Cilt: 53  Sayı: 1 - 2023
Özetleri Gizle | << Geri
1.
Serebral Görme Bozukluğu Olan Bebeklerde Görsel Uyaranlara Karşı Oluşan Davranışsal Karakteristik Özelliklerin Değerlendirilmesi
Evaluation of Behavioral Characteristics Against Visual Stimuli in Infants with Cerebral Visual Impairment
Deniz Altınbay, İbrahim Taşkın
Sayfalar 1 - 7
Amaç: Serebral görme bozukluğu olan bebeklerde görsel uyaranlara karşı oluşan davranışsal karakteristik özellikleri ve bu özelliklerin görülme sıklıklarını değerlendirmek
Yöntem: Bu retrospektif çalışmada, 2019-2021 tarihleri arasında az görme birimine yönlendirilen ve demografik özellikleri, sistemik bulguları, standart ve fonksiyonel görme muayenesi ile serebral görme bozukluğu tanısı alan, 8-37 aylık arasındaki 32 bebek değerlendirildi. Serebral görme bozukluğu olan bebeklerde görsel uyaranlara karşı oluşan ve Roman-Lantzy tarafından tanımlanan davranışsal karakteristik on özelliğin, olgularımızdaki görülme sıklığı araştırıldı.
Bulgular: Ortalama yaş 23,46±11,45 ay, ortalama doğum ağırlığı 2550±944 gr ve ortalama doğum haftası 35,39±4,68 hafta idi. Olguların %22’sinde hipoksik iskemik ensefalopati, %59’unda prematurite, %16’sında periventriküler lökomalazi, %25’inde serebral palsi, %50’sinde epilepsi, %68,7’sinde strabismus mevcuttu. Fiksasyon için renk tercihi %40 olguda, görme alan tercihi %46 olguda gözlendi. En sık tercih edilen renk kırmızı (%69) en sık tercih edilen görme alanı sağ görme alanı (%47) idi. Olguların %84’ünde uzağı görmede zorluk, %72’sinde görsel gecikme, %69’unda hareket ihtiyacı, %69’unda görme kılavuzluğunda ulaşmanın yokluğu, %66’sında görsel karmaşıklıkta zorluk, %50’sinde görsel yenilikte zorluk, %50’sinde ışığa bakış, amaçsız bakış ve %47’sinde atipik görsel refleksler gözlendi. Olguların %25’inde fiksasyon yoktu.
Sonuç: Serebral görme bozukluğu olan bebeklerin çoğunda görsel uyaranlara karşı oluşan davranışsal karakteristik özellikler gözlendi. Bu karakteristik özelliklerin göz hekimleri tarafından bilinmesi ve tanınması, erken dönemde teşhisin konmasına, görsel habilitasyon için yönlendirilmesine ve habilitasyon tekniklerinin planlanmasına yardımcı olacaktır. Beyin plastisitesinin olduğu ve görsel habilitasyona iyi cevapların alınabildiği bu kritik dönemin kaçırılmaması açısından bu karakteristik özelliklerin önemli olduğu düşünüldü.
Purpose: To evaluate the behavioral characteristics of infants with cerebral visual impairment (CVI) against visual stimuli and the frequency of these features.
Methods: In this retrospective study, 32 infants aged 8-37 months, who were referred to the low vision unit between 2019-2021 and diagnosed with CVI based on their demographic characteristics, systemic findings, standard and functional visual examination, were evaluated. The frequency of ten behavioral characteristics, which are defined by Roman-Lantzy and occur in response to visual stimuli in infants with CVI, in our cases was investigated.
Results: The mean age was 23.46±11.45 months, the mean birth weight was 2550±944 gr, and the mean week of delivery was 35.39±4.68 weeks. There were hypoxic ischemic encephalopathy in 22%, prematurity in 59%, periventricular leukomalacia in 16%, cerebral palsy in 25%, epilepsy in 50%, and strabismus in 68.7% of the cases. Color preference for fixation was observed in 40% of cases, and visual field preference was observed in 46% of cases. The most preferred color was red (69%) and the most preferred visual field was right visual field (47%). Difficulty with distance in 84% of cases, visual latency in 72%, need for movement in 69%, absence of visual guided reach in 69%, difficulty with visual complexity in 66%, difficulty with visual novelty in 50%, light-gazing/nonpurposeful gaze was observed in 50% and atypical visual reflex in 47%. There was no fixation in 25% of the cases.
Conclusion: Behavioral characteristics against visual stimuli were observed in most infants with CVI. Knowing and recognizing these characteristic features by ophthalmologists will help in early diagnosis, guidance for visual habilitation and planning of habilitation techniques. These characteristic features were thought to be important in order not to miss this critical period when brain plasticity occurs and good responses to visual habilitation can be obtained.
Makale Özeti

2.
Improvement of prostaglandin-associated periorbitopathy after discontinuing treatment
Jose Manuel Abalo Lojo, Pedro Vázquez Ferreiro, maria knight asorey, Aida Estévez Colmenero, Francisco Gonzalez
Sayfalar 8 - 12
Objective: To report that the periorbital changes induced by prostaglandin analogues eyedrops are partially reversible after discontinuing the treatment.
Methods: Nine patients seen in a referral oculoplastic practice with prostaglandin-associated periorbitopathy were included in this study, eight with unilateral glaucoma and one with bilateral open-angle glaucoma. All of them had been treated with topical prostaglandin analogues for at least one year, before the treatment was discontinued because of cosmetic reasons.
Results: In all cases the periocular differences between the treated eye and the fellow eye was evident, consisting mainly in deepening of the upper eyelid sulcus and eyelid fat pad reduction. One year after discontinuing the prostaglandin analogue eye-drops an improvement of features was observed.
Conclusion: Clinicians and patients should be aware of the side-effects on periorbital tissues of topical prostaglandin analogue therapy, and that these side effects can be partially reversed after discontinuation of the medication.
Keywords: periorbitopathy, prostaglandin analogue, prostaglandin-associated periorbitopathy, periorbital changes.
Makale Özeti

3.
Kafa içi basınç artışı olan hastalarda optik sinir kılıf fenestrasyonunun etkinliği
Efficacy of optic nerve sheath fenestration in patients with increased intracranial pressure
Sait Coşkun Özcan, Nedime Deveci, Deniz Ozarslan Ozcan, Feyza Önder
Sayfalar 13 - 17
Giriş ve Amaç: Kafa içi basınç artışı olan hastalarda optik sinir kılıf fenestrasyonunun (OSKF) görsel fonksiyonlar üzerindeki etkisini değerlendirmek.
Yöntem: İdiyopatik intrakraniyal hipertansiyon, serebral venöz sinüs trombozu veya intrakraniyal kist nedeniyle kafa içi basınç artışı gelişmiş olan ve görme kaybının artmasını önlemek amacıyla OSKF cerrahisi uygulanan 17 hastanın 24 gözüne ait tıbbi kayıtlar incelendi. Görme keskinliği, optik disk görüntüleri ve görme alanı bulguları tedavi öncesi ve sonrasında değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 30.4 ± 8.5 yıldı ve %88.2’ si kadındı. Ortalama vücut kitle indeksi 28.67 ± 6.1 kg/m2 idi. Ortalama takip süresi 24 ± 12.1 (3-44) aydı. Tedavi öncesi değerlerle karşılaştırıldığında tedavi sonrası 3. ayda, en iyi düzeltilmiş görme keskinliği 20 (83.3%) gözde iyileşme gösterdi ve 4 (16.7%) gözde sabit kaldı. Görme alanı ortalama standart sapmasında 10 (90.9%) gözde iyileşme görüldü ve 1 (9.1%) gözde sabit olarak kaldı. Optik disk ödemi tüm hastalarda azaldı.
Tartışma ve Sonuç: Bu çalışma OSKF’ nin artmış kafa içi basıncı nedeniyle hızlı ilerleyen görme kaybı olan hastalarda görsel fonksiyonlara yararlı etkileri olduğu sonucuna varmıştır.
Objectives: To evaluate the effectiveness of optic nerve sheath fenestration (ONSF) on visual functions in patients with increased intracranial pressure.
Materials and Methods: Medical records of 24 eyes of 17 patients who had increased intracranial pressure due to idiopathic intracranial hypertension, cerebral venous sinus thrombosis or intracranial cyst and underwent ONSF surgery to prevent visual loss were evaluated. Visual acuity, optic disc images, and visual field findings were reviewed pre- and postoperatively.
Results: The mean age of the patients was 30.4 ± 8.5 years, and 88.2% was female. The mean body mass index of the patients was 28.67 ± 6.1 kg/m2. The mean follow-up time was 24 ± 12.1 (3-44) months. At 3 months postoperatively, the mean best-corrected distance visual acuity improved in 20 (83.3%) eyes and stabilized in 4 (16.7%) eyes compared to preoperative values. In visual field mean deviation, an improvement was observed in 10 (90.9%) eyes and 1 (9.1%) eye remained stable. Optic disc edema reduced in all patients.
Conclusion: This study concluded that ONSF has beneficial effects on visual functions in patients with rapidly progressive visual loss caused by increased intracranial pressure.
Makale Özeti

4.
Pupilla Duane Sendromu’nda etkilemiş olabilir mi?: Statik ve dinamik pupillometri özellikleri
Is pupil involved in Duane syndrome?: Static and dynamic pupillometry characteristics
Hande Taylan Şekeroğlu, Mehmet Ali Şekeroğlu, Meltem Özgül Yılmazoğlu, Jale Karakaya
Sayfalar 18 - 22
Giriş: Duane sendromu (DS) tipik olarak abduksiyon ve/veya adduksiyon defektinin eşlik ettiği göz kapağı ve oküler motilite bozuklukları ile karakterizedir. Neden olarak altıncı sinirin yokluğu veya anormal gelişimi gösterilmiştir. Bu çalışmanın amacı DS’li hastalarda statik ve dinamik pupillometri özelliklerini incelemek ve sağlıklı gözlerdekiler ile karşılaştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: Tek taraflı izole DS’si olan ve daha önce hiç göz cerrahisi geçirmemiş olan hastalar çalışmaya dahil edildi. En iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EİDK) 1.0 ve üzerinde olan sağlıklı bireyler kontrol grubu olarak belirlendi. Tüm bireyler tam oftalmolojik muayene ve statik-dinamik pupilla değerlendirmesini içeren pupillometri ölçümü (MonPack One, Vision Monitor System, Metrovision, Perenchies, Fransa) yapıldı.
Bulgular: Yirmi iki DS’li hasta ve 52 sağlıklı birey olmak üzere toplam 74 hasta çalışmaya dahil edildi. DS’li hastaların ortalama yaşı 11.05±5.19 yıl, sağlıklı bireylerin ise 12.54±4.05 yıl idi (p=0.188). Cinsiyet açısından fark yoktu (p=0.502). EİDK açısından hem DS’li gözler ile sağlıklı kontroller hem de DS’li gözler ile hastaların sağlıklı diğer gözleri arasında anlamlı fark vardı (p < 0.05). Statik ve dinamik pupillometri parametrelerinin hiçbirinde gruplar arasında anlamlı fark bulunmadı (p>0.05).
Sonuç: Çalışmanın sonuçları ışığında, DS’de pupillanın etkilenmiyor olduğu gözükmektedir. Farklı yaş ve DS tiplerini içeren veya izole olmayan DS’li hastaların yer aldığı daha geniş çalışmalar farklı bulguları ortaya çıkarabilir.
Objectives: Duane syndrome (DS) is typically characterized by abduction and/or adduction deficiency accompanied by eyelid and ocular motility disturbances. The maldevelopment or absence of the sixth nerve has been proposed and demonstrated as the causative factor. The aim of the present study was to investigate static and dynamic pupillary characteristics in patients with DS and to compare these results with those of healthy eyes.
Materials and Methods: Patients with unilateral isolated DS who had no previous ocular surgery were enrolled in the study. Healthy subjects with a best corrected visual acuity (BCVA) of 1.0 or higher were assigned as control group. All subjects underwent complete ophthalmological examination and pupillometry measurement (MonPack One, Vision Monitor System, Metrovision, Perenchies, France) including static and dynamic pupil evaluation.
Results: A total of 74 patients (22 with DS and 52 healthy subjects) included in the study. The mean age of the DS patients and healthy subjects was 11.05±5.19 and 12.54±4.05 years (p=0.188). There was no gender difference (p=0.502). The mean BCVA was significantly different between eyes with DS and healthy eyes, between healthy eyes and the fellow eyes of the DS patients (p < 0.05). No significant difference was found in any parameters of the static and dynamic pupillometry (p>0.05 for all).
Conclusion: In the light of the results of the present study, the pupil seems to be not involved in DS. Larger studies including more patients with different types of DS in different age groups or comprising patients with non-isolated DS may reveal different findings.
Makale Özeti

5.
Sempatik Oftalmi: Klinik ve Demografik Özellikleri, Tedavi Sonuçları
Sympathetic Ophthalmia: Clinical and Demographic Characteristics, Treatment Results
Kubra Ozdemir Yalcinsoy, yasemin ozdamar erol, PINAR CAKAR OZDAL
Sayfalar 23 - 29
Amaç: Sempatik oftalmi (SO) tanısıyla izlenen hastaların demografik özelliklerinin, klinik bulgularının ve tedavi yaklaşımının değerlendirmesi.
Araç ve gereçler: 2000-2020 yılları arasında SO tanısıyla izlenen 14 hastanın kayıtları, Snellen eşeline göre en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EİDGK), detaylı oftalmolojik muayenesi, optik koherens tomografisi (OKT), derin görüntüleme-OKT (EDI-OKT) ve fundus floresein anjiyografi (FA) bulguları ile tedavi yaklaşımı retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya 14 SO hastasının (7 kadın, 7 erkek) 14 sempatize gözü dahil edildi. Hastaların yaş ortalaması 48.5 ± 15.4 yıldı (28-75). Hastaların ortalama takip süresi 55.1 ± 48.7 aydı (6-204). On hastada (%71) oküler travma, 4 hastada (%29) oküler cerrahi öyküsü vardı. Oküler travma veya cerrahi sonrası sempatize gözde semptomların ortaya çıkma süresi 15 gün ile 60 yıl arasında değişmekteydi. En sık arka segment bulguları optik disk ödemi (%36) ve eksudatif retina dekolmanı (%36) idi. Akut dönemde hastaların ortalama koroid kalınlığı değeri 716.5 ± 63.6 μm (635-772) olarak tespit edilirken, tedavi sonrası ortalama koroid kalınlığı değeri 296 ± 81.6 μm’a (240-415) geriledi. Tedavide 8 hastaya (%57) yüksek doz sistemik kortikosteroid, 7'sine (%50) azatioprin, 7'sine (%50) azatiyoprin ve siklosporin ve 3'üne (%21) anti-TNF ajan tedavisi verildi. Takiplerde 4 hastada (%29) nüks görüldü. Son takipte sempatik gözlerin EİDGK değerleri 11 gözde (%79) 20/50'den daha iyi idi, 13 hastada (%93) remisyon sağlandı ve 1'i (%7) akut retinal nekroz nedeniyle görmesini kaybetti.
Sonuç: SO, oküler travma veya cerrahi sonrası granülomatöz panüveit ile ortaya çıkan bilateral inflamatuar bir hastalıktır. Erken teşhis ve doğru tedavinin uygulanması ile iyi görsel ve anatomik sonuçlar elde edilebilir.
Purpose: To evaluate the demographic characteristics, clinical findings and treatment approach of patients with sympathetic ophthalmia (SO).
Materials and Methods: The records of 14 SO patients between 2000 and 2020, best corrected visual acuity (BCVA) with the Snellen chart, detailed ophthalmological examination, optical coherence tomography (OCT), enhanced depth imaging-OCT (EDI-OCT), fundus fluorescein angiography (FA) findings and treatment approach were retrospectively evaluated.
Results: The study included 14 eyes sympathizing of 14 SO patients (7 female, 7 male). The mean age was 48.5 ± 15.4 years (28-75). The mean follow-up duration was 55.1 ± 48.7 months (6-204). Ten patients (71%) had an ocular trauma and 4 (29%) had a history of ocular surgery. The time to the occurrence of the symptoms in the sympathizing eye after trauma or ocular surgery ranged from 15 days to 60 years. The most common posterior segment findings were optic disc edema (36%) and exudative retinal detachment (36%). In the acute period, the mean choroidal thickness value on EDI-OCT was 716.5 ± 63.6 μm (635-772) and decreased to 296 ± 81.6 μm (240-415) after treatment. In treatment, high dose systemic corticosteroid was given to 8 patients (57%), azathioprine to 7 (50%), azathioprine and cyclosporine to 7 (50%) and anti-TNF agent treatment to 3 (21%). Recurrence was observed in 4 patients (29%) during follow-up. In the last follow-up BCVA values of sympathizing eyes were better than 20/50 in 11 eyes (79%), remission was achieved in 13 patients (%93) and 1 (7%) lost her vision due to acute retinal necrosis.
Conclusion: SO is a bilateral inflammatory disease that presents with granulomatous panuveitis after ocular trauma or surgery. Favorable functional and anatomical results can be obtained with early diagnosis and initiation of appropriate treatment.
Makale Özeti

6.
Diyabetik Maküla Ödemli Tedavi Naif Gözlerde Ranibizumab veya Aflibercept Monoterapileri: Gerçek Yaşam Deneyiminde Birebir Karşılaştırma
Ranibizumab or Aflibercept Monotherapies in Treatment-Naive Eyes with Diabetic Macular Edema: Head to Head Comparison in A Real-Life Experience
Mahmut Kaya, Taylan Ozturk, Nilufer Kocak, Betul Akbulut Yagci, Ferdane Atas, Suleyman Kaynak
Sayfalar 30 - 36
Amaç: Diyabetik makula ödemi (DMÖ) olan tedavi naif gözlerde pro-re-nata (PRN) protokolüne göre uygulanan ranibizumab ve aflibercept monoterapilerinin fonksiyonel ve anatomik sonuçlarını gerçek yaşam verileri ortamında karşılaştırmak.
Gereç ve Yöntemler: Bu retrospektif kohort çalışmasında, hastanemize başvuran DMÖ'lü tedavi naif olguların tıbbi çizelgeleri gözden geçirildi. DMÖ'lü toplam 512 tedavi naif göze ya ranibizumab (Grup I; 308 göz) ya da aflibercept (Grup II; 204 göz) monoterapisi uygulandı ve 462 hasta kaydedildi. 12 ay boyunca görsel kazanımları birincil sonuç olarak değerlendirildi.
Bulgular: Birinci yılın sonunda ortalama intravitreal enjeksiyon sayısı Grup I ve II'de sırasıyla 4.34±1.83 ve 4.39±2.12 idi (p=0.260). 12 ayda ortalama en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EİDGK) iyileşmesi Grup I ve II'de sırasıyla +5.7 ve +6.5 ETDRS harfleriydi (p=0,321); bununla birlikte, EİDGK skoru 69 ETDRS harfinin altında olan gözlerde (çalışma popülasyonunun %54'ü) Grup II'de görsel kazanım daha belirgindi (+12.1'e karşı +15.2 ETDRS harfleri; p<0.001). Ranibizumab veya aflibercept monoterapisi alan gözlerde istatistiksel olarak anlamlı santral foveal kalınlık (SFK) düşüşü gözlendi (p<0.001), her iki grup arasında anlamlı bir fark olduğuna dair herhangi bir kanıt yoktu (p=0.148).
Sonuç: PRN protokolüne göre uygulanan ranibizumab ve aflibercept monoterapileri arasında, aflibercept kolunda biraz daha iyi fonksiyonel ve anatomik prognoz eğilimi olmasına rağmen, 12 aylık takipte görsel sonuçlarda istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı.
Objectives: To compare the functional and anatomical outcomes of ranibizumab and aflibercept monotherapies performed according to pro-re-nata (PRN) protocol in treatment-naive eyes with diabetic macular edema (DME) in a real-life clinical setting.
Materials and Methods: Medical charts of treatment-naive cases with center involved DME retrieved from our institutional database were reviewed in this retrospective cohort study. A total of 512 treatment-naïve eyes with DME underwent either ranibizumab (Group I; 308 eyes) or aflibercept (Group II; 204 eyes) monotherapy of 462 patients were enrolled. The primary outcome was visual gain over the 12-month.
Results: The mean number of intravitreal injections within the first year was 4.34±1.83 and 4.39±2.12 in Group I and II, respectively (p=0.260). The mean best corrected visual acuity (BCVA) improvement at 12 months was +5.7 and +6.5 ETDRS letters in Group I and II, respectively (p=0.321); however, visual gain was more prominent in Group II (+12.1 versus +15.2 ETDRS letters; p<0.001) in eyes with BCVA score less than 69 ETDRS letters (54% of the study population). Statistically significant central foveal thickness (CFT) decrease was observed in eyes received either ranibizumab or aflibercept monotherapy (p<0.001) without any evidence of a significant difference between both groups (p=0.148).
Conclusions: No statistically significant difference was found in visual outcomes at 12-month follow-up between ranibizumab and aflibercept monotherapies performed according to PRN protocol despite the tendency of slightly better functional and anatomic prognosis in aflibercept arm.
Makale Özeti

7.
Koryokapillaris Akım Boşluklarının Artefakt Çıkarılmış Kantitatif Analizi
Artifact Removed Quantitative Analysis Of Choriocapillaris Flow Voids
M. Giray Ersoz, Mumin Hocaoglu, Işıl Sayman Muslubas, Serra Arf, Erdost Yıldız, Murat Karacorlu
Sayfalar 37 - 43
Amaç: Vitreus opasiteleri, retina pigment epiteli altı sıvı ve birikintileri ve subretinal sıvı (SRS) nedeniyle oluşan artefaktları dış retinanın en-face optik koherens tomografi (OKT) görüntüsünün eşiklenmesi yoluyla çıkarabilen yeni bir OKT-anjiyografi (OKTA) görüntü işleme stratejisiyle koryokapillaris akım boşluklarını (KAB) araştırmak.
Gereç ve Yöntem: Drusenli hastaların ve aktif santral seröz koryoretinopatili (SSKR) hastaların tıbbi kayıtlarını retrospektif olarak inceledik. Önerilen strateji kullanılarak elde edilen KAB sayısı (KABs), ortalama alanı (KABa) ve maksimum alanı (KABmaks) ve perfüze olmayan koryokapillaris alanının yüzdesi (POKY), sadece yüzeyel kapiller pleksus (YKP) nedeniyle oluşan artefaktların çıkarılmasıyla elde edilenlerle karşılaştırıldı.
Bulgular: SRS grubuna aktif SSKR’li 21 göz, drusen grubuna ise non-eksudatif yaşa bağlı maküla dejenerasyonlu 29 göz dahil edildi. İki grupta da algoritmamız kullanılarak elde edilen KABs, KABa, KABmaks ve POKY, sadece YKP nedeniyle oluşan artefaktların çıkarılmasıyla elde edilenlerden anlamlı olarak düşüktü (tüm p’ler < 0.05). Algoritma ayrıca vitreus opasitelerine bağlı artefaktların %96,9'unu ve seröz pigment epitel dekolmanlarına bağlı tüm artefaktları çıkarabildi.
Sonuç: Retina pigment epiteli anormallikleri ve subretinal sıvı olan gözlerde artefaktlar nedeniyle koryokapillarisin OKTA görüntülerinde nonperfüzyon alanları olduğundan fazlaymış gibi değerlendirilebilir. Koryokapillaris OKTA görüntülerindeki bu artefakt alanları, dış retina en-face OKT taramalarının eşiklenmiş görüntüleri kullanılarak çıkarılabilir. Yeni artefakt çıkarma stratejimiz, SRS, drusen, drusen benzeri birikintiler ve pigment epitel dekolmanı olan gözlerde KAB'nın değerlendirilmesi için kullanılabilir.
Objectives: To investigate choriocapillaris flow voids (FV) with a new optical coherence tomography angiography (OCTA) image processing strategy that can eliminate artifacts due to vitreous opacities, sub-retinal pigment epithelium fluid and deposits, and subretinal fluid (SRF) by thresholding the en-face OCT image of the outer retina.
Materials and Methods: We retrospectively reviewed medical records of patients with drusen and patients with active central serous chorioretinopathy (CSC). Number (FVn), average area (FVav), and maximum area (FVmax) of FV and the percentage of the nonperfused choriocapillaris area (PNPCA) obtained using the proposed strategy were compared with those obtained by removing only artifacts due to superficial capillary plexus (SCP).
Results: SRF group included 21 eyes with active CSC and drusen group included 29 eyes with non-exudative age-related macular degeneration. PNPCA, FVav, FVmax, and FVn obtained using the algorithm were significantly lower than those obtained by removing only SCP in both groups (all p< 0.05). The algorithm was also able to remove 96.9% of artifacts secondary to vitreous opacities and all artifacts secondary to serous pigment epithelial detachments.
Conclusion: Nonperfusion areas of choriocapillaris on OCTA images may be overestimated in eyes with RPE abnormalities and SRF due to artifacts. These artifact areas on choriocapillaris OCTA images can be removed using thresholded images of the outer retina en-face OCT scans. Our new artifact-removal strategy is useful in assessment of choriocapillaris FV in eyes with SRF, drusen, drusen-like deposits and pigment epithelial detachment.
Makale Özeti

8.
İnfantlarda Avasküler Periferik Retina
Avascular Peripheral Retina in Infants
SENGÜL OZDEK, ECE OZDEMIR ZEYDANLI, caroline baumal, Sandra Hoyek, Nimesh Patel, audina berrocal, Ashley Lopez-Cañizares, Hasenin Al-khersan, Shunji Kusaka, Fukutaro Mano, subhadra Jalali, Domenico Lepore, Solmaz Akar
Sayfalar 44 - 57
Bebeklerde avasküler periferik retina, birçok pediatrik retinal vasküler hastalığın ortak bulgusu olarak karşımıza çıkabilmektedir ve tanısı sıklıkla güç olmaktadır. Bu derlemede, prematüre retinopatisinden (ROP), ailesel eksüdatif vitreoretinopati (FEVR), Coats hastalığı, inkontinentia pigmenti, Norrie hastalığı ve persistan fetal damar sendromuna (PFV) ve diğer nadir hematolojik durumlara ve telomer bozukluklarına kadar ayırıcı tanıda yer alan her bir hastalığın temel özelliklerinin alanında deneyimli oftalmologlar tarafından tartışılması planlanmıştır.
Avascular peripheral retina in an infant is a common characteristic of numerous pediatric retinal vascular disorders and often presents a diagnostic challenge to the clinician. In this review, key features of each disease in the differential diagnosis, from retinopathy of prematurity, familial exudative vitreoretinopathy, Coats disease, incontinentia pigmenti, Norrie disease and persistent fetal vasculature to other rare hematologic conditions, and telomere disorders, will be discussed by expert ophthalmologists in the field.
Makale Özeti

9.
Argus II retinal protez implantasyonu yapılan 3 olgunun uzun dönem klinik bulgularının değerlendirilmesi
Evaluation of long term clinical results of 3 patients implanted with Argus II retinal prosthesis system
Dilek Güven, Eyüp Düzgün, Oğuz Kaan Kutucu, Cengiz Gül
Sayfalar 58 - 66
Çalışmamızda, görme düzeyi ışık persepsiyonu ve projeksiyonu olan gözlerine Argus II retinal protez implantasyonu yapılmış olan, son evre retinitis pigmentosalı (RP) 3 hastanın uzun dönem klinik sonuçları sunulmaktadır. Olgularda takip süresince konjonktival erozyon veya hipotoni görülmedi, implantlar yerleştirildikleri bölgede sabit kaldı. Elektriksel eşik değerleri makula bölgesinde daha düşük iken, çivi tespit bölgesi ve daha periferde daha yüksekti. OKT kesitlerinde, iki olguda retina-implant arayüzünde fibrozis ve retinoşizis gelişimi izlendi. Bu durum, sistemin aktif günlük kullanım süresine ve elektrotların retinaya yakınlığına bağlı dokuya mekanik ve elektriksel etki ile ilişkilendirildi. Hastalar sistemi günlük yaşamlarına entegre edebildi ve daha önce yapamadığı etkinlikleri yapabildi. Kalıtsal retina hastalıklarının rehabilitasyonu için retina protezi geliştirme çalışmaları devam etmektedir, dolayısıyla implant ile ilgili hem sosyal hem de klinik gözlem ve tecrübeler değer taşımaktadır.
In our study, the long-term clinical results of 3 patients with end-stage retinitis pigmentosa (RP), who underwent Argus II retinal prosthesis implantation in their eyes with visual light perception and projection are presented. No conjunctival erosion or hypotony was observed postoperatively. The electrical threshold values were lower in the macular region, while higher close to the tack fixation region and peripherally. OCT scans showed fibrosis and retinoschisis formation at the retina-implant interface in two cases. This was associated with mechanical and electrical effects on the tissue due to the active daily use of the system and the proximity of electrodes to the retina. Patients have been able to integrate the system into their daily lives and perform activities that they could not do before. Studies on retinal prostheses for the rehabilitation of hereditary retinal diseases are ongoing, so both social and clinical observations and experiences about the implant are valuable.
Makale Özeti

10.
Otogreftli Pterjiyum Cerrahisinde Greft Taşımada Çift Takla Tekniği
Double Flip Technique for Graft Carrying in Autograft Pterygium Surgery
Emrah Öztürk, Abuzer Gunduz
Sayfalar 67 - 69
Rekürrens pterjiyumu olan 50 yaşında erkek hasta ve primer pterjiyumu olan 46 yaşında kadın hasta opere edildi. Otogreftin sütürasyonunu kolaylaştırmak ve ameliyat sırasında doğru greft oryantasyonu sağlamak için yeni bir otogreft taşıma tekniği kullanıldı. Pterjium eksize edildikten sonra ilk olarak otogreftin üç kenarı kesildi. Daha sonra kesilmemiş kenar üzerinden ilk takla attırıldı ve otogreft alıcı yatağın üst sınırına iki sütür ile sabitlendi. Daha sonra, kesilmemiş son kenar kesildi ve otogrefte sütüre kenar üzerinden ikinci takla attırıldı. Doğru yüzey ve yan yönelime sahip otogreft, alıcı yatağa sütüre edildi. Bu basit teknik, otogreftli pterjiyum cerrahisinde otogreftin hem kolay taşınmasını hem de doğru yönlendirilmesini sağlar.
A 50-year-old male patient with recurrent pterygium and a 46-year-old female patient with primary pterygium were operated. A novel autograft carrying technique was used to facilitate the autograft suturing and provide correct graft orientation during surgery. After the pterygium is removed, three margins of the autograft are cut initially. Then, the first flip over the uncut margin, and the autograft is fixed with two sutures on the superior border of the recipient bed. Afterward, the last uncut margin is truncated, and a second flip is done over the sutured margin. The autograft with the correct surface and side orientation is sutured to the recipient bed. This simple technique supplies both easy transport and the correct orientation of the graft in autograft pterygium surgery.
Makale Özeti

11.
Sfenoid Kemik Diplazisi: Glokomu Taklit Eden Kompresif Optik Nöropatilerin Nadir bir Nedeni
Sphenoid Bone Dysplasia: A Rare Cause of Compressive Optic Neuropathy Mimicking Glaucoma
Pelin Kıyat, Dilek TOP KARTI, Özgür Esen, omer karti
Sayfalar 70 - 73
Fibröz displazi, kemik dokunun yerini fibröz-kemik dokusunun aldığı, benign, nadir görülen bir kemik hastalığıdır. Fibröz-kemik dokunun yaptığı bası miktarına göre farklı bulgular ortaya çıkabilmektedir. Hastalar genellikle asemptomatiktir ancak kraniyel sinirlere bası ile ilişkili semptomlar da görülebilir. Bu olgu sunumunda, optik sinire bası yapan sfenoid displazi nedeniyle tek gözde glokomu taklit eder biçimde optik disk çukurlaşması olan 45 yaşında bir kadın hasta tanımlanmaktadır. Olgumuz, optik diskte çukurlaşmaya neden olan kompresif etiyolojilerin glokom ayırıcı tanısında yer almasının önemini vurgulamaktadır.
Fibrous dysplasia is a benign, rare bone disease in which there is various degrees of replacement of bone with fibro-osseous tissue. The amount of compression is likely to affect how it presents. Patients are usually asymptomatic however cranial nerve compression related symptoms can occur. In this case report, we describe a 45-year-old female patient with sphenoid bone dysplasia which compressed the optic nerve, produced a unilateral optic disc cupping that mimicked glaucoma. Our case emphasises the importance of distinguishing compressive reasons resulting in optic disc cupping in differential diagnosis of glaucoma.
Makale Özeti