Volume: 11  Issue: 1 - 2012
Hide Abstracts | << Back
EDITORIAL
1.Editorial
Cuma Yıldırım
Page 1
Abstract | Full Text PDF

RESEARCH ARTICLE
2.Factors Associated with Morbidity and Mortality in Patients with Mechanical Bowel Obstruction
Nurkal Halis, Özgür Söğüt, Cahfer Güloğlu, Abdullah Özgönül, Mehmet Tahir Gökdemir, Hasan Mansur Durgun
doi: 10.5152/jaem.2011.076  Pages 1 - 5
Amaç: Mekanik barsak tıkanıklığı tanısı konulmuş hastalarda demografik, etiyolojik ve klinik özellikler değerlendirilerek morbidite ve mortaliteyi etkileyen faktörlerin araştırılması amaçlandı.
Gereç ve Yöntemler: Mekanik barsak tıkanıklığı tanısı alan 171 hastanın bilgileri retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar; mortalite grubu (n=21), morbidite grubu (n=55) ve şifa grubuna (n=95) ayrılarak değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların %70’i erkek olup, %27.4’ü ≥55 yaş idi. Cinsiyetin mortalite ve morbiditeye etkisi anlamlı bulunmazken ileri yaşın etkisi anlamlı bulundu. Yapışıklık en fazla (%45.6) görülen mekanik barsak tıkanıklığı nedeni idi, bunu %17.5 ile inkarsere herni takip etti. Barsak nekrozu mevcudiyeti, mortalite grubu için anlamlı iken, morbidite grubu için anlamlı bulunmadı. Geç başvuru ve birden fazla ek hastalık bulunması mortalite grubu için anlamsız iken morbidite grubu için anlamlı bulundu. Ek hastalık mevcudiyeti ve lökositoz veya lökopeni varlığı mortalite ve morbidite grubu için istatistiksel olarak anlamlı idi.
Sonuç: Mekanik barsak tıkanıklığı olan hastalarda ileri yaş, ek hastalık, lökositoz veya lökopeni mevcudiyeti yüksek mortalite ve morbidite ile ilişkili iken geç başvuru ve birden fazla ek hastalık mevcudiyeti yalnızca morbidite ile ve barsak nekrozu varlığı yalnızca mortalite ile ilişkili bulunmuştur. Risk faktörlerinin iyi bilinmesi morbidite ve mortaliteyi azaltmada etkili olacaktır.
Objective: The aim of this study was to investigate the factors affecting morbidity and mortality by evaluating the demographical, etiological and clinical characteristics of patients with mechanical bowel obstruction.
Materials and Methods: Data for 171 mechanical bowel obstruction patients were evaluated retrospectively. The patients were assessed in mortality (n=21), morbidity (n=55) and recovery (n=95) groups.
Results: Of the patients, 70% were men; and 27.4% were ≥55 years of age. While gender had no impact on mortality and morbidity, age did. Adhesion was observed to be the leading cause (45.6%) of mechanical bowel obstruction, followed by incarcerated hernia in 17.5%. Intestinal necrosis was associated with mortality but not with morbidity. Late presentation and multiple concomitant diseases had no impact on mortality but were associated with morbidity. The presence of a concomitant disease and leukocytosis or leukopenia had a significant impact on both mortality and morbidity.
Conclusion: Older age and presence of a concomitant disease, leukocytosis or leukopenia were established to be associated with mortality and morbidity. Late presentation and multiple concomitant diseases were associated only with morbidity. The presence of intestinal necrosis was associated only with mortality. Establishing the risk factors well will be beneficial in lowering the incidences of morbidity and mortality.
Abstract | Full Text PDF

3.Etiologic Factors, Risk Factors, Diagnoses, and Importance of Colonoscopy in Patients Hospitalized Due to Lower Gastrointestinal Bleeding From Emergency Services
Zikret Köseoğlu, Banu Kara, Ümit Bildedoğan, Adnan Kuvvetli, Ayça Açıkalın, İlker Ünal
doi: 10.5152/jaem.2012.012  Pages 6 - 10
Amaç: Toplumdaki 7 kişiden 3’ünün hayatlarının bir noktasında alt gastrointestinal kanamasından (AGIK) müzdarip olduğu tahmin edilmektedir ve bu durum acil servise başvurunun sık bir nedenidir. Bu çalışmada; AGIK tanılı olgularımızda etiyolojik faktörlerin, risk faktörlerinin, teşhislerin ve kolonoskopinin öneminin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntemler: Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Tıp Kliniğine Ocak 2010 ile Ocak 2011 tarihleri arasında başvurup, Gastroenteroloji ve Genel Cerrahi Kliniklerinde kolonoskopi ile muayene edilmiş AGIK olan 43 olgu retrospektif olarak incelendi. Demografik özellikleri, etiyolojileri, risk faktörleri tanıları ve tedavileri değerlendirildi.
Bulgular: AGIK olan 25 hasta (%58.1) erkek ve 18 hasta (%41.9) kadındı. Hastalar 18-85 yaş arasındaydı. Ortalama yaş 56.4±22.4 yıl olarak bulundu. Hemoroid ve Anal Fissur tanısı alan hastaların yaşları (36.1±15.7) diğer hastalardan (69.7±14.9) anlamlı derecede küçüktü (p<0.001). Hastaların başvuru anındaki yakınma ve bulguları; melena 13 (%30.2) vaka, hematemez 1 (%2.3) vaka, hematemez-melena 1 (%2.3) vaka, hematokezya 25 (%58,1) vaka, karın ağrısı 13 (%30.2) vaka ve diğer nedenlerle acile başvuran hasta sayısı da 1 (%2.3) vakadır. Ayrıca 7 (%16.2) vakada taşikardi, 4 (%9.3) vakada ateş ve 5 (%11.6) vakada hipotansiyon saptandı. Yandaş hastalıklar açısından ise 13 (%30.2) vakada HT, 4 (%9.3) vakada diabetes-mellitus, 6 (%14.0) vakada koroner arter hastalığı, 2 (%4.7) vakada SVH, 1 (%2.3) vakada kalp kapak hastalığı ve 1 (%2.3) vakada KBY saptandı. AGIK hikâyesi 15 (%34.9) vakada pozitif iken sigara içme hikâyesi 14 (%32.6) vakada pozitif olarak saptandı. Risk faktörleri açısından hastaları sorguladığımızda 8 (%18.6) vakada Aspirin kullanımı, 5 (%11.6) vakada NSAİ, 2 (%4.7) vakada antikoagülan, 2 (%4.7) vakada steroid, 2 (%4.7) vakada aspirin ile NSAİ ve 1 vakada (%2.4) NSAİ ile antikoagülan kullanımı saptandı. Hastalarımızın kolonoskopik tanıları; hemoroid 14 (%32.6) vakada, divertikülozis 8 (%18.6) vakada, ülseratif kolit 7 (%16.3) vakada, kolorektal karsinoma 4 (%9.3) vakada, anjiodisplazi 3 (%6.9) vakada, anal fissur 3 (%6.9) vakada saptandı. Sadece 4 (%9.3) vakaya kolonoskopi ile tanı konulamadı. 13 (%30.2) hasta eritrosit transfüzyonu, 7 (%16.2) hasta antibiyotik, 5 (%11.6) hasta kolonoskopik tedavi, 4 (%9.3) hasta da cerrahi tedavi aldı.
Sonuç: Divertikülosis yaşlı hastalarda, ano-rektal hastalıklar ise genç hastalarda en sık görülen AGIK nedeniydi. Kanamaların çoğunun kendiliğinden durdu. Kalanlar da kolonoskopik tedavi yöntemleri ile başarılı bir şekilde tedavi edildi.
Objective: It is estimated that 3 out of 7 people suffer lower gastrointestinal bleeding (LGIB) at some point in life, and it is a frequent cause of emergency department admission. In this study, we aimed to evaluate the etiological factors, risk factors, diagnoses and the importance of colonoscopy in patients with LGIB.
Material and Methods: Forty-three cases with LGIB who were referred to the Emergency Department of Adana Numune Training and Research Hospital, between January 2010 and January 2011 and examined with colonoscopy in the Gastroenterology and General Surgery Departments were retrospectively investigated. Demographical characteristics, etiology, risk factors, diagnoses and treatment modalities were determined.
Results: Twenty-five patients with LGIB (58.1%) were male and 18 (41.9%) were female. The patients were aged between 18 and 85 years. Mean age (±SD) was 56.4±22.4. The average age (36.1±15.7) of patients with hemorrhoids and anal fissures were lower than others (69.7±14.9) (p<0.001). Signs and symptoms of the patients on admission were; melena 13 (30.2%) cases, hematemesis 1 (2.3%) case, hematemesis-melena 1 (2.3%) case, hematochezia 25 (58.1%) cases, abdominal pain 13 (30.2%) cases, and other reasons 1 (2.3%) case. Also, 7 patients (16.2%) had tachycardia, 4 (9.3%) had fever and 5 (11.6%) had hypotension. In terms of the associated diseases, 13 (30.2%) had hypertension, 4 (9.3%) had diabetes-mellitus, 6 (14.0%) had coronary artery disease, 2 (4.7%) had stroke, 1 (2.3%) had heart valve disease, and 1 (2.3%) had CRF. The anamnesis of LGIB was positive in 15 (34.9%) cases while smoking was positive in 14 (32.6%) cases. Risk factors for the disease were, use of aspirin for 8 (18.6%) cases, NSAIDs for 5 (11.6%) cases, anticoagulant for 2 (4.7%) cases, steroid for 2 (4.7%) cases, aspirin+NSAIDs for 2 (4.7%) cases and NSAIDs+anticoagulant for 1 (2.4%) case. Colonoscopic diagnosis of the patients were hemorrhoids for 14 (32.6%) cases, diverticulosis for 8 (18.6%) cases, ulcerative colitis for 7 (16.3%) cases, colorectal carcinoma for 4 (9.3%) cases, angiodysplasia for 3 (6.9%) cases and anal fissure for 3 (6.9%) cases. Colonoscopy was nondiagnostic in only four (9.3%) patients. 13 (30.2%) patients were given red blood cell transfusion, 7 (16.2%) antibiotics, 5 (11.6%) patients were treated endoscopically and 4 (9.3%) patients received surgical treatment.
Conclusion: Diverticulosis was the most common cause of LGIB in older patients while ano-rectal diseases in younger patients. Most bleeding stopped spontaneously, and the remainder were successfully treated with colonoscopic treatment modalities.
Abstract | Full Text PDF

4.Analysis of Patients Applying to the Emergency Department with Subarachnoid Hemorrhage and Relationship Seasonal Variation
Hüseyin Narcı, Jale Kesen Birinci, Murat Uğur, Hüküm Uzun
doi: 10.5152/jaem.2012.013  Pages 11 - 14
Amaç: Bu çalışmada subrakanoid kanama ile başvuran hastaların epidemiyolojik, klinik özellikleri ve kanamanın mevsimsel değişimi incelenmeye çalışıldı.
Gereç ve Yöntemler: Acil servise 2 yıllık süre içinde primer SAK ile başvuran 67 hastanın dosyaları retrospektif olarak incelendi. Her hastanın başvuru şikayeti, başvuru (saati, ayı, mevsimi) eşlik eden hastalıklar, görüntüleme yöntemi, hastanın vital bulguları kaydedildi.
Bulgular: Altmış Yedi hastanın 41’i erkek, 26’sı bayandı. Baş ağrısı ve bilinç bozukluğu başvuru anındaki en sık semptomlardı (%41.1). SAK ile birlikte bulunan patolojiler arasında hipertansiyon (%35.81) ilk sırada yer almaktaydı. Vakaların 30’u saat 06-12 arasında başvururken (p<0.05), 24 vaka ile en çok sonbaharda başvuru oldu (p>0.05). Altı hastanın beyin tomografisi normaldi, bu hastalara yapılan lomber ponksiyonda BOS hepsinde hemorajikti.
Sonuç: SAK ile mevsimsel ilişki arasında herhangi bir istatiksel anlamlılık bulunamadı.Kanamanın sirkadeyn özelik gösterdiği özellikle sabah ve öğle saatleri arasındaki sürede vakaların yüksek oranda olduğu istatiksel olarak saptandı. SAK yüksek mortalite seyreden ciddi bir hastalıktır. Erken görüntüleme ilk 24 saat içinde önemlidir. Özellikle hipertansif hastalığı olan hastaların tansiyon regülasyonu önemlidir. Acil servise şiddetli baş ağrısı ve bilinç bozukluğu ile başvuran hastalarda SAK akılda bulundurulmalıdır.
Objective: In this study, it was aimed to investigate epidemiological and clinical features and the seasonal changes in patients with subarachniod hemorrhage (SAH).
Material and Methods: The history of 67 patients applying to the emergency department with primary SAH for 2 yearswas investigated retrospectively. Symptoms causing application; hour, month and season of application; accompaying diseases, screening methods, and vital findings of each patient were recorded.
Results: Of 67 patients, 41 were men and 26 were female. The most frequent symptoms on admission were headache and confusion (41.1%). Among thedisorders accompanying SAH, hypertention ranked the first (35.81%). While 30 of all cases applied between 06 and 12 o’clock (p<0.05), the highest application rates were in Autumun with 24 cases (p>0.05). Brain CT was within normal limits in 6 patients, and cerebrospinal fluid readings were hemorrhagic in all patients on performing lumbar puncture.
Conclusion: We did not find any significant statistical relation between seasonal variation and SAH. We found a significant statistical relation between morning hours and SAH. SAH is a serious condition with high mortality. Early screening is signicant during the first 24-hour period. The regulation of BP, especially in patients with hypertension, is very important. In patients applying to emergency departments with the complaints of severe headache and confusion, SAH should be taken into cosideration.
Abstract | Full Text PDF

5.Penetrating Peripheral Vascular Injuries
Yüksel Dereli, Ramis Özdemir, Nihan Kayalar, Musa Ağrış, Kemalettin Hoşgör, Ali Suat Özdiş
doi: 10.5152/jaem.2012.014  Pages 15 - 18
Amaç: Penetran periferik vasküler yaralanma tanısıyla cerrahi tedavi uygulanan olgular değerlendirildi.
Gereç ve Yöntemler: Ocak 2005 ile Ocak 2011 tarihleri arasında, penetran periferik vasküler yaralanma tanısıyla cerrahi tedavi uygulanan 231 hasta (184 erkek, 47 kadın ve ortalama yaş 29.80) retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: Etiyoloji 205 (%88.74) olguda kesici - delici alet yaralanması ve 26 (%11.26) olguda ateşli silah yaralanması idi. Yaralanma 144 (%62.33) olguda üst ekstremitede ve 87 (%37.67) olguda alt ekstremitede idi. Vasküler yaralanmaların en sık anatomik lokalizasyonu radial arter (54 lezyon) ve yüzeyel femoral arter (37 lezyon) idi. Tedavi olarak; 69 (%29.87) hastada primer tamir, 97 (%41.99) hastada uç-uca anastomoz, 33 (%14.28) hastada otojen safen ven interpozisyonu, 11 (%4.76) hastada sentetik greft interpozisyonu ve 21 (%9.10) hastada ligasyon uygulandı. 6 (%2.59) hastaya amputasyon uygulandı. Mortalite oranı 3 olgu ile %1.29 idi.
Sonuç: Periferik vasküler yaralanmalarda morbidite ve mortalitenin düşürülmesinde erken tanı, acil cerrahi müdahale, kan ve sıvı replasmanı önemli rol oynar.
Objective: We evaluated the surgical treatment of patients with penetrating peripheral vascular injury.
Material and Methods: Between January 2005 and January 2011, a total of 231 patients (184 male, 47 female and mean age 29.80 years) who underwent surgical treatment for penetrating peripheral vascular injury were evaluated retrospectively.
Results: The causes of injuries were stab wounds in 205 (88.74%) cases and gunshot wounds in 26 (11.26%) cases. Injuries were in the upper extremity in 144 (62.33%) cases and in the lower extremity in 87 (37.67%) cases. The most common anatomical locations of vascular injuries were the radial artery (54 lesions) and superficial femoral artery (37 lesions). As treatment; primary suture in 69 (29.87%) patients, end to end anastomosis in 97 (41.99%) patients, otogenous saphenous vein interposition in 33 (14.28%) patients, synthetic graft interposition in 11 (4.76%) patients and simple ligation in 21 (9.10%) patients were performed. Amputations were performed in 6 (2.59%) patients. Mortality rate was 1.29% with 3 cases.
Conclusion: Early diagnosis, urgent surgical intervention, and replacement of fluid and blood play a significant role in decreasing mortality and morbidity.
Abstract | Full Text PDF

6.Importance of Oxidative Stress in Pathogenesis and its Value in Diagnosis of Pulmonary Embolism Patients
Havva Şahin Kavaklı, Gülhan Kurtoğlu Çelik, Asliddin Ahmedalı, Cemile Koca, Onur Karakayalı
doi: 10.5152/jaem.2012.015  Pages 19 - 22
Amaç: Pulmoner emboli ile ilişkili semptomlar nonspesifik ve diğer birçok klinik durumlardan ayırtedilmesi zor olabilir. Bu çalışmanın amacı, mekanizmanın patofizyolojisini bulmak için pulmoner emboli tanısında oksidatif stres değerini değerlendirmek ve akut PE tanısı alan hastalarda oksidatif stres değişikliklerini saptamaktı.
Gereç ve Yöntemler: Bilgisayarlı tomografi ile PE tanısı doğrulanan 27 hasta retrospektif olarak çalışmaya dahil edilmiştir. Otuz sağlıklı gönüllü kontrol grubu olarak alınmıştır. Serum antioksidan durumu PE hastaları ve sağlıklı gönüllülerde total antioksidan durum (TAS) düzeyleri ölçülerek değerlendirildi. Serum oksidatif durumu total oksidatif durum (TOS) ölçülerek değerlendirildi. Sonra da oksidatif stres indeksi (OSI) hesaplandı.
Bulgular: Hastaların erkek/kadın oranı 15/12 idi. Yaş ortalaması 59.00±21.01 yıldı. Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında TOS ve OSI düzeyleri hasta grubunda arttı (sırasıyla 14.12±9.82 μmol H2O2 equivalent/L vs. 7.83±2.21 μmol H2O2 equivalent/L, p=0.001; 0.66±0.49 arbitrary unit vs. 0.37±0.09 arbitrary unit, p=0.002). Ama her iki grupta TAS düzeylerinde fark yoktu (p>0.05).
Sonuç: Oksidatif stres parametreleri PE nin patofizyolijisinde önemli rol oynar ve diğer tanı araçlarının yanında tanısal bir belirteç olarak düşünülebilir.
Objective: Symptoms related to pulmonary embolism (PE) can be nonspecific and difficult to discriminate from many other clinical situations. The purpose of this study was to evaluate the changes in oxidative stress in patients with acute PE to find t the pathophysiology of the mechanism and to assess the value of oxidative stress in the diagnosis of pulmonary embolism.
Material and Methods: A total of 27 consecutive patients confirmed as PE by computerised tomography (CT) results were retrospectively included in the study. Thirty healthy volunteers were included as the control group. The serum antioxidative status was evaluated by measuring total antioxidant status (TAS) levels in patients with PE and in healthy individuals. The serum oxidative status was evaluated by measuring total oxidant status (TOS). Then the oxidative stress index (OSI) was also calculated.
Results: The male/female ratio of patients was 15/12. Mean age was 59.00±21.01 years. TOS and OSI levels increased in the patient group compared to the control group (respectively, 14.12±9.82 μmol H2O2 equivalent/L vs. 7.83±2.21 μmol H2O2 equivalent/L, p=0.001; 0.66±0.49 arbitrary unit vs. 0.37±0.09 arbitrary unit, p=0.002). But no difference was found in TAS levels of the two groups (p>0.05).
Conclusion: Oxidative stress parameters play an important role in the pathophysiology of PE and it should be considered as a diagnostic marker together with other diagnostic tools.
Abstract | Full Text PDF

7.Analysis of Patient Forms of Prehospital Emergency Medical Services
Zeynep Gökcan Çakır, Atıf Bayramoğlu, Ayhan Aköz, Şule Esen Türkyılmaz, Mücahit Emet, Mustafa Uzkeser
doi: 10.5152/jaem.2012.016  Pages 23 - 26
Amaç: Bu çalışmada Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi İlk ve Acil Yardım Anabilim Dalı Acil Servisine 112 Acil Yardım Ambulansları ile getirilen hastalar için düzenlenen formların niceliğinin incelenmesi suretiyle mevcut durumun tanımlanması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntemler: 01.02.2005 ile 30.06.2007 tarihleri arasında, Erzurum Merkez’den, Erzurum ilçelerinden ve çevre illerden acil servisimize nakledilen 1448 hastaya ait form incelendi. Veri analizinde; Statistical Package for Social Sciences for Windows Version 17.0 paket program kullanıldı.
Bulgular: Bin dörtyüz kırk sekiz formdan 47 tanesi (%3.25) hiçbir şekilde okunamadığı ya da tamamen boş olduğu için incelemeye alınamadı. Hastalara ait demografik bilgilerin %44.2 ile %95.9 arasında, kişisel bilgilerin %38.5 ile %69.1 oranında olmadığını, tıbbi bilgilerin %13.4 ile %98.4 arasında, nakil bilgilerinin %29.3 ile %72.1 oranında, teslim kayıtlarının %3.1 ile %98.6 oranında olmadığını tespit ettik.
Sonuç: Etkili bir kayıt sistemi için, kullanımı basit bir belirleyicinin kullanılması, bütün kimlik bilgilerinin ve öncesine ait sağlık kayıtlarının taşınabildiği elektronik kimlik kartı uygulamasına geçilmesi uygun olacaktır. Ortak veri tabanının bütün hastaneler ve 112 Acil Ambulans Servisi ambulans servisleri için kullanımının zorunlu hale getirilmesi gerekmektedir.
Objective: In this study, a definition of the current status has been aimed at by means of examining the quantity of forms issued for the patients brought to Atatürk University Medical Faculty Emergency Department with the 112 Emergency mobile Service (EMS).
Material and Methods: The forms of 1448 patients transferred to our emergency service from the Erzurum Centrum, Erzurum district and surrounding provinces between the dates of 01.02.2005 and 30.06.2007 were examined. In the data analysis; Statistical Package for Social Sciences for Windows Version 11.0 package program was used.
Results: Fourty-seven units of 1448 forms (3.25%) could not been examined as they could not be read at all or were completely empty. We determined that the demographic information belonging to patients was not available at the rate of between 44.2% and 95.9%, personal information between 38.5% and 69.1%, medical information between 13.4% and 98.4%, transfer information between 29.3% and 72.1% and delivery registrations between 3.1% and 98.6%.
Conclusion: For an effective registration system, it is appropriate to switch to the usage of electronic identity cards in which all identity information and health records can be kept.. It is necessary to make its use obligatory for all hospitals and 112 EMS in order for the common database to be used.
Abstract | Full Text PDF

8.Traumatic First Rib Fractures
Rasih Yazkan
doi: 10.5152/jaem.2012.017  Pages 27 - 30
Amaç: Travmatik birinci kaburga kırığı multisistem yaralanmaları, morbidite ve mortalite ile ilişkilidir. Bu çalışmada travmatik birinci kaburga kırığı ile ilişkili torasik ve ekstratorasik yaralanmaları sunmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntemler: Haziran 2008-Nisan 2011 tarihleri arasında hastaneye yatırılan 162 kaburga kırıklı hastadan 11 (%6.8) birinci kaburga kırığı olan hasta seçildi. Olgular cinsiyet, yaş, travma etyolojileri, torasik ve ekstratorasik yaralanmaları, tanı ve tedavi yöntemleri, morbidite ve mortalite özellikleri açısından değerlendirildi. Bütün olgular acil serviste multidisipliner travma ekibi tarafından değerlendirildi.
Bulgular: Sekiz (%72.7) olgu erkek, 3 (%27.3) olgu kadın, yaş aralığı 27-67, ortalama 36.7 idi. Olguların tamamı künt travma idi. 10 (%90.9) olguya torasik yaralanma eşlik ederken, 3 (%27.3) olguda ekstratorasik yaralanma izlenmedi. Hiçbir olguda damar, sinir yaralanması ve mortalite saptanmadı.
Sonuç: Birinci kaburga kırıkları ciddi torasik ve ekstratorasik yaralanmalarla birlikte olmakla beraber her zaman damar, sinir yaralanması ve mortalite ile ilişkili değildir. Travma ekibi birinci kaburga kırığının potansiyel ciddiyetini bilmelidir. Multidisipliner yaklaşım, erken tanı, uygun tedavi ve yoğun bakım takibi ile morbidite ve mortalite önlenebilir.
Objective: Traumatic first rib fracture is associated with multisystem injuries, morbidity and mortality. We wish to report thoracic and extrathoracic injuries related with traumatic first rib fracture in this study.
Material and Methods: Due to rib fractures, 162 cases were hospitalized between June 2008-April 2011, 11 (6.8%) of these cases were accompanied by first rib fracture. The first rib fracture patients were evaluated according to gender, age, etiologies of trauma, thoracic and extrathoracic injuries, diagnostic and treatment modalities, morbidity and mortality. All patients were evaluated by a multidisciplinary trauma team in the emergency department.
Results: Eight cases (72.7%) were male and 3 (27.3%) were female, ages ranged from 27 to 67 age, the average was 36.7. All of the cases were blunt trauma. 10 (90.9%) cases included thoracic injuries, 3 (27.3%) cases had no extrathoracic injuries. There was no any vascular, neurological injuries and mortality.
Conclusion: The first rib fracture is associated with serious thoracic and extrathoracic injuries, but not always with vascular, neurological injuries and mortality. The trauma team must know the potential severity of the first rib fracture. A multidisciplinary approach, early diagnosis, appropriate treatment and observation in the intensive care unit may be prevent morbidity and/or mortality.
Abstract | Full Text PDF

9.Evaluation of Intoxication Cases Applying to the Emergency Department of Medical School Hospital
Cem Zeren, Ali Karakuş, M. Murat Çelik, Vefik Arıca, Murat Tutanç, M. Mustafa Arslan
doi: 10.5152/jaem.2012.018  Pages 31 - 34
Amaç: Zehirlenmeler geçmişten bu yana insanların önemli sorunlarından biridir. Zehir tanımı ilk olarak İngilizlerde 1230 yıllarında ölümcül olabilen ilaçları tanımlamak için kullanılmıştır. Çalışmamızda Mustafa Kemal Üniversitesi Hastanesi Acil Servisine 1 Ocak 2006-31 Aralık 2010 tarihleri arasında başvuran zehirlenme olgularının geriye dönük değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntemler: Acil servise belirtilen tarihlerde başvuran zehirlenme olguları geriye dönük olarak tarandı. Olguların yaş, cinsiyet, getirildikleri yerler, klinik durumları, zehirlenme türleri, zehirlenme dönemleri, tedavi yerleri ve metotları, yatış süreleri ve sonuçları değerlendirildi.
Bulgular: Yüz otuz dört zehirlenme olgusu çalışmaya alındı. Tüm olguların %30.6’sı erkek, %69.4’ü kadındı. Yaş ortalaması 27.87±12.97 idi. Olgular hastaneye başvurduklarında, %53.7’sinin bilincinin açık, %35.1’inin konfüze, %11.2’sinin bilincinin kapalı olduğu görüldü. Zehirlenmeye neden olan ilaçlar; çoklu ilaç (47hasta-%35.1), antidepresanlar (29 hasta-%21.6) ve tarım ilacı (26 hasta-%19.4) olarak belirlendi. Zehirlenmelere en sık aralık ayında rastlandı. Yüz yirmi üç (%91.8) hastaya mide yıkaması, aktif kömür ve antidot tedavisi uygulandı.Olguların 75’inin (%56) acil yataklı serviste, 21’inin (%15.6) yoğun bakımda yattığı, 38 hastanın (%28.4) ise acilde gözlem sonucu taburcu edildiği tespit edildi. Olguların çoğunun (53 olgu-%39.6) 3 gün yattığı belirlendi. Olgular takip ve tedavi sonuçlarına göre değerlendirildiğinde; 131 olgunun (%97.8) tedavi sonrası taburcu edildiği, 3 olgunun (%2.2) sevk edildiği görüldü. Takip edilen zehirlenme olgularında ölüm görülmedi.
Sonuç: Zehirlenmeler en sık; çoklu ilaç alımı sonrası, erişkinlerde intihar amaçlı, çocuklarda yanlışlıkla alma ile olmuştur. Hastaların çoğunun acil yataklı servisde takip edilerek taburcu edilmesi, deneyimli acil hekimleri tarafından yapılabilmektedir. Zehirlenme vakalarını azaltmak için;aile ve toplumun eğitilmesi, temizlik maddeleri ve ilaçların kolay ulaşılabilir yerlerde tutulmaması, gereksiz ilaç reçete edilmemesi ve reçetesiz ilaç satılmaması önerilebilir.
Objective: Poisoning has been an important human problem since ancient times. The definition of a poison as a substance drug whch was potentially fatal was first introduced by the British in 1230. In our study, we aimed to retrospectively evaluate the cases of poisoning admitted to the Mustafa Kemal University Hospital between January 1, 2006 and December 31, 2010.
Material and Methods: Poisoning cases admitted to the emergency room were reviewed retrospectively. Age, gender, places of transportation,clinical status, types of poisoning, intoxication periods, locations and methods of treatment, length of stay and outcomes were evaluated.
Results: A total of 134 cases of poisoning were studied, of whom 30.6% were male and 69.4% were female. The mean age was 27.87±12.97. The cases were referred to hospital, 53.7% were fully conscious, 35.1% were confused and 11.2% were unconscious Drugs that cause poisoning were classified as,multiple drug (47patients-35.1%), antidepressants (29 patients-21.6%) and pesticides (26 patients-19.4%), respectively. Poisoning is most commonly seen in December. One hundred and twenty-three (91.8%) patients were treated by gastric lavage, activated charcoal and antidote. Seventy-five patients (56%), in the emergency bed service, 21 out (15.6%) in intensive care and 38 patients (28.4%) under emergency observation were discharged following observation. Most of the cases (53 cases 39.6%) were (determined 3 days lies) kept under observation as inpatients for 3 days. The patients were evaluated according to the results of follow-up and treatment; 131 patients (97.8%) were discharged after treatment, 3 patients (2.2%) were transferred No death occurred in the cases of poisoning which were treated.
Conclusion: Poisoning was most commonly seen following multiple drug intake, in suicide attempts in adults, and in children by accidental ingesting. Most of the patients can be kept under observation in emergency beds and discharged from the service, by experienced emergency physicians. In order to reduce the incidence of poisoning, the family and society should be educated cleaning agents kept in inaccessible places and advice given regarding not prescribing unnecessary drugs or selling drugs without prescription.
Abstract | Full Text PDF

10.Bicycle Related Injuries in Adults and Children in the Central Anatolian Region: Analysis of 4 Years
Seda Özkan, Okhan Akdur, İbrahim İkizceli, Polat Durukan, Afşın İpekci, Erdoğan Mütevelli Sözüer
doi: 10.5152/jaem.2012.019  Pages 35 - 40
Amaç: Çalışmamızda bisiklet kazalarına bağlı yaralanmalarla acil servisimize başvuran çocuk ve erişkin hastaların yaralanma özelliklerinin araştırılması ve karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntemler: Çalışma Ocak 2005-Aralık 2008 tarihleri arasında acil servise bisiklet kazası ile gelen olguların dosyalarına acil servis ve arşiv kayıtlarından ulaşılarak geriye dönük olarak gerçekleştirildi. Hastalar erişkin ve çocuk yaş grubu olmak üzere iki gruba ayrıldı. Hastaların yaş, cinsiyet, kazaların oluştuğu aylar, yaralanmanın oluştuğu mekan, yaralanma mekanizması, yaralanan vücut bölgeleri, tanı ve tedaviler, taburculuk ve yatış oranları incelendi. İki grubun karşılaştırılmasında Student t testi kullanıldı.
Bulgular: Toplam olgu sayısı 150 bulundu. Olguların %79’unu çocuk, %21’ini erişkin yaş grubu oluşturdu. Kazaların sayısının özellikle yaz aylarında arttığı tespit edildi. Çocuklarda oluşan kazaların %71.4’ü erişkinlerin ise tamamı cadde ve sokakta meydana gelmiştir. Çocuklarda (%91) ve erişkinlerde (%90) bisikletten düşme en fazla görülen yaralanma mekanizmasıydı. Baş-boyun bölgesi çocuklarda %32, erişkinlerde ise %40 ile en fazla yaralanmaya maruz kalan vücut bölgesi tespit edildi. Çocuk olguların %78’i, erişkinlerin ise %84’ü acil serviste takip ve tedavi sonrası taburcu edildi. Yaralanma şiddeti açısından iki grup arasında anlamlı fark mevcuttu.
Sonuç: Bisiklet kazalarına bağlı yaralanmaların çoğu cadde-sokaklarda, okulun tatil olduğu yaz aylarında ve çocuklarda meydana gelmektedir. Ciddi yaralanmalar erişkinlerde daha fazla görülmektedir.
Objective: We aimed to investigate and compare the features of child and adult injuries due to bicycle accidents admitted to our emergency department.
Material and Methods: The study was carried out retrospectively by searching the files of patients admitted to the emergency department due to bicycle accidents in the emergency department and archive records between the dates of January 2005-December 2008. The patients were divided into two groups as adults and children. Age and sex of the patients, season or month of injuries, place and mechanism of injury, site of the injury, diagnosis and treatment modalities, discharge and hospitalization rates were evaluated. Student t test was used for two group comparison.
Results: A total of 150 patients were included in the study. 79% of the patients were in the child age group, 21% were adults. It was determined that the number of accidents increased especially in the summer months. 71.4% of accidents concerning children and all adult accidents occurred in the streets. Falling off the bicycle was the most common cause of injury in children (91%) and adults (90%). The head and neck region was the most common body site subjected to injury in both children (32%) and adults (40%). There was a significant difference between the two groups with respect to injury severity.
Conclusion: Most of the injuries due to bicycle accidents in children happen, in the streets, in summer months and during school vacations. Although not statistically significant, it was seen that adult injuries were more serious.
Abstract | Full Text PDF

REVIEW
11.A New Approach To Chest Pain in the Emergency Room: “Triple Rule-Out” CT
Tuba Cimilli Öztürk, Özlem Güneysel, Onur Yeşil, Şebnem Eren Çevik
doi: 10.5152/jaem.2011.069  Pages 41 - 46
Göğüs ağrısı tüm acil servis başvurularının önemli bir bölümünü oluşturan ve ciddi sonuçları olabilen bir sağlık sorunudur. Ayırıcı tanısı için birçok tetkik ve uzun takip süreleri gerekmektedir.. Aort, pulmoner damarlar ve koroner damarların aynı anda görüntülenebilmesini sağlayan yeni bir bilgisayarlı tomografi tekniği olan “triple rule-out” teknolojik altyapısındaki yeni gelişmelerle akut göğüs ağrısı takip protokollerini değiştirmeye aday bir tanı yöntemidir. Bu yazıda şu ana kadar konuyla ilgili yapılmış çalışmalar ışığında triple rule-out BT’nin acil serviste kullanılabilirliği tartışılmaktadır.
Chest pain constitutes an important part of all emergency room visits and can lead to serious heath problems. Generally the differential diagnosis and follow-up period should be long lasting. Triple rule-out computed tomography is a new technique which can provide visualization of coronary arteries, pulmonary vasculature and aorta with a single shot. With rapidly developing technologies, it becomes a candidate for changing the “acute chest pain” follow-up protocols. In this review we attempt to discuss the applicability of triple rule-out CT in the emergency room in the light of new studies on the issue.
Abstract | Full Text PDF

CASE REPORT
12.Staphylococcus Hominis Native Tricuspid Valve Endocarditis Following Spontaneous Abortus
Hatice Ender Soydinç, Murat Yüce, Emine Sarı, İbrahim Sarı, Cuma Yıldırım, Vedat Davutoğlu, Süleyman Ercan
doi: 10.5152/jaem.2011.046  Pages 47 - 49
Gebeliğinin 5. haftasında spontan abortus meydana gelen ve abortustan 3 gün sonra yüksek ateş, titreme ve üşüme şikayetleri başlayan hastaya nonspesifik tedaviler başlanmış. Sonrasında yapılan transtorasik ekokardiyogrjafide triküspit kapakta vejetasyon ve kan kültüründe Stafilokokus Hominis üremesi olması üzerine infektif endokardit tedavisi başlandı. Antibiyotik tedavi sonrası kliniği düzelen, vejetasyonu yok olan hasta tedaviden 1 ay sonra tekrar gebe kaldı ve sağlıklı bir doğum gerçekleştirdi. Stafilokokus Hominis cilt florasında bulunan daha çok protez kapak, yabancı materyal ve immünsüprese hastalarda endokardite yol açan koagulaz negatif stafilokok grubundan mikroorganizmadır. Biz bu yazıda sağlıklı 31 yaşındaki hastada 1. ay gebelik sırasında oluşan spontan abortus sonrası triküspit kapak infektif endokarditi gelişen olguyu sunmaya çalıştık. Bildiğimiz kadarıyla bizim vakamız gebelik veya abortusla ilişkili literatürdeki ilk nativ kapak Stafilokokus Hominis endokardit vakasıdır.
The patient had a spontaneous abortion in the fifth week of her pregnancy and had nonspecific treatment due to fever and chills that had started 3 days after the spontaneous abortion. She was diagnosed and treated as endocarditis as there was vegetation on the tricuspid valve on transthoracic echocardiography, and blood culture revealed Stphylococcus Hominis. The patient completely recovered from endocarditis after antibiotic treatment and had another pregnancy ending with normal birth without any complication. Stphylococcus Hominis is a coagulase negative microorganism that normaly exists in skin flora, causing endocarditis more commonly in immunesuppressed subjects, patients with prosthetic valves and acessory devices. Here in this case report, we present a 31 year-old woman who had the complication of native tricuspid valve endocarditis after spontaneous abortus in her fifth week of pregnancy. To our knowledge, the present case is the first to be reported as a native valve endocarditis caused by Stphylococcus Hominis associated with pregnancy or abortus.
Abstract | Full Text PDF

13.Cardiac Rupture Due to Fall: a Case Report
Mehmet Tahir Gökdemir, Mehmet Karasu, Mustafa Burak Sayhan, Cemil Kavalcı, Özgür Söğüt
doi: 10.5152/jaem.2011.047  Pages 50 - 51
Yüksekten düşmeler tüm yaş grupları için önemli bir mortalite ve morbidite nedenidir. Yüksekten düşmeye bağlı kardiyak rüptür görülmesi oldukça nadirdir. Üç yaşında erkek çocuğu, 112 ambulansı ile şok tablosunda acil servisimize getirildi. Çocuğun 20 metre yüksekten düştüğü öğrenildi. Otopside ölümün sağ ventrikül rüptürü sonucu olduğu görüldü.
Falls commonly seen in all age groups are important causes of morbidity and mortality. Traumatic cardiac rupture due to falls is rarely seen. A three-year-old boy was admitted to our emergency department in shock with 112 ambulance. The child had fallen from a height of 20 meters. Death was seen as a result of the rupture of the right ventricle at the autopsy.
Abstract | Full Text PDF

14.Massive Pulmonary Embolism with Mobile Right Atrial Thrombus in a Pregnant Patient Using Valproic Acid
Hatice Ender Soydinç, Murat Yüce, Emine Sarı, Sema Yavuz, İbrahim Sarı, Vedat Davutoğlu, Remzi Yiğiter, Murat Akçay
doi: 10.5152/jaem.2011.048  Pages 52 - 54
Pulmoner emboli hayatı tehdit eden bir durumdur. Hamilelik pulmoner emboli için risk faktörleri arasındadır. Potansiyel teratojenik etkilerinden dolayı hamilelikte trombolitik kullanımında çekince vardır. Valproik asit, en çok kullanılan antiepileptik ilaçlardan olmakla beraber, teratojenik potansiyelinden dolayı hamilelikte kullanımı tartışmalıdır. Valproik asit kullanımının yan etkileri arasında karaciğer enzimlerinde artış ve trombositopeni bildirilmiştir. Üstelik, ürün bilgisi hamilelikte valproik asit kullanımı sırasında hastanın düşük fibrinojen ve trombosit seviyeleri ile kanama riski nedeniyle monitorize edilmesi konusunda uyarıda bulunmaktadır. Bu vaka takdimi valproik asit kullanan 30 yaşında ve ilk trimesterdeki bir hamilede sağ atriyumdaki mobil trombusun neden olduğu masif pulmoner embolinin doku plazminojen aktivatörü ile başarılı bir şekilde tedavi edildiğinden bahsetmektedir ve daha önce bildirilmemiştir. Takiplerde hastanın herhangi bir semptom ve bulgusu olmadı ve spontan vajinal doğum ile bir bebek dünyaya getirdi. Bebek tamamen sağlıklıydı ve herhangi bir problemi veya deformitesi mevcut değildi.
Pulmonary embolism is a life threatening condition. Pregnancy is among the risk factors of pulmonary embolism. There is reluctance about using thrombolytics s during pregnancy due to potential teratogenic effects. Valproic acid is one of the most commonly used antiepileptic agents, hovewer, its use during pregnancy is controversial because of the teratogenic potential. Among adverse effects of valproic acid use, elevated liver enzymes, thrombocytopenia have been reported. Moreover, product literature warns that pregnant women using valproic acid should be monitored for low fibrinogen and platelets and the potential for bleeding. The present case report describes successful treatment of a massive pulmonary embolism with tissue plasminogen activator (t-PA), caused by a mobile right atrial thrombus in a 30-year-old first trimester pregnant women using valproic acid. This has not been reported previously. During follow-ups, she was free of any signs or symptoms and gave birth to a baby by spontaneous vaginal delivery. The baby was completely healthy without any problem or deformity.
Abstract | Full Text PDF

BRIEF REPORT
15.NMRT and Trabzon NMRT’s Van Erciş Earthquake Operation
Umut Eryiğit, Ersen Saraç, Serkan Sayar, Ömer Yetim, Hatice Furuncu, Zafer Ocak, Zafer Balcı, Evren Çakıroğlu
doi: 10.5152/jaem.2012.001  Pages 55 - 60
UMKE (Ulusal Medikal Kurtarma Ekibi) ekipleri ulusal ve uluslararası her tür afet ve olağandışı durumlarda afetzedelere medikal kurtarma yapmak amacıyla kurulmuş sağlık çalışanlarından oluşan ekiplerdir. Halen ülke genelinde, UMKE temel eğitimini almış aktif olarak medikal kurtarmada görev almaya hazır 2400 civarında UMKE personeli mevcuttur. Sağlık Bakanlığının planlamaları doğrultusunda, 2005 yılında, Trabzon Sağlık Müdürlüğü bünyesinde UMKE Ekibi kurulmuştur. Mayıs 2011 tarihi itibarı ile Trabzon UMKE ekibi, temel eğitimlerini tamamlamış, medikal eğitimleri ve saha uygulamaları planlı bir şekilde yürütülen 30 kişilik bir ekip haline gelmiştir. Daha önceki bir çok çalışmalarının yanında; Trabzon UMKE ekibi Van depreminde ikisi çocuk toplam 6 afetzedeyi enkaz altından canlı çıkarmıştır. Bir afetler ülkesi olduğu bilimsel veriler ve istetistiklerle açıkça belli olan ülkemizde devletin resmi kurumları tarafından desteklenen UMKE gibi gönüllülerden oluşan kuruluşlarının ne kadar gerekli olduğu Van Erciş depremi ile açıkça ortaya çıkmış bulunmaktadır.
NMRT (National Medical Rescue Teams) are made up of health workers and were set up to provide medical rescue services to victims of disasters and emergencies of all kinds, both domestic and international. There are approximately 2400 NMRT personel across Turkey who have received NMRT training and are ready to take part in active medical rescue operations. In the light of the Ministry of Health planning, a NMRT was established within the body of the Trabzon Health Directorate in 2005. The Trabzon NMRT completed basic training in May 2011, being constituted of a 30-member team providing planned medical training and field operations. In addition to its many previous activities, the Trabzon NMRT rescued a total of six Van earthquake victims, two of whom were children, alive from the rubble. The recent Van Erciş earthquake has demonstrated how essential organizations consisting of volunteers are in supporting official institutions in a country such as Turkey, which scientific data and statistics clearly reveal to be prone to disasters.
Abstract | Full Text PDF