Volume: 7  Issue: 3 - 2010
Hide Abstracts | << Back
REVIEW ARTICLE
1.Hysteroscopic Tubal Sterilisation
Fatih Şendağ, Ali Akdemir
Pages 185 - 188
Amaç: Kalıcı kontrasepsiyon arzulayan üç kadına kliniğimizde ilk defa gerçekleştirilen histeroskopik Essure mikroinsert sistem uygulaması ve işlem sonrası üçüncü ayda değerlendirilmesi.

Yöntem: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniğinde üç kadına genel anestezi altında histeroskopik Essure mikroinsert sistem uygulaması ve işlem sonrası üçüncü ayda direkt pelvis grafisi, histerosalpingografi ve transvaginal ultrasonografi ile değerlendirilmesi.

Sonuçlar: Her üç kadına da başarılı bir şekilde tubal mikroinsert Essure uygulanmıştır. İşlem sonrası üçüncü ayda yapılan değerlendirmede Essure mikroinsert’in tubal yerleşim yerleri ve tam obstrüksiyon doğrulanmıştır.

Tartışma: Histeroskopi ile uygulanan Essure mikroinsert kalıcı bir kontrasepsiyon yöntemidir. Etkinliğinin, uzun dönem etki-yan etkilerinin değerlendirilmesi daha geniş çapta çalışmalarla ve diğer yöntemlerle karşılaştırılması ile mümkün olacaktır.
Objective: Hysteroscopic Essure microinsert system application to three women for the first time in our clinic. And the evaluation of them at third month after the procedure.

Methods: Hysteroscopic Essure microinsert system was performed to three women under general ansesthesia in department of obstetrics and gynecology, Ege university. The third month after procedure, all patients were evaluated by pelvic X-ray, hysterosalpingography and transvaginal ultrasonography.

Results: Essure microinsert system was successfully implemented in three women. Tubal placement location and complete tubal obstruction were confirmed by postoperative evaluation.

Conclusion: Hysteroscopically performed Essure microinsert system is a permanent birth control method. Detecting the effectiveness, long term effects and side effects of this system will be possible by comparing with another methods and by designing large further studies.
Abstract | Full Text PDF

RESEARCH
2.The Predictive Value Of Sonographic Cervical Length Measurement and Fetal Fibronectin Testing To Determine True Preterm Labour.
Çiğdem Sümer, Serdar Yalvaç, Ömer Kandemir, Deniz Karçaaltıncaba, Ali Haberal
Pages 189 - 195
Objektif: Preterm eylem tehdidi ile başvuran gebelerde preterm eylem tanısını koymak hekim için zor olabilmektedir. Biz çalışmamızda preterm eylem tehdidi olan hasta grubunda ultrasonografik olarak servikal uzunluk ölçümü ve servikal sekresyonlardaki fetal fibronektin varlığının hasta kabulünden sonraki 7 ve 14. günlerdeki doğum ihtimalini belirlemekteki değerini saptamayı amaçladık
Planlama: Prospektif kör çalışma
Ortam: Etlik Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Hastanesi, Ankara
Hastalar: Çalışmaya 26-36 gebelik haftalarında, preterm eylem tehdidi ile başvuran, membranları sağlam 67 tek gebelik dahil edildi.
Girişim: Translabial olarak servikal uzunluk ölçüldü ve servikal sekresyonlarda fetal fibronektin tayini yapıldı.
Değerlendirme parametreleri: Hastaların 7 ve 14 gün içinde doğum yapıp yapmadıkları takip edildi.
Sonuçlar: Preterm eylem tehdidi ile başvuran hastalardan %7.4’ü ilk 7 gün içerisinde %16.4’ü ise ilk 14 gün içerisinde doğum yaptı. FFN testinin preterm eylem tehdidi ile hastaneye başvuran hastalarda ilk 7 gün içinde gerçekleşen doğumları tespit etmede sensitivitesi % 20, spesifitesi %88.9, pozitif prediktif değeri(PPD) %12.5, negatif prediktif değeri(NPD) %93.2; ilk 14 gün için ise sırasıyla bu oranlar %54.5, %96.4, %75 ve %91.5 olarak bulundu. ROC eğrisinde hesaplanan serviks uzunluğu 30mm eşik değerinin ilk 7 gün içinde gerçekleşen doğumları tespit etmede sensitivitesi %80, spesifitesi %82.3, PPD %26.7, NPD %98.1; ilk 14 gün için ise bu oranlar sırasıyla %72.7,%87.5, %53.3, %94.2 olarak bulundu. Değerlendirmeye her iki parametre birlikte alındığında tek başına servikal uzunluk ölçümüne göre sadece ilk 14 gün içerisinde gerçekleşen doğumların tespitinde katkı sağlamaktadır.
Yorum: Gerçek preterm eylemin tespitinde ultrasonografik olarak servikal uzunluk bakılması tek başına değerli bir yöntemdir ve tek başına fetal fibronektin testine göre daha değerlidir. Her iki testin birlikte bakılması tek başına servikal uzunluk ölçümü bakılmasına göre ilk 7 gün içindeki doğumları tespit etmede bir katkı sağlamamakta fakat ilk 14 gün içindeki doğumları öngörmede olumlu bir katkı sağlamaktadır.
Objective: It can be hard for clinicians to diagnose preterm labour in women who apply for threatened preterm labour. The aim of this study is to determine the value of sonographic measurement of cervical length and fetal fibronectin test(FFN) in prediction of preterm delivery within 7 and 14 days of admission to hospital.
Design: Prospective blinded study.
Settings: Etlik Zübeyde Hanım Women’s Hospital Ankara
Patients: We examined 67 singleton pregnancies presenting at 26-36 weeks of gestation with intact membranes and threatened labour.
Interventions: On admission to the hospital fetal fibronectin(FFN) positivity in cervicovaginal secretions was determined and translabial sonographic measurement of cervical length was carried out.
Main outcome measures: Delivery within 7and 14 days of presentation.
Results: Among the 67 women included, 5(7.4%) delivered in 7 days and 11(16.4%) delivered in 14 days.The values of fetal fibronectin test for assesments of deliveries within 7 days and within 14 days were follows; sensitivity: 20%, 54.5%; spesificity: 88.7%, 96.4%; positive predictive value(PPV): 12.5%, 75% and negative predictive value(NNV): 93.2%, 91.5% consecutively. The values of the cervical length measurement with a 30mm cut off point which was calculated in ROC analysis were follows for the deliveries within 7 days and within 14 days; sensitivity: 80%, 72.7%; spesificity: 82.3%, 87.5%; PPV: 26.7%, 53.3% and NPV: 98.1%, 94.2% consecutively. When both tests were taken together only the values for prediction of deliveries within 14 days were increased
Conclusions: The sonographic measurement of cervical length is more valuable for prediction of true preterm labour than fetal fibronectin itself. The prediction of the likelihood of delivery within7 days provided by cervical length is not improved by the addition of fetal fibronectin testing but it is improved for deliveries within 14 days
Abstract | Full Text PDF

3.Nitric Oxide As A Mediator On Severe Preeclamptia
Taner Toprak, İsmail Evren, Erbil Çakar, Necdet Süer
Pages 196 - 201
Amaç: Preeklampsi patofizyolojisi ile ilgili çalışmalar özellikle artmış arterial direnç, endotel hasarı ve endotel kaynaklı damar tonusunu düzenleyen mediatörler üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu çalışmadaki amaç vasküler tonusu düzenleyen nitrik oksitin preeklampsideki rolünü belirlemektir. Maternal plazma ve idrarda nitrik oksit metabolitleri ölçülerek preeklamptik hastalarda artmış arterial direncin nitrik oksit sentez miktarı ile olan ilişkisi incelenmiştir.
Yöntem: Çalışmaya kliniğimizin perinatoloji departmanına ve gebe polikliniğine başvurmuş 28 haftadan büyük şiddetli preeklampsi tanısı konulan 23 gebe dahil edilmiştir. Kontrol grubunu herhangi bir dahili hastalığı veya yüksek tansiyon saptanmayan 30 gebe oluşturmuştur. Çalışma ve kontrol grubundaki hastaların kan ve idrar kreatinin, ürik asit, nitrat ve nitrit değerleri karşılaştırılmıştır.
Bulgular: Preeklampsi tanısı konulan gebelerin üç tanesinde HELLP sendromu saptanmıştır. Preeklampsi tanısı almış olan gebelerin maternal kan (1,7±0,6 ve 1,3±0,2, P=0,01) ve idrar kreatinin (142±57 ve 106±39, P=0,03) ile maternal kan ürik asit (8.9±2 ve 3,7±1 mg/dl, P<0.001) değerleri kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. Preeklampsi tanısı konulan gebelerin plazma nitrit/nitrat değerleri kontrol grubuna göre anlamlı oranda yüksek iken (26.5±7.6 ve 20.0±6.3 mg/dl, P = 0.001) idrarda benzer bulunmuştur (51.9±11 ve 55.7±9.9 mg/dl, P>0.05).
Sonuç: Bu çalışma preeklampsi gelişen gebelerde nitrik oksit sentezinin azaldığı hipotezini desteklememektedir. Ayrıca multisistemik etkileri olan preeklampsinin tek mediatördeki değişiklikle açıklanamayacağını düşündürmektedir. Ancak nitrik oksitin preeklampsi üzerindeki rolünü aydınlatmak üzere yeni ve kapsamlı çalışmalara ihtiyaç olduğunu göstermektedir.
Objective: Recent studies dealing with the pathophysiology of preeclampsia focus mainly on vascular resistance, endothelial damage and mediators regulating vascular tonus. The aim of this study was to evaluate the role of nitric oxide, which is a vasoactive mediator, in preeclampsia. We measured correlation between nitric oxide synthesis and maternal arterial blood pressure were evaluated by measuring metabolites of nitric oxide in maternal plasma and urine.
Patients and Method: Twenty-three pregnant women admitted for prenatal care to our antenatal policlinic with a diagnosis of severe preeclampsia after 28 weeks of gestation were included in this study. Thirty normotensive patients served as controls. Maternal serum and urine kreatinin, uric acid, nitrat and nitrit concentrations in both groups were compared.
Results: HELLP syndrome was diagnosed in three patients with preeclampsia. Maternal serum (1,7±0,6 ve 1,3±0,2 mg/dl, P=0,01) and urine (142±57 ve 106±39 mg/dl, P=0,03) kraetinin and maternal serum uric acid (8.9±2 ve 3,7±1 mg/dl, P<0.001) concentrations were significantly higher in patients with preeclampsia. Although plasma nitrit/nitrat concentrations in patients with preeclampsia were significantly higher (26.5±7.6 ve 20.0±6.3 mg/dl, P = 0.001),they were comparable in maternal urine. (51.9±11 ve 55.7±9.9 mg/dl, P>0.05).
Conclusion: This study does not support the hypothesis that the nitric oxide synthesis is decreased in patients with preeclampsia. Furthermore, it clarifies that pathophysiological changes of preeclampsia might not be explained with changes of a single mediator. There is a need for more larger studies explicating the role of nitric oxide in preeclampsia.
Abstract | Full Text PDF

4.Our case series of the emergency Mcdonald cerclage and the review of the literature
Göğşen Mehmet Önalan, Serdar Kaya, Filiz Fatma Yanık, Barış Mülayim, Hulusi Bülent Zeyneloğlu
Pages 202 - 205
Servikal yetmezlik serviksin yapısal veya fonksiyonel bir zayıflığı nedeniyle, serviksin fetüsü terme kadar uterus içinde tutamaması şeklindeki yetmezliği olarak tanımlanmıştır. Servikal yetmezlik, gebeliğin genellikle 2. trimesterinde membranların prematür rüptürü ve fetusun doğumuna neden olan ağrısız servikal silinme ve dilatasyonla karakterizedir. Servikal yetmezlik, spontan abortusların %0.2 ’sinden, 2. trimester gebelik kayıplarının %16-20 ’sinden ve rekürren abortusların da %8-15 ‘inden sorumludur. Preterm doğumların yaklaşık %10 ‘u da servikal yetmezlik nedeniyle olmaktadır. Acil serklaj, fetal membranların vajene protrusyonu olsun yada olmasın klinik olarak serviksin dilate olmasıyla uygulanan serklajdır. Bu çalışmanın amacı 2. trimesterde ağrısız servikal silinme ve dilatasyonu olup da membranları protrusyonu olan veya olmayan şeklindeki farklı acil durumlarla karşılaşan gebelere uygulanan acil servikal serklajın gebelik ve yenidoğan sonuçları açısından karşılaştırmaktır. Metod: 2000-2009 yılları arasında kliniğimizde uygulanan 8 acil Mcdonald serklaj vakasını yazımızda retrospektif olarak sunduk. Sonuçlar: 8 acil vakadan 7 ‘si başarı ile sonuçlandı (doğum haftaları 26. gebelik haftası üzerinde olup; 6 ‘sının doğumu da 31. gebelik haftası üzerinde gerçekleşti); sadece 1 vakada başarısız olundu. Acil serklaj ile doğum arasındaki ortalama süre 9,3 hafta idi. Lineer regresyon analizinde servikal açıklık ve ikiz gebelik ile gebelik süresi arasında negatif bir korelasyon saptanmıştır. Sonuç: Olgu serimizde servikal dilatasyon ve silinmenin uygun olduğu, kültürleri negatif hastalarda acil serklaj komplikasyonsuz ortalama 9,3 hafta gibi fetal viabilite için hayati bir süre kazandırmıştır.
Cervical incompetence is defined as failure of the cervix to retain the fetus in utero until term due to a structural or functional weakness. It is characterized by painless dilation and effacement of the cervix, usually in the second trimester of pregnancy, leading to premature rupture of membranes and expulsion of the fetus. It has been estimated that cervical incompetence is responsible for 0.2% of all spontaneous abortions, contributes to 16%–20% of all second trimester pregnancy losses and occurs in 8%–15% among women with a history of recurrent spontaneous abortions. Approximately 10% of preterm deliveries are also caused by cervical incompetence. Emergency cerclage is performed under the clinical presentation characterized by advanced cervical dilation with or without protrusion of the fetal membranes into the vagina. The aim of the study was to compare the results of pregnancy and neonatal outcome of cervical cerclage performed during the second trimester of pregnancy in different emergency situations: with bulging of membranes and without. Methods: Eight cases of Mcdonald cervical cerclage were reviewed retrospectively from 2000 to 2009 all cases being emergencies. Results: Of the 8 emergency cases, 7 were successful (delivery over 26 weeks gestation and 6 of them delivered over 31 weeks), only 1 failed. The average period of time between emergency cerclage to delivery is 9,3 weeks. It was found that in lineer regression analysis there is a negative correlation between cervical dilatation & twin pregnancy and pregnancy length. Conclusion: In this small sample of patients requiring emergency cerclage; patient selection with appropriate dilation and effacement of the cervix, negative cultures; brought in us a critical 9,3 weeks (average) for fetal viability with no complication.
Abstract | Full Text PDF

5.The Effect of Screening Tests to Maternal Anxiety Levels on Pregnant Women
Sevinç Bilgin, Fatma Devran Bıldırcın, Tayfun Alper, Miğraci Tosun, Mehmet Bilge Çetinkaya, Handan Çelik, Erdal Malatyalıoğlu, Arif Kökçü
Pages 206 - 211
GEBELİKTE UYGULANAN TARAMA TESTLERİNİN ANNE ANKSİYETESİNE OLAN ETKİSİ

Amaç: Bu çalışma gebelikte uygulanan tarama testlerinin hasta anksiyetesi üzerine olan etkisini araştırmak amacıyla planlanmıştır.
Gereç -Yöntem: Çalışmamız 16- 20. haftalar arası 300 gebeyi ve görüşlerine başvurduğumuz 35 kadın hastalıkları ve doğum uzmanını kapsadı. Durumsal anksiyeteyi ölçen STAI anksiyete testi tüm olgulara uygulandı. Gebelerin Down sendromu, tarama testleri ve amniosentez hakkında bilgi düzeyleri, hekimle olan iletişimleri için anket formuyla sorular soruldu. Hekimlerin gebelerin tarama testleri ile olan tutumları yine anket ile sorgulandı. Veriler hasta, hekim sayısı ve yüzde değer olarak ifade edildi. Değerlendirmede nonparametrik ki kare testi uygulandı. Gruplar arası farklılığın değerlendirilmesinde ise çok gözlü düzeyde ki kare testi, Zafson Programı ile kullanıldı. P değeri 0.05’in altında olan değerler istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 28±5 di. %37,3’ü primipar, %62,7’si ise multipardı. Paritelerine göre değerlendirildiğinde ise primipar hastaların multipar hastalardan daha fazla oranda tarama testleri hakkında bilgi sahibi olduğu teste verdikleri cevaplardan görüldü. (p<0,05). Bebeğinizin Down sendromu olduğu anlaşılırsa ne yaparsınız?” sorusuna hastaların 57’si (%19) “kesin sonlandırırım”, 62’si (%20,7) “kesinlikle sonlandırmam”, 181’i (%60,3) ise “kararsızım” cevabını verdi. Gebeler eğitim durumlarına göre değerlendirildiğinde üniversiteliler ile diğer gruplar arası istatistiksel fark anlamlıydı (p<0,05) Hastalar risk ve yaş gruplarına göre değerlendirildiğinde özellikle yüksek riskli grubun ve 36-40 yaş arası hastaların çoğunun kararını hekim önceden biliyordu. Sonuçlar istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0,05).
Sonuç: Down sendromu tanısını öğrendikten sonra bile gebeliğini sonlandırmayacak hastalar iyice ayıklanarak gereksiz harcamaların önüne geçilmelidir.
Anahtar kelimeler: Tarama testleri, Amniosentez, Anket
Objective: We aimed at measuring levels of knowledge of pregnant about Down Syndrome, triple screening test, amniocentesis, and other tests performed during pregnancy their anxiety.
Material and Method: Our study includes 300 pregnant women between gestational weeks 16 and 20 and 35 gynecologists that we applied to their opinions. STAI anxiety test measuring conditional anxiety was performed. Questions related to the levels of information of the pregnant women about Down syndrome, screening tests and amniocentesis and their communication with physicians. Attitude of physicians about the screening tests were questioned.
Findings: The average age of patients was 28±5 and of them, a group comprising 37,3% was primipara while the other group comprising 62,7% had been multipara. When the pregnant women, by taking into regard their groups as to education and age, were analyzed with respect to their anxiety levels, no statistical differences were observed among the groups.± When a question such as “What would you do if your prospective baby has been diagnosed as having a Down Syndrome” was posed 181 patients (60,3%) answered that they have not yet given any decision in this regard.When we analyzed the pregnants with respect to their educational levels, we recorded a significant statistical difference among the university graduates group and other groups. (p<0,05) when the patients were analyzed with respect to risk and age groups, we observed the fact that the gynecologist was before and aware of the decision especially given by the high risk group.
.
Result: . Patients who will not terminate their pregnancies even after being informed about the diagnosis of Down syndrome unnecessary spending of the limited resources transferred to the healthcare system can be prevented and these amounts can be used for more rational purposes.
Key words: Screening tests, Amniocentesis, poll
Abstract | Full Text PDF

6.Retrospective evaluation of the pregnancy outcomes of women with epilepsy
Mert Kazandı, Deniz Ulusoy, Timuçin Kurtuluş Mermer, İsmail Mete İtil
Pages 212 - 217
Objektif: Bu çalışmada epilepsi tanısı almış ve antiepileptik ilaç kullanan kadınların obstetrik ve neonatal sonuçlarının değerlendirilmesi ve gebelik öncesi danışma alınmasının gebelik sonuçlarına yararının tartışılması amaçlanmıştır.
Planlama: Ocak 2004-Kasım 2009 tarihleri arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim dalında nörolog tarafından epilepsi tanısı almış kadınların gebelik sonuçlarının retrospektif olarak değerlendirilmesi için arşiv kayıtları incelenerek genel özellikleri, gebelik süreci ve yenidoğan ile ilişkili bilgiler toplandı. Ek olarak AEİ kullanımı ve gebelik öncesi danışma ile gebelik sonuçlarının ilişkisi incelendi.
Ortam: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, İzmir.
Hastalar: Epilepsi tanısı almış 66 gebe.
Sonuç: Hastaların ortalama yaşı 28,3±6,3 idi. Ortalama doğum haftası 38±0,7 hafta ve ortalama doğum kilosu 3027±341 gr olarak saptandı. 37. gebelik haftasından önce erken doğum oranı %23,1 (14 hasta) olarak belirlendi. Yenidoğanların hiçbirinde majör veya minör anomali saptanmadı ve kötü prognozla ilişkili herhangi bir patoloji yoktu. Çalışmamızdaki epileptik gebelerin 38’i (% 57,57) gebe kalmadan önce danışmanlık almıştı ve danışmanlık alan epileptik kadınların tamamı gebelik süresince AEİ tedavilerine devam etmişlerdi. 28 (%42,43) kadın danışmanlık almadığı ve bu olguların 17’ sinin ilk trimesterde AEİ kullanımını bıraktıkları gözlendi. Gebelikte epileptik nöbet geçirilmesi sıklıkla ilaç kullanımının kesilmesi ile ilişkiliydi.
Yorum: Sonuç olarak, gebelik ve epilepsi olguları kendine özgü riskler içeren gebeliklerdir. Bu olguların takibi bu konuda deneyimli obstetrisyen ve nörolog tarafından iyi bir ekip çalışması gerektirmektedir. Uygun yaklaşım ve takip ile hemen hemen genel popülasyona benzer olumlu sonuçlar elde etmek mümkün olabilmektedir.
Objective: The purpose of this study was to investigate obstetric and neonatal outcomes and to discuss benefit effects of preconception counseling of women with epilepsy.
Design: Retrospective evaluation of the pregnancy outcomes of women with epilepsy, which it was diagnosed by neurologist at Department of Obstetrics and Gynecology, Ege University School of Medicine, İzmir, between january 2004 and november 2009. Data according to demographic, obstetric and neonatal variables were collected retrospectively from the records of 66 pregnants with epilepsy. We also investigated the pregnancy outcomes related to AED using and preconception counseling.
Setting: Department of Obstetrics and Gynecology, Ege University School of Medicine, İzmir
Patients: 66 pregnants with epilepsy.
Results: The mean maternal age was 28,3±6,3. the median gestational age and fetal weight was 38±0,7 weeks and 3027±341 gr at the time of birth, respectively. Fourteen pregnants (%23,1) were borned before 37. gestational weeks. There were no adverse fetal outcomes and major or minor congenital malformations. The preconception counseling ratio was % 57,57 (n: 38) in study group and all of these used antiepileptic drugs during pregnancy. 28 (%42,43) pregnants with epilepsy didn’t applied preconception counseling that 17 cases of them discontinued their medical terapy during first trimester. Epileptic seizures were commonly developed because of leaving AED.
Conclusion: The pregnants with epilepsy have some risk according to disease and medical terapy. A good team work is required by experienced obstetrician and neurologist for management. Then, favorable pregnancy outcomes may be obtained as like as general population.
Abstract | Full Text PDF

7.Evaluation Of Emergent Periparum Hysterectomy Cases: A Six Year Experience
Suna Özdemir, Osman Balcı, Hüseyin Görkemli, Kazım Gezginç, Aybike Tazegül, Fatma Yazıcı
Pages 218 - 223
Amaç: Bu çalışmada amacımız hastanemizde gerçekleştirilen acil peripartum histerektomilerin (APH) insidansını, endikasyonlarını, risk faktörlerini, maternal morbidite ve mortalite üzerine etkilerini araştırmak.
Planlama: Retrospektif bir çalışma
Ortam: Selçuk Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum AD, Konya
Hastalar: Çalışmaya Ocak 2003 ile Nisan 2009 tarihleri arasında çeşitli obstetrik nedenlerle yapılan 37 acil peripartum histerektomi vakası dahil edildi.
Girişim: Hasta bilgileri, hastane kayıtları ve diğer hastayla ilişkili bilgiler hasta dosyalarından elde edildi. Hastaların demografik özellikleri olarak yaş, parite, gravida, gebelik haftası, ve doğum şekilleri belirlendi. Operasyonla ilişkili bilgiler kaydedildi.
Değerlendirme parametreleri: Peripartum histerektominin insidansı, endikasyonları ve risk faktörleri
Bulgular: Bu sürede toplam 37 vaka kaydedildi ve APH insidansı % 0,223 olarak belirlendi. Olguların 22 (%59,5)‘sine total, 15 (% 40,5)‘ine subtotal histerektomi uygulandı. Histerektomi endikasyonları %43,2 atoni, %37,8 plasenta previa, acreata ve increata, %13,5 uterin rüptür olarak kaydedildi. Histerektomilerin 20 (%54) ‘si sezaryenlerde, 17 (%46) ‘si vajinal doğum sonrası uygulandı. 3 (%8,1) hastaya ooferektomi, 19 (% 51,3) hastaya bilateral hipogastrik arter ligasyonu yapıldı. DIC ve multi-organ yetmezliği nedeniyle 1 olmak üzere 3 (%8,1) hastada exitus gerçekleşti.
Yorum: Uterin atoni postpartum hemoraji ve acil peripartum histerektomi için halen en sık endikasyonu oluşturmaktadır. APH, yüksek maternal morbidite ve mortalite ile seyreden, ancak zamanlaması doğru yapıldığında hayat kurtarıcı bir prosedürdür.
Objective: In this study, we aimed to investigate the incidence, indications, risk factors of emergent peripartum hysterectomy (EPH) and its effect on maternal mortality and morbidity.
Design: Retrospective study
Setting: Selcuk University, Meram Medical Faculty, Gynecology and Obstetric Department, Konya
Patients: Thirty-seven EPH cases performed due to some obstetric complicatios were investigated retrospectively between January 2003 and April 2009.
Interventions: Patient’s data, hospital records and other knowledges about patients were obtained from hospital archieves. Patient’s ages, parity, gravidy, gestational weeks and mode of deliveries were researched as demographic features. Operative records were also investigated.
Main Outcome Measures: Incidence, indications and risk factors for peripartum hysterectomy.
Results: A total of 37 cases were included in this study and the incidence of EPH was recorded as 0,223%. Total and subtotal hysterectomies were performed in 59,5% and 40,5% of the patients, respectively. Indications for hysterectomy were 43,2% atonia, 37,8% placenta previa, acreata and increata, 13,5% uterine rupture. Hysterectomies were performed in 54% of cases after caserean section, in 46% of cases after vaginal births. Oophorectomy and bilateral hipogastric arter ligation were performed in 8,1% and 51,3% of the patients, respectively. Three patients died, one due to multiple organ insufficiency and DIC.
Conclusion: Uterin atonia is still the most common cause of postpartum hemorrhagia and EPH. EPH is a procedure with high mortality and morbidity but is life-saving when performed at suitable time.
Abstract | Full Text PDF

8.Luteal phase support for assisted reproduction treatment cycles - Physicians` preferences in Turkey - A TSRM Survey
Barış Ata, Barış Ata, Turgut Aydın, Bülent Urman
Pages 224 - 227
Amaç: Türkiyede üremeye yardımcı tedavi uygulayan hekimlerin in vitro fertilizasyon sikluslarında tercih ettikleri luteal faz desteği (LFD) protokollerinin belirlenmesi.
Gereç ve Yöntem: Üreme Sağlığı ve İnfertilite Derneği (TSRM) üyesi hekimlerin luteal faz destek protokolleri ile ilgili goruşlerini sorgulayan bir anket dernek websitesi (www.tsrm.org.tr) üzerinden uygulanmıştır. Sonuçlar kategorize edilerek değerlendirilmiştir.
Bulgular: Katılımcıların büyük çoğunluğu hipofiz supresyonu için kullanılan gonadotropin salgılattırıcı hormon analogu türünden bağımsız olarak her siklusta LFD uygulamaktadır. LFD baslangıç zamanı oosit toplama günü ile embryo transferi günü arasında değişmektedir. LFD için en yaygın kullanılan ajan progesteron vaginal gel görünmektedir. Hekimlerin yaklaşık yarısı progesterona ek olarak estrojen kullanımının faydalı olacağı görüşündedir. Katılımcıların çoğunluğu LFDne 10 – 12. gebelik haftasına kadar devam ederken gebelik testi günü LFD uygulamasın sonlandıranlar azınlıktadır.
Sonuc: Ülkemizdeki uygulamaların mevcut kanıtlarla büyük oranda uyum içerisinde gözükmektedir. Optimal LFD protokolünün ve farklı uygulamalara gereksinim duyacak hasta profillerinin henüz tam olarak belirlenememiş olması nedeniyle LFD üzerinde yeni araştırmalara ihtiyaç olduğu ve gerek sürekli eğitim toplantılarında gerekse kongrelerde konunun gündeme alınmasında ve meslektaşlarımız arasında görüş alışverişi ve deneyimlerin paylaşılmasına imkan sağlanmasında fayda olduğu görüşüdeyiz.
Objective: To assess the luteal phase support practices after assisted reproduction treatment in Turkey.
Materials and Methods: An electronic questionnaire that sought for clinicians’ preferences for luteal phase support for assisted reproduction cycles was posted on the Turkish Society of Reproductive Medicine (TSRM) web site.
Results: The majority of participants prefer to support the luteal phase regardless of the type of gonadotropin releasing hormone analogue used for pituitary suppression. LPS is started between day of oocyte collection and embryo transfer. Progesterone vaginal gel seems to be the most commonly used agent for LPS. Almost half of participants think estogen should be used as an adjuvant to progesterone. Most participants reported continuing LPS until completion of the first trimester of pregnancy.
Conclusions: Current practice of LPS in Turkey seems to be guided with available evidence. However, opinions on controversial aspects of LPS are various, which is not unexpected. The optimum LPS protocol and any subsets of patients who may have differing needs for LPS remain to be determined. Therefore continuing education programs should address this need, and, provide an opportunity for exchange of opinions and experience between colleagues.
Abstract | Full Text PDF

9.Comparison of attitudes related with family planning methods before and after effective family planning counseling.
Esra Esim Buyukbayrak, Bülent Kars, Ayşe Yasemin Karageyim Karşıdağ, Reşat Dabak, Hatice Kurtuluş, Zehra Meltem Pirimoğlu, Cem Turan
Pages 228 - 234
Objektif: Bu çalışmada etkin bir danışmanlığın aile planlaması hizmetlerindeki
öneminin ve danışmanlık verilmesiyle katılımcıların yöntem tercihlerine olan
etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Ortam: Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi kadın hastalıkları ve doğum kliniği, aile planlaması polikliniği.

Hastalar: İlgili polikliniğe başvuran ardışık beş yüz kadın dahil edilmiştir.

Girişim: Katılımcılara etkin aile planlaması danışmanlık hizmeti verilmiş ve sonra yüz yüze görüşme tekniğiyle, 14 sorudan oluşan bir anket formu uygulanmıştır.
Değerlendirme parametreleri: aile planlaması danışmanlık hizmetine yönelik tutum, danışmanlık öncesi ve sonrası yöntem tercihlerinin karşılaştırılması, yöntem seçiminde etkili olan sosyodemografik parametrelerin araştırılması yapılmıştır.

Sonuç: Olguların %45,2’si daha önce danışmanlık almamıştır. Olgulara danışmanlık öncesi aile planlaması ile ilgili bilgi sahibi olma durumları sorulduğunda; %25,2’si yeterli bilgiye sahip olduğunu, %56,8’i yetersiz bilgiye sahip olduğunu, %18’i ise bilgi sahibi olmadığını söylemiştir. Olguların %57,8’i danışmanlık sonrası aile planlaması ile ilgili fikrini değiştirmiştir. Olguların %52,2’si danışmanlık sonrası daha önce kullandığı yöntemi değiştirmiştir. Olguların %99,4’ü her hastaya danışmanlık verilmesi gerektiğini düşünmektedir.
Danışmanlık öncesi kullanılan yöntemler ile danışmanlık sonrası kullanılan yöntemler arasında istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı bir fark bulunmaktadır (p<0.01)
Sosyodemografik faktörlerden eğitim düzeyi, gelir ve yaş yöntem tercihinde etkilidir.

Yorum: Etkin ve yeterli şekilde verilen AP danışmanlık hizmetlerinin kadınların AP yöntemlerine ilişkin bilgi ve tutumlarının artırılmasında olumlu etkisi olduğu belirlenmiştir. Olguların eğitim ve gelir düzeyi arttıkça modern yöntem kullanmalarının da arttığı görülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Aile planlaması, danışmanlık hizmeti
Objective: To evaluate the effect of family planning counseling on the changeover of the family planning method and to determine level of knowledge of participants on family planning methods and their attitude towards changeover of the method after counseling.

Setting: Kartal education and reseach hospital obstetrics and gynecology clinic, department of family planning.

Patients. 500 consecutive women applying to family planning department for any reason.

Interventions: Effective family planning counseling service was given to each participant then a questioner containin 14 questions was applied with face to face technique.

Main Outcome Measures: Attitude towards family planning counseling, comparison of the preference of family planning method before and after family planning counseling service and influential sociodemographic parameters on method choise were studied.

Results: 45,2% of the participants were not taken family planning counseling service before. knowledge on family planning methods was sufficient in 25,2% of the participants, insufficient in 56,8% of the participants and 18% of the participants reported that they have no idea. 57,8% of the participants change mind about family planning counseling. 52,2% of the participants changeover perious method after counseling. 99,4% of the participants said that family planning counseling service should be given to every women.
Preference of family planning method before and after family planning counseling service was statistically significantly different (p<0.01).
Educational level, income and age were found to be influential sociodemographic factors for method preference.

Conclusions: Effective family planning counseling service is found to have favorable effect on attitude and knowledge about family planning methods. Modern method usage increase as educational level and income of the participants increase.
Key words: Family planning, family planning counseling
Abstract | Full Text PDF

CASE REPORT
10.Subacute Anterior Myocardial Infarction in Pregnancy Treated with Percutaneous Transluminal Coronary Angioplasty (PTCA) and Intracoronary Stent Placement
İlay Öztürk, Hüseyin Durukan, Ahmet Çamsarı, Saffet Dilek, Talat Umut Dilek
Pages 235 - 238
OBJEKTİF: Gebelik sırasında subakut miyokard enfarktüsü geçiren ileri matenal yaşta bir hastanın PTCA ve intrakoroner stent yerleştirilmesi ile tedavisi
METOD: Anterior miyokard enfarktüsü geçiren 38 yaşında multipar gebe bir hasta değerlendirildi. Elektrokardiyogramda V1-V4 derivasyonalarında ST segment elevasyonu ayrıca yükselmiş kardiyak enzim seviyeleri saptandı.
BULGULAR: Hastaya koroner anjiografi uygulandı ve sol anterior inen arter ile beraber D1 de %99 tıkanıklık saptandı. Perkutan transluminal koroner anjioplasti ve intrakoroner stent yerleştirilesini takiben tam pasaj sağlandı. Hastanın sonraki takiplerinde ek bir sorunla karşılaşılmadı. Otuzsekizinci gebelik haftasında spontan olarak eyleme giren hasta, vajinal yolla, 3400 g ağırlığında 9/10 apgarlı tek canlı bir bebek sorunsuz olarak doğurdu.
SONUÇ: Yüksek maternal ve fetal mortaliteden kaçınmak için bu tip hastalarda erken tanı kadar multidisipliner yaklaşımda önemlidir.
OBJECTIVE: To present a case with subacute myocardial infarction in advanced maternal age during pregnancy treated with PTCA and intracoronary stent placement
METHOD: We describe the case of a 38-year-old multiparous pregnant woman with anterior myocardial infarction. Electrocardiogram showed ST segment elevation in leads V1-V4 and also she had elevated cardiac enzymes.
RESULT: Coronory angiography was done and revealed 99% occlusion in left anterior descending artery together with D1. After the percutaneous transluminal coronary angioplasty and intracoronary stent placement, complete passage was achieved. The rest of the follow-up was uneventful. She gave birth an alive baby with 3400 g weight, APGAR score of 9-10 by the vaginal way at 38th weeks gestation without any problem.
CONCLUSION: Early recognition as well as a multidisciplinary approach are necessary to avoid high maternal and fetal mortality.
Abstract | Full Text PDF

11.One of the obstetrical emergencies, puerperal vulvar hematoma threatening maternal life: A case report
Mertihan Kurdoğlu, Zehra Kurdoğlu, Numan Çim, Muhammet Yıldız
Pages 239 - 242
Puerperal vulvar hematomlar ciddi morbiditeye, nadiren de mortaliteye neden olan yaşamı tehdit edebilen obstetrik acillerdendir. 30 yaşında, gravida 7, parite 7 olan hasta, evde vajinal yolla doğum sonrası postpartum kanama ve vulvar hematom şikayeti ile acil servisten kliniğimize yatırıldı. Perine muayenesinde, sol vulvada 8x4 cm’lik fluktuasyon veren hematom mevcuttu. Hemoglobini 8,6 gr/dL, hematokrit 28 % di. Ultrasonografide batın içinde orta derecede sıvı saptanması nedeniyle hasta, uterin rüptür ön tanısıyla operasyona alındı. Ancak hastada uterin rüptür ve retroperitoneal hematoma rastlanmadı. Vulvadaki dev hematom boşaltıldıktan sonra kanama kontrolü sağlandı ve hemovak dren konularak operasyona son verildi. Postoperatif takibinde; intravenöz antibiyotik, kan transfüzyonu, antiinflamatuar tedavi ve perineye buz paketi uygulanan hasta postoperatif 6. günde şifa ile taburcu edildi. Evde vajinal doğum sonrasında puerperal vulvar hematom gelişen hastayı ve kliniğimizdeki takibini literatür eşliğinde sunmayı amaçladık.
Puerperal vulvar hematoma causing serious morbidity and rarely mortality is one of the life threatening obstetrical emergencies. A thirty year-old, gravida 7, parity 7, Turkish female patient was hospitalized from emergency department with the complaints of vulvar hematoma and postpartum bleeding after vaginal home delivery. Genital examination revealed a fluctuating hematoma 8x 4 cm on the left vulva. Hemoglobin level was 8.6 g/dL, hematocrit was 28%. Since moderate amount free fluid was determined on pelvic sonographic examination, the patient was operated with the suspect of uterine rupture. However, uterine rupture or retroperitoneal hematoma were not present. After the giant hematoma on vulva was evacuated, hemostasis was achieved and the operation was finished, leaving a hemovac drain. In the postoperative period, the patient was managed with intravenous antibiotic, blood transfusion, anti-inflammatory treatment and ice package on vulva, and was discharged from hospital on postoperative sixth day. We aimed to present the patient with puerperal vulvar hematoma which developed after vaginal home delivery and the management in our clinic, with a literature review.
Abstract | Full Text PDF

12.Bilateral Laparoscopic Lateral Ovarian Transposition: Case Report
Fatih Şendağ, Ali Akdemir
Pages 243 - 245
Radyoterapinin jinekolojik, ürolojik, kolorektal, hematolojik malinitelerinin tedavisindeki rolü çok önemlidir. Bunula beraber ışınlama alanındaki organlar üzerine olan zararlı etkilerinin olduğu da bilinmektedir. Reprodüktif dönemde primer hastalığı nedeniyle radyoterapi alacak kadınlarda fertilitenin korunması konusu oldukça önemlidir. Fertilitenin korunabilmesi için yapılabilecekler arasında overlerin ışınlama alanının dışına taşınması da yer almaktadır.
Biz burada 29 yaşında nullipar hastanın vulvar malinitesi nedeniyle radyoterapi tedavisi öncesi yapılan laparoskopik bilateral overyal lateral transpozisyonu cerrahisini sunduk.
The important role of radiotherapy in the treatment of gynecological, urological, colorectal and haematological malignancies is well known. Nevertheless, its deleterious effect on other organs situated within the irradiation field are also recognized. Radiation treatment for malignancies have resulted in improved survival rates but may lead to sterility. Therefor, for young patients who are desirous of continued ovarian function and with invasive cancers need pelvik irradiation, preservation of ovarian function is crutial. Ovarian trasposition which is an available choise for preservation of ovaries for irradiation is performed via laparoscopy or laparotomy.
In these case report we present the laparoscopic bilateral ovarian trasposition surgery of a 29-year-old nulliparas women with vulvar malignancy, before the irradiation.
Abstract | Full Text PDF