Volume: 43  Issue: 1 - 2013
Hide Abstracts | << Back
1.Complications Following Corneal Cross-linking Treatment in Keratectasia
Faik Oruçoğlu
Pages 1 - 6
AMAÇ: İlerleyici keratokonus ve ikincil ektazi hastalıkların tedavisinde uygulanan Ultraviyole A/riboflavinle kornea çapraz bağlama tedavisi sonrası ortaya çıkan komplikasyonların değerlendirilmesi.
GEREÇ-YÖNTEM: Klinik veya topografik olarak progresyon gösteren keratokonus ve ikincil ektazi sebebi ile çapraz bağlama tedavisi uygulanmış olgular retrospektif olarak tarandı. 2007 Şubat ve 2011 Şubat arası tedavi olanlar ve en az 1 aylık takipleri olan ve komplikasyon gelişen olgular değerlendirilmeye alındı.
BULGULAR: Toplam 8 göze ait komplikasyon verileri mevcuttu. Üç olguda çapraz bağlama tedavisi sonrası skar oluştu. Uzun dönem takibi olan bir hastanın skar görünümünde azalma görülsede tam kornea şefaflığına ulaşılamadı. Skara bağlı kornea topografisinde düzleşme görüldü. Aynı olgunun ikinci gözüne de çapraz bağlama tedavisi uygulandı ve skar gelişimi olmadı. Bir olguda tedavinin üçüncü günü yaygın kornea bulanıklığı gelişti. Takip eden günlerde bulanıklıkta azalma oldu. Bir olguda ise kısmi kornea ödemi gelişti. Ödem takip eden günler içinde kayboldu. Bir olguda tedaviyi takiben üveit gelişimi görüldü. Steroide hızlı yanıt alınan olguda tedavinin beşinci günü üveit bulgusuna rastlanılmadı. Post-LASIK ektazi gelişmiş bir olguda tedaviyi takiben derin lamellar keratit gelişti. Bir olguda epitel kapanması 14 günde gerçekleşti.

SONUÇ: Çapraz bağlama tedavisi sonrası kornea skarı, korneada bulanıklaşma ve ödem, üveit ve epitelin geç kapanması karşılaşılabilecek komplikasyonlardır. Skar şiddetinde azalma diğer karşılaşılan komplikasyonlarda ise tam düzelme görüldü.
PURPOSE: To report complications of corneal cross-linking treatment in keratoconus and secondary ectatic eyes.
METHODS: Complications following corneal cross-linking with a minumum follow up of one month have been retrospectively evaluated from February 2007 to February 2011.
RESULTS: Complication data were present in eight cases. Scar formation developed in three cases. With long term follow up scar density decreased. Keratometric flattening were observed in eyes with scar development. Crosslinking was performed for the second eye of the affected patient and no scar development was observed. Corneal clouding were observed in one patient three days after treatment. Corneal clouding was decreased in the following days. Local corneal edema was developed in one patient and improvement was achieved in the following days. Uveitis was developed in one case with total improvement after adding topical steroids. Post-LASIK ectasia eye showed deep lamellar keratitis after cross-linking.In one patient epithelization were completed in 14 days.
CONCLUSIONS: Corneal scars, corneal clouding and edema, uveitis and late epithelization are possible complications after corneal cross-linking. Scar density were decreased while other complications showed total improvement.
Abstract

2.Comparing Development of Dry Eye between Conventional Hydrogel and Silicone Hydrogel Contact Lens Users
Rukiye Aydın, Zeynep Özbek Söylemezoğlu, İsmet Durak
Pages 7 - 14
AMAÇ: Geleneksel hidrojel grubu ve silikon hidrojel grubu kontakt lens kullanıcılarında kuru göz şiddet ve düzeyinin, kuru göz anketi ve klinik testler ile karşılaştırılması
MATERYAL-METOD: Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları Anabilim Dalı, Kornea ve Kontakt Lens Birimi’ne, kontakt lens kullanımı nedeni ile başvuran 42 hasta çalışma kapsamına alındı. Birinci grup en az 1, en fazla 5 yıldır geleneksel hidrojel (GHL) grubu kontakt lens kullanıcılarından, ikinci grup en az 1, en fazla 5 yıldır silikon hidrojel (SHL) grubu kontakt lens kullanıcılarından oluşturuldu. Kontrol grubuna 20 adet daha önce hiç kontakt lens kullanım öyküsü olmayan sağlıklı bireyler dahil edildi.
Çalışmaya dahil edilen tüm hastalara kuru göz varlığı ve şiddetini kalitatif olarak gösteren Türkçe OSDI (Ocular Surface Disease Index) anketi uygulandı. Her üç grupta da gözyaşı işlevi gözyaşı kırılma zamanı ve Schirmer testi ile belirlendi.
BULGULAR: OSDI anket skorunun, geleneksel hidrojel kontakt lens ve silikon hidrojel kontakt lens kullanıcıları arasında anlamlı bir farklılık göstermediği; buna karşın her iki grubun da kontrol grubundan anlamlı olarak yüksek anket skoruna sahip olduğu görüldü.
Gözyaşı kırılma zamanı açısından, geleneksel hidrojel lens ve silikon hidrojel lens kullanıcıları arasında anlamlı bir farklılık olmadığı görüldü. Buna karşın her iki grupta da gözyaşı kırılma zamanı kontrol grubundan anlamlı olarak düşük saptandı.
Schirmer puanı açısından her üç grupta da benzer değerler elde edildi ve gruplar arasında bir farklılık saptanmadı.
SONUÇ: Sonuç olarak geleneksel hidrojel ve silikon hidrojel lens kullanımı gözyaşı kırılma zamanında kısalma oluşturarak kuru göz semptomlarına neden olmaktadır. Ancak her iki grup lens arasında kuru göz oluşturma şiddeti açısından fark saptanmamıştır.
PURPOSE: To compare the level and severity of dry eyes between the conventional hydrogel and silicone hydrogel contact lens users using dry eye questionnaires and clinical tests.
MATERIAL-METHOD: Fourty-two contact lens users who were seen at the Cornea and Contact Lens Unit, Department of Ophthalmology, Dokuz Eylül University were evaluated in this study. The first group consisted of conventional hydrogel (CHL) contact lens users for minimum one year and maximum five years. The second group consisted of silicone hydrogel (SHL) contact lens users for minimum one year and maximum 5 years. Twenty healthy individuals with no contact lens history were included in the control group.
OSDI (Ocular Surface Disease Index) questionnaire was performed to all patients. The tear function was determined by Schirmer test and tear break-up time in all three groups.
RESULTS: There was no statistically significant OSDI score differences between CHL and SHL users. Nevertheless, it was noted that OSDI score in both groups was statistically higher than the control group.
There was no statistically significant difference in tear break-up time between CHL and SHL users. On the other hand, tear break-up time was significantly lower in both groups when compared to the control group.
There was no significant difference among the groups for Schirmer scoring.
CONCLUSION: The use of conventional hydogel and silicone hydrogel lenses, causes a decline in tear break-up time causing dry eye symptoms. However, no differences were determined between CHL and SHL users with regard to the severity of dry eye symptoms.
Abstract

3.Evaluation of the effects of menstruel cycle on anterior chamber parameters as measured with Pentacam
Arzu Seyhan Karatepe, Melis Palamar Onay, Sait Eğrilmez, Ayşe Yağcı
Pages 15 - 18
Amaç: Tüm vücut üzerine etkileri olduğu bilinen endojen gonadotropik hormonların (follikül uyarıcı hormon, luteotropik hormon) ve seks steroidlerinin (progesteron, östrojen) ön segment parametreleri üzerine etkilerinin araştırılması.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya ortalama yaşları 36.5 ± 7.56 (20 – 46 arası) olan ve menstrüel siklusu 28 ± 1 gün süren 30 sağlıklı bayan dahil edilmiştir. Sikluslarının ilk gününden başlamak üzere 1, 3, 7, 12, 16, 21, 26, 28. günlerde Pentacam Scheimpflug kamera sistemi ile çekim yapılmıştır. Olguların her iki gözlerindeki merkezi kornea kalınlıkları, ön kamara derinlikleri, ön kamara hacimleri, keratometri değerleri, ön kamara açıları, pupil çapları değerlendirilmiştir. İstatistikler tekrarlayan ölçümlerin varyans analizi testi ile hesaplanmıştır.
Sonuç: Merkezi kornea kalınlığı, ön kamara hacmi, keratometri değerleri, ön kamara açısı ve pupil çapı değerlerinde günler arasında istatistiksel anlamlılık seviyesine ulaşan fark saptanmamıştır. Ön kamara derinliği ölçümleri sağ gözde 1. gün ortalama 2.72±0.44 mm iken 26. gün ortalama 2.77±0,46 mm, sol gözde 1. gün ortalama 2.74±0.42 mm iken 26. gün ortalama 2.80±0.43 mm bulunmuştur. Ön kamara derinliğindeki 1 ve 26. günler arasında izlenen bu artış istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p≤0.05).
Tartışma: Menstrüel siklusun ikinci yarısı olan luteal fazda artan progesteron ve östrojenin, ön kamarayı derinleştirici etkisi olabilir. Bu bulguların hormonal değerleri ve korelasyonlarını da değerlendiren daha ayrıntılı çalışmalarla araştırılması gereklidir.
Purpose: To evaluate the effects of endogenous gonadotrophic hormones (follicle stimulating hormone, luteotrophic hormone) and sex steroids (progesterone, estrogen) to anterior segment parameters.
Materials&Methods: Thirty healthy females who have a menstruel cycle of 28 ± 1 days and with a mean age of 36.5 ± 7.56 (range, 20 – 46) were included in the study. To start from the first day of their cycle on the 1, 3, 7, 12, 16, 21, 26, 28. days Pentacam Scheimpflug camera measurements were performed. The central corneal thickness, anterior chamber depth, anterior segment volume, keratometric values, anterior chamber angle value, pupilla diameter of both eyes were evaluated. Repeated measures analysis of variance test was used for statistical analysis.
Results: No difference that reaches statistical significance were found in the means of central corneal thickness, anterior chamber volume, keratometric values, anterior chamber angle and pupilla diameter between days. Mean anterior chamber depth measurement of the right eyes on the 1st day was 2.72±0.44 mm, whereas it was 2.77±0,46 mm on the 26th day, while mean anterior chamber depth measurement of the left eyes on the 1st day was 2.74±0.42 mm whereas it was 2.80±0.43 mm on the 26th day. This increment of anterior chamber depth value from the 1st to the 26th days was found to be statistically significant (p≤0.05).
Conclusion: Progesterone and estrogen that rises in the second half of the menstruel cycle might have a deepening effect on the anterior chamber. The evaluation of these findings with further studies that also measure and correlate with the hormonal values are needed.
Abstract

4.Systemic and ophthalmologic findings in patıents with iris coloboma
Sevda Ertekin, İdil Göksel, Nurgül Kuş, Ayşe Ayça Sarı
Pages 19 - 22
Oküler kolobom embriyonik optik yarığın kapanma defekti sonucunda oluşan nadir bir malformasyondur. İris, koroid, retina, optik sinir ve siliyer cismi tutabilir. Çalışmamıza kliniğimize başvuran ve iris kolobomu tanısı alan 10 olgunun 16 gözü dahil edilmiştir. Olguların 7’ si sporadik, 3’ü ailesel idi. Olguların birinde iris kolobomu izole iken, diğerlerinde iris kolobomuna koryoretinal kolobom eşlik etmekte idi. Yedi olguda optik disk tutulumu mevcuttu. Eşlik eden göz bulguları içinde 3 olguda tek taraflı mikroftalmi, 1 olguda tek taraflı anoftalmi, 1 olguda da tek taraflı mikrokornea saptandı. Ailesel olgularda eşlik eden şaşılık mevcuttu. Bu çalışmada iris kolobomlu olguların klinik özellikleri ile eşlik eden göz ve sistemik bulgularının sunulması planlanmıştır.
Ocular coloboma is a rare malformation resulting from defective closure of the embryonic optic fissure. It can affect iris, retina, choroid, optic disc or ciliary body. Sixteen eyes of ten patients who referred to our clinic and diagnosed as iris coloboma were included in the study. Seven cases were sporadic and three cases were familial. Isolated iris coloboma was present in only one case and chorioretinal involvement was present in all the others. Seven cases had involvement of the optic disc. Other ocular anomalies were unilateral microphtalmia in 3 cases, unilateral anophtalmia in 1 case and unilateral microcornea in one case. Strabismus was present in the familial cases. This study reviews the clinical diagnosis and accompanying ocular and systemic abnormalities.
Abstract

5.Outcomes of cataract surgery in vitrectomized eyes
Durgül Türüthan, Nilüfer Koçak, Febo, Sıtkı Eren, Süleyman Kaynak, Febo
Pages 23 - 26
Amaç: Lens korunarak pars plana vitrektomi (PPV) yapılmış ve sekonder katarakt gelişmiş gözlerde katarakt cerrahisinin ameliyat sırasında görülen komplikasyonları ve ameliyat sonrası görme keskinliği sonuçlarını değerlendirmek.
Gereç ve yöntem: PPV ameliyatı sonrası katarakt gelişen ve bu nedenle fakoemülsifikasyon ve göz içi lens (FAKO+GİL) implantasyon cerrahisi uygulanan 51 hastanın 51 gözü retrospektif olarak incelendi. FAKO+GİL cerrahisi kliniğimizde Ekim 2008 ile Mayıs 2011 tarihleri arasında yapıldı. Ameliyat sırasında görülen komplikasyonlar, ameliyat öncesi ve sonrası düzeltilmiş en iyi görme keskinliği (DEGK) sonuçları incelendi.
Bulgular: Çalışmadaki gözlerin 31’inde arka subkapsüler katarakt mevcuttu. Bu hastalara PPV’den ortalama 21,39±26,4 (6-120, medyan 10,75) ay sonra katarakt cerrahisi uygulandı. Ameliyat öncesi tüm gözlerde ortalama DEGK 1,52±0,88 logMAR, ameliyat sonrası 0,74±0,73 logMAR olarak ölçüldü. Vitrektomi cerrahisinde 25 gözde silikon tamponadı kullanıldı. Bu gözlerde ameliyat öncesi ortalama DEGK 1,95±0,91 logMAR, ameliyat sonrası 1,15±0,84 logMAR’dı. Sülfür hekzafluoride (SF6) gazı verilmiş olan 18 (%35,3) gözün ameliyat öncesi ortalama DEGK 1,17±0,47 logMAR’ken ameliyat sonrası 0,38±3,6 logMAR’dı. Ameliyat sırasında iki gözde dengesiz ön kamera derinliğiyle beraber zonuler diyaliz gelişti ve bir gözde arka kapsül açıldı. Ameliyat sonrası izlemde dört göze arka kapsüler opasite nedeniyle Nd: YAG arka kapsülotomi yapıldı.
Sonuç: Vitrektomize gözlerde ameliyat sırasında, kapsül yapısında değişiklikler zonüllerde zayıflık, lens-iris düzleminin artmış hareketliliği veya sineşiler, arka kapsülün dengesizliği ve fibrozisi, arka kapsüler plak gibi birçok iyi anlaşılmamış zorluklar olmasına rağmen bu gözlerde fakoemülsifikasyon güvenlidir ve görme keskinliğinde artış sağlanabilmektedir.
Purpose: To evaluate the intraoperative complications and postoperative visual outcomes of phacoemulsification surgery for the secondary cataract in vitrectomized eyes.
Material and methods: In this retrospective study 51 eyes of 51 patients which were previously vitrectomized had phacoemulsification and intraocular lens (PHACO+IOL) implantation surgery. PHACO+IOL surgery was performed in our clinic between October 2008 and May 2011. Intraoperative complications and postoperative best corrected visual acuity (BCVA) outcomes were analyzed.
Results: In this study, 31 out of 51 eyes had posterior subcapsular cataract. Mean 21.39±26.4 (6-120, median 10.75) months after PPV cataract surgery was applied. Preoperative mean BCVA was measured 1.52±0.88 logMAR, and 0.74±0.73 logMAR postoperatively in all eyes. In 25 eyes which had been filled with silicon oil, mean BCVA was measured 1.95±0.91 logMAR preoperatively, and 1.15±0.84 logMAR postoperatively. 18 (%35.3) eyes which had been filled with sulfur hexafluoride tamponade, mean BCVA was measured 1.17±0.47 logMAR preoperatively and 0.38±3.6 logMAR postoperatively. Peroperatuar zonular dialysis with instable deep anterior chamber occurred in two eyes and posterior capsular tear occurred in one eye. Four eyes had Nd: YAG capsulotomy due to the posterior capsular opacity during the follow-up period.
Conclusion: Despite the well-known difficulties encountered in vitrectomized eyes such as zonular weakness, increased mobility of the lens-iris diaphragm, posterior capsular instability and posterior capsular plaques, phacoemulsification in vitrectomized eyes proved to be a safe surgery and increase in visual acuity can be achieved.
Abstract

6.The involutional change of the anterior segment morphology, intraocular pressure and ocular pulse amplitude and the effect of glaucoma on this change
Ebru Cömert, Ümit Beden, Seda Kuruoğlu, Barış Sönmez, Mehtap Özarslan, Volkan Yeter, İhsan Öge
Pages 27 - 31
Amaç: Ön segment morfolojisi, göz içi basıncı ve oküler nabız basıncının involüsyonel değişimi ve glokomun bu parametreler üzerindeki etkisinin değerlendirilmesi.
Materyal ve Metod: PAAG tanısı olan 55 yaşlı hasta (1. Grup) ve glokom tanısı olmayan 51 yaşlı (2. Grup), 84 genç hasta (3. Grup) çalışmaya dâhil edildi. Hastaların ön kamara derinliği (ÖKD), ön kamara volümü (ÖKV), santral kornea kalınlık (SKK) değerleri Scheimpflug ön segment analizörüyle, göz içi basıncı (GİB) ve oküler nabız basıncı (ONB) değerleri dinamik kontür tonometresi ile değerlendirildi.
Bulgular: ÖKD (gruplar için sırası ile 2.77, 2.95, 3.37 mm) genç ve yaşlı grup arasında farklıydı ve yaşla birlikte azalmaktaydı (p: 0). ÖKV (gruplar için sırasıyla 85.05, 89.6, 127,2 mm3) genç ve yaşlı grup arasında farklıydı ve yaşla birlikte azalmaktaydı (p: 0). SKK (gruplar için sırasıyla 539.2, 539.5, 556.7 mikrometre) genç ve yaşlı grup arasında farklıydı ve yaşla birlikte azalmaktaydı. GİB’ ı ( gruplar için sırasıyla 16.4, 15.4, 14.8 mmHg) sağlıklı yaşlı bireylerde gençlere göre anlamsız derecede yüksekti. ONB ( gruplar için sırasıyla 2.5±0.8 mmHg, 2.3±0.7 mmHg, 1.9±0.8 mmHg) yaşla birlikte artmaktaydı, değişim genç ve yaşlı grup arasında anlamlıydı. Glokom tanısının yaşlı hastalar arasında herhangi bir parametre için anlamlı bir fark yaratmadığı tespit edildi.
Sonuç: Ön segment morfolojisi, göz içi basıncı ve oküler nabız basıncı yaşla birlikte değişir ve primer açık açılı glokom tanısının bu değişimde etkisi yoktur.
Purpose: To assess the involutional change of the anterior segment morphology, intraocular pressure, ocular pulse amplitude and the effect of glaucoma on these parameters
Materials and Methods: Fifty-five old patients with primer open angle glaucoma (POAG) (1. group), 51 old (2. group) and 84 young individuals (3. group) without glaucoma were included. We measured anterior chamber depth (ACD), anterior chamber volume (ACV), central corneal thickness (CCT) by Scheimpflug anterior segment analyzer. Intraocular pressure (IOP) and ocular pulse amplitude (OPA) were measured by dynamic contour tonometer. Intergroup comparisons were performed for each parameter.
Results: ACD ( 2.77, 2.95, 3.37, respectively) was different between young and old individuals which decreased with age (p: 0). ACV ( 85.05, 89.6, 127.2 mm3, respectively) was different between young and old individuals which decreased with age (p: 0). CCT (539.2, 539.5, 556.7 µm, respectively) was different between young and old individuals and decreased with age. IOP ( 16.4, 15.4, 14,8 mmHg, respectively) was insignificantly higher in old patients without glaucoma than young individuals. OPA (2.5±0.8 mmHg, 2.3±0.7 mmHg, 1.9±0.8 mmHg for three groups respectively) increased with age and the difference was significant between young and old individuals. The diagnosis of POAG did not result in a significant difference between old patients for all parameters.
Conclusion: Anterior segment morphology, IOP and OPA change with age and the diagnosis of POAG does not affect involutional changes.
Abstract

7.Prognostıc factors ın blunt eye trauma
Mustafa Kızıloğlu, Tuğba Güngör Kızıloğlu, Züleyha Yalnız Akkaya, Ayşe Burcu, Firdevs Örnek
Pages 32 - 38
AMAÇ: Künt göz travmalarında sonuç en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EDGK) üzerine etkisi olan faktörleri belirlemek.
GEREÇ ve YÖNTEM: S.B. Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Göz Kliniği Acil Bölümüne Haziran 2007- Ağustos 2008 tarihleri arasında künt göz travması ile başvuran 142 hastanın 142 gözü son ölçülen EDGK ile buna etki eden faktörler ve ortaya çıkan komplikasyonlar açısından prospektif olarak çalışmaya dahil edildi.
BULGULAR: Hastaların yaşları 3 ile 76 arasında değişmekte olup ortalama yaş 31.9 ± 17.6 yıl idi. Olguların 107’si (%75.4) erkek, 35'i (%24.6) kadındı.
Son ölçülen EDGK 120 olguda log MAR ≤ 1.00 (%84.5), 22 olguda log MAR > 1.00 ‘de (%15.5) olduğu görüldü.
Tek yönlü varyans analizine göre, son ölçülen EDGK’nin kötü seyretmesi üzerinde, ilk görme keskinliği (p=0.039), kesi büyüklüğü (p=0.029), rölatif afferent pupil defekti (RAPD) (p<0.001), etkilenen zon (p<0.001), arka segment bulgusu (p=0.001.) ve okuler travma skorunun etkisi (OTS) (p<0.001) istatistiksel olarak anlamlı bulundu.
SONUÇLAR: Künt göz yaralanması, her yaşta hasta grubunu etkileyebilen kalıcı görme azlığının önlenebilir bir sebebidir. Her hastaya sistematik ve doğru bir tedavi yaklaşımının uygulanabilmesi için son ölçülen EDGK üzerinde etkisi olan faktörlerin bilinmesi önemlidir. İlk görme keskinliği, kesi büyüklüğü, RAPD varlığı, etkilenen zon, arka segment bulgusu ve düşük OTS değeri, son ölçülen EDGK'nin kötü seyretmesi üzerinde etkisi istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur.
OBJECTIVE: To determine the factors affecting the outcome of best-corrected visual acuity in the blunt ocular trauma cases
MATERIALS and METHODS: The 142 eyes of 142 patients, who were admitted to the 2nd Eye Clinic Emergency Service of M.H. Ankara Training and Research Hospital between June 2007 and August 2008, with blunt ocular trauma were prospectively included in the study in terms of the last-measured best-corrected visual acuity, the factors affecting it, and the ensuing complications.
RESULTS: Patients ages ranged from 3 to 76 years and the mean age was 31.9 ± 17.6 years. One hundred and seven (107) of the cases (%75.4) were male and 35 (%24.6) were female.
The last-measured best corrected visual acuity was observed in 120 cases (%84.5) log MAR ≤ 1.00, 22 cases (%15.5) log MAR > 1.00.
According to the one-way analysis of variance, the effect of initial visual acuity (p = 0.039), incision size (p = 0.029), relative afferent pupillary defect (p <0.001), zone (p <0.001), posterior segment findings (p= 0.001.), and ocular trauma score effect (p <0.001) on worsening of the last-measured best-corrected visual acuity were statistically significant.
CONCLUSIONS: Blunt eye injury is a preventable cause of permanent visual loss, which can affect people of all ages. It is important to know the factors affecting the last-measured best-corrected visual acuity for the implementation of a systematic and accurate treatment approach for each patient. The effect of initial visual acuity, the size of the incision, the presence of RAPD, zone, posterior segment findings, and of a low value of the OTS on worsening of the last-measured best-corrected visual acuity were considered significant statistically.
Abstract

8.The effect of intravitreal Bevacizumab on apoptosis of rat retina cells
Özcan Kayıkçıoğlu, Seda Vatansever, İsmet Topçu, Işıl Aydemir, Tuğçe Bilecenoğlu, Fatih Kahvecioğlu, Sinan Emre
Pages 39 - 44
Amaç: Sıçan retina hücrelerinde intravitreal bevacizumabın apoptotik etkilerinin incelenmesi
Gereç ve Yöntem: Otuz altı erişkin erkek İsviçre-Albino sıçan randomize olarak iki gruba bölündü. İlk gruba 0,01ml salin içinde 0,25mg bevacizumab, ikinci gruba aynı miktar salin intravitreal olarak uygulandı. Her grup üç alt gruba ayrıldı. Hayvanlar deneyin 3, 24 ve 72inci saatlerinde feda edildi ve göz küreleri enüklee edildi. Enüklee gözler histolojik analiz, kaspaz-3, kaspaz-8, kaspaz-9, Fas/Fas L, VEGF ve VEGF reseptörleri (Flt-1, Flk-1) ve TUNEL boyama için hazırlandı.
Sonuçlar: Histolojik değerlendirme her iki grupta da retinal toksisite işaretleri göstermedi. TUNEL boyamada, TUNEL (+) hücreler tüm alt gruplarda izlendi, ancak pozitif hücre sayısı bevacizumab tedavi grubunda tedavinin 24 ve 72 inci saatlerinde istatistiksel anlamlı düzeye erişecek derecede göreceli olarak daha düşüktü (p<0,001). İmmünhistokimyasal analizler sonucunda salin ile tedavi gören alt gruplarda apoptoz indükleyen proteinlerin immünreaktivitesinin bevacizumab uygulanan gruba göre daha belirgin olduğu ortaya çıktı. VEGF immünreaktivitesi de salin uygulanan grupta belirgindi. VEGF reseptörleri için boyanma sadece Flt-1 için kontrol grubunda üçüncü saatte pozitifti.
Tartışma: Bevacizumab kontrol grubu ile karşılaştırıldığında TUNEL ve immünohistokimyasal boyamalarda kısa dönemde apoptotik indüksiyon potansiyeline sahip değildir.
Anahtar Kelimeler: Apoptozis, bevacizumab, kaspaz, VEGF
Purpose: To investigate apoptotic effects of intravitreal bevacizumab on the rat retinal cells.
Material and Method: Thirty-six male adult Swiss-albino rats were randomly divided into two groups. The first group was applied 0.25 mg bevacizumab in 0.01 ml saline, and the second group received same amount of saline intravitreally. Each group was divided into 3 subgroups. Animals were sacrificed and globes were enucleated at 3rd, 24th, and 72nd hours of the experiment. Enucleated eyes were preserved for histologic analysis, immunohistochemical analysis of caspase-3, caspase-8, caspase-9, Fas/Fas L, VEGF and VEGF receptors (Flt-1, Flk-1) and TUNEL staining.
Results: Histological evaluation showed no sign of retinal toxicity in both groups. In TUNEL staining, TUNEL(+) cells were detected in all subgroups, but the number of positive cells was relatively lower in bevacizumab treatment group that reached statistically significant level at 24 and 72 hours of treatment (p<0.001). Immunohistochemical analysis revealed that in saline treated subgroups immunoreactivity was more pronounced for all apoptosis induction proteins compared to bevacizumab treated group. Also immunoreactivity of VEGF was prominent in saline treated group. For VEGF receptors, staining was only positive for Flt-1 at 3rd hour in the control group.
Discussion: Bevacizumab did not have apoptotic induction potential compared to control group that was documented with TUNEL and immunohistochemical stainings in short term.
Key words: Apoptosis, bevacizumab, caspase, VEGF
Abstract

9.Investigation of the Pupil Diameter Differences in Anisometropic Amblyopia
Sücattin İlker Kocamış, Hasan Basri Çakmak, Nurullah Çağıl
Pages 45 - 50
Amaç
Anisometropik ambliyopide ambliyop ve sağlam gözler arasındaki pupil çap farkını çalışmak.
Gereç ve Yöntem
Bu çalışma 412 ekzimer lazer ile refraktif cerrahi adayının medikal kayıtlarıyla gerçekleştirildi. Anizometropik ambliyopili 69 (21 erkek ve 48 kadın) hasta çalışma kapsamına alındı. Vakaların ortalama yaşı 33.07±9.07 idi. Pupil çapı ölçümleri oküler wavefront analizörüyle yapıldı. Ambliyopik ve sağlam gözler; pupil çapı, sferik refraksiyon kusuru, astigmatizma miktarı, sferik ekuvalan ve Snellen eşelindeki en iyi düzeltilmiş görme keskinlikleri yönünden karşılaştırıldı. Ayrıca seçilen değişkenler arasında korelasyon katsayıları ve bunların önemliliğini bulmak için korelasyon analizleri yapıldı.
Bulgular
Ortalama pupil çapı ambliyop gözlerde 5.95±0.90 mm; sağlam gözlerde ise 6.15±0.90 mm idi. Ambliyopik ve sağlam gözler arasındaki ortalama pupil çap farkı istatistiki olarak anlamlıydı (p=0.01). Ambliyopik gözlerde ortalama sferik kırma kusuru (-2.96±6.21 D), ortalama astigmatik kırma kusuru (-2.87±1.80 D), ortalama en iyi görme keskinliği (0.44±0.19) ve ortalama sferik ekuvalan değerleri (-4.40 ±2.92 D) sağlam gözlere gore istatistiki olarak farklıydı (p=0.01). Ek olarak analizler; anizokorinin büyüklüğü ile anizometropinin büyüklüğü arasındaki ve anizokorinin büyüklüğü ve ambliyopinin derinliği arasındaki ilişkinin istatistiki olarak anlamsız olduğunu gösterdi.
Sonuç
Bu çalışma anizokori ve ambliyopi arasında bir ilişki olduğunu gösterir. Böyle bir ilişkinin varlığı hem ambliyopiyi erken teşhis etmeye hem de ambliyopinin patofizyolojisindeki gizli süreçleri açığa çıkarmaya yardımcı olur.
Purpose
To study pupil diameter differences between amblyopic and fellow eyes in anisometropic amblyopia.
Material and Methods
This study was carried out from medical records of 412 candidates of refractive surgery with excimer laser. 69 patients (21 males and 48 females) with anisometropic amblyopia were enrolled in this study. Mean age of subjects was 33.07±9.07 years.
Pupil size measurements were performed with a ocular wavefront analyzer.
Amblyopic eyes and fellow eyes were compared with regard to pupil diameter, spherical refractive error, magnitude of astigmatism, spherical equivalent and best corrected visual acuity on Snellen chart. Also correlation analyses were performed to determine correlation coefficients and their significance between selected variables.
Results
Mean pupil diameter was 5.95±0.90 mm in amblyopic eyes and 6.15±0.90 mm in fellow eyes. Difference in mean pupil diameter between amblyopic and fellow eyes was statistically significant (p=0.01). In amblyopic eyes, mean spherical refractive error (-2.96±6.21 D), mean astigmatic refractive error (-2.87±1.80 D), mean BCVA (0.44±0.19) and mean spherical equivalent (-4.40 ±2.92 D) were statistically different than fellow eyes. (p=0.01) In addition, the analyses showed that the correlations between the magnitude of anisocoria and anisometropia, and between the magnitude of anisocoria and the depth of amblyopia were statistically insignificant.
Conclusion
This study shows a relationship between anisocoria and amblyopia. The existence of such relationship helps both to diagnose amblyopia earlier and to unveil some hidden process in the pathophysiology of amblyopia.
Abstract

10.Pars Plana Vitrectomy in Treatment of Lens Injury
Remzi Avcı, Sami Yılmaz
Pages 51 - 54
Travmalara bağlı lens hasarı, kapsül bütünlüğünün bozulması, katarakt,
lens subluksasyonu veya lens luksasyonu şeklinde görülebilir. Ek olarak psödofakik olgularda travmaya bağlı lens subluksasyonu ve lens luksasyonu oluşabilir. Travmalara bağlı lens hasarı tedavisinde korneal, skleral veya sklero-korneal fakoemülsifikasyon cerrahisi, pars plana vitrektomi, pars plana vitrektomi ile fakofragmantasyon veya pars plana vitrektomi ile korneal kesiden çıkarma teknikleri
kullanılır. Cerrahi sırasında intraoküler lens, kapsül içine, sulkusa veya ön
kamaraya yerleştirilebilir. Duruma göre skleral fiksasyonlu lensler
veya iris kıskaçlı lensler de tercih edilebilir. Günümüzde bu tür
hastaların rehabilitasyonu, vitreoretinal cerrahi ve katarakt cerrahisi tekniklerindeki gelişmeler ile ve günümüzün teknolojik düzeyi ile ciddi bir sorun olmaktan çıkmıştır.
Lens injury due to traumas may present as loss of capsule integrity,
cataract, lens subluxation or lens luxation. In addition, lens subluxation and lens luxation may occur in pseudophakic patients due to trauma. Clear corneal, scleral or sclero-corneal phacoemulsification surgery, pars plana vitrectomy,
pars plana vitrectomy with phaco- fragmentation or pars plana
vitrectomy with removal through corneal incision techniques are used
in the treatment of lens injury due to traumas. Intraocular lens
can be implanted in the bag, sulcus or anterior chamber during the
surgery. Depending on the circumstances, scleral fixated intraocular
lenses or iris-claw lenses may also be preferred. Rehabilitation of
such patients are not of a great concern today, with the advanced
level of vitreoretinal surgery and cataract surgery techniques and
with the current state of technology.
Abstract

11.Wound dehiscence and iris prolapse through side-port incision 5 years after phacoemulsification surgery: Case report
Volkan Hürmeriç, Osman Melih Ceylan, Umut Karaca, Fazıl Cuneyt Erdurman
Pages 55 - 56
65 yaşında erkek hasta sağ gözündeki kızarıklık nedeniyle kliniğimize başvurdu. Hasta 10 gün önce gözüne künt travmaya maruz kalmıştı ve 5 yıl önce her iki gözünden fakoemülsifikasyon cerrahisi geçirmişti. Yapılan muayenede sağ gözde daha önceki ameliyatta hazırlanan yan kesiden iris prolapsusu olduğu gözlemlendi. Hastaya acil olarak kesi ve iris tamiri uygulandı. Sunduğumuz olgu katarakt cerrahisinde kullanılan küçük kesi kornea insizyonlarının, hatta yan kesilerin bile geç dönemde travma ile açılabileceğini göstermektedir. Yaptığımız araştırmaya göre ameliyattan sonra geç dönemde yan kesiden iris prolapsusu daha önce bildirilmemişti. İleride kullanıma girecek olan femtosaniye katarakt sistemleri ile yapılabilen alternatif kornea kesi şekillilerinin bu tip komplikasyonların oluşma riskini azaltacağına inanıyoruz.
A 65-year-old man was referred to our institution for the evaluation of redness in the right eye. The patient sustained a blunt trauma 10 days previously and had a history of bilateral phacoemulsification performed 5 years earlier. His examination revealed iris prolapse through the side port incision in the right eye. The patient underwent wound and iris repair. Our case report demonstrates that small sized clear corneal incisions used in cataract surgery have the risk to develop late traumatic wound dehiscence. To the best of our knowledge late iris prolapse from a side port incision have not been reported before. We believe that advanced corneal incision configurations with femtosecond cataract systems may decrease the risk of similar complications in the future.
Abstract

12.Prostaglandin-associated periorbitopathy: case report and reminding of fundamental physiopathology
Murat Küçükevcilioğlu, Atilla Bayer
Pages 57 - 60
Prostaglandin analogları latanoprost, travoprost ve prostamidlerden bimatoprost etkin göz içi basıncı düşüşü sağlamaları ile glokom pratiğinde sıkça kullanılmaktadır. Tedaviye bağlı trikomegali, perioküler pigmentasyon artışı ve tüylenme artışı iyi bilinen perioküler değişikliklerdir. Ancak son yıllarda üst kapak sulkusunda derinleşme, pitozis, enoftalmus, dermatoşaloziste gerileme ve alt kapak lateral orbital yağ pake prolapsusunda azalma ile karakterize yeni bir yan etki olan prostaglandin ilişkili periorbitopati tarif edilmiştir. Bu olgu sunumunda yerli literatürde hiç değinilmemiş olan bu nadir yan etkiyi bimatoprost ve travoprost tedavisi alan 3 olguda bildirmeyi ve ilgili temel fizyopatolojiyi hatırlatmayı istedik.
Prostaglanin analogues, latanoprost and travoprost, and one of the prostamides bimatoprost are widely used in glaucoma practice with their efficacious intraocular pressure lowering effect. Tretment related trichomegaly, increase in periocular pigmentation and adnexal hair growth are well known periocular changes. But recently a new and infrequent side effect called prostaglandin-associated periorbitopathy characterized by deepening of upper lid sulcus, ptosis, enophthalmus, regression in dermatochalasis and lower lid lateral orbital fat pad prolapsus has been determined. In this case report we wanted to present this rare side effect in three glaucoma patients who received bimatoprost and travoprost, and to remind related fundamental physiopathology.
Abstract

13.Treatment Approach For Small Inadvertent Crystalline Lens Anterior Capsule Injury During Iridodialysis Repair Surgery
Gökçen Gökçe, Volkan Hürmeriç, Osman Melih Ceylan, Fazıl Cüneyt Erdurman
Pages 61 - 63
22 yaşında erkek hasta ışık hassasiyeti nedeniyle kliniğimize başvurdu. Beş yıl önce gelişen künt travma nedeniyle iridodiyaliz bulunduğu belirlendi. İridodiyaliz tashih ameliyatı sırasında 19 gauge yan girişten sokulan 10-0 prolen sütür(PC-9)’ün iğnesi kendi ağırlığı ile aşağı dönerek lens ön kapsülünü perfore etti. Postoperatif takipte lenste görme seviyesini etkileyen bir opasite gelişmediği belirlendi. Olgumuz ön kapsül hasarının küçük olduğu olgularda lens aspirasyonu için acele edilmemesi gerektiğini göstermektedir.
22-year-old man presented to our ophthalmology department with photophobia. On ophthalmic examination, iridodialysis secondary to blunt trauma that occured 5 years ago was diagnosed. During iridodialysis repair surgery, long curved double-armed needle of 10-0 polypropylene suture (PC-9) that inserted into the 19 gauge side port turned down inadvertantly by its own weight, resulting in crystalline lens anterior capsule perforation. Postoperative clinical observation revealed no lens opacification affecting visual acuity. This case report showed that lens aspiration surgery should be postponed if the capsule injury is small.
Abstract

14.Bilateral Adie’s Tonic Pupil
Berker Bakbak, Bengü Köktekir Ekinci, Şansal Gedik, Kamil Yavuzer, Banu Turgut Öztürk
Pages 64 - 66
Işığa hassasiyet ve okumada zorlanma şikayeti ile başvuran 37 yaşındaki erkek hastada bilateral, geniş, ışığa yanıt vermeyen ancak yakına bakışta küçülen pupilla saptandı. Nörolojik, radyolojik ve laboratuar değerlendirmelerin ardından hastaya bilateral tonik pupilla tanısı kondu. Tonik pupilla, ışık-yakın disosiyasyonu saptanan gözlerde ayırıcı tanıda düşünülmesi gereken bir durumdur. Bu olgu raporunda ender rastlanılan bilateral tonik pupilla ve bu klinik tablonun oluşum mekanizması tartışıldı.
Thirty-seven-year old male patient applied with the complaint of photophobia and having difficulties in reading. Both pupils were found to be dilated and unreactive to light, but responsive to accommodation. The case was diagnosed with bilateral tonic pupil following neurological, radiological and laboratory evaluations. Tonic pupil should be kept in mind in eyes with light-near dissociation. In this case report, bilateral tonic pupils and the possible mechanism which may cause this disorder were discussed.
Abstract

15.Iris Metastasis from Small Cell Lung Cancer
Samuray Tuncer, Dilbade Yıldız Ekinci, Emin Darendeliler, Pınar Fırat
Pages 67 - 69
Uvea metastazı erişkinlerde en sık görülen habis göz içi tümörüdür. Uvea dokuları içerisinde sıklık sırasına göre koroid, iris ve siliyer cisim etkilenir. Bu çalışmada, küçük hücreli akciğer kanserine bağlı gelişen iris metastazı bulunan bir olgunun klinikopatolojik özellikleri ve tedaviye yanıtı değerlendirilmektedir. 60 yaşında erkek hasta 4 aydan beri sağ gözde kızarıklık ve sulanma şikayeti ile başvurdu. Anamnezinde yaklaşık bir yıl önce saptanmış olan küçük hücreli akciğer kanseri öyküsü mevcuttu. Bu nedenle sistemik kemoterapi, lokal radyoterapi ve profilaktik kranyal radyoterapi uygulanmıştı. Oftalmolojik muayenede sağ gözde iris üzerinde amelanotik, sarı-beyaz renkli nodüler kitle saptandı. Küçük hücreli akciğer kanserine bağlı iris metastazı ön tanısıyla lokal anestezi altında iristeki kitleden 27G iğne ile ince iğne aspirasyon biyopsisi yapıldı. Sitolojik inceleme iriste küçük hücreli karsinom metastazı ile uyumluydu. Sağ göz ön alandan (4x3 cm) 7Mev lineer akselaratör ile toplam 3000 cGy (15 fraksiyon) radyoterapi uygulandı. Tedaviden bir ay sonra tümörde tam atrofi sağlandı ve 7 aylık takip süresince tümörde nüks görülmedi. Küçük hücreli akciğer kanserine bağlı iris metastazları nadir görülür. İnce iğne aspirasyon biyopsisi kesin tanı için gereklidir. Lokal radyoterapi ile tümör kontrolünde başarılı sonuç elde edilebilir.
Uveal metastasis is the most common intraocular malignancy. In order of frequency, it affects choroid, iris, and ciliary body. We report herein the clinicopathologic features and response to therapy in a patient with iris metastasis from a small-cell lung cancer. A 60-year-old male presented with redness and epiphora in his right eye for 4 months. His medical history revealed the presence of a small-cell lung cancer that was detected almost a year ago. He had underwent systemic chemotherapy, local radiotherapy, and prophylactic cranial radiotherapy. The ophthalmological examination revealed amelanotic, yellow-white nodular mass in the iris stroma in his right eye. 27G fine needle aspiration biopsy was performed under local anesthesia with the primary diagnosis of a metastatic iris tumor. Cytologic analysis was consistent with metastatic iris carcinoma from small-cell lung cancer. He subsequently received a total of 3000 cGy (in 15 fractions) radiotherapy from frontal field (4x3 cm) with a 7Mev linear accelerator. The tumor regressed completely one month after therapy and did not recur after 7 months of follow-up. Metastatic iris tumors from small-cell lung cancer are quite rare. Fine needle aspiration biopsy is required for the final diagnosis. Local radiotherapy is usually effective in controlling these tumors.
Abstract

16.A case of Biateral Extensive Persistent Pupillary Membranes with Amblyopia and Cataract
Sibel Kocabeyoğlu, Hande Taylan Şekeroğlu, Özlem Dikmetaş, Mehmet Cem Mocan
Pages 70 - 72
Persistan pupiller membran ön tunica vasculosa lentisin konjenital kalıntısını temsil eder. Diğer oküler patolojiler ile birliktelik gösterebilir. Bu membranlar deprivasyon ambliyopisi ve belirgin anisometropik ambliyopiye yol açabilmektedirler. Tedavi seçenekleri hastanın yaşı ve membranın özelliklerine göre değerlendirilir. Bu yazıda 21 yaşında bilateral persistan pupiller membran, ambliyopi ve kataraktı olan bir kadın hasta sunmaktayız.
Persistent pupillary membrane represents a congenital remnant of the anterior tunica vasculosa lentis. It can be associated with other ocular pathologies. These membranes can cause deprivation or anisometropic amblyopia. The choice of treatment depends on the patient’s age and the characteristics of the membranes. In this paper, we report the findings of a 21-year old female with bilateral persistent pupillary membranes, amblyopia and cataract.
Abstract