Cilt: 50  Sayı: 3 - 2020
Özetleri Gizle | << Geri
1.
Transepitelyal ve Konvansiyonel Alkol Destekli Fotorefraktif Keratektomi Sonrası Yüksek Yüksek Sıralı Aberasyonların Karşılaştırılması
Comparison of High Order Aberrations After Single-Step Transepithelial and Conventional Alcohol-Assisted Photorefractive Keratectomy
Kemal Özülken, Çağrı İlhan
Sayfalar 127 - 132
Amaç: Miyop ve miyopik astigmatizmalı hastalarda tek aşamalı transepitelyal fotorefraktif keratektomi (tPRK) ve konvansiyonel alkol yardımlı PRK (aPRK) sonrası asferiklik ve yüksek sıralı aberasyon (YSA) sonuçlarını karşılaştırmak.
Yöntem: Çalışmaya 54 hastanın 108 gözü dahil edildi. 54 (% 50) göze tPRK, 54 (% 50) göze aPRK uygulandı. Aşağıdaki parametreler karşılaştırıldı: En iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EDGK), sferik eşdeğer (SE), düz ve dik keratometri, göz içi basıncı (GİB), merkezi kornea kalınlığı (MKK), asferiklik ve horizantal ve vertikal koma, horizontal ve vertikal trefoil, sferik aberasyon, ikinci sıra vertical koma ve aberasyon katsayısı.
Bulgular: Demografik ve başlangıç klinik özellikler iki grup arasında benzerdi (hepsi için p> 0.05). Aberasyon katsayısı değeri, aPRK ile tedavi edilen hastalarda ameliyat sonrası 3. ayda, 6. ayda ve 1. yılda tPRK ile tedavi edilen hastalara göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bulundu (sırasıyla p = 0.022, p = 0.019 ve p = 0.017). Diğer değişkenler istatistiksel olarak anlamlı değildi (p> 0.05, hepsi için).
Sonuçlar: Hem tPRK hem aPRK prosedürleri ile, aberasyon katsayısı değeri hariç, benzer postoperatif EDGK, SE, asferiklik ve YSA sonuçları elde edilmektedir.
Purpose: To compare the asphericity and high order aberration (HOA) outcomes of single-step transepithelial photorefractive keratectomy (tPRK) and conventional alcohol-assisted PRK (aaPRK) in patients with myopia and myopic astigmatism.
Methods: One hundred and eight eyes of 54 patients enrolled into the study. tPRK was performed to 54 (50%) eyes, aaPRK was performed to 54 (50%) eyes. The following parameters were compared: Corrected distant visual acuity (CDVA), spherical equivalent (SE), flat and steep keratometry, intraocular pressure (IOP), central corneal thickness (CCT), asphericity, and HOAs including horizontal and vertical coma, horizontal and vertical trefoil, spherical aberration, second order vertical coma, and aberration coefficient.
Results: The demographic and baseline characteristics were similar between the two groups (p>0.05, for all). The aberration coefficient value was found statistically significantly lower in patients treated with aaPRK compared to patients treated with tPRK at postoperative 3rd month, 6th month, and 1st year (p=0.022, p=0.019, and p=0.017, respectively). The other variables were statistically insignificant (p>0.05, for all).
Conclusions: Both tPRK and aaPRK procedures obtain similar postoperative CDVA, SE, asphericity, and HOAs outcomes, except the aberration coefficient value.
Makale Özeti

2.
Dry eye disease after cataract surgery: Study of its determinants and risk factors.
Pragati Garg, Aditi Gupta, Nishi Tandon, Priyanka Raj
Sayfalar 133 - 142
AIM: To study the incidence of dry eye and its determinants in patients undergoing cataract surgery.
MATERIAL AND METHODS: 120 patients with senile cataracts underwent Schirmer’s test, Tear break up Time (TBUT) test, Lissamine green staining of cornea and conjunctiva, and Ocular Surface Disease Index (OSDI) were carried out for evaluation of dry eye preoperatively and further on 1st and 2nd follow up at 1 week and 1 month after cataract surgery.
RESULTS: Mean age of patients was 59.25+9.77 years majority of which were males (n=73; 60.83%). None of the patients had dry eye at the time of enrollment as per the criteria of our study. Postoperatively Schirmer’s test values ranged between 12-35 and 8-24 on 1st and 2nd follow up respectively. Mean TBUT was 13.16 ± 2.45 and 9.64 ± 2.20 seconds, while Lissamine green staining score was 3 in 67 (55.8%) and 1 in 67 (55.8%) subjects on 1st and 2nd follow up respectively. OSDI values ranged from 1-30 and 10-33 with a mean of 25.97 ± 5.34 and 11.96 ± 7.47 respectively on the successive follow-ups. On the first follow up, 89.1% of the patients undergoing phacoemulsification were found to have grade 2 dry eye (p<0.001), while 92.2% of the patients undergoing SICS grade 2 dry eye(p<0.001). On the second follow up, among the patients who underwent phacoemulsification 92.2% had grade 0 and 82.1% of the patients who underwent SICS 82.1% had grade 0 dry eye.(p<0.001)
CONCLUSION: The incidence of dry eye after cataract surgery, irrespective of the demographic and anthropometric profile, type of surgical procedure, time of microscopic exposure and amount of energy used was quite high and was almost independent of these variables. This dryness was transient in nature and showed a declining trend, tending to achieve normalization by the end of one month.
Makale Özeti

3.
İnfantil, parsiyel akomodatif ve akomodatif ezotropyalı olguların ailelerinde şaşılık prevelansı ve hereditenin rolü
The role of heredity and the prevalence of strabismus in families with accommodative, partial accommodative, and infantile esotropia
Fatma Corak Eroglu, Sibel Oto, Feride Iffet Sahin, Yunus Terzi, Ozge Ozer Kaya, Mustafa Agah Tekindal
Sayfalar 143 - 150
Amaç: Akomodatif, parsiyel akomodatif ve inftantil ezotropyalı olguların aile bireylerinde şaşılık prevelansını değerlendirmek; kalıtımın rolünü ve akraba evliliklerinin prevalansını araştırmak.
Gereç ve Yöntem: Komitan ezotropya tanısı alan olgular geriye dönük taranarak aileler çalışmaya davet edildi. Akomodatif ezotropya(AET) olan 139, parsiyel akomodatif ezotropya (PAET) olan 55 ve inftantil ezotropya (IET) olan 21 probandın birinci ve ikinci derece yakınları çalışmaya katıldı. Toplam 518 aile bireyine tam bir oftalmolojik muayene yapıldı. Ailelerin detaylı pedigri analizleri çıkartıldı. Olguların birinci ve ikinci derece akrabaları arasında tropya, forya ve mikrotropya varlığı ile 3 dioptri üzerinde hipermetropi prevalansı ve olası kalıtım paternleri incelendi.
Bulgular: Çalışmada 49 ailede (%23) non- Mendelian, 39 ailede (%18) otozomal dominant ve 6 ailede (%3) otozomal resesif kalıtım saptandı. Akraba evliliği sıklığı akomodatif ezotropya grubunda %18,1, parsiyel akomodatif ezotropya grubunda %22,6 ve infantil ezotropya grubunda %14,3 olarak saptandı (p = 0,652). Olguların birinci derece akrabalarında şaşılık görülme sıklığı sırasıyla %58,9, %45,5 ve %38,1 olarak saptandı (P = 0,07). Olguların kardeşlerindeki mikrotropya sıklığı akomodatif ezotropya grubunda daha yüksekti (P = 0,034).
Sonuç: Olguların tümünde sporadik ve non-Mendelian kalıtım paterni, otozomal resesif kalıtım paterninden daha sık olarak saptandı. Akraba evliliği olan olgularda da otozomal resesif kalıtım paterni yaygın değildi. Ezotropya olgularının ailelerinde şaşılık ve mikrotropya görülme sıklığı ise genel popülasyondan daha yüksek olarak saptandı.
Objective: To investigate the prevalence of strabismus in families of a proband with accomodative, partial accommodative or infantile esotropia, and to evaluate the mode of inheritance and the role of consanguineous marriages in this prevalence.
Materials and Methods: Families of a comitant strabismus affected proband were invited to participate in the study. The family members of 139 subjects with accommodative, 55 with partial accommodative, and 21 with infantile esotropia agreed to participate. Detailed family trees were constructed. The first- and second-degree relatives were invited for a complete ophthalmological examination, and 518 individuals from 168 families were evaluated. The role of consanguinity, the presence of tropia, phoria (≥8 PD), microtropia, and hypermetropia (≥3.00 D) among first and second degree relatives were the main aspects.
Results: A non-Mendelian trait was found in 49 families (23%), an autosomal dominant pattern in 39 families (18%), and an autosomal recessive pattern in six families (3%). The prevalence of consanguineous marriages among parents of probands was 18.1%, 22.6%, and 14.3% in the accommodative, partial accommodative, and infantile esotropia groups, respectively (p = 0.652). The prevalence of strabismus in first-degree relatives was 58.9%, 45.5%, and 38.1%, respectively (p = 0.07). The prevalence of microtropia in probands’ siblings was significantly higher in the accommodative esotropia group (p = 0.034).
Conclusion: Sporadic cases and non-Mendelian trait were more frequent than autosomal recessive inheritance. Autosomal recessive inheritance was found not to be frequent in consanguineous marriages. The prevalence of strabismus and microtropia was significantly higher in families of esotropia cases than in the general population.
Makale Özeti

4.
Dermatoşalazis Hastalarında Üst Kapak Blefaroplastisinin Kontrast Duyarlılık Üzerine Etkileri
Effects of Upper Eyelid Blepharoplasty on Contrast Sensitivity in Dermatochalasis Patients
Hilal Nalcı, Melek Banu Hoşal, Omur Uçakhan Gündüz
Sayfalar 151 - 155
Amaç: Dermatoşalazis nedeniyle uygulanan üst kapak blefaroplastisinin kontrast duyarlılık üzerine etkilerinin araştırılması.
Gereç-Yöntem: 2014-2018 yılları arasında dermatoşalazis tanısıyla üst kapak blefaroplastisi uygulanan 34 hastanın 34 gözünün cerrahi öncesi ve postoperatif 3.ayda en iyi düzeltilmiş görme keskinlikleri, oftalmik ve göz kapağı muayeneleri, kirpik pitozisi, Sine-Wave Eşeli ile kontrast duyarlılıkları, keratometrik parametreleri ve korneal aberasyonları incelendi.
Bulgular: Hastaların 23’ü (%68) kadın, 11’i (%32) erkekti. Ortalama yaş 63,1±7 (52-81) idi. Hastaların cerrahi öncesinde ve sonrasında ortalama en iyi düzeltilmiş görme keskinlikleri 0,036±0,06 (0-0,15) logMAR idi (Wilcoxon p>0,05). Hastaların 1,5, 3, 6, 12 ve 18 devir/derece frekanstaki kontrast duyarlılık değerleri cerrahi öncesi sırasıyla 44,38±19,5, 59,03±27,2, 41,44±34,1, 15,15±19,3 ve 5,15±4,26, cerrahi sonrası ise sırasıyla 44,80±20,9, 76,85±33,4, 63,21±46,4, 28,21±31,1 ve 10,5±9,5 idi. Ölçümler arasındaki fark 3, 6, 12 ve 18 devir/derece frekanslarda istatistiksel olarak anlamlı idi (sırasıyla Wilcoxon p=0,005, 0,001, <0,001 ve <0,001). Cerrahi sonrasında hastaların kirpik pitozisi miktarlarında anlamlı azalma izlendi. Ancak kirpik pitozisindeki düzelme ile kontrast duyarlılık değişimleri arasında ilişki saptanmadı (Pearson p>0,05). Keratometrik değerler ve korneal yüksek dereceli aberasyonlarda cerrahi ile anlamlı değişiklik gözlenmedi (Wilcoxon p>0,05).
Sonuç: Üst kapak blepfaroplasti cerrahisi sonrasında olguların özellikle yüksek uzaysal frekanstaki kontrast duyarlılıkları anlamlı olarak artmaktadır. İleri yaşta lens ve retinanın senil değişikliklerinden ötürü bu frekanslardaki duyarlılıkta kayıp olduğu bilinmektedir. Sonuçlarımız gündelik yaşantı ve okuma gibi faaliyetleri kolaylaştırması açısından dermatoşalazisi olan yaşlı hastalarda blefaroplastinin ek fonksiyonel endikasyonu olabileceğini göstermektedir.
Objectives: To evaluate the impact of upper eyelid blepharoplasty on contrast sensitivity in dermatochalasis patients.
Material-Method: Best corrected visual acuity, ophthalmologic examination, eyelid examination, evaluation of lash ptosis, contrast sensitivity using Sine-Wave contrast sensitivity chart, keratometric parameters and corneal aberrations of 34 eyes of 34 patients who underwent upper eyelid blepharoplasty due to dermatochalasis in our clinic between the years 2014 and 2018 were evaluated preoperatively and at postoperative 3 months.
Results: Twenty three (68%) of the patients were females and 11(32%) were males. Mean age was 63.1±7 (52-81) years. Mean best corrected visual acuity was 0.036 ±0.06 (0-0.15) logMAR preoperatively and postoperatively (Wilcoxon p>0.05). Contrast sensitivity values of the patients at the frequencies of 1.5, 3, 6, 12, and 18 cycles per degree (cpd) were respectively 44.38±19.5, 59.03±27.2, 41.44±34.1, 15.15±19.3, and 5.15±4.26 preoperatively and 44.80±20.9, 76.85±33.4, 63.21±46.4, 28.21±31.1, and 10.5±9.5 postoperatively. The difference between contrast sensitivity values was statistically significant at the frequencies of 3,6,12, and 18 cpd (Wilcoxon p=0.005, 0.001, <0.001, and <0.001, respectively). Altough lash ptosis of the patients improved significantly after the surgery, there was no correlation between lash ptosis improvement and change in contrast sensitivity (Pearson p>0.005). Keratometric values and corneal high order aberrations did not change significantly after the surgery (Wilcoxon p>0.005).
Conclusion: Contrast sensitivity significantly increases after upper eyelid blepharoplasty, especially at higher spacial frequencies which are known to deteriorate due to senile alterations of lens and retina in the elderly. Our results show that blepharoplasty may have additional functional indications for elderly dermatochalasis patients in terms of improving the functions such as performing daily tasks and reading.
Makale Özeti

5.
Uvea melanomunda erken dönem stereotaktik radyocerrahi sonuçlarımız ve radyasyon retinopatisi için risk faktörleri
The early results of stereotactic radiosurgery in uveal melanoma and risk factors for radiation retinopathy
Gökçen Özcan, Ahmet Kaan Gündüz, ibadulla Mirzayev, Kaan Oysul, Hasan UYSAL
Sayfalar 156 - 162
Amaç: Bu çalışmanın amacı uvea melanomu olgularında stereotaktik radyocerrahi erken dönem tedavi sonuçlarımızı, tedavinin yan etkileri ve radyasyon retinopatisi için risk faktörlerini belirlemektir.
Meteryal ve Method: 2014 ile 2019 tarihleri arasında, kliniğimizde uvea melanomu tanısı almış ve tek doz 21 Gy stereotaktik radyocerrahi uygulanmış 36 olgu, retrospektif olarak incelendi. Olguların radyocerrahi öncesi ve tedavi sonrası 3 aylık periyotlarla, en iyi düzeltilmiş görme keskinlikleri, fundoskopik muayene bulguları, tümör taban çapı ve tümör kalınlıkları kaydedildi. Tümörlerin radyoterapiye yanıtı ve görülen yan etkiler tespit edildi.
Bulgular: Tedavi öncesi ortalama tümör taban çapı 10.2 ( 4.0-19.4, ±3.3) mm x 9.7 (4.5-18.0, ±3.3) mm, kalınlığı 5.1 (2.0-11.0, ±2.4) mm idi. Ortalama 17.2 (6.0-48.0, ±10.4) ay izlem süresinde olguların %80.5’inde göz koruma sağlandı. Ortalama görme keskinliği tedavi öncesi Logmar ile 0.5 (±0.3), tedavi sonrası ise Logmar ile 0.6 (±0.3) idi. Stereotaktik radyocerrahi sonrası en sık görülen yan etki katarakt (%38.9) ve radyasyon retinopatisi (%27.7) gelişimi idi. Tümörün papillaya olan uzaklığı ile radyasyon retinopatisi gelişimi arasında istatiksel olarak anlamlı ilişkili bulundu.
Sonuç: Kısa dönem sonuçlarımız stereotaktik radyocerrahinin uvea melanomunda göz koruyucu tedaviler içinde değerlendirilebilecek etkin ve sürekli bir yöntem olduğunu göstermektedir.
Purpose: To report treatment results and complications of stereotactic radiosurgery in uveal malignant melanoma and to identify risk factors for development of radiation retinopathy.
Material and method: These is a retrospective study of 36 patients diagnosed with uveal melanoma between 2014 and 2019. Best corrected visual acuity, funduscopic findings, basal tumor diameter and tumor thickness were recorded at baseline and at every 3 month follow-up visits. The response of tumors to stereotactic radiosurgery and complications were detected..
Results: The mean basal diameter of tumor was 10.2 ( 4.0-19.4, ±3.3) mm x 9.7 (4.5-18.0, ±3.3), tumor thickness was 5.1 (2.0-11.0, ±2.4) mm at baseline. The mean follow-up period was 17.2 (6-48, ±10.43) months. The mean visual acuity before the treatment was 0.5 (±0.3) Logmar, and the mean visual acuity after treatment was 0.6 (±0.3) Logmar. Most common complications after stereotactic radiosurgery were cataract (38.9 %) and radiation retinopathy (27.7%). There was a statistically significant relation between radiation retinopathy development and tumor distance to papilla (p=0.04).
Conclusion: Our short-term results show stereotactic radiosurgery was an effective and sustained treatment modality among the other eye conservation therapies.
Makale Özeti

6.
Anti-VEGF Tedavi Uygulanan Diyabetik Maküler Ödemli Hastalarda Sonuç Görme Keskinliği İle Optik Koherens Tomografi Bulguları Arasındaki İlişki
Relationship Between Final Visual Acuity and Optical Coherence Tomography Findings in Patients with Diabetic Macular Edema Undergoing Anti-VEGF Therapy
Seher Eraslan, Özlem Yıldırım, Özer Dursun, Erdem Dinç, Gülhan Orekici Temel
Sayfalar 163 - 168
Amaç: Diyabetik makula ödemi (DMÖ) tespit edilen hastalarda, intravitreal anti-VEGF tedavisi öncesi Optik Koherens Tomografi (OKT) kesitlerinden elde edilen bulguların sıklığını belirlemek, bu bulgular ile sonuç görme keskinliği ve enjeksiyon sayısı arasındaki ilişkiyi değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem: Ocak 2013 ile Nisan 2017 tarihleri arasında Retina biriminde DMÖ tanısı alarak intravitreal ranibizumab tedavisine başlanan 191 hastanın (104 erkek, 87 kadın) 296 gözü çalışmaya dahil edildi. Hastaların başvuru anındaki SD-OKT görüntüleri; seröz makula dekolmanı (SD), vitreomaküler traksiyon (VMT) ve epiretinal membran (ERM) varlığı açısından değerlendirildi. Bunun yanısıra elipsoid zon (EZ) ve retina iç tabakalarının düzeni de incelendi.
Bulgular: OKT’de santral retinal kalınlık ortalaması, tedavi öncesi 449 ± 81 µ iken, tedavi sonrasında 350 ± 96 µ olarak ölçüldü (p<0.001). Gözlerin 155 (%52.4)’inde SD, 67 (%22.6)’sinde ERM, 9 (%3)’unda VMT, 30 (%10.1)’unda retina iç katmanlarında disorganizasyon (DRIL), 54 (%18.2)’ünde EZ’de düzensizlik saptandı. Tedavi öncesi SD varlığı final görme keskinliği üzerinde etkili değilken (p=0.11), ERM varlığı, EZ düzensizliği ve DRIL final görme keskinliğini anlamlı olarak düşürmekteydi (p<0.0001). SD ve ERM varlığı saptanan gözlere uygulanan enjeksiyon sayısı, olmayan gözlere göre artış göstermekteyken, bu artış SD varlığında istatistiksel olarak anlamlıydı (sırasıyla p=0.01, p=0.59). EZ düzensizliği ve DRIL varlığının uygulanan enjeksiyon sayısı üzerine anlamlı etkisi bulunmadı.
Sonuç: DMÖ’ye SD’nin eşlik etmesinin tedavi ihtiyacını arttırdığı saptanmış ancak sonuç görme keskinliği ile ilişkili bulunmamıştır. EZ’de düzensizlik, DRIL ve ERM varlığı görme keskinliğini olumsuz etkileyen faktörlerdir.
Aim: To identify the prevalence of findings from optical coherence tomography (OCT) sections before intravitreal anti-VEGF treatment in patients with diabetic macular edema (DME), and to evaluate the relationship between these findings and final visual acuity and number of injections.
Materials and Methods: 296 eyes of 191 patients (104 male, 87 female) who started intravitreal ranibizumab treatment after DME diagnosed between January 2013 and April 2017 in Retina Unit was included the study. The Spectral Domain OCT findings at the time of presentation such as presence of serous macular detachment (SD), presence of vitreomacular traction (VMT), presence of epiretinal membrane (ERM) were recorded. In addition, the regularity of the ellipsoid zone (EZ) and the inner layers of the retina was also studied.
Results: The mean central retinal thickness measured in SD-OCT was 449 ± 81 μ before treatment and 350 ± 96 μ after treatment (p <0.001). 155 eyes (52.4%) had SD, 67 eyes (22,6%) had ERM, 9 eyes (3%) had VMT, 30 eyes (10.1%) had disorganization of the retinal inner layers (DRIL), 54 eyes (18,2%) had EZ deterioration. The presence of ERM, EZ irregularity and DRIL presence significantly reduced the final visual acuity (p <0.0001), while SD before treatment had no effect on final visual acuity (p = 0.11). SD and ERM presence increased the number of injections applied to the eyes. This increase was statistically significant only in the presence of SD (p=0.01, p=0.59, respectively). EZ irregularity and the presence of DRIL had no significant effect on the number of injections applied.
Conclusion: It was determined that the presence of SD accompanied by DME increased the need for treatment, but the result was not associated with visual acuity. EZ irregularities, DRIL and ERM are findings that negatively affect visual acuity.
Makale Özeti

7.
Behçet Üveiti: Tanı ve tedavide güncel yaklaşım
Behçet Uveitis: Current diagnostic and therapeutic approach
PINAR CAKAR OZDAL
Sayfalar 169 - 182
Behçet hastalığı tekrarlayan inflamasyonla karakterize multisistemik bir hastalıktır. Etyopatogenezi tam olarak aydınlatılamamışsa da, hem doğumsal, hem de edinsel immün sistem, genetik yatkınlık ve çevresel faktörlerin rol oynadığı düşünülmektedir. Üçüncü ve dördüncü dekatdaki erkeklerde daha sık görülür ve daha ağır seyreder. Hastalığın seyrinde en sık tutulan organ gözdür. Göz tutulumu (Behçet üveiti) bilateral, tekrarlayan non-granülomatöz panüveit ve tıkayıcı retinal vaskülitle karakterizedir. Arka segmentin tekrarlayan atakları kalıcı retinal hasar ve makular skar, makula atrofisi ve optik atrofi gibi komplikasyonlara yol açarak kalıcı görme kaybına neden olabilir. Erken ve agresif immünmodülatör tedavi ve gerektiğinde biyolojik ajanların kullanılması tekrarlayan atakların önlenmesi ve görme prognozunun iyileştirilmesinde en önemli faktörlerdir.
Behçet disease is a chronic, multisystem inflammatory disorder characterized by relapsing inflammation. Although its etiopathogenesis has not yet been clarified, both adaptive and innate immune systems, genetic predisposition and environmental factors have all been implicated. It is more frequent and more severe in males in the third and fourth decade of life. Eye is the most frequently involved organ during the disease course. Ocular involvement (Behçet uveitis) is characterized by bilateral recurrent non-granulomatous panuveitis and occlusive retinal vasculitis. Recurrent inflammatory attacks of posterior segment may lead to permanent visual loss by developing irreversible retinal damage and complications such as macular scarring, macular and optic atrophy. Early and aggressive immunomodulatory treatment and the use of biologic agents when needed are crucial for preventing recurrences and improving the visual prognosis.
Makale Özeti

8.
İki Mukopolisakkaridozlu Olguda İn Vivo Konfokal Mikroskopi ve Ön Segment Optik Koherens Tomografi Bulguları
In Vivo Confocal Microscopy and Anterior Segment Optical Coherence Tomography Findings in Two Cases with Mucopolysaccharidoses
Yalcın Karakucuk, Banu Bozkurt, Merve Sahin, Süleyman Okudan
Sayfalar 183 - 186
Mukopolisakkaridoz glikozaminlerin hücre içi ve hücre dışında yaygın birikimi ile sonuçlanan, kalıtsal lizozomal enzim eksikliğinden kaynaklanan bir grup hastalıktır. Mukopolisakkaridozların alt tipine göre, glikozaminler korneayı da içeren birçok organ ve dokuda birikebilir. Bu çalışmada 39 yaşındaki Scheie Sendromlu bir erkek ve 41 yaşındaki Morquio Sendromlu bir kadının in vivo konfokal mikroskopi ve ön segment optik koherens tomografi bulgularını sunduk ve literatürü gözden geçirdik. In vivo konfokal mikroskopide epitelde, bowman tabakasında ve ön stromada çok sayıda küçük ve büyük yüksek yansıtıcılı birikimler ve etrafı düşük yansıtıcılı yapı ile çevrilmiş anormal şekilli uzamış keratositler, ön-orta stromadaki vakuoller olabilir, mevcuttu. Ön segment optik koherens tomografide, kalınlaşmış kornea boyunca glikozamin birikimi artmış yüksek yansıtıcılı görünüme sebep olmuştu.
The mucopolysaccharidoses (MPSs) are a group of disorders caused by inherited defects in lysosomal enzymes resulting in widespread intracellular and extracellular accumulation of glycosaminoglycans (GAGs). Due to the MPSs subtype, GAGs can be deposited in many organs and tissues including cornea. In this report, we presented in vivo confocal microscopy (IVCM) and anterior segment optical coherence tomography (AS-OCT) findings in a 39-year old man with Scheie Syndrome (MPS-IS) and a 41-year old woman with Morquio Syndrome (MPS-IVA) (Heidelberg Retina Tomograph 3 Rostock module, Germany) and reviewed the literature. In IVCM, there were multiple small and larger hyperreflective deposits in the epithelium, Bowman layer and anterior stroma and abnormally shaped, elongated keratocytes with hyporeflective round structures, which might be vacuoles in the anterior-mid stroma. In AS-OCT images, accumulation of GAG deposits lead to an increased hypereflective appearance throughout the thickened cornea.
Makale Özeti

9.
Tip 2 neovaskülarizasyonun nadir bir sebebi: Unilateral retina pigment epitel disgenezisi
A rare cause of type 2 neovascularization: Unilateral retinal pigment epithelium dysgenesis
Berrak Şekeryapan Gediz
Sayfalar 187 - 189
Unilateral retina pigment epitel disgenezisi ilk kez 2002'de tarif edilmiş çok nadir rastlanan bir klinik durumdur. Patognomonik sayılabilecek muayene ve görüntüleme bulguları tanıyı kolaylaştırmaktadır. Bu yazıda unilateral retina pigment epitel disgenezisinin komplikasyonu olarak tip 2 neovaskülarizasyon gelişmiş 32 yaşında bir olgu sunulmaktadır. Altı aylık intravitreal bevacizumab enjeksiyonu sonrası, ilk muayenede 20/32 olan görme keskinliğinin 20/20'ye yükseldiği ancak optik koherens tomografi bulgularının kısmi olarak düzeldiği izlenmiştir. Burada amaçlanan patogenezi ve prognozu tam olarak bilinmese de özellikle gençlerde görme kaybına sebep olan unilateral retina pigment epitel disgenezisi ve sekonder gelişen tip 2 neovaskülarizasyonun vurgulanmasıdır.
Unilateral retinal pigment epithelium dysgenesis is a very rare clinical condition first described in 2002. Fundus examination and imaging findings are almost pathognomonic and can facilitate diagnosis of this uncommon disease. In this article, we present a 32-year-old patient who developed type 2 neovascularization as a complication of unilateral retinal pigment epithelium dysgenesis. After 6 months of monthly intravitreal bevacizumab injection, visual acuity increased from 20/32 to 20/20 but optic coherence tomography findings were partially improved. The aim of this report is to emphasize the unilateral retinal pigment epithelium dysgenesis and secondary type 2 neovascularization, the pathogenesis and prognosis of which are unknown but which cause visual loss especially in younger population.
Makale Özeti

10.
Optik diskin situs inversusu ile birliktelik gösteren fovea plana olgusunda multimodal görüntüleme
Multimodal imaging in a case of fovea plana associated with situs inversus of the optic disc
Berrak Şekeryapan Gediz, Mehmet Ali Şekeroğlu
Sayfalar 190 - 192
Fovea plana foveal çukurluğun anatomik yokluğuyla karakterize konjenital bir durumdur. İzole olabileceği gibi konjenital oküler anomalilere eşlik edebilir. Bu yazıda en iyi düzeltilmiş görme keskinliği 20/32 olan ve optik diskin situs inversusu, optik disk hipoplazisi, tilte optik disk ve prepapiller vasküler halka ile birliktelik gösteren bir fovea plana olgusu sunulmaktadır. Burada amaçlanan oldukça nadir görülen multipl optik disk anomalileri ve fovea plana birlikteliğinin gösterilmesi ve multimodal görüntüleme yöntemlerinin kullanılmasının nadir görülen anomalilerin tanımlanmasını kolaylaştırdığının vurgulanmasıdır.
Fovea plana is a congenital condition characterized by anatomic absence of foveal pit. It may be isolated or associated with congenital ocular anomalies. In this report, we present a case of fovea plana associated with situs inversus of the optic disc, optic disc hypoplasia, tilted optic disc and prepapillary vascular loop and with best corrected visual acuity of 20/32. The aim of this report is to demonstrate the coexistence of very rare multiple optic disc anomalies and fovea plana, and also to emphasize that the use of multimodal imaging methods facilitates the identification of rare anomalies.
Makale Özeti

11.
Parasantral akut orta makulopati
Paracentral acute middle maculopathy
Pelin Kıyat, Cumali Değirmenci, Serhad Nalçacı, Filiz Afrashi, Cezmi Akkin
Sayfalar 193 - 196
Akut makuler nöroretinopatinin bir varyantı olan parasantral akut orta makulopati (PAOM) spektral domain optik koherens tomografi (SD-OKT)’de iç nükleer ve dış pleksiform tabakalarda hiperreflektivite gösteren bant şeklinde lezyon ile karakterize bir klinik antite olup etiyolojisinde retinal iskemiye neden olan vazopressör maruziyeti ya da mikrovasküler retinopatiye neden olan sistemik hastalıklar düşünülmektedir. PAOM tanısı, takibi ve ayırıcı tanısında temel görüntüleme yöntemi SD-OKT’dir ancak multimodal görüntüleme ile tanı desteklenmelidir. Bu çalışmada PAOM tanısı alan genç, kadın olguda multimodal görüntüleme özelliklerinin sunulması amaçlanmıştır.
Paracentral acute middle maculopathy is a variant of acute macular neuroretinopathy which is characterized with hyperreflective band-like lesion at inner nuclear layer and outer plexiform layer on spectral domain optical coherence tomography. Vasopressor exposure or systemic microvascular diseases leading to retinal ischemia considered most responsible factors in etiology. Spectral domain optical coherence tomography is the main imaging method in the diagnosis, differential diagnosis or evaluating the progression of paracentral acute middle maculopathy on the other hand, multimodal imaging is useful to support the diagnosis. Herein, we present paracentral acute middle maculopathy in a young healty woman using multimodal imaging methods.
Makale Özeti

12.
COVID-19 Pandemic and Ophthalmologists
Joob Beuy, Viroj Wiwanitkit
Sayfa 197
Makale Özeti

EDITÖRE MEKTUP YANITLAMA
13.
Reply to the editor
Banu Bozkurt, Sait Eğrilmez, Tomris Şengör, Özlem Yıldırım, Murat İrkeç
Sayfalar 198 - 199
Makale Özeti