Volume: 16  Issue: 2 - 2018
Hide Abstracts | << Back
REVIEW
1.Can levosimendan be a treatment option in subarachnoid hemorrhage?
Tuğçe Mengi, Barış Yılmaz, Ali Necati Gökmen, Uğur Koca
Pages 50 - 57
Tıbbi ve cerrahi tedavideki gelişmelere rağmen, anevrizmatik subaraknoid kanama erken yaştaki mortalitenin ana nedenlerinden biri olmaya devam etmektedir. Kardiyak ve pulmoner komplikasyonlar mortalitenin başlıca nedenlerindendir. En şiddetli kardiyak komplikasyonlardan biri nörojenik stres kardiyomiyopatisidir. Nörojenik stres kardiyomiyopatisinde görülen sol ventrikül disfonksiyonu genellikle birkaç gün içinde geri dönüşümlü olmasına rağmen şiddetli hipotansiyona, pulmoner ödeme ve kardiyojenik şoka neden olabilir. Subaraknoid kanama sonrası gelişen kalp yetmezliğinin geleneksel tedavisi, noradrenalin, dobutamin ve yüksek miktarda sıvıların kullanımına dayanmaktadır. Ancak subaraknoid kanamada azalmış kalp debisinin tedavisi zordur. Çünkü subaraknoid kanamada artmış adrenerjik stimülasyona bağlı miyokard hücreleri zaten stres altındadır. Ekzojen katekolaminlerin kullanımı miyokard hücrelerinde ilave nörokardiyojenik hasara, aşırı kalsiyum yüküne, serebral kan akımında azalmaya ve gecikmiş serebral iskemi gelişimine neden olabilir.
Levosimendan kullanımı ile ekzojen katekolaminlerin kullanımı azaltılarak katekolaminlerin oluşturduğu kardiyotoksisitenin kısır döngüsü kırılabilir. Levosimendan miyokardın oksijen tüketimini artırmadan kalp debisinin hızla eski haline getirilmesini sağlayan ve serebral perfüzyonu optimize eden adrenerjik olmayan bir inotropik kalsiyum sensitizörüdür. Gecikmiş serebral iskemi patogenezinde sol ventrikül sistolik fonksiyonundaki azalmanın yer aldığını düşünürsek bu hastalarda levosimendan uygulaması ile nörolojik komplikasyon gelişme riski azalabilir. Ayrıca deneysel çalışmalarda levosimendanın subaraknoid kanamada nöroprotektif etkileri olabileceğine dair yeni veriler de mevcuttur.
Bu derlemede subaraknoid kanama seyrinde gelişen hemodinamik bozuklukların tedavisinde levosimendan kullanımı güncel bilgiler eşliğinde tartışılmıştır.
Despite improvements in medical treatment and surgery, aneurysmatic subarachnoid hemorrhage remains one of the main causes of early mortality. Cardiac and pulmonary complications are the main causes of mortality. One of the most severe cardiac complications is neurogenic stress cardiomyopathy. Left ventricular dysfunction seen in neurogenic stress cardiomyopathy, although it is usually reversible within a few days, can cause severe hypotension, pulmonary edema and cardiogenic shock. Traditional treatment of heart failure after subarachnoid hemorrhage is based on the use of noradrenalin, dobutamine and high volume of fluids. However, it is difficult to manage reduced cardiac output in subarachnoid hemorrhage. Myocardial cells are already under stress due to increased adrenergic stimulation. The use of exogenous catecholamines may cause additional neurocardiogenic damage in myocardial cells, excessive calcium burden, decreased cerebral blood flow, and delayed cerebral ischemia.
Excessive use of exogenous catecholamines may be reduced by levosimendan to break the vicious circle of cardiotoxicity induced by catecholamines. Levosimendan is a nonadrenergic inotropic calcium sensitizer that allows rapid recovery of myocardial output and optimizes cerebral perfusion without increasing myocardial oxygen consumption. If we consider that reduction in left ventricular systolic function plays a role in the pathogenesis of delayed cerebral ischemia, the risk of developing neurological complications may be reduced by administration of levosimendan in these patients. New evidence from experimental studies also indicate that levosimendan may have neuroprotective effects in the subarachnoid hemorrhage.
In this review, the use of levosimendan in the treatment of hemodynamic disorders in the course of subarachnoid hemorrhage has been discussed in the context of current literature.
Abstract

ORIGINAL RESEARCH
2.The Impact Of Extensively Drug-Resistant Bacterial Infections On Mortality In Critically Ill Surgical Patients
Helin Şahintürk, Aycan Özdemirkan, Fatma Kılıç, Onur Özalp, Hande Arslan, Pınar Zeyneloğlu, Arash Pirat
Pages 58 - 63
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı cerrahi hasta kohortunda yoğun bakım kaynaklı çoklu ilaç dirençli (extensively drug-resıstant; XDR) bakteriyel enfeksiyonların sonuçlarının değerlendirilmesidir.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Başkent Üniversitesi Hastanesi Anestezi ve Cerrahi Yoğun Bakım Ünitesi’nde Ocak 2016-Aralık 2016 tarihleri arasında XDR bakteri izole edilen hastaların verileri retrospektif olarak incelendi. İlk 24 saat içinde cerrahi geçirmiş ve yoğun bakım kabulünden 48 saat sonra yoğun bakım kaynaklı enfeksiyon gelişen, 18 yaş üzeri erişkin hastalar çalışmaya dahil edildi.

BULGULAR: Çalışma süresince cerrahi yoğun bakım ünitesine kabul edilen 341 hastanın hepsi ilk 24 saat içinde cerrahi geçirmiş hastalar idi. Bu 341 hastanın 30’unda (9%) XDR bakteri izole edildi. Ortalama APACHE II (Acute Physiology and Chronic Health Evaluation) skoru 18.5 ± 5.3, ortalama beklenen mortalite hızı 35 ± 17.1 olarak hesaplandı. Ortalama yoğun bakım yatış süresi 27.0 ± 27.4 gün iken ortalama hastane yatış süresi 49.0 ± 34.3 gün idi. Hastane içi mortalite hızının 57% (n=17) olduğu görüldü.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızın sonucunda cerrahi yoğun bakım hastalarında XDR bakteriyel enfeksiyonlarının sık görüldüğünü (9%), ve mortalite oranlarının yoğun bakım kabulünde hesaplanan APACHE II skoru ile elde edilen beklenen mortalite oranlarına göre daha yüksek olduğu tespit edilmiştir (57% vs 35%).

INTRODUCTION: The aim of the study was to assess the outcomes of ICU acquired extensively drug-resistant (XDR) bacterial infections in a cohort of surgical patients.

METHODS: The data of patients with XDR bacteria isolated at Başkent University Hospital Anesthesia and Surgical Intensive Care Unit between January 2016 and December 2016 were reviewed retrospectively. Adult patients over 18 years of age who had undergone surgery within the first 24 hours and who developed intensive care unit infection 48 hours after intensive care unit admission were included in the study.

RESULTS: A total of 341 patients were admitted to ICU during the study period. All patients underwent surgery within 24h of ICU admission. Thirty out (9%) of 341 patients had ICU acquired XDR bacterial infections. The mean Acute Physiology and Chronic Health Evaluation (APACHE) II score was 18.5 ± 5.3 with an expected mean mortality rate of 35 ± 17.1. The mean length of ICU and hospital stays were 27.0 ± 27.4 and 49.0 ± 34.3 days respectively. The hospital mortality rate was 57%.

DISCUSSION AND CONCLUSION: In our cohort of patients, we found that XDR bacterial infections were common (9%) among critically ill surgical patients and their mortality rate was higher than their expected mortality according to their APACHE II scores calculated during ICU admission (57% vs 35%, respectively).

Abstract

3.The effects of early apnea testing on the organ donation
Ayşe Güsün Halitoğlu, Mukaddes Saba Saygılı, Ahmat Kaya, Mehmet Tercan
Pages 64 - 69
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, S.B.Ü Şanlıurfa Mehmet Akif İnan Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 2006-2017 yılları arasında beyin ölümü (BÖ) tanısı konulan hastalarda apne testi zamanının organ bağışı üzerine etkisinin saptanması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2006-2017 yıllarında BÖ tanısı almış 105 hasta retrospektif olarak incelendi. Suriye uyruklu 13 olgu çalışma dışı bırakıldı. Olguların demografik özellikleri, klinik tanıları, yoğun bakım yatış ile apne testi arası geçen süre, apne testi ile kardiyo-sirkulatuvar arrest arası geçen süre, apne testi ile BÖ konsey karar saati arası geçen süre, ilk geliş Glasgow koma skorları (GKS), APACHE 2 skorları kaydedildi.
BULGULAR: Çalışmada değerlendirilen 92 olgunun 33’ü (%35,9) kadın, 59’u (%64,1) erkek cinsiyet olarak tespit edilmiştir. Yoğun bakıma ilk yatış tanıları %52,2 (n=48) ile en sık travma iken diğerleri sırasıyla inme %35,9 (n=33), CPR sonrası anoksik hasar %6,5 (n=6) ve asfiksi %5,4 (n=5) olarak bulunmuştur. Beyin ölümü tanısı almış olguların %12’sinin (n=11) ailesi organ bağışını kabul etmiştir. Organ bağışını kabul eden olgularda yoğun bakım ilk yatıştan apne testi pozitif çıkana kadar geçen süre ortanca 57 saat iken bu süre organ bağışını reddedenlerde ortanca 86,8saattir (p>0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hastanemizde BÖ tanısı konulan hasta sayısı yıllar içinde artarken organ bağışı oranı ülkenin batısına göre yetersizdir.
INTRODUCTION: This research paper aims to analyze the extent to which the timing of apnea test has influence on the organ donation of those patients diagnosed with the brain death at M.S.U Sanlıurfa Mehmet Akif İnan Education and Research Hospital between the years of 2006-2017.
METHODS: One hundred and five (105) patients diagnosed with brain death between the years of 2006-2017 were analyzed retrospectively. Since the sample is limited to the national population, 13 Syrian people is excluded from the analysis. Following details of the cases are recorded: The demographic characteristics, the clinical diagnoses, the durations between the performing of apnea test and the intensive care unit admission, the cardio-circulatory arrest, and the consensus statement on brain death as well as the APACHE 2 scores and the glasgow coma scores at the first hospitalisation.
RESULTS: Ninety two (92) cases examined where 33 (35.9%) of the sample was female and 59 (64.1%) was male. The most frequent diagnosis during the admission to the intensive care unit was trauma with 52.2% (n=48). The rest was consisted of stroke (n=33), anoxic brain injury after CPR (n=6), and asphyxia (n=5), 35.9%, 6.5% and 5.4% respectively. Among the cases the organ donation accepted, the median score of the duration between the first admission to the intensive care and the positive apnea test result was 57 hours, whereas it was 86.8 hours for those rejected organ donation (p>0,05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Over the years, the number of patients diagnosed with brain death has increased in our hospital. However, the organ donation ratio is far from being sufficient as compared to the West part of the country.
Abstract

4.The Evaluation of the Effects of Erythrocyte Transfusion Using Central Venous Oximetry in Major Surgery Patients
Emil Gasimov, Ahmet Kemalettin Koltka, Nükhet Sivrikoz, Ali Emre Çamcı
Pages 70 - 75
GİRİŞ ve AMAÇ: Kan transfüzyonu genellikle oksijen sunumunu (DO2) arttırmak içim yapılmaktadır. Transfüzyon kararı aktüel DO2 gereksinimine bakılmadan çoğu zaman hemoglobin değerlerine dayanılarak verilir. Santral ven oksijen satürasyonu (ScvO2) DO2 ve sunum (VO2) arasındaki dengesizliği yansıtabileceği için bu çalışmada majör cerrahi olgularında eritrosit transfüzyonunun ScvO2 düzeyine etkisinin incelenmesi araştırılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Santral ven kateteri takılan ve ameliyat sonrasında yoğun bakıma alınan ASA I-IV arası olan, majör cerrahi olgulardan klinisyenin kan transfüzyonu yapmaya karar verdiği olgular çalışmaya dâhil edildi. Arter hemoglobin değerleri, oksijen satürasyonları, laktat ve baz açığı değerleri eritrosit transfüzyonu öncesinde (pre-T) ve transfüzyondan bir saat sonra (post-T) ölçüldü. Bu değişkenlerin analizi Wilcoxon testi veya Mann-Whitney U testi kullanılarak yapıldı ve p<0.05 anlamlı olarak kabul edildi.
BULGULAR: 101 hastada yapılan toplam 128 eritrosit transfüzyona ait veriler çalışmaya dâhil edildi. Transfüzyon sonrasında ScvO2 değerleri anlamlı düzeyde artarak %72,25 ± 6,8’den transfüzyon sonrası %75,25 ± 7,06’ya yükselmiştir (p<0,0001). Arter baz açığı değerlerinde anlamlı düzelmeler olurken laktat değerlerinde bir değişme olmamıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Eldeki sonuçlara göre majör cerrahi geçiren hastalara yapılan eritrosit transfüzyonunun doku oksijenasyonunda anlamlı düzelmeler sağladığı gözlenmiştir.
INTRODUCTION: Red blood cells are generally transfused to improve oxygen delivery (DO2). Transfusion decisions are mostly based on hemoglobin levels, regardless of actual DO2 requirements. As central venous oxygen saturation (ScvO2) may reflect imbalances in DO2 and consumption (VO2) the aim of this study was to investigate the effects of red cell transfusions on ScvO2 levels in major surgery patients.
METHODS: All ASA I-IV patients who underwent major surgery operations and admitted to intensive care units with a central catheter and in whom the clinician decided to make a transfusion were included. Arterial hempglobin levels, oxygen saturations, and lactate and base excess levels were measured before red blood cell transfusion (pre-T) and up to 1 hour after transfusion (post-T). These variables were analyzed through a Wilcoxon’s test or Mann-Whitney U test, and results were considered significant if P ≤.05.
RESULTS: A hundred and one patients with a total transfusion number of 128 units were included.. ScvO2 values significantly increased from 72.25% ± 6.8 to 75.25% ± 7.06 (p<0.0001). There were also significant improvements in arterial excess values; without a change in lactate values.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The results suggest that red cell transfusions are also associated with an improvement in tissue oxygenation in patients who underwent major surgery operations.
Abstract

CASE REPORTS
5.Acute Renal Failure Due To Metformin Intoxication: Case report
Çelebi Kocaoğlu, Ahmet Özel
Pages 76 - 78
Metformin, biguanid bileşikleri grubundan oral bir antidiyabetik ajandır. Metformin ilişkili laktik asidoz, metformin zehirlenmesi olgularında mortalitesi yüksek olan yan etkilerden birisidir. Biz intihar amaçlı aşırı doz metformin alımına bağlı, akut böbrek yetmezliği gelişen ve pulse metil-prednizolon ile tedavi edilen bir vakayı sunmayı amaçladık. Bu literatürde hemodializ uygulanmaksızın pulse metil-prednizolon ile tedavi edilen ilk vakadır.
Summary
Metformin is an oral antidiabetic agent among biguanide compounds. Metformin-related lactic acidosis is one of the adverse effects witnessed with high mortality in the cases of metforming poisoning. Here, we present a case of attempted suicide, whom developed acute renal failure due to excessive dose of metformin intake, which was treated with pulse metyl-prednisolone. Based on literature, this is the first case to be treated with pulse metyl-prednisolone without the performance of hemodialysis.
Abstract

6.Hemodiafiltration in a Patient with Severe Amitriptyline Intoxication
Ülkü Sabuncu, Ruslan Abdullayev, Hatice Selcuk Kusderci, Mehmet Duran, Abuzer Güler
Pages 79 - 82
Trisiklik antidepresan ilaçlar yüksek dozlarda alındıklarında ciddi mortalite ve morbiditeye sebep olmalarına rağmen depresyon tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadırlar. Ciddi kalp ritim bozukluklarına, hipotansiyona ve merkezi sinir sistemi depresyonuna neden olabilirler. Gastrik lavaj ve aktif kömür uygulaması, benzodiazepinler, volüm replasmanı, lidokain ve sodyum bikarbonat infüzyonu gibi konvansiyonel tedavi prensiplerine rağmen bazı hastalar tedaviye yanıtsız kalabilmektedirler. Bu yazıda Glasgow Koma Skalası 4 ve ciddi aritmileri olan 20 yaşında ciddi amitriptilin zehirlenmesi gelişen hastanın homodiafiltrasyon terapisiyle tedavi edilmesi sunulmaktadır. Bu hastada konvansiyonel tedavi yetersiz kalmıştır ve hastaya 36 saat boyunca hemodiyafiltrasyon uygulanmıştır. Hastanın 36 saat sonunda bilinci açılmış ve hemodinamik açıdan stabil hale gelmiştir. Bunun gibi konvansiyonel tedaviye cevap vermeyen ciddi zehirlenme olgularında hemodiyaliz, plazmaferez, hemoperfüzyon ve hemodiyafiltrasyon gibi yaklaşımlar kurtarıcı tedavi olabilirler ve göz önünde bulundurulmalıdırlar.
Tricyclic antidepressants are widely used drugs for treatment of depression despite serious mortality and morbidity in higher doses. They can cause severe cardiac arrhythmias, hypotension and central nervous system depression. Some intoxication cases still remain unresponsive to conventional therapies including gastric lavage, charcoal administration, benzodiazepines, volume replacement, lidocaine and sodium bicarbonate infusion. In this paper we report a 20-year-old female patient with severe amitriptyline intoxication with a Glasgow Coma Scale 4 and severe cardiac arrhythmias who was treated with hemodiafiltration therapy. Conventional therapy was not sufficient and hemodiafiltration was applied to the patient for 36 hours. At the end of the procedure she was conscious, hemodynamically stable. In such intoxication cases unresponsive to conventional therapy, approaches like hemodialysis, plasmapheresis, hemoperfusion and hemodiafiltration can be a rescue therapy modality to be and they should be considered as well.
Abstract