Cilt: 23  Sayı: 0 - 2017
Özetleri Gizle | << Geri
ARAŞTIRMA
1.
Hemodiyalize Giren Son Dönem Böbrek Yetmezliği Hastalarında Üst Ekstremite Problemleri ve Bunların Diyabetle Olan İlişkisi
Upper Extremity Problems and Its Relationship to Diabetes in Patients with End Stage Renal Failure Receiving Haemodialysis
Aslı Gençay Can, Canan Çelik, Mustafa Özer, Serdar Kahvecioğlu
Sayfalar 86 - 92
Amaç. Bu çalışmanın amacı hemodiyalize giren kronik böbrek yetmezliği hastalarında üst ekstremitelere ait problemleri belirlemek, üst ekstremite ve el fonksiyonlarını değerlendirmek ve diyabetiklerle diyabetik olmayanlar arasında fark olup olmadığını incelemekti.
Yöntem. Hemodiyalize giren 150 hastanın demografik özellikleri, üst ekstremite semptomları, Hızlı Kol, Omuz ve El Sorunları Anketi-Türkçe skorları (Q-DASH-T), Duruöz El İndeksi skorları, üst ekstremite lokomotor sistem ve nörolojik sistem muayeneleri değerlendirildi.
Bulgular. Hemodiyalize giren tüm hastalar içinde üst ekstremitede en sık saptanan problemler %18 ile omuz periartriti ve %12 ile rotator manşet problemleriydi. Omuz periartriti oranı diyabetiklerde %25.4 iken diyabetik olmayanlarda %13.2 idi ve anlamlı fark yoktu. Klinik olarak rotator manşet problemi diyabetiklerde %13.5 iken diyabetik olmayanlarda %10.9 idi ve anlamlı fark yoktu. Diyabetiklerde klinik olarak karpal tünel sendromu varlığı %23.7 iken diyabetik olmayanlarda %2.2 idi ve anlamlı olarak diyabetik grupta fazlaydı. Omuz çevresi, dirsek ekstansiyonu, 1.parmak abdüksiyon ve oppozisyon kas gücü zayıflıkları diyabetik grupta anlamlı olarak daha sıktı. Hemodiyalize giren tüm hastalar içinde, Q-DASH-T skoru bozuk olan hasta sayısı %30.7 iken Duruöz El İndeksi bozuk olan hasta sayısı %16.7 olarak saptandı. Üst ekstremite ve el fonksiyonları açısından diyabetik olanlarla diyabetik olmayanlar arasında anlamlı fark saptanmadı.
Sonuç. Hemodiyalize giren tüm hastalar içinde diyabet varlığından bağımsız olarak, üst ekstremitede en sık omuz periartriti ve rotator manşet problemleri saptandı. Diyabetik hemodiyaliz hastalarında diyabetik olmayanlara göre karpal tünel sendromu sıklığı daha fazla bulundu. Üst ekstremite ve el fonksiyonları, hemodiyalize giren hastalarda diyabet varlığından etkilenmeksizin sırasıyla %30.7 ve %16.7 hastada bozuk olarak saptandı.
Objective. We aimed to evaluate upper extremity problems, upper extremity and hand functions in haemodialysis patients and to investigate differences between diabetic and non-diabetic patients.
Method. Demographic characteristics, upper extremity symptoms, The Disabilities of the Arm, Shoulder and Hand scores (DASH), Duruoz Hand Index scores, upper extremity locomotor system and neurologic system examinations of 150 haemodialysis patients were evaluated.
Results. Clinical shoulder periarthritis was detected in 25.4% of diabetic patients and 13.2% of non-diabetic patients and there was no statistically significant difference between the groups. Clinical rotator cuff problems were detected in 13.5% of diabetic patients and 10.9% of non-diabetic patients and there was no statistically significant difference between the groups. Carpal tunnel syndrome was detected significantly higher in diabetics compared with non-diabetics (23.7% and 2.2%, respectively). In all haemodialysis patients, impaired Q-DASH-T and Duruöz Hand Index were detected as 30.7% and 16.7%, respectively. There were no significant differences in upper extremity and hand functions between diabetic haemodialysis patients compared ton on-diabetics.
Conclusion. The most common upper extremity problems, independent of the presence of diabetes, were shoulder periarthritis and rotator cuff problems in haemodialysis patients. Carpal tunnel syndrome was found to be more prevalent in diabetic haemodialysis patients compared to non-diabetics. Impaired upper extremity and hand functions independent of the presence of diabetes were detected in 30.7% and 16.7% of all haemodialysis patients, respectively.
Makale Özeti

2.
Diz osteoartritinde propriyosepsiyon egzersizlerinin düşme riski üzerine etkisi
The effect of proprioception exercises on the risk of falling in knee osteoarthritis
Ali Hakan Aydemir, Ömer Faruk Şendur, Gülnur Taşcı Bozbaş
Sayfalar 93 - 97
Giriş: Bu çalışmada primer diz osteoartritli hastalarda propriosepsiyon egzersizlerinin düşme riski üzerine olan etkisini araştırmayı amaçladık.
Gereç ve yöntem: Polikliniğe başvuran hastalar arasından Amerika Romatoloji Derneği (ACR) kriterlerine göre diz osteoartriti tanısı konan hastalar değerlendirmeye alındı. Bunlar arasından Kellgren-Lawrence kriterlerine göre evre 2-3 olan 50 hasta (38 bayan ve 12 erkek) çalışmaya alındı. Hastalara 10 gün boyunca fizyoterapist eşliğinde propriosepsiyon egzersizleri uygulandı. Daha sonra 6 aylık ev egzersiz programı verildi. Diz osteoartritli hastalarda düşme riski 8 ayrı pozisyonda ölçüm yapan Tetra-aksiyometrik posturografi cihazı ile değerlendirildi. Fonksiyonel durumunu değerlendirmede Lequesne indeksi, ağrının şiddetini belirlemede ise VAS (vizuel analog skala) kullanıldı. Ölçümler başlangıçta, 15. gün, 1. ay, 3. ve 6. aylarda yapıldı.
Bulgular: Çalışmaya alınan hastaların yaş ortalaması 58,78±7,83 idi. Propriyosepsiyon egzersizleri sonrasında hastaların 15. gündeki ilk değerlendirmelerinde düşme riski, VAS skoru ve Lequesne indeksinde istatistiksel olarak anlamlı iyileşme olduğu görüldü (p<0.001). Bu iyileşmenin 6. Aydaki değerlendirmede artarak devam ettiği saptandı.

Sonuç: Günümüzde düşmeler gerek tıbbi gerekse ekonomik sonuçları nedeniyle büyük önem taşımaktadır. Diz osteoartritinin düşme riskini artrırdığı bilinmektedir. Bu nedenle tedavisinde yaygın olarak kullanılan farmakolojik ve non-farmakolojik tedavilerin yanı sıra proprioseptif eğitim uygulamalarının da önemli katkılar sağlayabileceğini düşünüyoruz.
Introduction: The aim of this study was to investigate the effect of proprioception exercises on the risk of falling in primary knee osteoarthritis
Materials and Methods: Patients diagnosed with knee osteoarthritis according to the American College of Rheumatology criteria were examined among the patients who applied in outpatient clinic. Among them fifty patients who were grade 2 or 3 according to Kellgren-Lawrence criteria were included in this study. Patient with knee osteoarthritis performed proprioception exercises together with physiotherapist during the first 10 days and then given home exercises program. the risk of falling in patients with knee osteoarthritis was assesed byTetra-axiometric posturographic device that measures in 8 different positions. Lequesne index was used to evaluate the functional status and measurement and Visuel Analog Scale (VAS) was used to determine the severity of pain. The assesments were made on 15th day, 1st, 3rd and 6th month.
Results: The mean age of the patients was 58,78±7,83 years. The risk of falling, VAS score and Lequesne index were found to be statistically significant improvement in the first evaluations of patients on the 15th day after proprioceptive exercises (p<0.001). It was observed that these improvements continued increasingly at the 6th month evaluation.
Conclusion: At the present time, the falls are a great importance due to their medical and economic consequences. It is known that the knee osteoarthritis increases the risk of falling. For this reason; we think that proprioceptive exercises, as well as commonly used pharmacological and non-pharmacological treatments, can also provide an important contribution in patients with knee osteoarthritis
Makale Özeti

3.
Fibromyalji sendromu olan kadın hastalarda provake vulvodini,pelvik taban kasları ve seksüel fonksiyonların değerlendirilmesi
An evaluation of provoked vulvodynia, pelvic floor muscles and sexual functions in female patients with fibromyalgia syndrome
Hatice Reşorlu, Fatma Beyazit, Davut Döner, Sibel Oymak, Coşkun Zateri
Sayfalar 98 - 102
Giriş ve amaç: Çalışmamızın amacı fibromyalji sendromlu (FMS) kadın hastalarda başta provake vulvodini (PVD) olmak üzere genital kaynaklı ağrıları araştırmak ve PVD ile pelvik taban kas fonksiyonları arasındaki ilişkiyi ortaya koymak ve hastaların seksüel fonksiyonlarını değerlendirmektir.
Gereç ve yöntem: Çalışmamıza FMS tanısı alan ve henüz tedavi başlanmamış, cinsel olarak aktif, 24 kadın hasta ve 24 kontrol olgusu kabul edildi. Disparoni ve dismenore şiddeti VAS ile, PVD vulvanın pamuklu çubuk muayenesi ile, cinsel fonksiyonlar Female Sexual Function Index (FSFI) ile değerlendirildi. İlaveten pelvik taban kasları Brink skorlaması kullanılarak derecelendirildi.
Bulgular: Hastalarda menstrüel dönemdeki ağrı ve disparoni şiddeti ortalamaları kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulundu (p=0.003, 0.006). Hasta ve kontrol grubu arasında pamuklu çubuk muayenesinde vulvar ağrı ve toplam Brink skorları açısından belirgin farklılık mevcuttu (her ikisi de p<0.001).
Pamuklu çubuk muayenesi sonucu ile brink skoru arasında negatif yönde güçlü bir korelasyon saptandı (p<0.001, r= -0,575).
Sonuç: Çalışmamızın sonuçları FMS hastalarında dismenore, disparoni ve PVD’nin kontrol grubuna göre anlamlı oranda daha fazla olduğunu gösterdi. FMS hastalarında pelvik taban kas fonksiyonları etkilenmişti ve PVD ile pelvik taban kas fonksiyonları yakından ilişkiliydi.
Aim: We investigated pains of genital origin, and particularly provoked vulvodynia (PVD), in female patients with fibromyalgia syndrome (FMS). In addition, we intended to reveal the association between PVD and pelvic floor muscle functions and to evaluate patients’ sexual functions.
Materials and Methods: 24 women diagnosed with FMS and 24 control cases were included. Severity of dyspareunia and dysmenorrhea was evaluated with a visual analogue scale, PVD was assessed using the cotton swab exam of vulva and sexual functions using the Female Sexual Function Index (FSFI). Additionally, pelvic floor muscles were assessed using Brink scoring.
Results: Mean severity of dysmenorrhea and dyspareunia were significantly higher in the patients compared to the control group (p=0.003, 0.006). Significant differences were observed between the patient and control groups in cotton swab exam and total Brink scores (p<0.001). FSFI score was lower in the patient group than in the control group (p=0.001). Powerful negative correlation was determined between the cotton swab exam and Brink score (p<0.001, r= -0,575).
Conclusion: Our findings showed significantly high dysmenorrhea, dyspareunia and PVD in the FMS patients compared to the control group, Pelvic floor muscle functions were affected, and PVD was closely associated with pelvic floor muscle functions.
Makale Özeti

4.
Osteoporotik kırık nedeniyle kifoplasti uygulanan hastaların klinik ve demografik özellikleri
Clinical and demographic characteristics of patients who were treated with kyphoplasty due to osteoporotic fracture
Atilla Yılmaz, Mustafa Turgut Yıldızgören, Şükrü Oral, Yurdal Serarslan
Sayfalar 103 - 106
Amaç: Bu çalışmanın amacı, osteoporotik kırık nedeniyle kifoplasti uygulanan hastaların demografik ve klinik özelliklerini belirlemektir.
Gereç ve Yöntem: Retrospektif olarak planlanan bu çalışmaya 2011-2014 tarihleri arasında osteoporotik kırık nedeniyle kifoplasti uygulanan 55 hasta dahil edildi. Hastalar yaşlarına göre; 65 yaş altı ve üstü olarak iki gruba, kırık bölgelerine göre; T10 ve üstü, T11-L1 ve L2 ve altı olarak üç gruba ayrılarak yaş ve cinsiyet dağılımları yapıldı. Ayrıca tüm hastaların istirahat ağrıları Visual Analog Skala (VAS) ile günlük yaşam aktiviteleri Oswetri Disabilite İndeksi (ODI) ile tedavi öncesi ve tedavi sonrası 1.ayda karşılaştırıldı.
Bulgular: 55 hastanın 17’si erkek (%30.9) ve 38’i kadın (%69.1) olup, ortalama yaşı 69.9 ± 8.7 (50-88 yaş arası) yıldı. 65 yaş üstü hastaların %90’ında kırık T11 ve altındaydı. Tüm hastaların %45.5’inde kırık T11-L1 (torakolomber bileşke) bölgesindeydi. Hastalar istirahat ağrıları ve fonksiyonel durumları yönünden değerlendirildiğinde tedavi öncesi VAS skoru 8.7 ± 1.5 ve ODI skoru 44.7 ± 7.2 olup, kifoplasti sonrası 1.ayda VAS skoru 2.1 ± 1.2 ve ODI skorları 15.4 ± 3.5 düzeyindeydi (p<0.05). 7 (%12.7) hastada kifoplasti materyali disk aralığına kaçış ve 4 (%7.3) hastada BOS’a sızıntı izlendi.
Sonuç: Osteoporotik kırıklar 65 yaş üzeri hastaları etkilemektedir ve sıklıkla torakolomber bileşkede ve daha alt seviyelerde görülmektedir. Kifoplasti ağrı ve fonksiyonel durumu hızlı şekilde düzelten minimal invazif bir tedavi seçeneğidir.
Objective: The aim of this study is to determine the demographic and clinical characteristics of patients who underwent kyphoplasty due to osteoporotic fractures.
Methods: This retrospective study included 55 patients who underwent kyphoplasty due to osteoporotic fracture between 2011 and 2014. The patients divided into two groups according to ages, and divided into three groups according to fracture regions. Resting pain scores of all patients were compared with Visual Analog Scale (VAS) and daily life activities with Oswetry Disability Index (ODI) before and at the 1 month of treatment.
Results: 17 of the all patients were male (30.9%) and 38 were female (69.1%), with a mean age of 69.9 ± 8.7 (range: 50-88 years). 90% of the over 65 years old patients had fracture below T11. In 45.5% of all patients, the fracture was in the T11-L1 (thoracolomber junction) region. Resting VAS and ODI scores significantly improved from 8.7 ± 1.5 points and 44.7 ± 7.2 to 2.1 ± 1.2 points and 15.4 ± 3.5, respectively (p <0.05). 7 (12.7%) patients had kyphoplasty material escaping to the disc space and 4 (7.3%) had escaping to the CSF.
Conclusion: Osteoporotic fractures affect patients over 65 years of age and are frequently seen in the thoracolumbar junction and lower vertebraes. Kyphoplasty is a minimally invasive treatment option to relieve pain and to improve functional status.
Makale Özeti

VAKA SUNUMU
5.
Tesadüfen saptanan osteopoikiloz: Olgu sunusu
Incidentally Diagnosed Osteopoikilosis: A Case Report
Mustafa Reşorlu, Ozan Karaatag, Canan Akgün Toprak, Davut Döner
Sayfalar 107 - 109
Osteopoikiloz nadir görülen bir kemik displazisidir. Hastalar genelde asemptomatiktir ve sıklıkla radyolojik görüntüleme sırasında tesadüfen saptanmaktadır. Uzun kemiklerin epifiz ve metafizleri, falankslar, pelvik kemikler sık tutulan lokalizasyonlardır. Oval yada yuvarlak, homojen, simetrik, uniform, radyoopasiteler şeklinde görülürler. Ayırıcı tanıda osteoblastik metastazlar, mastositoz, tüberoskleroz, paget hastalığı akılda tutulmalıdır.
Osteopoikilosis is a rare bone dysplasia. Patients are generally asymptomatic and are frequently identified during radiological imaging. The epiphysis and metaphysis of the long bones, the phalanges and pelvic bones are frequently involved. It appears as oval or round, homogeneous, symmetrical and uniform radio-opacities. Osteoblastic metastases, mastocytosis, tuberous sclerosis and Paget’s disease should be considered in differential diagnosis.
Makale Özeti

6.
Nadir bir osteoporoz nedeni: Spondiloepifizyel displazi konjenita
An uncommon reason of osteoporosis: Spondyloepiphyseal dysplasia congenita
Onur Elbasan, Pınar Şişman, Özen Öz Gül, Soner Cander, Canan Ersoy
Sayfalar 115 - 118
İskelet displazileri kemik, kıkırdak veya her iki dokunun birden etkilendiği, farklı klinik ve radyolojik bulgular ile ortaya çıkabilen karmaşık bir hastalık grubudur. Spondiloepifizyel displazi konjenita doğumdan itibaren olan boy kısalığı, kısa gövde, omurga ve uzun kemik epifizlerinin tutulumuyla karakterize nadir bir iskelet sistemi hastalığıdır. Boyun ve vertebra kısalığı, kifoz, skolyoz, pektus karinatum, genu varum ya da valgum gibi kemik deformiteleri sıklıkla görülmekle birlikte osteopeni/osteoporoz birlikteliği nadir olarak bildirilmiştir. Literatürde spondiloepifizyel displazi tardada generalize osteopeni bildirilmesine rağmen, spondiloepifizyel displazi tarda osteoporoz birlikteliği ve spondiloepifizyel displazi konjenita-osteoporoz ilişkisinin tanımlandığı olgu sunumuna rastlanmamıştır. Vaka sunumumuzda boy kısalığı nedeniyle başvuran, osteoporoz saptanan, görüntülemelerde femur başı aplazisi tespit edilerek spondiloepifizyel displazi konjenita tanısı konulan bir vaka sunulmuştur.
Skeletal dysplasia is a complex disease group that can be manifested by different clinical and radiological findings, where bone, cartilage or both tissues are affected. Spondyloepiphysial dysplasia congenita is a rare congenital disorder of skeletal system, characterized by short stature, very short trunk and neck, and involvement of the spine and long bone epiphyses. Although bone deformities such as shortness of neck and vertebrae, kyphosis, scoliosis, pectus carinatum, genu varum or valgum are frequent, association with osteopenia/osteoporosis has been rarely reported. Osteopenia in spondyloepiphyseal dysplasia tarda was reported in the literature, but there is no case report describing the association between osteoporosis and spondyloepiphyseal dysplasia tarda or spondyloepiphyseal dysplasia congenita. In our case report, we presented a patient who was admitted to our center with short stature and diagnosed with osteoporosis and spondyloepiphyseal dysplasia congenita by detecting femur head aplasia in radiological imaging.
Makale Özeti

7.
Bölgesel migratuvar osteoporoz: olgu sunumu
Regional migratory osteoporosis: a case report
Arzu Atıcı, Pınar Akpınar, Feyza Ünlü Özkan, İlknur Aktaş, Duygu Geler Külcü
Sayfalar 115 - 118
Bölgesel migratuvar osteoporoz, geçici bölgesel osteoporoz ataklarının gezici olmasıyla karakterize bir hastalıktır. Etiyolojisi tam olarak açıklanamamıştır. Kendi kendini sınırlayan benign bir hastalık olmasına rağmen tutulan eklemde ağrı ve iç gücü kaybına yol açmaktadır. Kemik iliği ödemi yapan birçok hastalıkla ayırıcı tanısının yapılması önemlidir. Bu nedenle burada kalça, diz ve ayak bileği tutulumu ile seyreden bölgesel migratuar osteoporoz tanısı koyduğumuz 54 yaşında erkek hastayı sunuyoruz.
Regional migratory osteoporosis is one of the bone marrow edema syndromes, characterized by transient regional osteoporosis attacks. The etiology remains unknown. Although it is a self-limiting benign disease, it causes serious arthralgia and loss of labor force. It is important to make the differential diagnosis with other bone marrow edema sydromes. Therefore, herein we presented a fifty-four years old male patient with migratory osteoporosis of the hip, knee, and ankle.
Makale Özeti

EDITÖRE MEKTUP
8.
Sakroiliak Ağrının Nadir Bir Nedeni: İliak Kemik Kisti
A Rare Cause Of Sacroiliac Pain: Iliac Bone Cyst
Ayhan Kul, Fatih Bağcıer, Ümmügülsüm Bayraktutan
Sayfalar 119 - 120
Sakroiliak eklem ağrısı ayırıcı tanıları arasında basit kemik kistik lezyonlarının da olması gerekir. Burada sakroiliak eklemle ilişkili kemik kisti olan 60 yaşındaki olgu sunuldu.
Selim cystic tumour-like lesions should be taken into consideration in the definitive diagnosis of the sacroiliac joint-related pain. A case of an bone cyst that involved the sacroiliac joint in 60-year-old men were presented.
Makale Özeti

9.
Baker kistini taklit eden popliteal bölge schwannomu
Schwannoma of the popliteal region mimicking Baker's cyst
Alparslan Yetişgin, Ali Şakalar, Ahmet Boyacı, Fatıma Nurefşan Boyacı
Sayfalar 121 - 123
Editöre mektup olduğu için özet yapılmamıştır.
There is no summary for the editorial letter.
Makale Özeti