Volume: 34  Issue: 4 - 2018
Hide Abstracts | << Back
RESEARCH ARTICLE
1.Complication Rates and Results of Higher Weight for Age Patient in Pediatric Femoral Shaft Fractures Treated with Titanium Elastic Nailing
Serdar Yüksel, Hakan Özbay
doi: 10.5152/eamr.2018.27147  Pages 211 - 216
GİRİŞ ve AMAÇ: Pediatrik populasyonda femur şaft kırığı insidansı yaklaşık olarak 20/100.000’dir. Tedavi seçimi ise çocuğun yaşı, kilosu, yaralanma mekanizması, kırık tipi ve yerleşimi, ailenin sosyal durumu ve tedavi maliyetleri gibi faktörlere bağlı olarak değişmektedir. Literatürde; çocuğun kilosu ve yaşı ile femur şaft kırıklarının elastik intramedüller çivileme tedavi komplikasyonları arasındaki ilişki birçok çalışmada gösterilmiştir. Bu çalışmadaki amacımız ise; hastanemizde titanyum elastik çivi ile tedavi edilmiş pediatrik femur şaft kırıklarının komplikasyon oranlarının, bu populasyonun ağırlık persentil yüzdeleri ile ilişkisini saptayabilmek ve tedavi sonuçları ile ilişkisini gösterebilmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2013-2016 yılları arasında, hastanemizde femur şaft kırığı nedeniyle titanyum elastik çivileme yöntemiyle opere edilmiş, yaşları 6 ila 13 arasında değişen toplam 50 pediatrik hasta retrospektif olarak analiz edildi. Komplikasyonlar ve bu komplikasyonların oranları, kırık tipi, hastaların demografik özellikleri ve özellikle vücut ağırlık persentil yüzdeleri göz önünde bulundurularak; istatistiksel olarak SPSS 22.0 programı kullanılarak analiz edildi
BULGULAR: Kırığın stabilitesi ile komplikasyon oranları karşılaştırıldığında; instabil femur şaft kırığı grubundaki hastalarda komplikasyon oranları anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur (p˂0.05). Komplikasyon olan ve olmayan grupta hastaların yaşları, cinsiyet dağılımı, taraf dağılımı, kırık lokalizasyonu anlamlı (p˃0.05) farklılık göstermemiştir. Komplikasyon olan grupta ağırlık persentil yüzde değerleri komplikasyon olmayan gruptan anlamlı (p˂0.05) olarak daha yüksekti.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç olarak; bu çalışmada, vücut ağırlık persentil yüzdesi ile komplikasyon oranları arasındaki anlamlı ilişki gösterilmiş olup, hasta ve tedavi seçiminde bu faktörün de göz önünde bulundurulması gerektiği; ayrıca aşırı kilolu ve obez grubu hasta ebeveynlerinin de bu konuda bilgilendirilmesi gerektiği kanaatindeyiz.
INTRODUCTION: The incidence of femoral shaft fractures in pediatric population is approximately 20 in 100,000. The choice of treatment depends on age, weight, the mechanism of injury, type and location of fracture, socioeconomic status, and the cost effectiveness. In the literature, it has been shown that the relation between complications of titanium elastic nailing (TEN) of femoral shaft fractures. The objective of our study is to investigate the association between the weight and complication rates of pediatric femoral shaft fractures treated with TEN.
METHODS: Between 2013 and 2016, a total of 50 patients aged between 6 and 13 years with femoral shaft fracture treated with TEN in our hospital were analyzed retrospectively. Complication rates were analyzed using the SPSS 22.0 program according to the fracture type, demographical features, and weight.
RESULTS: The analysis showed that age, gender, the fracture site, and the localization of fracture did not have a statistically significant association in the group with complications and the other group (p>0.05). When comparing the fracture stability and complication rates, in the unstable femoral shaft fracture group, there were statistically significant high complication rates (p<0.05). The weight for age percentiles of the group with complications was statistically significantly higher than in the group without complications (p<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: It was shown that there is association between the complication rates and weight for age percentiles. When choosing the patient or treatment modality, this factor should also be considered. We believe that the families should be informed about the increased risks in these overweight and obese patients.
Abstract | Full Text PDF

2.Evaluation of the Effectiveness of Local Teicoplanin in Diabetic Tibia Plafond Fractures
Mustafa Çağlar Kır
doi: 10.5152/eamr.2018.54264  Pages 217 - 220
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı tibia plafond kırığı nedeniyle cerrahi geçiren Diabetes Melitus'lu (DM) olgularda, lokal teikoplanin (TEC) uygulamasının etkinliğinin değerlendirilmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2007-Ocak 2016 tarihleri arasında tibia plafond kırığı nedeniyle açık redüksiyon plak vida ile osteosentez yapılan 26 diyabetik olgunun kayıtlarına ulaşılabilen 22’si retrospektif olarak değerlendirildi. Operasyon esnasında lokal 400 mg TEC uygulanan 12 olgu Grup T, uygulanmayan 10 olgu ise Grup K olmak üzere iki gruba ayrıldı. Her iki grup demografik verilerin yanısıra, ASA (American Society of Anesthesiologists), cerrahi süresi, hastane yatış süresi (HYS), CSE (cerrahi sonrası enfeksiyon), reoperasyon oranı ve amputasyon açısından değerlendirildi.
BULGULAR: Her iki grupta preoperatif demografik veriler ve ASA skoru arasında anlamlı fark yoktu. Her iki grup arasında yüzeyel yara yeri enfeksiyonu açısından anlamlı fark saptanmazken, Grup K’ de derin yara yeri enfeksiyonu oranı, reoperasyon oranı ve HYS Grup T ile karşılaştırıldığında anlamlı şekilde yüksekti.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Tibia plafond kırığı nedeniyle cerrahi geçiren diyabetik olgularda lokal TEC uygulaması derin enfeksiyon, reoperasyon ve HKS üzerine olumlu etki göstermektedir.
INTRODUCTION: The aim of this study is to evaluate the effectiveness of local teicoplanin (TEC) administration in diabetic patients who underwent surgery for tibial plafond fracture.
METHODS: We retrospectively evaluated the records of 22 diabetic patients who underwent osteosynthesis with open reduction plate–screw fixation due to tibial plafond fractures between January 2007 and January 2016. The cases were divided into two groups as teicoplanin group (Group T, n=12) and control group (Group C, n=10) based on perioperative administration of 400 mg TEC. In addition to demographic data, both groups were compared for the American Society of Anesthesiologists (ASA) score, duration of operation, length of hospital stay (LOS), post-surgical infection, and rates of reoperation and amputation.
RESULTS: There was no significant difference in preoperative demographic data and ASA scores between both groups. Although there was no significant difference between the two groups in terms of superficial wound infection, the rates of deep wound infection, reoperation, and LOS in Group C were significantly higher than those in Group T.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Perioperative local TEC administration in diabetic patients who underwent surgery for tibial plafond fracture seemed to be effective for deep wound infection, reoperation, and LOS.
Abstract | Full Text PDF

3.Diagnosis and Treatment of Labrum Tears by Hip Arthroscopy
Mustafa Çağlar Kır, Haluk Çabuk, Yunus Vehbi Sözen
doi: 10.5152/eamr.2018.90912  Pages 221 - 223
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, artroskopik debridman uygulanan labrum yırtıklarının fonksiyonel sonuçlarının retrospektif olarak değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Nisan 2001-2006 Eylül tarihleri arasında artroskopik debridman uygulanan 17 olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların demografik verileri yanında fonksiyonel sonuçları Modifiye Harris Kalça Skoru (MHKS) ile değerlendirildi. Verilerin incelenmesinde Mann Whitney U ve Wilcoxon testleri ile değerlendirildi. p<0,005 anlamlı olarak kabul edildi.
BULGULAR: Olguların %70,5' inde GKD mevcuttu. Yine %35'inde her iki kompartımanda birden olmak üzere %88’inde kıkırdak hasarı saptandı. Tüm olgularda MHKS preoperatif değerlere göre yüksekti. Ancak GKD’li olgularda MHKS artış GKD’si olmayanlara göre anlamlı şekilde düşüktü (p<0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Labrum yırtığı en sık GKD ile birlikteydi. GKD ve her iki kompartmanda kondral hasarı olan olgular artroskopik debridmandan daha düşük fayda görebilmekteydi.
INTRODUCTION: This study aimed to evaluate the functional outcomes of arthroscopic debridement of labral tears retrospectively.
METHODS: Between April 2001 and September 2006, 17 patients who underwent arthroscopic debridement were analyzed. Functional outcomes of the patients were assessed using modified Harris hip score (MHHS). Mann-Whitney U and Wilcoxon tests were used to evaluate the data. P<0.05 was considered statistically significant.
RESULTS: In total, 70.5% of the patients had developmental dysplasia of hip (DDH) at the time. Cartilage damage was detected in 88% of the patients, and both acetabular and femoral compartments were involved in 35% of them. Postoperative MHHS increased in all patients after hip arthroscopy. However, in patients with DDH, MHHS was significantly lower than that in non-DDH patients (p<0.05). Labral tears often found to be associated with developmental dysplasia of the hip (DDH).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Patients with DDH and chondral damage in both compartments may benefit less than the patients with unicompartmental chondral damage from arthroscopic debridement.
Abstract | Full Text PDF

4.Retrospective Evaluation of Endometrial Thickness Measurement with Transvaginal Ultrasonography in Patients with Postmenopausal Hemorrhage and the Relationship to the Results of Histopathology
Mustafa Okan İyikesici, Başak Cıngıllıoğlu, Veli Mihmanlı, Orkan Dönmez, Aytaj Jafarzade, Tuğba Kılık
doi: 10.5152/eamr.2018.07088  Pages 224 - 230
GİRİŞ ve AMAÇ: Postmenopozal kanama, endometriyum kanserinin ve diğer endometriyal patolojilerin belirtisi olabilir.Transvajinal ultrasonografi(TVUSG) yapılarak, endometrial patolojiye sebep olabilecek risk faktörleri ile probe küretaj sonuçları karşılaştırılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma, Ocak 2014-Kasım 2016 tarihleri arasında İstanbul Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Polikliniği’ne başvuran toplam 400 postmenopozal kanamalı kadına retrospektif olarak planlandı. TVUSG.de endometrial kalınlık 4mm ve üzeri olan hastaların endometrial kalınlıkları ve biyopsi sonuçları karşılaştırıldı. Endometrial kalınlık ile menopoz yaşı, vücut kitle indeksi, diabetes mellitus, hipertansiyon, yaş, parite, BMI, menopoz yaşı, postmenopozal kanama atağı sayısı, reprodüktif dönem süresi, diyabet, hipertansiyon, ailede kolon, endometrium, meme ve over kanseri hikayesi, hormon replasman tedavisi(HRT), tamoksifen, sigara, oral kontraseptif, rahim içi araç kullanımı(RİA), gravidite, parite, menarş yaşı arasındaki ilişki istatistiksel olarak değerlendirildi.
BULGULAR: 400 hastanın histolojik tanılarına göre dağılımları; 110(%27,5) proliferatif endometrium, 155(%38,8) atrofik endometrium,65 (%16,3) endometriyal polip, 40(%10) adenokanser, 15(%3,8) basit atipisiz hiperplazi, 5(%1,3) kompleks atipili endometrial hiperplazi, 5(%1,3) endometrit ve 5(%1,3) sekretuar endometrium saptandı. Histopatoloji sonucuna göre endometrial kalınlık dağılımları: atrofik endometrium 6,44±2,23; sekretuar endometrium 8±0; proliferatif endometrium 8,9±3,7; endometrial polip 12±5,16; endometrit 8+-0; basit atipiz endometrial hiperplazi 5,9+-1,6; kompleks atipili endometrial hiperplazi 20±0 ve adenokarsinom 12,75±4,43 gelmiştir. Çalışmaya alınan gruplar arasında; Grup 2’de reprodüktif dönem süresi, endometrium kalınlık, aile hikayesinde birinci derece akrabalarında Endometrium kanseri; grup1 de ise parite, ilk kanama atağına dek geçen süre, sigara, tamoksifen, oral kontraseptif, RİA kullanımı istatistiksel olarak anlamlı bulundu, diğer risk faktörleri anlamlı bulunmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: TVUSG yapılarak, endometrial kalınlık ölçümü postmenapozal kanama hakkında ön bilgi verse dahi, endometrial küretaj altın standarttır.
INTRODUCTION: Postmenopausal bleeding can be a sign of endometrial carcinoma and other endometrial pathologies. Patients underwent transvaginal ultrasonography (TvUSG) for comparison of risk factors of endometrial pathology with results of probe curettage.
METHODS: In the present study, TvUSG was performed on 400 patients with postmenopausal bleeding and compared with results of probe curettage. The study was conducted retrospectively on patients who were admitted to the İstanbul Okmeydanı Training and Research Hospital clinic between January 2014 and November 2016. Endometrial thickness and biopsy results were compared among patients with an endometrial thickness of >4 mm. Correlation between endometrial thickness and menopausal age; body mass index; diabetes mellitus; hypertension; smoking; age; parity; number of postmenopausal bleeding episodes; reproductive period; family history of colon, endometrial, and ovarian cancer; use of hormone replacement therapy, tamoxifen, oral contraceptive, and intrauterine device (IUD); gravidity; and age at menarche was evaluated statistically.400 patients divided into2 groups according to patholohy results. Group1: Proliferative endometrium, secretory endometrium, endometrial polyp, simple atypical endometrium, endometritis, atrophic endometrium. Group2: Complex atypical hyperplasia, adenocarcinoma Ethical committee approval is taken from Okmeydanı Training and Research Hospital.
RESULTS: The distribution of the 400 women according to histological diagnosis was as follows: proliferative endometrium, 110 (27.5%); atrophic endometrium, 155 (38.8%); endometrial polyp, 65 (16.3%); adenocarcinoma, 40 (%10), simple atypical hyperplasia 15 (3.8%), complex atypical endometrial hyperplasia, 5 (1.3%); endometritis, 5 (1.3%); and secretory endometrium, 5 (1.3%). Histopathology distribution according to endometrial thickness was as follows: atrophic endometrium, 6.44±2.23; secretory endometrium, 8±0; proliferative endometrium, 8.9±3.7; endometrial polyp, 12±5.16; endometrial hyperplasia, 5.9±1.6; atypical endometrial hyperplasia, 20± 0; and adenocarcinoma, 12.75±4.43. During the reproductive period, endometrium thickness and endometrium cancer in the family history in Group 2 and parity; time to first bleeding; smoking; and use of tamoxifen, oral contraceptive, and IUD in Group 1 were statistically significant. The other risk factors were not significant.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Endometrial thickness measurement with TvUSG provides prior knowledge of postmenopausal bleeding. Endometrial curettage is the gold standard treatment.
Abstract | Full Text PDF

5.Analysis of Adnexal Masses Which are Operated in Gynecologic Oncology Clinic
Baki Erdem, Nuri Peker, Niyazi Alper Seyhan, Osman Aşıcıoğlu, İlkbal Temel Yüksel, Volkan Ülker, Özgür Akbayır
doi: 10.5152/eamr.2018.20082  Pages 231 - 234
GİRİŞ ve AMAÇ: Anormal adneksiyal kitlenin varlığı, bütün yaş grubundaki kadınları etkileyebilen yaygın klinik problemdir. Adneksiyal kitlelerin çoğunun bening olmasına rağmen diagnostik değerlendirmede primer amaç malignitenin dışlanmasıdır. Biz bu çalışmada malignite şüphesi nedeniyle hastanemiz jinekolojik onkoloji kliniğine yönlendirilen ve opere edilen adneksiyal kitlelerin analizini yapmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastanemiz jinekolojik onkoloji kliniğinde 2004-2017 yılları arasında malignite şüphesi nedeniyle opere edilen adneksiyal kitlesi olan 1152 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar jinekolojik onkoloji kliniğinin veritabanından retrospektif olarak analiz edildi.
BULGULAR: Adneksiyal kitleler içerisinde 529 hastada bening (%45,92) patoloji, 505 hastada malign (%43,83) patoloji ve 118 hastada da borderline (%10,24) patoloji izlendi. Malign adneksiyal kitleli hastalarda median ca 125 seviyesi 150 U/mL (7-15554) olarak izlenirken, bening grupta medain ca 125 değeri 19 olarak, Borderline grubunda da median ca 125 değeri 29 olarak saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Birçok bening kitle over kanserini taklit edebilmektedir ve dikkatli preoperatif incelemeler ile bu kitlelerin bir kısmı maligniteden ayırt edilebilmekle birlikte kesin tanı histopatolojik inceleme ile konulmaktadır.
INTRODUCTION: Abnormal adnexal masses are a common gynecologic problem that affects women of all ages. Although many of these masses are benign, the primary aim of diagnostic evaluation is to exclude malignancy. In this trial, we aimed to analyze adnexal masses that are referred and operated in our gynecologic oncology clinic.
METHODS: A total of 1,152 patients operated in our clinic due to suspicious malignancy between 2004 and 2017 were included in this trial. Patient data from the database of the gynecologic oncology clinic were analyzed retrospectively.
RESULTS: Among all included patients, benign pathological results were determined in 529 (45.92%) patients, whereas malignant and borderline tumors were determined in 505 (43.83%) patients and 118 (10.24%) patients, respectively. The median cancer antigen 125 level in the malignancy group was 150 (7-15,554) IU/mL, whereas that in the benign and borderline groups, it was 19 and 29 IU/mL, respectively.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Many benign masses imitate ovarian cancer. Although some of them can be separated, preoperative careful examination and histological examination are the established diagnostic procedures.
Abstract | Full Text PDF

6.Assessment of Physiological Distribution and Normal Variants of 68Ga PSMA-I&T PET/CT
Filiz Özülker
doi: 10.5152/eamr.2018.24865  Pages 235 - 242
GİRİŞ ve AMAÇ: [68Ga] PSMA PET / BT görüntüleme prostat kanserinin (PCa) değerlendirilmesinde etkin bir şekilde kullanılmıştır. PSMA 11, PSMA I & T ve PSMA-617 dahil olmak üzere [68Ga] ile etiketlenmiş 3 çeşit üre bazlı PSMA ligandı vardır. Bu çalışmada, normal dokudaki yeni ligand PSMA I & T'nin in vivo dağılımını araştırmayı ve benign varyantları tanımlamayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ağustos 2017-Aralık 2017 tarihleri arasında kliniğimizde [68Ga] PSMA-I & T PET / BT görüntüleme yapılan 34 PCa hastayı retrospektif olarak değerlendirdik. Bu çalışmaya, sadece daha önce yapılan anatomik görüntülemede tekrarlayan hastalık kanıtı olmayan hastaları dahil ettik. Hastalarda PET taramada rezidüel hastalık veya tekrarlayan hastalık lehine de [68Ga] PSMA avid lezyonu yoktu. Hastaların yaş ortalaması 70.2 ± 8.5 idi.
BULGULAR: Geleneksel maksimum yoğunluk projeksiyon (MIP) görüntülerinin değerlendirilmesi, lakrimal, submandibular, parotis bezlerinde, karaciğer, dalak, böbrekler, duodenum, jejenum, ileum ve idrar kesesinde [68Ga] PSMA alımını ortaya çıkardı; SUVmax değerleri açısından vücut yapılarının en yüksekten en düşüğe doğru radyonüklid alımı, böbrekler, submandibular ve parotis bezleri, idrar kesesi, jejenum-ileum, lakrimal bez, duodenum, dalak, karaciğer, transvers kolon olarak listelenmiştir. SUVmean değerleri söz konusu olduğunda, en yüksekten en düşüğe doğru olan liste şu şekildedir: böbrekler, idrar torbası, submandibular ve parotis bezleri, duodenum, lakrimal bez, dalak, jejenum-ileum, karaciğer, transvers kolon. 15 hastada osteofit tespit edildi ve bunların 8'inde hafif tutulum görüldü. 4 hastada çölyak gangliyonunda hafif bir artış saptadık. Sürrenal bezlerde herhangi bir fizyolojik tutulum gözlemlemedik, ancak düşük derecede tutulum gösteren 2 adenom vardı. Çift organlar karşılaştırıldığında, sağ lakrimal, parotis, dilaltı ve parotis bezlerinin SUVmax değerleri soldaki karşılıklara göre daha yüksekti ve aradaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p <0.05), ancak sağ ve SUVmean değerleri söz konusu olduğunda sağ ve sol organlar arasında anlamlı bir farklılık gözlenmedi. Karaciğer daha az alım gösterdi, bu arada PSMA I & T'nin dağılımı PSMA 11 ligandı ile yapılan çalışmalarla kıyaslandığında kan havuzu daha fazla alım gösterdi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu, literatürde [68Ga] PSMA I & T'nin dağılım paternini ortaya çıkarmayı amaçlayan ilk çalışmadır. PSMA I & T'nin in-vivo dağılımı, immünohistokimyasal sonuçlarla tanımlanan dokulardaki PSMA ekspresyonu ile neredeyse uyumludur ve PSMA 11 ile PSMA I & T arasında normal doku tutulumu ile ilgili küçük farklılıklar vardır.
INTRODUCTION: 68Ga prostate-specific membrane antigen (PSMA) positron emission tomography/computerized tomography (PET/CT) imaging has been used efficiently in the evaluation of prostate cancer (PCa). There are three kinds of urea-based PSMA ligands labeled with 68Ga, including PSMA 11, PSMA Imaging & Therapy (I&T), and PSMA 617. The aim of the present study was to investigate the in vivo distribution of the novel ligand PSMA I&T in normal tissues and to identify benign variants.
METHODS: We retrospectively evaluated 34 patients with PCa who underwent 68Ga PSMA I&T PET/CT imaging in our clinic between August 2017 and December 2017. Only patients who had no evidence of recurrent disease on conventional imaging performed before the 68Ga PSMA I&T PET/CT scan were included in the study. Patients also had no 68Ga PSMA avid lesion in favor of residual disease or recurrent disease on PET scan. The average age of the patients was 70.2±8.5 years.
RESULTS: Evaluation of the conventional maximum intensity projection images revealed uptake of 68Ga PSMA in the lacrimal, submandibular, and parotid glands; liver; spleen; kidneys; duodenum; jejunum; ileum; and urinary bladder. The radionuclide uptake of the body structures from the highest to the lowest in terms of SUVmax values was listed as kidneys, submandibular and parotid glands, urinary bladder, jejunum-ileum, lacrimal gland, duodenum, spleen, liver, and transverse colon. When SUVmean values are concerned, the list, from the highest to the lowest, was as follows: kidneys, urinary bladder, submandibular and parotid glands, duodenum, lacrimal gland, spleen, jejunum-ileum, liver, and transverse colon. We detected osteophytes in 15 patients, and 8 of them demonstrated mild uptake. We detected mild uptake in the celiac ganglia of 4 patients. We did not observe any physiological uptake in the surrenal glands, but there were two adenomas that show low degree of uptake. When double organs are compared, the SUVmax values of the right lacrimal, sublingual, and parotid glands were higher than those of the left counterparts, and differences were statistically significant (p<0.05), but there was not any statistically significant difference between the right and the left organs when SUVmean values were concerned. The liver showed less uptake, whereas blood pool showed more uptake when the distribution of PSMA I&T is compared with the studies made with the PSMA 11 ligand.
DISCUSSION AND CONCLUSION: To our knowledge, this is the first study in the literature that aimed to reveal the distribution pattern of 68Ga PSMA I&T. The in vivo distribution of PSMA I&T is almost congruent with the PSMA expression in the tissues defined with immunohistochemical results, and there are minor differences between PSMA 11 and PSMA I&T regarding normal tissue uptake.
Abstract | Full Text PDF

7.Molecular Imaging of Prostate Cancer with PSMA-Targeted Probes: Comparison of 68Ga-PSMA-11 and 68Ga-PSMA-I&T PET/CT
Emre Demirci
doi: 10.5152/eamr.2018.28291  Pages 243 - 250
GİRİŞ ve AMAÇ: PSMA PET/BT görüntülemesi hem akademik araştırmalarda hem de klinik uygulamalarda büyük ilgi uyandırmıştır ve prostat kanserinde (PKa) kullanımı son 5 yıl piçinde büyük bir hızla artmıştır. 68Galyum (68Ga)-PSMA-11 ile 68Ga-PSMA-I&T Türkiye de dahil olmak üzere PSMA PET uygulamalarında en çok tercih edilen radyofarmasötiklerdir. Bu çalışmada benzer özelliklere sahip hasta gruplarında 68Ga-PSMA-11 ve 68Ga-PSMA-I&T PET/BT'nin görüntüleme performansın karşılaştırması hedeflenmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 68Ga-PSMA-11 veya 68Ga-PSMA-I&T PET/BT yapılmış olan PKa tanılı 81 hastanın görüntüleri retrospektif olarak incelendi. Radyofarmasötiklerin fizyolojik dağılımları, genel pozitivite oranları ile primer tümörlerde, lenf düğümlerinde, kemik metastazlarındaki uptake oranları, lezyon-arka plan oranları ve görsel skorlamaları karşılaştırıldı. Ayrıca PET/BT bulguları PROMISE raporlama kriterlerinde belirtilen (miTNM) sınıflandırmasına göre değerlendirilerek karşılaştırıldı.
BULGULAR: 68Ga-PSMA-11 ve 68Ga-PSMA-I&T grupları arasında genel pozitiflik oranları, kemik metastaz oranları ve (biyokimyasal) nüks hastalığın tespit oranları açısından anlamlı fark tespit edilmedi. 68Ga-PSMA-I&T’nin kan havuzu, kemik iliği ve kas uptake değerlerinin 68Ga-PSMA-11’e göre kısmen daha yüksek olduğu, karaciğer uptake değerinin ise daha düşük olduğu görüldü (p<0.05). Her iki yöntemin lenf nodu ve kemik metastazlarının maksimum standart uptake değerleri (SUDmaks), tümör-arka plan oranları ve görsel değerlendirme skorları arasında anlamlı fark tespit edilmedi (p>0.05). 68Ga-PSMA-I&T grubunun ortalama primer tümörlerin SUDmaks değerleri ve görsel uptake skorlarının değerlerinin 68Ga-PSMA-11’e göre minör bir farkla daha yüksek olduğu görüldü ancak tümör-arka plan oranları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı (p<0.05). Pelviste metastatik lenf nodu saptama oranları ve bunların miTNM raporlama sistemine göre dağılımları arasında her iki grupta benzer sonuçlar izlendi (p>0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: 68Ga-PMSA-I&T primer tümörlerde minor bir farkla da olsa gösterdiği daha yüksek uptake değerleri ve daha düşük olan kan havuzu ve kemik iliği uptake değerleri ile 68Ga-PSMA-11’e göre kısmen avantajlı gözükmektedir. Ancak 68Ga-PMSA-I&T ve 68Ga-PSMA-11, benzer fizyolojik dağılımları, metastatik lezyonlarda gösterdiği birbirlerine eş uptake değerleri ve görsel skorları ile benzer nüks hastalık saptama oranlarına sahip olup birbirlerine benzer klinik performans göstermektedirler.
INTRODUCTION: Positron emission tomography (PET) probes targeting prostate-specific membrane antigen (PSMA) have gained increasing interest, while the use of PSMA PET/computed tomography (CT) for prostate cancer (PCa) has rapidly and widely expanded over the last 5 years. The most preferred radiotracers available at many European PET centers, including those in Turkey, are 68Gallium (68Ga)-PSMA-11 and 68Ga-PSMA-I&T. The aim of this study is to compare 68Ga-PSMA-11 and 68Ga-PSMA-I&T PET/CT in patient groups with similar characteristics.
METHODS: PSMA PET/CT images of 81 patients with biopsy-proven PCa were retrospectively analyzed. Physiological distribution, tumor-to-background ratios, positivity rates, uptakes, and visual score classifications of primary tumors, lymph nodes, and bone metastases were analyzed for comparison. Additionally, PET/CT findings were compared according to the proposed molecular imaging tumor, node, and metastasis (miTNM) classification.
RESULTS: There was no significant difference between PSMA-11 and PSMA-I&T in terms of overall positivity rates, bone metastases, recurrent tumors, and overall detection rates of recurrent disease. Blood pool as well as bone marrow and muscle uptake of PSMA-I&T were slightly higher than those of PSMA-11. There was no significant difference between uptake values, tumor-to-background ratios, and visual scores of lymph node and bone metastasis. Average maximum standardized uptake values (SUVmax) and visual scores of primary tumors with PSMA-I&T were slightly higher than those of PSMA-11; however, the variance was minor, and there was no statistically significant difference between tumor-to-background ratios of primary tumors. Pelvic lymph node mapping according to the miTNM template showed similar results with both tracers.
DISCUSSION AND CONCLUSION: 68Ga-PMSA-I&T may have an advantage with slightly higher uptake in primary tumors and slightly lower blood pool and bone marrow uptake. However, 68Ga-PMSA-I&T and 68Ga-PSMA-11 showed similar clinical performance for staging and restaging of PCa in terms of detection rates, visual scores, tumor uptakes, and comparable physiological distribution.
Abstract | Full Text PDF

8.Improvement of SNOT-22 in Cured Antrochoanal Polyps
Ayşe Enise Göker, Berk Gürpınar, Güler Berkiten, Erdi Özdemir, Belgin Tutar, Ziya Saltürk, Yavuz Uyar
doi: 10.5152/eamr.2018.97059  Pages 251 - 254
GİRİŞ ve AMAÇ: Antrokoanal polipler (ACP) maksiller sinüslerden kaynaklanan tek taraflı nazal kitlelerdir. Biz, cerrahi öncesi ve sonrasında hayat kalitesini belirlemek maksadıyla sinonazal sonuç testini (SNOT-22) uyguladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 40 ACP, elektrikli cerrahi enstrüman ve kanin fossa kateterizasyonunu içeren cerrahi kombinasyonla eksize edildi. SNOT-22 düzeyleri cerrahiden önce ve bir ay sonra ölçülerek karşılaştırıldı.
BULGULAR: Çalışmaya tek taraflı ACP olan 22 erkek ve 18 kadın olgu dahil edildi. 14 olgu 20 yaşından genç, kalan olgular ise 15-68 yaş aralığındaydı. Ortalama takip süresi 34±20 ay idi. Takip süresince nüks gözlenmedi. Ortalama total preoperatif SNOT-22 skoru 50,61±19,21 ve ortalama total postoperatif SNOT-22 skoru 16,80±10,75 idi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kombine cerrahi ACP tedavisinde iyi bir alternatiftir. Cerrahi alanın temizliğinin yanısıra, tam eksizyonla polip rekürrensi önlenmiş olur. Bu cerrahi ile hayat kalitesi üç yıl sonra bile artmış olur.
INTRODUCTION: Antrochoanal polyps (ACP) are unilateral nasal masses originating from the maxillary sinuses. We used the Sinonasal Outcome Test (SNOT-22) to determine the quality of life before and after the surgery.
METHODS: 40 ACP are excised by a combination surgery of powered instrument and canine fossa catheterization. We measured and compared the SNOT-22 levels before and one month after the surgery.
RESULTS: 22 male and 18 female subjects with unilateral ACP are included in the study. 14 subjects were younger than 20 and the remaining subjects were between 15-68. The mean follow-up period was 34±20 months. No recurrence was observed in the follow-up period. The mean total preoperative SNOT-22 score was 50.61±19.21 and the mean postoperative SNOT-22 score was 16.80±10.75.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Combined powered surgery is a good alternative for ACP removal. Besides providing a clean surgical field, complete excision of the polyp prevents recurrences. This surgery significantly improves the quality of life, even after three years.
Abstract | Full Text PDF

9.Dynamic Pupillometry in Myopia and Myopic Astigmatism Refractive Surgery Candidates
Ali Demircan, Ahmet Demirok
doi: 10.5152/eamr.2018.59862  Pages 255 - 257
GİRİŞ ve AMAÇ: Refraktif cerrahi adayı miyop ve miyop astigmat hastalarda pupilla çaplarını ve pupilla çapı ile ilişkili faktörleri incelemek
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma retrospektif ve kesitsel olarak dizayn edildi. Kliniğimize refraktif cerrahi için başvuran miyop ve miyop astigmat hastalar çalışma kapsamına alındı.. Eşlik eden oküler patolojisi olan hastalar değerlendirmeye alınmadı ve her hastanın bir gözü rastgele sayı tablosu kullanılarak seçildi. Yaş, cinsiyet, manifest refraksiyonun sferik eşdeğeri (SE) ve aksiyel uzunluk (AL) değerlendirildi. Skotopik, mezopik ve fotopik pupilla çapları dinamik pupillometri cihazı (Sirius, Schwind Eye Tech Solutions AG, Almanya) kullanılarak ölçüldü.
BULGULAR: 80 hastanın 80 gözü çalışmaya alındı. Ortalama hasta yaşı 28±6 yıl ve ortalama SE -5.25±2.26 D idi. Ortalama AL 25.41±1.41mm idi. Ortalalma skotopik, mezopik ve fotopik pupilla çapları sırası ile 6.26±0.60, 5.81±0.61 ve 4.43±0.68 mm olarak bulundu. SE ( skotopik, mezopik ve fotopik koşullar için sırasıyla; p= 0,07, r= -0,24; p=0,27, r= -0,15; p=0,6, r= -0,26) ve AL (skotopik, mezopik ve fotopik koşullar için sırasıyla; p= 0,4, r= 0,11; p=0,64, r= 0,06; p=0,2, r= -0,18) ile pupilla çapları arasında ilişki tespit edilmedi. Mezopik pupilla çapı kadınlarda erkeklerden daha geniş olarak tespit edildi (5.98±0.50 ve 5.62±0.68, p=0.037). Mezopik ve skotopik pupilla çapı ile yaş arasında negatif bir ilişki tespit edildi (mezopik ve skotopik koşul için sırasıyla; p= 0.005, r= - 0,37; p= 0,001, r= -0,45)
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada miyopik refraktif cerrahi adaylarının farklı aydınlatma koşullarındaki pupilla çapları rapor edilmiş ve yaş ve cinsiyetin pupilla çapını etkileyen değişkenler olduğu gösterilmiştir
INTRODUCTION: The aim of this study was to measure and report the pupillary diameter of myopic refractive surgery candidates and to identify the associated factors.
METHODS: This was a retrospective, descriptive, cross-sectional study. Consecutive patients with myopia or myopic astigmatism were included in the study. Patients with accompanying ocular pathologies were excluded. Only one eye of the remaining patients was selected using a random number table. Age, sex, spherical equivalent of manifest refraction (SE), and axial length (AL) were recorded. Scotopic, mesopic, and photopic pupillary diameters were measured with dynamic pupillometery (Sirius, Schwind Eye Tech Solutions AG, Germany).
RESULTS: Eighty eyes of 80 patients were included in the study. The mean age of the patients was 28±6 years, and mean SE was -5.25±2.26 D. The mean AL was 25.41±1.41 mm. The mean scotopic, mesopic, and photopic pupillary diameters were 6.26±0.60, 5.81±0.61, and 4.43±0.68 mm, respectively. SE and AL were not found to be correlated with pupillary size. The mesopic pupillary diameter was slightly higher in females than in males (5.98±0.50 vs. 5.62±0.68; Student t test; p=0.037). There was a statistically significant negative correlation between mesopic and scotopic pupillary diameters and age.
DISCUSSION AND CONCLUSION: This study investigated the pupillary diameters of myopic refractive surgery candidates and showed that age and sex are the most important determinants of pupillary diameter.
Abstract | Full Text PDF

10.Allergy Skin Tests in Inner-City Children with Allergic Rhinitis Living in İstanbul
Deniz Özçeker, Aslı Derya Kardelen, Serap Sapmaz, Ömer Uysal, Nermin Güler, Zeynep Tamay
doi: 10.5152/eamr.2018.07078  Pages 258 - 261
GİRİŞ ve AMAÇ: Yaşam tarzı ve çevresel faktörlerin, allerjik rinit semptomlarının yaygınlığı ve alerjen duyarlılığında büyük önemi olduğu düşünülmektedir.Bu çalışmada amaç; İstanbul'da yaşayan kentli çocukların klinik özellikleri ve biyokimyasal özellikleri ile birlikte alerjen duyarlılıklarını araştırmaktır.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Yaşları 2-18 yaş arasında olan, İstanbul şehir merkezinde yaşayan ve alerji polikliniğimizde alerjik rinit tanısı alan 2822 hasta çalışmaya alındı. BULGULAR: Hastaların 1095 kız (%38,8) ve 1727 erkek (%61,2) idi. En yaygın duyarlılık ev tozu akarları idi; İkincisi tatlı ilkbahar otu, üçüncüsü ise domuz ayrığı otu olarak tespit edildi.
BULGULAR: Hastaların 1095 kız (%38,8) ve 1727 erkek (%61,2) idi. En yaygın duyarlılık ev tozu akarları idi; İkincisi tatlı ilkbahar otu, üçüncüsü ise domuz ayrığı otu olarak tespit edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma, İstanbul'da yaşayan alerjik riniti olan şehir içi çocuklarında en sık rastlanan alerjenin ev tozu akarı olduğunu ortaya koymuştur. Solunum alerjisi şüphesi olan şehir içi çocuklarında evi tozu akarın taranması alerjik korunma ve immünoterapiyi planlamada, yararlı bir araç olabilir.
INTRODUCTION: Lifestyle and environmental factors are considered to play an important role in the large variations in the prevalence of symptoms of allergic rhinitis (AR) and allergen sensitization. The aim of the present study was to investigate allergen sensitivities together with clinical features and biochemical characteristics of urban children living in İstanbul.
METHODS: A total of 2822 patients aged between 2 and 18 years living in Istanbul city center and diagnosed with AR in our allergy polyclinic were included in the study.
RESULTS: There were 1095 (38.8%) female and 1727 (61.2%) male patients. The most common susceptibility was to house dust mites, the second was to sweet vernal grass, and the third was to cocksfoot grass.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The present study demonstrated that house dust mite is the most common allergen in inner-city children with AR living in Istanbul. Screening house dust mite allergen in inner-city children may be a useful tool in the diagnosis, planning of allergy prevention, and immunotherapy of children suspected with respiratory allergies.


Abstract | Full Text PDF

11.The Role of Breast Conserving Procedures in Breast Cancer Surgery
Semra Günay
doi: 10.5152/eamr.2018.00378  Pages 262 - 266
GİRİŞ ve AMAÇ: Meme kanserinin tedavisinde olduğu kadar cerrahisinde de son 30-40 senede çok hızlı ve önemli değişiklikler meydana geldi. Bu çalışmada radikal mastektomiden meme koruyucu cerrahiye uzanan süreci ele alarak günlük pratiğimizdeki değişim ve uygulamamıza yansımasını incelemeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastanemizde meme kanseri nedeniyle ameliyat olan olgulara ait sayısal bilgiler kayıtları üzerinden 3 gruba ayrılarak retrospektif olarak incelendi. 1997 senesinde ameliyat olan olgular A grubuna, 2007 de olanlar B grubuna ve 2017 de olanlar C grubuna alındı. Bu olgulara uygulanan cerrahi yöntem, meme koruyucu cerrahi (MKC) ile mastektomi oranları, gruplara ve kanser evresine göre karşılaştırıldı.
BULGULAR: A grubunda 515, B grubunda 519 ve C grubunda 538 olguya meme kanseri ameliyatı yapıldı, bunlardan sırasıyla 141,238 ve 372 olguya MKC uygulandı, oranlar % olarak 30, 42,60,2 idi. A grubu ile C grubu arasında, MKC uygulanması bakımından anlaml artış saptandı. Evreye göre MKC oranları gruplarda sırayla, E I de (%)57, 73 ve 86; E II de 49, 75 ve 82; E III de 14,20 ve 48 bulundu. Alt grup analizinde A ve B grubunda E IV tümörlerde hiç MKC yapılmadığı, C grubunda ise E IV (n: 70) olgulardan neoadjuvan kemoterapi alan 18 hastaya (%25) MKC yapıldığı saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Meme koruyucu tedavi erken evre meme kanserinde standart uygulamadır. Serimizde 20 yıl öncesine oranla MKC yapılan olgu sayısında, %100 den fazla artış olmuştur. Güncel yaklaşımımız, meme kanseri tanısı konulduğunda tedavi planını, multidisipliner tümör konseyinde yapmaktır, böylece her evrede, uygun olguya MKC yapmak mümkün olabilir.
INTRODUCTION: Breast cancer treatment, especially surgery, has significantly changed in the last 30-40 years. In this study, we aimed to discuss all the possible options ranging from radical mastectomy to breast-conserving surgery (BCS), and to utilize the conclusion in our daily practice.
METHODS: The study was retrospectively performed, and hospital records were used for quantitative data. The cases were classified into three groups. The cases having breast surgery in 1997 were included in Group A; in 2007, Group B; and in 2017, Group C. Surgical methods, BCS and mastectomy, in these cases were compared with rates according to groups and cancer stage.
RESULTS: There were 515 cases in Group A, 519 in Group B, and 538 in Group C; and BCS was performed in 141, 238, and 372 cases, respectively (30%, 42%, 60.2%). Between Group A and C, a significant increase in the number of BCSs was observed. In the groups A, B, and C, BCS ratios according to stage (S) were as follows: S I: 57%, 73%, and 86%; S II: 49%, 75%, and 82%; and S III: 14%, 20%, and 48%. Subgroup analysis showed no BCS in S IV tumors in groups A and B. In Group, 18 patients (25%) who received neoadjuvant chemotherapy were performed with BCS.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Breast-conserving therapy is the standard approach in early-stage breast cancer. Compared to 20 years ago, the total number of patients undergoing BCS has increased >100%. Usually when the tumor is diagnosed, we make the treatment plan for breast cancer in the multidisciplinary tumor board. This increases the feasibility of BCS in all stages.
Abstract | Full Text PDF

12.Assessment of Knowledge Levels of Family Medicine Residents About HIV/AIDS
Memet Taşkın Egici, Güzin Zerenöztürk, Seçil Günher Arıca, Güven Bektemur
doi: 10.5152/eamr.2018.03511  Pages 267 - 272
GİRİŞ ve AMAÇ: HIV‘in insidansı ülkemizde giderek artmaktadır. İlk başvuru noktası olması nedeniyle aile hekimlerinin bilgi düzeyleri hastalıkların tarama, tanı ve erken tedavisi için önem arz etmektedir. Bu çalışmada aile hekimliği uzmanlık öğrencilerinin HIV/AIDS hakkındaki bilgi düzeylerini değerlendirerek geliştirilmesi gereken noktaları belirlemeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu kesitsel çalışma, İstanbul’da Sağlık Bilimleri Üniversitesi Sağlık Uygulama Araştırma Merkezleri'nde eğitim almakta olan aile hekimliği uzmanlık öğrencileri üzerinde yapıldı. Tarafımızca hazırlanan 12 tanesi 3’lü Likert şeklinde olmak üzere katılımcıların demografik verileri ile HIV/AIDS hakkında bilgi cümleleri içeren toplam 20 soruluk bilgi formu uygulanmıştır. Puanlar toplanarak medyan değeri alınmış; medyan değerin üstü bilgi düzeyi yeterliliği olarak kabul edilmiştir (Cronbach alfa: 0,72). İstatistiksel alfa anlamlılık seviyesi p<0,05 olarak kabul edilmiştir.
BULGULAR: Çalışmada, 253 katılımcının %65,6’sı kadın olup yaş ortalamaları 34,94 yıl idi. HIV/AIDS risk grupları sorgulandığında en fazla korunmasız cinsel ilişki risk grubu olarak nitelendirilirken (%99,6), en az bilinen ise %33,6 oranıyla tüberküloz hastaları idi. Kan ve kan ürünleri ile bulaş %100 ile en fazla bilinen bulaş yolu olmuş, cinsel yolla bulaş %98 oranında bilinmiştir. Katılımcıların %2’si çatal, bıçak gibi eşyalarla; %3,3’ü kişisel eşyalarla; %3,7’si ortak kullanım alanıyla; %0,8’i tuvaletten bulaş olacağını düşünürken, tokalaşmayla bulaşacağını düşünen katılımcı yoktu. Total puanlamada, minimum 2 maksimum 12 puan alınmış, medyan 8 olarak saptanmıştır. 8 ve üstünde puan alan ve yeterli bilgiye sahip olanlar %65,20 (n= 165)’dir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Aile hekimliği uzmanlık öğrencilerinin HIV/AIDS’ten korunma, tanı ve tedavisi hususlarında bir takım eğitim gereksinimleri bulunmakta olup çalışan sağlığı ve toplum sağlığı yanında damgalanmanın azaltılması bakımından buna yönelik çalışmalar yapılması uygun olacaktır.
INTRODUCTION: The incidence of human immunodeficiency virus (HIV)/Acquired immunodeficiency syndrome (AIDS) is increasing in Turkey. As the first admission point, the level of knowledge of family physicians is important in screening, diagnosis, and early treatment of this disease. We aimed to determine the areas that need to be improved by evaluating the knowledge level of family medicine residents about this topic.
METHODS: This cross-sectional study carried out on family medicine residents who were trained in Training and Education Hospital of Health Sciences University, in Istanbul, Turkey. A 23-item questionnaire included questions about HIV/AIDS and demographics, and 12 questions were 3-point Likert-type questions. Points were collected, and the median value was taken; above-median values were evaluated as knowledge sufficiency (Cronbach’s alfa, 0.72). The statistical significance level of alpha was accepted as p<0.05.
RESULTS: In the study including a total of 253 participants, 65.6% were female, and the average age was 31.5% When the HIV/AIDS risk groups were examined, they considered the unprotected sexual intercourse as the riskiest groups (99.6%), and the least known were 33.6% of patients with tuberculosis. The most common known route of transmission was through blood and blood products (100%) and sexual transmission route was known also in high rates (98%). There were no participants who thought that infection could be transmitted by the handshaking. A total of 2% of participants believed that transmission was possible via eating utensils (forks, knives); 3.3% via personal items; 3.7% via commonly used items, while 0.8% thought it was possible via toilet. There were no participants who thought that infection could be transmitted by the handshaking. In the total score, 2 points were taken as a minimum, 12 points were taken as the maximum and 8 points were taken as the mean. The percentage of those who scored 8 or more and had sufficient knowledge was 65.2%.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Family medicine residents have some training needs in the context of prevention, diagnosis, and treatment of HIV/AIDS. Studies on the elimination of an inadequate level of knowledge about it during specialty training and in-service training practices will not only increase the quality of service but also positively affect their approach to individuals with HIV/AIDS and help solving stigma problem.
Abstract | Full Text PDF