Volume: 2  Issue: 3 - 2004
Hide Abstracts | << Back
1.Acil serviste supraventriküler taşikardilere yaklaşım: Tanısal özellikler
Özgür Karcıoğlu, Neşe Çolak, Deniz Oray, Hakan Topaçoğlu, Doğaç Niyazi Özüçelik
Pages 6 - 10
Abstract | Full Text PDF

2.2000 Rehberlerine göre kardiyopulmoner resusitasyon ve acil kardiyovasküler bakım (3. bölüm)
Doğaç Niyazi Özüçelik, Figen Coşkun
Pages 11 - 12
Bu yazımızda konferansın sonucunda alınan ortak kararlar ve yeni algoritmalar Circulation dergisinin 2000 Ağustos ayında yayınlandı. Bu yazımızda tedavi rehberlerinde belirtilen yeni değişikliklerin değerlendirilmesi yapılmıştır.
This publication prcsens the conclusions of the international guidelines 2000 Conferance on Cardiopulmonary Resuscitation (CPR) and Emergency Cardiovascular Care (ECC).
Abstract | Full Text PDF

3.Acil servise jeneralize epileptik nöbetle başvuran hipokalsemi olgusu
Kubilay Ükinç, Altuğ Hasanbaşoğlu, Abdülkadir Gündüz, Süleyman Türedi, Mustafa Yandı
Pages 13 - 16
27 yaşında erkek hasta acil servise rekküren jeneralize tonik klonik nöbet geçirme şikayeti ile başvurdu. Değerlendirme sonucu hasta hipokalsemik bulundu ve intravenöz kalsiyum ile tedavi edildi. Hastaya bilgisayarlı beyin tomografisi (BBT) çekildi. BBT'de görülen lezyonların kanama olabileceği düşünülerek nörolojik değerlendirilmesi yapıldı. Hastanın ileri tetkiklerinde hipoparatiroidisinin olduğu ve BBT'de görülen lezyonlannın bazal ganglia ve intraparankimal kalsifikasyoniar olduğu saptandı. Bu vaka sunumu hipoparatiroidiye ikincil hipokalsemi ile ilişkili rekküren nöbetlere diyagnostik ve terapötik yaklaşımı incelemektedir.
A 27-year-old man presented to the emergency department with recurrent episodes of generalized tonic-clonic seizures. He was found to be hypocalcemic and was treated with an intravenous infusion of calcium. A computed tomography scan of the head was obtained, and the patient was transferred to our institution for neurological evaluation and possible intervention of what was thought to be bilateral intracranial hemorrhages. After the further evaluation of the patient at our hospital, the diagnosis of hypoparathyroidism associated with seizures and basal ganglia calcifications was based on its clinical and biochemical features. This case report discusses the clinical presentation, pathogenesis, diagnostic workup, and treatment of hypocalcaemia and hypoparathyroidism and associated seizures.
Abstract | Full Text PDF

4.Akut izoniazid zehirlenmesi ve tedavi yaklaşımı: Olgu sunumu
Süleyman Türedi, Abdülkadir Gündüz, Altuğ Hasanbaşoğlu, Hüseyin Narcı, Mustafa Yandı
Pages 17 - 18
İzoniazid bakterisidal etkili antitüberküloz ajanıdır. Toksik dozda alımı metabolik asidoz, nöbet ve koma ile sonuçlanabilen klinik tabloya neden olur.Tedavi edilmemiş vakalar ölümle sonuçlanabilir. Entoksikasyon durumunda parenteral piridoxin en etkili tedavi metodudur. Bu yüzden parenteral formdaki piridoxin acil departmanlarında mutlaka bulundurulmalıdır. Ayrıca etiyolojisi bilinmeyen inatçı epileptik nöbet durumlarında INH toksisitesi mutlaka akılda bulundurulmalıdır.
Isoniazid (INH) is a bactericidal antituberculosis agent. Overdose of isoniazid is characterized by seizures, metabolic acidosis, and coma. It can result in death if untreated.Parenteral pyridoxine administration is an effective method in INH intoxication. The intravenous form of pyridoxine must be available in the emergency care units, and INH toxicity should be suspected in any patient with refractory seizures and metabolic acidosis.
Abstract | Full Text PDF

5.Penetran karın travmalarında konservatif yaklaşım
Cahfer Güloğlu, Mustafa Aldemir, Yusuf Yağmur
Pages 19 - 22
Karına olan kesici-delici alet (KDA) yaralanmalarında hastalara rutin erken operasyon yerine, seçici takip ve tedavi yaklaşımı hastaların gereksiz laparatomi ve hastanede kalma sürelerinde kısalma ile sonuçlanacaktır. Bu çalışmada KDA yaralanmasına maruz kalan hastalarımızın, yaralanma şekillerini, demografik ve laboratuar verilerini, konservatif-cerrahi tedavi ve laparatomi sonuçlarını irdelemek amacıyla yapılmıştır. 2000 yılı Ocak -Aralık aylan arasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil servise müracaat eden ve kayıtları elverişli bulunan KDA yaralanmasına maruz kalan hastalar, geriye dönük olarak çalışma kapsamına alındı. Çalışmamızda KDA yaralanma sonucu değerlendirilen toplam 87 olgunun 81*1 erkek, 6'sı kadın idi. Başvuran hastaların 3 Fini nafiz olmayan hastalar oluştururken, 56'sını nafiz olan hastalar oluşturmaktaydı. Nafiz yaralanması olan 36 hastaya cerrahi tedavi (CT), 20 hastaya konservatif tedavi (KT) uygulandı. KT tedavi yapılan hastalar 24 saatlik süre ile gözlenmiştir. CT yapılan 19 hastada hipotansiyon, 16 hastada taşikardi, 10 hastada anemi vardı. KT yapılan 5 hastada hipotansiyon, 5 hastada taşikardi, 1 hastada anemi vardı. Hastaların yapılan muayenesinde CT yapılan 19 hastada önden, KT yapılan 10 hastada arkadan yaralanma mevcut idi. CT yapılan 36 hastanın 14'üne toraks ile ilgili cerrahi girişim yapılırken, KT yapılan 20 hastanın 5'inde toraks ile ilgili cerrahi girişim yapıldı. Nafiz yaralanmah hastalarımızın 26'sına laparatomi yapıldı. En fazla karaciğer/dalak yaralanmasına 11 hastada rastlandı. 6 hastamızda laparatomi sonucu negatif idi. Öpere edilen hastaların hastanede kalış süresi ortalama 8 gün idi. Sonuç olarak KDA yaralanmah hastalarda, kesin laparatomi endikasyonu olan olgular dışında, batına nafiz yaralanma olsa bile konservatif tedavi süresinin uzatılarak gereksiz laparatomiler ve bunlara bağlı morbiditeler, hastane de kalma süreleri ve maliyeti azaltılabilir.
Conservative treatment of penetrating abdominal injuries would avoid non-therapeutic laparotomy and decrease hospitalization time in selected patients. The aim of this study was to evaluate pattern of injury, demographic and laboratory values in patients with penetrating abdominal injuries treated with laparotomy surgically or conservatively with strict observation. 87 patients (81 male, 6 female) with penetrating abdominal injuries applied to Dicle University Emergency Service in 2000 were included in this study. After examination and serious evaluation, in 56 patients injuries were penetrating the abdomen while in 31 were not penetrating. Among 56 patients, 36 were treated surgically, 20 were treated conservatively. Conservatively treated patients were observed for 24 hours. Among 36 surgically treated patients, 19 had hypotension, 16 had tachycardia, and 10 had anemia. In conservatively treated group, 5 patients were hypotensive, 5 had tachycardia and one was anemic. 14 of 36 surgical patients also had thoracic procedures while 5 of 20 conservative patients had thoracic procedures. 26 of 56 patients undergone laparotomy. The most commonly injured organs were liver and spleen (11 patients). Laparotomy was negative in 6 patients. The mean length of stay for surgically treated patients was 8 days. As a conclusion, conservative treatment in selected patients with penetrating abdominal injury would decrease non-therapeutic laparotomy rate, morbidity related to surgery, length of hospital stay and cost of treatment.
Abstract | Full Text PDF

6.Hemorajik şokta tanı,fizyopatoloji ve genel yaklaşım
Murat Özsaraç, Özgür Karcıoğlu, Hakan Topaçoğlu, Cüneyt Ayrık
Pages 23 - 29
35 yaş altı kişilerde yaralanmalar önde gelen ölüm nedenlerindendir. Bu ölümlerin yaklaşık üçte biri hemorajik şoktan kaynaklanmaktadır. Günümüzde hemorajik şok yaklaşımında, kan kaybı nedeniyle intravenöz sıvılar uygulanmakta ancak ne kadar sıvı uygulanacağı ve resusitasyon hedefinin ne olacağı konusunda halen güvenilir kanıtlar bulunmamaktadır. Hipotansif travma hastalarında operasyon öncesi uygulanması gereken sıvı resusitasyonu tartışmaya halen açık bir konudur.
Agresif sıvı tedavisi ile kan basıncının düzenlenmesini önerenler, hemorajinin doku perfüzyonunu azaltarak, organ hasan ve ölüme yol açtığını savunmaktadırlar. Diğer taraftan kontrolsüz kanamada, ortalama arteriyel basıncı resusitasyon ile normal düzeylere getirmeye çalışmak, erken trombüs oluşumunu önleyerek koagulopati ve hemodilüsyona yol açarak, kan kaybı ve mortaliteyi arttırmaktadır. Hipotansif resusitasyon daha az asidemiye neden olmakta ve uzun dönemde hayatta kalımı arttırmaktadır.
For people younger than 35 years, injury is currently the leading cause of death. One third of these result from hemorrhagic shock. By 2020, deaths from injury will probably increase to 8.4 million. Acute blood loss following injury leads to a reduction in tissue perfusion and tissue oxygen delivery, that, if prolonged, causes lactic acidosis and organ failure.
Despite significant advances, questions regarding the ideal resuscitation agent and the timing and endpoints of resuscitation remain unanswered. Recently, the standart practice of rapidly infusing crystalloid during resuscitation of hypotensive trauma victims has been called into question. This review outlines the etiology, pathophysiologic mechanisms as well as the general principles of emergency department management of the patient in shock.
Abstract | Full Text PDF

7.Anafîlaksi ve akut allerjik reaksiyonlar
Cüneyt Ayrık, Murat Özsaraç, Özgür Karcıoğlu, Aslihan Yürüktümen, Bülent Erbil, Bülent Erdur
Pages 30 - 34
Anafilaksi gerçek bir acildir ve hızlıca değerlendirilip tedavi edilmelidir. Sistemik allerjik reaksiyonların yaşamı tehdit eden en ciddi formudur.
Anafilaksi riskini arttırdığı bilinen tek faktör daha önce o antijene maruz kalma ve daha önceki anafilaktik reaksiyondur. Birleşik Devletlerde her yıl yaklaşık yüzden fazla ölüm bildirilir. Ciddi anafilaksinin en sık nedenleri antibiotikler (penisilinler gibi) ve radyokontrast ajanlardır. Bulgu ve semptomlar sıklıkla ajana maruz kalındıktan sonra dakikalar içinde ortaya çıkar fakat birkaç saat (genelde ilk 6 saat) sonrada görülebilir. Genelde anafilaktik ölümlerin yansı ilk bir saat içinde görülür. Ölüm % 70 solunumsal nedenlerle ve % 25 kardiyovasküler nedenlerle oluşabilir.
Hasta eğer saptanabilmişse anafilaksiye neden olan ajandan uzaklaştırılmalıdır. Hava yolu güvenliği önceliklidir. Anafilaksi için ilk basamak tedavi adrenalin, sıvı ve oksijendir, ikinci basamak tedavi antihistaminikler, kortikosteroidler, glukagon, albuterol ve aminofilindir. Klinisyen hafif veya lokalize bir ürtikerin tam bir anafilaksiye ilerleyebileceğini ve ölümle sonuçlanabileceğini her zaman aklında tutmalıdır.
Anaphylaxis is a true emergency which should be managed expediently. It is the most severe form of the life-threatening systemic allergic reactions.
A history of encounter with the specific antigen and previous such event are the factors that increase the risk of anaphylaxis. More than a hundred victims die every year in the United States. Antibiotics (penicillin etc) and radiocontrast media are the most common causative agents in severe reactions. Signs and symptoms generally follow exposure within several hours. One half of all deaths due to anaphylaxis occur in the first hour. Death is due to respiratory compromise in seventy percent while one fourth is explained by cardiovascular causes.
The patient should immediately be cleaned off the causative agent, if any. Airway safety always bears the top priority to check and intervene. Adrenaline, fluid resuscitation and oxygen constitute the first line treatments, while antihistamines, corticosteroids, glukagon, albuterol and aminophyllin are the secondary or 'refractory' choices. The clinicians should always bear in mind that a 'simple1 or localized urticaria can as well progress to a fullblown anaphylaxis which may also result in demise of the patient.
Abstract | Full Text PDF

8.Biyolojik savaş ajanları
Doğaç Niyazi Özüçelik, Özgür Karcıoğlu, Hakan Topaçoğlu, Mahir Kunt, Nazmiye Koyuncu
Pages 35 - 39
Eski tarihlerden beri biyolojik hastalık etkenlerinin yaptığı salgınların (veba, çiçek) büyük toplumsal ölümlere neden olduğu bilinmektedir. Geçen yüzyılımızın son çeyreğinde ise biyolojik hastalık etkenleri artan sayıda birer biyolojik savaş silahı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Elde edilmesi ve kullanımı kolay olan, buna karşılık toplumlarda meydan getirdiği yıkım oldukça fazla olan biyolojik savaş ajanlarına karşı toplum sağlığı ve acil tıp sisteminin her zaman hazırlıklı olması gerekmektedir. Bu yazıda günümüzde karşılaşılan ve biyolojik savaş ajanları sınıfına giren etkenler ve oluşturdukları hastalıklarla ilgili acil yaklaşım bilgileri özetlenmiştir.
From the ancient times till nowadays, human being have encountered with mass destruction inflicted by certain biological agents such as plague (Yersinia pestis) and smallpox. The last quarter of the 20th century has witnessed the employment of biological disease-forming agents as weapons of mass destruction. Public health and preventive medicine institutions as well as emergency medical services system have recently confronted the need to be alert and prepared for these events which are easy to produce and deposit. This review outlines the characteristics of these agents and the contemporary management recommended in case of use of such weaponry.
Abstract | Full Text PDF

9.Hipoglisemi ve acil serviste yönetimi
Özgür Karcıoğlu, Pınar Ünverir
Pages 40 - 46
Hipoglisemi en sık görülen endokrin acillerdendir. Hipoglisemi genellikle, serum glukoz düzeyinin 50 mg/dl nin altında olması, tanıyı düşündüren semptomların olması, ve glukoz tedavisi ile semptomların düzelmesi şeklinde tanımlanan bir durumdur (Whipple triadı). Değişken mental durum veya fokal nörolojik belirtileri olan her hastada, ayırıcı tanıda hipoglisemi düşünülmelidir. Hipogliseminin semptomları nörojenik (adrenerjik) ve nöroglikopenik olarak sınıflandırılabilir. Hipogliseminin mortalitesi % 11-27'dir. Genellikle fizik muayenede spesifik bulgular yoktur. Acil servislerde hipogliseminin batı literatüründe en sık sebepleri, diabetik medikal tedavi (%54), alkol alımı (%48), ve sepsistir (%12). Hipoglisemik hastalarda öyküde genellikle diabetes mellitus vardır.
Acil servislerde, hipogliseminin erken tanınıp tedavi edilmesi gerekmektedir. Hipoglisemi değişken mental durumun potansiyel sebeplerinden olduğundan, hızlıca yatak başı glukoz ölçülmeli ve ardından replasman tedavisine başlanmalıdır. Başlangıç tedavisinde, hastaya 1 gr/kg % 50 Dekstroz verilmelidir. Ardından % 10 Dekstroz ile serum glukoz düzeyi 100 mg/dl'nin üstünde tutulacak şekilde idame tedavisi yapılmalıdır. Tedavide geç kalındığında koma, kardiyak disritmiler ve ölüm görülebilir. Uzamış ve tedavi edilmemiş hipoglisemide kalıcı nörolojik defisit riski vardır. Bu yüzden acil tıp hekimlerinin hipogliseminin klinik bulgularını ve tedavisini çok iyi bilmeleri gerekir. Hipoglisemide prognoz; eğer erken tanınıp tedavi edilirse mükemmeldir.
Hypoglycemia is the most common endocrinologic emergency encountered in the acute care facilities. The presence of the Whipple triad aids in the establishment of the diagnosis of hypoglycemia. This triad encompasses the documentation of low blood sugar, presence of symptoms, and reversal of these symptoms once the blood sugar level is corrected. Symptoms of hypoglycemia may be categorized as adrenergic and neuroglycopenic. The mortality rate of hypoglycemia is 11-27%. Generally, there is no specific finding in the physical examination.
The most common causes of hypoglycemia in emergency department, were diabetic medical therapy; ethanol use; and sepsis. Most hypoglycemic patients have diabetes mellitus in the history. Hypoglycemia should be ruled out in any patient with altered mental status or focal neurologic signs. Hypoglycemia is found in approximately 7 percent of all patients with altered mental status or loss of consciousness referred to the emergency department.
If severe symptoms are noted in the emergency department, initial management consists of the bolus administration of dextrose solutions in adults. This can be followed by the maintenance infusion at a rate to keep the serum glucose above 100 mg/dl.
Coma, cardiac dysrhythmias and death may ensue if treatment is delayed. Untreated hypoglycemia can result in permanent neurologic deficit. Thus, clinical findings and management of hypoglycemia must be mastered by the emergency practitioners. The prognosis of hypoglycemia is excellent if detected and treated early.
Abstract | Full Text PDF

10.Acil servislerde hasta memnuniyeti: Ne? Ne kadar? Nasıl?
Hakan Topaçoğlu, Özgür Karcıoğlu, Murat Özsaraç, Arif H. Çımrın
Pages 47 - 53
Hasta memnuniyeti acil servis personelince sağlanan bakımın kalitesini gösteren bir göstergedir. Hasta memnuniyeti için değişik tanımlamalar olmasına rağmen bugün için en uygun tanımlardan biri "hastanın tedavisi ve bakımı için beklentisinin veya daha fazlasının karşılanmasıdır". Acil tıp literatürlerinde de hasta memnuniyeti giderek daha çok ilgi çekmektedir. Hasta bakımına olan ilgiyi ve bakım yöntemini arttıran her türlü çaba hasta memnuniyetini arttırır. Hasta memnuniyeti hastanın sağlık kurumuna bağlılığını arttıran ve kişi ve kuruma karşı davaları azaltan önemli bir etmendir. Her kurum müşteri memnuniyeti artıran faktörleri tespit etmelidir.
Bu makalede hastanelerin ön kapısı olarak bilinen ve günün 24 saati kesintisiz hizmet sunan acil servislerde hasta memnuniyetine etkiyen faktörler gözden geçirilmiştir.
Patient satisfaction is an indicator of the quality of care provided by the emergency department personnel. Although there are myriad definitions about patient satisfaction, the most favorable description can be that to meet patients' expectation of care and their treatment or to achieve beyond those. Patient satisfaction is a concept that has been receiving increasing attention in the literature of emergency medicine. Efforts to enhance patients' understanding of their care and processes of care improve patient satisfaction. Patient satisfaction is also the major determinant predicting the loyalty of the patient to the facility and a factor decreasing the number of liability cases against the personnel and institution.
This paper represents a review of factors that affect patient satisfaction in the emergency departments which are the front doors of hospitals serving continuously 24 hours a day.
Abstract | Full Text PDF