Volume: 7  Issue: 4 - 2010
Hide Abstracts | << Back
REVIEW ARTICLE
1.Pregnancy and thrombocytopenia
Mert Kazandı, Volkan Turan, Ismail Mete Itil
Pages 247 - 250
Amaç: Gebelikte en sık görülen hematolojik komplikasyon olan trombositopeninin incelenmesi.
Materyal metot: 2005-2009 yılları arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum bölümünde takip edilmiş 96 trombositopenik gebe retrospektif incelendi. Bu gebeliklerde trombositopeni tanısı, trombosit düzeyleri, takibi, gebelik sırasında hangi komplikasyonların ortaya çıktığı, doğum şekilleri ve fetusların durumları incelendi.
Sonuçlar: Toplam 96 trombositopenik gebe çeşitli nedenlerden dolayı kliniğimizde hospitalize edildi. 38 hastada gestasyonel trombositopeni düşünülürken, 16 hastada immun trombositopenik purpura (İTP), 42 hasta HELLP sendromu tanısıyla izlendi. HELLP sendromu gelişen hastaların %50 ‘si primigravid iken, hastaların sadece %14’ü ileri yaş gebesiydi. 6 hastada sendrom postpartum dönemde gelişti. Hastalara subfasiyel ve intraabdominal dren konulmasına rağmen 2 hastada hematoma sekonder relaparotomi gerçekleştirildi. İTP’li hastalar hematolog ve obstetrisyen arasında multidisipliner bir çalışmayla takip edildiler. Neonatal trombositopeni hiçbir grupta izlenmedi.
Tartışma: Gebelikte trombositopeni, üzerinde dikkatle durulması gereken bir bulgudur. Bir kez alınan kan örneği ile yetinilmemeli, trombositopeni olduğuna karar verebilmek için mutlak, birden çok örnekleme yapılmalıdır. Ayırıcı tanı için ileri tetkikler yapılmalı ve kesin tanıya mümkün olan en kısa sürede gidilmelidir. Doğru ve hızlı davranılmadığı taktirde, gerek maternal ve gerekse fetal morbidite ve hatta mortalite söz konusu olabilir. Doğum şekline, hastanın genel durumuna ve trombosit sayısına göre karar verilmelidir.Genel görüş trombosit sayısının 50.000/mm3 ve altında olduğu vakalarda sezaryen, 50.000/mm3'ün üzerinde
olduğu vakalarda obstetrik bir kontrendikasyon yoksa vajinal doğum tercih edilmelidir.
Objective: The assessment of thrombocytopenia in pregnancy which is the most frequently seen haematologic complication.
Material and method: We reviewed 96 thrombocytopenic pregnants retrospectively that were followed up in the Department of Obstetrics and Gynecology in Ege University between 2005-2009. Following process of pregnancy, thrombocyte levels at the time of diagnosis, delivery types and the condition of foetuses subsequent to birth were determined.
Results: 96 thrombocytopenic pregnants were hospitalized in these years because of various reasons. While 42 patients were followed up due to HELLP syndrome, ITP was established in 16 women and 38 patients were thought to correspond with gestational thrombocytopenia. Fifty percent of patients were primigravida and 14% of patients had advanced maternal age. Syndrome occured after delivery in 6 patients. Although drains were placed subfascially and intraabdominally during ceserean, relaparotomy was performed in 2 patients because of haematoma. Neonatal thrombocytopenia didn’t appear at no time whatever.
Discussion: Thrombocytopenia is emphasized carefully during pregnancy. To make a decision about platelets, more than one blood sample should be taken. For differential diagnosis, advanced tests should be done and the clinicians should reach precise diagnose in a short time. Otherwise, maternal and foetal morbidity or mortality may occur. Patient’s general condition and the number of platelets are the factors for choosing the type of delivery. If the number of platelets are under 50000/mm3, ceserean is recommended. However, if not, vaginal delivery is suggested in the absence of any complication.
Abstract | Full Text PDF

2.fetal inflamatuar yanıt sendromu
Mert Kazandi
Pages 251 - 255
Fetusta ortaya çıkan sistemik enflamatuar cevap, “fetal enflamatuar yanıt sendromu” (FIRS) olarak adlandırılır. Amniyotik sıvı ve fetal kanda artmış pro-enflamatuar sitokinler ve fetal vaskülit varlığı ile karakterize bir durumdur. İntrauterin bir enfeksiyon mevcuttur ve fetusta buna karşı aşırı bir inflamatuar cevap oluşur. İntrauterin enfeksiyon maternal desiduayı, myometriumu, amniotik ve korionik membranları,amnion mayisini,kordu ve plasentayı etkiler.Bu intraamniyotik sitokinlerin fetal orijinli olduğu yönündeki veriler ağırlıktadır. Fetal enflamatuar cevabın, oluşabilecek sonuçlar üzerine olan etkisi daha önemlidir (1).
Sonuçta erken doğum ve özellikle prematür bebeklerde sık görülen periventriküler lökomalazi,intraventriküler hemoraji etyolojisinde bu perinatal sitokin yanıtın rolü olduğu ve sık görülen beyin hasarına,serebral felce yol açabileceği ileri sürülmektedir. Hatta biofizik profil bozulması ve doğumda depresyon,asfiksi kliniği bir çok olguda fetal inflamatuar yanıtın bir klinik bulgusudur.
Systemic inflammatory response that occurred in foetus called foetal inflammation response syndrome. İt is characterized via existance of fetal vasculitis and increased proinflamatory cytokines in amnion fluid or in fetal blood. There is a intrauterine infection and foetus gives reaction to it. It effects maternal decidua,myometrium, amniotic and chorionic membranes, amnion fluid, umblical cord and placenta. Recent studies claims that these intraamniotic cytokines is originated from foetus. The effect of foetal inflammatory response on probable consequences are more important.
In conclusion it is claimed that the ethiology of mostly seen complications like periventricular leukomalacia, intraventricular hemorrhage in preterm delivery may occur due to perinatal cytokin responce and gives rise to cerebral damage. Furthermore; impaired biophysical profile, depression at labour, asfixia are the clinical findings of this syndrome.
Abstract | Full Text PDF

3.Simulation in Obstetrics and Gynaecology
Ümit Göktolga, Berfu Demir
Pages 256 - 261
Simülasyon eğitimi teorik eğitimden hasta üzerinde uygulamaya geçişte ara basamağı oluşturmaktadır. Simülasyon eğitimi kişilere çalıştıkları konuyu öğrenme, tekrarlayarak becerilerini geliştirme ve gerçek uygulama öncesinde yeterli beceriyi kazanma olanağını sağlamaktadır. Bu süreçte sadece prosedürün öğretilmesi amaçlanmamakta, gelişebilecek bir komplikasyonda olayın etyopatogenezi ve yönetimde kullanılan tekniklerinin etkinliği de araştırılmaktadır. Obstetrik simülasyonda 2004 yılına kadar doğum sürecinde karşılaşılan amniosentez, makat doğum, omuz distosisinin yönetimi gibi sorun veya olayların tek başlık altında öğretilmesini amaçlayan yazı ve eğitim süreçleri esas alınmıştır. Takiben bu sürecin takım olayı olmasının bilinciyle, klinik hataların saptanması, risklerin azaltılması ve sonuçların düzeltilmesi üzerinde odaklanmıştır. Jinekolojide kullanılan simülatörler temel olarak jinekolojik muayenede pelvik organ ve patolojilerin tesbiti, sütür teknikleri, kontraseptif yöntemlerin intrauterin ve ciltaltına uygulanması, laparoskopi ve histeroskopi operasyonları, ürojinekolojide periüretral sling uygulamalarını içerir. Bu derlemede kadın doğum kliniğinde simülasyon başlığı altında obstetrik ve jinekolojide simülasyon tekniklerine ayrı ayrı değinilerek kullanılan ekipman, süreçte yapılan uygulamalar hakkında bilgi verilecektir.
Simulation training constitutes the transition from the theoretical training to the practice on the process of medical education. Simulation training provides people an opportunity to learn their work, develop skills and repeat the application prior to the actual application. Until 2004, the process of obstetric simulation training has focused on acquisition of training procedural skills on obstetrics such as amniocentesis, conducting breech birth, managing shoulder dystocia, and managing obstetrics emergencies and trauma. Later on, obstetric simulation mainly focused on team work and team performance. Therefore, the identification of clinical errors, the reduction in clinical risks and the improvement of clinical outcomes were mainly investigated. Generaly used gynecologic simulators include gynecological examination, suture techniques, the implementation of intrauterine and subcutaneous contraceptives, laparoscopy and hysteroscopy, and placement of periurethral sling. The aim of this article is to provide an overview on simulators and simulation training within obstetrics and gyneacology.
Abstract | Full Text PDF

RESEARCH
4.A Comparison Between Parenteral Paracetamol and Diclofenac For Acut Postoperetive Pain Treatment in Patients After Caeserean Section
Süleyman Akarsu, Şaziye Şahin, Cengiz Kara, Nermin Akdemir, Semih Değerli
Pages 262 - 266
Süt veren annede doğum sonrası ağrı tedavisinde analjezik seçimi önemlidir ve ilk seçenek genellikle nonopioid analjeziklerdir. Opioid analjezikler yeterli postoperatif analjezi sağlamakla birlikte, hem anne hem de yeni doğanda uyanıklık ve canlılığı azaltarak, bebeğin yeterli beslenmesini engelleyeceğinden tercih edilmezler.
Bu çalışmada sezaryen doğum (C/S Abdominale) sonrası erken postoperatif ağrı tedavisinde intravenöz parasetamol ile intramuskuler diklofenakın analjezik etkinlik ve yan etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışmaya spinal anestezi altında C/S ameliyatı yapılacak, ASA I-II grubu, 20-39 yaşları arasında 80 termde gebe dahil edilerek, randomize olarak iki gruba ayrıldı. İlk analjezik gereksinimi olduğunda birinci gruptaki hastalara 1 gr intravenöz parasetamol (Grup 1, n=40), ikinci gruptaki hastalara ise 75 mg diklofenak sodyum intramuskuler olarak uygulandı (Grup 2, n=40). Bütün hastaların postoperatif ilk analjezik gereksinim zamanları kaydedildi. İlk analjezik uygulamasını takiben ağrıdan yakınan ve VAS ≥ 4 olan hastalara ek analjezik olarak im 1 mg/kg meperidin uygulanarak, kaydedildi. Hastaların ağrı düzeyleri postoperatif 30. dk, 1., 2., 4. ve 6. saatlerde 10 cm’lik Vizuel Analog Skala (VAS) ile değerlendirildi. Ayrıca bütün hastalar postoperatif bulantı, kusma, kaşıntı, enjeksiyon yerinde ağrı, allerjik reaksiyon, hipotansiyon ve hipertansiyon gibi yan etki ve komplikasyonlar yönünden izlenerek kaydedildi. Demografik veriler bakımından gruplar arasında anlamlı bir farklılık yoktu. Postoperatif ağrı düzeyleri ve yan etkiler de her iki grupta benzer olarak saptandı. Sonuç olarak uyguladığımız dozlarda intravenöz parasetamolün intramüsküler diklofenak ile benzer ve yeterli analjezik etkinliğe sahip olduğu kanaatine varıldı.
The aim of this study was to assess the analgesic efficacy and adverse effects of intravenous paracetamol in comparison with intramuscular diclofenac in patients with postoperative pain after Cesarien section (C/S Abdominale ). Eighty patients of ASA class I-II, 20-39 years of age, undergoing C/S under spinal anesthesia were assigned in a randomized manner into two groups. In Group 1 (n=40), 1 gr paracetamol intravenously, in Group 2 (n=40) 75 mg diclofenac intramuscularly was given at the time to first analgesic requirement after the operation. Postoperative pain scores were evaluated before medicine and at 30 min., 1, 2, 4, and 6 hours after the administration of the analgesic. 1 mg/kg meperidine was given in patients whom VAS ≥5 after the analgesic. First analgesic time and adverse effects such as nausea, vomiting, pruritis, injection site pain, allergic reaction, hypotension and hypertension were recorded. The demographic data, and adverse effects were similar in all groups. No significant differences were found between paracetamol and diklofenac for measures of analgesic activity.
Abstract | Full Text PDF

5.Initial Chorionic Villus Sampling Results Of Gaziantep University: One Year Analysis
Ebru Dikensoy, Fatma Bahar Cebesoy, Ebru Öztürk, Mete Gürol Uğur, Özcan Balat, Ali İrfan Kutlar, Volkan Baltacı
Pages 267 - 272
Giriş: Bu çalışmanın amacı Gaziantep Üniversitesi’nde ilk kez yapılmaya başlanan transabdominal koryonik villus biyopsilerini (TA-KVB) endikasyon,sonuç ve komplikasyonlar açısından analiz etmekti.
Materyal ve method: Mart 2007-Ağustos 2009 tarihleri arasında deneysel TA-KVB sonrası diagnostik serilere geçildi ve bu hastaların kayıtları retrospektif olarak incelendi.Hastaların sayısı, maternal ve gestasyonel yaşı, KVB endikasyonları, plasenta lokalizasyonu, iğne giriş sayısı, işlemin tekrarlanma sayısı, sitogenetik analiz sonuçları ve komplikasyon oranları incelendi.
Sonuç: Deneysel ve diyagnostik olmak üzere toplam 92 hastaya transabdominal yolla koryonik villus biyopsisi uygulandı.Sitogenetik inceleme sonucunda 4 hastada Trizomi 21, bir hastada Trizomi 18 tespit edilmişti.Hastaların hiçbirinde vaginal kanama, barsak veya mesane laserasyonu, fetal kayıp, ekstremite redüksiyon defekti gibi olası komplikasyonlara rastlanmadı.
Tartışma: Kliniğimizde öncelikle ilk trimesterde deneysel olarak intrauterin eks fetuslarda yapımına başlanılan transabdominal koryonik villus biyopsisi işlemi daha sonra diyagnostik amaçla yapılmaya başlanmıştır.Bu tecrübe kazanılmasında önemli bir yaklaşım olmuştur.Canlı gebeliklerden hiçbirinde organ yaralanması veya fetal kayıp izlenmemiştir.TA-KVB artık kliniğimizde de diyagnostik amaçla güvenle uygulanabilecek bir yöntem olarak yerini almıştır.
.Objective: To analyse the indications, results and complications of the initial transabdominal (TA) CVS experiances of Gaziantep University.
Material and Methods: Following experimental TA-CVS cases we performed diagnostic TA-CVS between March 2007-August 2009 and the data was analysed retrospectively.The number of patients, maternal and gestational age, CVS indications, placental localization, number of needle insertions, number of the repeated procedures, results of the cytogenetic analyses and complication ratios were evaluated.
Results: A total of 98 TA-CVS procedure were performed including the experimental and diagnostic cases.After cytogenetic analysis we determinated trisomy 21 in 4 patients, trisomy 18 in 1 patient.None of the possible complications were observed in the patients, such as vaginal bleeding, intestinal or bladder laceration, abortion, limb reduction defects.
Conclusion: TA-CVS, initially performed as an experimental procedure in cases with intrauterine ex fetuses, was later on started to be performed as a diagnostic procedure in our clinic.This approach was quite useful to gain experience.There were no organ lacerations observed in the live fetuses nor fetal demise.Thus, TA-CVS may be continued to be applied as a safe and reliable procedure for diagnostic purposes in our clinic as well.
Abstract | Full Text PDF

6.Efects of liver diseases on pregnancy and perinatal results: Comparison of 161 pregnant women with liver disease TO 180 healty pregnant
Ahmet Mete Ergenoğlu, Ahmet Özgür Yeniel, Cem Yaşar Sanhal, Mert Kazandı
Pages 273 - 278
Amaç: Bu çalışmada, karaciğer hastalığı geçiren gebelerin demografik özelliklerini, laboratuvar bulgularını ve gebeliklerin perinatal sonuçlarını değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntemler: Ocak 2004 – Temmuz 2009 tarihleri arasında Ege Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğinde yatarak tedavi olan 12241 gebenin kayıtları incelendi ve 161’inde (çalışma grubu) herhangi bir karaciğer hastalığı olduğu belirlendi. Hastaların yaşları, gravidaları, pariteleri, gebelik haftaları, şikayetleri, amnion mayi miktarları, doğum haftaları, doğum şekilleri, doğum ağırlıkları, bebeklerin APGAR 1. Dakika ve APGAR 5. dakika skorları, ALT, AST, ALP, GGT, Total Protein, Albumin, Globulin, total bilirubin, direkt bilirubin, indirekt bilirubin, INR, APTZ, lökosit, hemoglobin, hematokrit, trombosit, üre, kreatinin ve sodyum değerleri çıkarıldı.
Bulgular: Demografik ve klinik değişkenler açısından gruplar arasında farklılık saptanmamıştır. Çalışma grubunda ALT, AST, ALP, GGT, Total protein, albumin, total-direkt-indirekt bilirubin, lökosit, INR ve kreatinin değerlerinde istatiksel anlamlı fark saptanmıştır. Amnion mai miktarları, doğum haftaları, doğum şekilleri, doğum ağırlıkları, bebeklerin APGAR 1. ve 5. dakika değerleri, globulin, hemoglobulin, hematokrit, trombosit, üre ve sodyum değerlerinde ise gruplar arasında fark yoktur. Çalışma grubu hasta sayılarına göre; hepatit B portörleri, kolestaz, asemptomatik KCFT yüksekliği ve diğer olarak 4 alt grupta da incelenmiş ve hiçbir parametrede fark saptanmamıştır.
Yorum: Karaciğer hastalıklarının obstetrik komplikasyonları zaman zaman ciddi hasarlara yol açsa da, iyi yönetimle ve tedavi modaliteleriyle oldukça tatminkar perinatal sonuçlar elde edilebilir.
Objective: To determine the demographic properties, clinical features, laboratory findings and perinatal results of the patients who had liver diseases during their pregnancies.
Material and Methods: We retrospectively evaluated the medical records of 12241 pregnant women who had been treated in our clinic between January 2004 and July 2009. 161 of them (study group) had liver disease. For the control group, 180 patients,who did not have any problems on their routine controls, were chosen. Age, gravida, parity, gestational week, amnion fluid levels, birth week-weight-route, APGAR values of the first and fifth minutes, ALT, AST, ALP, GGT, Total protein, albumin, globulin, total-direct-indirect bilirubin, INR, APTT, leucocyte, heamoglobuline, heamotocryte, platelets, blood urea, creatinine and sodium values were examined.
Results: Demographic and clinical variables did not differ between groups. There was statistically significant difference in ALT, AST, ALP, GGT, total protein, albumin, total-direct-indirect billurubin, leucocyte, INR and creatinine values. We divided the study group in to 4 sub-groups; hepatitis B porters, cholestasis, asymptomatic liver function test abnormalities and others. We did not find any differences between groups in all parameters.
Conclusion: The obstetrical complications of liver diseases in pregnancies may sometimes cause severe damages. With appropriate management and treatmant modalities, satisfying perinatal results could be gained.
Abstract | Full Text PDF

7.Premenstrual Symptoms and Premenstrual Exacerbation in Patients With Schizophrenia
Baybars Veznedaroğlu, İsmail Mete İtil, Gülçin Sügün
Pages 279 - 284
Amaç: Şizofreni ciddi bir psikiyatrik bozukluktur. Psikiyatrik bozukluklarla menstrüel döngü arasındaki ilişki oldukça dikkat çeken bir konudur. Premenstrüel sendrom (PMS) ise farklı psikiyatrik bozukluklarla ilişkilendirilmiş bir klinik durumdur. Bu çalışmada şizofrenide PMS ve premenstrüel alevlenmenin (PMA) araştırılması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntemler: Çalışma Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı psikoz biriminde ayaktan izlenen şizofrenik bozukluklu kadın hastalarla gerçekleştirildi. Denekler düzenli adet gören 18-45 yaş arası bayan hastalar arasından seçildi. Hastalara ICD-10 bazlı PMS belirti tarama listesi uygulandı. PMA şizofrenik bozukluk belirtilerinin premenstrüel dönemde klinik olarak kötüleşmesi olarak tanımlandı. Sosyodemografik veriler kaydedildi.
Bulgular: Tüm hastalarda en az bir PMS semptomu gözlendi. Hastalarda görülen ortalama PMS belirti sayısı 3.4±1.2, klinik olarak önemi olabilecek PMS yaygınlığı %5; PMA yaygınlığı ise %26.7 idi. En fazla bildirilen PMS belirtisi ‘şişkinlik veya kilo artışı’(%80), en az bildirilen semptom ‘konsantrasyon bozukluğu’ydu (%6.7). PMA’si olan grupta ‘iştah değişikliği’ anlamlı olarak daha fazla idi (p<0.05). PMS’u veya PMA’si olan ve olmayan hastalar yaş, medeni durum, iş, eğitim süresi, hastalık süresi, antipsikotik dozu, antidepresan ve duygudurum dengeleyici kullanımı bakımından farklılık göstermemiştir.
Sonuç: Bu çalışma şizofrenik bozukluklu hastalarda PMS’nin ve PMA’nin oldukça yaygın olduğu, PMS ve PMA’nın büyük ölçüde ayrı klinik antiteler olduğunu düşündürmektedir. Şizofrenide premenstrüel iştah değişiklikleri dikkatle izlenmelidir. Antidepresanlar şizofrenili kadınlarda PMS’un tedavisinde yararlı gözükmemektedir.
Objective: Schizophrenia is a severe psychiatric disorder. Much attention has been paid to the relationship between psychiatric disorders and the menstrual cycle. Premenstrual syndrome is a medical condition which is related to various pstciatric disorders. The aim of this study was to investigate premenstrual symptoms (PMS) and premenstrual exacerbation (PME) in patients with schizophrenia.
Material and metheods: We completed this study with outpatiens who were diagnosed as schizophrenia according to DSM-IV and followed in psychosis unit, Deparment of Psychiatry, Ege Medical School. Thirty women (aged between 18 an 45) with regular menstruations are included in the study. Premenstrual syndrome was assessed with a symptom checklist based on International Classification of Diseases (10th revision; ICD-10) criteria. Premenstrual exacerbation was defined clinically as premenstrual worsening of schizophrenic symptoms.
Results: All the patiens had at least one PMS symptom. The avarage number of PMS symptoms in patients was 3.4±1.2; the prevalance of PMS with considerable clinical importance was %50; and the prevalance of PME was %26. The most frequently reported PMS symptom was‘bloating or weight gain’(%80), and the least was ‘poor concentration’ (%6.7). ‘Changes in appetite’ were more frequent in patients with PME (p<0.05). There was no difference in patients with and without PMS orPME by means of age, marital status, employment, education, duration of illness, antipsychotic dosage, use of antidepressants or mood stabilizers.
Conclusion: The results of this study suggest that PMS and PME are considerably common in female patients with schizophrenia; and that PMS and PME are comparatively different clinical entities. Premenstrual changes in appetite should carefully be monitored. Antidepressants and mood stabilizers do not seem to be helpful in treating PMS in patients with shizophrenia.
Abstract | Full Text PDF

8.Evaluation of sexually abused cases in childhood in eastern Turkey
Mertihan Kurdoğlu, Zehra Kurdoğlu, Ayşe Güler, Çağdaş Özgökçe
Pages 285 - 288
Objektif: Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’ ne cinsel istismar nedeniyle konsülte edilen olguları değerlendirmek.
Planlama: Retrospektif çalışma
Ortam: YYÜ Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği, Van
Hastalar: Cinsel istismara uğrayan 4-14 yaş grubundaki çocuklar
Girişim: Yok
Değerlendirme Parametreleri: Cinsel istismara uğrayan çocukların demografik özellikleri, muayene bulguları.
Sonuç: Ocak-2007 ile Temmuz-2009 tarihleri arasındaki kayıtlar incelendiğinde, 4-14 yaş grubunda 52 çocuğun cinsel istismara uğradığı tespit edilmiştir. Bunlardan 42’sini kız ( % 80.77) 10’ unu erkek (%19.23) çocuklar oluşturmaktadır. Kız çocuklardan 12’ sinde (%28.57) hymen deflorasyonu, 7’ sinde (%16.67) anal livata, 4’ ünde (%9.52) her iki durum da tespit edilmiştir. Erkek çocukların 6’sında ( %60) anal livata, 7’sinde (%70) fiziksel darp hali görülmüştür. Dört kız (%9.52) ve 2 erkek (%20) çocuğunun aynı anda birden fazla kişi tarafından istismara uğrarken kızlardan 3’ ünün (%7.14) erkeklerden 1’ inin (%10) aynı kişi veya kişiler tarafından defalarca istismar edildiği anlaşılmıştır.
Yorum: Bölgemizde çocuğa cinsel istismar, çoğu kez etnik ve kültürel değerler nedeniyle gizlendiği için cinsel istismara uğrayan çocukların gerçekte daha fazla olduğunu düşünmekteyiz.
Objective: To evaluate the cases who were consulted to Department of Obstetrics and Gynecology in Yuzuncu Yil University Faculty of Medicine for sexual abuse.
Design: A retrospective study.
Setting: Yuzuncu Yil University Faculty of Medicine, Department of Obstetrics and Gynecology, Van.
Patients: Sexually abused children in the 4-14 age group.
Interventions: None
Main Outcome Measures: Demographic characteristics and physical findings of sexually abused children.
Results: When the records between January-2007 and July-2009 were examined, it was determined that 52 children in the 4-14 age group had been sexually abused. Of these, 42 (80.77) were girls and 10 (19.23%) were boys. Of girls, hymen defloration was detected in twelve (28.57 %), anal abuse in 7 (16.67 %), and both in 4 (9.52%). Of boys, anal abuse was detected in 6 (60%) while signs of physical violence were observed in 7 (70%). It was understood that, while four (9.52%) girls and 2 (20%) boys were abused by more than one person at the same time; 3 of girls (7.14%) and 1of boys (10%) were repeatedly abused by the same individual or individuals.
Conclusions: Since child sexual abuse in our region is often hidden due to ethnic and cultural values, we think that sexually abused children are actually much more than we have detected.
Abstract | Full Text PDF

9.The effects of serum estradiol levels and endometrial thickness measurements on pregnancy outcomes in GnRH agonist down-regulated ICSI cycles.
Tuğba Kınay, Yasemin Taşcı, Serdar Dilbaz, Özgür Çınar, Berfu Demir, Burak Karadağ
Pages 289 - 293
AMAÇ: Uzun luteal GnRH agonist protokolu uygulanan hastalarda seri endometrial kalınlık ölçümleri ve hormon düzeylerinin ICSI sonuçları üzerine etkisini araştırmaktır.
METOD: Rekombinant FSH ve uzun luteal GnRH agonist protokolu ile ICSI uygulanan 40 ardışık infertil kadın çalışmaya dâhil edildi. Bütün hastaların yaş, âdetin 3. günü FSH düzeyleri, antral folikül sayısı (AFS), âdetin 3. günü, stimülasyon günü ve hCG uygulama günü E2 düzeyleri ölçüldü. Hastaların endometrial kalınlıkları siklus başlangıcında (EKbazal), siklusun 5. günü (EK5), hCG günü (EKhCG) ölçüldü ve siklus sonuçları kaydedildi. Gebe kalan ve gebe kalamayan hastaların sonuçları karşılaştırıldı.
SONUÇLAR: Kadınların ortalama yaşı 27,4 ± 4,8; toplam gebelik oranı %45 (n=18) ve spontan abortus oranı %11,1 (n=2) di. Gebe kalan hastalarda EK5.gün, EKhCG, ∆EK5.gün-Bazal, ∆EKhCG-Bazal değerleri anlamlı derecede yüksek bulundu. Siklusun değişik dönemlerinde ölçülen estradiol ve progesteron düzeyleri açısından iki grup arasında anlamlı fark yoktu.
YORUM: GnRH agonist uzun protokol uygulanan ICSI sikluslarında siklusun farklı günlerinde ölçülen endometrial kalınlık değerleri gebelik için belirleyici olabilir.
OBJECTIVE: To investigate the effects of endometrial thickness measurements and serum hormone levels on the outcomes of long protocol GnRH agonist ICSI cycles.
STUDY DESIGN: Forty consecutive infertile women undergoing controlled ovarian hyperstimulation with recombinant FSH and GnRH agonists for ICSI were enrolled in this study. Age of the patients, day 3 FSH, antral follicle count (AFS), serum E2 levels on day 3, E2 on stimulation day 5, E2 on day of hCG administration, endometrial thickness on the baseline (EKbazal), on day 5 of stimulation (EK5), on day of hCG administration (EKhCG) and cycle outcomes were recorded. The outcomes of pregnant and non-pregnant women were compared.
RESULTS: Women’s age was 27,4 ± 4,8. Overall pregnancy rate was %45 (n = 18) and spontaneous abortion rate was %11,1 (n = 2). In pregnant women, EK5, EKhCG, ∆EKhCG-Bazal values were significantly higher than non-pregnant women. There were no significant differences in estradiol and progesteron levels between pregnant and non-pregnant women.
CONCLUSION: For achieving pregnancy, endometrial thickness may be a determining factor in GnRH agonist down-regulated ICSI cycles.
Abstract | Full Text PDF

10.Iatrogenic vesicovaginal Fıstula: Factors Predicting Success And Therapy
Halil Çiftçi, Murat Savaş, Adem Altunkol, Ercan Yeni, Ayhan Verit, Fatma Ferda Verit, İismail Yağmur
Pages 294 - 298
Amaç: Vezikovajinal fistüller sıklıkla obstetrik travma, jinekolojik yada diğer pelvik cerrahi girişimler sonrası ortaya çıkmaktadır. Bu çalışmada jinekolojik ve obstetrik iyatrojenik vezikovajinal fistüllerde tedavi yaklaşımımız ve sonucu etkileyen faktörler tartışılmıştır
Gereç ve Yöntem: 2004–2008 yılları arasında kliniğimize primer vezikovajinal fistül tanısıyla gelen ve tedavi edilen 18 hastanın sonuçları, transvezikal- transvaginal cerrahi, erken–geç dönem girişim, fistül çapı ve yeri açısından retrospektif olarak değerlendirildi
Bulgular: Hastalarımızın yaş ortalaması 41.94±11(26–66) yıl idi. Etyolojide total abdominal histerektomi (TAH) 9/18 (%50), sezeryan 5/18 (%27.8), obstetrik travma 4/18 (%22.2) olarak belirlendi. Hasarlanma anından operasyona kadar geçen süreler ortalama 3 (2–5) ay idi. Onsekiz hastanın 8’ine transvajinal, 10 hastaya transvezikal yaklaşım uygulandı. Uygulanan cerrahi yöntemin belirlenmesinde, fistülün yeri ve çapı belirleyici oldu. Hastalarımız ortalama 12 (6–20) ay takip edildiler. Toplam başarı oranı %89 olarak belirlendi. Transvezikal yaklaşım uygulanan fistül çapı 3cm’den büyük iki hastada nüks gözlendi (%11).
Sonuç: Vezikovajinal fistüllerde seçilecek etkin cerrahi yöntemin belirlenmesinde, fistülün yeri ve çapı belirleyicidir. Cerrahi başarıyı artırmak için fistül çapının 3cm’den büyük olduğu ve supratrigonal yerleşimli vakalarda transvezikal girişim tercih edilmeli, mesane ile vajina arasına iyi vaskülarize bir fleb konulmalıdır.
Objective: Obstetric trauma, gynecologic or other pelvic surgical interventions were take place in the etiology of vesicovaginal fistulas. In this study, we discussed our approach in the treatment of iatrogenic vesicovaginal fistulas and factors predicting to the result.
Patients and Method: From 2004 to 2008, the results of 18 patients who referred our hospital with primer vesicovaginal fistulas were retrospectively analyzed according to transvesical/ vaginal surgical approach, early /delayed intervention, fistul tract diameter and place of fistula.
Results: The median age was 41.94±11 (26–66) years. The causes of the fistulas in our study in a decreasing order were post transabdominal hysterectomy that comprised 18 cases (50%), caesaren section in 5 cases (27.7%) and obstetric injury in the rest 4 cases (22.2%). The mean time from the causative surgery to the operation was 3 (range 2–5) months. All patients (18) were treated with surgical repair as transvaginal approach in 8 and transvesical repair in 10. Place of fistula and diameter were the factors for the determination of surgical approach. The mean follow-up period was 12 (6-20) months. Total successful repair rate was 89%. Failure of repair were in 2 cases, more likely in larger fistulae (> 3 cm) requiring an subsequent abdominal approach (11%).
Conclusion: In our opinion, the place of fistula and diameter were the main factors for the determination of the surgical approach. Transvesical approach with well vascularised tissue interposition between the vagina and bladder should be preferred for increasing surgical successfull repair rate especially in the large fistula (>3 cm).
Abstract | Full Text PDF

11.Prognostic Factors In Epithelial Ovarian Cancer.
Elif Esra Gültekin, Behiye Pınar Göksedef, Hüsnü Görgen, Ahmet Çetin
Pages 299 - 304
Amaç
Bu çalışmada klinigimizde tedavisi ve takibi yapılan epitelyal over tümörlerinin (EOK) klinik demografik özelliklerinin tanımlanması, rekürrens ve yaşam süresine etki eden faktörlerin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Materyal-Metod
Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’nde 2002-2008 yılları arasında EOK tanısı alarak tedavi edilmiş olgular çalışmaya alındı. Basit istatistikler, univaryant ve multivaryant analizler SPSS 13.0 programı kullanılarak yapıldı.
Bulgular
Altmışaltı EOK’li olgu saptandı. Olguların çoğunluğu evre 3 (%62), histopatolojik olarak sınıflandırıldığında çoğunluğu (%84) seröz histoloji ve grade 3 (%40) idi. Analiz esnasında olguların 39’unda (%59.1) rekürrens, 26’sında (%39.4) ölüm mevcuttu ve median progresyon free sürvival (PFS) zamanı 16.63 ay, overall sürvival (OS) 28.3 ay olarak saptandı. Multivaryant analizde platine cevaplı olgularda (OS için HR= 32.88, %95 CI 9.24-116.2, PFS için HR= 23.80, %95 CI 6.27-90.35), optimal operasyonda (OS için HR=2.54, %95 CI 1.12-4.90 ve PFS için HR 2.77=%95 CI 1.37-5.60), pozitif sitoloji olması durumunda (OS için HR= 0.29 %95 CI 0.09-0.85 ve PFS için HR= 0.47 0.21-1.04) olarak hesaplandı.
Sonuç
Platin sensitivitesi, batın sitolojisinin negatif olması ve optimal operasyon, EOK’li hastalarda iyi prognoz göstergesidir.
Objective
The purpose of this study was to determine of the clinical and demographic features and the factors that have impact on prognosis in ovarian cancer.
Study design
This was a retrospective analysis of epithelial ovarian cancer in patients who were diagnosed and treated in Haseki Teach and Research Hospital between 2002 and 2008. Simple statistics and univariate and multivariable analysis were performed with SPSS 13.0 program.
Results
Sixty six patients met the inclusion criteria; most of the patiens had stage 3 disease (62%) and serous hystology (84%) and grade 3 tumors (40%). Tumors had recurred in 39 patients (59%) and 26 patients (39.4%) had died and the median progression free survival (PFS) was 18.3 months and overall survival (OS) was 28.3 months at the time of analysis. A multivariable analysis of survival that was adjusted for covariates which were used in univariate analysis (HR for PFS = 23.80, 95% CI = 6.27 to 90.35, and HR for OS = 32.88, 95% CI = 9.24 to 116.2, in the platinum sensitive patients), (HR for PFS = 2.77, 95% CI = 1.37 to 5.60, and HR for OS = 2.54, 95% CI = 1.12 to 4.90, in the optimally debulked patients), (HR for PFS = 0.47, 95% CI = 0.21 to 1.04, and HR for OS = 0.29, 95% CI = 0.09 to 0.85, in the patients with positive cytology).
Conclusion
Patients with platinum sensitivity, negative peritoneal washing and optimally surgery have favorable prognosis in EOC.
Abstract | Full Text PDF

CASE REPORT
12.Conservative Treatment Of Postpartum Bleeding With İntrauterine Ballon Tamponade
Mehmet Küçükbaş, Serhan Cevrioğlu
Pages 305 - 308
Uterotonik ilaçlara yanıtsız postpartum kanama kliniği gelişen 4 hastada kanama intra uterin balon (İUB) tamponad uygulanarak durdurulabilmiştir. Uygulanması kolay ve kısa sürede sonuç verdiği için, yöntem cerrahi müdahalelere önemli bir alternatif olabilir. Hastanın 3. basamak sağlık merkezine sevki öncesinde İUB uygulanması, sevk işlemi sırasındaki kanamayı da azaltarak hastada hipovolemik şok ve dissemine intravasküler koagülasyon ve ölüm komplikasyonlarının gelişmesinden korunulmasını sağlayabilir.
İn four patient which had a bleeding unresponsive to uterotonik medication, bleeding could be stopped by using intra uterine ballon tamponade (IUBT). Because this method is easier to be used and response in a short time, it could be an important alternative to surgical approach. Before the patİent transported to a tertiary medical center, usage of (IUBT) can prevent hypovolemic shock, disseminated intravascular coagulopathy and death of the patient by reducing blood loss.
Abstract | Full Text PDF

LETTER TO EDITOR
13.Chemical Burn İnjury of vagina by acetic acid, comments to a case report.
Kazım Emre Karasahin, Murat Dede, Ibrahim Alanbay, Mustafa Ulubay, Kazım Gezginç, Müfit Cemal Yenen
Page 309
Servikal preinvazif lezyonların tanısında kullanılan asetik asitin standart çözeltisi yerine derişik çözeltisinin kullanılmasının getirdiği istenmeyen sonuçları inceleyen vaka sunumuna katkıda bulunmak amacını taşıyan mektubumuzda, benzer bir olayda kendi tecrübelerimizi sunuyoruz.
In this letter, we would like to present our previous experience with an event similar to the case report mentioned, where concentrated acetic acid solution, instead of a standart diluted solution, was used to detect cervical preinvasive lesions and the adverse outcomes associated.
Abstract | Full Text PDF

14.Chemical Burn İnjury of vagina by acetic acid; Author’s response
Cem Baykal
Page 310
Daha önce yayınladığımız olgu sunumundaki istenmeyen tıbbi kazanın ülkemizde daha önce benzer şekilde gerçekleştiğini bildiren yorumu ilgiyle okudum. Türkçe literatürün düzenli şekilde taranabilir olmaması yorum sahibi yazarı referans göstermemizi engellemiştir. Benzer bir olay ingilizce literatürde ise sadece bir kez bildirilmiştir.
I read the comment reporting that unwanted medical accident in our previous report had been experienced similarly before. We could not cite commenting authors’ paper because of unavailability of regular search in Turkish literature. There was only one similar case report in English literature.
Abstract | Full Text PDF