Volume: 46  Issue: 6 - 2016
Hide Abstracts | << Back
1.Changes in Anterior Chamber Depth after Phacoemulsification in Pseudoexfoliative Eyes and Effect on Accuracy of Intraocular Lens Power Calculation
Sirel Gür Güngör, Ahmet Akman, Leyla Asena, Mustafa Aksoy, Almila Sarıgül Sezenöz
Pages 255 - 258
Amaç: Ön segment inceleme yöntemleri kullanarak psödoeksfoliyasyon sendromlu (PES) hastaların ve normal hastaların fakoemülsifikasyon cerrahisi sonrası ön kamara derinlik (ÖKD) değişimlerini karşılaştırmak. Buna ek olarak bu değişimin göz içi lens (GİL) gücü hesaplamasının tutarlılığına ve postoperatif refraksiyona etkisini incelemek.
Yöntem: Komplikasyonsuz fakoemülsifikasyon cerrahisi ve GİL implantasyonu yapılan 22 PES’li hastanın 22 gözü ve 30 normal hastanın 30 gözü çalışmaya alındı. Tüm hastaların ÖKD’si preoperatif ve postoperatif üçüncü ayda ALLEGRO Oculyzer (WaveLight® Oculyzer™ II, Alcon, Novartis) - Scheimpflug görüntüleme yöntemi ile incelendi.
Sonuçlar: Her iki grupta postoperatif ortalama ÖKD değeri preoperatif ÖKD değerinden anlamlı olarak yüksekti (p < 0.001 her iki grup için). PES grubundaki postoperatif ve preoperatif ÖKD farkı 0.56 ± 0.3 mm idi ve normal hastalardan yüksekti (0.46±0.1mm) (p=0.041). Farklı GİL formülleriyle hesaplanan (SRK/T, Haigis, Hoffer ve Holladay 1) ortalama mutlak hata (OMH) benzerdi ve iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p=0.205).
Tartışma: Psödoeksfoliyasyon sendromlu hastalarda fakoemülsifikasyon normal hastalara göre ÖKD’de daha belirgin değişiklik yapar. Ancak gruplar arasında OMH farklı bulunmadı.
Purpose: To compare anterior chamber depth (ACD) changes after phocoemulsification surgery in patients with pseudoexfoliation syndrome (PXF) and normal patients, using an anterior segment imaging method. Another aim of this study was to evaluate the effect of these changes on accuracy of intraocular lens (IOL) power calculation and the postoperative refraction.
Method: Twenty-two eyes of 22 patients with PXF and 30 eyes of 30 normal patients who underwent uneventful phacoemulsification surgery and IOL implantation were included in the study. The ACD of all patients was evaluated preoperatively and at the third month postoperatively with the ALLEGRO Oculyzer (WaveLight® Oculyzer™ II, Alcon, Novartis) - Scheimpflug imaging system.
Results: The postoperative mean ACD values were significantly higher than the preoperative ACD values in both groups (p < 0.001 for both groups). The difference between postoperative and preoperative ACD values was 0.56 ± 0.3 mm in PXF group which was higher than normal patients (0.46±0.1mm) (p=0.041). The mean absolute error (MAE) calculated with different IOL formulas (SRK/T, Haigis, Hoffer and Holladay 1 formulas) were comparable and no statistically significant difference was observed between the two groups (p=0.205).
Conclusion: Phacoemulsification induces more significant changes in the ACD in patients with PXF when compared with normal patients. However the MAE was not found to be different between groups.
Abstract

2.Comparison of Anterior Segment Measurements Obtained by Aladdin Optical Biometer and Sirius Corneal Topography
Onur Polat, Zeki Baysal, Serkan Özcan, Sibel İnan, Ümit Übeyt İnan
Pages 259 - 263
Amaç: Optik düşük koherens interferometri yönteminin kullanıldığı Aladdin optik biyometri cihazı ve Sirius kombine Scheimpflug-placido disk kornea topografisi cihazı ile ölçülen ön segment parametrelerin birbirleriyle olan uyumluluklarını araştırmak
Gereç ve Yöntem: Her iki cihaz ile ölçüm alınan, refraksiyon kusuru dışında ek bir oküler patolojisi bulunmayan 59 olgunun 110 gözü retrospektif incelendi. Cihazlardan elde edilen ön kamara derinliği (ÖKD), düz (K1) ve dik (K2) keratometrik ekseni ve limbus limbus mesafesi (LLM) değerleri kaydedildi.
Bulgular: Olguların ortalama yaşı 47.31±18.57 (25-79) idi. Aladdin cihazı ile ortalama ÖKD 3.35±0.4 mm, Sirius cihazı ile ölçülen ortalama ÖKD 3.42±0.44 mm idi. Sirius cihazı ile ölçülen ortalama ÖKD 0.075 mm daha yüksek idi (p<0.001). Aladdin cihazı ile ölçülen ortalama K1 keratometrik ekseni 0.409 D daha yüksek idi (p<0.001). İki cihazdan elde edilen K2 keratometrik eksen ve LLM ölçümleri arasında anlamlı farklılık tespit edilmedi (sırasıyla p=0.18 ve p=0.85). İki cihaz ölçümleri arasında Pearson korelasyon analizi ile yüksek düzeyde korelasyon tespit edildi (sırasıyla r=0.985, 0.895, 0.961 ve 0.766, p<0.001).
Sonuç: Aladdin optik biometri ve Sirius ön segment analiz sistemi ile değerlendirilen ön segment parametreleri birbirleriyle iyi uyum göstermektedir ve K1 keratometrik eksen ölçümü dışında cihazlar arası ölçüm farkları klinik olarak ihmal edilebilir düzeydedir.
Objective: To assess the agreement of anterior segment parameters measurements derived from Aladdin optical biometer using optical low coherence interferometer and Sirius corneal topography using combined Scheimpflug-Placido disk.
Material and Methods: 110 eyes of 59 healty subjects except refractive error were retrospectively evaluated using the two devices. Measurements of anterior chamber depth (ACD), flat (K1), steep (K2) keratometry and white-to-white (WTW) were noted undertaken with the Aladdin and Sirius.
Results: The mean age of the patients was 47.31±18.57 years (range, 25 to 79 years). Mean ACD values for Aladdin was 3.35±0.4 mm and for Sirius was 3.42±0.44 mm. Mean difference in ACD for Sirius was 0.075 mm higher than Aladdin (p<0.001). K1 keratometry measurement obtained by Aladdin was 0.409 D higher (p<0.001). No statistically significant differences were detected between the two devices in respect to K2 and WTW measurements (p=0.18, p=0.85 respectively). Pearson correlation analysis showed high correlation between the 2 devices for all measurements (r=0.985, 0.895, 0.961 and 0.766, p<0.001, respectively).
Conclusion: Anterior segment parameters obtained by Aladdin optical biometer and Sirius anterior segment analysis system were correlated well with each other and measurement differences between the devices were clinically negligible except K1 keratometry values.
Abstract

3.Does Retinal Neurodegeneration Seen in Diabetic Patients Begin in The Stage of Insulin Resistance?
Sedat Arıkan, İsmail Erşan, Mustafa Eroğlu, Mehmet Yılmaz, Hasan Ali Tufan, Baran Gencer, Selçuk Kara, Mehmet Aşık
Pages 264 - 269
AMAÇ: Diabetik hastalarda, diabetik retinal vaskülopati bulgularının varlığından önce başladığı gösterilmiş olan retinal nörodejenerasyon ve kontrast duyarlılıktaki bozukluğun insülin direnci döneminde de oluşup oluşmadığını araştırmaktır.
METOD: Retinal nörodejenerasyonunun varlığını değerlendirmek için, optik koherens tomografi (OKT) kullanılarak ölçülmüş olan gangliyon hücre-iç pleksiform tabakanın (GHİPT) averaj, minimum ve sektöryel (inferior, superior, inferonazal, superonazal, inferotemporal ve superotemporal) kalınlıkları insülin direnci olan grup ile kontrol grubu arasında kıyaslandı. Bunun yanı sıra, her iki grubun kontrast duyarlılığı fonksiyonel keskinlik kontrast testi (FKKT) kullanılarak fotopik ışıkta, 1.5, 3, 6, 12 ve 18 cpd'lik uzaysal frekanslarda ölçülmüş logaritmik değerlerine göre kıyaslandı.
BULGULAR: İnsülin direnci olan 25 hastanın 25 gözü (insülin direçli grup) ve sağlıklı olan 25 bireyin 25 gözü (kontrol grup) bu çalışmaya dahil edildi. Her iki grup arasında FKKT'nin tüm uzaysal frekansları açısından istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu. Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, insülin direçli grupta GHİPT'nin ortalama averaj kalınlığı ve GHİPT'nin inferotemporal kısmının ortalama kalınlığı anlamlı olarak daha azdı[(mean average thickness of GCIPL in insulin resistant group and control group was GHİPT'nin ortalama averaj kalınlığ insülin direçli grup ve kontrol grubunda sırasıyla 83.6±4.7 and 86.7±3.7, p=0.01 şeklindeydi)ş ı 83.6±4.7 and 86.7±3.7 respectively, p=0.01), (mean thickness of inferotemporal section of GCIPL in insulin resistant group and control group was 83±6.0 and 86.7±4.6 respectively, p=0.02)].
SONUÇ: Kontrast duyarlılığı kaybı gibi görme gücünde fonksiyonel bozukluğa yol açmamış olsa bile, diabetik hastalarda görülen retinal nörodejenerasyon insülin direnci evresinde de başlayabilmektedir.
PURPOSE: To investigate whether retinal neurodegeneration and impairment in contrast sensitivity (CS) which have been demonstrated to begin in diabetic patients before the presence of signs of diabetic retinal vasculopathy, also occur in the stage of insulin resistance.
METHODS: The average, minimum and sectorial (inferior, superior, inferonasal, superonasal, inferotemporal and superotemporal) thicknesses of ganglion cell-inner plexiform layer (GCIPL) measured using optical coherence tomography were compared between insulin resistant group and control group in order to evaluate the presence of retinal neurodegeneration. Besides that, CS of two groups were compared according to the logarithmic values measured at spatial frequencies of 1.5, 3, 6, 12 and 18 cycles per degree in photopic light using functional acuity contrast test (FACT).
RESULTS: Twenty-five eyes of 25 patients with insulin resistance (İnsulin resistant group) and 25 eyes of 25 healthy subjects (control group) were included in this study. There were no statistically significant difference between two groups in terms of all spatial frequencies of FACT. The mean average thickness of GCIPL and the mean thickness of inferotemporal section of GCIPL were significantly less in insulin resistant group when compared with control group [(mean average thickness of GCIPL in insulin resistant group and control group was 83.6±4.7 and 86.7±3.7 respectively, p=0.01), (mean thickness of inferotemporal section of GCIPL in insulin resistant group and control group was 83±6.0 and 86.7±4.6 respectively, p=0.02)].
CONCLUSIONS: Although it may not lead to functional impairment in vision such as contrast sensitivity loss, the retinal neurodegeneration seen in diabetic patients may also begin in the stage of insulin resistance.
Abstract

4.Intravitreal Bevacizumab Treatment in Type 2 Idipathic Macular Telangiectasia
Tuğba Aydoğan, Gürkan Erdoğan, Cihan Ünlü, Ahmet Ergin
Pages 270 - 273
Amaç: Tip 2 idiyopatik maküler telenjiektazi (iMT) tedavisinde intravitreal bevacizumab enjeksiyonu etkinliğinin değerlendirilmesidir.
Gereç ve Yöntem: 2009-2014 yılları arasında intravitreal bevacizumab tedavisi alan tip 2 İMT'li 5 hastanın 6 gözü çalışmaya dahil edildi. Bütün hastalara en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EİDGK) ölçümü ve dilate fundus muayenesini içeren tam bir oftalmolojik muayene yapılarak spektral domain optik koherens tomografi (SD-OKT) ve floresein anjiyografi çekimi yapıldı. Başvuru sırasında maküla ödemi izlenen ve/veya görme keskinliğinin azaldığı tespit edilen hastalara intravitreal bevacizumab enjeksiyonu planlandı. İntravitreal enjeksiyondan sonra 1. hafta ve 1. ayda kontrol muayeneleri yapıldı. Maküla ödemi devam eden/artan ve/veya görme keskinliği azalan hastalarda intravitreal enjeksiyon tekrarlandı. EİDGK, santral maküla kalınlığı (SMK) ve santral maküla hacminin başlangıca göre ilk enjeksiyon sonrası 1. ayda ve son kontrol muayenesindeki değişimleri araştırıldı.
Bulgular: Dördü kadın biri erkek olan hastaların ortalama yaşı 62±11,8 idi. Ortalama takip süresi 26±11 aydı, bu süre içerisinde ortalama 2,3 (aralık 1-4) enjeksiyon yapıldı. Hastaların ortalama EİDGK Snellen eşeline göre başlangıçta 0,48±0,29 idi. EİDGK tüm hastalarda başlangıca göre son kontrolde arttı. Başlangıç ve son kontroldeki görme keskinlikleri arasındaki değişim anlamlı bulundu (p<0,05). Hastaların ortalama SMK başlangıçta 328±139 µm iken ilk enjeksiyon sonrası 1. ayda bu değerde ortalama 85±153 µm azalma, son kontrolde ise başlangıca göre ortalama 65±142 µm azalma saptandı. Azalma tespit edilmesine rağmen değişimler istatiksel olarak anlamlı bulunmadı. Başlangıca göre son kontrolde maküla kalınlığı 4 hastada azalırken; bir hastanın her iki gözünde de arttı.
Sonuç: Hem görme keskinliği hem de OKT bulguları açısından intravitreal bevacizumab enjeksiyonunun tip 2 İMT hastaları için tercih edilebilir bir tedavi yöntemidir.
Purpose: To evaluate efficacy of intravitreal bevacizumab treatment in type 2 idiopathic macular telangiectasia (IMT).
Materials and Methods: Six eyes of 5 patients with type 2 IMT who received intravitreal who received intravitreal bevacizumab between 2009-2014 were included in this study. All the patients had ophthalmological examination involving best corrected visual acuity (BCVA), dilated fundus examination, spectral domain optical coherence tomography (SD-OCT) and fluorescein angiography. Intravitreal bevacizumab injection was planned in patients who had macular edema and/or decreased visual acuity at baseline. Patients were examined 1 week and 1 month after the intravitreal injection. Intravitreal injection was repeated in patients whose visual acuity decreased and/or macular edema persisted/increased. Changes in BCVA, central macular thickness (CMK) and central macular volume from baseline at 1 month after the first injection and at final examination were evaluated.
Results: Average age of the patients that consist of four female and one male was 62±11,8. Average follow up period was 26±11 months. During this time 2,3 (range 1-4) injections were performed. Average Snellen BCVA of the patients was 0,48±0,29. BCVA increased at final examination compared to baseline in all of the patients. The difference between baseline and final visual acuities was found to be significant (p<0,05). Average CMT of the patients which was 328±139 µm at baseline decreased by an amount of 85±153 µm at 1 month after the first injection and 65±142 µm at final examination. Despite the decrease, changes were not significant. CMT decreased at final examination compared to baseline in four patients, increased in both eyes of one patient.
Conclusion: Intravitreal bevacizumab injection is found to be a preferable treatment method in regard to both visual acuity and OCT findings.
Abstract

5.Prevalence of Split Nerve Fiber Layer Bundles in Healthy People Imaged with Spectral Domain Optical Coherence Tomography
Sirel Gür Güngör, Ahmet Akman, Almila Sarıgül Sezenöz, Gülşah Tanrıaşıkı
Pages 274 - 276
Amaç:
Normal gözlerde yapılan tarayıcı lazer polarimetri ve histolojik çalışmalar ile retina sinir lifi tabakası (RSLT) bölünmüş demetlerinin varlığı tanımlanmıştır. Bölünmüş demet sağlıklı gözlerde RSLT kaybını taklit edebilir. Bu çalışmanın amacı sağlıklı kişilerde sinir lifi tabakası bölünmüş demetlerinin sıklığını belirlemektir.
Yöntem:
Bu kesitsel çalışmada 359 sağlıklı kişinin 718 gözü spektral-domain optik koherens tomografi (OKT) ile incelendi. Tüm olguların göz içi basınçları 21 mmHg ve daha azdı, optik sinir başı görünümleri ve görme alanları normaldi (Humphrey Görme Alanı Testi 24-2 tam eşik programı). Çalışmamızda RSLT sapma haritasında kama defektine benzemeyen lokalize defekt ile birlikte kalınlık haritasında simetriğe yakın bölünmüş RSLT görünümü olan demetler ‘bölünmüş’ olarak tanımlandı. Sınıflama iki farklı gözlemci tarafından yapıldı, sınıflamayı standardize etmek için referans örneklerinin aynı setleri kullanıldı.
Sonuçlar:
Gözlemciler arası uyum tüm olgularda sağlandı. On dokuz olguda bilateral üst bölünmüş demet saptandı (% 5.29). Unilateral üst bölünmüş demet 15 olguda izlendi (% 4.16). Üç yüz yirmi beş olguda (% 90.52) bölünmüş demet yoktu.
Tartışma:
Tek sinir lifi tabakası demetlerinin tersine bölünmüş sinir tabakası demetleri sağlıklı gözlerde sık bir bulgu değildir. Normal optik disk görünümlü gözlerde, özellikle RSLT sapma haritasında üst RSLT defekti saptandığında, bölünmüş sinir lifi tabakası demetleri açısından RSLT kalınlık haritası ve grafiği incelenmelidir.
Purpose: The presence of retinal nerve fiber layer (RNFL) split bundles was recently described in normal eyes scanned using scanning laser polarimetry and by histologic studies. The split bundle could resemble RNFL loss in healthy eyes. The aim of our study was to determine the prevalence of nerve fiber layer split bundles in healthy people.
Methods: We imaged 718 eyes of 359 healthy persons with the Spectral Domain Optical Coherence Tomography (OCT) in this cross-sectional study. All eyes had intraocular pressure of 21 mmHg or less, normal appearance of the optic nerve head, and normal visual fields (Humphrey Field Analyzer 24-2 full threshold program). According to our working definition, a bundle appeared ‘split’ when there is a localized defect at the RNLF deviation map with a divided RNLF appearance on the RNLF thickness into two more-or-less symmetrical parts not resembling a wedge defect. The classification was performed by two independent observers who used an identical set of reference examples to standardize the classification.
Results: Inter-observer consensus was reached in all cases. Bilateral superior split bundle were seen in 19 cases (5.29 %). Unilateral superior split was observed in 15 cases (4.16 %). In 325 cases (90.52 %) there was no split bundle.
Conclusions: Split nerve fiber layer bundles, in contrast to single nerve fiber layer bundles, were not unusual findings in healthy eyes. In eyes with normal optic disc appearance, if especially superior RNFL defect was observed in RNFL deviation map, the RNLF thickness map and graphs for split nerve fiber layer bundles should also be viewed.
Abstract

6.The Importance of Excision with Frozen Section Technique in Recurrent Basal Cell Carcinoma of the Eyelids
Berna Şahan, Ferda Çiftçi, Ferda Özkan, Vildan Öztürk
Pages 277 - 281
Amaç: Göz kapağındaki nüks bazal hücreli karsinom (BHK) olgularında yeniden nüks görülmemesi için dondurulmuş kesit denetimli cerrahi eksizyon yapılmasının önemini vurgulamak
Gereç ve Yöntem: Kapak tümörü saptanarak farklı merkezlerde farklı yaklaşımlarla cerrahi eksizyon uygulanmış olan ve ameliyattan 6 ay-1 yıl sonra nüks ile kliniğimize başvuran 35 olgunun 35 gözü çalışma kapsamına alındı. Tüm olgularda kitleler sağlam görünen sınırın 1-2 mm dışından eksize edilerek dondurulmuş kesit denetimi için patolojik incelemeye gönderildi. Sağlam cerrahi sınıra ulaşıldıktan sonra tüm olgulara greft ve flep kullanılarak kapak rekonstrüksiyonu yapıldı.
Bulgular: Olguların 21’i (%60) erkek 14’ü (%40) kadındı ve yaş ortalaması 63.4 ±14.2 idi. Sağlam cerrahi sınıra ulaşılana kadar 11 olguda 1 kez, 12 olguda 2 kez, 8 olguda 3 ve 4 olguda ise 4 defa dondurulmuş kesit denetimi incelemesi için doku gönderildi ve tüm örnekler BHK olarak raporlandı. Tüm olgulara greft ve flep kullanılarak kapak rekonstrüksiyonu yapıldı. Ameliyattan sonra 1-8 yıllık (ort: 4,3 yıl) takip süresince 2 (%5,7) olguda nüks oldu ve tekrar cerrahi uygulandı; 33 (%94,3) olguda ise nüks saptanmadı.
Sonuç: Göz kapağındaki nüks bazal hücreli karsinom olgularında dondurulmuş kesit denetimli cerrahi ile düşük nüks oranları temin etmek mümkündür.
Objective: To show the importance of using “Excision with frozen section technique” to avoid the re-recurrence of recurrent basal cell carcinoma of the eyelids.
Materials and Methods: We have included 35 cases to our study who have undergone eyelid tumor excision in different centers and admitted to our clinic with recurrent eyelid tumors during their postoperative month 6 to 12. Recurrent tumors resected by performing the excision 1-2 mm away from the tumor's visible margin and materials were sent to pathology for frozen section examination. Eyelid reconstructions with flap and graft were applied to the patients after confirming that the surgical margins are negative.
Results: 21 (60%) of our patients were male and 14 (40%) of our patients were female. Median age of our group was 63.4 ±14.2. Excision and sending the excised material for frozen section performed 1 times in 11 patients, 2 times in 12 patients, 3 times in 8 patients and 4 times in 4 patients to confirm that the surgical margins were negative. All pathology samples were reported as basal cell carcinoma. Eyelid reconstruction with flap and graft were applied to the all patients. Recurrence was detected in 2 (5,7%) patients while 1 to 8 years (mean: 4,3 years) of follow-up and reoperation was performed that patients; no recurrence was detected in 33 (94,3%) patients.
Conclusion: Frozen section technique can provide low re-recurrence rate in patients with recurrent basal cell carcinoma of the eyelids.
Abstract

7.Use of Botulinum Neurotoxin in Ophthalmology
Emel Başar, Ceyhun Arıcı
Pages 282 - 290
Botulinum nörotoksini (BoNT), insanlarda tedavi amaçlı ve kırışıklıkların önlenmesinde kozmetik amaçlı kullanılmaya başlanmış olan ilk biyolojik toksindir. Uygun kullanımda kas kontraksiyon gücünü azaltır ve / veya salgı bezi sekresyonunu azaltır. BoNT’nin en sıklıkla kullanıldığı alan üst yüz bölgesidir (glabella, alın, kaşlar ve lateral kantus kırışıklıkları (kaz ayakları)). Estetikte kırışıklıklara neden olan kasları gevşeterek kalıcı olmayan bir düzelmeye neden olur. BoNT değişik oftalmik hastalıklarda yaygın olarak kullanılmaktadır. BoNT’nin etkisi geçicidir ama tekrar eden enjeksiyonlardan sonra tedavi amaçlı etkinlik süresi genellikle uzar. Tedavi genellikle iyi tolere edilmektedir. Tedavi ile ilişkili komplikasyonlar ve yan etkiler nadir ve geçicidir. Komplikasyonlar komşu kas gruplarında meydana gelen zayıflama (kemodenervasyon), immünolojik mekanizmalar ve enjeksiyon tekniklerine bağlı olarak gelişmektedir. Bilimsel literatür değerlendirilerek BoNT’nin oftalmoloji ile ilgili hastalıklarda güncel tedavi endikasyonları, dozları, komplikasyonları ve kontrendikasyonları incelenmiştir. Bunlar; estetik amaçlı, şaşılık, blefarospazm, hemifasiyal spazm, göz kapak retraksiyonu, entropium, lakrimal hipersekresyon sendromu ve fasiyal paralizidir.
Botulinum neurotoxin (BoNT) is the first biological toxin used in the treatment of ophthalmic diseases and to decrease skin wrinkles as an aesthetic agent. When used appropriately, it weakens the force of muscular contraction and / or inhibit glandular secretion. The most common areas for botulinum toxin treatment are the upper face, including the glabella, forehead, brows, and lateral canthal lines or crow's feet. By relaxing the muscles causing wrinkles, non-permanent result may be reached with its use. BoNT has gained widespread use in a variety of ophthalmic diseases. The effect of BoNT is temporary, but the therapeutic benefit usually is maintained even after repeated injections. Treatment is usually well tolerated. Complications and side effects associated with the treatment are rare and temporary. Complications occur due to weakness (chemodenervation) of adjacent muscle groups, immunological mechanisms and injection technique. Current therapeutic indications, doses, complications and contraindications of BoNT use in the following disorders related to ophthalmology were investigated: Aesthetic uses, strabismus, blepharospasm, hemifacial spasm, eyelid retraction, entropion, lacrimal hypersecretion syndrome, and facial paralysis.
Abstract

8.Isolated Schwannoma of the Upper Eyelid Margin in a 50-year-old Male
Mehmet Serdar Dervişoğulları, Yüksel Totan, Ümran Yıldırım
Pages 291 - 292
Schwannoma (nörilemmoma) tümörleri periferal sinirlerin iyi huylu nörojenik tümörleridir. Nöral kılıfı oluşturan Schwann hücrelerinden köken alırlar. Schwannoma ve nörofibromalar periferal sinirlerin en sık görülen tümörleri olmalarına rağmen şıvannomalar oftalmik bölgelerde nadiren görülürler. Ortaya çıktıklarında orbita, üvea ve konjunktiva ensık görüldükleri yerlerdir. İzole kapak şıvannomaları çok nadir bildirlmiştir. Burada 50 yaşındaki erkek hastada görülen izole göz kapağı Schwannoma tarif edilmektedir. Göz kapağındaki kitleye eksizyonel biopsi uygulandıktan sonra Schwannoma tanısının konması bu antitenin göz kapak kenarı tümörlerinin ayırıcı tanısında değerlendirilmesi gerektiğini göstermektedir.
Schwannomas (neurilemmomas) are benign neurogenic tumours of peripheral nerves. They are originated from Schwann cells and these cells form the neural sheath. Although schwannomas and neurofibromas are the most common primary peripheral nerve tumours, schwannomas are rarely observed in ophthalmic areas. When they occur, the orbit, uveal tract and conjunctiva are the frequent locations. Isolated eyelid schwannomas are reported infrequently. Herein, a case of eyelid schwannoma in a 50-year-old man is described. The diagnosis of Schwannoma was made after the eyelid mass was removed by excisional biopsy so this entity should be included in the differential diagnosis of eyelid margin tumours.
Abstract

9.Cataract surgery of a patient after retinal detachment surgery with Arruga’s sutures, Case report
Erkan Ünsal, Kadir Eltutar, Osman Kızılay, Belma Karini
Pages 293 - 295
Kliniğimize başvuran 56 yaşındaki bayan hastada sağ göz ile az görme şikayeti vardı. Anamnezinde; 22 yıl önce sağ gözünden retina dekolmanı nedeniyle serklaj operasyonu geçirmiş olduğu, operasyondan sonra görmesinin iyi olduğu, ancak son zamanlarda görmesinde ileri düzeyde azaldığını belirtmekteydi. Yapılan oftalmolojik muayenede, görmeleri sağ; 1 metreden parmak sayma, sol; 0,8 olarak saptandı. Sağ göz ön segment incelemesinde Evre 3 nükleer katarakt, solda nükleer skleroz saptandı. Göz içi basınçları normal sınırlar içinde idi. Fundus muayenesinde; sol göz doğal görünümde, sağ gözde ise, flu olarak görülebilen, ekvator arkasında, peripapiller alanda yaklaşık 3 disk çapında ve papilla nazalinde yaklaşık 2 disk çapında korioretial atrofi alanı saptandı. Ekvator önünde ise korioretial atrofi alanları ile dar, keskin sınırlı, yüksek serklaj basılı, intraretinal yerleşimli, yer yer vitreus içine uzanan ve 360 derece devamlılık gösteren parlak görünümde, polietilen yapıda olduğu düşünülen sütür tespit edildi. Sütürün çevresindeki retinada atrofik değişiklikler vardı. Hastaya komplikasyonlar konusunda ayrıntılı bilgi verilip onamı alındıktan sonra, sağ göze fakoemilsifikasyon yöntemi ile kataraktı alınıp, kapsül içine katlanabilir göz içi lens yerleştirildi. Operasyonda, göz içi basınç değişikliklerinin, sütürün retinayı ve damarları koparıp tümden göz içine geçebileceği ve hemorajiye sebep olabileceği nedeniyle, düşük sıvı basıncı altında ve olabildiğince atravmatik olarak çalışıldı. Komplikasyonsuz bir çerrahiden bir ay sonra, retina yatışık, tashihle görme keskinliği 0,6 olarak saptandı.
Serklaj amaçlı olarak kullanılan Arruga sütürünün yıllar sonra göz içerisine invazeyonu ile karşılaşılabileceği, bu hastalardaki katarakt cerrahisi gibi operasyonlarda olası komplikasyonlara karşı önlemlerin alınması gerektiği vurgulandı.
A 56-year old female patient presented to our clinic with a complaint of low vision in the right eye. In her history; 22 years ago she had a sclera buckling operation in her right eye because of retinal detachment. She indicates that after the surgery the vision of the right eye was good but recently was gradually declining. Best-corrected vision acuity was counting fingers at 1 meter and 8/10 in the right and left eyes, respectively. Anterior segment examination revealed stage 3 nuclear cataract in the right eye. Examination of the right eye was blurred and revealed a chorioretinal atrophy area behind the equator, approximately 3 disc diameter in the peripapillary zone and about 2 disc diameter in the nasal papilla zone. In front of the equator revealed a chorioretinal atrophy area with narrow, sharply demarcated, with high pressure of the buckle, intraretinal located, in some areas extending into the vitreous and 360 degree continuity showing, shinning suture. This suture is thought to be polyethylene structure. Around the suture there were retinal atrophic changes. After detailed explanation of the surgery complications and after obtaining the informed consent, the right eye cataract was removed by phacoemulsification method, and foldable intraocular lens was placed into the capsule. During the operation, because of possible changes in the intraocular pressure, possibility of the suture to cause retinal and blood vessels tear and also the possibility of the suture to pass completely into the eye and cause intravitreal hemorrhage, we worked under low fluid pressure and as atraumatic as possible. A month after an uncomplicated surgery, the posterior segment examination demonstrated a reattached retina and the best corrected visual acuity was found to be 6/10.
Abstract

10.Focal choroidal excavation
Zafer Cebeci, Şerife Bayraktar, Merih Oray, Nur Kır
Pages 296 - 298
Fokal koroidal ekskavasyon optik kohorens tomografi ile saptanabilen koroidal çukurlaşmalardır. Santral seröz koryoretinopati, koroidal neovakülarizasyon ve polipoidal koroidal vaskülopati; fokal koroidal ekskavasyon ile birlikte görülebilecek patolojilerdendir. Bu yazıda nadir görülen, fokal koroidal ekskavasyonu olan iki olgunun üç gözü ve bunların takip ile tedavi özellikleri sunulmuştur.
Focal choroidal excavation is a choroidal pit that can be detected by optical coherence tomography. Central serous chorioretinopathy, choroidal neovascularization and polipoidal choroidal vasculopathy are pathologies that associates with focal choroidal excavation. In this article, we present the follow-up and treatment outcomes of three eyes of two cases with focal choroidal excavation.
Abstract

11.A baseline algorithm for molecular diagnosis of genetic eye diseases: Ophthalmologist's perspective
Hande Taylan Şekeroğlu, Gülen Eda Utine, Mehmet Alikaşifoğlu
Pages 299 - 300
Abstract