GİRİŞ ve AMAÇ: Primer lenfatik alanlar dışındaki dokulardan kaynaklanan Non-Hodgkin lenfomalara primer ekstranodal lenfoma (PEL) denmektedir. Gastrointestinal sistemin PEL’i (PGISL) buradaki lenfatik dokulardan köken alır. 18F-FDG PET/BT lenfomalarda genel ve hastalıksız sağkalım açısından yüksek prognostik değere sahiptir. Amacımız düşük grad ve yüksek grad PGISL’de primer evreleme 18F-FDG PET/BT’de tutulum şekillerini, özelliklerini, yüksek grad PGISL’de metabolik tümör parametrelerinin prognostik önemi ile birlikte araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2004-2015 yılları arasında PGISL (evre 1-2) tanısı konmuş 39 hasta bu retrospektif kohort çalışmaya dahil edildi. Hastalara tedaviden önce primer evreleme 18F-FDG PET/BT çekilmiş ve maksimum standardize uptake değeri (SUVmaks), ortalama standardize uptake değeri (SUVortalama), metabolik tümör hacmi (MTV) ve total lezyon glikolizi (TLG) gibi metabolik tümör parametreleri hesaplanmıştı. Düşük grad ve yüksek grad PGISL metabolik tümör parametreleri açısından karşılaştırıldı. Yüksek grad PGISL’de Cox regresyon modelleri üzerinden hastalıksız sağkalım ile ilişkili faktörler tespit edildi.
BULGULAR: Düşük grad ve yüksek grad PGISL arasında SUVmaks, SUVortalama, MTV, TLG, nüks, mortalite, genel ve hastalıksız sağkalım açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır. Yüksek grad PGISL’de nüks ve metastaza etki eden tüm potansiyel risk faktörlerinin (cinsiyet, yaş, site, SUVmaks, SUVortalama, MTV, TLG) tek ve çok değişkenli Cox regresyon analizinden sonra metabolik tümör parametrelerinin bir risk faktörü olmadığı görülmüştür.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Metabolik tümör parametreleri özellikle diffüz büyük B hücreli varyant ve primer gastrik lenfoma başta olmak üzere yüksek grade PGISL’nin prognoz tahmininde faydalı değildir. İlk izlenimler hasta yönetiminde bir rolleri olamayacağı yönündedir.

INTRODUCTION: Non-Hodgkin’s lymphomas arising from tissues other than primary lymphatic sites are classified as primary extranodal lymphomas (PEL). PELs of the gastrointestinal system (PGISL) originate from the lymphatic tissues within the gastrointestinal tract. The prognostic value of 18F-FDG PET/CT in lymphomas is high in terms of both overall survival (OS) and disease-free survival (DFS). Our aim was to investigate the uptake patterns and properties of low-grade and high-grade PGISL on primary staging 18F-FDG PET/CT, as well as the prognostic significance of metabolic tumor parameters in high grade PGISL.
METHODS: Thirty-nine patients with PGISL were enrolled in this retrospective cohort study between 2004-2015. Primary staging 18F-FDG PET/CT have been performed and quantitative parameters of SUVmax, SUVmean, metabolic tumor volume (MTV), total lesion glycolysis (TLG) have been calculated for all patients prior to treatment. Low-grade and high-grade PGISL were compared in terms of metabolic tumor parameters. Cox regression models were performed to determine factors that correlate with DFS in high-grade PGISL.
RESULTS: There were statistically significant differences between high-grade and low-grade PGISL in terms of SUVmax, SUVmean, MTV, TLG, recurrence, mortality, DFS and OS. None of the potential risk factors (sex, age, site, SUVmax, SUVmean, MTV, TLG) for recurrence and metastasis in high grade PGISL was identified as a risk factor on univariate and multivariate Cox regression analysis.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Metabolic tumor parameters are not predictive markers in high-grade PGISL, especially in diffuse large B cell variant and primary gastric lymphoma. The first implications suggest they will not play a role in patient management.

Abstract | Full Text PDF

GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı onkoloji hastalarının 18F-florodeoksiglukoz (18F-FDG) pozitron emisyon tomografisi/bilgisayarlı tomografisinde (PET/BT) tesadüfen saptanan tiroid bezi fokal tutulumunun insidansını ve klinik önemini ve bu hastalarda benign ve malign tiroid insidentalomalarının maksimum standardize tutulum değerini (SUVmaks) değerlendirmek ve literatürü gözden geçirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Dört yıl boyunca yapılmış 7252 18F-FDG PET/BT incelemesi retrospektif olarak değerlendirildi. Tiroid bezinde insidental fokal 18F-FDG tutulumu olanlar incelemeye dahil edildi.
BULGULAR: 7252 hastanın 157’sinde insidental fokal tiroid 18F-FDG tutulumu saptandı (%2,2). Yüz yirmi sekiz hastada yeterli takip verisi mevcuttu (≥12 ay), bunların 57’sine (%45) biyopsi uygulanmış ve 71’i klinik olarak takip edilmişti. Yüz yirmi sekiz hastanın 14’ünde malignite saptanmıştı (%10,9). Benign tiroid insidentalomalarının ortanca maksimum standardize tutulum değeri (SUVmaks 4,8) ile malign tiroid insidentalomalarının değerleri (SUVmaks 6,3) arasında istatistiki olarak anlamlı fark saptandı, ancak her iki grup arasındaki geniş aralıklı örtüşme olduğundan malignite saptamada klinik olarak yararlı olabilecek bir SUVmaks eşik değeri saptanmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: 18F-FDG pozitif fokal tiroid insidentaloması onkolojik PET/BT taramalarının %2,2’sinde görüldü ve 128 hastanın %10,9’unda malignite mevcuttu. Bu oran günümüze kadar Kuzey Amerika çalışmalarında bildirilen en düşük düzeydir ve literatürde bildirilen ortalama malignite oranından (%35) ciddi şekilde azdır. Bazı çalışmalarda önerildiği gibi tüm 18F-FDG pozitif tiroid insidentalomalarının invazif biyopsisi sağlam bir temele dayanmamaktadır, optimal yaklaşımı belirlemek için ileri çalışmalara ihtiyaç vardır. Malignite saptamak için klinikte kullanılabilecek bir SUVmaks eşik değeri bulunmamıştır, bu hastaları konservatif olarak takip etmek için PET/BT yararlı bir modalite olmayabilir.

INTRODUCTION: The purpose of the current study is to examine the incidence and clinical significance of unexpected focal uptake of 18F-fluorodeoxyglucose (18F-FDG) on positron emission tomography/computed tomography (PET/CT) in the thyroid gland of oncology patients, the maximum standardized uptake value (SUVmax) of benign and malignant thyroid incidentalomas in these patients, and review the literature.
METHODS: Seven thousand two hundred fifty-two 18F-FDG PET/CT studies performed over four years, were retrospectively reviewed. Studies with incidental focal 18F-FDG uptake in the thyroid gland were further analyzed.
RESULTS: Incidental focal thyroid 18F-FDG uptake was identified in 157 of 7252 patients (2.2%). Sufficient follow-up data (≥12 months) were available in 128 patients, of whom 57 (45%) had a biopsy performed and 71 had clinical follow-up. Malignancy was diagnosed in 14 of 128 patients (10.9%). There was a statistically significant difference between the median SUVmax of benign thyroid incidentalomas (SUVmax 4.8) vs malignant (SUVmax 6.3), but the wide range of overlap between the two groups yielded no clinically useful SUVmax threshold value to determine malignancy.
DISCUSSION AND CONCLUSION: 18F-FDG positive focal thyroid incidentalomas occurred in 2.2% of oncologic PET/CT scans, and were malignant in 10.9% of 128 patients. This is the lowest reported malignancy rate in a North American study to date, and significantly lower than the average malignancy rate (35%) reported in the literature. Invasive biopsy of all 18F-FDG positive thyroid incidentalomas, as recommended by some studies, is unwarranted and further research to determine optimal management is needed. There was no clinically useful SUVmax cut-off value to determine malignancy and PET/CT may not be a useful imaging modality to follow these patients conservatively.

Abstract | Full Text PDF

GİRİŞ ve AMAÇ: Seronegatif spondiloartrit (SpA) aksiyal iskelet, entezler ve nadiren perifer eklemlerin kronik enflamasyonu ile karakterizedir. Sakroiliak eklem tutulumu, sakroiliit, patognomonik bir radyografik bulgu olarak kabul edilir. Manyetik rezonans görüntüleme (MRG) erken tanı için tercih edilen yöntemdir. Kemik sintigrafisi (KS) kemik ve eklem hastalığının tanısında yüksek duyarlılığa sahiptir. KS’nin sakroiliit tanısındaki kısıtlı değeri planar görüntüleme kullanılmasına bağlı olabilir. Bu çalışmada SpA’da SPECT’in rolünün MRG ile karşılaştırılması amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Enflamatuvar sırt ağrısı olan 43 hastaya sakroiliak değerlendirme için MRG ve KS uygulandı, sakroiliit tanısı için aynı bölgenin SPECT değerlendirilmesi ile kombine edildi.
BULGULAR: Kemik SPECT, MRG ile tam tutarlılıkla, 11 hastada herhangi bir sakroiliit bulgusu ortaya koymadı. İki hastada kronik lezyonlara ait bulgular her iki modalitede de görüldü. Kemik SPECT ve MRG bulguları aktif sakroiliit değerlendirmesi açısından hafif SPECT bulguları ve negatif MRG değerlendirmesi olan ancak bir yıl sonra pozitif takip MRG’si ile AS tanısı konulan bir hasta haricinde, tamamen uyumlu idi. Tüm iskelet sistemi planar görüntülemesi ve SPECT ile değerlendirme ek lezyonlar ortaya koydu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kemik SPECT aktif sakroiliit tanısı için güvenilir bir görüntüleme yöntemidir. Ekonomik ve yaygın olarak erişilebilen bir tanı yöntemi olan planar KS ile kullanımı klinisyene yardımcı olabilecek değerli bir yöntem olarak gözükmektedir.

INTRODUCTION: Seronegative spondyloarthritis (SpA) is characterized by chronic inflammation affecting the axial skeleton, entheses and occasionally peripheral joints. The involvement of the sacroiliac joints, sacroiliitis, is considered as a pathognomonic radiographic finding. Magnetic resonance imaging (MRI) is the method of choice for its early detection. Bone scintigraphy (BS) is characterized by high sensitivity in the diagnosis of bone and articular diseases. Limited value of BS in the diagnosis of sacroiliitis may be attributed to the use of planar imaging. In the present study, we aimed to investigate the role of SPECT in SpA, compared to MRI.
METHODS: Forty-three patients suffering from inflammatory back pain underwent MRI evaluation of the sacroiliac joints and BS, combined with SPECT in the same region, for the assessment of sacroiliitis.
RESULTS: Bone SPECT revealed no findings of sacroiliitis in 11 patients, with total agreement with MRI. Findings of chronic lesions were demonstrated from both modalities in 2 patients. Bone SPECT and MRI findings were in concordance regarding the investigation of active sacroiliitis, with the exception of one patient with mild SPECT findings and negative MRI examination; the diagnosis of AS however, was established one year later, after a positive follow-up MRI. The evaluation of the planar imaging of the whole skeleton and SPECT imaging, revealed additional lesions.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Bone SPECT is a reliable imaging method in the diagnosis of active sacroiliitis. Its application on planar BS, an economic and widely available diagnostic technique, appears to be a valuable aid for the clinician.

Abstract | Full Text PDF

GİRİŞ ve AMAÇ: Koroner arter hastalığı tanısında miyokard perfüzyon SPECT (MPS) görüntüleme spesifitesini artırmak için pron pozisyonlama, iteratif rekonstrüksiyon (IR-OSEM) ve elektrokardiyogram (EKG) tetikleme gibi yöntemler geliştirilmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu yöntemleri birbirleriyle karşılaştırmak amacıyla, kombine gated supin ve pron Tc-99m MIBI MPS görüntülemesi yapılan 45 hastanın görüntüleri retrospektif olarak yeniden değerlendirildi. Her iki görüntüleme de IR-OSEM ile rekonstrükte edilerek [supin (SIR), prone (PIR)], rutin filtered-back projeksiyon (FBP) ile rekonstrükte edilmiş görüntülerle [supin (SFBP), prone (PFBP)] karşılaştırıldı. Perfüzyon, duvar hareketi (WM) ve kalınlaşması görsel olarak değerlendirilerek normal veya anormal olarak gruplandırıldı. Miyokardiyal segmental aktivite tutulum oranları 17 segment modeline göre değerlendirildi.
BULGULAR: İnferior duvar % aktivite tutulum oranlarında dört yöntemde anlamlı farklılık bulundu. Normallik oranı en yüksek PIR görüntülerde ve takiben sırasıyla PFBP ile SIR görüntülerdeydi. Perfüzyonu anormal hasta sayısı SFBP, PFBP, SIR ve PIR görüntülerde sırasıyla 42, 12, 32 ve 6 olarak değerlendirildi. Bu altı hasta istirahat görüntüleriyle birlikte tekrar değerlendirildiğinde sabit perfüzyon defekti tespit edildi. WM ile PFBP perfüzyon ve PIR perfüzyonu arasında korelasyon tespit edildi. WM anormal olan hasta sayısı 16 iken, PIR görüntülerde perfüzyonu anormal olan hasta sayısı 6 idi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Egzersiz sonrası MPS’ye eklenen pron görüntüleme, özellikle IR-OSEM ile rekonstrükte edildiğinde, inferior duvarda atenüasyonu belirgin azaltmaktadır. Pron görüntüleme uygulanamadığında EKG-tetikleme de yardımcı bir yöntemdir.

INTRODUCTION: Prone positioning, iterative reconstruction (IR-OSEM) and electrocardiography (ECG) gating have been demonstrated to improve the specificity of myocardial perfusion SPECT (MPS) in the diagnosis of coronary artery disease.
METHODS: The gated supine and prone MPS images of 45 patients were reconstructed with both IR-OSEM [supine (SIR) and prone (PIR)] FBPs [supine (SFBP), prone (PFBP)] for comparison. Perfusion, wall motion (WM) and wall thickening were also interpreted semi-quantitatively. Two groups were generated as those with normal or abnormal findings. Segmental myocardial tracer uptake values were noted from four of the reconstructed images from 17 segment model of bullseye.
RESULTS: The difference between mean values and the standard deviations of the % tracer uptakes of inferior wall segments were statistically significant in all images. The normalcy rates were highest in PIR images, followed by PFBP and SIR images. The number of patients with any perfusion abnormality were 42, 12, 32, and 6, in SFBP, PFBP, SIR and PIR images, respectively. The six patients with perfusion abnormality in PIR images were re-evaluated with rest images and were diagnosed with a fixed perfusion defect. There was positive correlation between WM and either PFBP or PIR images. Sixteen patients’ WM were evaluated as abnormal while only 6 patients’ perfusions were abnormal in PIR.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Prone imaging in addition to a supine perfusion SPECT improves imaging quality of the inferior wall, especially when reconstructed with iterative methods. If prone imaging can not be performed, ECG-gating can also be used as a beneficial method.

Abstract | Full Text PDF

Süper görüntü kemik sintigrafisinde iyi bilinen bir bulgu olup simetrik olarak artmış kemik tutulumu ve böbreklerin görüntülenmemesi ile karakterizedir. Sy ve ark. hastalıklı kemik tarafından artan radyofarmasötik alımının azalmış fosfat atılımına ve kemik sintigrafisinde böbreklerin çok düşük düzeyde görüntülenmesine neden olduğunu ileri sürmüşlerdir. 18F-florodeoksiglukoz pozitron emisyon tomografisi/bilgisayarlı tomografide (18F-FDG PET/BT) süper görüntü, prostat kanseri, akciğer kanseri, böbrek adenokarsinomu, gastrik kanser ve böbreğin ilkel nöroektodermal tümörü gibi çeşitli kanserlerde rapor edilmiştir. Burada ilk kez paratiroid karsinoması olan 68 yaşındaki bir kadında hem 18F-FDG PET/BT, hem de Tc-99m metilen difosfonat kemik sintigrafisinde süper görüntü bulgularını sunduk. 18F-FDG PET/BT’de tüm iskelet sisteminde geniş hipermetabolik lezyonlar vardı. İskelet sistemindeki hipermetabolizmanın aksine, karaciğerde, interkostal kaslarda, mediastinumda, barsaklarda ve özellikle beyinde FDG tutulumu çok düşük seviyedeydi. Ek olarak, kemik sintigrafisinde yumuşak dokuya nazaran iskelet sisteminde artmış radyofarmasötik tutulumu ve zayıf genitoüriner sistem aktivitesi vardı.

Super scan is a well-known finding described in skeletal scintigraphy characterized by uniform symmetrically increased radiopharmaceutical uptake by bones and consequently diminished renal parenchymal activity. Sy et al. hypothesized that the faint visualization of renal cortex in bone scintigraphy might be the result of increased uptake of radiopharmaceutical by pathologic bones and reduced phosphate excretion. The super scan on 18F-fluorodeoxyglucose positron emission tomography/computed tomography (18F-FDG PET/CT) has been observed in various conditions such as prostate cancer, lung cancer, renal adenocarcinoma, gastric cancer and primitive neuroectodermal tumor of the kidney. Herein we report the first case of super scan in a 68-year-old-woman with parathyroid carcinoma observed both in 18F-FDG PET/CT and Tc-99m methylene diphosphonate bone scintigraphy. There were extensive hypermetabolic lesions throughout the skeleton in 18F-FDG PET/CT. In contrast to the intense hypermetabolism of the skeleton; the liver, skeletal muscles of the limbs, mediastinum, bowel and especially the brain showed very low FDG uptake. Additionally, there was increased skeletal radiotracer uptake relative to soft tissue, and faint genitourinary tract activity in bone scintigraphy.

Abstract | Full Text PDF

Adenoid kistik karsinom (AKK), sekretuar glandlardan özellikle de tükrük bezlerinden köken alan nadir bir epitelyal tümördür. Sinir invazyonu sıktır ve özellikle akciğer, kemik, karaciğer ve beyin gibi organlara uzak hematojen metastaz yapma potansiyeli yüksektir. Ancak, meme ve hipofiz AKK için tipik metastaz alanları değildir. Bu çalışmada, hipofiz ve meme gibi iki olağan dışı alana metastazı olan baş-boyun AKK olgusunu sunmaktayız

Adenoid cystic carcinoma (ACC) is a rare epithelial malignancy arising from secretory glands, particularly the salivary glands. It tends to invade nerves and has a high potential for distant hematogenous metastasis, especially to the lungs, bone, liver and brain. The breast and hypophysis are not common sites of ACC metastatic disease. Herein, we report a case of ACC of the head and neck region with two unusual sites of metastases, the hypophysis and breast.

Abstract | Full Text PDF

Kemik sintigrafisinde hot kidney görünümü nadir olup, çeşitli faktörlere bağlı olarak görülebilmektedir. Kliniğimizde teknesyum-99m metilen difosfanat (Tc-99m MDP) tüm vücut kemik sintigrafisi yaptığımız iki hastada; ilki avasküler nekroz ön tanısı ile 18 yaşında akut lenfositer lösemi tanılı genç erişkin erkekte, diğeri osteomiyelit ön tanısı ile 9 yaşında sistit tanılı kız çocuğunda hot kidney görünümü izledik. İlk hastada siklosporin kullanım öyküsü vardı, ikinci hasta ise amikasin + vankomisin tedavisi altındaydı. Bildiğimiz kadarıyla, Tc-99m MDP tüm vücut kemik sintigrafisinde siklosporin ve amikasin + vankomisin kullanımına bağlı hot kidney görünümünün gösterildiği ilk olguları sunuyoruz.

The appearance of a hot kidney on bone scintigraphy is rare and can be seen due to various factors. In our clinic, we observed hot kidney appearance in two patients to whom technetium-99m methylene diphosphonate (Tc-99m MDP) whole body scan has been performed: a young male adult at the age of 18 who was diagnosed with acute lymphocytic leukemia with a presumptive diagnosis of avascular necrosis, and a 9-year-old girl with cystitis for a pre-diagnosis of osteomyelitis. The first patient had a history of cyclosporine usage and the second patient was being treated with amikacin + vancomycin. To the best of our knowledge, we present the first cases where hot-kidney appearance on Tc-99m MDP whole body scan due to the use of cyclosporin and amikacin + vancomycin is demonstrated.

Abstract | Full Text PDF

Tc-99m metilen difosfonat (MDP) tüm vücut kemik sintigrafisi kemik metastazlarının araştırılmasında sıklıkla uygulanan bir tetkiktir. Primer ve metastatik kemik kanseri tanısı, kemik enflamasyonunun lokalizasyonu, geleneksel X-ray görüntülerinde izlenemeyen fraktürlerin tanısı, enfeksiyon ve diğer durumlara bağlı gelişebilen kemik hasarının tanısı gibi kemik ile ilişkili çok sayıda durumun teşhisinde yardımcıdır. Ek olarak, kemik sintigrafisi, prostat ve meme kanseri gibi bazı malignitelerin takibinde veya tedaviye yanıtının değerlendirilmesinde sıklıkla kullanılmaktadır. Tüm vücut kemik sintigrafisinde diğer sistemlere ait patolojiler insidental olarak saptanabilir. Bu olguda prostat karsinomu tanısı olan hastada Tc-99m MDP tutan aktif tiroid nodülüne ait ilginç görünümü sunuyoruz.

Tc-99m-methylene diphosphonate (MDP) whole body scintigraphy is the method of choice for detection of metastatic bone diseases. It is primarily used to help diagnose various bone-related conditions such as primary or metastatic cancer of the bone, location of bone inflammation, and fractures that may not be visible on traditional X-ray images, as well as detection of bone damage due to infections and other conditions. In addition, bone scanning is often used for the follow-up or evaluation of response to treatment in some malignancies like prostate and breast cancers. Pathologies of other systems can also be incidentally detected on whole body bone scan. Herein we present an interesting image of an active thyroid nodule that showed Tc-99m MDP uptake in a prostate cancer patient.

Abstract | Full Text PDF

Fontan dolaşım sistemik venöz kanın ventrikülden geçmeden akciğere ulaşmasına neden olan cerrahi girişime bağlıdır. Konjenital kalp hastalığı nedeniyle Fontan dolaşım cerrahisi geçirmiş 18 yaşında bir erkek hasta plöretik göğüs ağrısı ve yüksek D-dimer değeri ile başvurdu. Pulmoner emboliyi (PE) ekarte etmek amacıyla perfüzyon/ventilasyon SPECT yapıldı. PE için şüpheli olacak şekilde sol akciğerde unilateral perfüzyon azalması ve sağ üst lobda uyuşma defekti saptandı. Ancak bilgisayarlı tomografi pulmoner anjiyografi ve klinik takip ile PE olasılığı ekarte edildi. Çoğunluğu tek ventrikül/Fontan dolaşım sahibi ve dolayısıyla tromboembolik hastalık riski altında olan erişkin konjenital kalp hastalıklı popülasyonundaki artış göz önünde tutularak, Fontan fizyolojisi olan hastalarda PE yanlış tanısını ve yanlış yorumu engellemek için perfüzyon patern tuzaklarının bilinmesi önemlidir.

Fontan circulation is the consequence of an operation that results in the flow of systemic venous blood to the lungs without passing through a ventricle. An 18-year old man with a history of congenital heart disease surgically treated with Fontan circulation, presented with pleuritic chest pain and a raised D-dimer level. Perfusion/ventilation SPECT was performed to exclude the possibility of pulmonary embolism (PE) that showed unilateral reduced perfusion of the left lung with a mismatched right upper lobe defect, suspicious of PE. However, subsequent computed tomography pulmonary angiogram and clinical follow-up excluded the possibility of PE, emphasizing the need for knowledge of potential pitfalls to avoid false interpretations. Given the fact that adult congenital heart disease population is growing, with the majority having single ventricle/Fontan circulation and being at risk for thromboembolic disease, knowledge of the perfusion pattern pitfalls is important to avoid false interpretation and preventing the misdiagnosis of PE in patients with Fontan physiology.

Abstract | Full Text PDF