Cilt: 27  Sayı: 2 - Ağustos 2021
Özetleri Gizle | << Geri
DERLEME
1.
Lateral Epikondilit Enjeksiyonundan Sonra Geçici Radiyal Sinir Felci: Olgu Bazlı Derleme
Transient Radial Nerve Paralysis After Lateral Epicondylitis Injection: A Case-Based Review
Uğur Ertem, Fatma Jale Irdesel
Sayfalar 55 - 60
Lateral epikondilit, çoğunlukla tekrarlayan kavrama veya el bilek ekstansiyonundan kaynaklanan, el bilek ekstansör kas ve tendonlarının yapışma yeri olan humerus lateral epikondilinin ağrılı tendinozudur. Lateral epikondilit dirsek yan ağrısının erişkinlerde en sık nedenlerinin başında gelmektedir. Hastaların çoğu konservatif tedaviye cevap verirken bazı hastalarda cerrahi tedavi yöntemleri kullanılmaktadır. Bu olgu bazlı derlemede kliniğe dirsek ağrısı ile başvuran 68 yaşındaki bir erkek hasta üzerinden konu irdelenecektir. Çeşitli konservatif tedavilerden fayda görmeyen lateral epikondilit tanılı hastaya tedavi olarak sol dirsek lateral epikondil tendon yapışma bölgesine 0,5 cc prilokain hidroklorür ve 1 cc triamsinolon hekzasetonid enjekte edildi. Enjeksiyondan sonra hastanın 2. 3. ve 4. parmaklarında düşme meydana geldi. Hastada radial sinir felci düşünüldü ve eli uygun şekilde atele alındı. 72 saat sonra yapılan kontrolde hastanın enjeksiyon sonrası tüm şikayetlerinin düzeldiği gözlendi. Bu derlemede çok yaygın bir enjeksiyon tipinden sonra ortaya çıkan geçici radiyal sinir felçli bir olgu bağlamında lateral epikondilit tedavi yöntemleri ve enjeksiyon sonrası görülen komplikasyonlar vurgulanmıştır.
Lateral epicondylitis is painful tendinosis of the lateral epicondyle of the humerus, which is the attachment site of the wrist extensor muscles and tendons, mostly caused by repetitive grip or wrist extension. Lateral epicondylitis is one of the most common causes of elbow flank pain in adults. While most of the patients respond to conservative treatment, surgical treatment methods are used in some patients. In this case-based review, the subject will be examined through a 68-year-old male patient who applied to the clinic with elbow pain. 0.5 cc prilocaine hydrochloride and 1 cc triamcinolone hexacetonide were injected to the left elbow lateral epicondyle tendon adhesion area as a treatment in the patient with a diagnosis of lateral epicondylitis who did not benefit from various conservative treatments. After the injection, the patient's 2nd, 3rd and 4th fingers dropped. Radial nerve palsy was considered in the patient, and his hand was splinted properly. In the control performed after 72 hours, it was observed that all complaints of the patient were resolved after the injection. In this review, lateral epicondylitis treatment methods and complications after injection are emphasized in the context of a case with transient radial nerve paralysis after a very common injection type.
Makale Özeti

2.
Postur kas iskelet ve mekanik sendromlar ile ilgili insan hareket fizyolojisi: Geleneksel derleme
Postural structure and mechanic syndromes associated with human movement physiology: Traditional Review
Yeliz Kahraman
Sayfalar 61 - 67
Postur kas performans modellemede çoklu hareket streslerin mekanik eylemlerine önem vurgular. İnsan duruşu, statik ve dinamik boyutlarda farklı artışlarla uzay konumlandırmalarıdır. Postur fonksiyonların nedeni, miyofasiküler sertliğe bağlı kas-iskelet sistemindeki gerginliktir. Çalışma geleneksel bir derlemedir. Performans ise genel mekanik eksikliklerin hipertrofi olduğu ısı ve ağrı kaynaklı sendromları açıkladı. Postur analiz, biyomekanik ve kinesiyolojik nedenlere bağlı hareket sisteminde gösterilir. Mekanik sendromlar, postüral iskeletteki karmaşık ve geçitler ile ortaya çıkar. Karmaşık postural kaslar, kompartıman yerleşimlerine göre uzuv fiksasyonu için izometrik modellemeyi doğrular. Bu nedenle kinematik veriler, sendromları göstermede sınırlıdır. Ek olarak, çalışma, kas performansının postüral egzersizlere nasıl dahil edilmesi gerektiğini göstermektedir. Mevcut yaklaşımlar, postüral analizlerin atrofik kısalma ve uzama için bireysel olması gerektiğini söylüyor. Çünkü bireylerin hareket performans faktörlerine karşı direnci değişkendir. Çalışmanın amacı postüral egzersizlerden önce indeksleri değerlendirmek için mekanikte sendromların oluşumunu açıklamaktır. Bu çalışmada, kapsamlı egzersizde yer alan boylamsal vücut kinesiyolojisi temelinde mekanik sendromlar gösterilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Postural kas sistemi; mekanik sendromlar; egzersiz yapmak.
Postural musculature performance emphasized the importance of dynamic actions in multiple motion stresses and mechanical deficiencies in muscle modeling. Human posture describes the distortion of space positionings in different increments in static and dynamic dimensions. The cause of postural dysfunctions is muscle thightness in the musculoskeletal system connected to myofasicicular stiffness. The study is a traditional review and explains the heat and pain-induced syndromes in which general mechanical deficiencies in muscle performance and hypertrophy researches. Postural analysis are shown in the motion system connected to biomechanical and kinesiological causes. Mechanical syndromes occur by complex and crossovers in the postural skeleton. Complex postural muscles confirm isometric modeling for the limb fixation according to the compartment placements. However, different movement patterns are the individual exercises were required inadequate pre-final comparisons. Therefore, kinematic data is limited in showing syndromes. In addition, the study shows how muscular performance should be involved in postural exercises. Postural muscle strength is the conditioning of the muscle in different working prenciples. Postural muscle dysfunctions should be shown mainly in atrophic comparison. Current approaches say that postural analyses should be individual for atrophic shortening and elongation. Because the resistance of individuals to motion performance factors are variable. The aim of the study is to explain the formation of syndromes in mechanic in order to evaluate the indexes before postural exercises. Mechanical syndromes was shown in this study on the basis of longitudinal body kinesiology involved in the comprehensive exercise.
Keywords: Postural musculature; mechanical syndromes; exercise
Makale Özeti

ARAŞTIRMA
3.
Kronik Ağrılı Hastalarda Vitamin D Düzeyi ile Anksiyete ve Depresyon İlişkisinin Değerlendirilmesi
Evaluation of the Relationship between Vitamin D Level and Anxiety and Depression in Patients with Chronic Pain
Senem Şaş, Fatmanur Aybala Koçak, Buket Büyükturan, Öznur Büyükturan
Sayfalar 68 - 73
Amaç: Kronik ağrılı hastalarda vitamin D düzeyi ile anksiyete ve depresyon arasındaki ilişkiyi belirlemektir.
Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya 160 hasta (125 kadın, 35 erkek) alındı. Çalışmaya 18 yaş üstü soruları cevaplayabilecek düzeyde olan kadın ve erkek hastalar dahil edildi. Hastaların yaş, cinsiyet, boy, kilo, hastalık süresi, tanı, komorbid durumları kaydedildi. Beden-kütle indeksi (kg/m2 ) (BKİ) hesaplandı. Vizüel Analog Skala (VAS) (0-10) ile ağrı değerlendirildi. Hastane anksiyete ve depresyon (HAD) ölçeği hesaplandı. Çalışmaya dahil edilen hastalar vitamin D düzeyine göre iki gruba ayrıldı. Vitamin D düzeyleri kaydedildi.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen hastaların yaşı 58,72±8,21 yıl olarak hesaplandı. Vitamin D eksikliği % 42,8 olarak saptandı. Vitamin D eksikliği kadınlarda %80,7 olarak belirlendi.Kronik ağrılı hastalarda vitamin D düzeyi ile yaş (r=0,185, p=0,026), BKİ (r=0,084, p=0,316), hastalık süresi (r=0,067, p=0,420), VAS (r=0,038, p=0,648), HAD anksiyete (r=0,020, p=0,808) ve HAD depresyon (r=0,048, p=0,569) arasında korelasyon tespit edilmedi. Kronik ağrılı hastalarda BKİ ile vitamin D düzeyi arasında (r=-0,117, p=0,165) ilişki tespit edilmezken, BKİ ile VAS (r=0,305, p=0,000), HAD anksiyete (r=0,185, p=0,001) ve HAD depresyon (r=0,0240, p=0,002) arasında pozitif korelasyon saptanmıştır.
Sonuç: Çalışmamızda kronik ağrılı hastalarda vitamin D düzeyi ile anksiyete ve depresyon arasında ilişki tespit etmedik. Ancak, obezite ile ağrı şiddeti, anksiyete ve depresyon arasında korelasyon saptadık. Kronik ağrı tedavisinde kilo verilmesi gibi yaşam tarzı değişikliklerinin uygulanması ve vitamin D eksikliğinin replasmanı anksiyete ve depresyon durumunda iyileşme sağlayabilir.
Objective: To determine the relationship between vitamin D level and anxiety and depression in patients with chronic pain.
Material and Methods: 160 patients (125 women,35 men) were included in the study. Male and female patients who were able to answer questions over the age of 18 were included in the study.Age, gender, height, weight, duration of disease, diagnosis, comorbid status of the patients were recorded. Body mass index (kg/m2) (BMI) was calculated. Pain was evaluated with Vısual Analogue Scale (VAS)(0-10). Hospital anxiety and depression scale (HAD) were calculated. Vitamin D levels were recorded.

Results: The age of patients included in the study was calculated as 58.72 ± 8.21. The patients included in the study were divided into two groups according to vitamin D level. Vitamin D deficiency was found to be 42.8%.Vitamin D deficiency was determined as 80.7% in women.
In patients with chronic pain, there was no correlation between vitamin D level and age (r = 0,185, p = 0,026), BMI (r = 0,084,p = 0,316), disease duration (r = 0,067,p = 0,420), VAS (r = 0,038,p = 0,648) HAD anxiety (r = 0.020,p = 0.808) and HAD depression (r = 0.048,p = 0.569). While there is no relationship between BMI and vitamin D level (r = -0,117,p = 0,165) in patients with chronic pain, there was a positive correlation between BMI and VAS (r = 0,305,p = 0,000), HAD anxiety (r = 0,185,p = 0,001) and HAD depression (r = 0.0240,p = 0.002).

Conclusion: In the study, we did not find a relationship between vitamin D level and anxiety and depression in patients with chronic pain.We also found a correlation between obesity and pain severity, anxiety and depression.Implementing lifestyle changes such as weight loss and replacement of vitamin D defiency can improve anxiety and depression in the treatment of chronic pain.
Makale Özeti

4.
Postmenopozal osteoporoz veya osteopeni'li kadınlarda kinezyofobi ve ilişkili faktörler
Kinesiophobia and related factors in postmenopausal women with osteoporosis and osteopenia
Salim Mısırcı, Yeşim Akyol, Yasemin Ulus, Ahmet Kıvanç Cengiz, Ayhan Bilgici
Sayfalar 74 - 81
Amaç: Osteoporoz (OP) ve osteopeni (OPN)'li postmenopozal kadınlarda kinezyofobi düzeyini ve ilişkili faktörleri kontroller ile karşılaştırarak araştırmak.
Gereç ve yöntem: Çalışmaya postmenopozal OP'lu 60 kadın hasta, postmenopozal OPN'li 60 kadın hasta, yaş ve cinsiyet uyumlu 60 kontrol dahil edildi. Katılımcıların demografik verileri kaydedildi. Kinezyofobi düzeyini belirlemek için Tampa Kinezyofobi ölçeği (TKÖ) uygulandı. Tüm katılımcılarda Düşme korkusu Uluslararası Düşme Etkinlik Ölçeği (UDES) ile, psikolojik durum Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği (HADÖ) ile, sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi Avrupa Osteoporoz Vakfı Yaşam Kalitesi Anketi-41 (QUALEFFO-41) ile, hastalıkla ilgili öz-yeterlik algısı Osteoporoz Öz-Yeterlik Ölçeği (OEYÖ) ile değerlendirildi.
Bulgular: OP'li ve OPN'li postmenopozal hastalarda kontrole kıyasla daha yüksek kinezyofobi düzeyleri vardı (p<0.05). Ancak OP ve OPN'li hastalarda kinezyofobi düzeyleri arasında fark yoktu (p>0.05). OP ve OPN'li hastalarda TKÖ skoru ile UDES, HADÖ, QUALEFFO-41 skorları, menapoz süresi arasında pozitif, OEYÖ skorları arasında negatif korelasyon vardı (p<0.05). Hastalar kinezyofobi düzeylerine yüksek ve düşük kinezyofobi olarak göre iki gruba ayrıldı; yüksek kinezyofobisi olan hastalarda tüm klinik parametreler olumsuz etkilenmişti (p<0.05).
Sonuç: Hem OP hem de OPN, postmenopozal kadınlarda kinezyofobiye neden olabilir. OP ve OPN'li postmenopozal kadınlarda artmış düşme korkusu, bozulmuş psikolojik durum, düşük yaşam kalitesi ve azalmış öz yeterlilik algısı, uzamış menopoz süresi daha yüksek düzeyde kinezyofobi ile ilişkili görünmektedir. Fiziksel aktivite kemik sağlığı için gerekli olduğundan, OP ve OPN'li postmenopozal kadınlara kinezyofobinin üstesinden gelmenin önemi konusunda danışmanlık verilmelidir.
Objective: To investigate level of kinesiophobia and related factors in postmenopausal women with osteoporosis (OP) and osteopenia (OPN) comparing with controls.
Material and method: Sixty female patients with postmenopausal OP, 60 female patients with postmenopausal OPN and 60 age and gender-matched controls were enrolled in the study. Demographic data of the participants were recorded. The Tampa Kinesiophobia scale (TKS) was applied to determine the level of kinesiophobia. Fear of falling by Falls Efficacy Scale-International (FES-I), psychological status by Hospital Anxiety and Depression Scale (HADS), health related quality of life by the Quality of Life Questionnaire of the European Foundation for Osteoporosis-41 (QUALEFFO-41), self-efficacy in disease by Osteoporosis Self-Efficacy Scale (OSES) were evaluated in all participants.
Results: Postmenopausal patients with OP and OPN had higher levels of kinesiophobia compared to control (p<0.05). But, there was no difference between the level of kinesophobia in patients with OP and OPN (p>0.05). There was a positive correlation between TKS score and FES-I, HADS, QUALEFFO-41 scores, duration of menopause, and a negative correlation between OSES scores in subjects with OP and OPN (p<0.05). Patients were divided into two groups according to their kinesiophobia levels as high and low kinesiophobia; all clinical parameters were negatively affected in the patients with high kinesophobia (p<0.05).

Conclusions: Both OP and OPN may cause kinesiophobia in postmenopausal women. Increased fear of falling, impaired psychological status, poor quality of life, and decreased perception of self-efficacy, prolonged duration of menopause in postmenopausal women with OP and OPN seem to be associated with higher level of kinesiophobia. As physical activity is essential for bone health, postmenopausal women with OP and OPN should be counseled about the importance of overcoming the kinesiophobia.
Makale Özeti

5.
Postmenapozal Kadınlarda Kemik Mineral Yoğunluğunun Prognostik Nutrisyonel İndeks ve Eser Elementler İle Olan İlişkisi
The Relationship Between Bone Mineral Density and Prognostic Nutritional Index and Trace Elements in Postmenopausal Women
Ayhan Kul, Zafer Bayraktutan, Muhammet Çelik
Sayfalar 82 - 89
Giriş
Postmenapozal kadınlarda kemik mineral yoğunluğunun (KMY) nutrisyonel durum ve bakır (Cu), çinko (Zn), selenyum (Se) ve manganez (Mn) ile olan ilişkisi tam olarak aydınlatılamamıştır. Bu nedenle postmenapozal kadınların KMY değerlerine göre nutrisyonel durumunu objektif bir indeks ile değerlendirerek Cu, Zn, Se ve Mn ile arasında bir ilişki olup olmadığını incelemeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem
Çalışmaya postmenapozal olan 105 kadın hasta KMY değerlerine göre kontrol (n = 30, T skoru >-1.0); osteopenik (n=30, -1 > T skoru >-2,5); ve osteoporotik (n = 45, T skoru ≤-2.5) olarak üç gruba ayrıldı. Hastaların nutrisyonel durumlarının belirlenmesinde serum albümin ve total lenfosit sayısını içeren prognostik nutrisyonel indeks (PNI) kullanıldı. Cu, Zn, Se ve Mn eser elementlerinin serum seviyeleri belirlendi. KMY ile PNI ve eser elementlerin serum seviyeleri arasındaki ilişki incelendi.
Bulgular
Kontrol (yaş; 63,4±5,2 yıl, VKİ; 33,7±5,6), osteopeni (yaş; 64,6±5,3 yıl, VKİ; 33,5±5,9) ve osteoporoz (yaş; 65,8±5 yıl, VKİ; 30,9±7,2) gruplarına ayrılan katılımcıların ortalama yaş ve vücut kitle indeksi (VKİ) değerleri benzerdi. Osteoporoz grubunda; PNI, albümin, serum Cu ve Zn seviyelerinin kontrol grubuna göre anlamlı şekilde daha düşük olduğu (p<0.05) ve lomber total KMY değerleri ile PNI, albumin ve serum Mn seviyesi arasında pozitif zayıf bir korelasyon olduğu bulundu (p<0.05). Ayrıca osteoporoz grubunda PNI ile serum Zn seviyesi arasında pozitif orta düzeyde bir korelasyon olduğu tespit edildi (p=0,045, r=0,063).
Sonuç
Postmenapozal osteoporoz hastalarında özellikle düşük serum albumin düzeyi ve/veya düşük PNI değeri lomber bölgedeki total BMD’ni olumsuz yönde etkileyebilir. Ayrıca düşük PNI değeri olan osteoporoz hastalarında Zn takviyesinin yapılması potansiyel ek bir tedavi stratejisi olabilir. Bununla birlikte Cu ve Mn bileşiklerinin takviyesi mevcut tedavilere ek olarak fayda sağlayabilir.
Introduction: The relationship between bone mineral density (BMD) nutritional status and copper (Cu), zinc (Zn), selenium (Se), and manganese (Mn) in postmenopausal women has not been fully elucidated. Therefore, we aimed to investigate whether there is a relationship between Cu, Zn, Se, and Mn by evaluating the nutritional status of postmenopausal women according to BMD values with an objective index.
Materials and Methods: 105 postmenopausal women including control (n=30, T score>-1.0), osteopenic (n=30, -1> T score>-2.5); and osteoporotic patients (n=45, T score ≤-2.5). were included in the study. Prognostic nutritional index (PNI), including serum albumin and total lymphocyte count was used to determine the nutritional status of the patients. Serum levels of Cu, Zn, Se, and Mn trace elements were determined. The relationship between BMD and PNI and serum levels of trace elements were examined.
Results: Mean age and body mass index (BMI) values of the participants were found to be similar in control (age; 63.4±5.2 years, BMI; 33.7±5.6), osteopenia (age; 64.6±5.3 years, BMI; 33.5±5.9) and osteoporosis groups (age; 65.8±5 years, BMI; 30.9±7.2). In the osteoporosis group; PNI, albumin, serum Cu and Zn levels were found to be significantly lower than the control group (p<0.05) and there was a weak positive correlation between lumbar total BMD values and PNI, albumin and serum Mn levels (p<0.05). In addition, a positive moderate correlation was found between PNI and serum Zn levels in the osteoporosis group (p=0.045, r=0.063).
Conclusion: Especially low serum albümin levels and low PNI value in postmenopausal osteoporosis patients may adversely affect total BMD in the lumbar region. Additionally, supplementing Zn in osteoporosis patients with low PNI can be a potential additional treatment strategy. However, supplementation of the Cu and Mn compounds may provide an additional benefit to existing treatments.
Makale Özeti

6.
Geriatrik Hastalarda Spontan Vertebral Fraktür Sıklığı Ve Vertebral Fraktürün Yaşla İlişkisi: Retrospektif Çalışma
The Frequency Of Spontaneous Vertebral Fracture In Geriatric Patients And The Relationship Of Vertebral Fractures With Age: A Retrospective Study
Zeynep Kılıç, Berat Meryem Alkan
Sayfalar 90 - 95
GİRİŞ ve AMAÇ: Vertebral kırıklar yaşlılarda yaşam kalitesini bozmakta ve ekonomik maliyeti arttırmaktadır. Bu çalışmada, yaşlılarda spontan vertebral fraktür oranlarını ve risk faktörlerini belirlemeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 1 Ocak- 30 Haziran 2018 tarihleri arasında fizik tedavi ve rehabilitasyon polikliniğimize dorsalji şikayeti ile başvuran 65 yaş üstü hastaların verileri retrospektif olarak incelendi. Torakal ve lomber omurga grafilerinde kırık saptanan 136 hasta çalışmaya alındı. Hastaların vitamin D düzeyi, osteoporoz tedavileri, diabetes mellitus, kronik böbrek yetmezliği ve tiroid disfonksiyonları kaydedildi.
Hastalar Grup 1; 65-74 yaş arası, grup 2; 75 yaş ve üstü hastalar olarak gruplara ayrıldı.
BULGULAR: Hastaların (kadın / erkek: 119/17) yaş ortalaması 73.9 ± 6.6 idi. 74 kişide (% 54.4) spontan vertebra kırığı saptandı. Vertebral kırıklar, alt torasik ve üst lomber bölgede yoğunlaşmaktaydı. Grup 2'deki spontan vertebra fraktür oranları istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksekti (p ˂ 0.05). Regresyon analizine göre yaş, kadın cinsiyet ve osteoporoz varlığı vertebral fraktür açısından belirgin risk faktörüydü.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Geriatrik hastalarda vertebral kırıklar dramatik şekilde artmaktadır. İleri yaş (> 75 yıl) vertebral kırıklar için majör ve bağımsız risk faktörüdür. Maliyetinin yüksek olması ve yaşam kalitesini olumsuz etkilemesi nedeniyle yaşlılarda kemik kalitesine yönelik tanı ve tedavilerin zamanında yapılması gerekmektedir.
INTRODUCTION: Vertebral fractures impair the quality of life and increase the economic costs in the elderly. In this study, we aimed to identify spontaneous vertebral fracture rates and associated risk factors in the elderly.
METHODS: Patients over the age of 65 admitted to our physical therapy and rehabilitation polyclinic between January- June 2018 with back pain were examined retrospectively. 136 patients with thoracic and lumbar spine radiographs and fractures were included in the study. The patients’ vitamin D levels, osteoporosis treatment, diabetes mellitus, chronic renal failure and thyroid dysfunctions were recorded.
The patients were divided into two groups: Group 1 (65-74 years old), and group 2 (≥75).
RESULTS: The mean age of patients (female/male: 119/17) was 73.9±6.6. Spontaneous vertebral fractures were detected in 74 people (54.4%). Vertebral fractures were concentrated in the lower thoracic and upper lumbar region. vertebral fracture rates were significantly higher in group 2 (p˂0.05). In regression analysis; age, female gender and presence of osteoporosis were associated with vertebra fracture.
DISCUSSION AND CONCLUSION: vertebral fractures increase dramatically in geriatrics. Advanced age is an independent risk factor for vertebral fractures. Due to the high cost and negative impact on quality of life, the diagnosis and treatment must be carried out timely in the elderly.
Keywords: Geriatrics, Age, Vertebrae, Fracture, Osteoporosis
Makale Özeti

7.
Diz osteoartritli hastalarda femoral kartilaj kalınlığı ve osteoporoz ilişkisi
Correlation of Femoral Cartilage Thickness and Osteoporosis in Patients with Knee Osteoarthritis
Gamze Altuğ Özövez, Alev Alp
Sayfalar 96 - 102
Amaç: Diz Osteoartriti (OA) olan kadın hastalarda ultrasonografik femoral kıkırdak kalınlığı ve eşzamanlı osteoporoz varlığı arasında ilişki olup olmadığının araştırılması.
Materyal Metod: Çalışmaya polikliniğe başvuran ve her iki dizinde osteoartrit bulunan 118 kadın hasta dahil edildi. Hastaların demografik verileri, radyolojik Kellgren Lawrence evreleme (K-L), ultrasonografi ile femoral kıkırdak kalınlığı (FKK) ölçümü yapıldı. Numerik Ağrı değerlendirmesi (NAS), Osteoartrit indeksi (WOMAC), Genel Sağlık Ölçütü ve yaşam kalitesi değerlendirmesi kısa Form-36 (SF-36) ve Kemik Mineral Yoğunluğu için Dual Enerji X-Ray Absorptiometry (DXA) yapılarak kaydedildi.
Bulgular: Yaş ortalaması 64,5(50-75) olan 58 hastada osteoporoz mevcut iken (Grup-1), yaş ortalaması 62(51-75) olan 60 hastada osteoporoz yoktu (Grup-2). Grup 2 daha yüksek Vücut Kütle İndeksi (VKİ) işaret etmekteydi. K-L evreleme arttıkça osteoporoz insidansı azalma eğilimindeydi. İleri evre OA’da DXA Femur boyun (FN), Lomber total (LT) T skor ölçümleri yüksek saptandı. Osteoporoz varlığı ve K-L evreleme ile FKK ölçümü arasında anlamlı ilişki saptanmadı. Osteoporoz olmayan grupta istatistiksel olarak WOMAC ağrı, tutukluk, fonksiyon ve total skorları daha yüksek, SF-36 fiziksel fonksiyon, fiziksel rol kısıtlanması, ağrı, sosyal fonksiyon skorları daha düşük saptandı.
Sonuç: Radyolojik OA ve osteoporoz arasında negatif ilişki saptanmıştır. Ultrasonla FKK ölçümü ve diz OA derecesi arasında anlamlı bir ilişki gözlenmemiştir..
Aim: To evaluate the relationship between ultrasonographic femoral cartilage thickness and presence of concomitant osteoporosis in a group of female patients with knee osteoarthritis (OA).
Materials and Methods: 118 women with knee OA who attended to our outpatient clinic were included in the study. Demographic data, radiologic grading of knee osteoarthritis by Kellgren Lawrence (K-L), ultrasonographic femoral cartilage thickness (FCT), pain intensity evaluation (NPS), disability evaluation by osteoarthritis indeks (WOMAC), quality of life measurement by SF-36 and bone density measurement by DXA were done in each patient.
Results: 58 patients with median age of 64,5(50-75) had osteoporosis (Group 1) and 60 patients with the median age of 62 (51-75) did not have (Group2). Group 2 had higher body mass index (BMI) in addition to worse WOMAC and SF-36 physical function, physical role limitation, pain and social function scores. Severity of osteoporosis and K-L staging were negatively correlated. Femoral neck and lumbar total T scores were higher in the advanced stages of OA. Femoral cartilage thickness had no significant correlation with age, WOMAC index and SF-36 scores. Left knee FCT was negatively correlated with BMI.
Conclusion: Radiologic staging of OA had negative correlation with osteoporosis but no significant correlation with quantitative measurement of FCT by ultrasonography.
Makale Özeti

8.
Total Diz Artroplasti Sonrası Nöropatik Ağrı: Kadın Hastalarda Kesitsel Bir Çalışma
Neuropathic Pain After Total Knee Arthroplasty: A cross-sectional Study in Female Patients
Cemile Sevgi Polat, Didem Sezgin Ozcan, Elif Umay ALTAS, Sule Sahin Onat, Belma Füsun Köseoğlu:
Sayfalar 103 - 108
Amaç: Çalışmanın amacı total diz protezinden sonra nöropatik ağrı varlığını ve nöropatik ağrının sosyodemografik faktörler, fiziksel fonksiyon, medikal ve psikolojik komorbiditeler ile ilişkisini araştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: Diz osteoartriti nedeni ile total diz protezi olan 85 kadın hasta çalışmaya dahil edildi. Sosyodemografik faktörler, medikal ve psikolojik komorbiditeler sorgulandı. Ağrı şiddeti görsel analog skala ve Western Ontario and McMaster Universities Arthritis Index (WOMAC) ağrı skalası ile, fonksiyonel durum WOMAC fiziksel fonksiyon skalası ile, nöropatik ağrı varlığı PainDETECT Ağrı Anketi ile, hastaların emosyonel durumu Hastane Anksiyete Depresyon Skalası ile değerlendirildi.
Bulgular: 9 hasta (10.6 %) nöropatik ağrı pozitif, 14 hasta ( 16.5 %) muhtemel nöropatik ağrı olarak sınıflandırıldı. PainDETECT scorları ile operasyon öncesi VAS skorları, WOMAC pain ve fiziksel fonksiyon skorları ve depresyon varlığı arasında anlamlı pozitif korelasyon, artroplastiden sonra geçen zaman ile arasında negatif korelasyon saptandı. Nöropatik ağrı ve sosyodemografik faktörler ve medikal komorbiditeler arasında ilişki saptanmadı.

Sonuç: Bu çalışmanın sonuçları total diz artroplastisi sonrası bazı hastalarda nöropatik ağrı olduğunu gösterdi. Nöropatik ağrısı olan hastaların artroplasti sonrası geçen süresinin daha kısa olduğu ve bu hastaların depresyonu olduğu, ağrı ve disabilitesinin artmış olduğu saptandı. Diz artroplasti hastalarında nöropatik ağrı varlığı düşünülmeli ve ilişkili faktörler değerlendirilmelidir. Diz artroplastisi sonrası ağrı tedavisinde nöropatik ağrı için uygun tedavi stratejileri dahil edilmelidir.
Objective: To investigate the presence of neuropathic pain (NP) after total knee arthroplasty (TKA) and NP associated factors.
Material and methods: 85 female patients who underwent TKA due to knee osteoartritis were included in this study. Sociodemographic factors, medical and psychological comorbidities were questioned. Pain levels were assessed by visual analogue scale (VAS) and the Western Ontario and McMaster Universities Arthritis Index(WOMAC) pain scales.The functional status was assessed by WOMAC physical function scales.The presence of neuropathic pain was assessed by the painDETECT questionnaire. Emotional status of the patient’s were assessed by the Hospital Anxiety Depression Scale.
Results: A total of 9 (10.6 %) patients were classified as having likely NP and 14 (16.5%) patients were classified as having possible NP. There is a significant positive correlation between the PainDETECT scores and the preoperative VAS scores,WOMAC pain and physical function scores and presence of depression. There is a significant negative correlation between the PainDETECT scores and time frame after artroplasti. We found no relationship between sociodemographic factors, medical comorbidities and NP

Conclusion: Patients with NP had shorter time frame after arthroplasty and had depression, increased severity of pain and decreased physical function. The presence of NP in the TKA patients should be considered and assosiated factors should be evaluated.
Makale Özeti

9.
COVİD-19 Pandemisinde; Maske ve Sokağa Çıkma Yasağı Vitamin D seviyelerini Etkiledi Mi?
Did The Mask And Lockdowns Affect Vitamin D Levels In The COVID-19 Pandemic?
Serap Satış, Alparslan Yetisgin
Sayfalar 109 - 113
Amaç: Covid-19 pandemisinde karantinada uygulanan maske takma ve sokağa çıkma yasağının Vitamin D seviyesine etkisini incelemek.
Gereç-yöntem: Retrospektif olarak 2017-2020 yıllarında Nisan ve Mayıs arasında vitamin D ölçümü yapılan bayan hastalar tarandı. Vitamin D düzeyleri; <10 ng\ml (ciddi eksiklik); 10-19.9 ng\ml (orta derce eksiklik); 20-24.9 ng\dl (hafif eksiklik); >25 ng\dl (normal); olarak kategorize edildi.
Bulgular: Toplam 921 hasta dahil edildi. Sadece 47’sinde (%5.1) normal idi. 463’ü (%50.3) şiddetli; 372’si (%40.4) orta şiddette; 38’inde (%4,1) hafif eksiklik vardı. 2020’nin Nisan ve Mayıs aylarında (ulusal karantinanın uygulandığı dönemde), 83 kişinin 77’sinde (%92.8) hafif ile şiddetli eksiklik vardı; sadece 6’sı (%7.2) normal idi. Önceki üç yılın aynı aylarında, 837 hastanın 796’sında (%95.1) Vitamin D eksikliği tespit edilirken; 41’inde (%4.9) normal idi. 2020 ile önceki yıllar arasında Vitamin D seviyeleri arasında istatistiksel anlamlı fark yoktu (p>0.005).
Sonuç: Karantinanın Vitamin D eksikliğine etkisi yoktur.
Objectives: To investigate the effects of mask and lockdowns for COVID-19 outbreak on vitamin D status.
Materials and Methods: This retrospective study included women who underwent vitamin D measurement in our hospital in April and May of the years from 2017 to 2020. Vitamin D levels was categorized as follows; <10 ng/mL (severe deficiency); 10-19.9 ng/mL (moderate deficiency); 20-24.9 ng/mL (mild deficiency); >25 ng/mL (normal level).
Results: A total of 921 subjects were included. Only 47 (5.1%) had normal vitamin D levels. In the remaining subjects, 463 (50.3%) had severe, 372 (40.4%) had moderate; and 38 (%4.1) had mild deficiency. In April and May of 2020 (in the national lockdown period), 77 (92.8%) out of 83 subjects had mild to severe deficiency and only 6 (7.2%) had normal levels. In the same months of previous three years, vitamin D deficiency was detected in 796 (95.1%) out of 837 patients, and 41 (4.9%) had normal levels. There was no significant difference among the lockdown year (2020) and the previous three years regarding vitamin D status (p>0.05).
Conclusion: Vitamin D deficiency is not different from the lockdown period.
Makale Özeti

VAKA SUNUMU
10.
Vertebral sarkoidoz: Nadir bir olgu sunumu
Vertebral sarcoidosis: A rare case report
Ayşe Selcen Bulut Keskin, Hatice Reşorlu
Sayfalar 114 - 116
Sarkoidoz, nonkazeifiye granülomlarla karakterize, başta akciğerler olmak üzere, pek çok doku ve organı etkileyebilen bir hastalıktır. Sarkoidozda,granülomların direkt etkisi, makrofajlardan salınan 1.25 dihidroksi vitamin D gibi osteoklast aktive edici faktörler ve glukokortikoidlerin kullanımı ile osteopeni, osteoporoz ve patolojik kemik kırıkları görülebilir. Sarkoidozun kemik tutulumu, el ve ayakta tipik kistik yapılar meydana getirir. Vertebral tutulum ise nadirdir ve litik, sklerotik veya mixt lezyonlara neden olabilir. Metastatik lezyonlar ile ayırıcı tanı yapılmalıdır.
Sarcoidosis is a disease characterized by noncaseating granulomas that can affect many tissues and organs, especially the lungs. In sarcoidosis, osteopenia, osteoporosis and pathological bone fractures can be seen with the direct effect of granulomas, osteoclast activating factors such as 1.25 dihydroxy vitamin D released from macrophages, and the use of glucocorticoids. Bone involvement of sarcoidosis produces typical cystic structures in the hands and feet. Vertebral involvement is rare and may cause lytic, sclerotic or mixed lesions. Differential diagnosis should be provided with metastatic lesions.
Makale Özeti

11.
Çocuk femur boyun stres kırığı olan kistik fibrozis hastası olgu sunumu ve literatürün gözden geçirilmesi
A case report of a cystic fibrosis patient with pediatric femoral neck stress fracture and review of the literature
Yavuz Şahbat, Ahmet Hamdi Akgülle
Sayfalar 117 - 120
Kistik fibrozis otozomal resesif geçişli, beyaz ırkın sık görülen bir genetik hastalığıdır. Sinopulmoner, gastrointestinal ve genitoüriner bulguların yanında kemik bulguları da verebilmektedir. Hastalığa bağlı osteoporoz, osteopeni ve kırıklar gelişebilmektedir. Vertebra kırıkları sık görülmekle birlikte nadiren vertebra dışı kırıklar bildirilmiştir. Biz olgu sunumumuzda kistik fibrozisin yol açtığı osteopeniye bağlı femur boyun stres kırığı olan 9 yaşında ki bir kız hastayı sunmaktayız. Sinopulmoner enfeksiyon nedeni ile yatışı esnasında, travmasız sol uyluk ağrısı ve yük vermede zorluk nedeni ile tarafımıza danışılan hastanın anterior posterior radyografik değerlendirmesinde patolojik bulguya rastlanmayıp, manyetik rezonans görüntüleme sonucunda sol femur boynunda deplase olmayan kırık görüntüsü saptandı. Fullerton & Snowdy tip 2 olarak değerlendirilen hastaya cerrahi fiksasyon düşünülmedi. Non-steroid antiinflamatuar ilaç ve immobilizasyon ile başarılı şekilde tedavi edildi.
Cystic fibrosis is a common genetic disease of the white race with autosomal recessive inheritance. Sinopulmonary, gastrointestinal and genitourinary findings, as well as bone findings can give. Osteoporosis, osteopenia and fractures may develop due to the disease. Although vertebral fractures are common, non-vertebral fractures have been reported rarely. In this case report, we present a 9-year-old girl with osteopenia-induced femoral neck stress fracture caused by cystic fibrosis.The patient was consulted to our clinic with left thigh pain without trauma during hospitalization due to sinopulmonary infection. Examination of the left hip joint showed clear. Anterior posterior x-ray examination of the patient, who had difficulty stepping on it, showed no displaced fracture. The patient was evaluated as Fullerton & Snowdy type 2, and surgical fixation was not considered. It has been successfully treated with non-steroidal anti-inflammatory drugs and immobilization.
Makale Özeti

12.
Stres Kırıklarına Yaklaşım: Üç Olgu Sunumu ve Literatürün Gözden Geçirilmesi
Approach to Stress Fractures: Three Case Reports and Review of the Literature
Zeynep Tuba Bahtiyarca, Sevil Okan, Sezgi Barlas Şahin, Firuze Ocak
Sayfalar 121 - 127
Stres kırıkları kemiklerin tekrarlayıcı ve mekanik olarak aşırı yüklenmelerine bağlı olarak oluşurlar. Yorgunluk ve yetersizlik kırıkları olmak üzere iki alt tipi vardır. Genellikle etkilenen kemikte ağrı hareketle artar ve istirahatle azalır. Sıklıkla tibia, pelvis kemikleri ve ayak kemiklerinde görülürler. Erken dönemde genellikle direkt grafi normaldir. Dikkatli anamnez, fizik muayene ve ileri görüntüleme yöntemleri ile tanı koyulur. Günlük pratiğimizde sıklıkla gözden kaçabilen, tanı koyulması zor olan stres kırıkları ayırıcı tanıda mutlaka akla getirilmelidir. Bu makalede farklı anatomik bölgelerde stres kırığı olan 3 hasta sunulmuştur.
Stress fractures occur due to repetetive and mechanical overload of bones. It has two subtypes: fatigue and insufficiency fractures. Generally pain in the affected bone increases with activity and decreases with rest. They are frequently seen in the tibia, pelvis and foot bones. In the early period, direct radiography is generally normal. Diagnosis is based on a detailed history, physical examination and advanced imaging methods. Stress fractures, which are often overlooked and difficult to diagnose, should definitely be considered in differential diagnosis. In this article, three patients presented with stress fractures in different anatomical regions.
Makale Özeti