Cilt: 29  Sayı: 1 - Nisan 2023
Özetleri Gizle | << Geri
DERLEME
1.
Osteoporoz Epigenetiği
Epigenetics of Osteoporosis
Şengül Tural, Esra Tekcan, Ercan Tural
Sayfalar 1 - 9
Osteoporoz, düşük kemik kütlesi ve kemik dokusunun mikromimarisinin bozulması, bunun sonucunda kemik kırılganlığında ve kırılma eğiliminde artış ile karakterize sistemik bir hastalıktır. Prenatal dönem dahil olmak üzere yaşamın erken dönemindeki çevresel faktörler, yaşamın sonraki dönemlerinde kemik kütlesini ve dolayısıyla osteoporoz riskini etkileyebilir. Epigenetik esas olarak transkripsiyon sonrası düzenleyici bir rol oynar ve biyolojik sinyal düzenleyici yolakta önemli işlevlere sahiptir. Epigenetik mekanizmalar, kemik oluşumu ve kemik erimesinden sorumlu olan kemik hücrelerinin, osteoblastların ve osteoklastların farklılaşmasında önemli rol oynar. Birkaç çalışma, osteoporozlu hastalarda bazı farklı şekilde metillenmiş genler göstermiştir. Anormal epigenetik düzenleme, osteoporoz gibi bir dizi kemik metabolizması ile ilgili hastalığa yol açabilir. Bunlar, osteoblast farklılaşmasının önemli bir düzenleyicisi olan Wnt yoluna ait genleri ve iskeletin gelişiminde rol oynayan diğer genleri içerir. Benzer şekilde, bu hastalarda bazı miRNA'lar farklı şekilde eksprese edilebilir. Ancak, bu sonuçların diğer kohortlarda tekrarlanması önerilmektedir. Genomdan farklı olarak, epigenom hücreye özgüdür ve yaşlanma ve çevresel faktörlerle değişir. Bu nedenle, epigenetik epidemiyoloji çalışmalarının tasarımı ve yorumlanması bir takım pratik zorluklar doğurmaktadır. Epigenetik mekanizmalar, kemik oluşumu ve kemik erimesinden sorumlu olan kemik hücrelerinin, osteoblastların ve osteoklastların farklılaşmasında önemli rol oynamaktadır.
Osteoporosis is a systemic disease characterized by low bone mass and deterioration of the microarchitecture of bone tissue, resulting in increased bone fragility and fracture tendency. Environmental factors early in life, including the prenatal period, can affect bone mass later in life and thus the risk of osteoporosis. Epigenetics mainly plays a post-transcriptional regulatory role and has important functions in the biological signal-regulatory pathway. Epigenetic mechanisms play an important role in the differentiation of bone cells, osteoblasts and osteoclasts, which are responsible for bone formation and bone resorption. Several studies have shown some differentially methylated genes in patients with osteoporosis. Abnormal epigenetic regulation can lead to a number of bone metabolism-related diseases such as osteoporosis. These include genes for the Wnt pathway, an important regulator of osteoblast differentiation, and other genes involved in skeletal development. Similarly, some miRNAs may be differentially expressed in these patients. However, it is recommended that these results should be replicated in other cohorts. Unlike the genome, the epigenome is cell specific and changes with aging and environmental factors. Therefore, the design and interpretation of epigenetic epidemiology studies poses a number of practical challenges. Epigenetic mechanisms play an important role in the differentiation of bone cells, osteoblasts and osteoclasts, which are responsible for bone formation and bone resorption.
Makale Özeti

ARAŞTIRMA
2.
Fibromiyalji sendromlu kadın hastalarda nöropatik ağrı üzerine obezitenin etkisi
The effect of obesity on neuropathic pain in female patients with fibromyalgia syndrome.
Meltem Yener Mankır, Özge Ardıçoğlu, Berat Meryem Alkan, Fatma Fidan
Sayfalar 10 - 16
Giriş: Bu çalışmada fibromiyalji sendromlu(FMS) kadın hastalarda nöropatik ağrının değerlendirilmesi ve obezitenin fibromiyalji semptomları, yaşam kalitesi ve nöropatik ağrı üzerine etkisinin değerlendirilmesi amaçlandı.
Metod: 40 normal kilolu ve 40 obez fibromiyalji sendromlu kadın hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların tümü ACR 1990 VE 2010 ACR sınıflama kriterlerini karşılıyordu. LANSS( Leeds asseessment of neuropathic symptoms and signs) ve DN4(Douleur neuropathique 4 questions) skalaları hastalarda nöropatik ağrı değerlendirmesi için kullanıldı. FIQ(Fibromyalgia impact questionnaire) skalası hastaların sağlık durumu değerlendirmeleri için kullanıldı.
Bulgular: Nöropatik ağrı LANSS skalasına göre %56,3, DN4 skalasına göre %78 hastada saptandı. Nöropatik ağrı oranı normal kilolu FMS lu grupta %42,5, obez FMS'lu grupta %70 oranındaydı ve obez grupta istatiksel olarak anlamlı olarak daha yüksekti. FIQ skorları ile yaşam kalitesi skorları açısından iki grup arasında anlamlı farklı saptanmadı.
Sonuç: Nöropatik ağrı obez kadın FMS hastalarında normal kilolu kadın FMS hastalarına göre anlamlı daha yüksek çıkmıştır. Bu nedenle FMS'lu kadın hastalarda obez olanlarda nöropatik ağrı açısından daha dikkatli olunmalıdır.
Objectives: In this study, it was aimed to evaluate neuropathic pain in women with Fibromyalgia syndrome (FMS) and evaluate the effects of obesity on neuropathic pain, fibromyalgia symptoms and quality of life.
Methods: Fourty normal weight and 40 obese female FMS patients were included in this study. Patients met all of the American Collage of Rheumatology(ACR) 1990 and 2010 classification criteria. Leeds asseessment of neuropathic symptoms and signs(LANSS) scale and Douleur neuropathique 4 questions(DN4) scale was used to asses the neuropathic pain of patiens. Fibromyalgia impact questionnaire(FIQ) was used to asses the health status of patients.
Results: Neuropathic pain was detected in 56,3% of patients according to the LANSS scale and 78% of patients according to the DN4 scale. Using to the LANSS scale, neuropathic pain is present 42,5% in normal weight group and 70% in obese group and it was significantly higher in obese FMS group. No statistically significant differences were detected between the two groups in terms of quality of life scores with FIQ scale.
Conclusion: Neuropathic pain is high in female patients with FMS. Neuropathic pain was significantly higher in obese group. Therefore, more attention should be paid to neuropathic pain in obese female patients with FMS.
Makale Özeti

3.
Şırnak İlinde D Vitamini Seviyesinin Yaş, Cinsiyet ve Mevsimlere Göre Değişimi
Change Of Vitamin D Levels According To Age, Gender And Seasons In Şırnak Province
Veysel Tahiroğlu, Naci Ömer Alayunt
Sayfalar 17 - 21
Amaç: Bu çalışma, 2021 yılında Türkiye'nin en sıcak ilçesi olan Cizre Devlet Hastanesine başvuran hastaların D vitamini düzeylerini inceleyerek mevsim, yaş ve cinsiyete göre 25-hidroksi vitamin D [25(OH)D] profilini belirlemeyi amaçlamaktadır.
Gereç ve Yöntem: Cizre Devlet Hastanesi'ne başvuran 13.387 hasta çalışmaya dahil edilmiştir ve [25(OH)D] düzeyleri retrospektif olarak incelenmiştir. Çalışmada [25(OH)D] düzeyleri, hastaların yaş, cinsiyet ve mevsimlerdeki farklılık durumlarına göre değerlendirilmiştir. [25(OH)D] düzeyinin serumdaki düzeyleri <12 ng/mL olduğu durumlar ciddi eksiklik, 12-20 ng/mL olduğu durumlar hafif-orta düzeyde eksiklik, 21-30 ng/mL olduğu durumlar yetersizlik, >30 ng/mL olduğu durumlar ise yeterlilik olarak kabul edilmiştir.
Bulgular: Çalışmada 9800 kadın ve 3587 erkeğe ait bulgular değerlendirilmiştir. Kadınlarda [25 (OH)D] serum düzeyi ortalaması 12.31±0.08 ng/ml, erkeklerde 17.58±0.15 ng/ml olarak tespit edilmiştir. D vitamini düzeyleri, yaş grupları arasında hem kadın hem de erkek hastalarda istatistiksel olarak anlamlılık göstermiştir (p<0.01). Hem kadınlarda hem erkeklerde [25 (OH)D] düzeyleri kış mevsiminde en düşük, yaz mevsiminde en yüksek düzeyde bulunup, mevsimler arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edilmiştir (p<0.01). 0-15 yaş arası hastalarda (n=3.219) ortalama [25 (OH)D] düzeyi 18.51±0.17 ng/mL, 16-30 yaş arası hastalarda (n=4.093) 11.86±0.12 ng/mL, 31-45 yaş arası hastalarda (n=3.008) 12.12±0.14 ng/mL, 46-60 yaş arası hastalarda (n=1.817) 12.39±0.18 ng/mL ve 61-75 yaş arası hastalarda (n= 962) 13.40±0.28ng/ mL bulunmuştur.
Sonuçlar: Bu çalışmada Cizre Devlet Hastanesine başvuran hastalarda çok ciddi D vitamini yetersizliği tespit edilmiştir. Düşük D vitamini seviyelerinin, kışın güneş ışığının yetersizliği sonucunda hemen hemen hiç D vitamini sentezinin olmaması, bölgenin kapalı giyinme alışkanlıkları veya D vitamininden yetersiz yiyecekler ile ilişkili olabileceği düşünülmektedir. Bu çalışma sonucunda, destek tedaviye olan ihtiyaç daha fazla önem kazanmaktadır.
Objective: This study aims to determine the 25-hydroxy vitamin D [25(OH)D] profile according to season, age and gender by examining the vitamin D levels of the patients who applied to Cizre State Hospital, which is the warmest district of Turkey, in 2021.
Materials and Methods: 13,387 patients admitted to Cizre State Hospital were included in the study and their [25(OH)D] levels were analyzed retrospectively. In the study, [25(OH)D] levels were evaluated according to the age, gender and seasonal differences of the patients. [25(OH)D] levels in serum are <12 ng/mL, severe deficiency, 12-20 ng/mL mild-moderate deficiency, 21-30 ng/mL insufficient, >30 ng/mL conditions were accepted as qualifications.
Results: The findings of 9800 women and 3587 men were evaluated in the study. The mean serum level of [25 (OH)D] was 12.31±0.08 ng/ml in women and 17.58±0.15 ng/ml in men. Vitamin D levels were statistically significant in both male and female patients between age groups (p<0.01). [25 (OH)D] levels in both women and men were found to be lowest in winter and highest in summer, and statistically significant differences were found between seasons (p<0.01).The mean [25 (OH)D] level was 18.51±0.17 ng/mL in patients aged 0-15 years (n=3.219), 11.86±0.12 ng/mL in patients aged 16-30 years (n=4.093), between 31-45 years old 12.12±0.14 ng/mL in patients (n=3.008), 12.39±0.18 ng/mL in patients aged 46-60 years (n=1.817), and 13.40±0.28ng/mL in patients aged 61-75 years (n= 962)
Conclusion: In this study, very serious vitamin D deficiency was detected in patients admitted to Cizre State Hospital.
It is thought that low vitamin D levels may be related to the absence of vitamin D synthesis as a result of insufficient sunlight in winter, the closed dressing habits of the region, or foods deficient in vitamin D. As a result of this study, the need for supportive treatment gains more importance.
Makale Özeti

4.
Postmenopozal Türk Kadınlarında PPAR-α Gen Polimorfizminin (rs4253778) Osteoporoz ile İlişkisi
Association of PPAR-α Gene Polymorphism (rs4253778) with Osteoporosis in Postmenopausal Turkish Women
Şengül Tural, Amir Saghafian, Gamze Alaylı, Ercan Tural, Esra Tekcan
Sayfalar 22 - 26
Amaç: Osteoporoz, kemik mineral yoğunluğunun azalması ve kemik dokusunun mikro yapısının bozulması ile karakterize multifaktöriyel bir hastalıktır. Kemik kütlesini etkileyen çeşitli aday genlerin varlığı bildirilmiştir. Bu çalışmada PPAR-α geni intron 7 G>C (rs4253778) polimorfizmi ile osteoporoz arasındaki ilişkiyi incelemeyi amaçladık.
Yöntemler: Çalışmaya çoğunlukla Orta Karadeniz Bölgesi'nden 250 postmenopozal kadın (osteoporozlu 150 vaka ve 100 postmenopozal sağlıklı kontrol) dahil edildi. Hasta ve kontrol gruplarından periferik kan örnekleri alındı ve kit metodolojisi kullanılarak DNA izolasyonu yapıldı. Genotiplendirme PCR-RFLP yöntemi ile gerçekleştirildi. İstatistiksel analiz için SPSS 20 programı ve Ki-kare analizi yapıldı.
Bulgular: Çalışma sonucunda genotip dağılımı ile osteoporoz arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmazken, C allel sıklığı hasta grubunda daha yüksekti ve istatistiksel olarak anlamlıydı (p=0,017).
Sonuç: Bildiğimiz kadarıyla bu, Türkiye'de Orta Karadeniz Bölgesi'nde yapılan ilk çalışmadır. Çalışma popülasyonunun genişletilmesi ve sonuçların birleştirilmesiyle polimorfik bölgelerin osteoporoza duyarlılığı ile ilgili daha açıklayıcı sonuçlar elde edilebilir.
Aim: Osteoporosis is a multifactorial disease characterized by decreased bone mineral density and deterioration of the microstructure of bone tissue. The existence of various candidate genes affecting bone mass has been reported. In this study, we aimed to examine the relationship between PPAR-α gene intron 7 G>C (rs4253778) polymorphism and osteoporosis.
Methods: The stud included 250 postmenopausal women (150 cases with osteoporosis and 100 postmenopausal healthy controls) mostly from the Central Black Sea Region. Peripheral blood samples were taken from the patient and control groups and DNA isolation was performed using the kit methodology. Genotyping was performed by PCR-RFLP method. SPSS 20 programme and Chi-square analysis were performed for statistical analysis.
Results: As a result of the study, while there was no statistical significant association between genotype distribution and osteoporosis, C allele frequency was higher in patient group and it was statistically significant (p=0,017).
Conlusion: To our knowledge, this is the first study conducted in the Central Black Sea Region, Turkey. By expanding the study population and combining the results, more descriptive results regarding the susceptibility of polymorphic regions to osteoporosis can be obtained.
Makale Özeti

5.
Fibromiyalji sendromunda kinezyofobi ve ilişkili faktörler
Kinesiophobia and related factors in fibromyalgia syndrome
Uğur Ertem, Alev Alp
Sayfalar 27 - 32
Amaç: Bu çalışmada fibromiyaljili (FMS) kadın hastalarda kinezyofobi düzeylerini belirlemeyi amaçladık. Ayrıca, FMS'li hastalarda kinezyofobi ile ilişkili faktörleri araştırmayı ve bu hasta popülasyonunda kinezyofobinin iş sonuçları üzerindeki etkisini değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Ocak 2021-Mayıs 2021 tarihleri ​​arasında fizik tedavi ve rehabilitasyon polikliniğine başvuran FMS'li 50 kadın hasta ve kas iskelet sistemi ağrısı olan ancak FMS tanı kriterlerini karşılamayan 44 kadın hasta çalışmaya dahil edildi. Ağrı Sayısal Skala (NS), kinezyofobi düzeyleri Tampa Kinezyofobi Skalası (TSK) ile ve çalışma sonuçları tarafımızca hazırlanan anket formu ile değerlendirildi.
Bulgular: Ortanca TSK puanları FMS grubunda 41,50 (21-61) ve kontrol grubunda 37 (23-61) idi. FMS grubunda TSK skoru anlamlı olarak daha yüksekti (p=0.030). Ağrı skorları (p<0,001) ve semptom süresi (p<0,001) yüksek kinezyofobi düzeyleri ile anlamlı olarak ilişkiliydi. Çoklu lineer regresyon analizi yapıldığında VKİ'nin (p=0,411) kinezyofobi düzeyleri ile ilişkili olmadığı, yaşın (p<0,001) ise kinezyofobi düzeyleri ile ilişkili olduğu bulundu. FMS hastalarında artan kinezyofobi seviyeleri, daha kötü iş sonuçlarıyla ilişkilendirilmiştir.
Sonuç: FMS'li hastalarda kinezyofobi skorları anlamlı olarak daha yüksekti. Hastalarda kinezyofobi düzeyinin değerlendirilmesi ve kinezyofobi varlığında önleyici stratejilerin geliştirilmesi tedavi programı oluştururken faydalı bilgiler sağlayabilir.
Objective: In this study, we aimed to determine the kinesiophobia levels in female patients with fibromyalgia (FMS). Also, we intended to search the factors associated with kinesiophobia in patients with FMS and to evaluate the effect of kinesiophobia on work outcomes in this patient population.
Materials and Methods: Between January 2021 and May 2021, 50 female patients with FMS who applied to the physical therapy and rehabilitation outpatient clinic and 44 female patients with musculoskeletal pain but not meeting the diagnostic criteria for FMS were included in the study. Pain was evaluated with the Numeric Scale (NS), kinesiophobia levels with the Tampa Scale for Kinesiophobia (TSK), and the work outcomes with a questionnaire form prepared by us.
Results: The median TSK scores were 41,50 (21-61) in the FMS group and 37 (23-61) in the control group. TSK score was significantly higher in the FMS group (p=0.030). Pain scores (p<0.001), and symptom duration (p<0.001) were significantly associated with high levels of kinesiophobia. When multiple linear regression analysis was performed, it was found that BMI (p=0.411) was not associated with kinesiophobia levels, while age (p<0.001) was associated with kinesiophobia levels. Increased levels of kinesiophobia in FMS patients have been associated with worse work outcomes.
Conclusion: Kinesiophobia scores were significantly higher in patients with FMS. Evaluation of the level of kinesiophobia in patients and the development of preventive strategies in the presence of kinesiophobia can provide useful information when creating a treatment program.
Makale Özeti

6.
Postmenopozal kadınlarda vitamin d seviyeleri, vücut kitle indeksi, fiziksel aktivite düzeyi ve yaşam tarzı faktörleri üzerine kesitsel bir çalışma
A cross-sectional study on vitamin D levels, body mass index, physical activity level and life-style factors in postmenopausal women
Emine Esra ERGÜL, Gonca Sağlam
Sayfalar 33 - 38
Amaç: Bu çalışmanın amacı postmenopozal kadınlarda D vitamini düzeylerini, vücut kitle indeksini (VKİ), fiziksel aktiviteyi ve yaşam tarzı faktörlerini değerlendirmek ve D vitamini düzeyleri ile VKİ ve fiziksel aktivite arasındaki korelasyonu araştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: Bu kesitsel çalışmaya toplam 100 postmenopozal kadın dahil edildi. Katılımcıların sosyodemografik özellikleri, kalsiyum ve D vitamini takviyesi ve güneş maruziyeti gibi yaşam tarzı faktörleri, VKİ’leri ve 25 hidroksivitamin D [25(OH)D3] düzeyleri kaydedildi. Katılımcılara ayrıca 'Uluslararası Fiziksel Aktivite Anketi Kısa Formu (IPAQ-SF)' uygulandı. 25(OH)D3 düzeyleri ile VKİ ve IPAQ skorları korelasyonu araştırıldı. Postmenopozal hasta grubunun fiziksel aktivite düzeyini karşılaştırmak için 40 postmenopozal sağlıklı birey çalışmaya dahil edildi.
Bulgular: Postmenopozal kadınların ortalama 25(OH)D3 düzeyi 18.97±10.0 ng/ml, ortalama vücut kitle indeksi 27.93±5.19 ve IPAQ skoru 316.15±370.42 idi. Kontrol grubunun IPAQ skoruyla karşılaştırıldığında göre postmenopozal hastaların aktivite düzeyi daha düşüktü (p<0,001). Postmenopozal kadınlarda, 25(OH)D3 düzeyleri ile VKİ arasında negatif anlamlı korelasyon vardı (p<0,001), 25(OH)D3 düzeyleri ile IPAQ-SF skorları arasında ise pozitif yönde anlamlı bir ilişki gözlendi (p<0,001).
Sonuç: VKİ ve fiziksel aktivite seviyeleri postmenopozal dönemde D vitamini düzeyleri ile ilişkili görünmektedir. Postmenopozal dönemde vitamin D eksikliğinin, kilo kontrolünün, yaşam tarzı faktörlerinin ve fiziksel aktivitenin önemi hastalara vurgulanmalıdır.
Objective: The aim of this study is to evaluate the vitamin D levels, body mass index (BMI), physical activity levels and life-style factors in postmenopausal women and investigate the correlation between vitamin D levels, BMI and physical activity.
Material and Methods: A total of 100 postmenopausal women were included in this cross-sectional study. Sociodemographic features, life-style factors such as calcium and vitamin D supplementation and sun exposure, BMI and 25 hydroxyvitamin vitamin D [25(OH)D3] levels of the participants were recorded. The ‘International Physical Activity Questionnaire Short Form (IPAQ-SF)’ was applied to all participants. The correlation between 25(OH)D3, BMI and IPAQ scores has been investigated. Forty postmenopausal heathy individuals were included in the study for the comparison of physical activity level with patient group.
Results: The mean 25(OH)D3 level of the postmenopausal participants was 18.97±10.0 ng/ml, the mean BMI was 27.93±5.19, and the IPAQ score was 316.15±370.42. Compared to the IPAQ score of the control group, the activity level of the postmenopausal patients was lower (p<0.001). There was a negative significant correlation between 25(OH)D3 levels and BMI (p<0.001) and a positive significant correlation was observed between 25(OH)D3 levels and IPAQ-SF scores in postmenopausal women (p<0.001).
Conclusion: BMI and physical activity levels seem to be associated with vitamin D levels in postmenopausal period. The importance of vitamin D deficiency, weight control, life-style factors and physical activity in the postmenopausal period should be emphasized to patients.
Makale Özeti

7.
Postmenopozal kadınlarda osteoporoz, metabolik sendrom ve fiziksel aktivite düzeyleri arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi
Assessment of the relationship between osteoporosis, metabolic syndrome and physical activity level in postmenopausal women
Zeynep Tuba Bahtiyarca, AZİZE SERCE
Sayfalar 39 - 45
Amaç: Bu çalışmanın amacı, postmenopozal kadınlarda osteoporoz, metabolik sendrom (MetS) ve fiziksel aktivite (PA) düzeyi arasındaki ilişkiyi araştırmaktır. Sekonder amacı ise MetS tanısı olan ve olmayan postmenopozal kadınların yaşam kalitesini değerlendirmektir.
Materyal-Method: Bu çalışmaya 115 postmenopozal kadın katılmıştır. Femur boynu ve lomber omurga kemik mineral yoğunluğu
(KMY) ve biyokimyasal parametreler ölçülmüştür. MetS, Yetişkin Tedavi Paneli III (ATP III) ve Ulusal Kolesterol Eğitim Programı (NCEP) tarafından belirlenen kriterler kullanılarak teşhis edilmiştir. PA seviyesi, Uluslararası Fiziksel Aktivite Anketi Kısa Formu (IPAQ-SF) kullanılarak belirlenmiştir. Avrupa Osteoporoz Vakfı Yaşam Kalitesi Anketi (QUALEFFO-41) sağlıkla ilgili yaşam kalitesini (HRQoL) değerlendirmek için kullanılmıştır.
Bulgular: Dünya Sağlık Örgütü (WHO) sınıflamasına göre 66 (%57.3) kadında osteoporoz, 49 (%43.7) kadında osteopeni vardır. 32 kadında (%27,8) MetS mevcuttur. IPAQ-SF'ye göre 27 (%23,5) kadın inaktif, 74 (%64,3) kadın minimal aktif, 14 (%12,2) kadın oldukça aktiftir. Postmenopozal kadınlarda MetS ile PA düzeyi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır (p>0.05). MetS grubu ile non-MetS grubu arasında KMY ölçümlerinde istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur (p<0.05). Ayrıca QUALEFFO-41 skorları iki grup arasında benzerdir (p> 0.05).
Sonuç: Postmenopozal kadınlarda MetS'in omurga ve kalçada daha fazla KMY ile ilişkili olması MetS'in kemik üzerine koruyucu etkisi olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte, MetS olan ve olmayan postmenopozal kadınlar arasında PA düzeyi ve HRQoL benzerdir.
Background: The aim of this study was to investigate the relationship between osteoporosis, metabolic syndrome (MetS) and physical activity (PA) level in postmenopausal women. The secondary aim was to evaluate quality of life in postmenopausal women who were diagnosed with and without MetS
Materials and Methods: 115 postmenopausal women participated in this study.Biochemical parametersand bone mineral density (BMD) at the femoral neck and lumbar spine were measured. The MetS was diagnosed using the definitions of the Adult Treatment Panel III (ATP III) and National Cholesterol Education Program (NCEP). The PA level was determined using the International Physical Activity Questionnaire Short Form (IPAQ-SF). The Questionnaire of the European Osteoporosis Foundation for the Quality of Life (QUALEFFO-41) was used to assess health-related quality of life (HRQoL).
Results: With respect to the classification of World Health Organization (WHO), 66 (57.3%) women had osteoporosis and 49 (43.7%) women had osteopenia. MetS was present in 32 women (27.8%). According to IPAQ-SF, 27 (23.5%) women were inactive, 74 (64.3%) women were minimally active, and 14 (12.2%) women were highly active. There was no statistically significant relationship between MetS and PA level in postmenopausal women (p>0.05). A statistically significant difference in BMD measurements was found between groups with and without MetS (p<0.05). In addition, QUALEFFO-41 scores were similar between two groups (p> 0.05).
Conclusion: MetS was associated with greater BMD at the spine and hip in postmenopausal women, indicating that MetS has a bone-protective impact. Notwithstanding, PA level and HRQoL were similar between postmenopausal women with and without MetS.
Makale Özeti

8.
Osteoporoz Tanılı Bireylerin Sağlık Okuryazarlığı Düzeyinin Belirlenmesi
Determination of Health Literacy Level In Individuals With Osteoporosis
Fatih Okan, Sevil OKAN
Sayfalar 46 - 52
Amaç: Çalışmada osteoporoz tanılı bireylerin sağlık okuryazarlığı düzeyinin belirlenmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı-Kesitsel tipteki çalışma Nisan 2021 – Nisan 2022 tarihleri arasında osteoporoz tanılı 156 birey ile gerçekleştirildi. Veriler kişisel özellikler bilgi formu ve Türkiye Sağlık Okuryazarlığı Ölçeği – 32 kullanılarak toplandı.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen bireylerin % 48.1’inin (n=75) yetersiz, % 23.1’inin (n=36) sorunlu – sınırlı, % 17.3’ünün (n=27) yeterli, % 11.5’inin (n=18) mükemmel sağlık okuryazarlığı düzeyinde olduğu tespit edildi. Sağlık okuryazarlığı toplam puan ortalamasının 65 yaş ve üzeri bireylerde 65 yaş altı bireylere göre; üniversite mezunu olanlarda ilkokul, ortaokul ve lise mezunlarına göre; geniş ailede yaşayanlarda çekirdek ailede yaşayanlara göre; il merkezinde yaşayanlarda ilçe merkezi ve köy/kasabada yaşayanlara göre; geliri giderine eşit ve geliri giderinden fazla olanlarda geliri giderinden az olanlara göre daha yüksek olduğu bulundu (p<0.05).
Sonuç: Osteoporoz tanılı bireylerin yaklaşık üçte ikisi sınırlı ya da yetersiz sağlık okuryazarlığı düzeyindedir. Sağlık profesyonelleri osteoporoz tanılı bireylerin sağlık okuryazarlığı düzeyini değerlendirmeli ve bunun sonucunda hastaya uygun bilgilendirme yöntemleri ve eğitim programları planlamalıdır.
Aim: The aim of the study was to determine the health literacy level of individuals diagnosed with osteoporosis.
Materials and Methods: The descriptive cross-sectional study was conducted with 156 individuals diagnosed with osteoporosis between April 2021 and April 2022. Data were collected using the personal information form and the Turkish Health Literacy Scale–32.
Findings: It was determined that 48.1% (n=75) of the individuals included in the study had an inadequate, 23.1% (n=36) problematic-limited, 17.3% (n=27) adequate, 11.5% (n=18) excellent level of health literacy. It was found that the total mean score of health literacy was higher in individuals aged 65 and over compared to those under 65 years of age; individuals with university degrees, compared to primary, secondary and high school graduates; individuals living in an extended family compared to those living in a nuclear family; individuals living in the city center, compared to those living in the district center and village/town; individuals whose income is equal to their expenses and their income is more than their expenses compared to those whose income is less than their expenses (p<0.05).
Results: Approximately two-thirds of individuals diagnosed with osteoporosis have limited or insufficient level of health literacy. Health professionals should evaluate the health literacy level of individuals with osteoporosis, and as a result, they should plan appropriate information methods and training programs for the patient.
Makale Özeti

9.
Osteoporoz tanısı olan ve olmayan postmenopozal kadınların fiziksel aktivite düzeyleri ve yaşam kalitelerinin karşılaştırılması
Comparison of physical activity levels and quality of life of postmenoposal women with and without osteoporosis
Erkan Erol, FATİH OKAN, SEVİL OKAN
Sayfalar 53 - 58
Amaç: Osteoporoz, kemik dokusunun mikro-mimarisinin bozulması ve düşük kemik mineral yoğunluğu ile karakterize önemli bir halk sağlığı sorunudur. Çalışmamızda osteoporoz tanısı olan ve olmayan postmenopozal kadınların fiziksel aktivite düzeyleri ve yaşam kalitelerinin karşılaştırılması amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Kesitsel tipteki çalışma, 104 postmenopozal kadın ile gerçekleştirildi (52 osteoporoz-52 osteoporoz olmayan). Değerlendirmede kişisel özellikler veri formu, Uluslararası Fiziksel Aktivite Anketi-Kısa Form (UFAA) ve Avrupa Osteoporoz Derneği Yaşam Kalitesi Anketi-41 (QUALEFFO-41) kullanıldı.
Bulgular: Osteoporoz tanılı bireylerin QUALEFFO-41 mobilite, QUALEFFO-41 zihinsel fonksiyonlar ve QUALEFFO-41 toplam puanı osteoporoz tanısı olmayan bireylere göre anlamlı şekilde yüksek bulundu (sırasıyla; p=0.046, p=0.001, p=0.024). Osteoporoz tanısı olan ve olmayan bireylerin fiziksel aktivite düzeyleri UFAA sınıflamasına göre benzer bulundu (p>0.05). Osteoporozu olan bireylerin UFAA toplam skorları ile QUALEFFO-41 toplam skorları arasında negatif yönlü zayıf ilişki bulundu (p=0.007).
Sonuç: Osteoporoz tanılı postmenopozal kadınların yaşam kalitesi düşük düzeydedir ve fiziksel aktivite düzeyindeki artış daha iyi yaşam kalitesi ile ilişkilidir. Osteoporoz tanılı postmenopozal kadınlarda fiziksel aktivite düzeyini arttırmak yaşam kalitesini iyileştirmek açısından pozitif etkili olabilir.
Aim: Osteoporosis is an important public health problem characterized by the deterioration of the microarchitecture of bone tissue and low bone mineral density. In our study, it was aimed to compare the physical activity levels and quality of life of postmenopausal women with and without osteoporosis.
Materials and Methods: A cross-sectional study was conducted with 104 postmenopausal women (52 osteoporosis-52 non-osteoporosis). Personal characteristics data form, International Physical Activity Questionnaire-Short Form (IPAQ) and Quality of Life Questionnaire of The European Foundation for Osteoporosis (QUALEFFO-41) were used for evaluation.
Results: QUALEFFO-41 mobility, QUALEFFO-41 mental functions and QUALEFFO-41 total scores of individuals with osteoporosis were found to be significantly higher than individuals without a diagnosis of osteoporosis (p=0.046, p=0.001, p=0.024, respectively). Physical activity levels of individuals with and without a diagnosis of osteoporosis were found to be similar according to IPAQ classification (p>0.05). There was a weak negative correlation between IPAQ total scores and QUALEFFO-41 total scores of individuals with osteoporosis (p=0.007).
Conclusion: The quality of life of postmenopausal women with osteoporosis is low and the increase in physical activity level is associated with better quality of life. Increasing the level of physical activity in postmenopausal women with osteoporosis may have a positive effect on improving the quality of life.
Makale Özeti

10.
Osteoporozda kırık varlığı, düşme korkusu ve kinezyofobi düzeyleri arasındaki ilişkinin belirlenmesi
Determination of the relationship between the presence of fracture, fear of falling and kinesiophobia levels in osteoporosis
Cansın Medin Ceylan, Merve Damla KORKMAZ
Sayfalar 59 - 65
Amaç: Osteoporozlu kadınlarda kinezyofobi, düşme korkusu, anksiyete ve depresyon düzeyleri arasındaki ilişkiyi değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntem: Kesitsel gözlemsel çalışmamıza osteoporozu olan kadın katılımcılar dahil edilerek düşme ve hareket korkuları, anksiyete ve depresyon düzeyleri sorgulanmıştır. Demografik verileri (yaş, vücut kitle indeksi, kırık öyküsü), dual X-ray absorpsiyometri verileri kaydedilmiştir. Tampa Kinezyofobi Ölçeği, Düşme Etkinlik Ölçeği, Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği kullanılmıştır.
Bulgular: Kırık öyküsüne göre 77 kişi iki gruba ayrıldı: kırıklı osteporoz (n = 33) ve kırıksız osteoporoz (n = 44). Kemik mineral yoğunluğu ile Tampa Kinezyofobi Ölçeği, Düşme Etkinlik Ölçeği ve depresyon düzeyleri arasında negatif korelasyon mevcuttu (p<0.05). Düşme Etkinlik Ölçeği, Tampa Kinezyofobi Ölçeği, anksiyete ve depresyon puanları arasında pozitif korelasyon bulunmuştur (r=0,232; r=0,241; r=0,296). Gruplar arası analizde sadece kırık varlığı ve anksiyete düzeyleri istatistiksel bir ilişki göstermiştir (p=0,003). Kırık varlığı ile Tampa Kinezyofobi Ölçeği, Düşme Etkinlik Ölçeği ve depresyon puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır (p>0.05).
Sonuç: Düşme etkinliğinin kinezyofobi, anksiyete ve depresyon ile ilişkili olduğu bulundu. Bu nedenle kırık nedeniyle oluşabilecek olumsuz sonuçları önlemek için osteoporoz hastaları uyarılırken dikkatli olunmalıdır. Ek olarak kırığın olumsuz sonuçlarının yanında denge ve kuvvetlendirme egzersizleri ile düşmelerin nasıl azaltılacağı üzerinde durulmalıdır.
Aim: To evaluate the relationship between kinesiophobia, fear of falling, anxiety and depression levels in women with osteoporosis.
Method: Female participants with osteoporosis were included in our cross-sectional observational study and their fear of falling and movement, anxiety and depression levels were questioned. Demographic data(age, body mass index, fracture history), dual X-ray absorptiometry data were recorded. Tampa Kinesiophobia Scale, Fall Efficacy Scale, Hospital Anxiety and Depression Scale were used.
Results: Based on their history of fracture, 77 individuals were divided into two groups: osteoporosis with fracture (n=33) and osteoporosis without fracture (n=44). The findings of the bone mineral density had a negative correlation with the Tampa Scale of Kinesiophobia, Fall Efficacy Scale, and depression levels (p<0.05). Fall Efficacy Scale, Tampa Scale of Kinesiophobia, anxiety, and depression scores were found to be positively correlated (r=0.232; r=0.241; r=0.296). Only the existence of the fracture and anxiety levels showed a statistical relationship in the inter-group analysis (p=0.003). There were no statistically significant differences between the fracture history and Tampa Scale of Kinesiophobia, Fall Efficacy Scale, and depression scores (p>0.05).
Conclusion: Fall efficacy was found to be associated with kinesiophobia, anxiety and depression. Therefore, care should be taken when warning osteoporosis patients in order to prevent negative consequences that may occur due to fracture. In addition to the negative consequences of fractures, balance and strengthening exercises and how to reduce falls should be emphasized.
Makale Özeti

VAKA SUNUMU
11.
Romatoid Artritli Hastalarda Pelvik Yetmezlik Kırıkları: Bir Olgu Takdimi
Pelvic Insufficiency Fractures in Patients with Rheumatoid Arthritis: a single case report
Emel Ekşioğlu, Yasemin Tombak, Zeynep Şener, Ajda Bal
Sayfalar 66 - 68
Pelvik yetmezlik kırıkları için risk faktörlerinden biri romatoid artrittir (RA). Ne yazık ki bu hastalarda bu kırıkların tanısı güç olmakta ve tedavisi gecikmektedir. Bir RA hastası nontravmatik kasık veya bel ağrısı şikayeti ile geldiğinde bunun bir yetmezlik kırığı olabileceği düşünülmeli ve dikkatli klinik değerlendirme ve uygun görüntüleme yöntemleri kullanılmalıdır. Yetmezlik kırıkları RA'nın nadir görülen bir komplikasyonudur. Olgumuzda 70 yaşında RA'lı kadın akut başlangıçlı şiddetli sol kasık ağrısı ile başvurdu. Sol kalçanın bilgisayarlı tomografisi, asetabular çatının ve superıor-inferior pubis ramusunun önünde muhtemelen eski bir kırık olduğunu gösterdi. Hastadaki kırıklar konservatif olarak tedavi edildi. Erken teşhis ve ardından uygun tedavi, bu hastaların yaşam kalitesinin iyileştirilmesine ve sakatlıkların önlenmesine yardımcı olabilir.
One of the risk factors for pelvic insufficiency fractures is rheumatoid arthritis (RA). Unfortunately, the diagnosis of these fractures is difficult in these patients and their treatment is delayed. When a RA patient comes with a complaint of pain in the groin or lower back without a trauma, it should be considered that this may be an insufficiency fracture and careful clinical assessment and appropriate imaging methods should be used. Insufficiency fractures is a rare complications of RA. In our case a 70-year old woman with RA presented with acute onset severe left groin pain. Computed tomographic scan of the left hip showed there is probably an old fracture on the left anterior to the acetabular roof and superior-inferior pubic ramus. Fractures in the patient were treated conservatively. Early diagnosis followed by proper treatment may help to improve the quality of life and prevent disability of these patients.
Makale Özeti

12.
İnme Sonrası Komplikasyon Sonucu Osteoporoza Bağlı Omuz Çıkığı ve Humerus Başı Kırığı: Bir Olgu Sunumu
Post-Stroke Complication of Shoulder Dislocation and Fracture of the Humeral Head Due to Osteoporosis: A Case Report
Özgür Zeliha Karaahmet, Gülnur Çelik, Yasemin Tombak Yildizkan, Ece Ünlü Akyüz
Sayfalar 69 - 71
Osteoporoz nedeniyle humerus başı kırığı ve omuz ekleminin posterior veya anterior çıkıkları nadirdir. Bilateral omuz kırıklı çıkığı yeniden literatürde yer almaya başlamıştır. Ayrıca, bu lezyonun bir iskemik inmeyi takiben ortaya çıkması, etyopatogenezinde başka bir yeni unsur gibi görünmektedir. Burada daha önce inme nedeniyle sol hemipleji gelişen bir hastada bilateral omuz kırığı ve çıkığı olgusu sunuldu. Bildiğimiz kadarıyla bu olgu, inme geçirmiş bir hastada osteoporoza bağlı minör travma sonrası gelişen ilk omuz kırıklı çıkığı olgusudur.
Fracture of the humeral head and posterior or anterior dislocations of the shoulder joint due to osteoporosis are rare. The bilateral shoulder fracture dislocation has resently begun to appear in the literature. Moreover, the occurrence of this lesion following an ischemic stroke appears to be another new element in its ethiopathogenesis. Herein, it was presented as a case report of bilateral shoulder fracture and dislocation in a patient who previously developed left hemiplegia due to stroke. To our knowledge, this is the first case of o shoulder fracture-dislocation developed after minor trauma due to osteoporosis in a former stroke patient.
Makale Özeti

EDITÖRE MEKTUP
13.
Basit Pozisyonlama Kuralı ile Vazovagal Senkoptan Korunabiliriz
We Can Avoid Vasovagal Syncope with the Simple Positioning Rule
Ebru Kübra Taşpolat, Mustafa Turgut Yildizgoren, Fatih Bağcıer
Sayfalar 72 - 73
Miyofasyal tetik nokta tedavisi uygulanırken, iğneleme sırasında hekimin ve hastanın doğru pozisyon almasını sağlamak bir zorunluluktur. İşlemin hastaya oturma pozisyonu yerine yatar pozisyonda uygulanması vazovagal senkop riskini azaltmaktadır.
While applying myofascial trigger point therapy is the necessity to ensure correct positioning of the physician and patient during needling. This way, the physician can ensure procedural ergonomics and easily access the treatment site. Applying the procedure to the patient in a supine position rather than a sitting position reduces the risk of vasovagal syncope.
Makale Özeti