Volume: 32  Issue: 1 - 2016
Hide Abstracts | << Back
RESEARCH ARTICLE
1.The Efficacy and Complications of a Single Dose Intravitreal Triamcinolone Acetonide Injection in Diabetic Macular Edema
Esra Türkseven Kumral, Ulviye Yiğit, Ayşe Burcu Dirim, Metin Ekinci, Ersin Oba
doi: 10.5222/otd.2016.1025  Pages 1 - 6
GİRİŞ ve AMAÇ: Diyabetik retinopatiye bağlı diffüz maküla ödeminde tek doz intravitreal triamsinolon asetonid enjeksiyonunun etkinliğini, kısa ve uzun dönem komplikasyonlarını incelemek.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya diyabetik retinopatiye bağlı diffüz maküla ödemi bulunan 39 hastanın 54 gözü dahil edildi. Tek doz 4 mg/0.1 ml intravitreal triamsinolon asetonid enjeksiyonu uygulanan hastalar çalışma kapsamına alındı. Hastaların en iyi düzeltilmiş görme keskinlikleri, optik koherens tomografi ile ölçülen maküla kalınlıkları, göz içi basıncı değişiklikleri ve komplikasyonları incelendi.
BULGULAR: Tedavi öncesine göre görme keskinliğinde 1. ve 6. ayda istatistiksel olarak anlamlı artış saptandı (p<0.05). Olguların intravitreal triamsinolon asetonid uygulaması öncesi ölçülen maküla kalınlıkları ortalama 445.11 ± 109.58 μm idi. 1. ay kontrolünde 275.87 ± 55.80 µm, 6. ay kontrolünde ise 370.78 ± 111.57 μm olarak saptandı. Maküla kalınlığında 1. ve 6. aylarda istatistiksel olarak anlamlı bir azalma olduğu gözlendi(p<0.05). 1. ve 6. aylarda ölçülen maküla kalınlık ortalamaları karşılaştırıldığında 6. ayda 1. aya göre maküla kalınlıklarında artış olduğu ancak bu artışın preoperatif değerlere ulaşmadığı gözlendi. Tedavi öncesine göre 1., 2. ve 3. aylarda ölçülen göz içi basınçlarında istatistiksel olarak anlamlı artış saptandı(p<0.05). Subkonjonktival hemoraji (%50), katarakt (%44), arka kapsüle sıvaşık triamsinolon asetonid partikülleri (%1.85), postoperatif hipotoni (%1.85), psödohipopyon (%5.55) görülen komplikasyonlar olarak kaydedildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Diyabetik retinopatiye bağlı gelişen diffüz maküla ödemi tedavisinde tek doz intravitreal triamsinolon asetonid enjeksiyonunun görme keskinliğini artırdığı, maküla kalınlığını azalttığı gözlendi. Ancak izlenen olumlu etkilerinin geçici olduğu, yüksek oranda katarakt gelişimine ve göz içi basıncı artışına neden olduğu saptandı.


INTRODUCTION: Objective: To evaluate the efficacy, short and long term complications of single dose intravitreal triamcinolone acetonide injection in diabetic macular edema.
METHODS: 54 eyes of 39 patients with diabetic macular edema were included in the study. The results of the patients who received single dose intravitreal 4 mg/0.1 ml triamcinolone acetonide injection were recorded. Best-corrected visual acuity, central macular thickness, intraocular pressure changes and complications were evaluated.
RESULTS: At the first month, best-corrected visual acuity increased and central macular thickness decreased significantly from baseline values (p<0.05). Mean central macular thickness before injection, at first and 6th month was 445.11 ± 109.58 μm, 275.87 ± 55.80 µm, 370.78 ± 111.57 μm respectively. At 6th month, central macular thickness increased but did not reach pretreatment values. There was an increase in intraocular pressure at first, second and third months. Subconjonctival hemorrhage (%50), cataract formation (%44), triamcinolone acetonide particules on posterior capsule (%1.85), postoperative hypotony (%1.85), pseudohypopion (%5.55) were recorded as complications.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Single dose intravitreal triamcinolone acetonide injection improved visual acuity and reduced central macular thickness in diffuse diabetic macular edema. However the effect was transient and complications such as cataract formation and increase in intraocular pressure were seen frequently.
Abstract | Full Text PDF

2.Career Planing of Nurses: An Example of Training and Research Hospital
Güven Bektemür, Sevgi Demiray, Dilek Özdemir Ürkmez
doi: 10.5222/otd.2016.1026  Pages 7 - 13
GİRİŞ ve AMAÇ: Kariyer planlama, modern örgütlerin amaç ve hedeflerine ulaşmada, bireyin amaçlarıyla kurumun amaçlarını buluşturmada, verim ve performans artışını sağlamada önemli bir rol oynamaktadır. Hemşirelerin üstlenebilecekleri pozisyonlara yerleşmeleri mutlu ve yüksek performansta çalışmalarını sağlayacak, hemşirelik bakımını ve hastanelerin kalitesini yükseltecektir. Bu nedenle çalışma, bir eğitim araştırma hastanesinde çalışan hemşirelerin hastanelerindeki kariyer planlama çalışmalarına ilişkin değerlendirmeleri ve bu değerlendirmelerin tanımlayıcı özelliklerine göre farklılaşma durumunu incelemek amacıyla yapıldı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmanın tasarımı, tanımlayıcı niteliktedir. Araştırmanın evrenini Sağlık Bakanlığı’na bağlı bir eğitim araştırma hastanesinde çalışan tüm hemşireler, örneklemini ise basit rastgele örnekleme yöntemi ile seçilen araştırmaya katılmaya gönüllü 100 hemşire oluşturdu. Araştırma verileri SPSS 15.0 programıyla analiz edildi.
BULGULAR: Araştırma kapsamındaki hemşirelerin %87‘si (n=87) kadın, %47’si (n=47) 30-39 yaş aralığında, %65’i (n=65) evli, %37’si (n=37) Sağlık Meslek Lisesi mezunu, %43’ü (n=43) 2-5 yıl aynı hastanede görev yaptığını ve %82’si (n=82) aktif hemşire olarak çalıştığını belirtti. Araştırmaya katılan hemşirelerin % 56’sı (n=56) yeni Hemşirelik Yasası’nı bildiklerini ve %52’si (n=52) de yasanın kariyer planlarını etkileyeceğini düşündüğünü belirtti. Ayrıca araştırmaya katılanların %53’ü (n=53) mevcut pozisyonundan memnun olmadığını ve %43’ü (n=43) öncellikle kariyerleri için özel dallarda sertifika almayı düşündüklerini belirtti.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hemşirelerin hastanelerindeki kariyer planlama çalışmalarına ilişkin değerlendirmeleri ve bu değerlendirmelerin tanımlayıcı özelliklerine göre farklılaşma durumunu incelendiğinde; kariyer yönetimi uygulamalarının etkinliğinin ortalamanın üstünde bir değerde olduğu, kariyer yönetiminin etkinliğine ilişkin görüşlerinin cinsiyetleri, medeni durumları, hemşire olarak çalışma süreleri, mevcut hastanede çalışma süreleri, hemşirelik yasası hakkında bilgi sahibi olma, yeni hemşirelik yasasının kariyer planına olan muhtemel etkilerine bağlı olarak farklılaşmadığı sonucuna varılmıştır.
INTRODUCTION: Career planning has a significant role for modern organisations in order to increase the efficiency and performance. Placement of nurses to the positions that they can carry, will motivate them to work happily with higher performance and also increase the service quality of nursing care services and hospitals. This study was prepared to examine the assesment of career planning works of nurses operating in the training and research hospital and their differentations according to the descriptive properties of this assesment.
METHODS: Design of the study is descriptive. Universal set of the study constitutes entire population of nurses working on the training and research hospital which is belong to Ministry of Health, sample cluster contitutes 100 volunteer nurses who are chosen by simple random sampling methodology.
RESULTS: Nurses examined according to the study indicated that, 87 % ( n= 87 ) is female, 47% ( n=47) is between the age of 30 – 39, 65% (n=65 ) is married, 37% ( n=37) is graduated from medical vocational high school, 43 % ( n=43) have been working in the same hospital between 2-5 years and 82% (n=82) is working as a nurse. Samples also indicate that 56 % (n=56) knows the new Nursing Law and 52 % ( n= 52) believes that new Nursing Law will effect their career planning. Addition to this 53% (n=53) is discontent with their current position and 43% ( n=43) is considering to have additional certificates for special branches priorly for their careers.

DISCUSSION AND CONCLUSION: The effectiveness of career management application is over the average, their opinions about the effectiveness of the career planning effectiveness don’t differentiate according to gender, marital status, working period as a nurse, working period in the current hospital, have knowledge about the nursing law and possible effects of the new nursing law over their career plan.
Abstract | Full Text PDF

3.Demographic Characteristics and Maternal-Fetal Outcomes of Adolescent Births: A Case-Control Study in a Reference Hospital in Istanbul
Kerem Doğa Seçkin, Burak Yücel, Mehmet Fatih Karslı, Çağdaş Özdemir, Cihan Togrul, Engin Çelik, Tuncay Küçüközkan, Gökhan Yıldırım
doi: 10.5222/otd.2016.1027  Pages 14 - 18
GİRİŞ ve AMAÇ: Adölesan yaşta doğum yapan hastalar ile 20 ila 35 yaşları arasında doğum yapan hastalardan seçilen kontrol grubu arasında demografik özellikler ve maternal-fetal sonuçlar açısından fark olup olmadığının araştırılmasıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 2014 yılı içinde İstanbul Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’nde doğumu gerçekleşmiş 300 adölesan gebe (14-19 yaş arası) ve kontrol grubu olarak yine aynı yıl arasında doğum yapmış rastgele seçilen 320 gebe kadın (20-35 yaş) dâhil edilmiştir.
BULGULAR: Adölesan grubun yaş ortalaması 16.72±1.21, kontrol grubundaki hastaların yaş ortalaması 28.68±4.14 idi. Eğitimsiz ve düşük eğitim düzeyi oranı adölesan grubunda daha fazla idi. Adölesan gebelik grubunda epizyotomi ile normal doğum oranı yüksek, sezaryen oranları ise düşük saptandı. Preeklampsinin adölesan gebelik grubunda daha sık görüldüğü saptandı. Fetal anomali sıklığı kontrol grubunda daha yüksek idi. 1. dakika Apgar skorları adölesan gebelik grubunda daha düşük saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Adölesan gebelikler kötü maternal ve fetal sonuçlarla birliktelik göstermesi nedeniyle yüksek riskli gebeliklerdir. Adölesan gebeliklerin yönetiminde bu durum dikkate alınmalıdır.
INTRODUCTION: To investigate the difference between births in adolescent ages and controls who selected within women delivered between ages of 20 and 35.
METHODS: In year of 2014, among patients who applied to Istanbul Kanuni Sultan Suleyman Research and Training Hospital, results regarding 300 pregnant adolescents between ages of 14-19 and the 320 pregnant women between ages of 20-35 were included to study.
RESULTS: Average age of adolescent pregnant women were found to be 16.72±1.21, whereas average age of the pregnant women at reproductive phase were determined as 28.68±4.14. Cesarean section rates were lower and vaginal delivery with episiotomy was higher in adolescent pregnancies. The incidence of preeclampsia was higher in adolescent pregnancy group. Fetal anomalies were lower in adolescent group. Apgar scores at 1 minute were lower in adolescent group.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Adolescent pregnancies are high-risk pregnancies because of being associated with poor maternal and fetal outcomes. This should be taken into account in the management of adolescent pregnancies.
Abstract | Full Text PDF

4.Comparison of Plate Osteosynthesis and Tension Band Technic in Simple and Comminucated Olecranon Fractures
Emin İrfan Gökçay, Haluk Çabuk, İsmail Kalkar, Ali Çağrı Tekin, Cem Dinçay Büyükkurt
doi: 10.5222/otd.2016.1028  Pages 19 - 23
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmamızda plak vida osteosentez ile gergi bandı tekniğini kullanarak opere ettiğimiz olekranon kırıklarının sonuçlarını kıyaslamak istedik.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2012 ile Aralık 2013 tarihleri arasında kliniğimizde olekranon kırığı (mayo tip 2A ve 2B) nedeniyle opere edilen 58 hastanın sonuçları geriye dönük olarak incelendi. Plak vida osteosentez yapılan ortalama yaşı 43,3 (18-71) olan 28 hasta, gergi bandı uygulanan ortalama yaşı 43 (6-78) olan 30 hasta çalışmaya dahil edildi. Plak vida osteosentez yapılan 28 hastanın 10’u (%35) mayo tip 2A, kalan 18 hasta mayo tip 2B’dir. Gergi bandı uygulanan 30 hastanın 19’si (%63,3) tip 2A iken diğerleri tip 2B idi. Hastaların aktif eklem hareket açıklığı ölçüldü ve ağrı düzeyleri VAS skoru ile değerlendirildi. Yaşam fonksiyonları değerlendirmek için Mayo Dirsek Performans Skoru (MEPS) kullanıldı. Tüm hastaların dirsek 2 yönlü grafileri çekildi. Gelişen komplikasyonlar ve tekrar yapılan cerrahiler kayıt edildi.
BULGULAR: Hastaların ortalama takip süresi 20,6(12-36) idi. Plak vida yapılan grupta VAS skoru ortalama 1,9(0-5), MEPS ise 87,3(65-100) idi. Gergi bandı grubunda VAS skoru ortalama 1,6(0-4), MEPS 92,6(75-100) olarak bulundu. MEPS değeri plak vida yapılan grupta iyi olarak değerlendirilirken, gergi bandı grubunda mükemmel olarak değerlendirildi. Her iki grupta minimal hareket kısıtlılığı, fiziksel kapasitede minimal kayıpla birlikte klinik olarak anlamlı bir fark bulunmadı (p>0,05). Her iki grupta da kaynamama vakasına rastlanmadı. Plak vida grubunda 4 hasta(%14,2), gergi bandı grubunda 2 hasta (%6,6) olmak üzere toplam 6 hastanın (%10,3) ekleminde dejeneratif değişikliklere rastlandı. Plak vida uygulanan 2 hastanın(%7,1) irritasyon nedeniyle kaynama sonrası implantları çıkartıldı. Gergi bandı yapılan 4 hastanın (%13,3) k-teli migrasyonu nedeniyle materyalleri çıkartıldı. Yine gergi bandı uygulanan 2 hastanın (%6,6) erken dönemde serklaj teli kırıldı ancak takiplerde kaynama olması üzerine herhangi bir cerrahi işlem yapılmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda olekranon kırıklarında gergi bandı ile plak vida uygulaması karşılaştırıldığında klinik olarak anlamlı bir fark tespit edilememiştir. Bu nedenle olekranon kırıklarında cerrah kendi deneyimini göz önüne alarak iki yöntemden birini seçebilir.
INTRODUCTION: In this study we try to eveluate the results of tension band osteosynthesis versus plate osteosynthesis in olecranon fractures.
METHODS: . We Analyse 58 patients with olecranon (Mayo tip 2A ve 2B) fractures operated in our clinic between Januvary 2012 to December 2013 retrospectively. All patients eveluated for active range of motion, pain scores with VAS, and for daily activity with Mayo Elbow Performance Score (MEPS). True anteroposterior and lateral radiographs were obtained. Complications and resurgeries were recorded.
RESULTS: Mean follow up was 20,6 months (minimum 12 to maximum 36). In plate osteosynthesis group mean VAS score was 1,9 (0-5), MEPS was 87,3 (65-100). In tension band group mean VAS score was 1,6 (0-4), MEPS was 92,6 (75-100). While mean MEPS scores were good in plate osteosynthesis group and perfect in tension band group. Minimal loss in range of motion and physical performance were seen in both groups but this was not significantly important (p>0.05). No nonunion was seen in both groups. In 6 patients, 4 (14,2%) were in plate osteosynthesis group and in 2 (6,6%) were in tenion band gruop, minimal degenerative changes were seen.
DISCUSSION AND CONCLUSION: As a conclusion no clinicily significant differance between tension band technic and plate osteosynthesis in olecranon fractures was seen in our study. Surgeon could choose both technic according to his or her clinical experiance.
Abstract | Full Text PDF

5.Investigation of Hyperplastic Type Congenital Breast Abnormalities and Algorithm for Clinical Approach
Tuğçe Yasak, Özay Özkaya, Derya Bingöl, Onur Egemen, İlker Üsçetin
doi: 10.5222/otd.2016.1029  Pages 24 - 27
AMAÇ: Bu çalışmada; aksesuar meme dokusu tanısı ile kliniğimizde opere edilen hastalar geriye dönük olarak incelenerek, klinik yaklaşım algoritmamız, uygulanan operasyonlar ile birlikte ek anomaliler açısından tarama sonuçlarımızın sunulması amaçlandı

YÖNTEMLER: Ağustos 2010 -Temmuz 2014 tarihleri arasında, kliniğimizde, aksesuar meme dokusu nedeni ile opere edilen 26 hasta çalışmaya dahil edildi. Hasta dosyalarından detaylı öykü ve fizik muayene bulguları ve fotoğraf arşivi incelendi, aile öyküleri sorgulandı ve kayıt edildi. Eşlik eden nefroüriner anomaliler açısından hastaların tam idrar tetkikleri, renal ultrason görüntülemeleri, idrar kültürleri incelendi. Endokrinolojik açıdan şikayeti ya da fizik muayene bulgusu olan hastalara, ilgili sisteme yönelik yapılan hormonal testler değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen hastaların %7.7’sinde (n=2) aile öyküsü pozitif olarak saptandı. Sporadik görülen aksesuar meme olgularından politeli olan bir hastada ve polimasti olan bir hastada eşlik eden henüz tanı almamış unilateral renal agenezi saptandı ve ileri tetkik açısından nefroloji bölümüne yönlendirildi. Hastalardan %3.8’inde (n=1) ise ötiroid multinodüler guatr saptandı.
SONUÇ: Konjenital meme anomalisi saptanan hastalarda detaylı aile öyküsü araştırılmalı, eşlik eden nefroüriner, endokrinolojik anomaliler açısından detaylı fizik muayene, laboratuvar ve görüntüleme yöntemleri ile hasta olası ek anomaliler açısından taranmalıdır.
OBJECTIVE: In this study; patients with congenital breast abnormality has been retrospectively examined. Our clinical approach algorithm is aimed to be presented with implemented operations in terms of scan results for additional abnormalities.
METHODS: 26 patients have been included to this study operated for congenital breats abnormality in August 2010 – July 2014. Detailed patient history, physical examination findings, complete urine analysis renal ultrasound screening and urine culture have been examined in the sense of concomitant nephrourinary abnormalities. Results of hormonal tests devoted to related systems have been evaluated for the patients with physical examination findings or endocrinologic complaints.
RESULTS: Positive family history has been determined 7.7% of the included patients (n=2). A patient seen sporadic accessory nipple has been determined undiagnosed unilateraly renal agenesia and patient has been directed to nephrology for further examination. Euthyroid multi-nodular goitre has been determined for 3.8% of the patients.
CONCLUSION: Detailed family history should be questioned for the patients with congenital breast abnormality and concomitant nephrourinary or endocrinologic abnormalities, detailed physical examination should be conducted. Additionally patients are required to be scanned with laboratory and screening methods in the sense of additional abnormalities.
Abstract | Full Text PDF

6.Retrospective Analysis of 14 Cutaneous Sarcoidosis Patients with Clinical and Dermoscopic Features
Şule Güngör, Bachar Memet, Ralfi Singer, Emek Kocatürk Göncü, İlteriş Oğuz Topal
doi: 10.5222/otd.2016.1030  Pages 28 - 35
AMAÇ: Sarkoidoz, nedeni bilinmeyen, nonkazeifiye granülomlarla karakterize multisistemik bir hastalıktır. Bu çalışmanın amacı sarkoidoz tanısı alan hastalarımızın klinik ve dermatoskopik özelliklerini analiz etmektir.
YÖNTEMLER: Kliniğimizde 2010-2015 yılları arasında sarkoidoz tanısı alan hastaların dosyaları retrospektif olarak tarandı.
BULGULAR: Hastaların 13 ü kadın biri erkekti. En sık gözlenen dermatolojik lezyon makülopapüler lezyonlar ve en sık lezyon yerleşim yeri yüz idi. Yedi hastada pulmoner tutulum saptandı. Pulmoner tutulum birlikteliği ile görülen en sık lezyon eritema nodozumdu. Dermatoskopik incelemede en sık gözlenen özellik translusen sarı-turuncu yapısız alanlardı. Sarı globüller, beyaz çizgiler, translusen alanları örten beyaz yapısız alanlar, kısa damarlar ve santral skar benzeri alanlar azalan oranlarda dermatoskopik inceleme ile gözlendi.
SONUÇ: Kutanöz sarkoidoz çoğunlukla yüzde yerleşen dermoskopik incelemede translusen sarı-turuncu alanların gözlendiği makülopapüler lezyonlar olarak ortaya çıkar.
OBJECTIVE: Sarcoidosis is a multisystemic disease of unknown etiology that is characterized by noncaseating granulomas. The aim of this study is to review our sarcoidosis patients retrospectively with clinical and dermoscopic features.
METHODS: The medical reports of 14 patients diagnosed as cutaneous sarcoidosis between 2010 and 2015 were retrospectively reviewed.
RESULTS: 13 patients were women and one patient was man. The most common dermatological lesion was maculopapular lesion and the most common site was face. Pulmonary involvement was seen in 7 patients. The most common lesion seen with pulmonary involvement was erythema nodosum. The most common dermoscopic feature was translucent yellow-orange structureless areas. Yellow globules, white lines, white structureless areas covering yellow areas, short vessels and central scar-like areas were observed with decreasing rate.
CONCLUSION: Cutaneous sarcoidosis mostly present with facial maculopapular lesions with translucent yellow areas seen in dermoscopic examination.
Abstract | Full Text PDF

REVIEW
7.Complementary And Alternative Medicine Practice in Infertility
Handan Özcan, Nezihe Kızılkaya Beji
doi: 10.5222/otd.2016.1031  Pages 36 - 44
Son yıllarda hem infertilite hastaları hem de hekimler tarafından, tamamlayıcı ve alternatif tıp uygulamalarının kullanımı artmaktadır. Çok güncel bir sorun olan ve sürekli yenilikler getirilen infertilite tedavisinde, tamamlayıcı ve alternatif tıp uygulamaları kaçınılmazdır. Genellikle hastalar tarafından tercih edilen bu uygulamalar akupunktur, vitamin ve mineraller, beslenme ve yaşam tarzı değişiklikleri, homeopati, zihin-beden-enerji tıbbı, yoga, aromaterapi ve psikoterapidir. Kültür, coğrafya, geleneklere göre değişen bu uygulamalar için daha fazla kanıt temelli çalışmalara ihtiyaç vardır.
In recent years, both by physicians and patients of infertility, the use of complementary and alternative medicine practices is increasing. Which is a very topical issue and continuously introduced innovations in infertility treatment, complementary and alternative medicine practices is inevitable. These applications often preferred by patients acupuncture, vitamins and minerals, dietary and lifestyle changes, homeopathy, mind-body-energy medicine, yoga, aromatherapy is and psychotherapy. Culture, geography, tradition, these practices vary according to the need for more evidence-based studies.
Abstract | Full Text PDF

CASE REPORT
8.A Case of Hyperprolactinemia At Childhood
Beril Yaşa, Nalan Karabayır, Tuğrul Örmeci, Özlem Öcal, Servet Erdal Adal
doi: 10.5222/otd.2016.1032  Pages 45 - 48
Hiperprolaktinemi çocukluk yaş grubunda nadir olup hipofiz adenomlarından kaynaklanabilir. Onaltı yaşında kız hasta adet görememe, sol göğsünden süt gelmesi şikayetleri ile başvurdu. Fizik muayenesinde tiroid bezi palpe edilmeyen hastanın sol memesinden süt aktığı saptandı. Tetkiklerinde Tiroid Stimulan Hormon (TSH)=3.13uIU/ml (0.5-5 uIU/ml), serbestT4=0.73ng/dl (0.71-1.85ng/dl), Folikül Stimulan Hormon (FSH)=10.7 mIU/ml (4-13 mIU/ml, foliküler faz), Lüteinizan Hormon (LH)=8.45 mIU/ml (2.4-12.6 mIU/ml), Prolaktin=227.9ng/mL (5.18-26.53ng/ml) bulunması üzerine çekilen Hipofiz manyetik rezonans görüntülemede sella turcicayı genişleten, suprasellar sisterni oblitere eden, optik kiazmaya kadar uzanan 20x15 mm ebadında makroadenom saptandı. Kan Kortizol=14 mcg/dl (<20 mcg/dl), Büyüme Hormonu=2.86 mIU/ml (0-20 mIU/ml), Adrenokortikotropik Hormon (ACTH)=24.7 pg/ml (0-100 pg/ml) bulunan hastanın görme alanı muayenesinde bitemporal defekt izlenmedi. Nöroşirurji konsültasyonunda cerrahi girişim düşünülmeyen hastaya Kabergoline tedavisi başlandı. Tedavinin 2. gününde galaktoresi kaybolan olgunun 7. günde bakılan kan prolaktin düzeyi 14.84 ng/mL saptandı. Tedavinin 20. gününde çekilen Hipofiz manyetik rezonans görüntülemede adenom boyutlarında küçülme tespit edildi. Sonuç olarak çocuklarda hipofizer adenomların tedavisinde medikal tedavi ile yüz güldürücü sonuçlar alınabilir. Bu nedenle cerrahi girişimden önce medikal tedavi denenmelidir.
Hyperprolactinemia is a rare disease in childhood which can originate from pituitary adenomas. Sixteen years old girl admitted with complaint of amenorrhea and galactorrhea from left breast. On physical examination thyroid gland was nonpalpable and galactorrhea from left breast is detected. Laboratory evaluations revealed that; Thyroid Stimulating Hormone (TSH)=3.13uIU/ml (0.5-5uIU/ml), freeT4=0.73ng/dl (0.71-1.85ng/dl), Follicule Stimulating Hormone (FSH)=10.7mIU/ml (4-13mIU/ml, follicular phase), Luteinising Hormone (LH)=8.45mIU/ml, Prolaktin=227.9ng/mL (5.18-26.53ng/ml). Pituitary magnetic resonance imaging showed a macroadenoma about 20x15 mm extending to optic chiasm, enlarging sella turcica and obliterating suprasellar cisterna. Serum levels of cortisole =14mcg/dl (<20 mcg/dl), growth hormone =2.86mIU/ml (0-20 mIU/ml), Adrenocorticotropic Hormone (ACTH) =24.7 pg/ml (0-100pg/ml). There was no bitemporal defect in visual area examination. On neurosurgical consultation,there were no neccesity for surgical intervention and cabergoline treatment was initiated. Galactorrhea was resolved on the second day of treatment,and prolactin level decreased to 14.84 ng/ml on 7th day. Pituitary magnetic resonance imaging showed shrinkage in size of adenoma on 20th day. At a conclusion,medical treatment of prolactinoma in childhood may have satisfying response; so that medical treatment should be tried before surgical intervention.
Abstract | Full Text PDF

9.Benign Epidermal Perianal Inclusion Cysts
Özlem Öndeş Bayar, Refik Bademci, İsmail Ege Subaşı
doi: 10.5222/otd.2016.1033  Pages 49 - 51
Epidermal kistler çok yaygın lezyonlardır. Bu makalede perianal yerleşimli epidermal inklüzyon kist olgusu sunmaktayız. Yüzeyel ultrason ile perianal bölgede yerleşmiş olan kistik kitlenin olduğu görüldü. Histopatolojik değerlendirme için kitleye total eksizyon uyguladık. Patoloji sonucu epidermal inklüzyon kisti geldi. Perianal yerleşimli epidermal inklüzyon kistleri nadir görülen lezyonlardır. Anal ve perianal bölge benign ve malign hastalıklarının ayırıcı tanısında bu bölgenin epidermoid kistleride akılda tutulmalıdır.
Epidermal cysts are very common lesions.We offer a perianal epidermal inclusion cysts located in the article. Cystic in the perianal region with superficial ultrasound showed that the mass. We performed total excision of the mass for histopathological evaluation. Pathology results came epidermal inclusion cyst. Perianal localization of epidermal inclusion cysts are rare lesions.In the differential diagnosis of benign and malignant diseases of the anal and perianal epidermoid cyst should be considered in this area.
Abstract | Full Text PDF

10.Case of an Acute lymphoblastic Leukemia Presenting as Elbow Septic Arthritis
Meltem Erol, Oktay Adanır, Özlem Bostan Gayret, Özgül Yiğit
doi: 10.5222/otd.2016.1034  Pages 52 - 55
Giriş: Çocukluk çağında akut lösemi sıklıkla kas iskelet sistemini tutar ve başlangıçta değişik ortopedik durumları taklit edebilir. Öykü ve klinik bulgular yanıltıcı olabilir ve hematolojik ve radyolojik değerlendirmeler tanı koymada yardımcı olmayabilir.
Olgu: Üç yaşında erkek hasta sağ dirsekde şişlik ve ağrı nedeniyle başvurdu. Septik artrit tanısıyla altı hafta antibiyotik tedavisi aldı. Fizik muayene ve laboratuar bulguları normale döndü. Çekilen kontrol sağ kol grafisinde metafizde osteoporoz ve periost reaksiyonu saptandı. Yapılan kemik iliği incelemesi sonucunda akut lösemi tanısı konuldu.
Sonuç: Olgumuz ortopedik problemler ile başvuran çocukların ayırıcı tanısında akut löseminin düşünülmesi gerektiğini vurgulamak için sunulmuştur.
Introduction: In childhood, acute leukemia commonly involve the musculoskeletal system and it can mimic orthopedic pathologies at the beginning of the disease. History and physical examination findings may be misleading. Hematological and radiological evaluations may not be helpful in the diagnosis.
Case: Our case is a 3 years old boy admitted to us swelling and pain in his right elbow. He diagnosed elbow septic arthritis and treated like septic arthritis for 6 weeks. After the end of treatment patients physical examination and labaratory findings were normal, but patient control x-ray presented abnormal periosteal reaction and osteoporosis. He was searched again and diagnosed as acute leukemia by bone marrow evaluation
Conclusion: . The case was presented to express once again; that acute leukemia must be kept in mind in the differential diagnosis of children with orthopedic problems.
Abstract | Full Text PDF

11.Anesthetic Management of the Child with Osteogenesis İmperfecta: Seven General Anesthesia Experience in one patient
Mahmut Alp Karahan, Harun Aydoğan, Ahmet Küçük, Maruf Sürücü
doi: 10.5222/otd.2016.1035  Pages 56 - 60
Osteogenesis imperfekta, anormal Tip I kollajen üretimi ile karakterize kalıtımsal, nadir görülen bağ dokusu hastalığıdır. Kemik kütlesinde azalma, kırılgan ve gevrek kemik oluşumu sonucunda artmış multiple fraktürler görülür. Eklemlerin hiperekstansibilitesi, mavi sklera, işitme kaybı, kısa boy ve dentinogenesis imperfekta Osteogenesis imperfekta’da görülen diğer klinik bulgulardır. Bu hastalarda anestezi uygulamaları sırasında, entübasyon güçlüğü, servikal vertebra fraktürleri ve kullanılan anestezik ajanlara bağlı malign hipertermi gelişebilir. Anatomik deformiteler ve trombosit disfonksiyonu anestezi tekniği seçimini etkilemektedir. Biz Osteogenesis imperfektalı bir çocuk hastanın geçirdiği 7 genel anestezi deneyimini literatür eşliğinde sunmayı amaçladık.
Osteogenesis imperfecta is a rare genetic disorder, inherited disease of connective tissue which is characterized by abnormal Type I collagen production. This cause decrease in bone mass of human body, bones become fragile and brittle, resulting in unreasonable multiple fractures. Other manifestations include hyperextensibility of the joints, blue sclera, hearing loss, short stature and dentinogenesis imperfecta. During the anesthetic management of these patients, intubation difficulties, cervical spine fractures, and malignant hyperthermia triggered by used anesthetic agents may develop. Anatomic deformities and platelet dysfunction influence the choice of anesthetic technique. We aimed to present a series of 7 general anaesthetics in one child patient suffering from this disease along with the literature.
Abstract | Full Text PDF

12.Rupture Of The Patellar Tendon And The Contralateral Quadriceps Tendon Associated With Chronic Renal Disease: A Case Report
Erdinç Genç, Oktay Adanir, Serdar Yüksel, Ozan Beytemur, Mehmet Akif Güleç
doi: 10.5222/otd.2016.1036  Pages 61 - 64
Kuadriseps tendon rüptürü ile beraber kontralateral patella tendon rüptürü oldukça nadir görülen bir durumdur. Sıklıkla kronik böbrek yetmezliği, diyabet, romatoid artrit gibi altta yatan sistemik bir hastalıkla beraberdir. Bu olgu sunumunda minör travmaya bağlı kuadriseps tendon rüptürü ve kontralateral patellar tendon rüptürü görülen sekonder hiperparatiroidizm ve kronik böbrek yetmezliği olan hastada cerrahi müdahele uygulaması değerlendirilmiştir.
Quadriceps tendon rupture with contralateral patellar tendon ruptures are rarely. It is commonly underlying with systemic disease like chronic renal disease, diabetes, romatoid artrhritis. Within scope of this case, we present surgical intervention the patient with chronic renal disease and seconder hyperparathyroidism with quadriceps tendon rupture and contralateral patellar tendon rupture caused by minor trauma.
Abstract | Full Text PDF