Volume: 4  Issue: 3 - 2017
Hide Abstracts | << Back
RESEARCH ARTICLE
1.Urolithiasis frequency and risk factors in home ventilated patients with tracheostomy
İlknur Tolunay, R. Dinçer Yıldızdaş, Özden Özgür Horoz, Engin Melek, Bahriye Atmış, Bilgin Yüksel, İhsan Turan
Pages 92 - 95
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, ev tipi ventilatör ile izlenen trakeostomili hastalarda ürolitiazis sıklığı ve risk faktörlerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2014 ve Aralık 2015 tarihleri arasında çocuk yoğun bakım ünitemize yatırılan ve ev tipi ventilatörü olan trakeostomili 30 hasta retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Hastalara ait yaş, cinsiyet, altta yatan hastalık, kullanmakta olduğu ilaçlar, beslenme şekli, beslenme ürünü, kan biyokimyası, parathormon, 25(OH) vitamin D düzeyi, spot idrarda kalsiyum/kreatin, üriner sistem ultrasonografisi bilgileri hastaların arşiv dosyaları ve bilgisayar sisteminden elde edilmiştir.
BULGULAR: Hastaların %30 (9/30)’u kız, %70 (21/30)’i erkek olup yaş ortalaması 90,06 ay (15-197 ay) idi. Motor fonksiyon sınıflama sistemine göre hastaların %33,3 (10/30)’ü skor IV, %66,7 (20/30)’si skor V olup tamamı immobil hastalar idi. Üriner sistem ultrasonografisi ile hastaların %30 (9/30)’unda üst üriner sistem taşı saptandı. Hastaların %56,7 (17/30)’sinde spot idrar kalsiyum/kreatin 0,21’in üzerinde bulundu. Yaşa göre spot idrar kalsiyum/kreatin hastaların %66,6 (20/30)’sında yüksek saptandı. Hastaların günlük kalsiyum alımı 541±182 (336-1200) mg/gün; vitamin D alımı 25,9±10,6 (7,8-51,4) μg/gün idi. Hastaların tamamında kan kalsiyum düzeyi normal sınırlarda (8,5-10,5 mg/dl) olup kan 25(OH) vitamin D düzeyi 8 hastada >30 ng/ml, 13 hastada 20-30 ng/ml ve 9 hastada <20 ng/ml idi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ev tipi ventilatör ile izlenen trakeostomili hastalarda immobilizasyon ürolitiazis açısından önemli bir risk faktörü olup bu hastaların eşlik eden metabolik bozukluklar açısından düzenli olarak takip edilmesi gerekmektedir.
INTRODUCTION: The aim of this study was to assessment of urolithiasis frequency and risk factors in home ventilated patients with tracheostomy
METHODS: Retrospective analysis of 30 home ventilated patients with tracheostomy who followed up at our peditric intensive care unit from January 2014 to December 2015 were evaluated. Data analyzed included age, gender, underline disease for hospitalization, drugs, nutrition method, nutrition solution, biochemical parameters, 25(OH) vitamin D and paratyroid hormone level, urine calcium/creatine, uriner ultrasonography.
RESULTS: Nine(30%) female and 21(70%) male total 30 patients were evaluated in this study. The median age was 90.06(15-197) months. According to motor function classification system, 33.3% (10/30) patients were class IV and 66.7% (20/30) were class V and all patients were immobile. Upper uriner stone was detected in 30% (9/30) patients with uriner ultrasonography. Urine calcium creatin ratio was > 0,21 in 56.7% (17/30) patients. Age releated urine calcium creatin ratio was above from normal limits in 66,6% (20/30) patients. In patients, daily calcium intake was 541±182 (336-1200) mg/day; vitamin D intake was 25,9±10,6 (7,8-51,4) μg/day. Blood calcium was normal (8,5-10,5 mg/dl) in all patients. Blood 25(OH) vitamin D level >30 ng/ml in 8 patients, 20-30 ng/ml in 13 patients and <20 ng/ml in 9 patients.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In our study, immobilization is the most important factor for urolithiasis at home ventilated patients with tracheostomy and these patients need to be followed closely in terms of accompanying metabolic disorders.
Abstract

2.Retrospective evaluation of patients admitted to the pediatric emergency department with intoxication
Alaaddin Yorulmaz, Hikmet Akbulut, İbaa Yahya, Raşit Aktaş, Halil Haldun Emiroğlu, Harun Peru
Pages 96 - 103
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada çocuk acil polikliniğine zehirlenme nedeniyle kabul edilen hastaların demografik ve epidemiyolojik özelliklerini, klinik seyir, laboratuvar sonuçları ve prognozlarını geriye dönük olarak analiz etmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmaya 1 ay-18 yaşları arası zehirlenme nedeni ile başvuran 430 hasta alındı. Hastaların tıbbi verileri retrospektif olarak dosya bilgilerine göre incelendi. Hastaların yaş, cinsiyet gibi demografik verileri, olayın oluş zamanı, başvuru zamanı, ilacın alınmasından sonra ilk tıbbi müdahaleye kadar geçen süre, zehirlenme nedeni, alınan etken madde, alım şekli, alınan etken madde sayısı, hastaneye başvuru şikayeti incelendi.
BULGULAR: Çalışma bireyleri tüm çocuk acil servise başvuran hastaların % 0,74’ünü oluşturmaktaydı. Hastalarımızın 243’ü (%56,5) kız, 187’si (%43,5) erkek idi. Hastaların yaşları 4 ay ile 220 ay (72,89±66,38) arasında değişmekteydi. Hastalarımızın 113’ü (%26,3) yaz, 111’ü (%25,8) ilkbahar, 110’u (%25,6) sonbahar ve 96’sı (%22,3) kış ayında başvurdu. 2014 yılında 18, 2015 yılında 193, 2016 yılında 178 ve 2017 yılında 41 zehirlenme hastası acil servisimize başvurdu.. Hastalarımızın %12,3’ü 00-08 saatler, %35,1’i 08-16 saatler, %52,6’sı 16-24 saatleri arasında hastanemiz acil servisimize başvurdu. Acil servisimize başvuran hastaların 96’sı özkıyım, 334’ü kaza nedeniyle oluşan zehirlenme olduğu belirlendi. Hastalarımızın 142’sinde (%33,02) bulantı, 122’sinde (%28,37) kusma, 102’sinde (%23,72) baş dönmesi şikayetleri mevcuttu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ülkemiz genelindeki zehirlenmelerin epidemiyolojik özelliklerinin kapsamlı çalışmalar ile belirlenmesinin ve toplumun dikkatinin çekilmesinin çocukluk çağı zehirlenmelerinin önlenmesine önemli katkı sağlayacağı kanısındayız.
INTRODUCTION: In this study, we aimed to retrospectively analyze the demographic and epidemiologic features, clinical course, laboratory results and prognoses of the patients admitted to Department of Pediatric Emergency, due to poisoning.
METHODS: This trial enrolled a total of 430 patients aged 1 month to 18 years. The medical data of the patients were reviewed retrospectively according to patient's medical record. Demographic data such as age, sex, time of occurrence, time of application, time to first medical intervention after taking the drug, cause of poisoning, received active substances, ways of taking, number of active substances received, symptoms at admission to hospital were examined.
RESULTS: The study population consisted of 0.74% of all the patients who admitted to Department of Pediatric Emergency. 243 (56.5%) of the patients were female and 187 (43.5%) were male. The ages of the patients ranged from 4 months to 220 months (72.89±66.38). 113 (26.3%) of our patients referred to our hospital in the summer, 111 (25.8%) in the spring, 110 (25.6%) in the autumn and 96 (22.3%) in the winter. 18 patients were admitted to our emergency department with poisoning in 2014, 193 in 2015, 178 in 2016 and 41 in 2017, respectively. 12.3% of our patients referred to our emergency department between hours 00: 00-08: 00, 35.1% between 08: 00-16: 00 and 52.6% between 16: 00-24: 00. 96 of the patients who admitted to our emergency department, were suicidal poisoning and 334 were accidental. Nausea was present at the time of application in 142 (33.02%) of our patients, vomiting in 122 (28.37%) and dizziness in 102 (23.72%), respectively.
DISCUSSION AND CONCLUSION: We believe that the determination of the epidemiological features of the poisonings in our country by extensive studies and the attention of the community will contribute significantly to the prevention of childhood poisoning.
Abstract

3.Burnout Levels Of Nurses Working In A University Hospital And Affecting Factors
Serkan Özsoylu, Başak Akyıldız, Adem Dursun
Pages 104 - 109
GİRİŞ ve AMAÇ: Bir üniversite çocuk hastanesinde çalışan hemşirelerin tükenmişlik düzeyini ve ilişkili faktörleri belirlemek amacıyla gerçekleştirilmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma, Nisan-Mayıs 2017 tarihleri arasında Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde çalışan hemşireler arasında Maslach Tükenmişlik Ölçeği, SF-36 yaşam kalitesi formu kullanılarak kesitsel bir çalışma şeklinde tasarlanmıştır.
BULGULAR: Çalışmaya katılan 44 hemşirenin 14’ü (% 31,8) Çocuk Yoğun Bakım Ünitesinde, geri kalan 30’u (%68,2) ise diğer servislerde çalışmaktaydı. % 31,8'i 25-29 yaş,% 31,8'i 30-34 yaş,% 13,6'sı 35-39 yaş ve% 22,8'i ≥ 40 yaşındaydı. Ortalama yaşları 30.5 idi. (min: 22 – max: 46) Servis hemşirelerinin emosyonel rol güçlüğü skorları yoğun bakım hemşirelerine göre belirgin yüksekti (p=0.039). Aynı zamanda yoğun bakım hemşireleri sosyal işlevsellik yönünden de servis hemşirelerine göre daha iyi durumdaydılar (p=0.049). Yoğun bakım ünitesinde çalışmak kişisel başarıda azalmayı (OR 2,13,% 95, CI 1,21-3.84) 2,13 kat arttırırken, duyarsızlaşmayı (OR 1,8, % 95, CI 1.07-3.34) 1,8 kat arttırdığı tespit edilmiştir. Çoklu lojistik regresyon analizi ile yoğun bakım ünitesinde çalışmak yine kişisel başarıda azalmayı (OR 2,07, % 95, CI 1.17-3.74) 2,07 kat arttırırken, duyarsızlaşmayı (OR 1,76, % 95, CI 1.12-3.21) 1,76 kat arttırdığı saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yoğun bakım ünitelerinde çalışan hemşireler gerek stresli iş ortamı gerekse de yoğun çalışma temposu nedeniyle tükenmişlik sendromu açısından en riskli çalışan gruplarından birisidir. Bu nedenle ÇYBÜ hemşirelerinin belli aralıklarla değerlendirilip, elde edilen sonuçlara göre çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve tükenmişlik sendromuyla baş etme eğitiminin verilmesi önerilebilir.
INTRODUCTION: It was conducted to determine the burnout level and associated factors of nurses working in a university hospital.
METHODS: The study was designed as a cross-sectional study using the Maslach Burnout Inventory, SF-36 quality of life form and Beck Depression Scale among the nurses working at Erciyes University between April-May 2017.
RESULTS: Of the 44 nurses who participated in the study, 14 (31.8%) were in the Child Intensive Care Unit while the remaining 30 (68.2%) were working in other services. 31.8% were in the age group 25-29, 31.8% in the age group 30-34, 13.6% in the age group 35-39 and 22.8% in the age group ≥ 40 years. Their mean age was 30.5 years. Service nurses' emotional role strength scores were significantly higher than intensive care nurses (p=0.039). At the same time, intensive care nurses were also better in terms of social functioning than service nurses (p=0.049). Working in the intensive care unit increased the decrease in personal achievement (OR 2,13,% 95, CI 1,21-3.84) by 2.13 times, and it was found that it increased the depersonalization (OR 1,8, % 95, CI 1.07-3.34) by 1.8 times. In multiple regression analysis working in the intensive care unit increased the decrease in personal achievement (OR 2,07, % 95, CI 1.17-3.74) 2.07 times, and it was found that it increased the depersonalization (OR 1,76, % 95, CI 1.12-3.21) 1.76 times again.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Nurses working in intensive care units are one of the most risky working groups in terms of burnout syndrome due to the stressful working environment as well as the intense work conditions. For this reason, it may be suggested to evaluate the PICU nurses at certain intervals and to improve the working conditions according to the obtained results and to give training to cope with burnout syndrome.
Abstract

4.Retrospective analysis of cases with Guillain-Barré syndrome in pediatric intensive care unit
Hasan Serdar Kıhtır, Nermin Ankay, Esra Şevketoğlu, Mey Talip Petmezci, Osman Yeşilbaş, Zeynep Kıhtır
Pages 110 - 115
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızda Guillain-Barré sendromu nedeniyle çocuk yoğun bakım ünitesinde takip edilmiş olan olguların tedavi yaklaşımları ve tedaviye yanıtlarının karşılaştırılarak tartışılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çocuk yoğun bakım kliniğinde 01.01.2006 – 01.01.2016 yılları arasında Guillain-Barré sendromu tanısıyla takip ve tedavi edilen 1 ay - 18 yaş arası olgular geriye dönük olarak incelendi.
BULGULAR: Çalışmaya 27 (10 kız %37) olgu dahil edildi. Ortanca yaş 6,24 yıl (4,07-10,03) olarak tespit edildi. Başvuru Huges skorlamasında 9 (%33,3) olgu üçüncü düzey, 16 (%59,3) olgu dördüncü düzey ve 2 (%7,4) olgunun da beşinci düzey olduğu tespit edildi. Olguların 22’sine (%81,4) elektrofizyolojik çalışma yapıldığı ve 10 (%45,5) olguya AIDP, 9 (%40,9) olguya AMAN, 1 (%4,5) olguya AMSAN tanısı konulduğu 2 (%9,1) olgu ise normal olarak değerlendi. Olguların tamamının İVİg tedavisi aldığı bununla birlikte 12 (%52,17) olguya İVİg öncesinde ortanca 8 seans (5-9) PD tedavisinin de uygulandığı tespit edildi. Olguların 6’sında (%22,2) mekanik ventilasyon gereksinimi olduğu ve ortanca 24 gün (5-41) mekanik ventilasyon uygulandığı tespit edildi. Olguların ilk destekli oturma süresi 6 (3-10) gün ilk yardımla yürüme süreleri ise 9 (7-15) gün olarak tespit edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Son yıllarda çocuklarda plazma değişiminin daha başarılı olabileceğini bildiren çalışmalar olsa da genel kabul gören yaklaşım İVİg ve PD tedavilerinin benzer etkinlikle olduğudur. Ülkemiz şartlarında deneyimli merkezlerde yoğun bakım takibi gerektiren olgularda her iki tedavi seçeneğinin de güvenle uygulanabileceği kanaatindeyiz.
INTRODUCTION: The aim of this study was to evaluate treatment approaches and response of patients with Guillain-Barré syndrome among hospitalized children in pediatric intensive care unit.
METHODS: Hospitalized children aged between 1 month-18 years with diagnosed Guillain-Barré syndrome in pediatric intensive care unit between January 2006 and January 2016 were retrospectively enrolled.
RESULTS: Twenty-seven patients (10 girls 37%) evaluated in this study. The age of patients were 6,24 years (4,07 to 10,03). Huges scores of patient were determined as nine cases (33.3%) were in the third level, sixteen cases (59.3%) were in the fourth level and 2 (7.4%) were in the fifth level. Electrophysiologic studies were performed on 22 cases (81.4%) and AIDP was diagnosed in ten cases (45.5%), AMAN in nine cases (40.9%), AMSAN in one case (4.5%),and evaluated as normal in 2 (9,1%) cases. All of the cases were given IVIG treatment. In 12 (52.17%) cases, median 8 sessions (5-9) PD treatment was applied before IVIG. Mechanical ventilation was required in 6 cases (22.2%) and median 24 days (5-41) mechanical ventilation was performed. The first supported sitting day of the cases was detected as 6 (3-10) days and the first assisted walking dayswas detected as 9 (7-15) days.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Even tough there has been studies that says plasmaferesis is more successful, generally accepted approach is plasmaferesis and IVIG therapy have the same effectivity. Under the conditions of our country we believe that both plasmaferesis and IVIG therapy can be used for the patients who need intensive care treatment, safely at experienced units.
Abstract

5.Measuring The Knowledge Levels Of Nurses Working In Emergency Departments About Triage
Sibel Küçükoğlu, Semra Köse, Aynur Aytekin, Tuğba Kılıç
Pages 116 - 122
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu araştırma, pediatrik ve genel acil birimlerinde çalışan hemşirelerin triyaj konusundaki bilgi düzeylerinin ölçülmesi amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: : Araştırma, Erzurum ve Ağrı’da bulunan beş hastanenin çocuk acil ve genel acil kliniklerinde Haziran-Eylül 2014 tarihleri arasında yapılmıştır. Çalışmada örneklem yöntemine gidilmeden evrenin tümü ile çalışma yürütülmüştür. İlgili kliniklerde aktif olarak çalışan 177 hemşireye ulaşılmış olup, 23 hemşire çalışmaya katılmayı kabul etmediğinden 154 hemşire ile çalışma tamamlanmıştır. Araştırma verilerinin toplanmasında araştırmacılar tarafından oluşturulan anket formu hemşirelerle yüz yüze görüşülerek doldurulmuştur. Verilerin değerlendirilmesinde yüzdelik hesaplamalar, ortalama ve x2 testi kullanılmıştır. Çalışmanın yapılabilmesi için çalışmanın yapıldığı kurumdan resmi izin alındıktan sonra etik kurul onayı alınmış olup, katılımcılardan da sözlü ve yazılı onamları alınmıştır.
BULGULAR: Araştırmada hemşirelerin büyük çoğunluğu öğrencilikte (%51.3) ve mezuniyet sonrasında (%72.1) triyaj ile ilgili eğitim almadığını ifade etmiştir. Çalışmada hemşirelerin eğitim düzeyleri ile triyaj uygulaması yapma durumları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edilmiştir (p<0.05). Hemşirelerin %72.7'sinin triyaj konusunda kendilerini yeterli bulmadıkları, %68.2’si triyaj uygulamanın acil bakım hemşiresinin görevleri arasında olduğunu düşündükleri belirlenmiştir. Hemşirelerin çalıştıkları acil servisin fiziki koşullarının, personelin triyaj konusundaki yeteneğinin ve alanında uzman hekim ve hemşirenin olmamasının triyaj uygulaması üzerine etkili olduğu saptanmıştır (p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Araştırmada acil birimlerde çalışan hemşirelerin çoğunluğunun triyaj konusunda eğitim almadıkları, triyaj konusunda kendilerini yeterli bulmadıkları ve hizmet içi eğitim programlarına triyajın eklenmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır.
INTRODUCTION: This study was conducted to measure the knowledge levels of nurses working in pediatric emergency and general emergency departments about triage.
METHODS: The study was conducted with 154 nurses as a descriptive study between June and September 2014 in five pediatric emergency and general emergency clinics of five hospitals located in the Provinces of Erzurum and Ağrı, Turkey. Studies have been conducted on all of the universe without going to the study sample. 177 nurses actively working at the clinics were reached and when the 23 nurses did not agree to participate in the study, the study with 154 nurses was completed.The study data were collected using a questionnaire created by the researchers through face-to-face interviews with nurses. In the evaluation of the data, percentage calculations, average and X2 test were used. Official permission of the studied institution, approval of the ethics committee, and verbal consent of the participants were obtained in order to conduct the study.
RESULTS: In the study, the vast majority of nurses stated that they did not receive triage training during (51.3%) and after (72.1%) their college education. A statistically significant difference was found between the education level of the nurses and their triage practices (p<0.05). It was found that 72.7% of the nurses did not consider themselves adequate on triage, and 68.2% believed that triage was among the duties of emergency care nurses. It was also determined that the physical conditions of the emergency department, the ability of the personnel on triage and the absence of specialist physicians and nurses were effective on triage practice (p<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In the study, it was determined that the majority of the nurses working in emergency departments did not receive training on triage, did not consider themselves competent on triage and that triage practice should be supported through in-service training.
Abstract

REVIEW
6.Technology Depends Children and Home Care
Nurdan Akçay Didişen, Hamide Nur Çevik Özdemir, Esin Keskin
Pages 123 - 129
Günümüzde sağlık teknolojileri alanındaki hızlı gelişmelerin tıp ve hasta bakımına yansımasıyla birlikte teknolojik aletlere bağımlı olarak ev ortamında yaşamını sürdüren, özel bakım ihtiyacı olan çocuk sayısı giderek artmaktadır. Bu gruptaki çocuklara evde multidisipliner, multifonksiyonel bir bakım gerekmektedir. Bakımın sunulmasında hekim, hemşire, fizyoterapist, sosyal hizmet uzmanı, psikolog gibi sağlık çalışanları iş birliği içindedir. Bu derlemenin amacı teknolojiye bağımlı çocuğun evde bakımı konusuna dikkat çekmektir.
Teknolojiye bağımlı çocuğun bakım hedeflerine ulaşması açısından ailenin bakıma dâhil edilmesi önemlidir. Bu çocukların evde bakımlarının iyileştirilmesi için evde bakım hizmetlerinin iyi planlanarak ailelerin eğitilmesi gereklidir. Çünkü bu gruptaki çocukların taburcu edilmelerinin geciktirilmesi, hastane enfeksiyonu edinme riskini arttırabilir; hastanedeki kalış süresini daha da uzatabilir. Bu durum hem hastane masraflarının artmasına hem de çocuk yoğun bakım yatağı işgaline sebep olmaktadır. Bu nedenle evde sağlık bakımı, teknolojiye bağımlı kronik hastalığı olan çocuklar ve aileleri için uygun bir alternatiftir. Evde bakım hizmetlerinin planlanması, değerlendirilmesi, destek ve eğitim sistemlerinin oluşturulması, yasal düzenlemelerin yapılması gibi konularda çalışmalara gereksinim vardır.
Today, the number of children who are dependent on technological tools at home and need special care is growing steadily due to the rapid development of health technologies in relation to medicine and patient care. Multidisciplinary, multifunctional care is required at home for the children in this group.In providing care, health workers like physicians, nurses, physiotherapists, social workers, psychologists are coordinating together. The aim of this review is to draw attention to the issue of home care for the dependent technologically dependent child.

It is important for the technology dependent child to be involved in the care of the family in achieving the care goals. In order for these children to improve their home care, home care services need to be well planned to their families trained. Because delaying the discharge of children in this group may increase the risk of acquiring a hospital infection and may prolong the length of stay in the hospital.This causes both increased hospital costs and the occupation of the child's intensive care bed. For this reason, home health care is an appropriate alternative for families of children with chronic disease dependent technology. There is a need to work on issues such as planning and evaluating home care services, setting up support and training systems, and making legal arrangements.
Abstract

CASE REPORT
7.Case report: Cardiogenic shock and lung injury as a complication of defibrillation
Hasan Serdar Kıhtır, Osman Yeşilbaş, Esra Şevketoğlu, Mey Talip Petmezci, Seda Balkaya, Mehmet Bedir Akyol, Zeynep Kıhtır
Pages 130 - 134
Lokal yanıklar, emboliler ve aritmi gelişimi elektriksel şok tedavileri sonrasında gözlenen en sık yan etkilerdir. Bununla birlikte nadiren kalbin kasılma fonksiyonu etkilenip akciğer ödemi tablosu da gelişebilmektedir. Elektriksel şok tedavileri sonrası akciğer ödemi olguları 1960’lı yıllardan itibaren bildirilmekte olup öne sürülen mekanizma sol atriyum ve ventrikülde gelişen yetersizlikdir. Öncesinde vezikoüretral reflü dışında bilinen rahatsızlığı olmayan yedi yaşındaki kız hastada genel anestezi indüksiyonu sırasında ventriküler fibrilasyon geliştiği ve 2 joule/kg dozla defibrilasyon uygulandığı öğrenildi. Operasyonu ertelenen olguda uzun QT (QTc: 0,47 ms) saptandığı ve sonrasında dördüncü saatte solunum sıkıntısı ve dolaşım bozukluğu geliştiği öğrenildi. Akciğer ödemi ve kalp yetersizliği saptanan hasta non-invazif ventilasyonla hipoksemik bulguları (SpO2<%88) gerilemediği için entübe edildi ve mekanik ventilatörde takip edildi. Femoral arter termodilüsyon kateteri takılan hastada; düşük kardiyak indeks (CI: 1,58 L/dk/m2), yüksek akciğer damar dışı su indeksi (EVLWI: 18 ml/kg) ve yüksek akciğer damar geçirgenliği indeksi (PVPI: 7.6) saptandı. Olgu mekanik ventilasyon ve vazoaktif/inotrop yönetimiyle tedavi edilmiş olup yatışının beşinci gününde sekelsiz olarak taburcu edildi. Yüksek EVLWI ile birlikte yüksek PVPI olması akciğer ödemi mekanizmasının sadece kalp yetmezliğiyle olmadığını eşlik eden alveolokapiller membran hasarının da olabileceğini göstermektedir. Olgu hem literatürdeki ilk çocuk olgu olması hem de transpulmoner termodilüsyon sonuçlarının kalp fonksiyonlarıyla birlikte akciğer hasarıyla ilgili de bilgi verebildiğini bildirmek amacıyla sunulmuştur.
Local burns, embolism, and arrhythmia development are the most common side effects observed after electrical shock treatments. However, systolic function may be rarely affected and pulmonary edema may develop. The cases of pulmonary edema after electrical shock treatments have been reported since 1960s and the proposed mechanism is the inadequacy of left atrium and ventricle.It was learned that a 7 year-old-girl without any disease known except vesicoureteral reflux disease, had an ventricular fibrillation during general anesthesic induction and applied 2 joule/kg dosed defibrillation. It was also learned that procedure was delayed and patient was diagnosed with a long QT (QTc: 0.47 ms) and had respiratory distress and circulatory disturbances after four hours. Pulmoner edema and heart failure has been determined, and due to hipoksemia (SpO2<%88) not getting any better with non-invasive ventilation, patient intubated and followed with mechanic ventilation. Patient with femoral artery thermodilution catheter;low cardiac index (CI: 1,58 L/dk/m2),high extravascular lung water index (EVLWI: 18 ml/kg) and high pulmonary vascular permability index (PVPI: 7.6) was determined. The patient was treated by mechanic ventilation and vasoactive/inotrop management and discharged at the fifth day of hospitalization without any sequela.Having high EVLWI with high PVPI suggest that the pulmonary edema mechanism may also be caused by alveolocapillary membrane damage, which is not accompanied by heart failure alone. This case is presented to show that it is the first child in the literature and that the results of transpulmonary thermodilution can also give information about lung function as well as cardiac function.
Abstract

8.A Rare Case of Tacharhytmia Presenting with Cardiomyopathy;Permanent Junctional Reciprocating Tachycardia
Nihal Akçay, Osman Yeşilbaş, Hasan Serdar Kıhtır, Mehmet Bedir Akyol, Mey Talip Petmezci, Ülkem Koçoğlu Barlas, Esra Şevketoğlu
Pages 135 - 137
Permanent junctional resiprokan taşikardi (PJRT) nadir bir supraventriküler taşikardidir. Taşikardinin sürekliliği dilate kardiyomyopati gelişmesine neden olabilir ve bu hastalar yanlışlıkla idiopatik dilate kardiyomiyopati tanısı alabilir. Elli üç günlük kız bebek terleme, hızlı nefes alıp verme ve taşikardi şikayeti ile poliklinik başvurusu sonrasında myokardit ön tanısıyla çocuk yoğun bakım ünitesine yatırıldı. Elektrokardiyografi incelemesinde 220/dk. hızında dar QRS’li taşikardi ve DII, DIII, aVF derivasyonlarında negatif p dalgaları izlendi. Medikal tedavi ile taşikardi atağı kontrol altına alındı. Dilate kardiyomiyopati (DKMP) tanısı olan hastalarda, geri döndürülebilir etyolojilerden olması nedeniyle aritmilerin dikkatle taranması gerektiği kanaatindeyiz.
Permanent junctional reciprocating tachycardia (PJRT) is a rare type of supraventricular tachycardia. Nearly incessant tachycardia may result in dilated cardiomyopathy (DCM) and the patients may have a diagnosis of idiopathic dilated cardiomyopathy.A 53 day-old female infant was brought to the hospital with sweating, rapid breathing, and rapid heartbeat. She was admitted to the ICU with a suspicion of myocarditis.ECG showed a heart rate of 220/min consistent with a narrow QRS complex tachycardia and negative P waves in inferior leads ( II, III, and aVF). Medical treatment provided control of the tachycardia episode.In this report, we conclude that patients with a diagnosis of dilated cardiomyopathy should be thoroughly investigated in terms of reversible arrhythmia causes.
Abstract

9.A rare and dangerous complication of central venous catheterization: Intimal injury
Emine Akkuzu, Gökhan Kalkan, Ece Geylan Durgun, Abdullah Özer
Pages 138 - 141
Santral venöz kateterler acil hasta resüstasyonunda ve uzun süreli intravenöz yol gereksinimlerinde sıkça kullanılmaktadır. Ancak kateterlerin yerleştirilmesi sırasında veya sonrasında gelişen komplikasyonlar nedeniyle hasta zarar görebilmekte veya ek girişim yapılmasına neden olunabilmektedir. Kateter malpozisyonu, arter ponksiyonu, hemotoraks veya pnömotoraks gibi çeşitli mekanik komplikasyonlar hastaların %5-19’unda görülebilir ve erken tanısı hayati öneme sahiptir. Burada kateter takılmasının ikinci gününde belirgin hipoksemiye neden olan plevral efüzyonla ortaya çıkan süperior vena kavada intimal yaralanma olgusu sunulmuştur.
Central venous catheters are frequently used for urgent patient resuscitation and for prolonged intravenous route requirements. However, the patient may be injured or need additional intervention due to complications of catheter insertion. Various mechanical complications such as catheter malposition, arterial puncture, hemothorax and pneumothorax can be seen in 5-19% of patients and early recognition has a vital effect. Here, we present a case of pleural effusion leading to significant hypoxemia due to intimal injury to the superior vena cava which developed in the second day of catheter insertion.
Abstract

10.Sudden Unexpected Death in a Child with Vomiting and Diarrhea due to Intracranial Mass Lesion
Esra Betül Akkoyun, Sena Cantas Örsdemir, Okşan Derinöz
Pages 142 - 154
Bulantı ve kusma hafiften şiddetli durumlara kadar değişebilen çok sayıda hastalığın ortak semptomudur.
İntrakraniyal kitle lezyonları bazen kusma ve bunu takiben akut nörolojik bozulma ve ani ölümle birlikte ortaya çıkabilir; Buna genellikle devam eden nörolojik semptomlar eşlik eder. Bu çalışmada çocuk acil hekimleri arasında bilinç düzeyini artırmak için ölümle sonuçlanan intrakranial bir kitlenin alışılmadık bir sunumunu rapor etmeyi amaçladık.
Daha önce sağlıklı olan 15 aylık bir erkek çocuk, Çocuk Acil Servisine (ÇAP) bulantı, kusma ve ishal ile başvurdu. Herhangi bir nörolojik semptomu yoktu. Genel durumu aniden bozulan, kardiyopulmoner arrest geliştiren hasta entübe edildi. Beyin bilgisayarlı tomografisinde lateral ve üçüncü ventrikülde genişlemeye yol açan, posterior fossa`da 3x4x2 cm tümor saptandı. Tümör içinde minimal tonsıller herniasyona yol açan hemorajik alan görüldü. Artmış intrakranial basıncı azaltmak için acil ekstra ventriküler drenaj yapıldı. Gerekli tüm müdahalelere rağmen hasta 9 saat içinde kaybedildi.
ÇAP`nde bulantı ve kusma gibi sık görülen semptomlar, çoğunlukla gastroenterit gibi benign etiyolojilerden kaynaklanmaktadır. Bu tip hastalarda altta yatan intrakraniyal bir patolojinin olabileceği ve daha fazla araştırmanın geciktirilmemesi gerektiği akılda tutmalıdır.
Nausea and vomiting are common sequelae of a multitude of disorders that can range from mild to severe conditions. Intracranial mass lesions can occasionally present with vomiting followed by acute neurological deterioration and sudden death although they are usually accompanied by ongoing neurological symptoms. We aimed to report an unusual presentation of an intracranial mass resulting in death to increase awareness among pediatric emergency physicians.
A previously healthy 15-month-old boy presented to Pediatric Emergency Department (PED) with nausea, vomiting and diarrhea. He did not have any neurologic symptoms. He acutely deteriorated, developed cardiopulmonary arrest and intubated. His Computed Tomography Head showed dilatation of third and the lateral ventricles caused by 3x4x2 cm tumor in posterior fossa with an evidence of hemorrhage in the tumor with minimal tonsillar herniation. An emergent extra-ventricular drainage was performed to relieve elevated intracranial pressure. He did not show any improvement and died 9 hours after admission.
Common symptoms in PED like nausea and vomiting are, mostly due to benign etiologies such as gastroenteritis. One should always keep in mind that there may be an underlying intracranial pathology and further investigation should not be delayed.
Abstract

LETTER TO THE EDITOR
11.Use of Ketamine Infusion and Azithromycin as an Adjunct Therapy in Severe Acute Bronchiolitis
Çapan Konca
Pages 146 - 148
Abstract

12.Use of Ketamine Infusion and Azithromycin as an Adjunct Therapy in Severe Acute Bronchiolitis
Osman Yeşilbaş
Pages 146 - 148
Abstract

13.Somatic Symptom Disorder Imitating Vascular Injury
Muhammet Mesut Nezir Engin, Kenan Kocabay, Önder Kılıçaslan
Pages 149 - 150
Abstract