Volume: 45  Issue: 3 - 2015
Hide Abstracts | << Back
1.Evaulation of incidence and risk factors for intraocular pressure elevation after intravitreal triamsinolone asetonid injection
Didar Uçar, Funda Dikkaya, Sema Arvas, Yeliz Yıldırım, Cansu Yüksel-elgin, Pınar Sultan, Ahmet Murat Sarıcı
Pages 86 - 91
Amaç: Makula ödemi tedavisinde kullanılan intravitreal triamsinolon asetonidin göz içi basıncı (GİB ) üzerine etkisini ve GİB artışı açısından risk faktörlerini araştırmaktır.
Gereç ve yöntem: Bu retrospektif çalışmada 56’sı (%65,8) diyabetik retinopati, 7’si (%8,2) santral retinal ven ve 22’si (%25,8) retinal ven dal tıkanıklığı ilişkili makula ödemi nedeniyle 4 mg intravitreal triamsinolon uygulanan 85 hastanın 93 gözü değerlendirildi. Hastalar enjeksiyon sonrası GİB değişimleri, GİB artışı ile yaş, cinsiyet, lens durumu, makula ödem etiyolojisi ve başlangıç GİB değeri arasındaki ilişki açısından incelendi.
Bulgular: 39’u kadın 46’sı erkek olan hastaların yaş ortalaması 61,58 ±9,5’ ti. İzlem boyunca 30 gözde (%32,2) ortalama 7,5 haftada 24 mmHg’nın üzerine çıkan GİB artışı görüldü. GİB artışı görülen hastaların tamamı topikal antiglokomatöz ilaç ile kontrol altına alınabildi. Ven tıkanıklığı olan 29 gözün 15’inde (%51,7), diyabetik makula ödemi olan 64 gözün 15’inde (%23,3) GİB artışı görüldü (p=0,01). Fakik 73 gözün 26’sında (%35,6), psödofakik 20 gözün 4’ünde (%20) GİB 24 mmHg’nin üzerinde ölçüldü (p=0,16). GİB artışı ile cinsiyet arasında anlamlı ilişki bulunmadı (p=0,33). GİB’de artış saptanan gözlerin enjeksiyon öncesi GİB ortalamaları 16,47 ±2,8 mmHg iken, artış saptanmayanlarınki 14,78±2,4 mmHg idi. GİB artışı gelişimi ile başlangıç GİB değeri arasında anlamlı ilişki vardı (p=0,01).
Sonuç: GİB artışı intravitreal triamsinolon enjeksiyonu sonrasında sık görülen bir yan etkidir fakat çoğunlukla topikal tedavi ile kontrol altına alınabilmektedir. Özellikle başlangıç GİB>15 mmHg olan ve ven oklüzyonu nedeniyle enjeksiyon uygulanan hastalar GİB artışı açısından daha fazla risk taşımaktadır.
Purpose: To investigate the effect of intravitreal triamcinolone acetonide (IVTA) used for the macular edema on intraocular pressure (IOP) and to determine the risk factors for IOP elevation.
Material and Method: This retrospective study included 93 eyes of 85 patients who had 4mg intravitreal triamcinolone injection. Of the 85 patients, 56 (65.8%) had diabetic macular edema, 22 (25.8%) had branch retinal and 7 (8.2%) had central retinal vein occlusion. IOP changes after injection, relation between IOP elevation and age, sex, lens status, etiology of macular edem, baseline IOP were evaluated.
Results: 46 male and 39 female patients with mean age 61.58 ±9.5 were evaluated. IOP was recorded >24mmHg in 30 eyes (32.2%) at mean duration of 7.5 week. Normalization of IOP with medication was achieved in all IOP elevated eyes. 15 of 29 eyes (%51.7) with vein occlusion and 15 of 64 eyes (%23.3) with diabetic macula edema had IOP elevation (p=0.01). 26 of 73 phakic (%35.6) and 4 of 20 pseudophakic eyes (%20) had IOP >24 mmHg (p=0.16). There was no association between IOP elevation and sex (p=0.33). Baseline IOP was 16.47 ±2.8 mmHg for eyes which had elevated IOP and 14.78±2.4 mmHg for others. There was significant relation between IOP elevation and baseline IOP level (p=0.01).
Discussion: Elevated IOP is common side effect after IVTA but normalization is usually achieved by topical medication. Patients with baseline IOP ≥ 15 mmHg and vein occlusion have higher risk for IOP elevation.
Abstract

2.The Frequency of Serous Macular Detachment in Diabetic Macular Edema
Onur Yaya, İnan Taş, Bedriye Nur Ayrancıoğlu, Feyza Önder
Pages 92 - 96
Amaç: Diyabetik makuler ödem (DMÖ) ile takip edilen hastalarda seröz makula dekolmanı (SMD)sıklığını ve epidemiyolojisini araştırmak.
Gereç ve Yöntemler: Kliniğimiz retina biriminde takip edilen 104 DMÖ’lü hastanın 143 gözü retrospektif olarak incelendi. Optik Koherens Tomografi'ye (OKT) göre SMD ve DMÖ bulunan hastalar Grup 1, yalnızca DMÖ tanısı alan hastalar Grup 2 olarak incelendi. Hastalar demografik özellikleri, yaş ortalamalarına, diabetes mellitus(DM) sürelerine, hipertansiyon(HT) öyküsü varlığına, en iyi görme keskinliklerine ve diyabetik retinopatinin evrelerine göre değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların yaş ortalamaları 61+8,7 idi. Hastaların 43’ü (%41,3) kadın, 61’i (%58,7) erkekti. Çalışmaya alınan 104 hastadan 54‘ünde (%51,9) DMÖ ile birlikte SMD tespit edildi. Yirmi bir (%38,8) hastada iki taraflı SMD’ye rastlandı. Grup 1'deki hastaların 31'i erkek(%57,4), 23'ü kadın(%42,6), Grup 2'deki hastaların 30'u(%60) erkek, 20'si (%40) kadınlardan oluşmaktaydı. Grupların yaş ve DM süreleri karşılaştırıldığında; Grup 1'de ortalama yaş 60,2+9,6, ortalama DM süresi 12,2+7,0 yıl olup, Grup 2'de sırasıyla 61,9+7,6 ve 14,06+6,8 idi. Grup 1'deki olguların 42'sinde (%77,8), HT öyküsü bulunurken, Grup 2 'deki olguların 30'unda(%60) HT öyküsü mevcuttu. Grupların tedavi öncesi en iyi görme keskinlikleri değerlendirildiğinde, Grup 1'de ortalama 0,30+0,24 iken, Grup 2'de 0,32+0,25 idi.
Sonuç: Günümüzde diyabetik makulopatinin SMD nedenlerinin başında geldiği ve SMD'nin tedavi uygulamalarında belirleyici bir etken olduğu düşünülmektedir. Çalışmamızda DMÖ'lü olgularda SMD sıklığını ve risk faktörlerini incelemeyi amaçladık. Karşılaştırdığımız faktörler içinde farklılıklar olsa da yalnızca HT öyküsü seröz makuler dekolmanlı olgularda istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulunmuştur.(P: 0,04)
Objective: To investigate the epidemiology and frequency of serous macular detachment(SMD) in patients diagnosed with diabetic macular edema(DME).
Materials and Methods: 143 eyes of 104 patients with DME were examined retrospectively. According to the results of OCT, the patients were seperated into two groups; patients diagnosed with SMD and DME(Group1) and patients diagnosed with DME(Group 2). They were assessed on demographic characteristics, average age, duration of diabetes mellitus(DM), hypertension(HT) history, best-corrected visual acuity and diabetic retinopathy stages.
Results: The average age of patients was 61+8.7. 43 patients (%41.3) were female and 61 patients(%58.7) were male. 54 of 104 patients (%51.9) had diabetic macular edema with SMD. 21(%38.8) patients had bilateral SMD.İn Group 1, 31 patients were male (%57.4) and 23 patients were women (%42.6). İn Group 2, 30 patients were (%60) male and 20 (%40) patients were women. In Group 1, average age was 60.2+9.6 and the average duration of DM 12.2+7.0 years respectively whereas the average age was 61.9+7.6 and the average duration of DM 14.06+6.8 years respectively in Group 2. 42 patients in Group 1(%77.8) and 30 patients (%60) of Group 2 had history of HT. Before the treatment, the average best corrected visual acuity was found 0.30+0.24 in Group 1 and 0.32+0.25 in Group 2.
Conclusion: Today, it is thought that Diabetic maculopathy is the leading cause of SMD and it is a determining factor of treatment applications. In our study, we aimed at investigating the frequency of SMD in DME and risk factors for the development of SMD. Although there were some differences between the factors, only the history of HT were found statistically higher in patients with serous macular detachment. (P: 0,04)
Abstract

3.Early experience in femtosecond laser assisted cataract surgery
Bilgehan Sezgin Asena, Sevil Karaman Erdur, Mahmut Kaşkaloğlu
Pages 97 - 101
AMAÇ: Femtosaniye laser yardımlı katarakt ve refraktif lens değişimi (RLD) cerrahisinde intraoperatif komplikasyonlar ve ilk deneyimlerin değerlendirilmesi.
GEREÇ ve YÖNTEM: 2013 Mart-2013 Mayıs tarihleri arasında femtosaniye laser yardımlı katarakt ve RLD ameliyatı yapılan 29 hastanın 50 gözü çalışmaya alındı. Tüm hastalara Femtosaniye laser cihazı (LenSx®, Alcon Inc.) ile komple prosedür (kapsülotomi, lens fragmantasyonu ve korneal kesiler) uygulandı. Ameliyatlar fakoemülsifikasyon ve göz içi lensi yerleştirilerek tamamlandı. İntraoperatif komplikasyonlar retrospektif olarak hasta dosyalarından ve ameliyat videolarından değerlendirildi.
SONUÇ: Hastaların yaş ortalaması 63.8± 11.7 (SD) yıl idi. Vakum kaybı ya da anterior kapsül yırtığı hiçbir gözde oluşmadı. 11 gözde (%22) küçük ön kapsül etiketleri oldu. 7 gözde (%14) serbest kapsülotomi, 40 gözde (%60) mikroadezyonlarla birlikte parsiyel tamamlanmış kapsüloreksis ve 3 gözde (%6) inkomplet kapsüloreksis izlendi. 1 gözde (%2) intrakapsüler basınç artışına bağlı arka kapsül rupture gelişti.Korneal kesiler 8 gözde (%16) kullanılmak istenmedi, 4 gözde (%8) de tamamlanamadı. Miyozis 20 gözde (%40) meydana geldi. Vizyon kaybı ya da nükleus drop gözlenmedi.
TARTIŞMA: Femtosaniye laserlerin katarakt ve RLE cerrahisinde kullanımı güvenlidir. Komplikasyonlara bağlı görme kaybı gelişmemiştir.
PURPOSE: To analyze the early experience and intraoperative complications of femtosecond laser assisted cataract and refractive lens exchange (RLE) surgery.
METHODS: The initial 50 eyes of 29 patients undergoing cataract or RLE surgery between March 2013 and May 2013 included in the study. All patients underwent anterior capsulotomy, lens fragmentation, and corneal incisions with the femtosecond laser (LenSx®, Alcon Inc.). The operation was completed by phacoemulsification and implantation of an intraocular lens. Intraoperative complications were evaluated from patient charts and video reviews retrospectively.
RESULTS: The mean age of patients included was 63.8 ± 11.7 years. No suction break or anterior capsule tear occurred in any case. Small anterior capsular tags occurred in 11 eyes (22%). The capsulotomy buttons were free-floating in 7 eyes (14%), partial complete with microadhesions in 40 eyes (60%) and incomplete in 3 eyes (6%). One eye (2%) had a posterior capsule rupture secondary to increase in intracapsular pressure. Corneal incisions either were not preferred to be used in 8 eyes (16%) or could not be completed in 4 eyes (8%). Miosis occurred in 20 eyes (40%). No vision lost or dropped nuclei were observed.
CONCLUSION: The use of femtosecond lasers in cataract and RLE surgery is safe. There had been no vision lost secondary to complications.
Abstract

4.Uncontrolled Selling of Contact Lenses
Cem Sundu, Erdem Dinç, A. Ayça Sarı, Özlem Yıldırım, Gülhan Ö. Temel
Pages 102 - 104
Amaç: Mersin il merkezinde çalışan gözlükçülerin kontakt lens (KL) satışına ve kullanımına bakış açılarını değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem: Mersin ili, 4 merkez ilçesinde yer alan toplam 20 gözlükçü çalışmaya dahil edildi. Daha önce hazırlanan anket formunun katılımcılar tarafından doldurulması sağlandı.
Sonuçlar: Çalışmaya alınan gözlükçülerin %78.9’u reçetesiz KL satışı yapıyorken, %25’i aynı zamanda KL uygulaması da yapıyordu. Katılımcıların %75’i KL’ler ile ilgili bilgilendirme almamışken, %65’i bilgi düzeyi yönünden kendisini yetersiz görüyordu. Ayrıca katılımcıların yarısı KL kullanımı sırasında ortaya çıkacak problemler konusunda yeterli bilgi sahibi değilken, %75’i KL’ler ile ilgi bilgilendirme almak istiyordu.
Tartışma: Bu anket sonucunda, çalışmamıza katılan satıcıların önemli bir kısmının reçetesiz olarak KL satışı ve uygulamasında bulunduğu görülmüştür. Komplikasyonların önüne geçilebilmesi için gözlükçülerin denetiminin yapılması, kullanıcıların eğitimi kadar önem taşımaktadır.
Purpose: To evaluate the opticians’ perspective about selling and applying contact lenses (CL) in the provincial centre of Mersin.
Material-Method: Twenty opticians who work in the 4 main districts in the provincial centre of Mersin were included in the study. A questionnaire form which was prepared before were filled out by the participants.
Results: Seventy eight percent of the opticians were selling CL without prescription, whereas 25% also carried out its fitting. Seventy five percent of the participants did not get any education about contact lenses, while 65% of them were feeling themselves disqualified about CLs. Furthermore half of the participants did not have enough knowledge about the complications associated with CL usage and 75% of them wanted to exposition about CLs.
Discussion: As a result of the questionnaire, we found out that a significant part of the participants were both selling and fitting contact lenses without prescription. We believe that, auditing the opticians is as important as educating the contact lens users.
Abstract

5.Clinical, Magnetic Resonance Imaging And Treatment Features in Orbital Cavernous Hemangiomas
Rövşen Nesirov, Kaan Gündüz, Esra Erden
Pages 105 - 110
Amaç: Orbita kavernöz hemanjiomlarının klinik, manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ve tedavi özelliklerinin değerlendirilmesi.
Gereç-Yöntem: Haziran 1998 – Nisan 2013 tarihleri arasında Ankara Üniversitesi Göz Hastalıkları AD’de opere edilen 32 orbita kavernöz hemanjiomlu olgunun kayıtları retrospektif olarak incelendi.
Sonuç: Hastaların 23’ü kadın 9’u erkek,yaş ortalaması 42 (9-62) yıl idi. Tüm hastalarda orbita kavernöz hemanjiomu tanısı patoloji ile konuldu. Yirmi bir hastanın manyetik rezonans görüntüleme (MRG) incelemesinde T1A ağırlıklı görüntülerde kasa göre izoitens,T2A ağırlıklı görüntülerde ise kasa göre hiperintens sinyal özelliğinde orbital kitle izlendi ve genellikle heterojen kontrast tutulumu mevcutu. Yerleşim yerine göre 13 hastada intrakonal, 3 hastada superomedyal, 3 hastada superotemporal ve 2 hastada inferomediyal yerleşimli orbita kitlesi izlendi. Tüm olgularda orbitotomi yapıldı ve tümör tek parça total olarak çıkarıldı. On üç hastada üst temporal cilt yoluyla, 10 hastada alt temporal cilt yoluyla, 8 hastada üst nazal cilt yoluyla ve 1 hastada endoskopik transnazal orbitotomi yapıldı. Tüm olgularda ameliyattan sonraki kontrollerde rezidü/nüks kitleye rastlanmadı. On sekiz olguda ameliyattan önce ve sonra görme keskinliği aynı kaldı. On dört olguda ise ameliyattan önceki ortalama görme keskinliği 0,25±0,21 LogMAR iken ameliyat sonrası birinci ay kontrolünde ortalama görme keskinliği 0,10±0,14 logMAR’a yükseldi (p<0,01).
Tartışma: Orbita kavernöz hemanjiomlu olgularda klinik ve radyolojik bulgularla tanı büyük oranda konulabilmektedir. Bu seride olguların çoğunda tümör çıkarımı için cilt yoluyla anterior orbitotomi uygulanmıştır. Orbita cerrahisi sonrasında orbita kavernöz hemanjiomlu olgularda görme keskinliği ve muayene bulgularında anlamlı düzelme saptanmıştır.
Aim: To report clinical, magnetic resonance imaging (MRI) and treatment features in orbital cavernous hemangiomas
Materials and methods: The records of 32 patients with orbital cavernous hemangioma operated at The Department of Ophthalmology of Ankara University School of Medicine from June 1998 to April 2013 were reviewed retrospectively.
Results: Twenty three patients were female and 9 patients were male.The mean age was 42 years, ranging from 9 to 62 years. In Magnetic resonance imaging (MRI) of 21 patients, all tumors isointense to muscle in T1A-weighted images, hyperintense in T2A- weighted images and demonstrated heterogeneous contrast enhancement. The tumor was intraconal in 13 patients, superomedial in 3 patients, superotemporal in 3 patients and inferomedial in 2 patients. In all patients orbitotomy was performed and orbital mass was totally removed in one piece. In 13 patients upper temporal, in 10 patients inferior temporal, in 8 patients upper nasal and in 1 patients endoscopic transnasal orbitotomy approach were used. In all patients, no residual/recurrent mass was found after surgery. In eighteen patients before and after surgery visual acuity remained the same. In fourteen patients mean visual acuity at first month after surgery increased to 0,10±0,14 logMAR, while mean visual acuity before surgery was 0,25±0,21 LogMAR (p<0,01).
Conclusion: In patients with orbital cavernous hemangiomas a presumptive diagnosis can be made by clinical and radiological findings. Anterior orbitotomy through a skin incision was used in most patients with orbital cavernous hemangiomas in this series. In patients with orbital cavernous hemangiomas significant improvement in visual acuity and examination findings were found after surgery.
Abstract

6.Optic Disc and Retinal Nerve Fiber Layer Thickness Evaluation of the Fellow Eyes in Non-Arteritic Ischemic Optic Neuropathy
Medine Yılmaz Dağ, Elif Demirkılınç Biler, Zerrin Alkan, Önder Üretmen, Süheyla Köse, Filiz Afrashi
Pages 111 - 114
AMAÇ: Non-arteritik iskemik optik nöropati geçirmiş (NAİON) olguların sağlıklı gözleri ile normal kontrol grubunun rastgele seçilmiş birer gözlerini, optik sinir parametreleri ve retinal sinir lifi tabakası kalınlıkları (RSLTK) açısından, Heidelberg Retina Tomografi (HRT) II cihazı ile karşılaştırmak
GEREÇ-YÖNTEM: Çalışmaya tipik tek taraflı NAİON geçirmiş 40 hastanın etkilenmemiş olan gözleri (hasta grubu) ile rastgele seçilmiş yaş, cinsiyet ve refraksiyon değerleri uyumlu 42 sağlıklı olgunun birer gözleri (kontrol grubu) dahil edildi. Konfokal tarayıcı bir laser oftalmoskop olan HRT II ile tüm hastaların optik sinirin yapısal parametreleri (ortalama disk alanı, çukurluk alanı, rim alanı, çukurluk hacmi, rim hacmi, çukurluk/ disk [c/d] alan oranı, çukurluk derinliği) ve RSLTK değerlendirildi.
BULGULAR: Hastaların 26’sı erkek (%65), 14’ü kadın (%35); kontrol grubundaki hastaların 27’si erkek (%64), 15’i kadın (%36) olup (ki kare testi, p=0.89), yaş ortalaması çalışma grubunda 59.4 ±10.3, kontrol grubunda 57.7 ±9.1 yıl (t testi, p=0.72) idi. Ortalama refraksiyon değerleri (sferik eşdeğer) çalışma grubunda +1.00±1.00 D olup kontrol grubunda +0.90±0.74 D (Mann-Whitney U testi, p=0.203) idi. HRT ile yapılan değerlendirmelerde tek taraflı NAİON geçirmiş olguların sağlıklı diğer gözlerinde, disk alanı, çukurluk alanı, çukurluk hacmi, c/d alan oranı (vertikal ve lineer) ile çukurluk derinliği, yaş ve cinsiyet uyumlu normal gözlere oranla istatistiksel olarak anlamlı derecede küçük saptandı (Mann-Whitney U testi; p<0.05).
SONUÇ: Tek taraflı NAION geçirmiş olguların sağlıklı gözleri ile kontrol grubu karşılaştırıldığında, optik sinir ve RSL tabakasında anlamlı morfolojik değişiklikler bulunmuştur. Öte yandan iki grup arasında RSLTK açısından anlamlı bir fark saptanmamıştır. Bu değişikliklerin NAION patogenezi ile ilişkisi araştırılmalıdır.
PURPOSE: To examine the fellow eyes in unilateral non-arteritic ischemic optic neuropathy (NAION), and to compare their optic disc parameters and peripapillary retinal nerve fiber layer (RNFL) thickness with age- and refraction-matched normal controll subjects, using Heidelberg Retinal Tomograph II (HRT).
MATERİALS AND METHODS: The fellow eyes of 40 patients with typical unilateral NAION (study group) and one randomly chosen eye of 42 age-, sex- and refraction-matched normal control subjects were enrolled in the study. Optic disc morphologic features (average disc area, cup area, rim area, disc volume, rim volume, cup/disc area ratio, cup depth) and peripapillary RNFL thickness were evaluated using Heidelberg Retinal Tomograph II (HRT), a confoal scanning ophtalmoscopy.
RESULTS: In the study group, there were 26 (65%) men and 14 (35%) women, whereas there were 27 (64%) men and 15 (36%) women in the control group (chi square test, p=0.89). Mean age of the patients in the study and control groups was 59.4 ±10.3 and 57.7 ±9.1 years, respectively (t test, p=0.72). There was not any statistically significant difference regarding mean spheric equivalent between the two groups (Mann-Whitney U test, p=0.203). For the NAION unaffected fellow eyes and controll eyes, disc areas, cup areas, cup volumes, cup-disc area ratios (vertical and lineer) and cup depths were significantly smaller in former (Mann-Whitney U test; p<0.05) whereas there was no significant difference in the RNFL thickness between the two.
CONCLUSION: A comparison of the fellow eyes in patients with unilateral NAION and the control eyes showed a significant difference in optic disc parameters and the morhopology of retinal nerve fiber layer. These differences could be important in pathogenesis of NAION and needs to have further investigated.
Abstract

7.Ophthalmological Complications Developing After Cardiac Transplantation
Hande Çeliker, Özlem Şahin
Pages 115 - 118
Organ nakli yıllar içinde gelişme göstermiştir. Kalp nakli, kalp yetmezliği hastalarının tedavisinde ana dayanak noktasıdır. Kalp nakli büyük miktarlarda ve yüksek dozda immünosupresif ajanlar gerektirir. İmmünosupresif tedavinin komplikasyonları sık görülebilmektedir. Görmeyi tehdit edici lezyonlar gelişmeden önce oluşabilecek komplikasyonları önceden tanımlamak için nakil işlemini takiben rutin göz muayenesi önerilmektedir. Oküler komplikasyonlar iyileşme sonrası yaşam kalitesini etkileyebilir, bu komplikasyonları tanımlamak ve agresif tedavi yoluna gitmek giderek daha önemli hale gelmektedir. Organ nakli hastalarında dikkatli ve düzenli göz muayenesi yapmak gerekmektedir. Bu çalışmada biz kalp nakli sonrası gelişebilecek önemli oküler komplikasyonlar konusunda mevcut literatürü gözden geçirdik.
Organ transplantation has evolved over the years. Heart transplantation is a mainstay of therapy for heart failure patients. Cardiac transplantation requires immunosuppressive agents in large quantities and at high doses. Complications of this immunosuppression are common. It has been suggested that ocular examination should be routine following transplantation in order to identify complications before sight-threatening lesions occur. Ocular complications may affect quality of life after recovery so as survival improves it becomes increasingly important to identify and aggressively treat them. Patients undergoing organ transplantation should receive careful and regular ocular examinations. In this study, we reviewed the existing literature on major ocular complications after heart transplantation.
Abstract

8.In vivo confocal microscopic findings of subepithelial infiltrates associated epidemic keratoconjunctivitis
Sibel Kocabeyoğlu, Mehmet Cem Mocan, Murat İrkeç
Pages 119 - 121
Adenovirüsler viral konjonktivitlerin en sık nedenlerini oluşturmakta ve kornea tutulumuna bağlı olarak ciddi morbiditeye neden olabilmektedir. Bu olgu sunumunda adenoviral keratokonjonktiviti olan üç hastanın klinik ve in vivo konfokal mikroskopik (İVKM) özellikleri tanımlamayı amaçladık. Tüm hastalarda biyomikroskopik muayenede subepiteliyal infiltratlar mevcuttu. İVKM ile bazal epitel hücreleri ve ön stromada hiperreflektif inflamatuvar hücreler ve subepitelial alanda dendritik hücre infiltrasyonu saptandı. Subbazal sinirler, arka stroma ve endotel tabakları hücre morfolojisi, reflektivite ve hücre yoğunlukları açısından normal morfolojiye sahipti.
Adenoviruses are the most common causes of viral conjunctivitis and may lead to severe morbidity due to corneal involvement. In this report, we aimed to describe the clinical and the in vivo confocal microscopic (IVCM) findings of three patients with adenoviral keratoconjunctivitis. All patients had corneal subepithelial infiltrates as observed by slit lamp biomicroscopy. IVCM revealed hyperreflective inflammatory cells in the basal epithelium and the anterior stroma together with subepithelial infiltrations of dendritic cells. Subbasal nerves, posterior stroma and endothelium showed normal morphology, reflectivity and cellular density.
Abstract

9.A case of acute bilateral syphilitic uveitis
Dorukcan Akıncıoğlu, Cem Özgönül, Gökçen Gökçe, Ali Hakan Durukan
Pages 122 - 124
Bu olguyla başka bir sistemik rahatsızlığı olmayan dermatolojik veya nörolojik yönden de herhangi bir pozitif bulgusu tespit edilemeyen ilk ve tek olarak oküler bulgu veren bir sfiliz vakasını sunmayı amaçladık. Her iki gözde bulanık görme şikayetleriyle gelen ve sağda posterior solda ise panüveiti bulunan hastada sifilizin varlığını venereal disease research laboratory ve treponema hemaglutinasyon testi gibi serolojik testlerle tespit ettik. Hastanın sol gözünde diğer gözüne göre çok daha ağır bir inflamasyon tablosu mevcut olsa da her iki gözünü de tutan sfilitik üveitin nadir görülen bir varyantı olan posterior plakoid koryoretinit tablosu mevcut idi. Sifilizin oftalmolojik yönden hem ön hem de arka segmentte çok farklı formlarda klinik antitelere yol açabilmesi ve son yıllarda yaşam koşullarına bağlı olarak insidansında görülen artış nedeniyle sebebini açıklayamadığımız oküler inflamatuar vakalarda hastanın hikayesi bununla uyumlu olmasa da sifiliz ihtimalini mutlaka aklımızda tutmalıyız.
We aim to present a case of syphilitic uveitis whom dermatological and neurological examinations were normal. He presented with gradually worsening visual acuity in both eyes and both venereal disease research laboratory and microhemagglutination assay for treponema pallidum serological tests were confirmatory with syphilis. In posterior segment examination an uncommon manifestation of syphilitic uveitis, posterior placoid chorioretinitis, was present in both eyes however left eye posterior segment inflammation was much worse in comparison to the fellow eye. Ocular manifestations of syphilis have a myriad of presentations and re-emergence in the last decades obligate us to keep in mind in unexplained ocular inflammatory diseases even if patient history is not compatible.
Abstract

10.Case report of unilateral Silent Sinus Syndrome with variable Enofthalmus
Onur Gökmen, Altuğ Çetinkaya, Nilüfer Yeşilırmak, Fuat Büyüklü
Pages 125 - 127
35 yaşında erkek hasta kliniğimize 6 aydır ara ara gözlerinde küçülme olduğu şikayetiyle başvurdu. Hastanın daha önce geçirilmiş herhangi bir periorbital cerrahi veya travma öyküsü yoktu. Görme muayenesinde her iki gözde görme keskinliği 20/20 idi, pupiller muayenesi ve göz hareketleri her yöne serbestti. Sağ gözde 1mm hipoglobus ve üst kapakta derin sulkus izlenmekteydi. Sessiz sinüs sendromu olasılığı düşünülerek bilgisayarlı tomografi istendi ve sağ taraftaki maxiller sinüsün osteomeatal açıkığında tıkanıklık ve tabanında aşağıya doğru çökme görüldü. Hastaya sağ nazal meatustan endoskopik sinüs cerrahisi ile antrostomi uygulanarak pürülan materyal drene edildi. Her hangi bir komplikasyon olmayan hastanın şikayetleri cerrahi sonrasında düzeldi.
A 35-year-old man applied to our clinic complaining that one of his eyes occasionally appeared smaller than the other for the last 6 months. The patient had no history of previous trauma or periorbital surgery. Ocular examination revealed 20/20vision in both eyes and his pupillary and motility examinations were normal. The right eye showed 1mm hypoglobus and a deep superior sulcus. Considering possible silent sinus syndrome, CT scan was ordered and the diagnosis was established by visualizing occlusion in the right osteomeatal aperture of the maxillary sinus with typical bending of the floor towards the sinus. The patient had undergone endoscopic sinus surgery through the right nasal meatus and the purulent material was drained through maxillary antrostomy. No intra- or post-operative complications were observed and patient complaints and symptoms resolved immediately after surgery.
Abstract

11.Letter to the Editor Regarding The Article Entitled
Bülent Yazıcı
Pages 128 - 131
Abstract