Volume: 3  Issue: 3 - 2006
Hide Abstracts | << Back
1.Genetic aspects of male infertility
Feride İffet Şahin
Pages 147 - 151
İnfertilite olgularının yaklaşık yarısında neden, genellikle genetik kaynaklı erkek infertilitesidir. Üreme endokrinolojisi ve genetik alanlarının hızla gelişmesi sonucunda infertilite genetiği adı altında yeni bir alanın ortaya çıkması gündeme gelmiştir. İnfertilitenin çeşitli genetik nedenleri vardır. Erkek infertilitesinin nedenleri arasında bulunan kromozom anomalileri, Y mikrodelesyonları ve kistik fibroz mutasyonlarının değerlendirilmesi ve yardımcı üreme tekniklerinin başarısızlığı durumunda kromozom polimorfizmlerinin olası rolü bu derlemenin amacı olarak belirlenmiştir.
Male infertility originating from genetic reasons is responsible from half of the infertility cases. Improvement in assisted reproduction techniques and genetics has led to the development of a new discipline, genetics of infertility. Infertility has different genetic reasons playing role as etiologic factors. In this review, chromosome abnormalities, Y microdeletions and cystic fibrosis mutations as the underlying reasons of male infertility and the role of chromosome polymorphisms will be discussed.
Abstract | Full Text PDF

2.Normal distribution of humeral length in normal fetuses between 15-22 weeks of gestation
İbrahim Kalelioğlu, Recep Has, Atıl Yüksel, Lem’i İbrahimoğlu, Esra Gılbaz, Hayri Ermiş, Alkan Yıldırım
Pages 152 - 156
AMAÇ: Gebeliğin 15-22. haftaları arasındaki normal fetuslarda humerus ölçümlerinin dağılımını ve Down Sendromu açısından kısalık değerlendirme metodlarının kendi popülasyonumuzdaki formüllerini oluşturmak. Gereç ve YÖNTEMLER: Ocak 2004 - Nisan 2005 tarihleri arasında kliniğimize karyotipleme amacıyla sevk edilen yüksek riskli
gebelerin yapısal veya kromozomal anomali saptanmayan 620 fetusu çalışmaya dahil edildi. Bu fetusların humerus uzunluğunun (HU) gebelik haftalarına ve günlerine göre dağılımı çıkarıldı ve 15-22. gebelik haftaları arasında persantil değerleri hesaplandı.
Humerus uzunluğunun bipariyetal çap (BPÇ) bağımlı regresyon analizleri yapıldı ve BPÇ ye göre beklenen humerus uzunluğunu hesaplamada kullanılacak formül çıkarıldı. Ayrıca fetusların BPÇ/HU oranlarının dağılımları ve bu dağılımın persantilleri çıkarıldı. BULGULAR: 15-22. gebelik haftaları arasında humerus uzunluğu lineer olarak arttığı ve medyan değerlerinin 15 den 22. haftaya kadar sırasıyla 20, 21, 24, 26, 29, 31, 32 ve 35 milimetre olduğu saptandı. Gebelik haftasına göre beklenen humerus uzunluğunu hesaplamada kullanılacak formülün “(2.128xGebelik haftası)-12.385” olduğu belirlendi. Ayrıca BPÇ ye göre beklenen humerus uzunluğunu hesaplamada kullanılacak formülün “(0.699xBPÇ)-3.0880” olduğu bulundu. BPÇ/HU oranlarının gebelik haftası ilerledikçe lineer şekilde azaldığı ve medyan değerlerinin 15 den 22. haftaya kadar sırasıyla 1.75, 1.70, 1.63, 1.61, 1.53, 1.53, 1.52 ve 1.51 olduğu saptandı. SONUÇ: Oluşturduğumuz humerus kısalık değerlendirme formulleri gebeliğin 15-22. haftaları arasındaki fetuslarda ultrasonografiyle
Down Sendromu açısından risk değerlendirme aşamasında tarafından kullanılabilir.
OBJECTIVE: To establish the normal distribution of humeral length in normal fetuses between 15-22 weeks of gestation, and describe the formula used in assessment of humeral shortness in our population. MATERIAL-METHODS: The 620 chromosomally and structurally normal fetuses of high risk pregnancies, which were referred to our clinic for karyotype analysis between January 2004 and April 2005, are enrolled into the study. The distribution of Humerus length (HL) is established according to gestational weeks and gestational days, and percentiles between 15 to 22 weeks are calculated. Regression analysis of HL to biparietal diameter (BPD) is also made and the formula to calculate expected humeral length according to BPD was symbolized. Weekly distribution of BPD/HL was constructed and the percentile values calculated. RESULTS: A linear increase in HL between 15-22 weeks was observed and median values of HL between 15-22 weeks were 20, 21, 24, 26, 29, 31, 32 and 35 mm, respectively. Formulas to calculate expected humeral length by means of gestational week and BPD were "(2.128x gestational week)-12.385" and “(0.699xBPD)-3.0880”, respectively. A linear decrease in BPD/HL was observed and median values of BPD/HL ratio between 15-22 weeks were 1.75, 1.70, 1.63, 1.61, 1.53, 1.53, 1.52 and 1.51, respectively. CONCLUSION: The formulas that we constructed can be used for the evaluation of humerus shortness between 15 to 22 weeks of gestation, in Down syndrome risk assessment with ultrasound.
Abstract | Full Text PDF

3.Using of folic asid preparations at prepregnancy and pregnancy periods
Pınar Çakmak, Yağmur Minareci, Oğuz Yuvanç, Turgut Var, Tayfun Güngör, Leyla Mollamahmutoğlu
Pages 157 - 161
Objektif: Dr. Zekai Tahir Burak Eğitim ve Araştırma Hastanesi Doğum Kliniğinde doğum yapan kadınların prekonsepsiyonel dönemde ve gebeliğin ilk trimesterinde folik asid ve folic asid içeren multivitamin preparatlarının kullanımı ve bunların önemi hakkındaki bilgilerinin araştırılması Planlama: Ocak 2005 – Aralık 2005 tarihleri arasında Doğum Kliniğimizde doğum yapan 500 kadının folik asid ile ilgili spesifik soruları içeren bir anket formunu doldurması istenerek bilgi düzeyleri araştırıldı. Ortam: Dr. Zekai Tahir Burak Eğitim ve Araştırma Hastanesi Doğum Kliniği, Ankara Değerlendirme Parametreleri: Doğum yapan kadınların yaşı, gebelik sayısı, eğitim düzeyi, sosyoekonomik durumu gibi demografik özellikleri ve çocuğuna isteyerek gebe kalıp kalmadığı, folik asidin bir vitamin olduğunu bilip bilmediği, folik asidin hangi besin maddelerinde bulunduğunu bilip bilmediği, nöral tüp defekti (NTD) hakkındaki bilgileri ve folik asidler ile NTD arasındaki ilişkiyi bilip bilmedikleri araştırıldı. SONUÇ: Tüm gebeliklerin %73’ü planlı olmasına rağmen sadece %8’inde prekonsepsiyonel dönemden başlayarak gebeliğin ilk trimesterinde folik asid kullanımı mevcuttu. Gebeliğin hiçbir döneminde folik asid kullanmayanlar ise %29 idi. %63’ünde prekonsepsiyonel ve/veya gebeliğin ilk trimestrinde folik asid kullanımı saptandı. YORUM: Ülkemizde NTD sıklığının göreceli olarak yüksek olduğu düşünüldüğünde doğurganlık dönemindeki kadınların NTD ve folik asid hakkındaki bilgileri yetersizdir. Üstelik folik asidin fetusa yararları hakkında da bilgi yetersizliği mevcuttur. Bu nedenle sağlık birimlerinde çalışanların, doğurganlık çağındaki tüm kadınlara NTD’nin önlenmesinde folik asidin etkisinin duyurulması için çalışmalar yapmaları gerekmektedir.
OBJECTIVE: To evaluate the women’s knowledge about using folic acid or multivitamins containing folic acid in the preconceptional period and first trimester of the pregnancy, and the importance of folic acid. Design: We asked to 500 women who delivered in our clinic between January 2005 and December 2005 to answer to a questionnaire including specific questions about folic acid and neural tube defects (NTD). Setting: Dr. Zekai Tahir Burak women’s Health Education and Research Hospital, Department of Obstetrics, Ankara Main Outcome Measures: The inquiry form included the demographic properties such as the women’s age, number of parity, educational degree and socioeconomic status. We also asked whether their pregnancy was planned or not, were they know that folic acid is a vitamin, and what kind of foods contain it, were they know something about NTDs and the relationship between folic acid and NTDs. RESULTS: Although 73% of all these pregnancies were planned but only 8% of the women had started folic acid in the preconceptional period and continued it during the first trimester pregnancy period. 29% of them had never used folic acid during their pregnancy, and 63% of the women told that they had used folic acid in the preconceptional period and/or in the first trimester.
DISCUSSION: When it’s regarded that the frequency of NTD is relatively high in our country, the degree of knowledge of women in the fertile period about NTD and folic acid seems to be insufficient. Because of this reason, there should be more studies to inform
and educate the women who are in the fertile period about the role of folic acid for preventing NTD’s.
Abstract | Full Text PDF

4.Evaluation of the efficacy of rectal misoprostol versus intravenous oxytocin for the prevention of postpartum hemorrhage
Özlem Kemik Gül, Aslı Somunkıran, İsmail Özdemir, Oğuz Yücel, Fuat Demirci
Pages 162 - 166
Objektif: Doğum sonu kanamanın önlenmesinde rektal yoldan verilen prostaglandin E1 analogu misoprostol ile parenteral oksitosininin etkinliklerinin karşılaştırılması. Planlama: Prospektif randomize çalışma Ortam: Üniversite hastanesi Hastalar: Aktif travayda ve miadında 240 gebe Girişim: Doğumdan hemen sonra Grup 1’de 80 hastaya rektal yoldan 200 μg misoprostol, Grup 2’de 80 hastaya 400 μg rektal misoprostol ve üçüncü grupta 80 hastaya 1000 ml %5 Dekstroz ringer laktat içinde 10 İÜ oksitosin intravenöz yoldan verildi. Değerlendirme parametreleri: Doğum sonu kan kaybı ve hematokrit değişimleri ve misoprostole bağlı olası yan etkiler. SONUÇ: Ortalama kan kaybı miktarı açısından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (F=1.50, p=0.22). Her üç grup doğumun 3. dönemi ortalama süreleri açısından karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (F=1.13, p=0.32). Doğum öncesi (F=3.28, p=0.52) ve sonrası (F=1.84, p=0.16) hematokrit değerleri açısından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı. Vücut ısısı artışı, rektal yoldan 400 μg misoprostol verilen grupta diğer iki gruba göre anlamlı olarak yüksek bulundu. YORUM: Doğum sonu kanamayı önleme açısından rektal misoprostol ile parenteral oksitosin tedavisi arasında fark bulunmadı. Ancak misoprostol, özel depolanma koşulları gerektirmemesi, hipertansif hastalarda güvenle kullanılabilmesi, uzun yıllar depolanabilmesi, yüksek sıcaklıklara dayanıklı olması, özellikle rektal uygulandığında bulantı, kusma gibi yan etkilerinin az görülmesi nedeniyle doğum sonu kanamanın önlenmesinde tercih edilebilir.
OBJECTIVE: To compare the effectiveness of rectally administered prostaglandine E1 anolog misoprostol and parenterally oxytocin for the prevention
of postpartum hemorrhage.
Design: Prospective randomized trial
Setting: University hospital
Patients: 240 full term pregnant women who were in active labor.
Interventions: 80 patients in group 1 received 200 μg misoprostol rectally, 80 patients in Group 2 received 400 μg rectally misoprostol, and the
third group received a solution of 1000 ml 5% DRL + 10 IÜ oxytocin, immediately after the delivery of the fetus.
Main outcome measures: Postpartum blood loss and potential side effects of misoprostol were evaluated. RESULTS: No statistically significant difference was found among the three groups regarding the average blood loss (F=1.50, p=0.22). Average duration of the third stage of labor was similar in all groups (F=1.13, p=0.32). Hematocrit values were similar in the groups both before (F=3.28, p=0.52) and after the delivery and (F=1.84, p=0.16).
CONCLUSIONS: No differences were found between rectally misoprostol and oxytocin treatment for the prevention of postpartum hemorrhage. Nevertheless, misoprostol can be preferred in the prevention of postpartum hemorrhage because it does not require special storage conditions, can be used safely in hypertensive patients, can be stored for many years, it is resistant to heat and its side effects such as nausea and vomiting are low when used rectally.
Abstract | Full Text PDF

5.Gynecology and obstetric clinic satisfaction of patients and effective factors
Ertan Uzun, Mehmet Güney, Baha Oral, Mesut Özsoy, Tamer Mungan
Pages 167 - 171
AMAÇ: Sunulan sağlık hizmetinin sonuçlarını izlemek için kullanılan kalite değerlendirmeleri tıbbi çıktılar, maliyet analizleri ve hasta memnuniyeti üzerinden yapılabilir. Çalışmanın amacı klinikte yatan hastaların sunulan sağlık hizmetleri ile ilgili memnun olma durumlarını ve etki eden faktörleri belirlemektir. MATERYAL-METOD: Araştırma, 01.02.2006 ile 28.02.2006 tarihleri arasında SDÜ Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Servisinde yapıldı. Araştırmaya, araştırmanın yapıldığı tarihler arasında Kadın Hastalıkları ve Doğum Servisinde yatan 112 kadın hasta katıldı. Elde edilen veriler SPSS 9.0 istatistik programı ile değerlendirildi.
SONUÇLAR: Hastaların yaş ortalaması 37.19 ± 10.87 idi ve hastaların % 57.4’sı Isparta’nın ilçelerinden komşu illerden veya ilçelerden gelmekteydi. Hastaların % 84.9’si evli idi ve eğitim durumlarına göre ilk 3 sırada, % 46.4 ile ilkokul, % 25.8 ile lise mezunu ve %11.7
ile üniversite görülmekteydi. Kadın Hastalıkları ve Doğum Servisinde verilen hizmetlerle ilgili genel memnuniyet düzeyi sorulduğunda çok memnun ve memnun olanların oranı % 90.2 idi. Hastalardan doktorun gösterdiği ilgiyi iyi bulanlar % 94.6 iken doktorların hastalıkları hakkında verdiği bilgiyi yeterli bulanlar % 82.1 idi. Hastaların eğitim durumu ve doktorun gösterdiği ilgi durumuna göre hastaların memnun olma durumunda fark vardı ve bu fark istatistiksel olarak anlamlı idi (sırasıyla ki kare, x2 =98.324, p=0.000; x2=58.209, p=0.000). Servis hizmetlerinden beklenti ve öneriler sorulduğunda en çok önerilenler; % 42 ile verilen hizmetlerin kalitesinin daha da artması yönünde idi (Odalarda yatak sayısı azaltılsın, refakatçi yatağı konsun, odada televizyon olsun, yemekler daha güzel olsun). TARTIŞMA: Hastaların doktorların gösterdiği ilgiden memnun kaldıkları bunun yanında verilen hizmetlerin kalitesinin daha da artması yönünde beklenti içinde oldukları görüldü.
OBJECTIVE: The quality assessments used for monitoring the results of a health care are based on the medical outputs, cost analyses and patient satisfaction. The aim of the present study was to assess the quality of the health care given to inpatient cases for a
certain period of time based on patient satisfaction. MATERIALS-METHODS: This investigation was carried out in Obstetrics and Gynecology inpatient clinic at Süleyman Demirel University, School of Medicine between 01.02.2006 and 28.02.2006. 112 inpatient cases were taken into the study. Patient satisfaction with the health care, patient complaints and proposals were taken into consideration. Data were analysed by SPSS 9.0 statistical software. RESULTS: The mean age of the patients was 37.19 ± 10.87. 84.9% of the cases was married and 57.4% of women was from the towns in the vicinity of Isparta. The educational levels were as 46.4% primary school, and 53.6% highschool and university. When the satisfaction with health care given in the Obstetrics and Gynecology Clinic was evaluated, 90.2% were satisfied and highly satisfied. 94.6% of the
patients rated physicians’ care as good and the information given was sufficient for 82.10%. There were statistical differences between the educational levels and also physicians’ care regarding patient satisfaction, χ2=98.324, p=0.0001; and χ2=58.209, p=0.0001, respectively). When the expectations and proposals were asked relating health services, 42% was about the improvement of the quality of health care (decreasing the number of beds, adding beds for attendants, tv inside the rooms, and better meals) CONCLUSION: Patients were seemed to be satisfied with the physicians’ care but had expectations for the improvement of the quality of health care provided.
Abstract | Full Text PDF

6.ICSI performance of patients with single ovary
İbrahim Esinler, Hakan Yaralı
Pages 172 - 175
Objektif: Unilateral ooferektomi nedeni ile tek overli kalan infertil kadınların ICSI performanslarının belirlenmesi Planlama: Retrospektif klinik çalışma Ortam: Hacettepe Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Üremeye Yardımcı Teknikler Merkezi. Hastalar: ICSI uygulaması yapılan tek overe sahip 12 hasta (22 siklus) ve kontrol grubu olarak çift overli 45 hasta (66 siklus) Girişim: Kontrolü ovarian hiperstimülasyon, ICSI Değerlendirme parametreleri: Siklus iptal oranı, elde edilen oosit sayısı, metafaz 2 sayısı, 2 PN sayısı, transfer edilen embriyo sayısı, klinik gebelik oranı
SONUÇ: Tek overli grupta siklus iptali %31.8 iken bu oran kontrol grubunda %18.2 olarak tespit edildi (p>0.05). Tek over grubunda elde edilen oosit sayısı, elde edilen M2 oosit sayısı ve 2PN sayısı kontrol grubuna göre anlamlı şekilde daha az olarak tespit edildi.
Buna rağmen transfer edilen toplam embriyo sayısı ve klinik gebelik oranı bakımından her iki grup benzerdi. YORUM: Tek overe sahip olan hastalarda kontrollü ovarian hiperstimülasyon cevabı azalmaktadır. Buna rağmen, yeterli sayıda transfer edilen embriyo sayısına ulaşılabildiği için klinik gebelik oranlarında azalma izlenmemektedir.
OBJECTIVE: To determine the controlled ovarian hyperstimulation (COH) response and intracytoplasmic sperm injection (ICSI) performance of women with single ovary.
Design: Retrospective clinical trial. Setting: Hacettepe University Faculty of Medicine, Department of Obstetrics and Gynecology, IVF Clinic Patients: 12 patients (22 cycles) with single ovary and 45 patients (with both ovaries, 66 cycles) with tubal factor infertility.
Interventions: Controlled ovarian hyperstimulation (COH), intracytoplasmic sperm injection (ICSI) Main outcome measures: Rate of cycle cancellation, number of oocyte yield, number of metaphase 2 oocyte yield, number of 2PN yield and clinical pregnancy rate RESULTS: The cycle cancellation rate of single ovary and control groups were 31.8% and 18.2%, respectively (p>0.05). The single ovary group produced less number of oocytes, metaphase 2 oocytes and 2PN in controlled ovarian hyperstimulation. However,
the number of transferred embryos and the rate of clinical pregnancy in both groups were comparable. CONCLUSIONS: The single ovary is associated with decrease COH ovarian response. Since sufficient number of embryos for transfer could be available, the detrimental affect of single ovary on COH response does not alter the clinical pregnancy rates.
Abstract | Full Text PDF

7.Prediction of pregnancies in ICSI cycles with artificial neural networks
İbrahim Esinler, Hakan Yaralı
Pages 176 - 180
Objektif: Bu çalışmanın amacı Artifisiyel Neural Network (yapay zekâ, ANN) algoritmalarının intrasitoplazmik sperm enjeksiyonu (ICSI) uygulamalarında klinik gebeliği tahmin etme oranını belirlemektir. Planlama: Retrospektif klinik çalışma.
Ortam: Hacettepe Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Üremeye Yardımcı Teknikler Merkezi. Hastalar: ICSI uygulanmış ve embriyo transferine ulaşmış 500 siklus. Girişim: Artifisiyel Neural Network (yapay zekâ, ANN) kullanılarak klinik gebeliklerin tahmin edilmesi. Değerlendirme parametreleri: Artifisiyel Neural Network (yapay zekâ, ANN) algoritmasının klinik gebeliği doğru tahmin etme oranı.
SONUÇ: En iyi performansa sahip olan ANN algoritması ile pozitif klinik gebelikler 53% oranında, klinik gebeliği negatif olanlar ise 81% oranında doğru olarak tespit edilmişlerdir. Genel olarak olguların %70’inde ANN algoritması doğru tahminde bulunmuştur. YORUM: Artifisiyel Neural Network IVF/ICSI uygulamalarında klinik gebelikleri tahmine etmede etkili, objektif bir yaklaşım olarak kullanılabilir. Ülkemizdeki tek, dünyadaki 2. çalışma olan bu çalışmayı desteklemek için daha fazla olgu sayılı çalışmalara ihtiyaç vardır.
OBJECTIVE: To determine the success rate of Artificial Neural Network (ANN) in prediction of clinical pregnancies in intracytoplasmic sperm injection (ICSI) cycles Design: Retrospective clinical trial. Setting: Hacettepe University Faculty of Medicine, Department of Obstetrics and Gynecology, IVF Clinic Patients: Five hundred ICSI cycles reached to embryo transfer (ET) Interventions: Artificial Neural Network (ANN) was used to predict the clinical pregnancies in ICSI cycles. Main outcome measures: Success rate of ANN in prediction of clinical pregnancies RESULTS: Overall, the ANN with best performance predicted correctly the outcomes of %70 of ICSI cycles. It predicted correctly
the 53% of all positive clinical pregnancies and 81% of all cycles without clinical pregnancy. CONCLUSIONS: ANN may be use to predict the pregnancy outcome of ICSI cycles. More studies with larger sample size should be carried out to support our study which is first in our country and second in the world.
Abstract | Full Text PDF

8.The frequency of physical and sexual violence of the university students
Gül Pınar, Lale Algıer
Pages 181 - 186
Objektif: Üniversite öğrencilerinde fiziksel ve cinsel şiddet davranışların belirlenmesi.
Planlama: Başkent Üniversitesi Öğrenci Sağlık Merkezi’ne başvuran ve araştırmaya katılmayı kabul eden 105 öğrencinin fiziksel ve cinsel şiddete ilişkin davranışlarının belirlenmesi ve elde edilen bulguların değerlendirilmesi. Ortam: Başkent Üniversitesi Öğrenci Sağlık Merkezi. Hastalar: Başkent Üniversitesi Öğrenci Sağlık Merkezine herhangi bir nedenle başvuran 105 öğrenci. Girişim: Başkent Üniversitesi Öğrenci Sağlık Merkezi’ne başvuran 105 öğrenciden anket formu ile veriler elde edilmesi. Değerlendirme parametreleri: Öğrencilerin yaş, cinsiyet, okuduğu sınıf, okuduğu bölüm, gelir durumu, anne baba eğitim durumu, anne ve babanın çalışma durumu, anne ve babanın mesleği, en uzun oturdukları yer, fiziksel ve cinsel şiddetle ilgili davranışları incelenmiştir. SONUÇ: Öğrencilerin %15.2’sinin daha önce arkadaşı/sevgilisi tarafından tokat/yumruk atma şeklinde fiziksel şiddete maruz kaldığı, %12.4’ünün cinsel ilişkiye zorlanma şeklinde cinsel şiddet ile karşı karşıya kaldığı belirlenmiştir. İlk cinsel deneyimin ilköğretim düzeyinde olduğu belirlenmiştir. YORUM: Cinsel tutum ve davranışlar erken yaşlarda başlıca aile ile etkileşim sürecinde şekillenirken, ergenlik döneminin ilerlemesiyle birlikte sosyal ortam, medya ve akran ilişkileri daha etkili olabilmektedir.
OBJECTIVE: In this study our aim is to determine the frequency of physical and sexual violence of the students who have applied to University Health Center. Design: In this study there has not been chosen sample, 105 students who have applied to Health Center and accepted to be concerned in this study have been formed the research group. Data have been collected as questionnaire forms. Setting: Student Health Center
Main Outcome Measures: In this study, there are following factors; age, sex, education, parents occupations, frequency of physical and sexual violence of the students.
RESULTS: It has been seen that 15.2% of the students have been exposed to physical violence by his/ her friend as fist and slap in the face where as 12% of them have been exposed to sexual violence as being forced to sexual intercourse. CONCLUSION: Sexual attitudes and behaviours are shaped in early ages by the period of interaction with the family, but as the adolescence period proceeds, they are shaped especially, by social enviroment media and peer relations.
Abstract | Full Text PDF

9.Hysteroscopy results in patients with preoperative diagnosis of endometrial polyp
Eser Ş. Özyürek, İsmail Tanrıkulu, Tülay Kaya, Gürkan Uncu
Pages 187 - 190
AMAÇ: Endometriyal polip ön tanısı alan hastalarda operatif histeroskopi sonuçlarının retrospektif olarak değerlendirilmesini amaçladık. Planlama: Klinik bulguların retrospektif analizi. Ortam: Universitesi hastanesi kiniği. Çalışma ve hastalar: 2004-2005 Yılları’nda Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim
Dalı Polikliniği’ne çeşitli nedenlerle başvuran ve endometriyal polip öntanısı almış toplam 79 hasta retrospektif olarak analiz edildiler. Endometriyal polip ön tanıları transvajinal ultrasonografi (TVUSG), veya salin infüzyon sonografi (SİS) ile konulmuştu. Histeroskopide kavite içinde yer kaplayan oluşumlar elektrokoter ile rezeke edildi ve patolojik incelemeye yollandı. Kavitede lezyon saptanmayan vakalara endometriyal örnekleme yapılarak işleme son verildi. Histeroskopik gözlem sonuçları, histopatoloji
sonuçları, kullanılan tanı yöntemleri ve vakaların semptomları incelendiler. İstatistiksel analizde SPSS 13.0 ve Microsoft Excel 2003 kullanıldı. İstatistiksel anlamlılık olarak p<0.05 kabul edildi. SONUÇLAR: Histopatolojik sonuçların dağılımı: 56(%70,9) endometriyal polip, 8(%10,1) submüköz miyom, 1(%1,3) endometriyal hiperplazi, 14(%17,7) siklüs düzensizliklerine bağlı endometriyal değişiklikler şeklinde idi. Endometriyal polip ön tanısı almış vakaların 5(%6,4)’inde endometriyal kavitede histeroskopi ile patoloji saptanmadı. Histeroskopik olarak polip şeklinde tanımlanan olguların 10(%13,5)’unda bir patoloji saptanmadı. TVUSG’nin endokaviter bir patoloji tanımlamada pozitif prediktif değeri
(PPD) %79,5; TVUSG+SİS’in, %83,3; histeroskopinin ise %86,4 olarak bulundu. SİS ve hsiteroskopinin PPD’leri farksız ve TVUSG’ninkinden daha yüksekti. TVUSG ve SİS sonucunda endometriyal kavitede saptanabilen yer kaplayan lezyonların çapları arasında bir fark yoktu. Histopatolojik sonuçlara göre ise submüköz myom grubu ve normal endometriyum gruplarında lezyon çapları anlamlı fark gösteriyordu. Lojistik regresyon analizine göre, endokaviter lezyonun polip olduğunu öngörmek için yeterli bir parametre saptanmadı. YORUM: Endometriyal poliplerin varlığında hastaların başvurularında en sık gözlenen semptom anormal uterin kanama formlarıydı. Bunlar arasında: menoraji, menometroraji, postmenopozal kanama veya postkoital kanamalar vardır. Bunun dışında hastalar disparüni, dismenore veya infertilite ile başvurabilirler. Tanı için, TVUSG’ye ek olarak SİS yapılması endometriyal kavite lezyonları için tanısal hassasiyeti arttırmaktadır. Endometriyal kavitede lezyon öntanılarında (%6,4) yanlış pozitiflikle karşılaşılabilirken; histeroskopik gözlemle doğrulansa bile %13,5’lik bir yanlış pozitiflik oranı gözlenmektedir. Polip konumları, büyüklükleri, semptom türleri polip varlığını öngörmekte yeterli değildir. Hasta grubumuzun, büyük olasılıkla, yaş ortalaması düşük olduğu için içerdiği malin veya premalin sonuçlar ihmal edilebilecek kadar azdır.
OBJECTIVE: The retrospective evaluation of hysteroscopy results in cases primarily diagnosed as endometrial polyps. Design: Retrospective analysis of clinical data
Setting: University hospital clinic. Patients and METHOD: 79 patients who have applied to the Uludag University Obgyn Department Ambulatory-clinic, have been diagnosed as endometrial polyps and hysteroscopically operated were retrospectively analysed. Diagnosis was performed with transvaginal-ultrasonography (TVUSG) and/or saline-infusion-sonography (SIS). Space occupying lesions were hysteroscopicallyresected
and sent for pathological examination. If no lesions were observed, endometrial sampling was performed and operation terminated. Hysteroscopic findings, histopathological results, diagnostic methods used, and symptoms the patients were presented with were analysed. Statistical analysis was performed with the SPSS 13.0 package and Microsoft Excel 2003. Main Outcome measures: Comparison of presumptive diagnosis with hysteroscopic and histopathological findings. RESULTS: Specimen results were: endometrial polyps: 56(70,9%); submucous myoma: 8(10,1%); endometrial hyperplasia: 1(1,3%); asynchronic endometrium: 14(17,7%). The false positive rate of the primary diagnosis was 5(6,4%) and of hysteroscopic examination was 10(13,5%). Positive predictive values were: 79,5% for TVUSG; 83,3% for TVUSG+SIS; and 86,4% for hysteroscopy. CONCLUSION: Symptoms caesed by endometrial polyps are various. Supplementing TVUSG with SIS increases diagnostic accuracy, almost as well as direct visualizing. Neither the size, location or the type of symptoms can discriminate polyps from other space occupying lesions of the endometrial cavity.
Abstract | Full Text PDF

10.Evaluation of the effectiveness of fentanyl, tramadol and diclofenac in combination with propofol for dilation and curettage
Yavuz Demiraran, Aslı Somunkıran, Gülbin Sezen, Buket Kocaman, Feray Hayıt, İsmail Özdemir
Pages 191 - 194
Objektif: Küretaj operasyonlarında postoperatif ağrı, derlenme ve sedasyon düzeyi ile intravenöz anestetik ilaç kullanımı ve hemodinamiye etkileri açısından diklofenak, tramadol ve fentanilin karşılaştırılması amaçlandı. Planlama: Randomize prospektif klinik çalışma. Ortam: Üniversite hastanesi Hastalar: Fraksiyone küretaj planlanan 63 hasta
Girişim: Hastalar 3 gruba ayrıldı. Grup 1’de indüksiyondan 30 dk önce im diklofenak 1 mg/kg, grup 2’de indüksiyondan 15 dk önce iv tramadol 1 mg/ kg, grup 3’de indüksiyonda iv fentanil 1 μg/ kg dozunda uygulandı. İndüksiyon için propofol 2 mg/ kg ile yüz maskesi uygulanarak % 50 hava ve O2 ile devam edildi, idame ihtiyacı olduğunda propofol indüksiyon dozunun % 20 si olarak tekrarlandı. Değerlendirme Parameteleri: Peroperatif ve postoperatif SKB, DKB, OKB, KAH ve SpO2 kaydedildi. Postoperatif olarak 1, 5, 15, 30 ve 120. dakikalarda; Visual Analog Skala 0-10 cm, sedasyon skoru 0-4 puan, Aldrete derlenme skoru 1-10 puan arasında değerlendirildi. SONUÇ: İndüksiyon için fentanil kullanılan grupta indüksiyon öncesi tramadol ya da diklofenak kullanılan gruplara göre anlamlı olarak daha az propofol ihtiyacı izlendi ( p= 0.012 ve p=0.013). YORUM: Fentanil kullanımı, tramadol ve diklofenak kullanımına göre propofol tüketimini azaltmıştır. Buna rağmen, postoperatif ek analjezik ihtiyacının daha az olması ve narkotik analjezik olmamaları nedeniyle tramadol ve diklofenak’ın daha avantajlı olduğunu düşünmekteyiz.
OBJECTIVE: To compare the value of three agents in terms of providing postoperative analgesia in patients having dilation and curettages. Their effects on hemodynamic parameters were evaluated. Recovery and sedation properties were also assessed.
Design: Prospective, randomized trial Setting: University hospital Patients: Sixty three patients who underwent fractional curettage. Interventions: Diclofenac 1 mg/kg intramuscularly 30 minutes before induction and tramadol 1 mg/kg intravenously 15 minutes before induction were given in group 1 and 2, respectively. The third group received fentanyl 1 μg/ kg intravenously for induction. Then, induction was provided with propofol 2 mg/kg and % 50 air and % 50 oxygen given with face mask. For anesthesia
management 20% of the induction dose of propofol was used intermittently. Main outcome measures: Peroperative and postoperative haemodynamic parameters and SPO2 were recorded. Visual Analog Scale 0-10 cm, sedation score 0-4 point, Aldrete recovery scores 1-10 were assessed postoperatively at the 1, 5, 15, 30, and 120th
minutes. RESULTS: Peroperative and postoperative hemodynamic parameters showed no difference. The scores obtained by using Visual Analog Scale were also similar in all groups. There were no differences in sedation and Aldrete recovery scores in the three groups. On the other hand, propofol consumption was significantly lower in the fentanyl group when compared with the other two groups. CONCLUSION: Fentanyl usage decreased the amount of propofol when compared with diclofenac and tramadol administration.
However, both tramadol and diclofenac were associated with lower amount of supplementary analgesic agents. They are both nonnarcotic analgesics. Therefore, preference of these two agents may be regarded more favorable.
Abstract | Full Text PDF

11.The importance of AgNOR method in the prognosis and comparison with some clinic parameters in gestational trophoblastic disease
Pembe Oltulu, Kazım Gezginç, Osman Yılmaz, Çetin Çelik
Pages 195 - 201
Hücre proliferasyon belirteci olan AgNOR’un (Argyrophilic Nucleolar Organiser Resion), GTH (Gestasyonel Trofoblastik Hastalık)’ların persistans kabiliyetini önceden belirleyen prognostik bir parametre olarak kullanılır olup olmayacağının ß-hCG düzeyleri ile AgNOR değerleri arasındaki korelasyonun araştırılması amaçlandı. Kliniğimizde 1997-2003 tarihleri arasında tanı alan, 14 Term plasenta ve 14 spontan abortus vakasından oluşan kontrol grubu ile 18 komplet hidatiform mol, 15 parsiyel hidatiform mol ve 15 persiste hidatiform vakasından oluşan GTH grubu çalışma kapsamına dahil edildi ve her birine AgNOR yöntemi uygulandı. Değerlendirme x1000 büyütmede immersiyon yardımıyla ışık mikroskobu altında Crocker’in önerdiği sayım sistemi kullanılarak hücre başına düşen AgNOR sayıları belirlendi. Çalışmada en yüksek AgNOR ortalamaları persiste mol
grubunda en düşük ortalamalar ise plasenta grubunda saptandı. GTH gruplarının AgNOR ortalamaları kontrol gruplarından daha fazlaydı (p<0,05). Persiste mol vakalarının AgNOR ortalamaları komplet hidatiformdan daha fazla bulundu (p<0,05). Ancak komplet ve parsiyel mol vakalarının AgNOR ortalamaları arasında fark yoktu (p>0,05). Vakaların serum ß-hCG seviyeleri ile AgNOR ortalamaları arasında anlamlı korelasyon bulunmazken, AgNOR ortalamaları arttıkça serum ß-hCG seviyelerinin normale
inme sürelerinin uzadığı görüldü. AgNOR yöntemi GTH’larda persistans kabiliyeti ve prognozu belirlemede, klinik açıdan önemli bir parametre olan ß-hCG seviyelerinin yükselmesinden daha önce bilgi verebilecek ekonomik ve kullanımı kolay bir yöntemdir.
To investigate AgNOR method which is an cell proliferation marker is studied as AgNORcan be a parameter of defining gestational trophoblastic disease persistancy by studying the correlation between ß-hCG and AgNOR levels. In this study, as control group;14 term plasenta, 14 spountaneus abortus and as GTD group; 15 partial hydatiform mole, 18 comlete hydatiform mole and 15 persistant hydatiform mole cases are included which were diagnosed between 1997-2003 in our clinic. The AgNOR method is applied to all patients. The evaluation of materials are done on light microscope. Counting systems proposed for AgNOR by crocker were used. In the study, the highest level of AgNOR avarage were detected in persistant mole group. The least average were detected in the placenta group. The AgNOR avarages of the GTD cases were higher than the AgNOR avarages of the control cases (p<0.05). The AgNOR avarages of the persistant mole cases were found higher than complete mole cases (p<0.05). But no diference were detected between the AgNOR avarages of the complete and partial mole cases (p>0.05). We couldnt detect any corralation between the serum ß-hCG levels and the AgNOR avarages, on the other hand if the AgNOR avarages were increasing, the period to decrease normal levels of ß-hCG levels was found to be prolonged.
The defining of AgNOR method in ability and persistancy of gestational trophoblastic disease is more economic and easier than ß-hCG levels which is an important parameters gestational trophoblastic disease.
Abstract | Full Text PDF

12.Laparoscopic management of adnexal mass during pregnancy: a case report
Mesut Öktem, Arda Lembet, Derda Kaya, Ümit Kaya, Tolga Ergin, Hulusi B. Zeyneloğlu
Pages 202 - 204
Gebelikte adneksiyal kitle görülme sıklığı yaklaşık 600 canlı doğumda birdir.Bunların üçte biri korpus luteum kistleri ve üçte biri de benign kistik teratomlardır. Biz 6 haftalık gebeliği mevcutken transvajinal ultrasonografide 90x70x90 mm boyutlu biloküle kisti tesbit edilen ve daha sonra 16. gebelik haftasında laparoskopik girişimle kist eksizyonu yapılan bir vakayı sunmaktayız. Postoperatif kesin histopatolojik tanı ovaryen seröz kistadenom olarak rapor edilmiştir. Annede veya fetusta herhangi bir komplikasyon izlenmemiş, 40.haftada sezaryen seksiyo ile sağlıklı 2880 gram bebek doğurtularak gebelik tamamlanmıştır.
The reported average incidence of adnexial mass complicating pregnancy is 1 in 600 live births.Our case is a 90x70x90 mm biloculated cystic ovarian mass with 6 weeks of gestation and and cyst ecsision was made with laparoscopy. Definitive histopthological
diagnosis was serous cystadenoma of the ovary. The subsequent antenatal courses of the patient and fetus were uncomplicated, and at the time of 40 weeks of gestational age,a 2880 gr,healthy baby delivered by cesarean section.
Abstract | Full Text PDF

13.Acardiac twin: report of a case and review of the literatüre
Mehmet Güney, Baha Oral, Fuat Demir, Demir Özbaşar
Pages 205 - 207
Akardiyak ikiz monozigotik çoğul gebeliklerin nadir bir komplikasyonudur. Zıt yönlü arteriyel kan akımı ile ilişkilidir. Bu yazıda bir akardiyak asefalik ikiz olgusunu sunduk.
An acardiac twin is a rare complication of monozygotic multiple pregnancies and is related to the twin reversed arterial perfusion sequence. We report here a case of acardiac twin gestation.
Abstract | Full Text PDF

14.Isolated fetal pleural effusion with down syndrome
Süleyman Güven, Burcu Saygan Karamürsel, Lütfü Sabri Önderoğlu
Pages 208 - 210
Gebelikte nadir görülen izole plevral efüzyon yaklaşık 10.000 doğumda bir görülür. 28 yaşında gravida 1, para 0, son adetine göre 29 hafta 4 gün gebe olan hasta 27.haftadan beri devam eden tek taraflı plevral efüzyon nedeni ile ileri tetkik ve tedavi için kliniğimize refere edildi. Ultrasonografik değerlendirmede ek anomaliye rastlanmadı. Prenatal tanı amacı ile kordosentez ve torasentez yapıldı. Torasentez mayinin biyokimyasal ve mikrobiyolojik incelemesi ile non-şilöz vasfında sıvı olduğu saptandı. Kordosentez sonucu trizomi 21 olarak rapor edildi. Bunun üzerine 31 haftada tıbbi terminasyon ile 1800 gram 0 apgarlı fetus doğurtuldu. İzole fetal plevral efüzyonu nedeni ile tanı alan Down Sendromu olgusu sunulmuş olup bu tür olgulara tanı-tedavi yaklaşımı tartışılmıştır.
Isolated fetal pleural effusion is rare in pregnancy. The prevelance was estimated to be one in 10.000 deliveries. A 28 year-old primigravid woman at 29 weeks 4 days gestational age was referred to our clinic for further evaluation of isolated unilateral
pleural effusion which had been diagnosed at 27 weeks. Thoracentesis and cordocentesis were performed. Biochemical and microbiological analysis of pleural fluid revealed non-chylous pleural effusion. Cordocentesis confirmed the diagnosis of trisomy 21. A 1800 gram male infant with an apgar score of 0 was delivered vaginally at 31 weeks gestation after induction of labor for termination of pregnancy. Here, we present a case with Down syndrome diagnosed due to isolated pleural effusion and discuss the diagnosis and management of this condition.
Abstract | Full Text PDF

15.Late postpartum eclampsia: report of two cases
Bülent Demir, Talip Gül
Pages 211 - 213
AMAÇ: Postpartum geç eklampsi tanısı konulan iki olgunun sunumu. OLGU: Preeklampsinin tüm klinik ve laboratuvar özelliklerini taşıyan, iki kadında, postpartum dördüncü ve yedinci günde konvülziyonlar görüldü ve bu vakalar gözden geçirildi. SONUÇ: Geç Postpartum eklampsinin, pospartum 48. saatten sonrada nadir olmayarak görülebileceğini ve labaratuar degerlerinde düzelme olsada, eklampsi krizinin ortaya çıkabileceğini vurgulamak.
OBJECTIVE: To Present Two Cases with Late Postpartum Eclampsia. CASE: In two women in whom the clinic and laboratory features fulfil the characteristics of preeclampsia, convulsions occurred on the forth and seventh postpartum day. These cases have been reviewed. CONCLUSION: To emphasize late postpartum eclampsia, which occurs over 48 hours after delivery, may not infrequently exist and may happen despite normal laboratory values.
Abstract | Full Text PDF

16.
EDİTÖRE MEKTUP
Melih Atahan Güven, İbrahim Egemen Ertaş
Pages 214 - 217
Abstract | Full Text PDF

17.
YAYIN ETİĞİ KOMİTESİ (COMMİTTEE ON PUBLICATION ETHICS COPE) İYİ BİR YAYIN İÇİN REHBER

Pages 229 - 233
Abstract | Full Text PDF