Cilt: 50  Sayı: 5 - 2020
Özetleri Gizle | << Geri
1.
Bakteriyel keratit tedavisinde doğrudan ve florokinolonlara dirençli olgularda fortifiye aminoglikozid/sefalosporin tedavisinin değeri
The value of fortified aminoglycoside/cephalosporin treatment in direct and fluoroquinolone resistant cases in the treatment of bacterial keratitis
Özlem Dikmetaş, Yağmur Deniz, Sibel Kocabeyoglu, Merve Başol, Murat Irkec
Sayfalar 258 - 263
Amaç: Florokinolon türevi geniş spektrumlu antibiyotiklerin topikal uygulamasının fortifiye uygulamalar kadar etkili olduğu düşünülmektedir. Bu çalışmada fortifiye antibiyotik tedavisi ile florokinolon tedavisinin etkinliklerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde bakteriyel keratit tanısıyla hospitalize edilerek tedavi edilmiş olan 31 hastanın medikal kayıtları retrospektif olarak incelendi. 20 (%64,5) hastaya ilk tedavi yöntemi olarak florokinolon tedavisi başlandı ve yanıt alınamaması üzerine fortifiye antibiyotik tedavisi başlandı, 11 (%35,5) hastaya ise ilk olarak fortifiye tedavi başlandı. Tedavi öncesi tüm hastalardan alınan kültür ve yayma sonuçları kaydedildi. Lezyon derinliğine göre yüzeyel ve derin olarak değerlendirildi. Tedaviye yanıt korneal infiltrat odağının derinliğinde azalma, boyutunda küçülme, kornea ödeminde gerileme, görme keskinliği değişimi ve hipopiyonda gerileme ile değerlendirildi.
Bulgular: Keratit odaklarının merkezi, merkez çevresi ve periferal yerleşimi ise sırasıyla 9 (%29,0), 10 (%32,2) ve 12 (%38,7) göz olarak saptandı. Lezyon derinliğine göre 15 (%48,3) derin ve 16 (%51,6) yüzeyel olarak saptandı. Yüzeyel lezyonların tedaviye yanıtının istatistiksel olarak daha hızlı olduğu saptandı (p=0,037). Korneal kültür sonuçlarına bakıldığında 9 (%29,0) gözde kültür pozitif olduğu görüldü. Tanı anında en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EİDGK) 0,5±0,7 logMAR (-0,1-2,3) iken tedavi sonrası 0,3±0,3 logMAR (-0,1–0,9) yükseldiği görüldü. Tedaviye verilen yanıt ile tedaviye başlama zamanı ve başlangıç EİDGK arasında orta düzeyde ilişki saptandı (p=0,184, r=0,527; p=0,120, r=0,517). Başlangıç EİDGK düşük olanlarda tedaviye yanıt daha kötü bulundu.
Sonuç: Bakteriyel keratitlerin tedavisinde florokinolonların ilk planda tercih ediliyor olmalarına rağmen, tedaviye yanıtsız olgularda fortifiye antibiyotik tedavisinin etkinliğini korumakta olduğu gösterilmiştir. Sonuç olarak bakteriyel keratitlerin tedavisinde fortifiye antibiyotik tedavide akılda bulundurulmalıdır.
Objectives: Topical application of fluoroquinolone antibiotics is thought to be as effective as fortified antibiotics. The aim of this study was to evaluate the efficacy of fluoroquinolones as an alternative to fortified antibiotic therapies.
Materials and Methods: The medical records of 31 patients who were hospitalized with bacterial keratitis in our clinic, were retrospectively reviewed. Fluoroquinolone was started as the first treatment for 20 (64,5%) patients and upon no response fortified antibiotic was initiated, and 11 (35,5%) patients were started with fortified treatment. Cultures and smears were recorded before treatment. Lesion was evaluated superficially and deeply according to the depth. The response to treatment was evaluated by reduction of infiltrate depth and size, change of visual acuity, regression of hypopyon.
Results: Central, paracentral and peripheral localization were detected in 9 (29,0%), 10 (32,2%) and 12 (38,7%) eyes. According to the depth, 15 (48,3%) were deep,16 (51,6%) were superficial. Response of superficial lesions was found to be statistically earlier (p=0,037). Culture was positive in 9 (29,0%) eyes. The initial best corrected visual acuity (BCVA) was 0,5±0,7 logMAR (-0,1-2,3) and 0,3±0,3 logMAR (-0,1–0,9) after treatment. There was a moderate correlation between response to treatment and time to initiation of treatment and initial BCVA (p=0,184, r=0,527; p=0,120, r=0,517).
Conclusion: Although fluoroquinolones are the first choice for the treatment of bacterial keratitis, fortified antibiotics have been shown to be effective in patients who do not respond to treatment. Fortified therapy should be kept in mind in the treatment of bacterial keratitis.
Makale Özeti

2.
Retinal Sinir Lifi Tabakası Kalınlığı Ölçümünde Optikal Koherens Tomografi ve Optikal Koherens Tomografi Bazlı Anjiografinin Tutarlılığı
Agreement Between Standard Optical Coherence Tomography and Optical Coherence Tomography-Based Angiography Scanning in Estimating the Retinal Nerve Fiber Layer Thickness
hayati yilmaz, mehmet talay koylu, Alper can Yılmaz, Ali Hakan Durukan, yusuf uysal
Sayfalar 264 - 270
Amaç: Retinal sinir lifi tabakası kalınlığı (RSLTK) ölçümünde optikal koherens tomografi (OKT) ve optikal koherens tomografi bazlı anjiografinin (OKT-A) karşılaştırılması ve peripapiller damar yoğunluğu ile her iki yöntemle ölçülen RSLTK değerlerinin arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi.
Gereç ve Yöntem: Üç yüz yirmi beş hastanın AngioVue (Optovue Inc., Fremont, CA, USA) ve Spectralis (Heidelberg Engineering, Heidelberg, Germany) görüntüleri retrospektif olarak tarandı. Her iki cihazla ölçülen RSLTK değerleri kaydedildi. İki cihaz arasındaki tutarlılığı test etmek amacı ile sınıf içi korelasyon katsayısı (SKK) ve Bland-Altman analizleri uygulandı. Her iki cihaz ile ölçülmüş olan RSLTK değerleri ile damar yoğunlukları arasındaki, yaş ve göz içi basıncı açısından düzeltilmiş ilişkileri analiz etmek için ise doğrusal regresyon modelleri kullanılmıştır.
Bulgular: SKK ile iki cihaz arasında ortalama, üst, alt ve temporal kadranlarda mükemmel, nazal kadranda ise iyi tutarlılık olduğu tespit edilmiştir (sırası ile SKK = 0.895, 0.936, 0.923, 0.887 ve 0.614). Bland-Altman analizi ise geniş tutarlılık sınırları ve istatiksel anlamlı orantılı yanlılık ( P > 0.05 ) nedeni ile tüm ölçümlerde zayıf tutarlılık olduğunu göstermiştir. Doğrusal regresyon analizi modellerinde damar yoğunluğu ile her iki cihazdan alınan RSLTK ölçümleri arasında güçlü bir ilişki olduğu tespit edilmiştir.
Sonuç: Cihazlar arasındaki uyumsuzluk klinik pratikte göz önünde bulundurulmalıdır ve iki cihazdan ayrı ayrı alınan veriler birbiri yerine kullanılmamalıdır. Her iki cihazdan alınan RSLTK değerlerinin damar yoğunluğu ile güçlü ilişkisinin olması, glokom yönetiminde, AngioVue cihazının damar yoğunluğu ölçümünün yanı sıra RSLTK ölçümü için de kullanılabileceğini göstermiştir.
Objectives: To investigate the agreement between optical coherence tomography (OCT) and optical coherence tomography-based angiography (OCT-A) scanning in estimating the retinal nerve fiber layer thickness (RNFLT) and evaluate the associations between peripapillary vessel density (VD) using RNFLT measurements assessed by both two devices.
Methods: The AngioVue (Optovue Inc., Fremont, CA, USA) and Spectralis (Heidelberg Engineering, Heidelberg, Germany) images of 325 patients were screened retrospectively. The global RNFLT and the RNFLT of the quadrants were recorded using both devices. The interclass correlation coefficient (ICC) and Bland-Altman plots were obtained to investigate the agreement between the devices. Age- and intraocular pressure (IOP)-corrected associations between the VD and RNFLT measured by the two devices were analyzed using linear regression models.
Results: ICC revealed excellent agreement for global, superior, inferior and temporal quadrants and good agreement for the RNFLT of the nasal quadrant (ICC = 0.895, 0.936, 0.923, 0.887 and 0.614, respectively). The Bland-Altman plots showed poor agreement for all measurements with a large span of limits of agreement and significant proportional bias (P < 0.05). VD was found to be strongly associated with the RNFLT measurements of both devices (P < 0.001).
Conclusion: The disagreement between the devices should be considered in clinical practice, and the data should not be used interchangeably. The association of the peripapillary VD with RNFLT using both devices indicated that RNFLT assessed by the AngioVue could be used in glaucoma management along with VD.
Makale Özeti

3.
Sağlıklı Çocuklarda Vücut Pozisyonunun Rebound Tonometre ile Ölçülen Göz İçi Basıncı Üzerine Etkisi
Effect of Body Position on Intraocular Pressure Measured by Rebound Tonometer in Healthy Children
Dilek Uzlu, Nurettin Akyol, Adem Turk, Nurcan Gürsoy, Ahmet Mehmet Somuncu, Yavuz Oruç
Sayfalar 271 - 274
Amaç: Pediatrik yaş grubunda vücut pozisyonunun göz içi basınç (GİB) ölçümü üzerine olan etkisini incelemek.
Method: Çalışmaya genel durumu sağlıklı ve oftalmik muayenesi normal sınırlarda olan pediatrik vakalar dâhil edildi. Çalışmaya 49 pediatrik hastanın 49 gözü dâhil edildi. GİB değerleri ayakta, otururken ve yatar pozisyonda ICARE rebound tonometre ile ölçüldü. Müteakip ölçümler arasındaki farklılıklar istatistiksel olarak kıyas edildi.
Bulgular: Çalışmaya 22’si kız,27’si erkek 49 hasta dâhil edildi. Ortalama yaş 9,61±2,66 (5-15) idi. Ortalama GİB ayakta iken 18,81±2,97(11,6-26,2) mmHg, otururken 18,88±3,44 (12-28,2) mmHg ve yatar pozisyonda ise 19,01±2,8 (13,5-25,9) mmHg olarak ölçüldü. Ayakta, otururken ve yatar pozisyonda ölçülen müteakip GİB değerleri kıyaslandığında ölçümler arasında istatiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmadı (p=0,846, p=0,751, p=0,606). Korneal kalınlık ve GİB değerleri arasında tüm ölçümlerde istatiksel anlamlı korelasyon mevcuttu (p=0,001, r=0,516).
Sonuç: Sağlıklı çocuklarda ICARE rebound tonometre ile ölçülen GİB değerleri vücut pozisyonundan etkilenmemektedir.
Objectives: To evaluate the effect of body position on intraocular pressure (IOP) measurement in pediatric age.
Method: Pediatric cases whose general condition was healthy and ophthalmic examination was within normal limits were included. 49 eyes of 49 pediatric patients were included in the study. IOP was measured with an ICARE rebound tonometer while patients were in standing, sitting and supine positions. The differences between the subsequent measurements were compared statistically.
Results: Twenty two of the 49 patients were female, 27 were male. Mean age was 9.61±2.66 (5-15) years. Mean IOP values in the standing, sitting and lying positions were 18.81±2.97(11,6-26,2) mmHg,18.88±3.44, (12-28.2) mmHg,19.01±2.8 (13.5-25.9) mmHg, respectively. There were no statistically significant differences between measurements taken in the different positions (p=0.846, p=0.751, p=0.606). There was a statistically significant correlation between corneal thickness and intraocular pressure values in all measurements (p=0.001, r=0.516).

Conclusion: IOP values measured with ICARE rebound tonometer in healthy children are not affected by body position
Makale Özeti

4.
Anti-vasküler endotelyal büyüme faktörü tedavisine zayıf cevap veren neovasküler yaşa bağlı makula dejenerasyonu alt grupları ve özellikleri
Subgroups and features of poor responders to anti-vascular endothelial growth factor treatment in eyes with neovascular age-related macular degeneration
Mine Esen Barış, Jale Mentes, FILIZ AFRASHI, Serhad Nalcaci, Cezmi Akkin
Sayfalar 275 - 282
Amaç: Bu çalışma, aktif neovasküler yaşa bağlı makula dejeneresansında (nvYBMD) intravitreal (IV) anti-vasküler endotelyal büyüme faktörü (anti-VEGF) tedavisine yetersiz cevap sıklığını belirlemeyi ve yetersiz cevap veren gözlerin alt gruplarını tanımlamayı amaçlamaktadır.
Gereç ve Yöntem: Bu prospektif çalışmaya, daha önce hiç tedavi uygulanmamış olan 202 hastaya ait 235 göz dahil edilmiştir. Elli yaşından genç olan hastalar ve IV anti-VEGF tedavisi için kontrendikasyonu olanlar çalışma dışı bırakılmıştır. Tüm gözler ranibizumab ile tedavi edilmiştir. Tedaviye rağmen nüks, persistans veya kötüleşme görülmesi “yetersiz cevap” olarak kabul edilmiştir. Yetersiz cevap veren gözler, progresyon paternlerine göre alt gruplara ayrılmıştır.
Bulgular: NvYBMD’ li 235 gözün 78’i (%33.2) tedaviye yetersiz cevap vermiştir. Pigment epitel dekolmanı (PED) varlığı ve okült koroidal nv (KNV) sıklığının tedaviye yeterşiz cevap veren gözlerde istatiksel olarak anlamlı oranda yüksek olduğu tesbit edilmiştir (p<0.001). Tedaviye yetersiz cevaplı gözler arasında 5 farklı alt gruba ayrılmıştır.
Sonuç: Anti-VEGF tedaviye yetersiz cevap nadir görülen bir durum değildir ve bu gözlerde okült KNV ve PED daha sık görülmektedir. Klinik özelliklere dayanarak çeşitli alt gruplar tanımlanabilmektedir.
Purpose: This study aims to determine the incidence of poor response to intravitreal (IV) anti-VEGF treatment in neovascular AMD (nvAMD) and to define subgroups of poor responders.
Materials and Methods: A total of 235 treatment naive eyes of 202 patients completed this prospective study. Patients younger than 50 years of age and those with a contraindication for anti-VEGF therapy were excluded. All eyes were treated with IV ranibizumab. Poor response was defined as recurrence, persistence or worsening despite treatment. Poor responders were classified into subgroups based on progression patterns.
Results: Of the 235 eyes, 78 (33.2%) showed a poor response. Pigment epithelial detachment (PED) and occult choroidal neovascularization(CNV) were more common among poor responders (p<0.001) and 5 subgroups were identified.
Conclusion: Poor response to anti-VEGF treatment is not uncommon and occult CNV and PED are frequently seen in these eyes. Various subgroups can be defined based on clinical features.
Makale Özeti

5.
Başarılı Maküler Delik Cerrahisi Sonrası Görme Artışı ile Elipsoid Zon Reflektivite Artışının İlişkisi
Correlation of Visual Recovery and Increased Ellipsoid Zone Reflectivity After Successful Macular Hole Surgery
Büşra Yılmaz Tuğan, Levent Karabas, Fatih Yenihayat, Sevgi Subasi, Enes Kesim, Berna Özkan
Sayfalar 283 - 287
Amaç: Maküler delik hastalarında vitrektomi sonrası SD- OCT görüntülerinde retina pigment epitheli (RPE), elipsoid zon (EZ) ve eksternal limitan membran (ELM) refletivitelerinin değişiminin ve reflektivite değişiminin görme keskinliği artışına etkisinin değerlendirilmesi
Materyal Metod: Vitrektomi sonrası kapanan 24 idiyopatik tam kat maküler delik hastasının 24 gözü retrospektif olarak değerlendirildi. Medikal görüntüleme yazılımının ‘Plot profil’ özelliği tek maskeli hekim tarafından kullanılarak cerrahi sonrası 1. ay ve 12. ayda OKT görüntülerindeki RPE, EZ ve ELM reflektiviteleri analiz edildi.
Bulgular: Absolü and rölatif EZ reflektivitesi cerrahi sonrası 12. ayda cerrahi sonrası 1. aya kıyasla istatistiksel anlamlı artış göstermiştir (sırasıyla p<0.001 ve p<0.001). Maküler delik cerrahisi sonrası 1. aydan, cerrahi sonrası 12. aya absolü ve rölatif EZ reflektivite değişimi EDGK artışıyla anlamlı korrele bulunmustur (sırasıyla, p=0.012 ve p=0.020).
Sonuç: Elipsoid zon reflektivitesi maküler delik cerrahisi sonrası fonksiyonel ve anatomik düzelmenin belirteci olabilir.
Objectives: To assess changes in reflectivity of retinal pigment epithelium (RPE), ellipsoid zone (EZ) and external limiting membrane (ELM) on SD-OCT images and the effects of reflectivity changes on visual acuity improvement after vitrectomy in macular hole patients.
Materials and Methods: Twenty-four eyes of 24 patients with idiopathic full-thickness macular hole (MH) closed after vitrectomy were retrospectively reviewed. ‘Plot profile’ function of medical imaging software was used by a single masked physician to analyze RPE, EZ and ELM reflectivity on OCT images at postoperative 1 month and 12 months.
Results: Absolute and relative EZ reflectivity showed statistically highly significant increase at postoperative 12 months with respect to 1 month (p<0.001 and p<0.001, respectively). Absolute and relative EZ reflectivity changes from postoperative 1 month to 12 months of macular hole surgery were significantly correlated with BCVA improvement (p=0.012 and p=0.020 respectively).
Conclusion: Ellipsoid zone reflectivity can be a predictor of functional and anatomical improvement after macular hole surgery.
Makale Özeti

6.
Somali’deki Yetişkin Popülasyonda Körlük Nedenleri
Causes of Blindness in Adult population in Somalia
Mustafa KALAYCI
Sayfalar 288 - 292
Amaç: Yetişkin Somali popülasyonu arasındaki körlük nedenlerini ve sıklığını Dünya Sağlık Örgütü kriterlerine göre değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem: Somali’nin başkenti Mogadişu’daki üçüncü basamak hastanemize başvuran 18 yaş üstü 2605 hastanın verileri değerlendirildi. Her iki gözde en iyi düzeltilmiş görme keskinliği 3/60’tan az olan hastalar bilateral kör, en iyi düzeltilmiş görme keskinliği bir gözde 3/60’tan az, diğer gözde 3/60’tan fazla olan hastalar monoküler kör olarak sınıflandırıldı (Dünya Sağlık Örgütü sınıflamasına göre).
Bulgular: 2605 hastanın 1251 (%48)’i kadın, 1354 (%52)’ü erkek cinsiyetti. 256 hastada tek gözde veya her iki gözde körlük saptandı ve çalışmaya dahil edildi. Hastaların yaşı 19 ile 85 aralığında olup ortalama yaş 52.4 ±14.6 idi. Somali popülasyonunda genel körlük oranı %9.8 olarak saptandı. Monoküler kör grupta en sık etken travma komplikasyonu (%23.6) iken ikinci sırada katarakt (%19), üçüncü sırada diyabetik retinopati (%13.2) bulundu. Bilateral kör grupta ise en sık etken katarakt (%26.9), ikinci sırada diyabetik retinopati (%21.1), üçüncü sırada glokom (%15.4) bulundu.
Sonuç: Travma, ülkedeki güvenlik koşulları nedeniyle en önemli körlük nedenidir. Somali’de kamuya bağlı ücretsiz sağlık merkezlerinin oluşturulması ve sayısının arttırılması körlük sıklığını azaltabilir.
Objective: To evaluate the causes and frequency of blindness among the adult Somali population according to the standards of the World Health Organization.
Materials and Methods: The data of 2605 patients over 18 years old who applied to our tertiary hospital in Mogadishu (the capital of Somalia) were evaluated. Those patients with a best corrected visual acuity of less than 3/60 in both eyes were categorized as bilateral blind and those with best corrected visual acuity of less than 3/60 in one eye but 3/60 or better in the other eye were classified as monocular blind (according to World Health Organization classification).
Results: 1251 (48%) of 2605 patients were female and 1354 (52%) were male. Blindness was detected in one eye or in both eyes in 256 patients and included in the study. The age of the patients was between 19 and 85, and the mean age was 52.4 ± 14.6. In the Somali population, blindness rate was 9.8%. In the monocular blind group, the most common factor was trauma complication (23.6%), while cataract (19%) was the second and diabetic retinopathy (13.2%) was the third. In the bilateral blind group, the most common factor was cataract (26.9%), diabetic retinopathy (21.1%) was the second and glaucoma (15.4%) was the third.
Conclusion: Trauma is the most important cause of blindness due to the security conditions in the country. Establishing and increasing the number of free public health centers in Somalia can reduce the frequency of blindness.
Makale Özeti

7.
Konjonktiva Melanomuna Güncel Yaklaşım 1. Bölüm: Klinik Özellikler, Tanı ve Histopatoloji
Current Management of Conjunctival Melanoma Part 1: Clinical Features, Diagnosis and Histopathology
İrem Koç, Hayyam Kıratlı
Sayfalar 293 - 303
Konjonktiva melanomu, tüm oküler melanomların yaklaşık %5’ini oluşturan nadir bir hastalıktır. De novo olarak meydana gelebilir veya konjonktiva nevüsü ya da primer akkiz melanozisten köken alabilir. Tanı ve tedavi takibinde biomikroskopik muayene vazgeçilmez olmakla birlikte tanı ve takipte diğer yardımcı görüntüleme yöntemleri de kullanılmaktadır. Prognostik olarak pek çok klinik ve histopatolojik faktör bildirilmiştir. Bu derleme konjonktiva melanomunu, klinik bulgular, ayırıcı tanı, tanıda kullanılan araçlar, evreleme yönleriyle ele almayı amaçlamaktadır.
Conjunctival melanoma is a rare disease which makes up approximately 5% of ocular melanomas. The lesion may occur de novo or originate from a pre-existing nevus or primary acquired melanosis. Biomicroscopy is of paramount importance in diagnosis and follow-up of the disease, where other diagnostic modalities aid as supplementary tools. Many clinical and histopathological risk factors are reported for prognosis. This review aims to refer to clinical findings, differential diagnosis, diagnostic tools, prognostic factors and staging of this disease.
Makale Özeti

8.
Penetran Keratoplasti Sonrası Sitomegalovirüs Endoteliti
Cytomegalovirus Endotheliitis after Penetrating Keratoplasty
Tuna Celik Buyuktepe, Nilüfer Yalçındağ
Sayfalar 304 - 307
Sitomegalovirüs (CMV) ilişkili endotelit, genellikle immün sistemi sağlam bireylerde, de-novo veya oküler cerrahiye sekonder gelişebilir. Keratoplasti sonrası gelişen CMV endoteliti, benzer klinik bulgular nedeniyle greft rejeksiyonu ile karışabilmektedir. Bu olgu sunumunda, penetran keratoplasti sonrası greft reddi gelişen ve bu nedenle immünsüpresif ajan kullanan bir olgu anlatılmıştır. Postoperatif dördüncü yılda; lokalize kornea ödemi, madeni para benzeri keratik presipitatlar ve göz içi basıncında artış görüldü. Aköz hümör örneğinden yapılan polimeraz zincir reaksiyonu analizinde, CMV-DNA saptandı. Valgansiklovir tedavisi başlanan olguda iki ay içinde semptomlar düzeldi. Keratoplasti sonrası kullanılan lokal veya sistemik immünsupresanların CMV reaktivasyonunu tetikleyebileceği akılda tutulmalıdır. Viral endotelit nedenleri arasında CMV de düşünülmeli, madeni para keratik presipitatların bulunduğu olgularda vakit kaybetmeden gansiklovir tedavisine başlanmalıdır.
Cytomegalovirus (CMV) related corneal endotheliitis is an inflammation of the corneal endothelium caused by CMV. It may occur de-novo or after ocular surgery in otherwise healthy individuals. In patients who have undergone keratoplasty, differential diagnosis of viral endothelitis and immune-related graft rejection is challenging due to the similar clinical findings. We report a case with penetrating keratoplasty and using local and systemic immunosuppressive agents because of previous graft rejection history. In the postoperative fourth year, ophthalmologic examination revealed localised corneal edema and coin-shaped keratic precipitates and increased intraocular pressure, consistent with viral endotheliitis. Polymerase chain reaction revealed CMV-DNA amplification in the aqueous humor sample. Valganciclovir treatment was started and the symptoms improved in two months. It should be kept in mind that local or systemic immunosuppressants used after keratoplasty may trigger CMV reactivation. Anti-CMV treatment should be initiated immediately in patients with coin-shaped keratic precipitates.
Makale Özeti

9.
Katarakt cerrahisi esnasında ön vitreusun tripan mavisi ile istemsiz boyanması
Unintentional staining of anterior vitreus with trypan blue during cataract surgery
Özcan Rasim Kayikcioglu, Huseyin Mayali, Suzan Doğruya, Şenay Alp, Aydın Alper Yılmazlar, Emin Kurt
Sayfalar 308 - 312
Fakoemülsükasyon –Göz içi lens (Fako-GİL) implantasyonu cerrahisi esnasında ön kapsülün tripan mavisi ile boyandığı altı hastamızda tripan mavisi boyası vitreus boşluğuna geçerek arka kapsül ve ön vitreyi boyadı. Hastalarda ikisinde travma, birinde üveit öyküsü, birinde matür katarakt ve diğer hastalarda risk faktörü saptanmadı. Olgularda GİL beş hastada kapsül cebi içine sorunsuz yerleştirildi. Travma nedeni ile iris ve zonüler defekti olan hastada sütürlü GİL aynı seansta implante edildi. Katarakt cerrahisi esnasında tripan mavisi sağlam ya da hasarlı zonüller bölgeden vitreus boşluğuna geçebilmektedir, bu durum cerrahi aşamaları önemli ölçüde güçleştirebilen nadir, ancak önemli bir komplikasyondur.
During phacoemulsification and IOL implantation surgery in six patients whose anterior capsula was stained with dye, trypan blue dye passed into vitreus cavity and stained anterior capsula and anterior vitreus. There was history of trauma in two cases and one uveitis, one matüre cataract, other cases did not have risk factors. IOL was implanted in-the-bag without problem in five cases. Sutured IOL was implanted in the case with iris and zonullar defects due to trauma in the same session. Trypan blue can migrate into vitreus cavity through damaged or intact lens zonules which is a rare but significant complication making surgical steps difficult.
Makale Özeti

10.
Leberin Herediter Optik Nöropatisi ile Uzun Süreli Takip Edilen İki Vakada Optik Koherens Tomografi Anjiografi Bulguları
Optical Coherence Tomography Angiography Findings in Long Term Follow-up of Leber’s Hereditary Optic Neuropathy, Reports of two Cases
Pinar Bingol Kiziltunc, feyza tüntaş bilen, Huban Atilla
Sayfalar 313 - 316
Leberin Herediter Optik Nöropatisinin (LHON) asemptomatik hastalarda izlenen vasküler değişiklikler nedeniyle nörovasküler bir bozukluk olarak düşünülmektedir. Bu vaka raporunda LHON tanısı olan 2 hastada optik koherens tomografi görüntülemede retina sinir lifi tabakası (RSLT) kalınlığında azalma izlenen kadranlarda, kapiller drop-out alanları ve azalmış radyal peripapiller kapiller damar dansitesi optik koherens tomografi anjiografi (OKTA) yöntemi ile tespit edilmiştir. Radyal peripapiller kapiller damar dansitesi ve RSLT kalınlığındaki progresif azalma hastaların 12 ve 30 aylık takip süreçlerinde gösterilmiştir. Leberin herediter optik nöropatisi tanısı olan hastaların OKTA yöntemi ile takibi, gelecekte bu hastalığın patogenezi ve progresyonu hakkında fikir sahibi olunmasını sağlayacaktır.
Leber’s Hereditary Optic Neuropathy (LHON) is thought to be a neurovascular disease due to presence of vascular changes in asymptomatic patients. By optical coherence tomography angiography (OCTA) imaging, capillary drop-out areas and decrease in radial peripapillary capillary (RPC) density were detected in the quadrants that had thinner retinal nerve fiber layer (RNFL) in optical coherence tomography images in 2 patients. Progressive decrease in RNFL and RPC density were shown in the 12th and 30th month of follow up for each patient. In the future, follow up of patients with treatment by OCTA imaging will help us to gain insight in pathogenesis and prognosis of LHON.
Makale Özeti

11.
Ambliyopi Tanısıyla İzlenmiş Bir İntrakraniyal Kitle Olgusu
Inracranial Mass Lesion Followed Up with the Diagnosis of Ambliyopia
Ali Mert Koçer, Bayazit İlhan, Anıl Güngör
Sayfalar 317 - 320
Ambliyopi nedeniyle takip edilen on iki yaşında erkek hasta sol gözünde az görme şikayeti ile hastanemize başvurdu. Hastanın en iyi düzeltilmiş görme keskinliği Snellen eşeline göre sağda 1.0, solda ise 0,3 düzeyinde idi. Dilate fundus muayenesinde bilateral optik diskte horizontal c/d oranında artış izlendi. Yapılan RNFL ölçümünde yaygın sinir lifi kaybı ile görme alanı testinde bitemporal hemianopsi izlendi. MRG sonucunda sellayı ve suprasellar sisterni doldurup genişleten ve optik kiyazmaya bası yapan lezyon raporlandı. Transkranial yaklaşım ile opere edilen hastanın patoloji incelemesi sonucu kraniyofarenjiyom tanısı konuldu.
A 12-year old male patient who followed up with the diagnosis of amblyopia was admitted to our hospital with visual disturbance on left eye. The patient’s best corrected visual acuity was 1.0 on right eye and 0.3 on left eye at the Snellen chart. Increased horizontal c/d were detected on dilated fundus examination. RNFL measurement showed diffuse nerve fiber loss and visual field test showed bitemporal hemianopsia. MRI revealed a lesion that filled and widened the sella and suprasellar cistern and compressed the optic chiasm. The patient was operated with transcranial approach. The pathologic examination revealed craniopharyngioma.
Makale Özeti

12.
Foveal Hipoplazide Multimodal Görüntüleme: Vaka Takdimi
Multimodal Imaging of Isolated Foveal Hypoplasia: A Case Report
Cumali Değirmenci, Filiz Afrashi, Serhad Nalçacı, Onur Furundaoturan
Sayfalar 321 - 323
Foveal hipoplazi normal foveanın gelişmemesi ile karakterizedir. İzole veya başka oküler durumlara sekonder olarak gelişebilmektedir. Optik koherens tomografi, florosein anjiyografi, fundus otofloresans ve optik koherens tomografi anjiyografi tanıda kullanılabilir. Bu vaka takdiminde foveal hipoplazili bir hastanın multimodal görüntüleme ile tanısını sunmaktayız.
Foveal hypoplasia is characterized by the lack of development of a normal fovea. It may be isolated or may occur secondary to ocular conditions. Optical coherence tomography, fluorescein angiography, fundus autofluorescence and optical coherence tomography angiography may be used for diagnosis. In this case report, we present a patient with foveal hypoplasia that was diagnosed with multimodal imaging.
Makale Özeti