Volume: 19  Issue: 3 - 2013
Hide Abstracts | << Back
1.Destructive Osteoarthritis in Elderly: Case Report
Canan Çelik, Mukaddes Asiye Erol, Seniz Akcay Yalbuzdag, Banu Karabulut
Page 0
Destrüktif osteoartrit, çoğunlukla 75 yaşın üzerindeki kadınlarda görülmektedir. Bu raporda, sol omuz ve bilateral ayak bileğinde destrüktif osteoartriti olan yaşlı bir hastanın sunulması amaçlanmıştır. Yetmiş iki yaşında kadın hasta, bir yıldır giderek artan sol omuz ve ayak bileklerinde ağrı nedeniyle başvurmuştu. Özgeçmişinde, 23 yıl önce ayak bileklerine direkt maruz kaldığı bir travma mevcuttu. Fizik muayene, sol omuz ve ayak bilek eklem hareketlerinin kısıtlı ve ağrılı olduğunu göstermekteydi. Ayak bileği ve sol omuz eklemlerinin radyografilerinde saptanan santral erozyonlar, periartiküler skleroz, kistler, osteofit oluşumları, eklem mesafesinde daralma ve kortikal destrüksiyon, destrüktif osteoartrit ile uyumluydu. Bu olgu sunumu ile, yaşlı kadınlarda disabilite nedeni olabilen destrüktif osteoartrit vurgulanmıştır.
Destructive osteoarthritis is more frequently seen in women over the age of 75. In this report, the aim was to present an elderly patient with destructive osteoarthritis at the left shoulder and bilateral ankle. Seventy-two- year-old female patient had admitted with progressively increasing pain at the left shoulder and ankles since one year. In her history, there was a direct trauma exposure to ankles 23 years ago. Pyhsical examination revealed limited and painful motions of left shoulder and ankle joints. Central erosions, periarticular sclerosis, cysts, osteophyte formations, joint space narrowing and cortical destruction which were detected in ankle and left shoulder joints plain radiographs were compatible with destructive osteoartritis. By this case, destructive osteoarthritis which can be the cause of disability in elderly women is emphasized.
Abstract

2.Depression in Osteoporosis and Effects to Quality of Life
Şule Şahin Onat, Sibel Ünsal Delialioğlu, Seda Biçer, Sumru Özel
Page 0
Amaç: Bu çalışmanın amacı osteoporozlu hastalarda depresyon gelişimi için risk faktörlerini belirlemek ve depresyonun osteoporozlu hastalarda yaşam kalitesine etkisini ölçmektir.
Materyal\Metot: Çalışmaya polikliniğimize başvuran 125 osteoporoz tanısı konulmuş hasta alındı. Hastalara yaş, cinsiyet, medeni durum, eğitim düzeyi, meslek, boy, kilo, alkol kullanımı, sigara kullanımı, fiziksel aktivite düzeyi, süt tüketimi, geçirilmiş frajilite kırığı öyküsünü içeren sorgulama formu dolduruldu.
Kemik mineral yoğunluğu ölçümü DEXA ile lomber bölge ve femur boynundan yapıldı. Olguların torakal ve lomber vertebra grafileri çekilerek kompresyon kırıkları olup olmadığı kaydedildi. Sırt ağrısını değerlendirmek için Görsel Analog Skala (GAS) kullanıldı. Hastaların depresyonunu değerlendirmek için Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ), yaşam kalitesini değerlendirmek için Avrupa Osteoporoz Kurumu Yaşam Kalitesi Anketi (QUALEFFO) kullanıldı.
Bulgular: Çalışmaya alınan 125 hastanın 57’sinde (%45.6) depresyon varken 68’inde (%54.4) depresyon bulunmamaktaydı. Depresyonu olan osteoporoz hastalarında yaş ortalaması, okur-yazar olmama durumu, azalmış fiziksel aktivite düzeyi depresyonu olmayanlardan yüksekti. Osteoporoz risk faktörlerinden vertebral kompresyon kırığı, ailede kırık hikayesi, düşmeye yatkınlık ve osteopeninin depresyonu olan grupta depresyonu olmayanlardan istatistiksel olarak anlamlı olarak fazla olduğu bulundu. Hem lomber hem de femur T ve Z değerleri, GAS değerleri depresyonu olan osteoporoz hastalarında depresyonu olmayanlardan istatistiksel olarak daha yüksekti (p<0.05). QUALEFFO yaşam kalitesi ölçeğinin tüm alt parametreleri ve toplam değeri depresyonu olan osteoporoz hastalarında depresyonu olmayanlardan istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha yüksekti (p<0.05). BDÖ skoruyla QUALEFFO yaşam kalitesi ölçeğinin alt parametre skorları arasında pozitif anlamlı korelasyon bulundu (p<0.05).
Sonuç: Depresyonun artmış kemik kaybı olan bireylerde yaşam kalitesinin daha da düşmesine neden olduğu ortaya konuldu.
Objective: The aim of this study was to identify risk factors for the development of depression in patients with osteoporosis, and to measure the psychosocial effects to the change in quality of life.
Materiels/ Methods: 125 patients with osteoporosis were included in the study. A questionnaire was completed which was including age, sex, marital status, education level, occupation, height, weight, alcohol use, smoking, physical activity level, milk consumption, previous fragility fracture of the patients. Bone mineral density of the lumbar spine and femoral neck were measured with DEXA. Back and lumbar compression fractures of the individuals were recorded by back and lumbar radiography. To evaluate back pain, Visual Analog Scale (VAS) was used. To assess depression in patients, Beck Depression Inventory (BDI) was used, and to assess the quality of life the European Council of Osteoporosis Quality of Life Questionnaire (QUALEFFO) was used.
Results: 125 patients were included in the study, 57 patients (45.6%) had depression and 68 patients (54.4%) hadn’t depression. The average age, illiteracy status, reduced physical activity level was higher in the patients with depression than the patents without depression. Vertebral compression fracture, family history of fracture, fall predisposition, osteopenia in the risk factors of osteoporosis was found statistically significantly higher in the group with depression than the group without depression. Both lumbar and femoral T and Z values, VAS values significantly higher in the patients with depression than the patients without depression (p<0.05). The total value and all sub-parameters of quality of life scale QUALEFFO were significantly higher in paitents with depression than patients without depression (p <0.05). Positive significant correlation was found between BDI scores and sub- parameters of QUALEFFO scores (p<0.05).
Conclusion: Depression in individuals with increased bone loss was shown to lead to a further decrease in the quality of life.
Abstract

3.Assessment of Sexual Dysfunction in Patients with Fibromyalgia Syndrome
Rahime Nur Ülker, Tuncay Çakır, Soner Yalçınkaya, Ümit Seçil Demirdal, Naciye Füsun Toraman
Page 0
Fibromiyalji Sendromu Olan Hastalarda Seksüel Disfonksiyonun Değerlendirilmesi
Amaç
Çalışmamızın amacı çeşitli semptom birlikteliği bulunan fibromiyalji hastalarında cinsel işlev bozukluğunun varlığını, niteliğini belirlemek ve normal popülasyonla karşılaştırmaktır.
Gereç- Yöntem
Çalışmamıza Antalya Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Fiziksel Tıp Ve Rehabilitasyon polikliniğine başvuran, 1990 ve 2010 American Collage of Rheumatology (ACR) kriterlerine göre fibromiyalji sendromu tanısı konan 55, cinsel aktif, kadın hasta dahil edilmiştir. Hastaların klinik değerlendirmesinde kullanılan parametreleri karşılaştırabilmek ve FMS’ li kadın hastaların normal popülasyondan farklı olup olmadığını belirlemek için polikliniğimize değişik kas iskelet sistemi yakınmaları ile başvuran, cinsel olarak aktif, 50 hastadan oluşan kontrol grubu çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya dahil olma kriterlerini tamamlayan onamları alınan hasta ve kontrol olgularına cinsel işlevi değerlendirmeye yönelik Kadın Cinsel Fonksiyon İndeksi (KCFİ) (Female Sexual Function Index; FSFI) sorgulandı. Rosen ve arkadaşları tarafından 2000 yılında geliştirilmiş, 19 sorudan oluşan, cinsel istek, uyarılma, kayganlaşma, orgazm, cinsel doyum ve ağrıyı içeren altı farklı boyutu sorgulayan bir testtir. Türk Androloji Derneği tarafından 2003 yılında Türkçe validasyonu yapılan formun puanlamasında, sorular belli bir katsayı ile çarpılarak her bölüm 6 puan üzerinden değerlendirilmektedir. En az 2,4 en çok 36 puan alınan form, kolay uygulanabilmesi ile Türkiye'de kadın cinsel fonksiyon bozukluğu değerlendirilmesinde standardizasyon için kullanıma sunulmuştur.
Bulgular
Fibromiyalji Sendromlu hastaların kadın cinsel fonksiyon indeksi alt ölçek ve toplam skorlarının tamamı kontrol grubu hastalarının skorlarına göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük saptandı (p<0.05).
Sonuç
Cinsel işlev veya niteliğindeki bozukluklar Fibromiyalji Sendromlu hastalarda sık görülen problemlerden biridir. FMS tedavisinde cinsel fonksiyon değerlendirmesinin yapılıp tedavinin bir parçası olması gerekliliği önemsenmelidir. Bu sorunun hastalıkla ilişkilendiren mekanizmanın tanımlanması oldukça güçtür. İlişkinin mekanizmasının belirlenmesi açısından yeni ve kapsamlı çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Assessment of sexual dysfunction in patients with fibromyalgia syndrome

Objectives
The aim of our study is to determine the presence, quality of sexual dysfunction and to compare with normal population
Patients and Methods:
A total of 55 sexually active women who were admitted to Department of Physical Therapy and Rehabilitation of Antalya Research and Training Hospital and diagnosed with fibromyalgia syndrome according to 1990 and 2010 American College of Rheumatology (ACR) criteria. A control group composed of 50 sexually active women who were admitted to our clinic with various musculoskeletal system complaints were also included in the study in order to compare the parameters used for clinical assessment of patients and to determine whether the patients differ from normal population.
Patients and controls who met inclusion criteria were applied Female Sexual Function Index; FSFI for assessment of sexual function. This test was developed by Rosen and colleagues in 2000, it is composed of 19 questions and inquires six different dimensions including desire, arousal, lubrication, orgasm, sexual satisfaction and pain. Turkish validation test was done by Turkish Society Of Andrology in 2003, answers are multiplied with a coefficient and each section is evaluated on six scores. Minimum score is 2,4 and maximum is 36 and standardly used for assessment of female sexual dysfunction in Turkey.
Results
Subscale and total score of Female Sexual Function Index of Fibromyalgia syndrome patients were found statistically significantly lower than those of control group (p<0.05).
Conclusion
Disorders of sexual function or its quality are one of the problems seen in Fibromyalgia syndrome patients. It should be noticed that sexual functon assessment must be a part of Fibromyalgia syndrome treatment. It is quite difficult to determine the mechanism between sexual dysfunction and Fibromyalgia syndrome and new and larger studies are needed to determine this mechanism.
Abstract

4.Lumbar facet syndrome
Fatih Baygutalp, Kazım Şenel
Page 0
Bel ağrısı özürlülüğe ve işgücü kaybına yol açabilen, tanı ve tedavi maliyeti yüksek bir hastalıktır. Bel ağrısının yaşam boyu prevelansı %84 olarak bildirilmektedir. Lomber omurgada en yaygın ağrı sebebi disk olarak kabul edilse de, incelenen popülasyona bağlı olarak faset sendromunun kronik bel ağrısının %15-40’ından sorumlu olduğu tahmin edilmektedir. Lomber faset sendromu (LFS) prevelansı %5-90 arasında değişmektedir. Fakat, bu sendromun klinik önemine ve araştırmaların çokluğuna rağmen, tanıdan tedaviye kadar tartışmalar halen devam etmektedir. Bu derlemede lomber faset eklemlerin anatomisi, biyomekaniği ile LFS'nin etyopatogenezi, kliniği, tanı ve tedavisi gözden geçirilmiştir.
Low back pain is a disease that may lead to disability and work loss, and it has high diagnosis and treatment cost. Lifetime prevalence of the low back pain is reported to be 84%. Although disc is considered to be the most common pain cause of lumbar spine; depending on the population studied, facet syndrome is estimated to be responsible for 15-40% of chronic low back pain. Lumbar facet sydrome (LFS) is one of the significant causes of chronic low back pain and its prevalence ranges between 5% and 90%. Despite the clinical significance of the disease and a high number of studies available, debates on diagnosis and treatment are still ongoing. In this article the anatomical structures and biomechanics of the lumbar facet joints, as well as the etiopathogenesis, clinical presentation, diagnosis, and treatment of LFS were reviewed.
Abstract

5.The Effect of Sociodemographic Characteristics and Cognitive Functions to Quality of Life in Elderly Individuals
Şule Şahin Onat
Page 0
Amaç: Bu çalışmada yaşlı bireylerde sosyodemografik özellikler ve kognitif fonksiyonlardaki değişimin yaşam kalitesine etkisini araştırmak amaçlanmıştır.
Materyal\method: 65 yaş ve üzeri toplam 174 birey alındı. Sosyodemografik verileri, eşlik eden hastalıkları, kronik kullandıkları ilaçlar, sigara içim durumu kaydedildi. Kognitif fonksiyonlar Standardize Mini Mental Test (SMMT) ile değerlendirildi. Yaşam kalitesi SF-36 yaşam kalitesi (YK) ölçeği ile değerlendirildi.
Bulgular: Olguların yaş ortalaması 72.35±6.55 yıl idi. Olguların 104’ü (%59.8) 65-74 yaş arası, 70’i (%40.2) 75-88 yaş arasında bulunmaktaydı. 65-74 yaş arası bireylerin SF 36 YK alt gruplarından fiziksel skor ve mental skor ortalamalarının 75-88 yaş arası bireylerden istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek olduğu gözlendi (p<0.05). 65-74 yaş arası bireylerin SMMT ortalamalarının 75-88 yaş arası bireylerden istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek olduğu gözlendi (p<0.05). Cinsiyet, meslek ve sigara kullanımı SF-36 YK ölçeğinin hem fiziksel hem de mental skorunu etkilememekte, gelir durumu fiziksel skor, medeni durum ve eğitim durumu sadece mental skoru etkilemekteydi. Kronik hastalık ve kullanılan ilaç sayısı sadece mental skoru etkilemekte fiziksel skoru etkilememekteydi. Yaş ile kronik hastalık ve kullanılan ilaç sayısı, SMMT puanı arasında doğrusal bir ilişki bulundu (p<0.001).
Sonuç: Yaşlı populasyonda ileri yaş, medeni durum, eğitim durumu, gelir durumu ve kötü bilişsel düzeyin yaşam kalitesini olumsuz etkilediği, cinsiyet, meslek, sigara kullanımının yaşam kalitesine etkili olmadığı gösterildi.
Objective: In this study, the aim is to investigate the effect of socio-demographic characteristics and the change of cognitive functions to quality of life in elderly inidividuals.
Materials/ methods: A total of 174 individuals (65 years and over) were included. Socio-demographic data, comorbidities, used chronic drugs and smoking were recorded. Cognitive functions were evaluated with Standardized Mini Mental State Examination (MMSE). Quality of life was evaluated with the SF-36 quality of life scale (SF-36 QOL).
Results: The average age of patients was about 72.35±6.55. 104 (59.8%) of individuals were age from 65 to 74, and 70 (40.2%) of individuals were from 75 to 88. The mean of SF-36 QOL sub-groups physical and mental score of the individuals who are aged from 65 to 74 were found to be significantly higher than that of the mean SF-36 QOL sub-groups physical and mental score of the individuals who are aged from 74 to 88 (p<0.05). The mean MMSE of the individuals who are aged from75 to 88 were found significantly higher than the mean MMSE of the individuals who are aged from 65 to 74 individuals (p <0.05). Sex, occupation and smoking affected not only the physical scores but also the mental score, income status affected the physical scores, marital status and education level affected only the mental score. The numbers of used drugs and chronic illness affected only mental scores, did not affect physical score. In addition, a linear relationship was also found between the number of comorbid disease and used drugs, MMSE and age (p<0.001).
Conclusion: Advanced age, marital status, education level, income level, and poor cognitive level affected negatively the quality of life of elderly population, on the other hand, sex, occupation, smoking were not found to be effecting the quality of life.
Abstract

6.Balance Disorders In The Osteoporotic Elderly
Şule Şahin Onat, Zuhal Özişler, Kurtuluş Köklü
Page 0
İlerleyen yaşla birlikte insan vücudunun “yaşlanma” sürecine girmesiyle hücreler ve organlarda geri dönüşü olmayan ve bireyler arasında farklılık gösteren değişiklikler meydana gelmektedir. Osteoporotik yaşlılarda kemikte ve diğer tüm organlarda meydana gelen değişimler sonucunda ortaya çıkan denge bozuklukları ve düşmelerle bireyin fonksiyonelliği, yaşam kalitesi azalmaktadır. Bu derlemedeki amacımız yaşlı osteoporotik bireylerde denge bozukluğu gelişimi ve bunun sonucu olan düşmeyi gözden geçirmektir.
With advancing age, when the human body entry "aging" process, cells and organs occur irreversible changes. How does qualitative changes in the elderly osteoporotic bone, such that changes occur in other organs. As a result, with balance disorders and fall down arisen in elderly osteoporotic individuals, the quality of life decreases. Our aim in this presentation is to review the occurance of the balance disorder on elderly osteoperoz individuals and fall down conclusion.
Abstract

7.The Relationship Between Osteoporotic Risk Factors and Bone Mıneral Density
Şule Şahin Onat, Sibel Ünsal Delialioğlu, Sumru Özel
Page 0
Giriş: Osteoporozun, bir dereceye kadar önlenebilir bir hastalık olması nedeniyle risk faktörlerinin belirlenmesi ve mümkünse modifiye edilmesi önemlidir.
Amaç: Bu çalışmanın amacı osteoporoz risk faktörleri ile kemik mineral dansite sonuçları arasındaki ilişkinin incelenmesi ve osteoporoz risk faktörlerinin öneminin vurgulanmasıdır.
Materyal-metod: Çalışmaya 103 postmenopozal osteoporotik hasta dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri, osteoporotik risk faktörleri, lumbar vertebra ve femur boyun T skorları kaydedildi. Lumbar vertebra ve femur boyun T skorları ile risk faktörleri arasındaki ilişki istatistiksel olarak incelendi.
Bulgular: Postmenopozal osteoporotik kadınlarda ileri yaş, düşük fiziksel aktivite düzeyi, yetersiz günlük kalsiyum alımı ve vertebral kompresyon fraktürü varlığı düşük kemik mineral dansite sonuçlarıyla ilişkili bulunurken, medeni durum, meslek, eğitim durumu ve ailede kırık öyküsünün varlığı kemik mineral dansite sonuçlarıyla ilişkili bulunmadı. Ayrıca erken menopoz düşük femoral T skorları ile, sigara kullanımı ise düşük lumbar T skorları ile ilişkili bulundu. Düşme eğilimi ve kronik hastalık sayısı ise kemik mineral dansite sonuçlarıyla ilişkisiz bulundu.
Introduction: Since osteoporosis is a preventable disease to some extent, risk factor determination and if possible modification is very important.
Objective: The aim of this study is to identify the relationship between ostoporotic risk factors and bone mineral density results and emphasize the importance of risk factors.
Materials and Methods: The study comprised 103 postmenopausal osteoporotic women. Demographic characteristics, osteoporortic risk factors, lumbar vertebrae and femur neck T scores were recorded. Relationships between lumbar vertebra and femur neck T scores and risk factors were statistically studied.
Results: Advanced age, low physical activity status, inadequte dietary calcium intake and vertebral compression fractures were found to be associated with low bone mineral density results in postmenopausal osteoporotic women whereas marital status, occupation, education level and familial fracture history were not. Furthermore early menopause was found to be associated with low femoral T scores and smoking with low lumbar T scores. Tendency to fall and number of chronic diseases were irrelevant to bone mineral density.
Conclusions: Risk factor assesment is still important for osteoporosis prevention.
Abstract

8.A rare cause of acute compartment syndrome: Crimean-Congo haemorrhagic fever
Özlem Yılmaz Taşdelen, Hatice Bodur, Meryem Dedeoğlu, Ümit Gaffuroğlu
Page 0
Akut ekstremite kompartman sendromu fasyalarla çevrili bir alandaki basıncın doku canlılığı için gerekli perfüzyon basıncını bozacak kadar artması sonucu doku nekrozuna gidişle karakterize bir klinik durumdur. Çoğunlukla kırıklar ve yumuşak doku travmaları nedeniyle oluşur. Makalemizde nadir görülen bir sebeple önkolunda kompartman sendromu gelişen bir olgu sunuldu. Kırım-Kongo kanamalı ateşi son yıllarda ülkemizde de endemik olan, ateş ve kanamalarla seyreden mortalitesi ve bulaşıcılığı yüksek viral bir hastalıktır. Olgumuzda Kırım-Kongo kanamalı ateşinin seyri sırasındaki kanamalar nedeniyle kompartman sendromu gelişmiştir.
Acute extremity compartment syndrome is a clinical entity characterized by proceeding to tissue necrosis as a result of highly raised pressure within a fascial space causing a disruption of the perfusion pressure necessary for tissue viability. Mostly it is caused by fractures and soft tissue traumas. In this article a case with compartment syndrome in forearm which was developed by a rare cause was reported. Crimean-Congo haemorrhagic fever is a highly mortal and transmissible viral disease, characterized by fever and bleedings and is endemic in our country in recent years. The compartment syndrome was developed due to bleedings in the course of Crimean-Congo haemorrhagic fever in this case.
Abstract