OF SEVERE PEMPHİGOİD GESTATİONİS WİTH CENTRAL NERVOUS SYSTEM PATHOLOGY İN THE NEWBORN AND REVİEW OF THE LİTERATURE
Aydan Biri, Banu Çiftçi, Güven Günaydın, Ümit Korucuoğlu, Nuray Bozkurt, Ahmet Erdem
Pages 249 - 253
Yüksek doz kortikosteroid tedavisine rağmen, postpartum dönemde de şiddetli seyreden Pemphigoid Gestasyon (PG) olgusu sunulmuştur. Fetal sonuçlar olarak, SGA, prematür doğum ve santral sinir sistemi patolojisinin doğrulandığı neonatal konvülziyonlar
izlenmiştir. Hastalık önceden belirtildiği kadar masum mudur? Bu çalışmada bu hastalığın prognozu ve tedavisi ile ilgili literatür tartışılmıştır.
A case of severe Pemphigoid Gestationis (PG), persisted postpartum despite high-dose corticosteroid therapy was reported. Small for gestational age, premature birth, and neonatal convulsions with confirmed central nervous system pathology occurred as an
adverse fetal outcome. Is the disease as innocent as described earlier?
Abstract | Full Text PDF

23.
HABERLER

Page 254
Abstract | Full Text PDF