Cilt: 50  Sayı: 1 - 2020
Özetleri Gizle | << Geri
1.
Optik Koherens Tomografi Sinyal Gücünün Yag Lazer Kapsülotomi Uygulanan Arka Kapsül Opasiteli Hastaların Tanı ve Takibindeki Rolü
The Role Of Optical Coherence Tomography Signal Strength In The Diagnosis And Follow Up Of Patients With Posterior Capsular Opacification Treated With Nd: YAG Laser Capsulotomy
Mustafa Vatansever, Erdem Dinç, Özer Dursun, Ufuk Adıgüzel, Ayça Yılmaz, Gülhan Ö. Temel
Sayfalar 1 - 5
Amaç: Arka kapsül opasitesi (AKO) olan hastalarda optik koherens tomografi (OCT) sinyal gücü ve görme keskinliği arasındaki ilişkiyi araştırmak ve AKO’nun retina kalınlık ölçümü üzerindeki etkisini değerlendirmek.
Materyal-Metod: Çalışmaya 35 hastanın 41 gözü dahil edildi. AKO dışında ön segment ya da arka segment patolojisi bulunan hastalar çalışma dışında bırakıldı. Hastaların oftalmolojik muayenesi yapıldıktan sonra %0.5’lik tropikamid ile pupilla dilatasyonu sağlandı ve OCT görüntüleri alınarak kaydedildi. Nd: YAG lazer kapsülotomiyi takiben aynı uygulama postoperatif 1. ayda yapılarak elde edilen veriler kaydedildi ve işlem öncesi veriler ile istatistiksel olarak karşılaştırıldı.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen hastaların Nd: YAG öncesi en iyi düzeltilmiş görme keskinlikleri (EİDGK) 0.28 ± 0.13 iken Nd: YAG sonrası 0.78 ± 0.09 idi ve aradaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.0001). Aynı zamanda Nd: YAG öncesi ve sonrasında EİDGK ile OCT sinyal gücü arasında anlamlı pozitif korelasyon mevcuttu (sırasıyla p<0.0001, p=0.01). Santral retinal kalınlık (SRK) ölçümü ile sinyal gücü Nd: YAG sonrası anlamlı artış gösteriyordu (her iki parametre için p<0.0001). Yine OCT sinyal gücü ile SRK arasında anlamlı pozitif korelasyon mevcuttu (p=0.001). Ancak Nd: YAG sonrası SRK ölçümleri ile OCT sinyal gücü arasında anlamlı bir korelasyon yoktu (p=0.46).
Tartışma: OCT sinyal gücü AKO saptanan hastalarda görme keskinliği ile korelasyon göstermekte ve AKO OCT ile elde edilen objektif verilerin doğruluğunu etkileyebilmektedir.
Objective: To investigate the relationship between optical coherence tomography (OCT) signal strength (SS) and visual acuity in patients with posterior capsule opacification (PCO) and evaluate the effect of PCO on retinal thickness measurements.
Methods: Forty-one eyes of 35 patients who were diagnosed with PCO were included in the study. After ophthalmologic examination OCT images were acquired. The assessment was repeated at 1 month after Nd: YAG laser capsulotomy and postoperative values were compared with baseline values.
Results: Mean best corrected visual acuity (BCVA) of the patients was 0.28 ± 0.13 preoperatively and 0.78 ± 0.09 postoperatively (p<0.0001). Strong positive correlations were observed between BCVA and SS both pre- and postoperatively (p<0.0001 and p=0.01). Central retinal thickness (CRT) value and SS increased significantly postoperatively (p<0.0001 for both).
Conclusion: OCT SS correlates with visual acuity in patients with PCO, and PCO can affect the accuracy of objective data obtained with OCT.
Makale Özeti

2.
Yaşa Bağlı Maküla Dejeneresans Hastalarında Geniş Açılı Dijital Renkli Ve Fundus Otofloresans Görüntülerinde Periferik Retinal Değişikliklerin Değerlendirilmesi
Evaluation of Peripheral Retinal Changes on Ultra-Widefield Fundus Autofluorescence Images in Age-Related Macular Degeneration Patients
Kübra Küçükiba, NAZMIYE EROL, Muzaffer Bilgin
Sayfalar 6 - 14
Amaç: Yaşa bağlı maküla dejeneresansı gelişmiş ülkelerde 65 yaş ve üzeri bireylerde santral görme kaybının en sık nedenidir. Makülayı etkileyen hastalıklarda eski kameralarla periferik retina görüntülemesi sağlanamamaktadır. Yeni nesil cihazların kullanıma girmesiyle periferik retina rahatça görüntülenmeye başlanmıştır. Çalışmamızda kliniğimize başvuran YBMD hastalarının renkli ve otofloresans fundus görüntülerinde periferik retina değişikliklerini değerlendirilerek, görülme sıklığını belirlemeyi amaçladık. Gereç Yöntem: Çalışma grubunda YBMD tanısı olan 277 hastanın 550 gözü, kontrol grubunda sağlıklı olan 45 hastanın 90 gözü değerlendirildi. Ultra geniş açılı görüntüleme cihazı ile her iki gözün öncelikle foveaya odaklanmış 200°’lik standart renkli görüntüsü ardından cihazın fiksasyon ışığı kullanılarak superior ve inferior fundus görüntüleri kaydedildi. Aynı protokol izlenerek fundus otofloresans görüntüleri çekilerek kaydedildi.. Renkli fundus görüntüleri daha önce yapılan çalışmalarda tanımlanmış olan zon 1, zon 2, zon 3 olmak üzere 3 bölümde incelendi. Bulgular: Renkli fundus görüntüleri değerlendirildiğinde çalışma grubunda yer alan 550 gözün %67.8’sinde, kontrol grubunda yer alan 90 gözün %47.8’inde periferik retinal değişiklik saptandı. Druzen en sık görülen görülen periferik retinal değişiklik olarak değerlendirildi. Otofloresans görüntüleri değerlendirildiğinde YBMD grubunda yer alan 550 gözün %39.6’ sında, kontrol grubunda yer alan 90 gözün %28.9’ unda zon 2, zon 3 bölgelerinin en az birinde periferik otofloresans değişiklik olduğu bulundu. Hipootofloresans en sık görülen otofloresans değişiklik oldu. Tartışma: Yaşa bağlı maküla dejeneresansı hastalarında periferik retinal değişiklik sağlıklı bireylerden daha yüksek oranda görülmektedir. YBMD’ nın sadece maküla hastalığı olmadığı, tüm retinayı etkileyebilen bir hastalık olduğu görülmektedir. Periferde gözlenen bu değişikliklerin hastaların genetik özellikleri ile ilişkisi, hastalığın prognoz, tanı ve tedavi aşamalarında ne derece önemli olduğu yapılacak prospektif çalışmalarla belirlenebilecektir.
Purpose: Age-related macular degeneration is the most common cause of central vision loss in individuals aged 65 years and older in developed countries. Perineal retina cannot be seen with old cameras in diseases affecting macula. With the introduction of new generation devices, the peripheral retina is easily visualized. In our study, we aimed to evaluate the incidence of peripheral retinal changes in the color and autofluorescence fundus images of patients with AMD.
Methods: In the study group, 550 eyes of 277 patients who were diagnosed with AMD and 90 eyes of 45 patients who were healthy in the control group were evaluated. The ultra-wide angle imaging device was used to record standard colored and autoflorescence fundus image focused primarily on the fovea then superior and inferior fundus images followed by fixation light of the device. Colored and autofluorescence fundus images were examined in 3 sections as zone 1, zone 2, zone 3.
Results: When the color fundus images were evaluated, it was found that in study group 67.8% of 550 eyes and in control group 47.8% of 90 eyes had a peripheral retinal change. Drusen was the most common peripheral retinal change. When autofluorescence images were evaluated, peripheral autofluorescence changes were found in 39.6% of the 550 eyes in the AMD group and in 28.9% of the 90 eyes in the control group. Hipootoflorescence was the most common autofluorescence change.
Conclusions: When the peripheral images were evaluated, study group has higher rates of periferic retinal changes than control group. It was seen that AMD is not only a macular disease, but also a disease that can affect the entire retina. The relation of these changes with the genetic characteristics of the patients, the prognosis of the disease, diagnosis and treatment stages will be determined prospectively.
Makale Özeti

3.
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu Tanısı Alan Çocuklarda Tedavi Öncesi Stereopsis, Füzyonel Verjans Amplitüdleri ve Refraksiyon Kusurlarının İncelenmesi
Stereoacuity, Fusional Vergence Amplitudes and Refractive Errors Prior to Treatment in Patients with Attention-Deficit Hyperactivity Disorder
Irmak Karaca, Elif Demirkilinc Biler, Melis Palamar, Burcu Özbaran, Önder Üretmen
Sayfalar 15 - 19
Amaç: Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHAB) tanısı alan çocuklarda tedavi öncesi stereopsis ve füzyonel verjans amplitüdlerinin kontrol grubuyla karşılaştırmalı olarak incelenmesi.
Materyal ve Metod: Ege Üniversitesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği’nde yeni DEHAB tanısı alan ve daha önce tedavi almamış 23 hasta ve 48 DEHAB saptanmayan kontrol olgusu çalışma-ya dahil edildi. Hastaların detaylı oftalmolojik muayenelerine ek olarak stereopsis ve füzyonel verjans amplitüdleri retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Ortalama yaş DEHAB tanısı alanlarda (14 erkek, 9 kız) 10,68±2,34 (7-16) iken, kontrol grubunda (25 erkek, 23 kız) 12,23±2,16 (7-15) idi (p=0,605; ki kare testi). Tüm hastalarda ön seg-ment ve fundus muayeneleri doğaldı. Tüm çocuklarda en iyi düzeltilmiş görme keskinliği 20/20 düzeyindeydi. TNO testi ile değerlendirme yapılabilenlerde ortalama stereopsis DEHAB olanlarda 142,14±152,65 (15-480) sec/arc, kontrol grubunda 46,3±44,11 (15-240) sec/arc idi (p<0,001; t-testi). Uzak bakışta ortalama konverjans amplitüdü (UKA) ve diverjans amplitüdü (UDA) sırasıyla 19,87±8,40 (6 ila 38) prizma diyoptri ve -9,09±-4,34 (-4 ila -25) PD; yakın bakışta ortalama konverjans amplitüdü (YKA) 37,30±12,81 (14 ila 70) PD, diverjans amplitüdü (YDA) -13,13± -3,45 (-4 ila -20) PD olarak ölçüldü. Siklopleji sonrası ortalama sferik eşdeğer 1,06±1,13 (-1 ila 4,63) diyoptri iken, 6 hastada belirgin refraksiyon kusuru (4 hastada hipermetropi, 2 hastada astigmatizma) saptandı. Gruplar arasında UKA, UDA, YKA, YDA ile sferik eşdeğerler açısından istatistiksel olarak anlamlı fark görülmedi (sırasıyla p=0.123, p=0.176, p=0.464, p=0.489, p=0.086; t-testi).
Sonuç: DEHAB tanısı alan çocuklarda tedavi öncesi ortalama stereopsis kontrol grubundan anlamlı olarak düşük saptanırken, füzyonel verjans amplitüdleri açısından belirgin fark izlenmemiştir.
Purpose: To evaluate stereoacuity, fusional vergence amplitudes and refractive errors in Attention-Deficit Hyperactivity Disorder (ADHD) patients.
Methods: Twenty-three patients, newly diagnosed as ADHD without any previous medication, and 17 healthy control subjects were included. Retrospective data analysis of comprehensive eye examina-tion, stereoacuity and fusional vergence amplitudes of the patients were performed.
Results: The mean age at the time of diagnosis was 10.68±2.34 (7-16) in ADHD group (14 male, 9 female) and 12.23±2.16 (7-15) in the control group (25 male, 23 female) patients (p=0.605). The mean stereoacuity was 142.14±152.65 (15-480) sec/arc in patients with ADHD and 46.3±44.11 (15-240) sec/arc in the control group (p<0.001). For ADHD patients, the mean convergence and divergence amplitudes at distance were 19.87 ± 8.40 (6 to 38) prism diopter (PD) and -9.09 ± -4.34 (-4 to -25) PD, and 37.30 ± 12.81 (14 to 70) PD and -13.13 ± -3.45 (-4 to -20) PD at near, respectively. The mean cycloplegic spherical equivalent was 1.06 ± 1.13 (-1 to 4.63) diopter in ADHD patients, with 6 patients having significant refractive errors (hyperopia in 4 patients, astigmatism in 2 patients). There were no significant difference in between groups, in terms of spherical equivalents, convergence and divergence amplitudes at distance and near (p=0.123, p=0.176, p=0.464, p=0.489, p=0.086, respec-tively).
Conclusion: Fusional vergence amplitudes did not present significant difference, while the mean value of stereoacuity was significantly lower in newly diagnosed ADHD patients prior to treatment.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

4.
Keratokonus Hastalarında Topikal Siklopentolatın Ön Segment Parametreleri Üzerine Etkisi
The Effect of Topical Cyclopentolate on Anterior Segment Parameters in Patients with Keratoconus
Ahmet Kırgız, Sevil Karaman Erdur, Semih Çakmak, Funda Dikkaya, Rukiye Aydin
Sayfalar 20 - 25
Amaç: Sikloplejinin keratokonus ve forme fruste keratokonuslu olgularda ön segment yapıları üzerine etkisini kornea topografisi ile değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntem: Çalışma kapsamında 40 keratokonus (Grup 1), 40 forme fruste keratokonus (Grup 2) ve 40 sağlıklı olgunun (Grup 3) birer gözü prospektif olarak değerlendirildi. Siklopleji öncesi ve sonrasında Sirius topografi cihazı ile düz keratometri (K) değeri (K1), dik K değeri (K2), ortalama K değeri (Kort), maksimum K değeri (Kmaks), korneal astigmatizma değeri, ön kamara derinliği (ÖKD), ön simetri indeksi, arka simetri indeksi, en ince korneal kalınlık, merkezi kornea kalınlığı ve kornea volümü değerleri ölçüldü. Sonuçlar tek yönlü varyans analizi testi ile karşılaştırıldı.
Bulgular: Yaş ortalaması Grup 1’de 24,4±6,2 yıl; Grup 2’de 26,3±4,3 yıl; Grup 3’te 26,5±6,1 yıl idi. Gruplar arasında yaş ve cinsiyet açısından anlamlı bir fark yoktu (p > 0,05). Grup 1’de siklopleji öncesi ortalama K1 değeri 45,54±2,43 diyoptri (D) iken siklopleji sonrasında 45,46±2,48 D idi (p=0,044). Grup 2 ve 3’te siklopleji sonrasında K1 değerinde anlamlı bir değişiklik bulunmadı (p = 0,275, p = 0,371, sırasıyla). Her üç grupta da siklopleji sonrasında K2 ve Kort değerlerinde anlamlı bir değişim izlenmedi (p > 0,05). Kmaks değerlerinde siklopleji sonrasında Grup 1’de anlamlı azalma olurken (p=0,001), Grup 2 ve Grup 3’te anlamlı değişiklik izlenmedi (p = 0,087, p = 0,241, sırasıyla). Üç grupta da siklopleji sonrasında ÖKD’de istatistiksel anlamlı artış izlendi (p= 0,001).
Sonuç: Siklopleji sadece belirgin keratokonus hastalarında korneada düzleşmeye neden olurken, tüm gruplarda ÖKD’ de artışa yol açmaktadır.
Objectives: To investigate the effect of cycloplegia on anterior segment structures in keratoconus and forme fruste keratoconus patients using corneal topography.
Materials and Methods: In this study 40 patients with keratoconus (Group 1), 40 patients with forme fruste keratoconus (Group 2) and 40 healthy subjects (Group 3) were evaluated prospectively. Flat keratometry (K) value (K1), steep K value (K2), mean K value (Kmean), maximum K value (Kmax), corneal astigmatism value, anterior chamber depth (ACD), symmetry index front, symmetry index back, thinnest corneal thickness, central corneal thickness and corneal volume were measured using Sirius topography before and after cycloplegia. Results were compared with one way ANOVA test.
Results: The mean age of the subject was 24.4±6.2 years for Group 1, 26.3±4.3 years for Group 2 and 26.5±6.1 years for Group 3. There was no difference between the groups with respect to mean age and gender (p >0.05). Mean K1 value was 45.54±2.43 diopters (D) before cycloplegia and 45.46±2.48 D after cycloplegia for Group 1 (p=0.044). K1 value didn’t change significantly after cycloplegia for Group 2 and 3 (p = 0.275, p = 0.371). There was no significant difference in K2 and Kmean values after cycloplegia for all groups (p > 0.05). Kmax value decreased significantly after cycloplegia in Group 1 (p=0.001), but the difference was not significant for Group 2 and 3 (p = 0.087, p = 0.241). ACD increased significantly after cycloplegia in all groups (p = 0.001).
Conclusion: Cycloplegia causes corneal flattening only in manifest keratoconus patients, leading to an increase in ACD in all groups.
Makale Özeti

5.
Beyaz Irkta Gangliyon Hücre Kompleksi Kalınlığının Total Retinal Kalınlığa Oranının Glokom Tanısında Yeri
The Diagnostic Ability of Ganglion-Cell Complex Thickness to Total Retinal Thickness Ratio in Glaucoma in Caucasian Population
Almila Sarıgül Sezenöz, Sirel Gür Güngör, Ahmet Akman, Caner Öztürk, Şefik Cezairlioğlu, Mustafa Aksoy, Meriç Çolak
Sayfalar 26 - 30
AMAÇ: Beyaz ırktan hastalarda maküler gangliyon hücre kompleksinin total retinal kalınlığa oranının glokom için tanısal değerinin belirlenmesi.

GEREÇ VE YÖNTEM: Bu kesitsel çalışmaya toplam 86 hasta dahil edilmiştir. Hastalar sağlam, oküler hipertansiyon, preperimetrik glokom ve erken glokom olmak üzere 4 gruba ayrılarak incelenmiştir. Her hastanın rastgele seçilen bir gözünde maküler gangliyon hücre kompleksi (GHK) kalınlığı, total retinal kalınlık ve retinal sinir lifi kalınlığı parametreleri Heidelberg HD spektral domain optik koherens tomografi (Heidelberg Engineering, Inc., Heidelberg, Germany) ile ölçülmüştür. Gangliyon hücre kompleksi/total retinal kalınlık (G/T) oranı belirtilen formül ile hesaplanmıştır: G/T oranı (%)= (maküler GHK kalınlığı/total retinal kalınlık)x100. Her bir parametrenin glokom tanısı koymadaki yeterliliği alıcı işlem karakteristikleri eğrisi altında kalan alan (AUROC) analizi ve sabit spesifitede sensitivite değerlendirilmesi ile belirlenmiştir. Sağlam olgular ve seçilmiş hasta gruplarının ölçülen değerleri eşlenmemiş t-test kullanılarak karşılaştırılmıştır.

BULGULAR: 9 sağlam olgu, 18 oküler hipertansiyon hastası, 28 preperimetrik glokom ve 31 erken glokom hastası incelenmiştir. Maküler gangliyon hücre kompleksi, total retinal kalınlık, retinal sinir lifi tabakası kalınlığı ve G/T oranının sağlıklı hastalar, oküler hipertansiyon hastaları, preperimetrik glokom hastaları ve erken glokom hastalarında sırayla gittikçe azaldığı görülmüştür ve gruplar arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlıdır (p<0.001). Sağlam olgular ile oküler hipertansiyon, preperimetrik ve erken glokom hastalarının ayrımı için ortalama maküler gangliyon hücre kompleksi, retinal sinir lifi, total retinal kalınlık değerleri için G/T oranından daha yüksek AUROC değerleri saptanmıştır.

SONUÇ: Oküler hipertansiyon, preperimetrik ve erken glokom hastalarının sağlam popülasyondan ayrılmasında G/T oranının anlamlı katkı sağlamadığı; incelenen diğer parametreler ile karşılaştırıldığında tanısal değerinin daha düşük kaldığı gösterilmiştir.
PURPOSE: To evaluate the diagnostic accuracy of macular G/T ratio in caucasion population.

METHODS: A total of 86 patients were enrolled in the cross-sectional study. Patients were divided in 4 groups as healthy subjects, ocular hypertension, preperimetric glaucoma and early glaucoma. Macular ganglion cell complex thickness,(GCC) total retinal thickness and retinal nevre fiber thickness(RNFLT) parameters of 1 randomly selected eye of each patient were measured with Heidelberg Engineering Spectralis Optical Coherence Tomography (OCT). The ganglion cell complex/total retinal thickness(G/T) ratio was calculated using the following formula: G/T ratio (%)= (macular GCC thickness/total retinal thickness)x100. The ability of each parameter to diagnose glaucoma was examined by analyzing the area under the receiver operating characteristic curve(AUROC). The unpaired t test was used to compare the measured values between the healthy subjects and the variously sorted patient groups.

RESULTS: There were 9 healthy control subjects, 18 patients with ocular hypertension, 28 with preperimetric glaucoma and 31 with early glaucoma. The macular GCC thickness, total retinal thickness, RNFLT, and G/T ratio decreased respectively in the following groups; healthy patients, patients with ocular hypertension, preperimetric glaucoma and early glaucoma. All comparisons in between the groups were significant with respect to these measurements (p<0.001 for all). For all separations between healthy and ocular hypertension, preperimetric glaucoma and early glauocoma eyes average RNFLT, average GCC, total retinal thickness showed consistently higher AUROC than G/T ratio.

CONCLUSION: G/T ratio does not contribute to seperation of ocular hypertension, preperimetric and early glaucoma patients from healthy population. When compared with other parameters investigated, the diagnostic value of G/T ratio was found to be lower.
Makale Özeti

6.
İris Kistlerinde Klinik Bulgular, Görüntüleme Özellikleri ve Tedavi Sonuçları
Iris Cysts: Clinical Features, Imaging Findings and Treatment Results
Helin Ceren Köse, Kaan Gunduz, Melek Banu Hoşal
Sayfalar 31 - 36
Amaç: İris kistlerinde demografik, klinik, görüntüleme özellikleri, tedavi ve izlem sonuçlarını değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem: İris kisti tanısıyla izlem ve tedavisi yapılan 37 olgunun kayıtları retrospektif olarak incelendi. İris kistleri ultrason biyomikroskopi (UBM), Swept Source OKT (SS-OKT) ve SS-OKT Anjiyografi (SS-OKTA) kullanılarak incelendi.
Bulgular: Ortalama tanı yaşı 34.4 yıl (5-85) idi. Olguların 24’ü (%65) kadın, 13’ü (%35) erkekti. Olguların ortalama izlem süresi 21.3 ay (4 ay-8 yıl) idi. Etyolojilerine göre kistlerin 35’i primer (%94.5), 2’si travmaya sekonder (%5.5) olarak sınıflandırıldı. Otuz bir olguda (%83.7) iris pigment epiteli (IPE) kisti, 6 olguda (%10.8) iris stroma kisti (ISR) mevcuttu. Sekonder kistlerin hepsi stromal tipteydi. Primer IPE kistlerinin 26’sı periferik (%72.2), 4’ü midzonal (%11.1), 1’i serbest dolaşan disloke tip (%2.7) tip olarak değerlendirildi. Primer stromal kistlerin ise 3’ü (%8,1) edinsel; 1’i konjenital (%2,7) idi. Sekonder kistler, perforan göz yaralanması nedenli gelişen stroma kistleri idi. UBM’de IPE kistlerinin ön ve arka yüzü izlenebilirken (26 olgu), ön segment (ÖS) SS-OKT’de sadece ön yüzü görüntülendi (4 olgu). SS-OKTA’da kistlerin entrensek vakülaritesinin olmadığı görüldü (4 olgu). Pigment epitel kisti olgularının hepsine tedavi olarak izlem önerildi. Bu olguların hiçbirinde büyüme veya göz içi komplikasyon izlenmedi. Primer stromal kisti olan 4 olgunun 3’üne cerrahi eksizyon uygulanırken birine izlem önerildi. Sekonder stroma kisti olgularının 2’sine de cerrahi rezeksiyon yapıldı.
Sonuç: İrisin kistik lezyonları pigment epitelinden veya stromadan köken alır. Kistler çoğunlukla primer, pigment epiteli kökenli ve periferik lokalizasyonda bulunur. Pigment epitelyal kistler herhangi bir tedavi gerektirmezken, stromal iris kistleri ise genellikle tedavi gerektirir. İris pigment epiteli ve stromal iris kistlerinin tanısında UBM ve ÖS SS-OKT önemli bir yer tutmaktadır. UBM’de iris kistleri ince duvarlı ve içi hiporeflektif olarak izlenir. Ön segment SS-OKTA’da kistlerin entrensek vaskülaritesinin olmadığı görülmektedir.
Objective: To report the clinical, demographic, imaging findings, treatment results and follow-up data of iris cysts.
Material and Methods: Medical records of 37 patients with iris cysts were retrospectively analysed. Ultrasound biomicroscopy (UBM), Swept Source optical coherence tomography (SS-OCT) and Swept Source optical coherence tomography angiography were performed to examine the iris cysts.
Results: The mean age of the patients was 34.4 years, ranging from 5 to 85 years. Twenty-four patients (65%) were women and 13 (35%) were men. Mean follow-up period was 21.3 months, ranging from 4 months to 8 years. Thirty-five (94.5%) of the cysts were classified as primary and 2 (4.5%) were classified as secondary. Thirty-one (83.7%) of the primary cysts were pigment epithelial and four were stromal. Primary iris pigment epithelial (IPE) cysts were classified as peripheral in 26 patients (72.2%), midzonal in 4 (11.1%) and dislodged in 1 (2.7%). Stromal cysts were classified as acquired in 3 patients (8.1%) and congenital in 1 patient (2.7%). Secondary iris cysts were caused by perforating eye injury. UBM could visualize both anterior and posterior surfaces of cysts (26 patients). Anterior segment (AS) SS-OCT could visualize anterior surface; however it did not demonstrate the posterior surface of cysts (4 patients). Iris cysts did not have intrinsic vascularity on SS-OCTA (4 patients). All pigment epithelial cysts managed by observation. Among 4 primary stromal cysts, the tumor was managed by surgical excision in 3 and observation in 1. Two secondary cysts required surgical removal.
Conclusion: Pigment epithelial cysts generally remain stable without need for treatment. However, iris stromal cysts frequently require surgical intervention. UBM and SS-OCT had a great value in the diagnosis of iris cysts. On UBM, iris cysts appear with a thin, hyperechoic wall and a hypoechoic internal content. Iris cysts did not have intrinsic vascularity on AS SS-OCTA.
Makale Özeti

7.
YAPAY ZEKÂ ve OFTALMOLOJİ
ARTIFICIAL INTELLIGENCE and OPHTHALMOLOGY
Kadircan Keskinbora, Fatih Güven
Sayfalar 37 - 43
Amaç: Son yıllarda, hızla gelişmekte ve hemen bütün yaşam alanlarında kendine yer edinmekte olan yapay zekânın; oftalmoloji alanında kullanımıyla ilgili gelişmeleri ve olası uygulamaları, gerek oftalmoloji gerek tıbbi etik çerçevelerinde değerlendirerek ele almak.
Gereç ve Yöntem: Yapay zekâ uygulamalarının göz hastalıklarının tanısıyla ilgili çeşitli uygulamaları, kitap, dergi, arama motorları, basılı ve sosyal medya aracılığıyla tarandı. Kaynaklar çapraz kontrole tabi tutularak, bilgilerin sağlıklı olup olmadığı kontrol edildi.
Bulgular: Kimisi ABD İlaç ve Gıda Kurumu tarafından onay da almış bulunan yapay zekâ algoritmalarının, göz hastalıkları alanında özellikle tanıya yönelik araştırmalarda kendine yer bulduğu saptandı.
Tartışma: Oftalmoloji alanında özellikle Diabetik Retinopati, Yaşa Bağlı Makula Dejenerasyonu, Prematür Retinopatisi konularında yapay zekâ algoritmalarından yararlanılabileceğini kanıtlayan araştırmalar geliştirilmektedir. Bu algoritmalardan bazılarının onay aşamasına geldiği anlaşılmaktadır. Yapay zekâ çalışmalarında gelinen nokta, bu teknolojinin halen önemli bir mesafe kat ettiğini göstermekte ve gelecek çalışmalar için umut vadetmektedir. Yöntemlerin, özellikle yetişmiş insan nüfusunun az ve hekime ulaşımın zor olduğu gelişmekte olan ülkelerde önlenebilir görme kayıplarının belirlenmesinde ve hekime yönlendirilmesinde etkili olacağı düşünülmektedir. Gelecekteki bazı yapay zekâ sistemlerinin ahlaki/etik statüye sahip adaylar olabileceğini düşündüğümüzde, farklı etik konular ortaya çıkmaktadır. Ahlaki/Etik durum ile ilgili sorular, uygulamalı etiğin bazı alanlarında önemlidir. Günümüz yapay zekâ sistemlerinin bir ahlaki/etik statüye sahip olmadığı üzerinde anlaşmaya varılmış olduğu görülmekle birlikte, ahlaki/etik durumu belirleyen özelliklerin tam olarak ne olduğu ve ne olacağı da bilinmemektedir.
Objective: To evaluate and take up in the field of ophtalmology and medical ethics the developments and potential practices regarding the usage of artificial intelligence which has recently been developing almost in all in all areas of life in recent years.
Materials and Methods: Various applications of artificial intelligence applications related to the diagnosis of eye diseases were searched through books, journals, search engines, printed and social media. The sources were cross-checked and checked whether the information was healthy or not.
Findings: The artificial intelligence algorithms, some of which were approved by the US Food and Drug Administration, was designated to have found its place in the field of eye diseases especially in diagnostic researches
Discussion: In the field of ophthalmology, researches are being developed that prove that artificial intelligence algorithms can be used especially in the subjects of Diabetic Retinopathy, Age Related Macular Degeneration, Premature Retinopathy. It is understood that some of these algorithms came to the approval stage. The current point in artificial intelligence studies shows that this technology still has a considerable distance and promises for future work. It is thought that the methods will be effective in determining preventable vision losses and directing them to the physicians in developing countries where especially the trained human population is less and the physicians are difficult to reach.
When we think that some future artificial intelligence systems can be the candidates who have moral/ethical statuses, then some different ethical issues arise. Questions about moral/ethical status are important in some areas of applied ethics. Although it is understood that today's intelligence systems do not have a moral/ethical status, it is not known also what are the exact the characteristics that determine the moral/ethical situation and what will be.
Makale Özeti

OLGU SUNUMU
8.
Posterior mikroftalmi ilişkili makular kistoid lezyonların tedavisinde topikal brinzolamidin etkinliği: Bir vaka serisi
Efficacy of topical brinzolamide treatment in posterior microphthalmos related macular cystoid lesions: A case series
Ceren Durmaz Engin, Umut Baran Ekinci, Alper Selver, Ali Osman Saatci
Sayfalar 44 - 49
Amaç: Posterior mikroftalmi tanılı dört hastada, topikal %1’lik brinzolamidin retinoskizise benzeyen makular kistoid lezyonlar üzerindeki etkisini bildirmek
Materyal ve Metod: Posterior mikroftalmi ilişkili foveoskizis tanısı ile topikal %1’lik brinzolamide tedavisi başlanan dört hastanın medikal kayıtları incelendi. Görme keskinliği, santral makula kalınlığı ve kistoid lezyon alanı oranı tedavi yanıtını değerlendirmek için kullanıldı.
Bulgular: Hastaların üçünde, her iki gözde de izlemde santral makula kalınlığı ve kistoid lezyon alanı oranında düşüş izlendi. Ancak bir hastanın her iki gözünde iki parametrede de artış mevcuttu. Görme keskinliği beş gözde stabil kalırken, üç gözde artış izlendi.
Sonuç: Topikal brinzolamid tedavisinin, seçilmiş vakalarda makular kistoid lezyonların tedavisinde etkili olabilir.
Objectives: To report the outcome of topical brinzolamide 1% treatment on macular cystoid lesions resembling retinoschisis in four patients diagnosed with posterior microphthalmia.
Materials and Methods: The medical records of four patients with a clinical diagnosis of posterior microphthalmia who had commenced on a topical brinzolamide 1% treatment were reviewed. Visual acuity, central foveal thickness and cystoid lesion area percentage were used to evaluate the treatment response.
Results: In the follow-up, there was a decrease in central foveal thicknesses and cystoid lesion area percentages in both eyes of three of the patients. However, one patient had an increase in both parameters. Visual acuity remained stable in five eyes and increased in three eyes.
Conclusion: Topical brinzolamide treatment may have some positive effects on macular cystoid lesions in selected cases.
Makale Özeti

9.
Metastaik MelanomTedavisinde Kullanılan Vemurafenibin Sebep Olduğu Sarkoidoz Benzeri Granulomatöz Üveit
Sarcoid-like Granulomatous Intraocular Inflammation Caused by Vemurafenib Treatment for Metastatic Melanoma
Hilal Eser-Ozturk, Yuksel Sullu
Sayfalar 50 - 52
Vemurafenib, kutanöz melanomda tümör proliferasyonundan sorumlu genetik olarak aktifleştirilmiş BRAF'ın güçlü bir inhibitörüdür. Vemurafenib tedavisi altında olan 56 yaşında bir erkek hasta kliniğimize üveit ile başvurdu. Takiplerde, çok sayıda periferik koreoretinal lezyonları olan iki taraflı granülomatöz üveit gelişti. Serum anjiyotensin dönüştürücü enzim (ACE) seviyesinde artış tespit edildi. Hastaya vemurafenib ile ilişkili olası oküler sarkoidoz tanısı kondu ve intravitreal deksametazon implant ile tedavi edildi. Bu olgu, vemurafenib ile ilişkili sarkoidoz benzeri granülomatöz üveitli bir hastanın klinik ve anjiyografik özelliklerini gösteren ilk rapordur.
Vemurafenib is a potent inhibitor of genetically activated BRAF, which is responsible for tumoural proliferation in cutaneous melanoma. A 56-year-old male under treatment of vemurafenib presented with uveitis. Over the course of the disease, he developed bilateral, granulomatous uveitis with multiple peripheral chorioretinal lesions. Serum angiotensin-converting enzyme (ACE) levels increased. The patient was diagnosed with probable ocular sarcoidosis related to vemurafenib and was treated with an intravitreal dexamethasone implant. This case is the first report that shows the clinical and angiographic features of a patient with vemurafenib-related sarcoid-like granulomatous uveitis.
Makale Özeti

10.
On Yaş Çocukta Ekstranodal Oküler Adneksal Marjinal Zon Lenfoma
Extranodal Ocular Adnexal Marginal Zone Lymphoma in a Ten Year Old Child
Nazan Cetingul, Melis Palamar, Sukriye Hacikara, Serra Kamer, Hamiyet Hekimci Özdemir, eda Ataseven, ozlem barut selver, Mine Hekimgil
Sayfalar 53 - 55
On yaşında kız çocuğu konjonktivada 1 aydır farkedilen somon renkli bir oluşum şikayetiyle kliniğimize getirildi. Histopatolojik inceleme ve diğer testler sonucunda ekstranodal oküler adneksal marjinal zon lenfoma tanısı konuldu. Olgu AJCC sınıflamasına göre T1bN0M0, Ann Arbor evreleme sistemine göre Evre 1 olarak evrelendi ve 7 günlük 1,8 Gy/gün, toplam doz 36 Gy olacak şekilde eksternal radyoterapi ile tedavi edildi. Hasta 26 aylık remisyonda olup izlenmeye devam etmektedir.
A 10-year-old female was brought to the clinic with the complaint of a salmon coloured conjunctival lesion for one month. With the aid of histopathological evaluation and other tests extranodal ocular adnexal marginal zone lymphoma was diagnosed. The patient was graded as T1bN0M0 according to AJCC and as Stage 1 according to Ann Arbor, and was treated with external radiotherapy 1.8 Gy/day for 7 days with a total dose of 36 Gy. She is in remission for 26 months and still being followed-up.
Makale Özeti

11.
Alışılmadık bir olgu: İdiyopatik bir epiretinal membranın spontan ayrılması
An Unusual Case: Self-separation of an idiopathic epiretinal membrane
Jale Menteş, Serhad Nalçacı
Sayfalar 56 - 58
Parsiyel PVD’si olan bir gözde idiyopatik ERM’nin spontan ve akut olarak ayrılması oldukça nadir bir olaydır. Sağ gözünde uçuşma şikayetleri ile kliniğimize başvuran 56 yaşındaki kadın hastanın klinik muayene ve spektral domain optik koherens tomografi (SD-OKT) tetkikinde idiopatik ERM ve evre 3 posterior vitreus dekolmanı (PVD) bulguları saptanmış olup en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EİDGK) 9/10 olarak ölçüldü. Dört ay sonra metamorfopsi şikayeti ile başvuran hastanın sağ göz EİDGK’nin 7/10 olduğu, ERM bulgularında hemen hemen değişiklik olmadığı tespit edildi. Bir hafta sonra metamorfopsi şikayetlerinin aniden ortadan kaybolması ile tekrar başvuran hastanın muayenesinde, EİDGK’nın 10/10 olduğu, ERM’nin spontan olarak retina yüzeyinden bir flep şeklinde ayrılmış olarak vitreusta yüzmekte olduğu ve foveal kontürün normale döndüğü tespit edildi. Etiyolojik mekanizma immatür bir ERM içindeki kontraksiyon güçlerinin membranın retinaya yapışma güçlerinden daha kuvvetli olması ile açıklanabilir.
Self-seperation or peeling of an idiopatic ERM without pre-existing PVD is a quite rare event. A 56-year-old female was admitted to our clinic with complaints of floaters in her right eye. Best-corrected visual acuity (BCVA) was 9/10 in this eye. Fundus examination and SD-OCT revealed a idiopathic ERM and grade 3 posterior vitreous detachment in this eye. Four months later, she had metamorphopsia complaints in her right eye. BCVA was 7/10, the SD–OCT images of the right macula was nearly similar as compared to previous images. One week after the last visit, she was admitted again with the sudden disappearance of her metamorfopsia complaints. BCVA had improved to 10/10. Fundus examination demonstrated that the ERM was spontaneously seperated from the retinal surface as a flap, floating in the vitreous and foveal contour returned to normal. The etiologic mechanism may be explained as the contracting forces within an immature ERM being stronger than its adhesion to the retina.
Makale Özeti