Cilt: 43  Sayı: 5 - 2013
Özetleri Gizle | << Geri
1.
Prematürite Retinopatisi Olgularında Diod Lazer Fotokoagulasyon Tedavisi
Diode Laser Photocoagulation Treatment For Retinopathy Of Prematurity Cases
Murat Günay, Musa Karataşgüler, Hüseyin Yetik
Sayfalar 301 - 308
Amaç: Diod Lazer Fotokoagulasyon (LFK) tedavisi uygulanan prematürite retinopatisi (ROP) olgularında veri analizi yapmak
Gereç ve Yöntem: Kasım 2011- Kasım 2012 tarihleri arasında ROP tanısı konmuş ve DLFK uygulanmış toplam 52 olgunun dosyaları retrospektif olarak incelendi ve belirtilen olguların 94 gözü çalışma kapsamına alındı. Hastalar Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim Araştırma Hastanesi göz polikliniğine dış merkezlerden refere edilen veya aynı hastanenin yeni doğan yoğun bakım ünitesinde takipte olan olgulardı.
Bulgular: Çalışmaya alınan hastaların 29 ‘u (% 55.8) erkek, 23’ü ( %44.2) kızdı. Olguların ortalama doğum haftası 28,50±2,23 hafta (24-33) olup ortalama doğum ağırlığı 1189,81±342,81 gr (gram) (705-1910) idi. Hastalara uygulanan lazer tedavisinde ortalama lazer spot sayısı göz başına 692,26±386,46 (160-2190) idi. Tedavi uygulanan 94 gözün 22’si (% 25.5) Zon 1 ROP, 69’ u (% 71.3) Zon 2 ROP hastalığa sahipti. Lazer tedavisi uygulanan Zon 1 ROP olgularında ortalama lazer spot sayısı 1009,55±523,35 olup bu oran Zon 2 ROP olgularında ortalama 608,78±268,19 idi.
Sonuç: Ortalama lazer spot sayısı bakımından Zon 1 ve Zon 2 ROP olguları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık olup, ortalama lazer spot sayısı Zon 1 ROP olgularında daha yüksek oranda gözlenmektedir. LFK tedavisi ROP olgularında etkin ve güvenilir bir yöntem olmakla beraber tedavi uygularken kullanılan tekniğin ortalama spot sayısında etkili olabileceği düşünülmektedir.
Anahtar kelimeler: ROP, ROP tedavisi, lazer fotokoagulasyon
Summary
Purpose: To make a data analysis of retinopathy of prematurity cases underwent Diode Laser Photocoagulation (DLPC) treatment
Material and Method: Files of 52 ROP cases treated with DLPC between November 2011-November 2012 were investigated retrospectively and 94 eyes of these patients were included in the study. Patients included in the study were referred to Zeynep Kamil Women and Children’s Diseases Education and Research Hospital from other centers or whom were followed-up in neonatal intensive care unit at the same hospital.
Results: 29 (%55.8) of patients were male, 23 (%44.2) of patients were female in the study. Mean gestational age of all cases was 28,50±2,23 week (24-33) and mean birth weight was 1189,81±342,81 gram (705-1910). Mean number of laser spots applied per eye was 692,26±386,46 (160-2190). 22 (%25.5) eyes of 94 were Zone 1 ROP, 69 (%71.3) eyes of 94 were Zone 2 ROP. Mean number of laser spots was 1009,55±523,35 in Zone 1 ROP cases and 608,78±268,19 in Zone 2 ROP cases.
Conclusion: There is a statistically significant difference between Zone 1 and Zone 2 ROP cases in terms of mean number of laser spots in which mean number of laser spots in Zone 1 cases was higher. Although LPC treatment for ROP cases is an effective and reliable method, the technique used while appliying the treatment was thought to have an effect on mean number of spots.
Key Words: ROP, ROP treatment, laser photocoagulation
Makale Özeti

2.
Sistemik isotretinoin tedavisi alan hastalarda gözyaşı ve oküler yüzey değişiklikleri
Tear film and ocular surface changes in patients receiving systemic isotretinoin
Ebru Nevin Çetin, Berna Şanlı, Ferda Bir, Filiz Yaldızkaya, Nida Kaçar, Volkan Yaylalı
Sayfalar 309 - 312
Amaç: Bu çalışmadaki amacımız sistemik isotretinoin tedavisi alan akne vulgaris hastalarında gözyaşı tabakası ve oküler yüzey değişikliklerinin araştırılmasıdır.
Gereç ve yöntem: Prospektif olarak gerçekleştirilen bu çalışmaya oral isotretinoin (roaccutane®, 0,7mg/kg/gün) tedavisi başlanan 22 nodüler akne vulgaris hastasının 22 gözü dahil edildi. Tedavi öncesinde, tedavinin 3. ve 6. ayında, gözyaşı filmi kırılma zamanı (GKZ), anestezili Schirmer 1 testi, oküler yüzey hastalık indeksi (OYHI) ve konjonktival impresyon sitolojisi skorları kaydedildi.
Bulgular: Tedavinin 3. ayında GKZ değerlerinde azalma ve OYHI skorlarında artış saptandı (p=0,007 ve p=0,018, eşleştirilmiş t testi). Schirmer skorlarında ise anlamlı bir değişiklik görülmedi. İmpresyon sitoloji örneği bulunan 9 hastanın 4’ünde tedavi öncesinde normal konjonktiva bulguları saptandı. Tedavinin 3. ayında, Goblet hücrelerinde azalmayı gösteren skor artışı izlendi ve 6. ayda hiçbir hastada normal konjonktiva bulgularının bulunmadığı görüldü (p=0,004, Friedman testi).
Sonuç: Sistemik isotretinoin tedavisi gözyaşı filminde değişikliklere ve kuru göz semptomlarına yol açmaktadır.
Purpose: Our aim in this study was to assess the ocular surface and tear film changes in acne vulgaris patients receiving systemic isotretinoin.
Materials and methods: Twenty-two eyes of 22 patients who received oral isotretinoin (roaccutane®, 0.7mg/kg/day) for nodular acne vulgaris were enrolled in this prospective study. Tear film break up time (BUT), Schirmer 1 test scores with anesthesia, ocular surface disease index (OSDI) scores and conjunctival impression cytology scores were recorded before treatment and at 3 and 6 months visits following the beginning of treatment.
Results: BUT values decreased and OSDI scores significantly increased at 3-month after treatment (p=0.007 and p=0.018, paired samples test). Schirmer scores did not significantly change by isotretinoin treatment. Of 9 eyes with impression cytology specimens, 4 revealed normal conjunctival findings before treatment. At the 3rd month, there was an increase in the scores which is characterized by decrease of Goblet cells and at 6th month of treatment, normal conjunctival findings did not exist in any of the patients (p=0.004, Friedman test).
Conclusion: Systemic isotretinoin treatment can cause alterations in the tear film and cause dry eye symptoms.
Makale Özeti

3.
Az gören olgularda şaşılık cerrahisi
Strabismus surgery in patients with low vision
Nazife Sefi Yurdakul
Sayfalar 313 - 316
Amaç: Az gören horizontal şaşılık olgularında cerrahi sonuçların değerlendirilmesi.
Gereç ve Yöntem: Görme dereceleri 0,1 ve altında olup şaşılık cerrahileri yapılan olgular çalışmaya alındı. Ezotropya (ET) ve ekzotropya (XT) olguları ayrıntılı göz muayene bulguları açısından incelendi. Görme azlığı nedenleri ve birlikte bulunan organik patolojiler araştırıldı, şaşılık cerrahisinin sonuçları değerlendirildi. Son kontrollerinde 10 prizm diyoptri ve altında kaymanın olması başarı olarak kabul edildi.
Sonuçlar: İlk şaşılık cerrahisindeki yaş ortalaması ET grubunda (n= 46) 23,1 ± 16,8 (sınırlar, 8-80) yıl, XT grubunda (n= 36) 29,2 ±13,4 (sınırlar, 8-57) yıl idi (p= 0,079). Organik patoloji sırasıyla ET ve XT grubunun 15 (%32,6) ve 28 olgusunda (%77,8) tespit edildi (p= 0,005), şaşılık, anizometropik veya ametropik ambliyopi ET ve XT grubunun 31 (%67,4) ve 8 (%22,2) olgusunda izlendi (p= 0,003). Ameliyat sonrası izlem süresi ET grubunda 3,5 ± 3,4 (sınırlar, 1-15) yıl, XT grubunda 2,5 ± 2,3 (sınırlar,1-12) yıl idi (p= 0,132). En az bir yıllık izlem sonunda tek cerrahi ile ET olgularının 34’ünde (%73,9), XT olgularının 29’unda (%80,6) başarı olarak kabul edilen sonuçlara ulaşıldı (p= 0,489).
Tartışma: Görme derecesi düşük şaşılık olgularında şaşılık cerrahisi ile hasta memnuniyetini sağlayan sonuçlar elde edilmektedir. Birden fazla cerrahi gerekebileceği tüm hastalara hatırlatılmalıdır.
Purpose: To evaluate the outcomes of horizontal strabismus surgery in patients with low visual acuity.
Material and Method: The patients with visual acuity of 0,1 or below who underwent strabismus surgery included in the study. The patients with esotropia (ET) and exotropia (XT) were analyzed in the terms of detailed ocular examination findings. The causes of poor vision and organic pathologies were investigated and the results of strabismus surgery were evaluated. A successful outcome was accepted as deviation of 10 prism diopters or less at last control.
Results: The mean age was 23,1 ± 16,8 (range, 8-80) years in ET group (n= 46), 29,2 ±13,4 (range, 8-57) years in XT group (n= 36) at the time of first strabismus surgery (p= 0,079). Organic pathologies were detected in 15 (32,6%) and 28 (77,8%) cases of ET and XT groups, respectively (p= 0,005), strabismic, anisometropic or ametropic amblyopia were observed in 31 (67,4%) and 8 (22,2%) cases of ET and XT groups (p= 0,003). The mean duration of postoperative follow-up was 3,5 ± 3,4 (range, 1-15) years in ET group, 2,5 ± 2,3 (range, 1-12) years in XT group (p= 0,132). Acceptable outcome was achieved with one surgery in 34 (73,9%) of ET cases, in 29 (80,6%) of XT cases (p= 0,489) after at least one year follow-up period.
Discussion: In strabismic cases with low visual acuity, strabismus surgery provides patient satisfaction. All cases should be reminded that more than one surgery may be required.
Makale Özeti

4.
Düşük-Orta Dereceli Miyopinin Düzeltilmesinde Ortokeratolojik Lens Uygulamalarımız
Orthokeratologic Lens Applications in the Correction of Low to Moderate Myopia
Emine Kalkan Akçay, Sıdıka Gerçeker, Nurullah Çağıl, Nagihan Uğurlu, Fatma Turgut Yülek
Sayfalar 317 - 320
AMAÇ: Düşük ve orta dereceli miyop olgularda ortokeratolojinin etkinliğinin değerlendirilmesi.
GEREÇ-YÖNTEMLER: Kliniğimize uzağı bulanık görme şikayetiyle başvuran 6 erkek, 7 kadın olgunun 26 gözü prospektif olarak değerlendirildi. Olgularımızda 26 gözün sferik eşdeğerleri ortalama -3,87±1,35 D (-7–(-2,25) idi. Olguların keratometrik değerleri, ambient pupil, mezopik pupil ve düzeltilmiş en iyi görme keskinliklerinin (DEİGK) elde edildiği otorefraktometre değerleri temel alınarak kişiye özel yarı sert, gaz geçirgen gece lensleri Gelflex (Avustralya) uygulandı. Tüm olgularda 1. gün, 1. hafta, 1. ay ve 3. ay ve 6.ayda düzeltilmemiş (DGK) ve DEİGK, refraksiyon, keratometri, korneal topografi, biomikroskopi, göz içi basınç ölçümleri değerlendirildi.
BULGULAR: Ortokeratoloji (Orto-K) lens uygulama öncesi ortalama DGK 1,08±0,24 (0,4-1,3) logMAR iken, Orto-K sonrası 1. haftada 0,24±0,27 (0-1) logMAR idi. DEİGK, Orto-K öncesinde de, sonrasındaki 1. haftada da 0,01±0,07 (0-0,4) logMAR idi. Olgularımızın 1. ay ortalama DGK’ları 0,11±0,19 (0-0,8) logMAR iken, ortalama DEİGK 0,018±0,08 (0-0,4) logMAR idi. Olgularımızda herhangi bir oftalmolojik komplikasyonla karşılaşılmadı.
SONUÇLAR: Orto-K düşük ve orta dereceli miyopinin düzeltilmesinde cerrahiyi düşünmeyen ve gündüz gözlük veya kontakt lens kullanmak istemeyen hastalar için güvenilir ve etkili bir yöntemdir.
PURPOSE: To evaluate the efficacy and safety of orthokeratology in patients with low and medium myopia.
MATERIAL AND METHODS: Twenty six eyes of 6 male and 7 female patients were evaluated prospectively. The mean spherical equivalent was -3,87±1,35 D (-7 - -2,25) in 26 eyes. Individual semi-rigid, gas-permeable night lens Gelflex lenses (Australia) were performed based on keratometry values, ambient pupil, mesopic pupil and autorefractometry values providing best corrected visual acuity (BCVA). In all cases uncorrected and best corrected visual acuity, refraction, keratometry, corneal topography, slit lamp and intraocular pressure measurements were evaluated on first day and at first week, first, third and sixth month.
RESULTS: While the mean uncorrected visual acuity (UCVA) before orthokeratology (Ortho-K) was 1,08±0,24 (0,4-1,3) logMAR, first week after Ortho-K it was 0,24±0,27 (0-1) logMAR. The BCVA was 0,01±0,07 (0-0,4) logMAR prior and first week after Ortho-K. First week after Ortho-K it was 0,22 logMAR at right and 1 logMAR at left. While the average UCVA of our cases at first month was 0,11±0,19 (0-0,8) logMAR, the average BCVA at first month was 0,018±0,08 (0-0,4) logMAR. No ophthalmological complications were noted.
CONCLUSIONS: Ortho-K is a safe and effective method for correction of low and moderate myopia who don’t think surgery and don’t wish wear glasses or contact lenses in the day.
Makale Özeti

5.
Sferik kontakt lens kullanan hastalarda farklı kontakt lens tasarımlarının görme kalitesine olan etkisi
Effects of different contact lens designs on visual quality among the soft spherical contact lens users
Mustafa Demir, Sevda Aydın Kurna, Tomris Şengör
Sayfalar 321 - 325
AMAÇ: Yumuşak sferik kontakt lens kullananlarda farklı lens tasarımlarının görme kalitesi üzerinde oluşturduğu değişikliklerin saptanması.
GEREÇ VE YÖNTEM: Kliniğimiz kontakt lens birimine başvuran 20 hastanın 40 gözü çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya alınan hastalarda refraktif hata değerleri -0,50 ile -6,0 diyoptri (D) arası miyopi ve - 0,75 dioptriden az astigmatizma idi. Hastalara, asferik tasarımlı Balafilcon A (Purevision- Baush & Lomb) ve sferik tasarımlı Senofilcon A (Acuvue Oasys- Johnson & Johnson) randomize sıra ile uygulandı. Hastaların tashihsiz, gözlüklü ve Balafilcon A ve Senofilcon A lens takılı iken Snellen eşelinde görme keskinlikleri, Bailey Lovie düşük kontrast eşelinde kontrast duyarlılık değerleri, Nidek Magellan Mapper ile korneal aberasyon(rms) değerleri saptanarak kaydedildi ve sonuçlar karşılaştırıldı.
BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen hastaların ortalama yaşı 24,55 (±4,63) idi. Hastaların %85’i (n=17) kadın ve %15’i (n=3) erkek idi. Her iki kontakt lens ve gözlük ile en iyi düzeltilmiş görme keskinliği tüm hastalarda tamdı. Düşük kontrastlı ölçümlerde ise her iki kontakt lens ile gözlüğe oranla Bailey-Lovie eşelinde ortalama 4-5 harf artış saptandı. Toplam yüksek sıralı aberasyon ortalama RMS değeri gözlüksüz 0,29±0,10 µm iken, Balafilcon A lensi ile 0,33±0,10 µm, Senofilcon A lensi ile 0,31±0,10 µm olarak bulundu. Aberometrik ölçümlerde lens uygulanması sonrası her iki kontakt lens arasında yüksek sıralı aberasyon değerleri kıyaslandığında istatistiksel açıdan anlamlı bir fark saptanmadı(p>0,05).
SONUÇ: Her iki kontakt lens ile yüksek ve düşük kontrastlı görme keskinlikleri gözlüğe göre daha iyi düzeyde idi. Asferik ve sferik dizayna sahip kontakt lensler arasında yüksek dereceli aberasyonlar ve görme kalitesi açısından anlamlı fark saptanmadı.
PURPOSE: To evaluate the effects of different lens designs on visual quality among soft spherical contact lens users.
MATERIAL AND METHODS: Forty eyes of twenty patients from our contact lens unit were included in to this study. Refractive errors of the patients included in to the study were between -0,50 to -6,0 diopter and <0,75 diopter of astigmatism. Patients weared aspherical designed Balafilcon A (Purevision- Baush and lomb) and spherical designed Senofilcon A (Acuvue Oasys- Johnson and Johnson) in a random order. We recorded and compared the visual acuity with Snellen line, contrast sensitivity values with Bailey-Lovie chart in letters, mean root mean square (rms) of corneal aberration values measured by Nidek Magellan Mapper for each eyes for all patients while contact lenses on and off and with glasses.
RESULTS: Mean age of the patients included in to the study was 24,55 (±4,63) years. 85% (n=17) of the patients were female and 15%(n=3) were male. Best corrected visual acuity was 1.0(10/10) lines with both glasses and contact lenses. During low contrast sensitivity measurements; we observed 4-5 letters of mean increase with both contact lenses compared to glasses. We did not observe significant difference of contrast sensitivity between spheric and aspheric contact lenses(p>0,05). Total higher order aberration mean rms value was 0,29±0,10 µm without glasses; while it was 0,33±0,10 µm with Balafilcon A lenses and 0,31±0,10 µm with Senofilcon A lenses. Higher order aberration values measured after contact lens application did not show a significant difference for two contact lens designs. (p>0,05).
CONCLUSİONS: High and low contrast sensitivity values were better with spectacles compared to contact lenses. We did not observe significant difference of higher order aberration values and visual quality between aspheric and spheric designed lenses.
Makale Özeti

6.
Farklı ambliyopi tiplerinde klinik seyir ve tedaviye cevap
Clinical course and response to therapy in different types of amblyopia
Reşat Duman, Huban Atilla
Sayfalar 326 - 334
Amaç: Anizometropik, şaşılık ve/veya anizometropik ambliyopisi olan olgularda demografik özellikler, tedavi öncesi ve sonrasındaki görme keskinliği, ambliyopi derecesi, şaşılık derecesi ve binoküler görme fonksiyonlarının karşılaştırması amaçlanmıştır.
Materyal ve metod: Ocak 2007- Eylül 2010 tarihleri arasında, AÜTF Göz Hastalıkları Anabilim Dalı, Pediatrik Oftalmoloji ve Şaşılık Birimi’nde ambliyopi tanısı ile takip edilen 50 anizometropik, 50 şaşılık, 50 anizometropi + şaşılık tanısı olan toplam 150 olgu çalışma kapsamına alındı. Ambliyopi kriteri, en iyi düzeltilmiş görme keskinliğinin Snellen eşeli ile ≤ 0.8 olması ve her iki göz görme keskinlikleri arasında en az 2 sırası fark olması kabul edildi. Anizometropi kriteri, iki göz arasında sferik veya silendirik eşdeğerde ≥1 D fark olarak kabul edilmiştir.
Bulgular: Cinsiyet ve yaş açısından istatistiksel olarak 3 grup benzer olarak bulunmuştur. Ambliyop gözlerde tedavi öncesi ve sonrası görme keskinlikleri 3 grupta istatistiksel olarak benzer bulunmuştur. Tedaviye uyum açısından karşılaştırıldığında 3 grup arasında anlamlı fark tespit edilmemiştir. Anizometrop olgularda, anizometropinin sferik değerler bakımından ambliyopi derecesi ile pozitif korelasyon gösterdiği bulunmuştur. Anizometropi derecesi ile ambliyopi derecesi arasında, hipermetropik ve miyopik olgularda kuvvetli bir ilişkinin varlığı gösterilmiş, özellikle hipermetropik ambliyopisi olanlarda anizometropi derecesi arttıkça ambliyopi derinliğinin de arttığı görülmüştür. Tüm şaşılık olgularında şaşılık derecesi ile ambliyopi derecesi arasında pozitif korelasyon bulunmuştur ancak bu durum istatistiksel açıdan anlamlı bulunmamıştır. Şaşılık olgularında, ezotropya tanısı ekzotropya tanısına kıyasla anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Anizometropik ambliyopi grubundaki olgularda, şaşılığı olan olgulara göre stereopsis ve füzyon değerlerinin daha iyi korunduğu değerlendirilmiş, kaymanın binoküler fonksiyon kayıplarındaki rolünün anizometropiden daha fazla olduğu görülmüştür.
Sonuç: Hipermetropik anizometropisi olan ve yüksek dereceli şaşılığı özellikle de ezotropyası olan olguların daha dikkatli takip edilmesi gereklidir. Ayrıca kaymanın binoküler fonksiyon kayıplarındaki rolünün anizometropiden daha fazla olduğu değerlendirilmiştir. Derin ambliyopi grubunda yer alsalar dahi anizometropik olguların tedavi açısından şaşılık olgularına göre prognozları daha iyidir.
Purpose: We aimed to compare the demographic features, visual acuities before and after treatment, amblyopia and strabismus degrees and binocular visual functions in cases with anisometropic, strabismic and/or anisometropic amblyopia.
Materials and methods: The study included 50 anisometropic, 50 strabismic and 50 anisometropic and strabismic cases that were followed up with the diagnosis of amblyopia, in our clinic, between January 2007 - September 2010. Amblyopia criteria was defined as the best corrected visual acuity of ≤0.8 and at least 2 lines difference between the visual acuities of two eyes. Anisometropia was defined as ≥1D difference in the spherical and cylindrical value between 2 eyes.
Results: The groups were statistically similar in means of age and sex distribution. Visual acuities in amblyopic eyes before and after treatment were also statistically similar. There were no significant difference between 3 groups in means of compliance to occlusion therapy. In anisometropic cases, anisometropic spherical values were found to have position correlation with amblyopia degree. In hypermetropic and myopic cases, a strong correlation was shown between anisometropia and amblyopia, especially in hypermetropic cases, amblyopia increased as the anisometropia increased. In all strabismus cases, a positive correlation between strabismus and amblyopia degrees was shown even though it was statistically insignificant. In strabismic cases, esotropia was significantly higher than exotropia. In anisometropia group, stereopsis and fusion was found to be preserved better in comparison to the strabismic cases. It was concluded that deviation had a more profound effect on binocular function loss than anisometropia.
Conclusion: We recommend to follow the hypermetropic anisometropic cases and especially cases with high degree strabismus and esotropia more closely. And also we emphasize that strabismus affects binocular function loss more than anisometropia, even though the anisometropic cases had higher degree of amblyopia they had a better prognosis than the strabismus cases.
Makale Özeti

7.
Orbita Nörojenik Tümörlerinin Klinik ve Tedavi Özellikleri
Clinical and Treatment Features of Orbital Neurogenic Tumors
Pınar Bingöl Kızıltunç, Kaan Gündüz, Esra Erden
Sayfalar 335 - 339
Amaç: Orbita nörojenik tümörlerinin klinik ve tedavi özelliklerinin değerlendirilmesi
Gereç-Yöntem: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Tümör Bölümü’nde 1998-2011 yılları arasında orbital nörojenik tümör tanısı alan 35 hastanın dosyaları retrospektif olarak tarandı.
Bulgular: Olguların yaş ortalaması 28.3 yaş (2-67) idi. Başvuruda 20 (%57) olguda proptozis, 11 (%31) olguda göz hareketlerinde kısıtlılık vardı. Olguların 21’ine (%60) cilt yoluyla, 7’sine (%20) konjonktival yolla orbitotomi yapıldı. Olguların 3’ü (%8) daha önce dış merkezde opere edilmişti. 4 (%12) olguya klinik olarak tanı konuldu. Olguların 11’ine (%31.4) total eksizyonel biyopsi, 7’sine (%20) subtotal eksizyonel biyopsi, 10’una (%28.6) insizyonel biyopsi yapıldı. Histopatolojik ve klinik tanıya göre olguların 14’ünde (%40) menenjiom, 12’sinde (%34) periferik sinir kılıfı tümörü, 9’unda (%26) optik sinir gliomu saptandı. Menenjiom olgularının 6’sı (%43) optik sinir kılıf menenjiomu, 5’i (%36) sfenoid kanat menenjiomu, 2’si (%14) ektopik menenjiom, 1’i (%7) perisellar menenjiomdu. Periferik sinir kılıfı tümörlerinin 6’sı (%50) schwannom, 2’si (%16) izole nörofibrom, 4’ü (%34) pleksiform nörofibromdu. Ek tedavi olarak, olguların 15’ine (%42.8) eksternal radyoterapi, 1’ine (%2.8) cyberknife radyocerrahisi, 1’ine (%2.8) kemoterapi, 1’ine (%2.8) ise enükleasyon (absolu göz, neovasküler glokom ve vitreus hemorajisi nedeniyle) uygulandı. Olguların ortalama izlem süresi 28.2 (1-98) aydı.
Sonuç: Orbitanın nörojenik tümörleri içinde en sık görülenler sırasıyla menenjiom, periferik sinir kılıfı tümörleri ve optik sinir gliomudur. Gliom ve menenjiomlarda tedavi yöntemi olarak eksternal radyoterapi uygulanmaktadır. Periferik sinir kılıfı tümörlerinden izole nörofibrom ve schwannomda total eksizyon uygulanmaktadır. Tedavi sonrası görsel ve anatomik başarı oranı yüksektir
Purpose: To evaluate the clinical and treatment features of orbital neurogenic tumors
Method: The records of 35 patients with orbital neurogenic tumors who were diagnosed and treated at Ankara University Faculty of Medicine, Department of Ophthalmology between 1998 and 2011 were evaluated retrospectively.
Results: Orbitotomy via a cutaneous approach was performed in 21 (60%) of cases and orbitotomy via a transconjunctival approach was performed in 7 (20%) of cases. 3 (8%) cases had been operated at different centers. 4 (12 %) cases were diagnosed clinically. Total excisional biopsy was performed in 11 (31.4%) of cases, subtotal excisional biopsy was performed in 7 (20%) of cases and incisional biopsy was performed in 10 (28.6%) of cases. 14 (40 %) of 35 cases were diagnosed as meningioma, 12 (34%) cases were diagnosed as peripheral nerve sheath tumor and 9 (26%) cases were diagnosed as optic nerve glioma. 6 (43%) of meningioma cases were optic nerve sheath meningioma, 5 (36%) were sphenoid wing meningioma, 2 (14%) were ectopic meningioma and 1 (7%) was perisellar meningioma. 6 (50%) of peripheral nerve sheath tumors were schwannoma, 2 (16%) were solitary neurofibroma, 4 (34%) were plexiform neurofibroma. External beam radiotherapy was performed in 15 (42.8%) of cases, cyberknife radiosurgery was performed in 1 (2.8%) of cases, chemotherapy was performed in 1 (2.8%) of cases, enucleation ( because of neovascular glaucoma and vitreous hemorrhage) was performed in 1 (2.8%) of cases.
Discussion: The most common orbital neurogenic tumors are meningioma, peripheral nerve sheath tumor and optic nerve glioma. For meningioma and glioma, external beam radiotherapy is required; for schwannoma and solitary neurofibroma, total excisional biopsy is the preferred treatment. The success of visual and anatomic results are high after treatment.
Makale Özeti

8.
Ekstrem prematüre bebeklerde tip-1 prematüre retinopatisi insidansı
Incidence of type-1 retinopathy of prematurity in premature babies born small for gestational age
İmren Akkoyun, Deniz Anuk İnce, Gürsel Yılmaz
Sayfalar 340 - 344
Amaç: Ekstrem prematüre bebeklerde ve yaşına göre uygun prematüre bebeklerde gelişmekte olan ülkede tip-1 prematüre retinopatisi (PR) insidansını incelemek.
Bulgu: Haziran 2007-Aralık 2011 tarihleri arasında Yenidoğan Yoğunbakım Ünitesinde ≤34 gestasyonel haftanın altında olup, retinal vaskülarizasyonu tamamlana dek veya PR si regrese olana dek takip edilen bebekler (n=162) çalışmaya dahil edildi.Tip-1-PR ETROP kriterlerine göre belirlendi. Tip-1-PR insidansı iki grupta incelendi: grup-A: ekstrem prematüre bebek; grup-B: yaşına uygun prematüre bebek. Doğum ağrlığının 10 persentilin altında olması küçük prematüre bebek kriteri olarak kabul edildi. Her grupta gestasyonel yaş (GY), doğum ağırlığı (DA), herhangi bir evre PR oluşumu, tip-1-PR oluşumu, tip-1-PR oluşumunda postmenstruel hafta (PMH) incelendi. Dosyalar retrospektif tarandı. DA ve DH ortalama± grup-A da 832.45±131.74gram, -B de 962.97±351.47gram ve 29.27±2.4 hafta ve 27.36±2.8 hafta idi. Gruplar arasında anlamlı fark bulundu (p=0.001 vs p<0.0001). Herhangi bir evre PR insidansı grup-A da %41, -B %45, tip-1 PR insidansı grup-A da %17, -B de %15. Tip-1-PR oluşumunda PMH grup-A 35±3.6 hafta, -B de 33.83±2.7 hafta idi ve gruplar arasında fark görülmedi (p=0.57 vs 0.44 vs 0.23). Grup-A da tip-1-PR tanısı en erken 31.PMH da, en geç 43. PMH da kondu. Grup-B de tip-1-PR tanısı en erken 32. PMH, en geç 42 PMH da kondu.
Sonuç: Gelişmekte olan ülkede grup-A ve –B de büyük prematüre bebeklerde mutlak tedavi gerektiren tip-1-PR oluşmaktadır. Grup-A ve -B de tip-1-PR insidansı istatistiksel farklılık göstermemektedir.
Background: To compare the incidence of type-1- retinopathy of prematurity (ROP) in patients small for gestational age (SGA) and in patients appropriate for gestational age (AGA) in a developing country.
Methods: Infants (n=162) screened for ROP at a neonatal intensive care unit between June 2007-December 2011 with gestational age (GA) ≤34 weeks, follow-up until the retina was completely vascularized or ROP was regressed were included in this study. Type-1-ROP was defined according to the ETROP study. To describe the incidence of type-1-ROP data were analysed in two main groups: (A) SGA-group, (B) AGA-group. SGA was defined as birth weight below the 10th percentile for gestational age. GA in weeks, birth weight (BW) in grams (g), infants developing any-ROP, type-1-ROP in each group and post menstrual age (PMA) at type-1-ROP was detected. Retrospective review of records was performed.
Results: BW and GA was in mean±SD in group-A 832.45±131.74g, in -B 962.97±351.47g and 29.27±2.4weeks and 27.36±2.8 weeks respectively with significant difference between the groups (p=0.001 vs p<0.0001). Overall incidence of any-ROP was in group-A 41.2%, in -B 45.9%, typ-1-ROP was in group-A 17.6%, in -B 15.3%. PMA at type-1-ROP detection was in group-A 35±3.6 weeks, in -B 33.83±2.7 weeks, without significant difference (p=0.57 vs 0.44 vs 0.23). In group-A the earliest diagnosis of type-1-ROP was 31 weeks PMA, the latest diagnosis was 43 weeks PMA. In group-B the earliest diagnosis of type-1-ROP was 32 weeks PMA, the latest diagnosis was 42 weeks PMA.
Conclusions: In group-A and -B larger infants may develop type-1-ROP and require treatment. Overall incidence of type-1-ROP in group-A and -B is without significant difference.
Makale Özeti

9.
Arka polar kataraktta torsiyonel ultrason ile cerrahi sonuçları
Outcomes of surgery for posterior polar cataract using torsional ultrasound
Selçuk Sızmaz, Aysel Pelit
Sayfalar 345 - 347
Giriş: Bu çalışmanın amacı, arka polar katarakt cerrahisinde torsiyonel ultrason kullanımının sonuçlarını değerlendirmektir.
Gereç ve Yöntemler: Arka polar kataraktı olup, torsiyonel fakoemülsifikasyon ile ameliyat edilmiş ardışık 21 hastanın 26 gözüne ait kayıtlar retrospektif olarak incelendi. Kullanılan cerrahi yöntem, fakoemülsifikasyon parametreleri, intraoperatif komplikasyonlar ve ameliyat sonrası görsel sonuçlar değerlendirildi.
Bulgular: Yirmidört gözde (%92,3) hafif – orta arka kapsül opasitesi vardı. İki gözde opasite genişti. Tüm olgularda torsiyonel ultrason elciği kullanıldı. Dört gözde (%15,3) arka kapsülde rüptür meydana geldi. Ameliyat sonrasında görme keskinliğinde artış meydana geldi (p<0,001). Beş olguda, ambliyopiye bağlı olarak, görme keskinliği 20/20’nin altında kaldı.
Sonuç: Arka polar katarakt cerrahisinde toriyonel ultrason ile başarılı cerrahi sonuçlar elde edilir ve görme keskinliğinde artış sağlanır.
Purpose: The aim of this study is to report outcomes of surgery for posterior polar cataract using torsional ultrasound.
Methods: Medical records of 26 eyes of 21 consecutive patients with posterior polar cataract who had cataract surgery using the torsional phacoemulsification were evaluated retrospectively. The surgical procedure used, phacoemulsification parameters, intraoperative complications and postoperative visual outcome were recorded
Results: Of the 26 eyes, 24 (92.3%) had small to medium posterior polar opacity. Two eyes had large opacity. All surgeries were performed using the torsional handpiece. Posterior capsule rupture occurred in 4 (15.3%) eyes. The mean visual acuity improved significantly after surgery (p<0.001). The postoperative visual acuity was worse than 20/20 in 5 eyes. The cause of the low acuity was amblyopia.
Conclusion: Phacoemulsification using the torsional handpiece reveals successful surgical results and leads to good visual outcome.
Makale Özeti

10.
Penetran Keratoplasti Sonrası Hasta Memnuniyeti
Patient Satisfaction after Penetrating Keratoplasty
Melis Palamar Onay, Sait Eğrilmez, Bekir Baturhan Civan, Ayşe Yağcı
Sayfalar 348 - 352
Amaç: Penetran keratoplasti (PKP) uygulanan hastaların ameliyat sonrası memnuniyetlerini değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde PKP uygulanan 100 ardışık hastaya 15 soruluk bir anket uygulandı. Olguların yaşam kaliteleri, beklentileri ve sonuç memnuniyetleri derecelendirildi.
Bulgular: Anketi cevaplayan 100 ardışık hastanın (52 kadın, 48 erkek) yaş ortalamaları 47.2 ± 21.5 (10-85) idi. Hastaların PK’dan sonra ortalama takip süresi en az 12 ay olmak üzere 26.1 ± 26.0 ay idi. Hastaların PKP endikasyonları keratokonus (%27), büllöz keratopati (%26), keratit sekeli (%25), korneal distrofi (%12) ve travma sekeli (%10) idi. Ameliyat öncesi görme keskinliği ortalama 3 metreden parmak sayma (Işık hissi - 0.3 arasında) iken ameliyat sonrası görme keskinliği ortalama 0.4 (Işık hissi – 1.0 arasında) idi (p < 0.01). Hastaların %77’si nakilden önce nakil sonrasında daha iyi görmeyi beklediklerini beyan ettiler. Hastaların %70’i kornea naklinden sonra yaşam kalitelerinin daha iyi olduğunu belirttiler. Hasta memnuniyeti ile cinsiyet, yaş ve ameliyat öncesi görme keskinliği düzeyleri arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir korelasyon saptanmadı (p >0.05). Sonuç görme keskinliği istatistiksel açıdan anlamlı tek parametre idi (p=0.01). Hastaların memnuniyeti endikasyonlara göre gruplandığında sıralama keratit sekeli, korneal distrofiler, travma, keratokonus ve büllöz keratopati şeklinde idi.
Sonuç: PKP sonrası hasta memnuniyeti açısından tek anlamlı parametre, sonuç görme keskinliği olarak bulunmuştur. Bu nedenle kornea nakli uygulanacak her hasta, endikasyona özel biçimde bilgilendirilmelidir. Ayrıca, potansiyel sonuç görme keskinliği ve ameliyattan sonra karşılaşılabilecek olası problemler hakkında da aydınlatılmalıdır.
Purpose: To evaluate the patient satisfaction after penetrating keratoplasty (PK).
Materials&Methods: A 15-question survey was given to 100 consecutive patients who had undergone PK in our clinic. Quality of life, expectancy and result satisfaction of the patients were graded.
Results: Mean age of the 100 (52 female, 48 male) consequtive patients that participated the survey was 47.2 ± 21.5 (10-85). Mean follow-up time of the patients after PK was 26.1 ± 26.0 months, with a minimum of 12 months. The indications of PK were keratoconus (27%), bullous keratopathy (26%), keratitis sequela (25%), corneal dystrophy (12%), and trauma sequela (10%). Mean preoperative visual acuity was counting fingers from 3 meters (light perception – 0.3), whereas mean postoperative visual acuity was 0.4 (light perception – 1.0) (p<0.01). Seventy seven percent of the patients declared that prior to PK they expected to see better after the transplantation. Seventy percent of the patients expressed that their quality of life was better after transplantation. No statistically significant correlation between patient satisfaction and gender, age and preoperative visual acuity were detected (p >0.05). Final visual acuity was the only statistically significant parameter (p=0.01). When patient satisfaction was grouped according to indications the ranking was as keratitis sequela, corneal dystrophy, trauma sequela, keratoconus, and bullous keratopathy.
Conclusion: The sole parameter in the means of patient satisfaction after PK is found to be the final visual acuity. For this reason, every patient that PK will be performed should be specifically informed according to indication. Moreover, these patients should also be enlightened about the potential final visual acuity and probable postoperative problems.
Makale Özeti

11.
Retina ve Retinal Pigment Epitelin Kombine Hamartomunun Klinik ve Optik Koherens Tomografideki Karakteristik Özellikleri
Clinical and Optical Coherence Tomography Characteristics of Combined Hamartoma of the Retina and Retinal Pigment Epithelium
Mehmet Yasin Teke, Ufuk Elgin, Pinar Yuksekkaya, Pinar Ozdal, Emine Sen, Faruk Ozturk
Sayfalar 353 - 357
Kombine retina ve retina pigment epitel hamartomu (KRRPEH), nadir rastlanılan iyi huylu retinal lezyondur. Koroid Malign Melonomu veya retinoblastom gibi tanı alabileceği için, ayırıcı tanı çok önemlidir. Bu çalışmada, KRRPEH olan 4 olgu, klinik ve optik koherens tomografideki (OKT) karakteristik özellikleri ile sunulmuş, ve ayırıcı tanı tartışılmıştır. Tüm gözlerde, klinik olarak gri eleve retinal lezyon tespit edildi. Ayrıca, OKT’ de, yoğun fibröz doku veya epiretinal membran nedeni ile yüksek reflektivite gösteren retinal kabarıklık altında uzanan düşük reflektivite gölgelenmesi görüldü. Bu OKT bulguları ile, klinik gözlemde KRRPEH tanısını destekleyebilir sonucuna varılmıştır.
Combined hamartoma of the retina and retinal pigment epithelium (CHRRPE) is a rare and benign retinal lesion. Because it may be misdiagnosed as a malignant melanoma of the choroid or retinoblastoma, the differential diagnosis is very important. In this study, clinical and optical coherence tomographic (OCT) characteristics of four cases with CHRRPE are presented and the differential diagnosis is discussed. In all of the eyes, a grey, elevated retinal lesion was detected clinically. Also OCT showed hyper-reflecting retinal elevation with underlying hypo-reflecting shadow due to the dense fibrous tissue or epiretinal membrane. It was concluded that OCT findings could support the clinical observations in the diagnosis of CHRRPE.
Makale Özeti

12.
Suçiçeği Geçiren Sağlıklı Bir Çocukta Granülomatöz Ön Üveit, İnternal Oftalmopleji ve Retinal Vaskülit
Granulomatous Anterior Uveitis, Internal Ophthalmopegia and Retinal Vasculitis during Chickenpox Disease ın an child
Meryem Donbaloğlu, Banu Bozkurt, Hürkan Kerimoğlu, Banu Turgut Öztürk
Sayfalar 358 - 361
Bu olgu sunumunda suçiçeği esnasında granülomatöz ön üveit, internal oftalmopleji ve retinal vaskülit gelişen bir olgu tartışıldı. Dokuz yaşında bir kız çocuğu sağ gözde bulanık görme ve kızarıklık şikayetiyle tarafımıza başvurdu. Her iki göz düzeltilmiş görme keskinlikleri 20/20 düzeyindeydi. Sağ göz direkt ve indirekt ışık reaksiyonları negatifti ve pupil dilate idi. Biyomikroskopik muayenede sağ göz korneada orta büyüklükte granülomatöz keratik presipitatlar ve ön kamarada yoğun hücre reaksiyonu mevcuttu. Fundus muayenesi normaldi. Hastanın tüm vücudunda kırmızı renkte papüller lezyonları görülmesi üzerine suçiçeğine sekonder granülomatoz ön üveit tanısıyla sistemik ve topikal asiklovir ve steroid, antihistaminik süspansiyon, izolasyon ve günlük takip önerildi. Altıncı günde keratik presipitat ve hücre reaksiyonu azalırken, retinada tuz–biber manzarası izlendi. Onuncu günde retinanın nazal ve temporal perifer kadranlarında görülen perivasküler kılıflanma 4. haftada tamamen geriledi ve ilaçlar azaltılarak kesildi. Suçiçeğinde ön üveit sık görülmesine rağmen, 3 farklı tutulumun görülmesi son derece nadirdir.
Here in, we reported a case who had granulomatous anterior uveitis, internal ophthalmoplegia and retinal vasculitis during chickenpox disease. A 9-year-old girl admitted to us with blurred vision and hyperemia in the right eye. Corrected visual acuity was 20/20 in both eyes. Direct/indirect pupillary reactions were negative in the right eye and pupil was dilated. Biomicroscopic examination revealed middle-sized granulomatous keratic precipitates and a severe anterior chamber reaction. Fundus examination was normal. As there were red papules all over the body she was diagnosed as anterior uveitis secondary to chickenpox and systemic/topical acyclovir, topical steroid, antihistaminic suspension, isolation and follow-up were recommended. On day 6, anterior chamber inflammation decreased remarkably, whereas a salt-pepper appearance was observed in the retina. On day 10, a perivascular sheathing was observed, which regressed after 1 month and her medications were slowly tapered and discontinued. Although anterior uveitis is a common finding after chickenpox, 3 different involvement is very rare.
Makale Özeti

13.
Pediatrik Olguda İdyopatik Orbital Myozit
Idiopathic Orbital Myositis in a Child
Aysel Pelit, Burak Ulaş, Özlem Alkan
Sayfalar 362 - 364
İdyopatikorbitalmiyozit çocuklarda oldukça ender görülmektedir. Bu yazıda idyopatikorbitalmyozitlipediatrik bir olguda tanı kriterleri ve oral non-steroidalantiinflamatuartedavinin yanıtı değerlendirilmiştir.Onüçyaşında kız hasta çift görme ve ağrı şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Oftalmolojik muayenede sağ gözde yukarı bakış kısıtlılığı mevcuttu. Orbital manyetik rezonans görüntülemesinde (MRG), sağ üst rektus kasında genişleme ve kontrast tutulumu izlendi. Olgunun sistemik hastalığının mevcut olmaması ve MRG bulguları ile idyopatikorbitalmyozit tanısı kondu. Hastaya oral non-steroidalantiinflamatuartedavi uygulandı. Tedaviye başladıktan bir ay sonra yukarı bakış kısıtlılığı ve çift görmesi düzeldi ve18 aylık kontrollerinde nüks saptanmadı. Akut başlangıçlı orbital ağrı, diplopi şikayetleri ile gelen çocuklarda idyopatik orbital miyozit ayırıcı tanılar arasında düşünülmelidir.Tedavisinde nonsteroid antienflamatuar ilaçlar etkili olabilmektedir.
Idiopathic orbital myositis is seen very rare in children. In this article, diagnose criterias of a pediatric case with idiopathic orbital myositis and oral nonsteroidal anti-inflammatory treatment’s response have been evaluated. A thirteen-year old girl was admitted to our clinic with the complaint of diplopia and pain. On ophthalmologic examination, right eye had up-gaze restriction. Right superior rectus muscle’s extension and contrast involvement have been observed in orbital magnetic resonance imaging (MRI). In our case, because of MRI findings and having no systemic disease, idiopathic orbital myositis was diagnosed. Oral nonsteroidal anti-inflammatory treatment has been applied to the patient. After a month from starting to the treatment, up-gaze restriction and diplopia have not been observed and any relapse hasn’t seen in eighteen-month controls. Idiopathic orbital myositis should be considered among differential diagnoses in children who have complaint of orbital pain and diplopia. Nonsteroidal anti-inflammatory drugs can be effective in idiopathic orbital myositis’ treatment.
Makale Özeti

14.
Bir Olgu Nedeniyle Brown-McLean Sendromu
A case with Brown-McLean Syndrome
Gökçen Gökçe, Volkan Hürmeriç, Osman Melih Ceylan
Sayfalar 365 - 367
Anamnezinde 10 yıl önce her iki gözünden katarakt cerrahi öyküsü olan 89 yaşında erkek hasta görme bulanıklığı şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Oftalmolojik muayenede görme keskinlikleri sağ gözde 20/50, sol gözde 20/32 olarak ölçüldü. Biyomikroskopik muayenede her iki gözde inferiorda daha belirgin olmak üzere simetrik periferik ödem izlendi. Hastaya klinik muayene ve konfokal mikroskopi bulguları neticesinde Brown-McLean Sendromu (BMS) tanısı kondu. BMS katarakt cerrahisinden sonra gelişebilecek nadir bir klinik tablo olup kolaylıkla gözden kaçırılabilir ya da yanlış tanı konulabilir. Olgumuz bu nadir sendromun varlığına dikkat çekmekte olup, BMS psödofakik hastalarda gelişen dirençli periferik kornea ödemin ayırıcı tanısında düşünülmelidir.
89-year-old man with a history of cataract surgery ten years ago presented to our ophthalmology department with blurred vision. On ophthalmic examination best corrected visual acuity was 20/50 in the right eye, 20/32 in the left. Slit lamp examination revealed bilateral symmetrical peripheral corneal oedema, advanced at the inferior part of the cornea in both eyes. Considering clinical and confocal microscopy findings, a diagnosis of Brown-McLean Syndrome (BMS) was made. BMS is a rare condition that may developed after cataract surgery and it can be easily overlooked or misdiagnosed. Our report points to this rare syndrome and tried to emphasis the importance of considering BMS in the differential diagnosis of refractory peripheral corneal oedema developed in pseudophakic patients.
Makale Özeti

15.
Fasial Sinir Felci Sonrası Gelişen Oküler Komplikasyonların Kombine Cerrahi Tedavisi: Olgu Sunumu
Combined Surgical Treatment of Ocular Complications Developing from Facial Nerve Palsy: Case Report
Aziz Serkan Topaloğlu
Sayfalar 368 - 370
Akustik nörinom rezeksiyonu sonrası sağ fasial sinir felci gelişen 71 yaşındaki erkek hasta, oküler komplikasyonlar ile kliniğimize başvurdu. Kaş ptozisine bağlı sağ gözünü rahat açamıyordu. Gözünü tam kapatamadığı için oküler yüzey problemleri vardı. Alt kapakta gelişen paralitik ektropium nedeniyle göz sulanmasından şikayetçiydi. Tedavisinde aynı cerrahi seansta, sağ kaş kaldırma cerrahisi, sağ üst göz kapağına 0.8 gr altın ağırlık yerleştirilmesi, lateral kantoplasti ve yatay sağ alt kapak kısaltması işlemleri uygulandı. Cerrahi sonrası yakınmalarındaki iyileşme tatminkardı. Sonuç olarak, fasial sinir felci sonrası gelişen birden fazla oküler komplikasyonun tedavisinde, fonksiyonel ve estetiksel iyileşmeyi sağlayabilecek kombine cerrahi işlemler uygulanabilir.
A 71-year-old man who had developed right facial nerve palsy after acoustic neuroma resection was refered to our eye clinic with ocular complications. Due to the brow ptosis, he could not open his right eye properly. There were ocular surface problems as a result of incomplete closure of the upper eyelid over the cornea. He complained about epiphora resulting from paralytic ectropium. Surgical procedures performed at the same performance were right brow suspension, 0.8 gr gold weight implantation into the right upper eyelid, lateral canthoplasty and horizontal lid shortening of the right lower eyelid. After the surgery, improvements of his complaints were satisfying. As a conclusion, in the treatment of more than one ocular complication developing from facial nerve palsy, combined surgical procedures may be performed in terms of both functional and aesthetics improvements.
Makale Özeti

16.
Optic Disc Drusen Presented With Binasal Hemianopia
Hasan Ali Tufan, Baran Gencer, Barış Kömür, Selçuk Kara, Betül Kızıldağ, Fatma Uysal
Sayfalar 371 - 373
Optic disc drusen (ODD) are defined as a form of calcific degeneration of the optic nerve. Visual field defects are seen in nearly 90% of the cases. We report a 32-year-old woman who was referred to our clinic with the complaint of longstanding blurred vision and nasal visual field defect in her both eyes. The diagnosis of ODD was made on the basis of clinical appearance of the optic nerves and confirmed by ancillary tests. Binasal visual field defect was observed in the automated visual field test. In conclusion, ophthalmologists should consider ODD in the differential diagnosis of advanced visual field loss and binasal hemianopia.
Makale Özeti

17.
Yırtıklı retina dekolmanına eşlik eden makula deliği olan iki olguda cerrahi
Surgery on two patients with coexistent rhegmatogenous retinal detachment and macular hole
Sinan Tatlıpınar, Deniz Marangoz, Muhsin Altunsoy, Maryo Cenk Kohen
Sayfalar 374 - 376
Amaç: Makula deliği, periferik retina yırtıkları nedeniyle gelişen regmatojen retina dekolmanlarına ikincil olarak oluşabilir. Bu yazıda makulası tutulmuş iki yırtıklı retina dekolmanı ve eşlik eden makula deliği sunulmaktadır.
Metod: Hastalara pars plana vitrektomi + sörklaj cerrahisi uygulandı ve internal tamponad olarak ilk olguya gaz ikinci olguya silikon yağı verildi. İnternal limitan zar soyma işlemi yapılmadı.
Bulgular: Her iki hastada da postoperatif dönemde retina yatıştı ve makula delikleri kapandı. Hastalarda görme artışı izlendi.
Sonuç: İnternal limitan zar soyulmadan yapılan vitrektomi cerrahisi ile makula deliklerinin kapandığı görüldü. Makula deliği kapanması ile görme artışı sağlandı.
Purpose: Macular holes may occur secondary to a rhegmatogeous retinal detachment (RRD) caused by peripheral retinal breaks. We describe two patients with macula-off RRD with coexistent full-thickness macular hole (FTMH).
Methods: Patients underwent vitrectomy + scleral buckling with internal tamponade (gas in case 1, and silicone oil in case 2). No internal limiting membrane (ILM) peeling was
performed.
Results: Both cases had attached retina with closed macular holes postoperatively, and vision increased in both patients.
Conclusion: Macular hole closure was achieved by vitrectomy without ILM peeling in our
cases. MH closure resulted in improved visual outcome.
Makale Özeti

18.
Fakoemulsifikasyon Sonrası Toksik Anterior Segment Sendromu
Toxic Anterior Segment Syndrome After Phacoemulsification
Gamze Dereli, Tamer Takmaz
Sayfalar 377 - 379
Toksik anterior segment sendromu (TASS), cerrahi sonrası ön segmentte infeksiyöz olmayan ajanlarla gelişen ve göz içi dokularda toksik hasarla sonuçlanan steril inflamasyondur. Operasyon sonrası 12-48 saatler içinde ortaya çıkan bu tabloda en sık görülen semptom ve bulgu; bulanık görme, kornea ödemi ve inflamasyondur. Etyolojide irrigasyon sıvıları, cerrahi aletlerin uygun olmayan sterilizasyonu, oküler medikasyonlar ve GİL ile ilgili birçok neden ortaya konmuştur. Ayırıcı tanıda postoperatif endoftalmi önemle üzerinde durulması gereken bir konudur. Bu yazıda kliniğimizde gerçekleştirilen fakoemulsifikasyon cerrahisi sonrası görülen TASS olgusu; tanı, endoftalmiden ayırıcı tanı ve tedavi yöntemi açısından tartışılmıştır.
Toxic anterior segment syndrome (TASS), caused by non-infectious agents, is a sterile inflammation which occurs after anterior segment surgery and results with toxic damage to the intraocular tissues. Occurring within 12-48 hours after surgery, the most common symptoms and signs are blurred vision, corneal edema and inflammation. There are many agents accused in etiology such as; irrigation fluids, improper sterilization of surgical instruments, ocular medications and intraocular lens. Postoperative endophthalmitis is important in the differential diagnosis. In this article, a case with TASS seen after phacoemulsification surgery discussed in terms of diagnosis, differential diagnosis and treatment modality.
Makale Özeti