Cilt: 28  Sayı: 1 - Nisan 2022
Özetleri Gizle | << Geri
DERLEME
1.
Osteoporoz: Ankilozan spondilitli hastalarda yeterince tanı konmamış bir problem
Osteoporosis: An underdiagnosed problem in patients with ankylosing spondylitis
Yeşim Kirazlı, Ece Cinar
Sayfalar 1 - 5
Ankilozan spondilit’li (AS) hastalar, kemik frajilitesi nedeni ile osteoporoz (OP) ve kırık gelişimi açısından artmış risk altındadır. AS varlığı, OP gelişimi açısından risk oluşturmakla birlikte, AS hastalarında OP taramasına yönelik bir kılavuz bulunmamaktadır ve genç erkek hastalar daha da nadir taranmaktadır. AS hastalarında OP tanısının gözden kaçırılmasının ciddi sonuçları olabileceği göz önüne alındığında, bu ilişkinin önemi daha da belirginleşmektedir.
AS hastalarında vertebral fraktür gelişimi açısından risk faktörleri: femur total ve femur boynunda saptanan düşük kemik mineral yoğunluğu (KMY), erkek cinsiyet, uzun hastalık süresi, yüksek hastalık semptom skorları, enflamatuvar barsak hastalığı varlığı, ve hastalığa bağlı deformitelerin fazla olmasıdır. Lomber KMY ile ilişki yoktur.
OP gelişimi açısından ana patofizyolojik mekanizma, sistemik enflamasyonun yanısıra, ağrı, ankiloz ve tutukluğa bağlı azalmış fiziksel aktivite ve buna bağlı düşük KMY’dir. AS hastalarında kemik ve KMY üzerine IL-17, IL-23 aksı, Tümör nekroz faktörü-α ve barsak immünopatobiyolojisinin etkilerine dair de kanıtlar mevcuttur.
Patients with ankylosing spondylitis (AS) are at increased risk of osteoporosis (OP) and subsequent osteoporotic fractures due to bone fragility. Although AS is a risk factor for the development of new-onset OP, there are no existing guidelines to routinely assess patients with AS for OP, and young men are less likely to be screened. Given that the underestimation of OP in AS patients can have serious health consequences, a greater emphasis should be placed on this association.
Major risk factors for vertebral fractures in AS include low bone mineral density (BMD) at the femoral neck and total hip (but not lumbar spine), male sex, longer disease duration, higher disease symptoms scores, inflammatory bowel disease, and structural severity of the disease.
The major pathophysiological mechanisms for osteoporosis appear to be systemic inflammation and low BMD resulting from decreased daily physical activities caused by pain, stiffness, and ankyloses. The weight of evidence is strongly in favour of the IL-17–IL-23 axis, tumour necrosis factor (TNF)-α and gut immunopathobiology as central components affecting bone in AS.
Makale Özeti

ARAŞTIRMA
2.
D vitamini, diz osteoartriti şiddeti ve inflamatuar belirteçler arasındaki ilişki
The relation between Vitamin D, severity of knee osteoarthritis and inflammatory parameters
Fulya Bakılan, Burcu Ortanca
Sayfalar 6 - 10
Amaç Osteoartritin patogenezi ve progresyonunun, düşük dereceli inflamasyon ile ilişkili olduğu bilinmektedir. Bu çalışmanın amaçları: 1- Nötrofil/lenfosit oranı ve platelet/lenfosit oranlarının, osteoartritteki düşük düzey inflamasyonu belirlemede, uygun parametreler olup olmadığını araştırmakla birlikte; D vitamini eksikliğinin, osteoartritin radyolojik şiddetine ve inflamatuar parametrelere katkıda bulunup bulunmadığını araştırmaktır.
Gereç ve yöntem Diz ağrısı ile başvuran toplam 623 hasta dosyası incelenerek, çalışmaya dahil edilme kriterlerine uyan, 136 diz osteoartritli hasta dosyası çalışmaya dahil edilmiştir. 25-hidroksi vitamin D, tam kan sayımı, eritrosit sedimentasyon hızı, C-reaktif protein ve diz radyografilerindeki Kellgren-Lawrance evreleri kayıt edilmiştir.
Bulgular Çalışmamıza alınan hastaların %52,2’sinde D vitamin eksikliği saptanmıştır (<20 ng/ml). D vitamin değeri <20ng/ml ve ≥20ng/ml olan hastalar arasında ne osteoartrit şiddeti ne de inflamasyon parametreleri açısından fark saptanmamıştır. Hastaların %59,5’inde hafif düzeyli radyografik osteoartrit saptanmış olup, %40,4’ünde ise orta-şiddetli düzeyde saptanmıştır. Yaş açısından değerlendirildiğinde ise, orta-şiddetli osteoartriti olan hastaların yaşı, istatistiksel olarak hafif osteoartriti mevcut olan hastalara göre yüksek bulunmuştur (p<0,001). Diğer parametreler açısından, hafif ve orta-şiddetli osteoartriti olan hastalarda fark saptanmamıştır.
Sonuç: Bu çalışmada, nötrofil/lenfosit oranı ve platelet/lenfosit oranının, diz osteoartritindeki düşük dereceli inflamasyonu belirlemede yetersiz olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca D vitamini eksikliğinin, radyolojik olarak osteoartrit şiddeti ve inflamatuar parametreler üzerine etkisi saptanmamıştır.
Objective There is evidence that the pathogenesis and progression of osteoarthritis is related with low-grade inflammation. Objectives were conducted;1- to investigate whether neutrophil-to-lymphocyte, platelet-to-lymphocyte ratios are appropriate parameters to determine low-grade inflammation in knee osteoarthritis,2- to evaluate whether vitamin-D deficiency contributes to the severity of osteoarthritis and these inflammatory parameters as well.
Materials and Methods A total of 623 patients with knee pain were evaluated retrospectively, 136 patients with knee osteoarthritis were included to the study. 25-hidroxy-vitamin D, complete blood count, C-reactive protein, erythrocyte sedimentation rate, knee radiographs according to Kellgren Lawrance Scale were recorded.
Results Vitamin D deficiency was detected in %52,2 of all patients (<20ng/ml). Blood parameters and severity of knee osteoarthritis was found similar between patients with 25-hidroxy-vitamin D<20ng/ml and ≥20ng/ml. 59,5% of patients had “mild osteoarthritis”, 40,4% of patients had “moderate-to-severe osteoarthritis”. All parameters was found similar between these two groups, only age was found significantly higher (p<0,001) in patients with “moderate-to-severe osteoarthritis”.
Conclusion Neutrophil to lymphocyte, platelet to lymphocyte ratios are not found as appropriate parameters in determining low-grade inflammation in knee osteoarthritis moreover there were found no effect of vitamin D deficiency on radiological severity and inflammation parameters in knee osteoarthritis.
Makale Özeti

3.
D Vitamini Eksikliği Olan Bireylerin Yaşam Tarzlarının Belirlenmesi
Determination of Life Styles of Individuals with Vitamin D Deficiency
Mediha Cetin, Emine Kiyak
Sayfalar 11 - 18
Amaç: Bu araştırma vitamin D eksikliği olan bireylerin yaşam tarzlarının belirlenmesi amacıyla yapıldı.
Materyal ve Metot: Tanımlayıcı özellikteki bu araştırma XXX Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi Endokrin ve Metabolik Hastalıklar Polikliniğine Nisan – Ekim 2015 tarihleri arasında gelen ve vitamin D eksikliği olan 250 birey ile yapıldı. Verilerin toplanmasında anket formu kullanıldı.
Bulgular: Bireylerin ortalama vitamin D düzeylerinin 11,82±5,73 olduğu tespit edildi. Bireylerin %80,8’inin vitamin D takviyesi kullanmadığı, takviye kullanmayanların ve vitamin D damla kullananların vitamin D düzeylerinin önemli bir şekilde düşük olduğu tespit edildi (p=0,000). Tanı süresi 6 aydan az olanların güneş kremi kullanmayanların koyu ve buğday tenlilerin, hiç balık ve peynir yemeyenlerin vitamin D düzeylerinin önemli bir şekilde düşük olduğu tespit edildi (p<0,05). Güneşlenmeyenlerin (% 21,2), 11-15 saatleri dışında (%97,6), kapalı kıyafetle güneşlenenlerin (%76,4) ve BKİ 30’un altında olanların (%58,4) vitamin D düzeylerinin düşük olduğu ancak aralarında önemli bir fark olmadığı bulundu (p>0,05).
Sonuç: Vitamin D takviyesi kullanmayan, takviye olarak vitamin D damla kullanan, tanı süresi 6 aydan az olan, güneş kremi kullanmayan, hiç balık ve peynir yemeyen, koyu ve buğday tenli bireylerin vitamin D düzeylerinin önemli bir şekilde düşük olduğu tespit edildi.
Objectives: This study was conducted to find out the lifestyles of individuals with Vitamin D deficiency.
Materials and Methods: This descriptive study was conducted on 250 individuals with Vitamin D deficiency who referred to XXX Region Training and Research Hospital Endocrine and Metabolic Diseases Outpatient Clinic between April, 2015 and October, 2015. Questionnaires were used to collect the data.
Results: Average Vitamin D levels of the individuals were found as 11.82±5.73. It was found that 80.80% of the individuals did not use vitamin D supplement, while vitamin D levels of those who did not use supplement and those who used vitamin D drops were found to have significantly low Vitamin D levels (p=0.000). Vitamin D levels of the individuals who had a diagnosis period of less than 6 months, those who did not use sun cream, those who were dark and wheat-skinned, those who did not eat fish and those who did not eat cheese were found to be significantly low (p<0.05). Vitamin D levels of the individuals who did not sunbathe (21.20%), those who sunbathed at hours other than 11 and 15 (97.60%), those who sunbathed with covered clothes (76.40%) and those who BMI under 30 (58.40%), were found to be low, while no statistically significant difference was found between them (p>0,05).
Conclusion: Individuals who did not take vitamin D supplement, those who used vitamin D drops, those who had a diagnosis period of less than 6 months, those who did not use sun cream, those who did not eat fish and cheese and those who were dark and wheat-skinned had significantly low vitamin D levels.
Makale Özeti

4.
Fibromyalji Sendromu İle İlgili Türkiye’ deki Bilgi Sunan Web Sitelerinin Okunabilirlik, İçerik ve Kalite Açısından İncelenmesi
Investigating the websites in Turkey that providing information on Fibromyalgia Syndrome by readability, content and quality.
Meryem Otu, Serife Karagozoglu
Sayfalar 19 - 25
Amaç: Fibromiyaljili hastalar için internette Türkçe olarak sunulan bilgi kaynaklarının kalitelerini, içeriğini, kullanılabilirliğini ve okunabilirliğini değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı tipteki çalışmada, Fibromiyalji ile ilgili toplam 80 web sitesi dahil edilmiştir. Değerlendirmede Ateşman’ ın Flech okunabilirlik formülü, DISCERN kılavuzu, Web Sitesi Kullanılabilirlik Ölçeği’ nden yararlanılmıştır.
Bulgular: Web sitelerinin % 28.8 (23)’i kurumsal, % 2.5 (2)’i derneğe ait, % 53.8 (43)’i kişisel, % 3.8 (3)’i ticari, % 11.3 (9)’ü medya organlarına aittir. En çok değinilen semptom % 97.5 (78) ile ağrı ve en az değinilen semptom % 2.5 (3) ile libido kaybı olmuştur. En çok değinilen tedavi % 82.5 (66) ile medikal tedavi ve % 76.3 (61) ile egzersiz olmuştur. Web sitelerinin genelinin Ateşman Flesch okunabilirlik skorunun medyanı 55.55 (min=21, max=72.4), DISCERN puanı medyanı 30 (min=20, max=56), Web Sitesi Kullanılabilirlik Ölçeği skor medyanı 100 (min=88, max=119) olarak bulunmuştur.
Sonuç: Bu çalışma, FM ile ilgili hastalara bilgi sunan Türkçe web sitelerinin içeriğinin zayıf, site kalitesinin düşük, okunabilirliğinin zor, kullanılabilirlik düzeyinin ise yüksek olduğunu ortaya koymuştur.
Objective: To evaluate the websites in Turkey that providing information on Fibromyalgia Syndrome by readability, content and quality.
Materials and Methods: A total of 80 websites on Fibromyalgia were included in the descriptive study. Ateşman's Flech readability formula, DISCERN guide, Web Site Usability Scale were used in the evaluation.
Results: 28.8% (23) of the websites belong to corporate, 2.5% (2) to the association, 53.8% (43) to personal, 3.8% (3) to commercial, 11.3% (9) to media organs. The most cited symptom was pain at 97.5% (78) and the least mentioned symptom was loss of libido at 2.5% (3). The most cited treatment was medical treatment with 82.5% (66) and exercise with 76.3% (61). The median of the Ateşman Flesch readability score of the websites in general was 55.55 (min = 21, max = 72.4), the median DISCERN score was 30 (min = 20, max = 56), the Web Site Usability Scale score median was 100 (min = 88, max = 119) found as.
Conclusion: This study revealed that Turkish websites that provide information to patients about FM have poor content, low site quality, difficult to read, and high usability.
Makale Özeti

5.
Düşük Ferritin Düzeyine Sahip Reproduktif Kadınlarda D Vitamin Düzeyleri Kemik Mineral Dansitesini Etkiler mi?
Do Vitamin D Levels Affect Bone Mineral Density İn Reproductive Women With Low Ferritin Levels?
hatice hamarat, Goknur Yorulmaz, Ayşe Ekim, Emel Gönüllü, Ahmet Musmul, Sinem Gurcu
Sayfalar 26 - 31
Amaç: Reprodüktif kadınlarda demir eksikliği anemisi(DEA) sık gözlenir. 25-hidroksi vitamin D [25 (OH)D] eksikliği demir eksikliği anemisi olanlarda yaygındır. Ferritin düşüklüğüne bağlı oluşan 25(OH)D eksikliğinin kemik mineral yoğunluğu üzerindeki etkisi tartışmalıdır.
Bu çalışma, reprodüktif kadınlarda serum ferritin düşüklüğünün 25(OH)D seviyelerine etkisi ve kemik mineral yoğunluğu (BMD) arasındaki ilişkiyi değerlendirmek için yapıldı. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya ferritin seviyeleri<15 ng/mL olan 140 üreme dönemindeki kadın (15-25 yaş,25-35 yaş, 35-45 yaş 3 grup) ve 50 sağlıklı kadından oluşan bir kontrol grubu dahil edildi. Vitamin D düzeyi 25(OH)D>30.0ng / mL yeterli, vitamin D yetersizliği 25(OH)D≥20.0,<30.0 ng / mL,25 (OH) D <20 ng/mL olarak D vitamini eksikliği. ve <10 ng/mL. şiddetli D vitamini eksikliği olarak tanımlandı. Femur boynu ve lomber omurga BMD'si Çift enerjili X-ışını absorpsiyometrisi (DXA) ile ölçüldü. BMD tanısı için Z skoru kullanıldı. Z skoru <-2 ise "beklenenden daha düşük kemik mineral yoğunluğuna sahip" ve >-2 ise "yaş için beklenen kemik yoğunluğu " olarak değerlendirildi. Bulgular: Hastaların ve sağlıklı kontrollerin ortalama yaşı 34±10 ve 29±9 yıldı. Serum 25(OH)D düzeyi hasta grubunda anlamlı olarak düşük bulundu (p<0,001). Düşük ferritin gruplarında, düşük yoğunluklu BMD vardı (p> 0,050). Sonuç: Anemisi olan reprodüktif kadınlarda saptanan düşük D vitamini seviyeleri düşük BMD'ye neden olur.
Aim: Iron deficiency anemia(IDA) is common in reproductive women. 25-hydroxy vitamin D [25 (OH) D] deficiency is common in those with IDA. The study evaluated the effect of low ferritin on 25 (OH) D levels and BMD. Material and Methods: 140 women (15-25 years, 25-35 years, 35-45 years, 3 groups) with ferritin level <15 ng / mL and a control group of 50 healthy women were included in the study. Vitamin D level of 25 (OH) D> 30.0 ng / mL was sufficient, vitamin D deficiency was defined as 25 (OH) D 20.0, <30.0 ng / mL. Vitamin D deficiency as 25 (OH) D <20 ng / mL. and <10 ng / mL. severe vitamin D deficiency. Femoral neck and lumbar spine BMD were measured by dual-energy X-ray absorptiometry (DXA). For the diagnosis of BMD, a Z score of <-2 was evaluated with "lower bone mineral density than expected" and "expected bone density for> -2 years of age". Results: The mean ages of the patients and healthy controls were 34 ± 10 and 29 ± 9 years. Serum 25 (OH) D level was found to be low in the patient group (p <0.001). Low-intensity BMD was present in the low ferritin groups (p> 0.050). Conclusions: Low vitamin D levels detected in reproductive women with anemia cause low BMD.
Makale Özeti

6.
Postmenopozal kadınlarda denge egzersizlerinin denge, düşme riski ve yaşam kalitesi üzerine etkisi
Evaluation of balance exercises on balance, fall risk, and quality of life in postmenopausal women
Samed Solak, Hilal Yesil, Umit Dundar, Hasan Toktaş, Murat Yesil, Murat Korkmaz
Sayfalar 32 - 40
Amaç: Bu çalışmada postmenopozal kadınlarda proprioseptif nöromuskuler fasilitasyon ve Frenkel egzersizlerinin denge, düşme riski ve yaşam kalitesi üzerine etkinliğinin araştırılması amaçlanmıştır.
Gereç ve yöntem: 48 postmenopozal kadın proprioseptif nöromuskuler fasilitasyon (n = 24) ve Frenkel (n = 24) (ev egzersiz programı şeklinde) egzersiz gruplarına randomize edildiler. Tüm katılımcıların çalışma öncesi ve çalışma sonrası 4. haftada el sıkma kas gücü, yaşam kalitesi, düşme riski ve denge (fonksiyonel uzanma testi, tek ayak üzerinde durma testi, timed up and go testi ve Berg denge testi ) değerlendirmeleri yapıldı.
Bulgular: Proprioseptif nöromuskuler fasilitasyon grubunda tüm değerlendirme parametrelerinde anlamlı gelişme elde edildi (p<0.05). Frenkel grubunda, tek ayak üzerinde durma testi (p=0.064) ve kısa form-36 mental sağlık skoru (p=0.057) dışında tüm değerlendirme parametrelerinde anlamlı gelişme elde edildi (p<0.05). Gruplar arası karşılaştırmalarda ise el sıkma kas gücü, fonksiyonel uzanma testi ve timed up and go testi skorlarında iki grup arasında anlamlı fark olmadığı görüldü (p > 0.05).
Sonuç: Proprioseptif nöromuskuler fasilitasyon ve Frenkel egzersizlerinin postmenopozal kadınlarda denge parametreleri, düşme riski ve yaşam kalitesi üzerine önemli etkileri olmuştur. Frenkel egzersiz programı daha ucuzdur ve daha az insan gücü gerektirir, bu nedenle postmenopozal kadınlarda dengenin iyileştirilmesi ve düşme riskinin azaltılması açısından daha tercih edilebilir olabileceğini düşünüyoruz.
Aim: This study aimed to investigate the effects of proprioceptive neuromuscular facilitation and Frenkel's exercises on balance, fall risk, and quality of life in postmenopausal women.
Materials and Methods: 48 postmenopausal women were randomized into proprioceptive neuromuscular facilitation (n = 24) and Frenkel (n = 24) (as a home exercise program) exercise groups. Hand grip strength, quality of life, falling risk, and balance (functional reach test, one - leg stand test, timed up and go test, and Berg balance scale) of all patients were evaluated prior to treatment, and at 4th week follow-up.
Results: There was an improvement in all parameters in proprioceptive neuromuscular facilitation group (p<0.05). In Frenkel group, there was an improvement in all evaluations except the one - leg stand test (p=0.064), and the short form-36 mental health score (p=0.057). Among the groups; no significant difference was detected in terms of hand grip strength, functional reach test, and timed up and go test scores.
Conclusions: Proprioceptive neuromuscular facilitation and Frenkel exercises had significant effects on balance parameters, risk of falling and quality of life in postmenopausal women. Frenkel exercise program is cheaper, and requires less manpower, therefore, we think that it may be more preferable in terms of improving balance and reducing fall risk in postmenopausal women.
Makale Özeti

7.
Çene Kemiği Osteonekrozlu Hastalarda Cerrahinin Yeri Nedir? Bir Yaşam Kalitesi Analizi Çalışması
How Surgery Affects Patients with Jaw Osteonecrosis? A Quality of Life Analysis Study
Ahmet Biçer, Nargız İbrahimli, Ozan Can Canbolat, Tahir Gürler
Sayfalar 41 - 47
Amaç: Çene kemiklerinin osteonekrozu, özellikle kanser, romatoid artrit ve osteoporoz hastalarının tedavileriyle ilişkili olarak da ortaya çıkabilen yaşam kalitesini önemli ölçüde düşürebilen bir hastalıktır.
Son yıllarda nekrotik kemiğin total rezeksiyonu, ölü boşluğun antiseptik malzemelerle doldurulması ve mukozanın dikkatlice onarılmasını içeren cerrahi tedavi seçeneği konservatif tedavilere göre daha tercih edilir olmuştur.
Yöntem ve Gereçler: Bu öncesi ve sonrası çalışmasında kliniğimize 2018 ve 2020 yılları arasında başvuran ve preoperatif ve postoperatif değerlendirmeleri tamamlanmış 11 hasta dahil edilmiştir. Hastalar ameliyat öncesi ve sonrasında Genel Oral Sağlık Değerlendirme Endeksi (GOHAI) kullanılarak değerlendirilmiştir. Ameliyat öncesi ve sonrası skorlar cerrahi tedavinin etkinliğinin ortaya konması için karşılaştırılmıştır. Bunun yanında hastaların demografik ve medikal arka planlarının bu skorlara etkisi de araştırılmıştır.
Bulgular: Hastaların demografik ve medikal arka planlarının preoperatif ve postperatif GOHAI skorlarına istatistiki olarak anlamlı etkilerinin olmadığı gözlenmiştir (P>0.05). Bununla birlikte, cerrahi tedavi sonrası hastaların GOHAI skorlarında istatistiki olarak anlamlı bir düşüş gözlenmiştir (preoperatif ortalama: 38.87,+/- 6.44; postoperatif ortalama: 31.0, +/- 8.28; p<0.05).
Sonuçlar: Çene kemiklerinde osteonekroz ile başvuran hastaların tedavisinde optimum bir sonuç elde edebilmek için hastaların bireysel özellikleri ve radyografik görüntüleri göz önüne alınarak bireysel bir tedavi stratejisi geliştirmek gerekir. Cerrahi öncesinde varsa etiyolojide yer alan medikasyonların düzenlenmesi ve osteomyelit eşliği durumunda ise uygun antibiyotiklerin başlanması gerekir. Postoperatif dönemde ise mukozal iyileşmenin sağlanabildiği anda erken dönemde oral ve dental rehabilitasyonun başlanması önemlidir.
Aim: Osteonecrosis of the jawbones, especially when associated with osteomyelitis is a debilitating condition predominantly affecting patients treated for osteoporosis, cancer with bone metastases, and rheumatoid arthritis. Oral pathologies may significantly alter the patients’ quality of life and sense of health.
Surgery including complete debridement of the necrotic bone followed by packing the dead space with antiseptic agents and meticulous repair of the overlying mucosa is gaining popularity on conservative treatment options.
Material and Methods: In this before and after study 11 patients referred to our clinic between 2018 and 2020 with a diagnosis of maxillary or mandibular osteonecrosis with complete preoperative and postoperative analyses available were included. The patients were assessed with General Oral Health Assessment Index (GOHAI) preoperatively and postoperatively. These scores were compared with each other to exhibit the effect of our surgical strategy which is also outlined. The effects of patients’ demographic and medical backgrounds on the quality of life were also investigated.
Results: Neither demographic, nor medical backgrounds of the patients were not found to be significantly altering the GOHAI scores of the patients (p>0.05). However, surgical treatment was found to be significantly improving the scores (preoperative mean: 38.87,+/- 6.44; postoperative mean: 31.0, +/- 8.28; p<0.05).
Conclusion: In order to obtain optimal results in management of the patients with jawbone osteonecrosis, the treatment strategy should be based on the patient characteristics and careful radiographical examinations. Alterations of predisposing medications and introduction of proper antibiotics in the setting of associated osteomyelitis should be made before surgery. Oral/dental rehabilitation should be commenced immediately after mucosal healing is assured.
Makale Özeti

8.
Postmenopozal osteoporoz tanılı hastalarda abdominal kas aktivitelerinin postural kontrole etkisi
The effect of abdomınal muscle activities on postural control in patıents with postmenopausal osteoporosis
Musa Polat, Belgin Karoğlan
Sayfalar 48 - 54
Amaç: Yeterli postural kontrol, bireylerin günlük yaşamda dengesini koruması için ön şarttır. Kinetik zincirin merkezinde yer alması nedeniyle gövde kasları postural kontrolün nöromuskuler bileşenlerinden biridir. Bu araştırmada amaç, postmenopozal osteoporoz tanılı hastalarda abdominal kas aktivitesinin postural kontrole etkisini araştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: Düşme korkusu yaşayan 56 postmenopozal osteoporoz tanılı hastanın dahil edildiği bu araştırmada, katılımcıların postural stabiliteleri zamanlı ayağa kalkma ve yürüme testi (ZAYT), Berg denge skalası (BDS) ve statik denge indeksi (SDİ) ile değerlendirildi. Abdominal kas aktiviteleri basınç biofeedback ünitesi kullanılarak posterior pelvik tilt (PPT) hareketi ve abdominal iç çekme manevrası ile değerlendirildi. Postural stabilite test skorlarına göre katılımcılar, yüksek düşme riskli ve düşük düşme riskli olarak subgruplara ayrıldı.
Bulgular: ZAYT’ne göre 20 (%35.7), BDS’na göre 24 (42.8), SDİ’ne göre 18 (%32.1) hasta yüksek düşme riskine sahipti. Tüm subgruplarda düşme riski yüksek olan hastaların daha fazla düşme öyküsü (sırasıyla p=0.007, p<0.001, p<0.001), daha az posterior pelvik tilt hareketi kas aktivitesi (her üçünde de p<0.001) ve abdominal iç çekme manevrası kas aktivitesi vardı (sırasıyla, p<0.001, p=0.009, p<0.001).
Sonuç: Düşme korkusu yaşayan yüksek düşme riskli postmenopozal osteoporoz hastalarının abdominal kas aktiviteleri düşüktür. Bu hastalar rehabilite edilirken abdominal kasların aktivasyonunu artıracak kor stabilizasyon egzersizlerine yer vermek postural kontrolde önemli olabilir.
Objective: The trunk muscles are a component of the neuromuscular subsystem of postural control due to their location in the center of the kinetic chain. The aim of this study is to investigate the effect of abdominal muscle activity on postural control in patients with postmenopausal osteoporosis.
Material and Methods: 56 postmenopausal osteoporosis patients with fear of falling were included. Postural stability of the participants were evaluated with Timed up and go test (TUG), Berg balance scale (BBS), and static balance index (SBI). Abdominal muscle activities were evaluated with using a pressure biofeedback unit involving the performance of an abdominal draw-in maneuver and posterior pelvic tilt movement. According to the postural stability test scores, the participants were divided into subgroups as high fall risk and low fall risk.
Results: 20(35.7%) patients according to TUG, 24(42.8) patients according to BBS, 18(32.1%) patients according to SDI had a high risk for falling. In all subgroups analyzes, patients with high risk for falling had more fall history (p=0.007, p<0.001, p<0.001, respectively), less pelvic tilt movement activity (p<0.001, both), and abdominal draw-in muscle activity (p<0.001, p=0.009, p<0.001, respectively).
Conclusion: Patients with postmenopausal osteoporosis who have a high risk for falling have low abdominal muscle activities. While rehabilitating these patients might be performed core stabilization exercises that can increase the activation of the abdominal muscle activities.
Makale Özeti

9.
Osteoartritte yaşam kalitesi: Demografik ve klinik değişkenlerle ilişkisi
Quality of life in osteoarthritis: Relationship with demographic and clinical variables
Seçilay Güneş, Beyza Doğanay Erdoğan, SEHIM KUTLAY, Ayşe Adile Küçükdeveci
Sayfalar 55 - 60
Amaç: Osteoartritte yaşam kalitesinin demografik ve klinik değişkenlerle ilişkisini araştırmak.
Gereç ve Yöntemler: Diz, kalça, ayak ve/veya el OA'sı olan 156 hastanın (%79,5'i kadın) yaşam kalitesi Osteoartrit Yaşam Kalitesi Skalası (OAQoL) ile değerlendirildi. Ağrı şiddeti için 0-10 sayısal derecelendirme ölçeği (NRS), genel fiziksel disabilite için Sağlık Değerlendirme Anketi (HAQ), diz/kalça disabilitesi için Western Ontario ve McMaster Üniversiteleri Osteoartrit İndeksi (WOMAC) ve genel sağlık durumu için Nottingham Sağlık Profili (NHP) kullanıldı.
Bulgular: Ortalama yaş 56±10 ve ortalama hastalık süresi 7,2±6,4 yıl idi. Yaşam kalitesi ile HAQ, WOMAC-Ağrı, WOMAC-Fonksiyon, WOMAC-Tutukluk, NHP-Fiziksel Mobilite ve NHP-Enerji arasında orta ila güçlü anlamlı korelasyon (r: 0,50-0,70) saptandı. Yaşam kalitesi, osteoartritten etkilenen eklem sayısı ile ilişkili değildi. Yaşam kalitesindeki değişkenliği birlikte açıklayan faktörleri belirlemek için doğrusal regresyon modeli uygulandı. Tek değişkenli doğrusal regresyon analizlerinde istatistiksel olarak anlamlı bulunan potansiyel faktörler, son çok değişkenli modeli seçmek için aşamalı regresyon prosedüründe kullanıldı. Nihai model, 0.645'lik bir ayarlanmış R2 ile Ağrı (NRS), HAQ, NHP-Enerji ve NHP-Sosyal izolasyonu içeriyordu.
Sonuç: Bu osteoartrit hasta grubunda ağrı, fiziksel fonksiyon, yorgunluk ve sosyal izolasyon, varyansın %64.5'ini açıklayarak yaşam kalitesinin belirleyicileri olarak bulunmuştur.
Objective: To investigate the relationship of quality of life (QoL) with demographic and clinical variables in osteoarthritis.
Material and Methods: Quality of life of 156 patients (79.5% female) with knee, hip, foot, and/or hand OA were assessed by the Osteoarthritis Quality of Life Scale (OAQoL). 0-10 numeric rating scale (NRS) for pain severity, Health Assessment Questionnaire (HAQ) for general physical disability, Western Ontario and McMaster Universities Index of Osteoarthritis (WOMAC) for knee/hip disability, and the Nottingham Health Profile (NHP) for health status were also completed by patients.
Results: Mean age was 56±10 and mean disease duration 7.2±6.4 years. There were moderate-to-strong significant correlations (r: 0.50-0.70) between QoL and HAQ, WOMAC-Pain, WOMAC-Function, WOMAC-Stiffness, NHP-Physical Mobility, and NHP-Energy. Quality of life was not related to the number of joints affected by osteoarthritis. A linear regression model was performed to determine the factors that together explain the variability in QoL. Potential factors, found to be statistically significant in univariate linear regression analyses were used in a stepwise regression procedure to select the final multivariate model. The final model included Pain (NRS), HAQ, NHP-Energy, and NHP-Social Isolation with an adjusted R2 of 0.645.
Conclusions: Pain, physical function, fatigue, and social isolation have been found to be the predictors of QoL in this osteoarthritis patient group, explaining 64.5 % of the variance.
Makale Özeti

10.
Erkeklerde Osteoporoz ve Osteoporotik Kırık Riskinin Değerlendirilmesi: Retrospektif Çalışma
Evaluation of Osteoporosis and Osteoporotic Fracture Risk in Men: A Retrospective Study
Uğur Ertem, Fatma Jale İrdesel
Sayfalar 61 - 65
Amaç: Osteoporotik kırıklar kadınlarda olduğu kadar erkeklerde de halk sağlığı açısından önemli sonuçlara yol açabilmektedir. Bu çalışmada erkeklerde osteoporoz (OP) ve osteoporotik kırık sıklığının incelenmesi ve kırıklara neden olabilecek risk faktörlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Fiziksel tıp ve rehabilitasyon polikliniğimize 15 Mart 2021-15 Eylül 2021 tarihleri arasında kas-iskelet sistemi ağrısı ile başvuran 65 yaş üstü erkekler geriye dönük olarak incelendi. Bu çalışmaya toplam 90 hasta dahil edildi. Tüm hastaların 25-hidroksivitamin D3 (25-(OH)D3) düzeyleri, vücut kitle indeksi (VKİ), yaş, kemik mineral yoğunluğu (KMY) T-skorları, sigara ve alkol kullanım durumları ile ilgili veriler kaydedildi.
Bulgular: Hastaların ortanca yaşı 71(66-89) yıldı. 14 hastada (%15,5) osteoporotik kırık tespit edildi. Osteoporotik kırıklar vertebral bölgede yoğunlaşmıştı (%71,4). Hastalar iki gruba ayrıldı: Grup 1 (osteoporotik kırıklı) ve grup 2 (osteoporotik kırıksız). Regresyon analizi, yaş ve VKİ'nin osteoporotik kırıklarla ilişkili olduğunu gösterdi (p<0.05). Aksine osteoporotik kırık oluşumu ile 25-(OH)D3 düzeyleri, KMY T-skorları, sigara ve alkol kullanımı arasında ilişki bulunmadı (p>0.05).
Sonuç: OP ve osteoporotik kırık oluşumu kadınlarda olduğu kadar erkeklerde de yaygın bir halk sağlığı sorunudur. Osteoporotik kırıkların toplum ve bireyler üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle risk faktörlerinin bilinmesi ve bunlara karşı önlem alınması önemlidir.
Objective: Osteoporotic fractures can cause important consequences in terms of public health in men as well as in women. In this study, it was aimed to examine the frequency of osteoporosis (OP) and osteoporotic fractures in men and to determine the risk factors that may cause fractures.
Materials and Methods: Men over the age of 65 years who were admitted to our physical medicine and rehabilitation outpatient clinic with musculoskeletal system pain between 15 March 2021 and 15 September 2021 were examined retrospectively. A total of 90 patients were included in this study. Data regarding 25-hydroxyvitamin D3 (25-(OH)D3) levels, body mass index (BMI), age, bone mineral density (BMD) T-scores, smoking and alcohol using status were recorded for all patients.
Results: The median age of the patients was 71(66-89) years. Osteoporotic fractures were detected in 14 patients (15.5%). Osteoporotic fractures were concentrated in the vertebral region (71.4%). The patients were divided into the following two groups: Group 1 (with osteoporotic fracture) and group 2 (without osteoporotic fracture). Regression analysis revealed that age, and BMI were associated with osteoporotic fractures (p<0.05). On the contrary, no correlation was found between osteoporotic fracture formation and 25-(OH)D3 levels, BMD T-scores, smoking and alcohol using (p>0.05).
Conclusion: OP and osteoporotic fracture formation is a common public health problem in men as well as women. Because of the negative effects of osteoporotic fractures on society and individuals, it is important to know the risk factors and take precautions against them.
Makale Özeti

VAKA SUNUMU
11.
Trakonya Balık Zehrinin Neden Olduğu Eklem Kısıtlılığı - Olgu Sunumu
Joint Restriction Caused By Traconia Fish Poison: A Case Report
Ezgi Yıldız Güvercin, Ece Çınar, Simin Hepgüler
Sayfalar 66 - 68
Trakonya balığı Trichinidea ailesinin bir üyesidir ve tüm üyeleri zehirlidir. Literatürde, trakonya balığının dikeninin sokmasından sonra etkilenen bölgede, ödemden myonekroza kadar uzanan geniş bir vaka yelpazesi izler. Bu olgu sunumunda, trakonya balığının sırt dikenleri ile elinden yaralanan, elinde ödem ve metakarpofalengeal eklem hareket açıklığında kısıtlılık olan bir hastayı sunuyoruz. Zamanla gelişen eklem kısıtlılığında ağrı olmaması ve bilateral el radyografisinin normal olması kompleks bölgesel ağrı sendromu tanısını dışlamaktadır. Hasta bandaj, yumuşak doku mobilizasyonu ve metakarpofalangeal eklemlerini fleksiyona zorlayan bir cihazla tedavi edildi. Hastaya 15 seans tedavi uyguladık. Rehabilitasyon sonrası muayenede sol el sırtındaki ödemin azaldığını gördük. Hastanın hareket açıklığını normal olarak ölçtük.
Traconia fish is a member of the Trichinidea family, all members are poisonous.In the literature, edema develops in the affected area after trachonia fish bite, followed by a wide spectrum of cases ranging from subcutaneous inflammation to myonecrosis. In this case report, we present a patient who was injured with the back spines of traconia fish and had limited edema and range of motion. The absence of pain in the joint restriction that developed over time and the normal bilateral hand radiography exclude us from the diagnosis of complex regional pain syndrome. The patient was treated with self-adherent wrap to reduce swelling in addition to soft tissue mobilization, range of motion exercises, and a contracture splint that forced metacarpophalangeal joints into flexion to increase joint mobility. We applied 15 sessions of treatment to the patient. On the post-rehabilitation examination, we found that the edema in the dorsum of the left hand decreased. We measured the range of motion of the patient as normal.
Makale Özeti

12.
Teriparatid kullanımı sırasında gelişen multiple myelom olgusu
Multipl myeloma case developed during the use of the teriparatide
Zehra Erdemir, Ayşe İyiyapıcı Ünübol, Mustafa Ünübol, Esra Ercan, İrfan yavasoglu, ENGIN GÜNEY
Sayfalar 69 - 73
Rekombinant insan paratiroid hormonu (1-34) (rhPTH 1-34) olan teriparatid, şiddetli osteoporoz tedavisi için kullanılan anabolik ilaç sınıfına ait olan bir ilaçtır. Teriparatid tedavisinin bilinen yan etkileri arasında plazma hücre diskrazileri yer almasa da vaka sunumları şeklinde birliktelikleri bildirilmiştir. PTH 1-34’ün osteoblastları uyardığı ve dolaylı olarak osteoklast uyarısı ile RANKL (receptor activator of nuclear factor kappa-B ligand), RANK ve IL-6 (interlökin-6) stimülasyonu yaptığı bilinmektedir. Multiple myelomda RANKL/OPG sistem ile osteoklast ve osteoblast aktivite arasında ilişkiler mevcuttur. Teriparatid tedavisi sonrası malign miyelom gelişen multipl miyelomlu bir olguyu sunuyoruz.
Recombinant human parathyroid hormone (1-34) (rhPTH 1-34), teriparatide, is a class of anabolic therapies for the treatment of severe osteoporosis. Although plasma cell dyscrasias are not included among the known side effects of teriparatide treatment, their association in the form of case reports has been reported. It is known that PTH 1-34 stimulates osteoblasts and indirectly stimulates RANKL (receptor activator of nuclear factor kappa-B ligand), RANK and IL-6 (interleukin-6) with osteoclast stimulation. There are relationships between RANKL / OPG system and osteoclast and osteoblast activity in multiple myeloma. We report a case with multiple myeloma who developed malignant myeloma after teriparatide treatment.
Makale Özeti

13.
Ailevi Akdeniz Ateşi hastasında bilateral bifosfonat-ilişkili atipik femur boyun kırığı: Olgu Sunumu
Bilateral bisphosphonate-related atypical femoral neck fracture in a patient with Familial Mediterranean Fever: A case report
Sibel Balikci, Bilinc Dogruoz Karatekin
Sayfalar 74 - 76
Ataksız dönemde devam eden kronik subklinik inflamasyonun Ailevi Akdeniz Ateşi’nde osteopeni/osteoporoza neden olduğu düşünülmektedir. Lokomotor sistem semptomları hastalığın klinik seyri sırasında sıklıkla gözlenmektedir ve bu hastalarda kalça ağrısı varlığında hastalığın kalça tutulumuna ek olarak atipik femur kırıkları da akla gelen nedenler arasında olmalıdır. Bifosfonat ilişkili atipik femur kırıkları daha çok diyafizde görülse de bu olguda olduğu gibi son yıllarda atipik femur boyun kırıkları da tanımlanmaya başlamıştır. Bu Bu yazıda, kalça ağrısı ile başvuran bir Ailevi Akdeniz Ateşi hastasında bilateral bifosfonatla ilişkili femur boyun kırığı saptanan nadir bir vaka sunulmuştur.
The authors present a rare case of bilateral bisphosphonate-related femoral neck fracture in a patient with Familial Mediterranean Fever. Chronic subclinical inflammation that continues in the attack-free period is thought to cause osteopenia/osteoporosis. Locomotor system symptoms are frequently observed during the clinical course of the disease, and in the presence of hip pain in these patients, atypical femur fractures should be considered in addition to the hip involvement of the disease. Although bisphosphonate-related atypical femoral fractures are mostly seen in the diaphysis, atypical femoral neck fractures have also been defined in recent years, as in this case.
Makale Özeti