Cilt: 25  Sayı: 2 - 2019
Özetleri Gizle | << Geri
ARAŞTIRMA
1.
Rotator kaf tendon patolojilerinde USG (Ultrasonografi) rehberliğinde uygulanan PRP (plateletten zengin plazma) ve kortizon enjeksiyonlarının karşılaştırılması
Comparison of PRP (platelet-rich plasma) and cortisone injections administered under USG (ultrasonography) guidance in rotator cuff tendon pathologies
volkan Subaşı
Sayfalar 43 - 48
Amaç: Rotator kaf tendon patolojileri omuz ağrısı yapan nedenler arasında en sık saptanan hastalık grubunu oluşturmaktadır. Rotator kaf sendromu tanısı ile polikliniğimize başvuran hastalara uygulanan PRP ve kortizon tedavilerinin sonuçlarının karşılaştırılması amaçlanmıştır
Yöntemler: Çalışmaya ileri derecede omuz hareket kısıtlılığı olmayan, 3 aydan uzun süreli omuz ağrısı olan toplam 40 hasta dahil edildi. Hastaların ağrı yakınması VAS (Visüel analog skala) ve fonksiyonel durumu ise Quick-DASH (The Disabilities of the Arm, Shoulder and Hand Score) ile değerlendirilmişti
Bulgular: Her iki grubun kendi içindeki değerlendirmelerinde 1.ay ve 2. ay kontrollerinde (1. aya ve tedavi öncesine göre) VAS ve Quick-DASH skorlarında istatistiksel olarak anlamlı düzelmeler kaydedildi (p<0.01).
Her iki grupta oluşan klinik iyileşmenin kıyaslandığı istatistiksel çalışmada ise sadece VAS skorlarında 2. ay kontrolünde PRP grubunda daha fazla azalma olduğu ve bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptandı (p=0.007) Quick-DASH skorlarındaki azalmanın ise istatistiksel olarak benzer olduğu saptandı
Sonuç: Sonuç olarak yaptığımız çalışmada rotator kaf lezyonlarında PRP ve kortizon enjeksiyonları tedavilerinin etkili olduğu sonucuna vardık. Komorbid hastalıkları olan kişilerde veya yan etkileri nedeniyle kortizon tedavisi uygulanamayan hastalarda PRP tedavisinin rotator kaf lezyonlarında iyi bir tedavi alternatifi olduğu kanısındayız.
Objective: Rotator cuff tendon pathologies are the most frequently diagnosed disease group among the causes of shoulder pain.
The aim of this study was to compare the results of PRP and cortisone treatments applied to patients admitted to our outpatient clinic with rotator cuff syndrome.
Methods: Forty patients were included in the study who had severe shoulder pain for more than 3 months.
Pain was evaluated with Vas (visual analogue scale) and quick-Dash (the Disabilities of the Arm, Shoulder and hand Score).
Results: In the evaluations of both groups within 1.moon and moon 2. moon controls (1. there were statistically significant improvements in vas and quick-dash scores (p<0.01).
In the statistical study comparing clinical recovery in both groups, only vas scores were found to be higher in the second group. it was found that there was a statistically significant decrease in the PRP group in the month control (p=0.007) and that the decrease in the Quick-dash scores was statistically similar (p = 0.007).
Conclusion: In conclusion, we concluded that PRP and cortisone injections were effective in rotator cuff lesions.
We believe that PRP therapy is a good alternative to rotator cuff lesions in patients with comorbid diseases or patients who cannot be treated with cortisone because of side effects.
Makale Özeti

2.
Fibromiyaljili Hastalarda Serum Endokan Düzeyleri ile Karotis İntima-Medya Kalınlığı Arasında İlişki Var mı?
Is There Any Relationship Between Serum Endocan Levels and Carotid Intima-Media Thickness in Patients with Fibromyalgia?
Fatih Bağcıer, Fatih Hakan Tufanoğlu, Özgür Kadıçeşme
Sayfalar 49 - 52
Amaç: Fibromiyaljinin patofizyolojisi henüz tam olarak aydınlatılmamış olmakla birlikte, fibromiyaljili hastalarda inflamasyon ve endotel disfonksiyonunun ortaya çıktığı ileri sürülmüştür. Son yıllarda, endocan inflamasyon ve endotel disfonksiyonu için önemli bir biyobelirteç olarak bildirilmiştir. Erken aterosklerotik vasküler hastalıkları değerlendirmede karotis intima media kalınlığının değerlendirilmesi önemlidir. Bu çalışmada, fibromiyalji hastalarında serum endokan düzeylerini ve karotis intima media kalınlığını ölçerek bu mekanizmayı araştırdık aralarında bir korelasyon olup olmadığını değerlendirdik.

Yöntemler: İlk kez fibromiyalji tanısı alan 40 kadın hastadan toplanan serum örnekleri ve 40 sağlıklı kadın endokan düzeyleri ve karotis intima media kalınlığı ultrasonografi ile incelendi ve iki grubun değerleri karşılaştırıldı.

Bulgular: Hasta grubunda serum endokan seviyeleri ve CIMT sonuçları kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek olarak bulunmuştur (p <0.001). Ayrıca FM’li hastalarda karotis intima media kalınlığı ile endokan seviyesi arasında korelasyon görüldü

Sonuç: Fibromiyaljinin patofizyolojisinde artmış subklinik inflamasyon, endotelyal disfonksiyon ve erken ateroskleroz önemlidir. Artan endokan düzeyi, karotis intima media kalınlığı ve aralarında korelasyon görülmesi bu mekanizmayı aydınlatmaya katkı sağlar.
Purpose: Although the pathophysiology of fibromyalgia (FM) has not yet been completely elucidated, it has been suggested that inflammation and endothelial dysfunction occur in patients with FM. In recent years, endocan has been reported as an important biomarker for inflammation and endothelial dysfunction. It is important to assess carotid intima-media thickness (CIMT) to evaluate early atherosclerotic vascular diseases. In this study, we investigated this mechanism by measuring serum endocan levels and CIMT in patients with FM and evaluated the correlation between them.

Methods: Serum samples collected from 40 female patients diagnosed with FM (the patient group) for the first time and 40 healthy female participants (the control group) were evaluated for endocan levels and CIMT using ultrasonography, and the groups were compared.

Results: Serum endocan levels and CIMT were significantly higher in the patient group than in the control group (P < 0.001). A correlation was found between CIMT and endocan levels in patients with FM.

Conclusion: Increased subclinical inflammation, endothelial dysfunction, and early atherosclerosis play a role in the pathophysiology of FM. Increased endocan levels and CIMT and the correlation between them will contribute to elucidating this mechanism.
Makale Özeti

3.
Diz osteoartriti olan hastalarda kısa dalga diaterminin genotoksik etkisinin araştırılması
Investigation of short-wave diathermy genotoxic effect in patients with knee osteoarthritis
Önder Şener, Sami Hizmetli, Ahmet Karadağ, Emrullah Hayta
Sayfalar 53 - 57
Amaç: Kısa dalga diatermi (KDD), fiziksel tıp uygulamalarında genellikle derin ısıtıcı olarak kullanılan bir fizik tedavi ajanıdır. Bu çalışmanın amacı, terapötik KDD'den kaynaklanan bir kromozomal hasar olup olmadığını mikronükleus (MN) yöntemiyle araştırmaktır.
Yöntem: Çalışmaya diz ağrısı olan ve Amerikan Romatoloji Koleji (ACR) kriterleri ile gonartroz tanısı alan 30 hasta dahil edildi. 20 hasta tedavi grubu (Grup 1), 10 hasta kontrol grubu (Grup 2) olarak tayin edildi. Tedavi grubundaki hastalara 10 seans KDD tedavisi uygulandı, kontrol grubundaki hastalara ise 10 seans sahte KDD tedavisi uygulandı. MN skorlarını değerlendirmek için periferik venöz kan, hem tedavi hem de kontrol grubundan 10 seans KDD tedavisi uygulaması öncesi ve sonrasında alındı. Tedavi öncesi değerlendirilen MN skorları, tedavi grubunda ve kontrol gruplarında 10 seans KDD tedavisi sonu MN skorları ile karşılaştırıldı. Tedavi öncesi ve 10 seans KDD tedavi sonrası MN skorları tedavi ve kontrol grubu arasında karşılaştırıldı.
Bulgular: Her iki grubun KDD tedavisi öncesi ile 10 seans KDD tedavisi sonrasında MN skorları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu (p>0.05). Grupların MN skorları karşılaştırıldığında KDD tedavisi öncesi ve 10 seans KDD tedavisi sonrasında MN skorları açısından gruplar arasında anlamlı bir fark yoktu(p>0.05).
Sonuç: Bu çalışmada, terapötik KDD'nin, sitogenetik hasarın bir işareti olan MN skorunda artışa neden olmadığını gözlemledik.
Objective: Short-wave diathermy (SWD) is a physical therapy agent, commonly used as deep heater in physical medicine practice. The aim of this study was to investigate whether there is a chromosomal damage resulting from therapeutic SWD by using micronucleus (MN) method.
Methods: In the present study, 30 patients who suffered from knee pain and diagnosed as gonarthrosis with American College of Rheumatology (ACR) criteria were admitted. 20 patients were accepted as treatment group (Group 1) and 10 patients were accepted as control group (Group 2). The patients of the treatment group received 10 sessions of SWD therapy whereas the patients of the control group received 10 sessions of sham SWD therapy. Peripheral venous blood were taken before and after 10th applications of SWD therapy has been cultured for MN scores both for the treatment and the control groups. The scores of MN assessed before the therapy were compared with end of the 10th session in the treatment group and the control groups. Pretreatment and end of the 10th session MN scores were compared between the treatment and the control group.
Results: There was not any statistically significant difference in MN scores between pretreatment and 10th session, in both group. There was also not any significant difference in the MN scores of the groups between pretreatment and 10th session evaluation.
Conclusion: In this study we observed that therapeutic SWD did not induce increasing in MN score which is a sign of cytogenetic damage.
Makale Özeti

4.
İskenderun Halk Eğitim Merkezi kurslarına katılan kadınların osteoporoz bilgi düzeyi ve ilişkili faktörler
The level of osteoporosis knowledge among women who attended public education center in İskenderun and the related factors
Ceren Gezer, Ecem Ocak
Sayfalar 58 - 64
Amaç: Bu çalışmanın amacı osteoporoz bilgi ve öz-etkililik düzeyleri ile ilişkili faktörlerin değerlendirilmesidir.
Gereç ve Yöntem: Çalışma İskenderun Halk Eğitim Merkezi kurslarına katılan 19-60 yaş grubu 419 kadın ile yürütülmüştür. Osteoporoz Bilgi Düzeyi Ölçeği (OKT) ve Osteoporoz Öz-Etkililik Ölçeği (OSS)’ni kapsayan anket yüz yüze görüşme yöntemi ile uygulanmış, vücut ağırlığı ve boy uzunluğu ölçümleri tekniklerine uygun olarak yapılmıştır.
Bulgular: Toplam OKT puanları yaşı >23 yıl olanlarda ≤23 yıl olanlara kıyasla daha yüksektir. Lisans mezunlarının toplam OKT puanları okur-yazarlara kıyasla 12,9 kat daha yüksektir. OSS-egzersiz puanları serbest meslek sahibi kadınlarda ev hanımlarına kıyasla 2,4 kat daha yüksektir. OKT ve OSS toplam puanları, OKT-Beslenme ve OSS-Kalsiyum, OKT-Egzersiz ve OSS-Egzersiz puanları arasında ilişki saptanmıştır.
Sonuç: İskenderun Halk Eğitim Merkezi kurslarına katılan kadınların osteoporoz bilgi ve öz-etkililik düzeyleri düşüktür. Yaş, eğitim düzeyi ve meslek osteoporoz bilgi ve öz-etkililik düzeylerini etkileyen önemli demografik faktörlerdir. Çok merkezli, kalsiyum alım miktar ve fiziksel aktivite düzeylerinin değerlendirileceği daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
Aim: This study aimed to evaluate the level of knowledge and self-efficacy regarding osteoporosis, and the related factors.
Materials and Methods: The study was conducted with 419 women aged between 19 and 60 years who attended the courses provided by İskenderun Public Education Center in Hatay, Turkey. Osteoporosis knowledge test (OKT) and osteoporosis self-efficacy scale (OSS) scores were obtained using a questionnaire and face to face interviews, as well as the weight and height measurements.
Results: The women older than 23 years of age had higher total OKT scores than the women younger than 23 years of age. The total OKT scores of the women with bachelor’s degree were 12.9 times higher than those of unschooled literate women. The OSS-Exercise scores of self-employed women were 2.4 times higher than those of housewives. A relationship was found between the OKT and OSS total scores, between the OKT-Nutrition and OSS-Calcium, and between the OKT-Exercises and OSS-Exercises.
Conclusion: Women had low levels of knowledge and self-efficacy regarding osteoporosis. Age, level of education, and occupation were found to be important demographic factors affecting these levels. There is a need further multicenter studies on calcium intake and level of physical activity.
Makale Özeti

5.
Lateral Epikondilit Tanılı Hastalarda Ekstrakorporeal Şok Dalga Tedavisi ve Kuru İğneleme Tedavisi Kombinasyonunun Ağrı, Kavrama Gücü ve Fonksiyonellik Üzerine Etkisi
The Impact of Extracorporeal Shock Wave Therapy and Dry Needling Combination on Pain, Grip strength and Functionality in Patients with Lateral Epicondylitis
Fatih Bagcier, Nurdan Yılmaz
Sayfalar 65 - 71
Amaç: Bu çalışmada, lateral epikondilit tanılı hastalarda, ekstrakorporeal şok dalga tedavisi ( ESWT) ile ön kol ekstansör kaslarındaki aktif tetik noktalara kuru iğneleme (DN) tedavisi kombinasyonunun ağrı, kavrama kuvveti ve fonksiyonellik üzerine etkisi araştırıldı.
Yöntemler: Çalışma 40 hasta üzerinde gerçekleştirildi. Hastalar; ESWT ve ESWT +DN olmak üzere iki gruba ayrıldı. ESWT ve egzersiz grubundaki hastalara 2000 atım, haftada bir kere, 3 seans; diğer gruba ise buna ek olarak 3 seans DN tedavisi uygulandı. Her iki gruptaki hastalara germe ve eksentrik kuvvetlendirme egzersizleri verildi. Hastaların palpasyon ve kavrama ile meydana gelen ağrı şiddeti Vizuel Ağrı Skalası (VAS) ile, lateral epikondil hassasiyeti algometre ile, kavrama kuvveti dinamometre ile ve fonksiyonellik düzeyi ise Hasta Bazlı Önkol Değerlendirme Anketi (PRTEE) ile tedavi öncesinde, tedavi bitiminde (1.ay) değerlendirildi.
Bulgular: Tedavi öncesi ve tedavi sonrası 1. ay sabah, aktivite ve istirahat VAS ağrı skorları karşılaştırıldığında; her iki grupta da bütün VAS değerleri istatistiksel olarak anlamlı iken (p<0,001), gruplar arası kıyaslama yapıldığında ESWT - DN grubunda ağrı skorlarında düzelmenin gece ağrısı hariç daha üstün olduğu görülmüştür (p<0,001). Tedavi öncesi ve tedavi sonrası LE’in en hassas bölgesinin algometre ile değerlendirilmesi kıyaslandığında her iki grupta da anlamlı bir düzelme görülürken (p<0,001), ESWT - DN grubunda düzelmenin üstün olduğu gözlemlenmiştir (p<0,001) Dirsek fleksiyon ve ekstansiyon pozisyonunda ölçülen maksimum kavrama kuvveti değerleri tedavi sonrasında her iki grupta da anlamlı artarken ESWT-DN grubunda ekstansiyon pozisyonundaki artış daha üstündü (p<0,05). Hastaların tedavi öncesi ve tedavi sonrası PRTEE skalasında görülen değişimler incelendiğinde; tedavi sonrasında bütün gruplarda tedavi öncesine göre iyileşme lehine istatistiksel olarak anlamlı azalma görüldü (p<0.05). ESWT ile ESWT+DN grupları birbirleriyle karşılaştırıldığında; ESWT+DN grubunda ağrı skoru, fonksiyon skoru değişiminin ESWT grubuna göre daha etkili olduğu görüldü (p<0,001).
Sonuç: Lateral epikondilitte ESWT ve DN kombinasyon tedavisinin sadece ESWT tedavisinden daha iyi klinik sonuçlar verdiğini göstermektedir.
Objectives: The aim of this study was to investigate the effects of extracorporeal shock wave therapy (ESWT) and dry needling to the trigger points in the forearm extensor muscles combination on pain, grip strength and functionality in patients with lateral epicondylitis.
Patients and Method: 40 patients(24 females, 16 males;mean age: 41,25) who were clinically diagnosed with lateral epicondylitis between January 2018-June 2018 were included in the study. The patients were randomly divided into two groups as treatment group and control group. The treatment group was applied three sessions of ESWT to lateral epicondyl and dry needling to the trigger points in the forearm extensor muscles.The control group was applied only ESWT treatment to lateral epicondyl. Also both groups were applied stretching and eccentric strengthening exercises. We used Visual Analog Scale(VAS) for pain, pressure algometer for pressure pain threshold. dynamometer for grip strength and Patient-Rated Tennis Elbow Evaluation (PRTEE) for functionality. All assessments were repeated twice by the same investigator; first pretreatment and second 1 month after treatment.
Results: In both groups; there were statistically significant improvements in VAS(Activity, Rest and Night)( p<0,001), pressure pain threshold( p<0,001), maximum grip strength values in flexion and extension position of the elbow(p <0.05) and PRTEE’s pain, function and total scores. (p<0.05) In intergroup comparison; it was showed that VAS(Activity and Rest) scores, pressure pain thereshold and PRTEE’s pain, function scores( p<0,001) and maximum grip strength in extension position(p <0.05) were statistically superior in treatment group.
Result: These results suggest that ESWT and dry needling combination therapy in lateral epicondylitis provides better clinical outcomes than ESWT treatment alone
Makale Özeti

6.
Lumbosakral geçiş vertebranın numaralandırılmasında paraspinal işaretleyicilerin değerlendirilmesi
The evaluation of paraspinal markers in the lumbosacral transitional vertebrae numeration
Mehmet Beyazal, Münevver Serdaroğlu Beyazal, Maksude Esra Kadıoğlu, Fatma Beyazal Çeliker
Sayfalar 72 - 77
Giriş: Lumbosakral geçiş vertebra (GV) yaygın bir konjenital anomali olup kronik bel ağrısı ile ilişkili olduğu bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı bilgisayarlı tomografi (BT) görüntülerde lumbosakral GV'nın doğru numaralandırılmasında çölyak arter (ÇA), süperior mezenterik arter (SMA), sağ renal arter (SRA) orjinleri, abdominal aort bifurkasyonu (AAB) ve iliolumbar ligament (İL) gibi paraspinal belirteçlerin değerini ortaya koymaktır.
Yöntem: Ocak 2015 ile aralık 2017 tarihleri arasında tüm vücut BT görüntülemesi yapılan 18-65 yaşları arasındaki olgular retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya 380 olgu (yaş, 53.4 ± 10.8 yıl: 164 kadın ve 216 erkek) dahil edildi, 51 olguda (% 13.4) TV vardı. Normal spinal segmentasyonlu ve TV'lı olgular arasında ÇA, SMA, SRA orijini, AAB ve İL düzeyleri açısından anlamlı farklılık saptandı (p <0.001).
Sonuç: Normal spinal segmentasyonlu ve TV'li bireyler arasında ÇA, SMA, SRA orijinleri, AAB ve IL düzeylerinin lokalizasyonu açısından anlamlı farklar vardır. Dolayısıyla, bu belirteçlerin kullanımı, vertebral numaralandırmanın belirlenmesinde yanlışlıklara neden olabilir.
Purpose: Lumbosacral transitional vertebrae (TV) is a common congenital spinal anomaly and is associated with chronic lower back pain. The purpose of this study is to evaluate the value of the paraspinal markers on computed tomography (CT) screening such as celiac artery (CA), superior mesenteric artery (SMA), right renal artery (RRA) origins, abdominal aorta bifurcation (AAB) and iliolumbar ligament (IL) for the correct numeration of lumbosacral TV.
Methods: The subjects with the age ranged from 18-65 years who underwent the whole body CT examination between the dates January 2015 and December 2017 were assessed retrospectively.
Results: Of the 380 subjects (age, 53.4 ± 10.8 years: 164 women and 216 men) included in the study, 51(%13.4) had TV. There was a significant differences in terms of the level of CA, SMA, RRA origin, AAB and IL between the subjects with TV and normal spinal segmentation (p < 0.001).
Conclusions: There is a significant differences in terms of the localization of the CA, SMA, RRA origins, AAB and IL levels between the subject with normal spinal segmentation and TV. So the use of these landmarks may result in inaccurate identification of vertebral numeration.
Makale Özeti