Cilt: 32  Sayı: 4 - 2016
Özetleri Gizle | << Geri
ARAŞTIRMA
1.
Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Biyokimya Laboratuvarında HPLC Yöntemi ile Saptanan Anormal Hemoglobin Varyantları
Abnormal Hemoglobin Variants Detected by HPLC Method in Okmeydanı Training and Research Hospital Medical Biochemistry Laboratory
Okan Dikker, Müberra Vardar, Rıza Sandıkçı, Burcu Basat, Veysel Sucu, Eren Vurgun, Maide Hacer Tekin, Hüseyin Dağ
doi: 10.5222/otd.2016.1065  Sayfalar 185 - 189
GİRİŞ ve AMAÇ: Laboratuvarımızda yüksek basınçlı sıvı kromatografisi (HPLC) yöntemi ile çalışılmış anormal hemoglobin varyantlarını saptamak ve literatürdeki diğer çalışmalarla bizim bulgularımızı karşılaştırarak farklı hemoglobin varyantları bulup bulmadığımızı tespit etmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada 24.03.2014 - 05.09.2015 tarihleri arasında Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi tıbbi biyokimya laboratuvarında çalışılmış olan 1894 farklı hastaya ait hemoglobin varyant analizi sonucu retrospektif olarak değerlendirildi. Hemoglobin varyant analizi, Trinity Biotech Primus Ultra 2 Hemoglobin varyant otoanalizöründe HPLC yöntemi ile çalışılmıştır.
BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen olguların %0.95’inde (18 olgu) anormal hemoglobin varyantı tespit edilmiştir. Bunlardan 8 olguda Hb S (%0.42) (1 olguda homozigot HbSS, 7 olguda heterozigot Hb AS gözlendi.), 3 olguda Hb D-Los Angeles (%0.16), 1 olguda Hb C (%0.05), 1 olguda Hb Q-Iran (%0.05), 1 olguda Hb Hasharon (%0.05), 1 olguda Hb O-Arab (%0.05), 1 olguda Hb Kirksey (%0.05), 1 olguda Hb P-Nilotic (%0.05), 1 olguda Hb J-Toronto (%0.05) tespit edilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Dünya ve ülkemizdeki sıklığına benzer olarak bizde retrospektif analizimizde en sık Hb S varyantını tespit ettik. İkinci sıklıkla ülkemizdekine benzer şekilde Hb D-Los Angeles varyantını tespit ettik. Yapılan çalışmalarda, HPLC ile çeşitli hemoglobin fraksiyonlarının niteliksel ve niceliksel ayrımının elektroforetik yöntemlere göre duyarlı, özgül ve tekrarlanabilir olarak yapıldığı gösterilmiştir. Ancak HPLC yönteminin bir tarama testi olduğunu, kesin tanının gen düzeyindeki moleküler analizlerle konabileceğinin unutulmaması gerekmektedir.
INTRODUCTION: We aimed to review the abnormal hemoglobin variants detected by high performance liquid chromatography (HPLC) in our laboratory and to find out different hemoglobin variants by comparing our findings with the literature.
METHODS: 1894 patients’ hemoglobin variant analysis results which analysed in Okmeydanı Training and Research Hospital medical biochemistry laboratory between the dates of 24.03.2014 – 05.09.2015 were retrospectively evaluated. Hemoglobin variant analysis analysed at Trinity Biotech Primus Ultra 2 hemoglobin variant autoanalyzer with HPLC method.
RESULTS: Abnormal hemoglobin variants were found in 18 patients (0.95%). The abnormal hemoglobin variants included Hb S in 8 patients (0.42%) (homozygous Hb SS in 1 case and heterozygous Hb AS in 7 cases), Hb D-Los Angeles in 3 patients (0.16%), and Hb C (0.05%), Hb Q-Iran (0.05%), Hb Hasharon (0.05%), Hb O-Arab (0.05%), Hb Kirksey (0.05%), Hb P-Nilotic (0.05%), Hb J-Toronto (0.05%) in one each patient.
DISCUSSION AND CONCLUSION: We found Hb S as the most frequent abnormal hemoglobin variant in our evaluation similar to the frequency in our country as well as the world. Hb D-Los Angeles variant was found as the second most frequent similar to the frequency in our country. In published studies, qualitative and quantitative separation of various hemoglobin fractions with HPLC demonstrated more sensitivity, specificity and precision than the electrophoretic methods. However, it should not be forgotten that the HPLC method is a screening test for hemoglobin variants and the definitive diagnosis can be made by molecular analysis of genes.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

2.
Bcl-2: Psöriasis ve egzema ayrımında daha kolay bir yol mudur?
Bcl-2: Is it an easier way to differentiate psoriasis and eczema?
Özben Yalçın, Filiz Topaloğlu Demir, Ayşe İrem Kılıç, Hüseyin Kaya, Fevziye Kabukçuoğlu, İlknur Kıvanç Altunay
doi: 10.5222/otd.2016.1064  Sayfalar 190 - 194
GİRİŞ ve AMAÇ: Psöriasisin ve egzemanın klinik ve histopatolojik olarak ayrimi zor olabilir. Bu çalışmada; ön tanıları psöriasis ve egzema olarak değerlendirilen olguların histolojik özellikleri ve bcl-2 ekspresyonları Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji Bölümü tarafından değerlendirilmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Patoloji arşivinden klinik ön tanıları psöriasis ve egzema olan 80 olgunun biyopsi sonuçları toplandı. Tüm biyopsiler 2 farklı dermatopatolog tarafından klinik tanıları bilinmeden değerlendirildi ve verileri toplandı. Elde edilen veriler SPSS ile analiz edildi.
BULGULAR: Palmoplantarpsöriasis ile egzema arasında histopatolojik farklar vardır. Hipogranülasyon(P=0.001; P<0.01), Munromikroabseleri (P=0.001; P<0.01), papillerdermiste kıvrımlı kan damarları (P=0.001; P<0.01), suprapapiller tabakada incelme (P=0.001; P<0.0001), plazma tepecikleri (P=0.033; P<0.005), parakeratoz(P=0.001; P<0.01) ve kogoj (P=0.001; P<0.01) bulguları psöriasis olgularının histopatolojik özelliklerine uyumlu olarak istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Spongioz (P=0.001; P<0.01), spongiotik vezikül (P=0.001; P<0.01), üst epidermiste eozinofil infiltrasyonu (P=0.001; P<0.01) egzema tanısı ile anlamlı olarak ilişkilendirilmiştir. Bcl-2 ekspresyonu ile yapılan immunohistokimyasal çalışmada psöriasiste bcl-2 ekspresyonu negatif bulunurken, egzema olgularında normal deri ekspresyonu ile aynı şiddette ve pozitif ekspresyon göstermiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hipogranülasyon, Munro mikroabseleri, papiller dermişte kıvrımlı kan damarları, suprapapiller tabakada incelme, plazma tepecikleri,parakeratoz ve kogoj gibi histopatolojik bulgular anlamlı olarak psöriasis ile ilişkili olup tanı koymada kullanılabilir. Bcl-2 immunohistokimyasal çalışması ile de psöriasis ve egzema ayrımı yapılabilir.
INTRODUCTION: The histopathological features of psoriasis and eczema sometimes are intertwined eachother and there is not easy way to distinct these two diseases Differentiation of eczema and psoriasis can be difficult clinically and histopathologically. In this study, it is designed to evaluate the histological features and bcl-2 expression of cases clinically prediagnosed with psoriasis and eczema in our pathology deparment of Şişli Etfal Training and Research Hospital.

METHODS: The biopsy results with psoriasis and eczema of 80 cases between 2010 and 2011 years in İstanbul Şişli Etfal Training and Research Hospital that clinically prediagnosed with psoriasis and eczema were collected from pathology archives. All biopsies were interpreted by two different dermatopathologists blinded clinical diagnosis and data collection forms were completed. Then data obtained were analyzed by SPSS.
RESULTS: There were histopathologic difference between palmoplantar psoriasis and eczema. Hypogranulosis (P=0.001; P<0.01), Munro’s microabscess (P=0.001; P<0.01), tortuous blood vessels in papillary dermis (P=0.001; P<0.01), suprapapillary plate thinning (P=0.001; P<0.01), plasma mounds (P=0.033; P<0.05), parakeratosis (P=0.001; P<0.01) ve kogoj (P=0.001; P<0.01) were found that statistically significant contributors for clinicopathological concordance in cases of psoriasis. Spongiosis (P=0.001; P<0.01), spongiotic vesicle (P=0.001; P<0.01), eosinophil infiltration in upper dermis (P=0.001; P<0.01) were significantly associated with diagnosis of eczema. In immunohistochemical studies, while it is found that bcl-2 expression is negative in psoriasis, it is showed that bcl-2 expression in eczema is positive and same intensity as much as bcl-2 expression of normal skin (P=0.001; P<0.01).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Histopathologic finding like hypogranulosis, Munro’s microabscess, tortuous blood vessels in papillary dermis, suprapapillary plate thinning, plasma omunds, parakeratosis and kogoj had significant associated with psoriasis and might be utilized in establishing its diagnosis. The differentiation between psoriasis and eczema can be made by bcl-2 immunohistochemical study. However, the study has some limitations due to small number of cases.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

3.
Anormal Uterin Kanama Tedavisinde Levonorgestrel Salgılayan Rahim İçi Araç Kulanımının Etkinliği
The Effectivity Of The Using Levonorgestrel Releasing Intrauterine Devive In The Treatment Of Abnormal Uterine Bleeding
Soner Pul, Veli Mihmanlı, Ali Emre Tahaoğlu, Ahmet Kılıçkaya, Taner Mirza
doi: 10.5222/otd.2016.1066  Sayfalar 195 - 197
GİRİŞ ve AMAÇ: Anormal uterin kanama tanısıyla levonorgestrel salgılayan rahim içi araç uygulanan hastalarda tedavi öncesi ve 1 yıl sonraki menstrüel kanama karakteri, hemoglobin, hematokrit ve endometrial biopsi sonuçlarını değerlendirmek.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Anormal uterin kanama tanısı almış ve tedavi amaçlı levonorgestrel salgılayan rahim içi araç uygulanmış reprodüktif dönemdeki 77 kadın hasta çalışmaya alındı. Hastaların tedavi öncesi ve sonrası bulguları karşılaştırıldı.
BULGULAR: Anormal uterin kanama tanısı ile levonorgestrel salgılayan rahim içi araç tedavisi uygulanan 77 hastanın 58’inde (%75.32) menstrüel kanama paterninde olumlu ve anlamlı değişiklik saptandı. Hemoglobin ve hematokrit değerlerinde artış tespit edildi. Hastaların 11’inin (%14.28) vaginal kanama şikayetlerinde değişiklik olmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Anormal uterin kanama tedavisinde levonorgestrel salgılayan rahim içi araç uygulaması güvenilir ve etkin bir tedavi yöntemidir.
INTRODUCTION: Levonorgestrel-releasing intrauterine device implemented with diagnosed abnormal uterine bleeding patients to evaluate the results, before and after 1 year of treatment in menstrual bleeding character, hemoglobin, hematocrit, and endometrial biopsy.
METHODS: In study; levonorgestrel-releasing intrauterine device applied treated for abnormal uterine bleeding were evaluated diagnosed of 77 female patients in reproductive age. Before and after the patients treatment findings were compared.
RESULTS: Levonorgestrel-releasing intrauterine device applied for abnormal uterine bleeding treatment of diagnosed 77 patients 58 (75.32%) were positive and significant changes in menstrual bleeding patterns. İncrease in hemoglobin and hematocrit values were determined. 11 (14.28%) of the patients did not change in vaginal bleeding complaints.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Levonorgestrel-releasing intrauterine device in the treatment of abnormal uterine bleeding is a reliable and effective treatment.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

4.
Laparoskopik histerektomi deneyimlerimiz
Laparoscopic hysterectomy; our experience
Gökhan Demirayak, Tuğba Kılık, Fatma Nur Çetinkaya, Berk Bulut, Murat Akbaş, Aydın Kılınç, Berna Şermin Kılıç, Orhan Şahin, Ahmet Kılıçkaya, Veli Mihmanlı
doi: 10.5222/otd.2016.1067  Sayfalar 198 - 203
GİRİŞ ve AMAÇ: Histerektomi en yaygın yapılan majör jinekolojik ameliyattır. Tüm dünyada en sık laparotomi ile yapılmasına rağmen laparoskopik histerektomi giderek artmaktadır. Bu çalışmada kliniğimizde total laparoskopik histerektomi yapılan hastalar değerlendirildi.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kliniğimizde ocak 2014 ile ocak 2016 tarihleri arasında benign veya malign jinekolojik hastalıklar nedeniyle total laparoskopik histerektomi yapılan hastaların dosyaları retrospektif olarak tarandı. Hastaların yaş, vücut-kitle indeksi, parite, daha önce geçirilmiş operasyon öyküsü gibi demografik verileri kaydedildi. Histerektomi endikasyonu, histerektomiye ek olarak yapılan cerrahiler, toplam operasyon süresi, kan kaybı, preoperatif ve postoperatif hemoglobin değerleri, uterus ağırlığı, perioperatif ve postoperatif komplikasyonlar ile hastanede kalış süreleri kaydedildi. Sonuçlar güncel literatür eşliğinde değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışmaya 101 hasta dahil edildi. Hastaların ortalama yaşı 51,7 (42-73), vücut-kitle indeksi 26,3 (21,2-38,3), paritesi 3(0-8) idi. 27 (%26,7) hastanın abdominal operasyon öyküsü mevcuttu. 33 (%32,6) hasta ile anormal uterin kanama en sık endikasyon idi. Total laparoskopik histerektomi ile birlikte 65 (%64,4) hastaya bilateral salpingo-ooforektomi, 29 (%28,7) hastaya bilateral salpinjektomi, endometrial kanserli 6 (%5,9) hastaya bilateral salpingo-ooforektomi ve bilateral total pelvik lenfadenektomi, uterin prolapsus mevcut 1 (%1) hastaya bilateral salpingo-ooforektomi ve sakrokolpopeksi yapıldı. Ortalama uterus ağırlığı 195 (95-530 g), ortalama operasyon süresi 110 (75-210) dk idi. Ortalama kan kaybı 110 (10-300) cc idi. Ortalama hastanede kalış süresi 2,1 (1-3) gündür. Bir hastada (%1) majör komplikasyon gelişti. 2 (%2) hastada minör komplikasyon gelişti.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Total laparoskopik histerektomi uygulanabilir, güvenli bir ameliyattır. İlk vakalarda operasyon süresi uzun olsa da cerrahi ekip deneyim kazandıkça süre kısalmaktadır.
INTRODUCTION: Hysterectomy is the most common major gynecologic procedure. Although majority of hysterectomies is performed through laparotomy, total laparoscopic hysterectomy is increasing in the world. In this study, the patients who underwent total laparoscopic hysterectomy in our clinic were evaluated
METHODS: The datas of patients who underwent total laparoscopic hysterectomy due to benign or malignant gynecologic disease in our clinic between January 2014 and January 2016 were evaluated retrospectively. The demographic datas of patients including age, parity, body-mass index and history of previous operation were recorded. Indication of hysterectomy, additional surgery to hysterectomy, total operation time, mean blood loss, pre-operative and postoperative hemoglobin levels, uterus weight, preoperative and postoperative complications and hospital stay were recorded. The results were evaluated according to current literature.
RESULTS: One hundred and one patients were included in this study. The mean age of patients was 51,7 (42-73), the mean body-mass index was 26,3 (21,2-38,3) and the median of parity was 3 (0-8). 27 (%26,7) of 101 patients had previous abdominal surgery. The most common indication for hysterectomy was abnormal uterine bleeding, 33 of 101 patients(%32,6). Bilateral salpingo-oophorectomy was performed in 65 (%64,4) patients, bilateral salpingectomy was performed in 29 (%28,7) patients, bilateral salpingo-oophorectomy with bilateral pelvic lymphadenectomy was performed in 6 (%5,9) patients who had endometrial cancer and sacrocolpopexy was performed in 1 (%1) patient with uterine prolapse, in addition to hysterectomy. Mean uterus weight was 195 (95-530) g and mean total operation time was 110 (75-210) m. Mean blood loss was 110 (10-300) cc. Mean hospital stay was 2,1 (1-3) d. One major complication was detected in 1 (%1) patient and one minor complication was detected in 2 (%2) patients.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Total laparoscopic hysterectomy is a feasible and a safe operation. While total operation time was long initially, as surgery team gets experienced, it gets shorter.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

5.
Üçüncü Trimester Maternal Hemoglobin Değerinin Fetal Ağırlık ve Doğum Haftasına Etkisi
The effect of third trimester maternal hemoglobin levels to fetal weight and the week of birth
Elif Dilasa Pala Köse, Veli Mihmanlı, Gökhan Demirayak, Hilal Nalbant, Miraç Özalp, İsmet Gökçen
doi: 10.5222/otd.2016.1068  Sayfalar 204 - 210
GİRİŞ ve AMAÇ: Üçüncü trimester gebelerde doğum öncesi bakılan hemoglobin düzeylerinin doğum haftası ve doğum ağırlığına olan etkisini incelemek.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 1 Ağustos-30 Ekim 2014 tarihleri arasında Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde doğum 562 hasta hemoglobin değerlerine göre 3 gruba ayrıldı. Hb: 11-13g/dl arası olan 328 hasta Grup 1, Hb: 9-11g/dl arası olan 174 hasta Grup 2 ve Hb<9g/dl olan 60 hasta Grup 3 olarak kaydedildi. Hastaların yaşı, doğum şekli, gravida ve pariteleri, hemoglobin, hematokrit, MCV değerleri, doğum haftası ve doğum ağırlıkları kaydedildi. 37. Gebelik haftasından önce doğum preterm doğum, 2500gr’dan küçük bebek düşük doğum ağırlıklı bebek olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Doğum ağırlığı açısından yapılan değerlendirmede gruplar arasında belirgin fark tespit edildi.(p<0.05) Hb<9g/dl olan Grup 3 hastaların ortalama doğum ağırlıkları grup 1 ve 2 den daha az saptandı. Grup 2 ve grup 3’te istatistiksel olarak anlamlı düşük doğum ağırlığı saptandı. Doğum haftası ve doğum şekli açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. Ancak parite arttıkça hastaların hemoglobinlerinin düşük olma oranlarının arttığı görüldü.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmanın sonucuna göre 3.trimesterde hemoglobin değerleri düşük olan gebelerin bebeklerinin doğum ağırlıklarının da düşük olduğu görüldü. Özellikle hemoglobin < 9g/dl olmasının düşük doğum ağırlığına neden olduğu görüldü.
INTRODUCTION: The effects of hemoglobin levels checked pre-labor in 3rd trimester pregnant women to the week of birth and birth weight are researched
METHODS: : The files of 980 pregnant women, that went into labor in Okmeydanı Research and Education Hospital, between 1 August-30 October 2014 have been scanned. 418 of these patients have been omitted due to hb>13 and maternal-fetal reasons. The remaining 562 patients have been separated into 3 categories regarding their hemoglobin levels. 328 patients with a hemoglobin level of between 11-13g/dl was recorded as Group 1, 174 patients with a hemoglobin level of between 9-11g/dl was recorded as Group 2, and the remaining 60 patients with a hemoglobin level of less than 9g/dl was recorded as Group 3. Patients' age, birth type, gravidity and parity, hemoglobin, hematocrit and MCV values, their week of birth and birth weight have also been recorded. Births before the 37th week were marked as preterm births and babies weighing less than 2500grams were marked as low birth weight babies.
RESULTS: In an analysis based on birth weight, a clear difference between the groups has been observed. Patients in Group 3 with (p<0.05) Hb<9g/dl were determined to have a lower average birth weight in comparison to those of Group 1 and 2. No significant difference was determined statistically, based on the week of birth and the birth type. However, as the parity increases, an increase in the rate of patients with lower hemoglobin was observed.
DISCUSSION AND CONCLUSION: : In this study, a low birth weight has been observed in the pregnant women with low hemoglobin values at their 3rd trimester. Especially, hemoglobin values of <9g/dl were observed to have caused low birth weight.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

DERLEME
6.
Fasiyal hiperpigmentasyonlar ve tedavisi
Facial hyperpigmentations and their management
Kübra Cüre, Emek Kocatürk, Utkan Kızıltaç
doi: 10.5222/otd.2016.1069  Sayfalar 211 - 218
Dermatoloji kliniklerinde sık rastlanılan bir durum olan hiperpigmentasyon deri renginde koyulaşma anlamına gelir ve tedavisi hem hekim hem hasta için güçlükler yaratabilir. Konjenital formların yanısıra, çeşitli sistemik hastalıklar, deri hastalıkları ve çevresel faktörlerden kaynaklanan akkiz formları da vardır. Bu lezyonlar çoğunlukla asemptomatik olsa da yerleşim yerine bağlı olarak insanların sosyal ilişkilerini ve yaşam kalitelerini kötü etkileyebilen kozmetik ve psikososyal bir sorun haline gelebilir. Bu derlemede fasiyal hiperpigmentasyonun en sık nedenleri olan melazma, postinflamatuvar hiperpigmentasyon, efelid ve lentigoların tanı ve tedavisine değinilecektir.
Hyperpigmentation, which is a term that means darkening of the skin, is a frequent complaint with challenging clinical management both for the patient and the physician. There are congenital as well as acquired forms secondary to systemic diseases, skin problems or environmental factors. Although usually asymtomatic these lesions can have bad impact on patients’ social relationships and quality of life both as a cosmetic and psychological problem. This review will focus on melasma, post-inflammatory hyperpigmentation, freckles and lentigines which constitute major causes for facial hyperpigmentation.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

OLGU SUNUMU
7.
Fasiyal paralizi görülen bir Malign Otitis Eksterna olgusu
Malignant Otitis Externa with Facial Paralysis: A case report
Belgin Tutar, Güler Berkiten, Ayça Tazegül Mutlu, Ayşe Enise Göker, Yavuz Uyar
doi: 10.5222/otd.2016.1070  Sayfalar 219 - 221
Dış kulak kanalından başlayarak temporal kemik, mastoid hücreler ve kulak çevresindeki yumuşak dokulara yayılabilen Malign Otitis Eksterna nadir görülmesine ragmen, şiddetli seyreden destrüktif bir hastalıktır. İmmünsupresyon ve Diabetes Mellitus önemli predispozan faktörlerdir. En sık etkenin Pseudomonas türleri olduğu enfeksiyon, akut otitis eksternadan ayırt edilmelidir. Erken tanı ve tıbbi tedavi ile başarı oranları yüksektir. Çalışmamızda sol kulak ağrısı, akıntısı ve sol yüz felci yakınmaları nedeniyle ünitemize başvuran; 55 yaşında diabetik erkek hasta sunuldu. Yapılan fizik muayene, Teknesyum 99m kemik sintigrafisi ve temporal kemik Bilgisayarlı Tomografisi ile malign otitis eksterna tanısı kondu. Medikal tedavi ile iyileşme sağlandı. Bulgular literatür eşliğinde tartışıldı.
Malignant Otitis Externa, which can be emerging in the outer ear canal and spreading through the soft tissues around temporal bone, mastoid cells and ear, though rarely seen, is a destructive and severely enduring condition. Immunosuppression and Diabetes Mellitus are the important predisposing factors. The infection whose the most frequent factor is Pseudomonas types, should be distinguished from acute otitis externa. Success rates are high in early diagnosis and medical treatment. A 55-year-old diabetic male patient, who applied to our unit with the complaints of left ear ache, discharge and left side of facial paralysis, has been diagnosed with malignant otitis externa, by physical examination, technetium-99m bone scintigraphy and computed tomography of the brain in axial plane, and recovered by medical treatment. Diagnosis was discussed by the literature.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

8.
Özofageal granüler hücreli tümör: 7 olguluk seri ile patolojik ve klinik bulgularin değerlendirilmesi
Esophageal granular cell tumor: evaluation of pathological and clinical findings in series of 7 cases
Cem Çomunoğlu, Süha Göksel
doi: 10.5222/otd.2016.1071  Sayfalar 222 - 226
Amaç: Özofageal Granüler Hücreli Tümörler nadir görülür. Dispeptik yakınma ile başvuran olgularda üst gastrointestinal endoskopi sırasında belirlenirler. Genellikle benigndirler ancak malignite potansiyeli taşıdıklarından kesin tanı ve tedavi açısından histopatolojik inceleme zorunludur.
Olgular: Acıbadem Sağlık Grubu Patoloji Laboratuvarı’nda Ocak 2011 - Aralık 2014 tarihleri arasında tanı almış özofagus yerleşimli Granüler Hücreli Tümörler retrospektif olarak değerlendirildi, 7 olgu belirlendi. Olguların ortalama yaşı 46 idi (37-56 yaşları arasında), 3’ü kadın, 4’ü erkekti. Olguların klinik, endoskopik, histopatolojik özellikleri değerlendirildi.
Tartışma ve Sonuçlar: Özofageal Granüler Hücreli Tümörler nadir rastlanan, sinir sistemi kökenli, genellikle benign tümörlerdir. Malignite potansiyeli taşıdıklarından EUS ile tümör yerleşimi ve yayılımının belirlenmesi, sağlam cerrahi sınırlar sağlanarak endoskopik rezeksiyon uygulanması önerilmektedir.
Aim: Esofageal Granular Cell Tumors are rarely seen. They are detected endoscopically in patients with dyspeptic complaints. They are usually benign, however because they have a potential of malignancy, for definite diagnosis and treatment, histopathological evaluation is essential.
Cases: In archival material of Acıbadem Health Group Pathology Department between January 2011 and December 2014, 7 cases of esophageal GCTs were found and these cases were reviewed retrospectively. Median age of the patients was 46 (range, 37-56 years old). Three cases were female and 4 were male. Clinical, endoscopical and histopathological features were examined.
Discussion and Conclusion: Esofageal GCTs are rarely seen, usually benign tumors originating from nervous system. They have a malignancy potential, therefore it is recommended to determine the location and depth of invasion of the tumor by endoscopic USG, and as for treatment, to apply endoscopical resection with intact surgical margins.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

9.
Subakut Kombine Dejenerasyon Olgusu: Spinal Kordun Atipik Anterior Kolon Tutulumu
A Case Of Subacute Combined Degeneration: Atypical İnvolvement Of Anterior Columns
Adile Ozkan, Halil Güllüoğlu, Handan Işın Özışık Karaman, Halil Murat Şen
doi: 10.5222/otd.2016.1072  Sayfalar 227 - 229
Vitamin B12 eksikliğinde; beyin, optik sinir, periferal sinirler ve spinal kordun etkilenmesine bağlı olarak önemli nörolojik belirtiler görülür.Subakut kombine dejenerasyon(SKD), spinal kordun lateral ve posterior kolonlarında dejenerasyon ile karakterize vitamin B12 eksikliğine bağlı bir komplikasyonudur. Biz burada magnetik rezonans görüntüleme tetkikinde (MRG) servikal spinal kordun anterior kolonunda tutulumu olan vitamin B12 eksikliği bağlı subakut kombine dejenerasyon olgusunu sunuyoruz.
The major neurologic manifestations of vitamin B12 deficiency are the result of its effects on the brain, optic nerves, peripheral nerves and spinal cord. Subacute combined degeneration (SCD) of the spinal cord, characterized by degeneration of lateral and posterior columns, is a complication of vitamin B12 deficiency.Herein, we present a case of subacute combined degeneration due to vitamin B12 defiency whose magnetic resonance imaging ( MRI) showed involvement in the anteior column of cervical spinal cord.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

10.
Perniyo: Bir olgu bildirimi ve ayırıcı tanıların gözden geçirilmesi
Pernio: A case report and the review of the differantial diagnosis
İlteriş Oğuz Topal, Şule Güngör, Yunus Topal, Özgür Emek Kocatürk Göncü
doi: 10.5222/otd.2016.1073  Sayfalar 230 - 233
Perniyo veya chilblain soğuğa anormal cevaptan kaynaklanan lokalize inflamatuvar bir hastalıktır. Perniyo, genellikle el ve ayakların dorsal yüzlerinde ve daha az sıklıkla kulaklar, burun, uyluk ve kalçaların lateral yüzlerinde yerleşen ağrılı, eritemli-viyolese papüller, nodüller veya plaklarla ortaya çıkar. Ayırıcı tanıya Raynaud fenomeni, eritema nodosum, lupus eritematosus gibi hastalıklar girmektedir. Otuz iki yaşında erkek hasta 11 yıldır ellerinde bulunan eritemli ağrılı papüllerle başvurdu. Lezyonlar soğuğa maruz kaldıktan sonra kötüleşirken, sıcakta düzeliyordu. Ellerdeki papülden bir adet punch biyopsi örneği alındı. Histopatolojik incelemede dermisde perivasküler lenfosit infiltrasyonu görüldü. Hastaya bu bulgularla perniyo tanısı konuldu. Bu makalede perniyo tanısı konulan bir hasta bildirdik. Perniyonun klinik ve histopatolojik özelliklerini tartıştık ve ayırıcı tanıları gözden geçirdik.
Pernio, or chilblain, is a localized inflammatory disease of the skin resulting from an abnormal response to cold. Pernio presents as tender, erythematous-to-violaceous papules, nodules, or plaques that are usually located on the dorsal aspect of the fingers and toes and are less commonly found on the ears, nose, and lateral region of the thighs and buttocks. Differantial diagnosis include such as Raynaud phenomenon, erythema nodosum, lupus erythematosus. A 32-year-old man was presented with painful papular lesions on his hands that was present for the last 11 years. The lesions worsened with exposure to the cold and improved when his hands were warmed. A punch biopsy sample was taken from papule on the hands. Histopathological examination revealed perivascular infiltrate of lymphocytes in the dermis. The patient was diagnosed with pernio to these findings. Herein we reported a case with pernio. We discussed clinically and histopathological features of pernio and reviewed of differantial diagnosis.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

11.
Maksiller sinüsün aktinomikoz enfeksiyonu: Olgu sunumu
Actynomycosis of maxillary sinus: Case report
İmran Aydoğdu, Tolgar Lütfi Kumral, Ayça Tazegül Mutlu, Yavuz Uyar, Güler Berkiten
doi: 10.5222/otd.2016.1074  Sayfalar 234 - 236
Aktinomikoz, oral kavitede özellikle dişlerin etrafında yerleşik bir bakteri olan Actinomyces israelii’nin sebep olduğu bir durumdur. Paranazal sinüs yerleşimi oldukça nadir olup tanı alması zordur. Bu yazıda izole olarak maksiller sinüs yerleşimli olup, endoskopik sinüs cerrahisi ve kısa süreli antibiyotikle tedavi edilen olgu sunuldu. Literatürü gözden geçirilerek tartışıldı.
Actinomycosis is caused by actinomyces israelii, a commensal bacteria harboring human oral cavity usually around teeth. Actinomycosis of the paranasal sinuses is very rare and very dif¬ficult to diagnose. In our article, we report a case of an isolated actinomyces in maxillary sinus which was completely cured after endoscopic sinus surgery and short term antibiotic therapy. Literature is reviewed and discussed.
Makale Özeti | Tam Metin PDF