Volume: 45  Issue: 2 - 2015
Hide Abstracts | << Back
1.The effects of Nd: YAG laser capsulotomy on visual acuity, macular thickness and intraocular pressure in diabetic patients
Elif Betül Türkoğlu, Erkan Çelik, Nilgün Özkan Aksoy, Gürsoy Alagöz
Pages 47 - 51
Amaç: Arka kapsül kesafeti (AKK) gelişen diyabetli ve diyabetli olmayan gözlerde Nd: YAG lazer kapsülotomi sonrası santral makula kalınlığı, en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EDGK) ve göz içi basınç (GİB) değişikliklerini karşılaştırmak.
Gereç- Yöntem: Çalışmaya AKK gelişmiş diyabetli olan 25 hastanın 36 gözü ve diyabetli olmayan 25 hastanın 40 gözü dahil edildi. Tüm hastalar Nd: YAG lazer kapsulotomi ile tedavi edildi. Lazer öncesi ve sonrasındaki 1. hafta, 1. ay ve 3. ay kontrollerde EDGK, GİB, ve OKT ile maküla kalınlığı ölçüldü.
Bulgular: Yaş, cinsiyet ve uygulanan lazer tekniği açısından iki grup arasında bir fark yoktu. Katarakt cerrahisi ile lazer kapsülotomi arasında geçen süre diyabetli hasta grubunda daha kısa idi (p=0,009). Lazer sonrasında her iki grupta 1. haftada EDGK’da anlamlı artış izlendi (sırasıyla, p=0.023, p=0.016). Ancak iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu. Makula kalınlığında ise lazer öncesi ve sonrası kontroller arasında anlamlı bir fark yoktu (p>0.05). Ancak takipler sırasında Grup 1’de iki gözde kistoid maküler ödem gözlendi. Profilaktik tedaviye rağmen Grup 1’de 3 olguda ve grup 2’de 4 olguda ilk gün GİB 21-30 mmHg civarında seyrederken 1.hafta sonunda glokom tanısı konulan bir olgu haricinde kontrol altına alındı. Lazer kapsülotomi öncesi ve sonrası GİB değerleri açısından iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p>0.05). Grup 1’de 3 olguda ve grup 2’de 2 olguda 1. gün ön kamarada +2 hücre tespit edilirken rutin olarak başladığımız topikal steroid tedavisi sonrası 1. hafta sonunda ön kamara reaksiyonu görülmedi.
Tartışma: Diyabette kan aköz ve iç kan retina bariyerinde zayıflık olduğu bilinmesine rağmen görsel iyileşme, makula kalınlığı ve GİB açısından diyabetli olmayan gözlere göre bir fark izlemedik. Arka kapsül kesafeti gelişen diyabetli ve diyabetli olmayan hastalar için Nd: YAG lazer kapsülotominin güvenli ve etkili bir yöntem olduğunu gözlemledik.
Purpose: To compare macular thickness,best-corrected visual acuity (BCVA) and intraocular pressure (IOP) changes after the Nd: YAG laser capsulotomy in posterior capsule opacification (PCO) with diabetic and non-diabetic eyes.Materyal-Method: Thirty-six eyes of 25 diabetic patients and 40 eyes of 25 non-diabetic patients were included. All patients was treated with Nd: YAG laser capsulotomy.Macular thickness measured by OCT,IOP and BCVA were evaluated before and 1 week, 1 month and 3 months after laser.Results: There was no difference between the two groups in age, gender and the applied laser technique.The time interval between cataract surgery and laser capsulotomy was shorter in the group of diabetic patients (p=0.009). In both groups,EDGK was significantly increased 1 week after laser (respectively,p=0.023, p=0.016). However, there was no statistically significant difference between the two groups. There was no significant difference in macular thickness before and after the laser between two groups (p> 0.05).However, in Group1 cystoid macular edema was observed in 2eyes during follow-up.Despite prophylactic treatment,IOP remained around 21-30mmHg in 3 patients in Group1 and 4 patients in Group2 at first day and at the end of the 1st week IOPs were controlled except one glaucoma patient. In two groups, IOP values before and after laser was not statistically significant difference(p>0.05). At first day,+2 cells in the anterior chamber were detected in 3 patients in group1 and 2 patients in group2; and at 1 week after routinely topical steroid treatment, anterior chamber reaction was not observed.Discussion: Although it is known that there is a breakdown in the blood-aqueous and inner blood-retinal barriers in diabetes; there were no difference in visual improvement, macular thickness and IOP compared to non-diabetic eyes. We have observed that Nd: YAG laser capsulotomy is a safe and effective method for posterior capsular opacification in diabetic and nondiabetic patients.
Abstract

2.Diurnal variation of anterior chamber flare
Mehmet Adam, Mehmet Okka, Banu Turgut Öztürk, Banu Bozkurt, Hürkan Kerimoğlu, Hamiyet Pekel, Süleyman Okudan
Pages 52 - 55
Amaç: Laser flaremetre cihazı ile yapılan ön kamara bulanıklık ölçümlerin ideal zamanı ve tekrarlanabilirliğinin araştırılması
Gereç ve Yöntem: 45 gönüllünün sabah saat 8.00’da laser flaremetre cihazı ile ön kamara bulanıklık ölçümleri yapılmış ve bu ölçümler aynı gün saat 12.00 ve saat 16.00’da tekrarlanmıştır.
Bulgular: Gönüllülerin 25’i (%55.5) kadın ve 20’si (%44.5) erkekti ve ortalama yaşları 28.67±7,40’ di. Olguların oftalmolojik muayenelerini takiben alınan ortalama ön kamara bulanıklık ölçümleri sabah saat 8’de 5,94±1,41foton/msn, saat 12’de 5,65±1,45 foton/msn, saat 16.00’da 5,79±1,20 foton/msn idi. Ölçümler arasında anlamlı bir farklılık saptanmadı. (p=0.08). Katılımcıların göz rengine göre yapılan alt grup analizinde de kahverengi, ela ve yeşil göz renkler arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (p=0.21). Korelasyon analizinde gün içinde alınan üç ölçümün de yaşla korele olduğu görülmüştür (r=0.24 p=0.03; r=0.41 p=0, r= 0.27 p= 0.01).
Sonuç: Ön kamara bulanıklık ölçümlerinde sağlıklı bireylerde gün içerisinde anlamlı bir değişiklik saptanmamıştır ancak yaşla pozitif korelasyon göstermektedir. Bu nedenle gün içindeki tüm ölçümler güvenilirdir ve tekrarlanabilirliği yüksektir.
Objectives: To investigate of ideal time and reproducibilty of anterior chamber flare measurements
Materials and Methods: Anterior chamber flare measurements of 45 volunteers' were performed with laser flaremetre device at 8 am and these measurements were repeated on the same day at 12 pm and 4 pm.
Results: Twenty-five (55.5%) of the volunteers were women and 20 (44.5%) were men and mean age was 28.67±7.40 (18-49) years. The mean anterior chamber flare measurements taken following the ophthalmologic examination were 5.94±1.41foton/msn at 8 am, 5.65±1.45 foton/msn at 12 pm, 5.79±1.20 foton/msn at 16 pm. No statistical difference was found between measurements (p=0.08). Subgroup analysis according to eye color, revealed no significant difference between brown, hazel and green eyes flare measurement (p=0.21). Correlation analysis demonstrated association between age and all flare measurements within the day (r=0.24 p=0.03; r=0.41 p=0, r= 0.27 p= 0.01).
Conclusion: No significant diurnal change was detected in flare measurements of normal subjects within the day but positive correlation with age was shown. Hence all flare measurement within a day are reliable and have high repeatability in healthy subjects.
Abstract

3.Vitreoretinal Surgery for Dislocated Intraocular Lens into the Vitreous Cavity
Dilek Özçelik Soba, Mehmet Çıtırık, Elif Demircan, Pelin Yılmazbaş
Pages 56 - 59
Amaç: Vitreus kavitesine göz içi lens (GİL) düşen ve vitreoretinal cerrahi (VRC) uygulanan olgularda yaş, cinsiyet, eşlik eden göz muayene bulguları ve uygulanan cerrahinin sonuçlarını incelemek.
Gereç ve yöntem: Vitreusa GİL dislokasyonu tanısı alarak VRC yapılan 30 hastanın 30 gözü geriye dönük olarak değerlendirildi. Ameliyat öncesi ve sonrası görme düzeyleri, göz içi basıncı (GİB) değerleri, biyomikroskopik bulguları ve göz dibi muayenesini içeren muayene bulguları değerlendirildi.
Bulgular: Olguların ortalama yaşı 63,1 (38-83 yıl) idi. Olguların 21’i erkek (%70), 9’u kadın (%30) idi. Etiyolojilerine göre değerlendirildiğinde; 18 olguda (%60) geç dönemde spontan dislokasyon, 5 olguda (%16,6) fakoemülsifikasyon cerrahisi sonrası, 4 olguda (%13,3) travma sonrası, 2 olguda (%6,6) önceden uygulanmış vitrektomi ve 1 olguda (%3,3) YAG lazer kapsülotomi uygulaması sonrası dislokasyon belirlendi. Bütün olgulara 23 gauge triamsinolon eşliğinde pars plana vitrektomi, GİL ekstraksiyonu, arka hyaloid ayrılması, 360 derece endolazer fotokoagülasyon ve serum hava değişimi uygulandı. On üç olguya (%43,3) ön kapsül üzerine, 10 olguya (%33,3) ön kamaraya ve 4 olguya (%13,3) skleral fiksasyonlu GİL implantasyonu uygulandı. Ameliyat sonrası dönemde 23 olguda (%76,6) görme keskinliğinde artış sağlanırken 5 olguda (%16,6) görme keskinliği değişmedi, 2 olguda (%6,6) görme keskinliğinde azalma belirlendi.
Sonuç: Vitreus kavitesine GİL dislokasyonlarında VRC ve ikincil GİL implantasyonu başarılı bir cerrahi yöntem olup, bu yöntem ile kötü görme sonuçları engellenebilir.
Purpose: To investigate the sex, age, accompanying eye examination findings and the outcomes of vitreoretinal surgery (VRS) for dislocated intraocular lens (IOL) into the vitreous cavity.
Material and Method: The medical records of 30 patients who underwent VRS for IOL dislocation into the vitreus cavity were retrospectively analyzed in this study. Preoperatively and postoperatively visual acuity, intraocular pressure, biomicroscobic and posterior segment examination findings were assessed.
Results: The average age of patients was 63.1 (38-83 years). Twenty one of patients were male (70%) and 9 patients were female (30%). As etiologic causes; 18 cases (60%) had late spontaneous dislocation, 5 cases (16.6%) had dislocation after phacoemulsification surgery, 4 cases (13.3%) had trauma, 2 cases (6.6%) had previously undergone vitrectomy and 1 case (3.3%) had undergone YAG laser capsulotomy. VRS including 23-gauge triamcinolone assisted pars plana vitrectomy, intraocular lens extraction, posterior hyaloid membrane removing, endolaser photocoagulation and fluid-air exchanged was performed. Posterior chamber IOL implantation on to the anterior capsule in 13 cases (43.3%), anterior chamber IOL implantation in 10 cases (33.3%), and scleral fixated posterior IOL implantation in 4 cases (13.3%) were performed. The corrected visual acuity recorded at the last follow-up was better than the first visit in 23 cases (76.6%), the same in 5 eyes (16.6%), and worse in 2 eyes (6.6%).
Conclusion: VRS combined IOL implantation, is a successful surgery method for dislocated IOL into the vitreous cavity, and can avoid poor visual outcomes.
Abstract

4.Intranasal Otological T-Tube Application To Lacrimal Sac In Endoscopic Dacryocystorhinostomy
Kadri Cemil Apaydın, Bülent Veli Ağırdır, Hatice Deniz İlhan, Serkan Yağcı, Koray Ahat, Çağrı Açıkgöz
Pages 60 - 64
Amaç: Bu çalışmada endoskopik dakriyosistorinostomi (EDSR) ile kombine otolojik T-tüp uygulanan hastalarımızın geriye yönelik incelemesi ve izlem süreci hakkındaki deneyimlerimiz aktarılmaktadır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 2007-2010 yıllarında hastanemizde Göz Hastalıkları ve Kulak-Burun-Boğaz (KBB) Hastalıkları Anabilim Dalları’nda ortak girişimle (EDSR) ile kombine otolojik T-tüp uygulaması yapılan olguların geriye yönelik dosya kayıtları incelendi. Hastaların demografik özellikleri, komplikasyonlar, ameliyat sonrası yakınmaları, NLK açıklığı, tüp alınma ya da düşme süresi, ameliyat sonrası dönemde medikal tedavi ihtiyacı olup olmadığı ve cerrahi revizyon uygulaması gerekliliği incelendi, takip verileri kaydedildi.
Bulgular: Çalışmaya 27’si kadın, 10’u erkek toplam 37 hastanın 38 operasyonu dahil edildi. Bir hastanın her iki gözü farklı zamanlarda opere edildi. Ortalama takip süresi 8,6±8,3 ay idi. Opere edilen 38 gözün 11’inde (%28.9) ameliyat sonrası dönemde epifora, kese bölgesinde şişlik ve çapaklanma gözlendi. Bu olgulardan 2’si medikal tedaviye yanıt verdi. Opere edilen gözlerin 9’unda (%23.7) cerrahi revizyon ihtiyacı oluştu. Revizyon gereksinimi olmaması yönünden operasyonun başarısı %76.3 olarak tespit edildi.
Sonuç: Otolojik silikon T-tüp uygulaması özellikle lakrimal kese distalindeki tıkanıklıklarda, intraoperatif önemli bir komplikasyon yaratmaması, punktum ve kanaliküllere olan travmatik etkisinin daha az ve punktal granülasyon riskinin düşük olmasından dolayı alternatif bir cerrahi yöntem olarak düşünülebilir.
Objective: To discuss the results of endoscopic dacryocystorhinostomy combined with otologic silicon T-tube stenting.
Material and Methods: The records of the patients who were undergone endoscopic dacryocystorhinostomy combined with otologic T-tube stenting surgery by co-operating of Otorhinolaryngology and Ophthalmology Departments in Akdeniz University between 2007 and 2010 were evaluated retrospectively. Patients’ demographics, complaints of the patients, complications, aperture of the nasolacrimal canal in postoperative period, duration of the removal or dislocation time of the tubes, postoperative medical treatment or revision surgery were recorded. 
Results: Thirty-seven patients (27 female/10 male) were included in this study. Both eyes of a patient were operated at different times. Mean follow-up period was 8.6 ± 8.3 months. Epiphora, swelling and ocular discharge were the most frequent complaints and observed 11 of 38 eyes (28.9%) in post-operative period. Two of these eyes treated with medications but 9 eyes (23.7%) required surgical revision. In terms of the lack of revision requirement, the success rate was found to be 76.3%.
Conclusion: Endoscopic dacryocystorhinostomy combined with otologic silicon T-tube stenting can be used as an alternative procedure for especially distal part obstructions in nasolacrimal system. It has the advantage of no canalicular trauma and less granulation risk.
Abstract

5.Orbital dermis fat graft transplantation: Results in primary and secondary implantation
Müge Çoban Karataş, Rana Altan Yaycıoğlu, Handan Canan
Pages 65 - 70
Amaç: Otolog dermis-yağ grefti (DYG) primer ve sekonder soket cerrahilerinde kullanılmaktadır. Biz bu çalışmamızda DYG implantasyonu geçirmiş olguları, hasta memnuniyeti ve cerrahi sırası ve sonrasındaki potansiyel komplikasyonlar açısından değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntemler: Retrospektif planlanan çalışmamızda Ekim 2008 ile Ekim 2012 arasında opere olan 17 olgu incelendi. Bunlardan 7 olguya primer, 10 olguya sekonder DYG implante edilmişti. Hastaların memnuniyeti bir sorgulama formunda derecesi 1 (memnuniyetsiz) ile 4 (çok memnun) arasında bir değeri seçmesi istenerek değerlendirildi. Ayrıca komplikasyonlar, sıklıkları ve farklı bir cerrahi ihtiyaçları not edildi.
Sonuçlar: Olguların yaş ortalaması 30,5 ± 17,9 idi. Primer DYG implante edilmiş olguların memnuniyeti %100 düzeyindeydi ve protezlerini bir rahatsızlık olmadan kullanıyorlardı. Bu grupta sadece bir hastada epitelizasyonda gecikme ve pitozis gelişmişti ve tedavisinde için frontal askılı pitoz cerrahisi uygulanmış ve beraberinde sunni gözyaşları kullanılmıştı. Sekonder DYG uygulanmış olgularda 6 hasta (%60) sonuçtan memnundu. Memnun olmayan 4 olgudan birinde alt kapak laksisitesi gelişmişti, lateral tarsal şerit cerrahisi ile olgu protezini rahat kullanabilmişti. Bir diğer hastada alt fornikste yapışıklık gelişmişti. Hastaya müköz membran grafti ve sunni göz yaşı tedavisi uygulanması sonrasında protezini kullanabildi. Bir olguda cerrahi sonrasında ilaçların uygun olmayan şekilde kullanımı sebebi ile enfeksiyon ve sokette kontraksiyon gelişti. Tekrar DYG sonrası hasta protezini takabildi. Bir diğer hastada sekonder DYG implantasyonu öncesinde orbitada yağ atrofisi vardı ve cerrahiden sonra da greft atrofisi gelişti. Hastanın ailesi başka bir müdahaleyi kabul etmedi. Bu hasta protez kullanamadı.
Tartışma: Çalışmamızın sonuçlarına göre DYG transplantasyonunun primer olgularda başarıyla uygulanabildiği düşüncesindeyiz. Sekonder olgularda, başarılı sonuçlar elde etmek için hasta seçiminin iyi yapılması önem taşımaktadır.
Purpose: Autologous dermis fat graft (DFG) is being used both in primary and secondary cases. In present study, we aimed to evaluate patients’ satisfaction and possible intra- and postoperative complications in patients who received DFGing.
Method: In this retrospective study, the results of 17 patients who were operated between October 2008 and October 2012 were evaluated. Of these cases, 7 had primary and 10 had secondary DFG. Patient satisfaction was evaluated by asking patients to fill out a questionnaire graded from 1 (not satisfied) to 4 (very satisfied). Additionally, the incidence of complications and requirement for another operation was noted.
Results: The average patient age was 30.5 ± 17.9 years. Patients with primary grafts were 100% satisfied with the outcome and could wear their prosthesis without any discomfort. In this group, one patient had delay in epithelialisation of the graft and ptosis, which was treated with frontal sling surgery and artificial tears. In patients with secondary grafts, 6 patients (60%) were satisfied with the outcome. Four patients were not satisfied from the result. One had inferior lid laxisity and after lateral tarsal strip surgery she could wear her prosthesis. Another patient developed inferior forniceal adhesion. He was treated with mucous membrane grafting and artificial tears, and could wear his prosthesis. One patient had infection and contraction of the socket due to postoperative inappropriate medication use. Following repeated DFGing he was able to wear his prosthesis. Another patient had fat atrophy prior to secondary DFGing, and developed atrophy of the graft following surgery. Her family refused additional surgery. This patient couldn’t wear any prosthesis.
Conclusion: According to our results, we believe that DFG transplantation is successful in primary implantation. In secondary cases, correct patient selection is important to achieve good outcome.
Abstract

6.Recent Trends in the Management of Retinoblastoma
Samuray Tuncer, Derda Özer
Pages 71 - 76
Retinoblastom çocukluk çağının en sık göz içi kanseridir. Son yıllarda retinoblastomun tedavisinde ciddi gelişmeler olmuştur. Bu sayede hastaların sağkalım ve göz korunma oranlarında belirgin düzelme sağlanmıştır. Günümüzde retinoblastom tedavisinde esas olarak enükleasyon, intravenöz kemoredüksiyon, ve intra-arteriyel kemoterapi kullanılmaktadır. Enükleasyon görme beklentisinin olmadığı yaygın retinoblastomlu gözlerde kullanılmaktadır. İntravenöz kemoredüksiyon 1990’lı yılların ortalarından itibaren Uluslararası Retinoblastom Sınıflamasına göre Grup A, B, C ve bazı D gözlerde etkin biçimde kullanılmış ve fokal tedaviler (kryoterapi, transpupiller termoterapi ve brakiterapi) ile birlikte başarılı tümör kontrolü sağlanmıştır. 2008 yılında süperselektif intra-arteriyel kemoterapi gündeme gelmiştir. Bu teknikle nöroradyolojik olarak oftalmik arter kateterize edilmekte ve kemoterapötik ajan (sıklıkla melfalan) direk olarak oftalmik artere verilmektedir. Böylelikle intravenöz kemoredüksiyon ile başarı şansı nispeten düşük ileri evre Grup D ve Grup E gözlerde ciddi oranda tümör kontrolü sağlanabilmektedir. Sonuç olarak, retinoblastom tedavisinde son dönemde ciddi gelişmeler olmuştur. Bu sayede göz koruma oranları artmıştır. Güncel yaklaşım yöntemi olan intra-arteryal kemoterapi ileri evre tümörlü gözlerin kontrolünü sağlamada umut vaadetmektedir.
Retinoblastoma is the most common intraocular malignancy of childhood. Significant progress has been made in the past few years in the management of retinoblastoma. Thus, the patients’ survival and ocular salvage rates have shown marked improvement. The current treatment strategies for retinoblastoma include enucleation, intravenous chemoreduction, and intra-arterial chemotherapy. Enucleation is generally reserved for eyes with extensive retinoblastoma, in which there is no hope for useful vision. From mid-1990s, intravenous chemoreduction has been used efficiently in the management of Group A, B, or C and some D eyes, according to the International Classsification of Retinoblastoma. Intravenous chemoreduction combined with focal treatments (cryotherapy, transpupillary thermotherapy, and brachytherapy) have provided favorable tumor control for most of these eyes. In 2008, superselective intra-arterial chemotherapy has been popularized. This treatment involves injection of a chemotherapeutic agent (mostly melphalan) after selective catheterization of the ophthalmic artery under neuroradiologic intervention. This provides higher success in advanced Group D and Group E eyes that have relatively lower rate of tumor control with conventional intravenous chemoreduction. In conclusion, significant advances that have emerged recently in the management of retinoblastoma led to an increase in ocular salvage rates. Recently popularized modality of intra-arterial chemotherapy offers hope in the control of eyes with advanced retinoblastoma.
Abstract

7.Atypical Intrapapillary Hemorrhage in a Patient with Glaucoma
Sirel Gür Güngör, Gülce Gökgöz Özışık, Ahmet Akman, Leyla Asena
Pages 77 - 78
Yetmiş üç yaşında erkek hasta rutin göz kontrolü için kliniğimize başvurdu. Hastanın hikayesinde primer açık açılı glokom, diyabetes mellitus ve asetilsalisilik asit kullanımı mevcuttu. Dilate fundus muayenesinde sağ gözde optik disk çukurluğunda kanama mevcuttu. Son 7 ayda üst temporal retinal sinir lifi tabakasındaki incelmede progresyon olduğundan disk kanamasının glokom ile ilişkili olabileceği düşünüldü.
A 73 year-old man presented for routine follow-up. There were primary open angle glaucoma, diabetes mellitus, and usage of acetylsalicylic acid in patient’s history. Dilated fundus examination demonstrated cup hemorrhage in the right eye. Because of the progression of the superotemporal retinal nerve fiber layer defect in the last seven months, we think that the disk hemorrhage could be associated with glaucoma.
Abstract

8.Giant macular hole formation after scleral buckling and vitrectomy surgery
Mehmet Özgür Zengin, Esat Cinar, Cem Kucukerdonmez
Pages 79 - 80
Introduction: Macular holes can develop secondary to pars plana vitrectomy (PPV) We report a case with giant macular hole formation after PPV and scleral buckling.
Methods: Observational case report. A 66-year-old woman with a history of vitrectomy and scleral buckling due to rhegmatogenous retinal detachment (RRD) in her right eye 5 years ago complained of decrease in visual acuity ever since.
Results: Clinical photographs, fluorescein angiography and optic coherent tomography images revealed a very large macular hole of approximately 2465 μm in diameter.
Conclusion: This case is an uncommonly large variant of a macular hole secondary to retinal detachment surgery.
Abstract

9.A Case of Multiple Sclerosis presented with 5th, 6th and 7th Cranial Nerve Paralysis
Almıla Sarıgül, Sezin Akça Bayar, Evin Şingar, Eylem Yaman Pınarcı, Sibel Oto
Pages 81 - 83
36 yaşında bayan hasta ellerde uyuşma, sol göz kapağını kapatamama, çift görme şikayetleriyle başvurdu. Horizontal diplopisi, sol dışa bakışında -1 kısıtlılıgi, sol periferik fasiyal paralizisi ve 5. sinir dermatomuna uyan alanda his kaybı mevcuttu. Solda Bell fenomeni pozitifti. Hastanın manyetik rezonans (MR) görüntülemesinde multiple skleroz (MS) ile uyumlu hiperintens lezyonlar saptandı. Sistemik steroid tedavisi (ıv puşe metilprednizolon 1000 mg/gün, 3 gün; ardından 1mg/kg oral tedrici azaltılarak) başlanan hastanın 5 hafta içerisinde fasiyal paralizisinin ve diplopisinin gerilediği, his kaybının düzeldiği izlendi. Hastanın 4 yıllık takibinde nüks izlenmedi. Bu olguda gördüğümüz gibi, MS karşımıza klasik periferik nöropatiye bağlı ekstremitelerde tutulumun dışında kraniyal sinir paralizileri ile de gelebilir. Beşinci sinir felci, literatürde karşımıza MS ile birlikteliği en sık olan kraniyal sinir felci olarak çıkmasına karşılık, 7. sinirin periferik paralizisi ve 6. sinir tutulumu daha nadir olarak bildirilmiştir. Kraniyal sinir paralizisi ile başvuran özellikle genç hasta grubunda, etyolojide mutlaka MS akla gelmelidir.
A 36 years old female patient was admitted to our clinic with complaints of numbness in hands, double vision, inability to close her left eye. Her physical examination revealed horizontal diplopia, underactivity of the left lateral rectus muscle, left peripheral facial paralysis and trigeminal sensorial neuropathy. The magnetic resonance imaging revealed hyperintense lesions, which were compatible with multiple sclerosis (MS). Therefore, patient was treated with intravenous and oral metilprednisolones. Within five weeks, her symptoms were regressed, and no recurrence was observed in the follow up for 4 years. As this case proves, MS can be presented with cranial nerve palsies in addition to many other different neurological symptoms. Early diagnosis and treatment are critical for the prognosis of the disease. Therefore, MS should always be considered in differential diagnosis of especially young patients with cranial nerve palsies.
Abstract

10.Bilateral isolated sinopalpebral fistula secondary to frontal sinusitis
İbrahim Toprak, Cemil Demir, Şükrü Güngen, Turan Sarı
Pages 84 - 85
Bu çalışmada, uzun süreli frontal sinüzitin bir komplikasyonu olarak gelişen bilateral sinokutanöz fistüllü bir hastanın klinik özelliklerinin sunulmasını amaçladık. Kırk sekiz yaşında erkek hasta orbital orta hatta superior palpebral sulkusun hemen yakınında yer alan iki taraflı sinokutanöz fistül ile başvurdu. Oftalmolojik ve nazal endoskopik muayeneler olağandı. Bilgisayarlı tomografide (BT) bilateral mukozal kalınlaşma, havalanma kaybı ve sağda, akıntılı fistül alanına uyan, frontal sinüs alt-ön duvarında tam kat kemik defekti saptandı. Sol tarafta, simetrik kemik defekti kısmen kapalıydı. İlginç olarak, hastanın sekiz yıldır herhangi bir sistemik yakınması veya bulgusu mevcut değildi. Sonuç olarak, frontal sinüzit ciddi komplikasyonlara yol açabilmektedir, ancak bu olgudaki gibi sinokutanöz fistüller ikincil drenaj yolağı şeklinde rol oynayarak intrakranial veya orbital komplikasyonların önüne geçebilirler.
We aimed to present clinical characteristics of a patient who had bilateral sinocutaneous fistula as a complication of longstanding frontal sinusitis in this study. A 48 year-old man presented with bilateral sinocutaneous fistula located adjacent to the superior palpebral sulcus on the orbital midline. Ophthalmological and nasal endoscopic examinations were nonspecific. Computerized tomography (CT) demonstrated bilateral mucosal thickening, loss of aeration, and full thickness bone defect on the infero-anterior part of the right frontal sinus, which corresponds to the discharging fistulous track. On the left side, symmetrical bone defect was partially closed. Interestingly, the patient had no other systemic symptoms or findings for eight years. In conclusion, frontal sinusitis might lead serious complications, whereas sinocutaneous fistulas might act as secondary drainage pathway that prevents intracranial or orbital complications as in this case.
Abstract