Cilt: 21  Sayı: 3 - Eylül 2023
Özetleri Gizle | << Geri
DERLEME
1.
Perioperative Acute Kidney Injury
Ozan Akca, Lee Goeddel
Sayfalar 153 - 161
Acute kidney injury (AKI) is one of the important complications of the perioperative period, and associated with increased risk of chronic kidney disease, renal replacement therapy requirements, increased cost, and risk of mortality. In this overview, we summarized baseline confounders and surgical procedure related risk factors contributing to the perioperative AKI, which may serve as risk scores, improve early diagnosis, contribute to prevention, and early management of AKI. There are immediate needs for context specific clinical prediction scores and novel biomarkers to very early diagnose AKI. Preventive guidance provided by KDIGO is a helpful practical tool for clinicians. Potential roles of novel biomarkers and their context specific contributions require further exploration and close attention. Perioperative hemodynamics and oxygenation appear to contribute to AKI. Therefore, while their optimization can be recommended, their detailed and context specific roles need further explored. Overall, decreased exposure to nephrotoxic agents is recommended to further decrease the impact of perioperative AKI.
Makale Özeti

ORJINAL ARAŞTIRMA
2.
PRE-DELIRIC (PREdiction of DELIRium in ICu patients) deliryum öngörme modelinin genel yoğun bakım ünitelerinde kullanılabilirliğinin değerlendirilmesi
An evaluation of the PRE-DELIRIC (PREdiction of DELIRium in ICu patients) delirium prediction model in intensive care units in Turkey
Samet Sayılan, Volkan OZEN, Betul Tosun, Aylin AYDIN SAYILAN, Nurten Ozen
Sayfalar 162 - 170
GİRİŞ ve AMAÇ: Metodolojik tipteki bu çalışma, yoğun bakım ünitesinde yatan hastalarda "PRE-DELIRIC Skoru" deliryum tahmin modelinin Türkiye'ye uyarlanması ve geçerliliğinin sağlanması amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırma, Ekim 2019-Nisan 2020 tarihleri arasında bir eğitim ve araştırma hastanesinin yoğun bakım ünitelerinde tedavi gören 172 hasta ile yapılmıştır. Veriler, (1) katılımcıların tanımlayıcı özelliklerine yönelik bilgi formu, (2) PRE-DELIRIC Skoru ve (3) Konfüzyon Değerlendirme Formu (CAM-ICU) ile toplanmıştır. Gruplara göre kesme noktasını saptamada ROC analizi ve tanı tarama testleri kullanıldı. Skorun duyarlılık ve özgüllük özelliği hesaplandı. Anlamlılık p<0.05 düzeyinde değerlendirildi.
BULGULAR: Delirium (PRE-DELIRIC) Skoru için elde edilen kesme noktası (≥%7,58) ile gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmıştır (p= 0,003). Delirium (PRE-DELIRIC) Skoru 7,58 ve üzerinde olan olgularda CAM-ICU pozitif olma riski 7,404 kat fazladır ((OR: 7.404; %95 GA: 1.638-33.469). ROC eğrisi altında kalan alan ise, %64.9 (%95 CI: 0.538-0.760) ve standart hata %5.6 (p=0.044) olarak saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada, PRE-DELIRIC skorunun güvenilir sonuçlara sahip olduğu bulundu. Yoğun bakımlarda deliryum gelişmesi olası olan hastalar için önemli olduğu görülmekte, uygulaması ve hesaplaması kolay kullanışlı bir skor olarak kullanımı önerilmektedir.
INTRODUCTION: The purpose of this methodological study was to perform the adaptation and validation of the "PRE-DELIRIC Score" delirium prediction model in Turkey in patients hospitalized in the intensive care unit.
METHODS: The research was conducted with 172 patients treated in the intensive care units of a training and research hospital between October 2019 and April 2020. The data were collected with (1) a data collection form for the participants’ descriptive characteristics, (2) the PRE-DELIRIC Score, and (3) the Confusion Assessment Method for the ICU (CAM-ICU). ROC analysis and diagnosis screening tests were used to determine the cut-off point according to the groups. The sensitivity and specificity of the score were calculated. Significance was evaluated at the p<0.05 level.
RESULTS: A statistically significant relationship was found between the cut-off point obtained for the PRE-DELIRIC Score (≥7.58%) and the groups (p= 0.003). The risk of being CAM-ICU positive was 7.404 times higher in patients with a PRE-DELIRIC Score of 7.58 or more (OR: 7.404; 95% CI: 1.638-33.469). The area under the ROC curve was 64.9% (95% CI: 0.538-0.760), and the standard error was 5.6% (p=0.044).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The PRE-DELIRIC score yielded reliable results in this study. It appears to be significant for patients with a likelihood of developing delirium in the intensive care unit, and its use is recommended as a functional score that is easily applied and calculated.
Makale Özeti

3.
Türk Yoğun Bakım Hemşirelerinin Covıd-19 Deneyimleri: Nitel Araştırma
Covıd-19 Experıences Of Turkısh Intensıve Care Nurses: A Qualitative Study
Dilek Büyükkaya Besen, Merve Günbaş, Merve Dervişoğlu
Sayfalar 171 - 180
GİRİŞ ve AMAÇ: Giriş: Hemşireler, COVID-19 ile mücadelenin ön saflarında yer alan sağlık çalışanlarıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Amaç: Bu araştırma, yoğun bakım hemşirelerinin pandemi sürecinde yaşadıkları sorunları, motivasyonlarını ve destek kaynaklarını ortaya çıkarmak amacıyla yapılmıştır.
BULGULAR: Yöntem: Araştırma betimsel nitel bir araştırmadır. Araştırmanın örneklemini İzmir'de bir devlet hastanesinin yoğun bakım ünitesinde çalışan ve COVID-19 tanılı hastalara bakım veren 12 yoğun bakım hemşiresi oluşturmuştur. Bulgular: Ana temalar ve alt temalar; Duygular (endişe/kaygı), Hasta bakımındaki zorluklar (aspirasyon, entübasyon) Bu süreçte hemşirelerin aldığı önlemler (iç izolasyon), COVID-19 pandemisinin yoğun bakım hemşireleri üzerindeki etkileri (fiziksel; sırt ağrısı, psikolojik; uyku sorunları),sosyal;dışlama), COVID-19 pandemisine dahil olan yoğun bakım hemşirelerinin destek ve motivasyon kaynakları (ekip arkadaşları desteği), Pandemi sürecinin (kriz yönetimi) olumlu katkıları belirlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuç: Yoğun bakım hemşireleri pandemi sürecinde fiziksel, psikolojik ve sosyal sorunlar yaşamış; Bu süreçte destek ve motivasyon kaynakları ile güçlenmeye çalıştıkları ortaya çıktı.
INTRODUCTION: Introduction: Nurses are healthcare workers at the forefront of the fight against COVID-19.
METHODS: Objective: This study was conducted to reveal the problems, motivation and support resources of intensive care nurses during the pandemic process.
RESULTS: Method: The study is a descriptive qualitative research. The study sample consisted of 12 intensive care nurses who worked in the intensive care unit of a state hospital in İzmir and gave care to patients with a diagnosis of COVID-19. Results: Main themes and subthemes; Emotions (worry/anxiety), Difficulties in patient care (aspiration,intubation) Precautions taken by nurses in this process(internal isolation), The effects of the COVID-19 pandemic on intensive care nurses (physical; back pain, psychological; sleep problems,social;exclusion), Support and motivation resources of intensive care nurses involved in the COVID-19 pandemic (team friends support), Positive contributions of the pandemic process (crisis management) have been determined.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Conclusion: Intensive care nurses experienced physical, psychological and social problems during the pandemic; It has been revealed that they are trying to get stronger with the support and motivation resources in this process
Makale Özeti

4.
Yoğun Bakımda yatan COVID-19 Hastalarında Sürekli Renal Replasman Tedavisinin ve Hemoabsorbsiyon Tedavilerinin Etkinliğinin Retrospektif Değerlendirilmesi
The Efficacy of Continuous Renal Replacement Therapy and Hemoabsorption Treatments in COVID-19 Patients in the Intensive Care Unit: a retrospective evaluation
Ela Paksoy Şenol, Ebru Karakoç, Zeynep Göçerler, Osman Özcan Aydın, Bırgul YELKEN
Sayfalar 181 - 189
GİRİŞ ve AMAÇ: COVID-19 enfeksiyonu için spesifik ANTI-COVID-19 tedavisinin olmadığı ve hastalığın şiddetine göre destekleyici bakımın önemli olduğu, Dünya Sağlık Örgütü tarafından vurgulanmıştır.
Çalışmalarda yoğun bakım ünitelerinde takip edilen, ciddi COVID-19 hastalarında %30 oranında akut böbrek hasarı (AKI) geliştiği ve çok büyük bir kısmında renal replasman tedavisi ihtiyacı olduğu görülmüştür
Çalışmamızda; yetişkin ağır COVID-19 hastalarında sürekli renal replasman tedavisi (SRRT) ile organ sistemleri, böbrek fonksiyonları, COVID-19 prognozu ve ek olarak uyguladığımız sitokin absorblama filtreleri ile sekonder hemofagositik lenfohistiyositoza etkilerini değerlendirmeyi amaçladık.

YÖNTEM ve GEREÇLER: 11/03/2020-15/06/2021 tarihleri arasında SRRT uygulanmış olan COVID-19 hastalarının verileri retrospektif olarak incelendi. Hastaların demografik verileri, SRRT öncesi ve sonrası böbrek fonksiyon testleri ve COVID-19 prognozunda yer alan biyokimyasal parametreler kaydedildi.
BULGULAR: Çalışmamızda SRRT tedavisi uygulanan hastaların mortalitesi %95 (2 hasta servise devir) olarak tespit edilirken ortalama yoğun bakım yatış süresi 18.2±11 gün olarak değerlendirildi. AKI oluşan hastalara uygulanan SRRT ile böbrek fonksiyon testlerinde düzelme tespit edilirken COVID-19 prognozunda yer alan biyokimyasal parametrelerde istatiksel olarak anlamlı fark bulunmadı. Hemoabsorbsiyon uygulanan 14 hastada mortalite %92.8 olarak tesbit edilirken bu hastaların inotrop ihtiyacında kısa süreli bir iyileşme olduğu tespit edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Aşıların COVID-19’u kesin olarak ortadan kaldırmasını beklerken, sınırlı tedavi seçenekleri olan COVID-19'lu kritik hastalara, SRRT gibi destek tedavisi ve ekstrakorporal kan pürifikasyonunun dahil olduğu immünomodülatör stratejileri benimsemek mantıklı görünmektedir.
Çalışmamıza göre AKI gelişen ağır COVID-19 hastalarına uygulanan SRRT, böbrek yetmezliğinde etkin bir tedavidir. Ancak COVID-19 progresyonunda etkinliği net olarak ortaya konulamamıştır.

INTRODUCTION: The World Health Organisation has emphasised that as there is no specific anti-COVID-19 treatment, supportive care according to disease severity is important. Previous studies have shown that acute kidney injury (AKI) develops in 30% of severe COVID-19 patients followed up in intensive care units and the majority of these require renal replacement therapy. The aim of this study was to evaluate the COVID-19 prognosis, renal functions and organ systems of adult, severe COVID-19 patients applied with continuous renal replacement therapy (CRRT) and the effects on secondary hemophagocytic lymphohistiocytosis with the additional application of absorption filters.
METHODS: A retrospective examination was made of the data of COVID-19 patients applied with CRRT between 11/3/20 and 15/06/2021. The demographic data of the patients were recorded together with the renal function test results before and after CRRT, and the biochemical parameters included in the COVID-19 prognosis.
RESULTS: Positive changes were determined in the kidney functions with CRRT applied to patients who developed AKI. No statistically significant difference was observed in the biochemical parameters included in the COVID-19 prognosis. In the 14 patients applied with hemoabsorption, the need for short-term inotropic support was reduced. In our study, the mortality of the patients who were treated with CRRT was 95% (2 patients transferred to the ward), while the average intensive care unit stay was 18.2±11 days. While improvement was detected in renal function tests with CRRT applied to patients with AKI, no statistically significant difference was found in biochemical parameters in the prognosis of COVID-19. While mortality was 92.8% in 14 patients who underwent hemoabsorption, a short-term improvement was observed in the need for inotropes in these patients.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Although vaccinations are expected to definitively eliminate COVID-19, for critical COVID-19 patients for whom the treatment options are limited, it would seem to be rational to adopt immunomodulator strategies including extracorporeal blood purification and supportive treatment such as CRRT. The results of this study have shown that CRRT applied to severe COVID-19 patients who develop AKI is an effective treatment for kidney failure. However, the effect on the progression of COVID-19 could not be clearly shown.
Makale Özeti

5.
Yoğun bakım ünitesinde takip edilen ağır COVID-19 hastalarında farklı solunum desteği yöntemlerinde alveolo-arteriyel oksijen gradienti ve mortalitenin değerlendirilmesi
Evaluation of alveolo-arterial oxygen gradient and mortality in different respiratory support methods in severe COVID-19 patients followed in the intensive care unit
Fatih Sargın, Anıl Kuvandık, Simay Karaduman, Hulya sungurtekin
Sayfalar 190 - 195
GİRİŞ ve AMAÇ: Ağır pnömoni, COVID-19 infeksiyonunda önemli bir mortalite nedenidir. Bu çalışma, yoğun bakım ünitesinde takip edilen ağır COVID-19 hastalarında hipoksemik solunum yetmezliği tedavisinde kullanılan nazal kanül, yüksek akışlı nazal kanül, non invaziv pozitif basınçlı ventilasyon ve invaziv mekanik ventilasyon ile solunum desteğine göre pulmoner gaz değişimini ve mortaliteyi değerlendirmeyi hedeflemektedir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: …………. Üniversitesi Hastanesi Anesteziyoloji Yoğun Bakım Ünitesinde tedavi gören 140 ağır COVID-19 hastasının kayıtları retrospektif olarak incelendi. Hastaların 3, 7, 14 ve 21. günlerdeki arteriyel kan gazı sonuçları kaydedildi.
BULGULAR: Hastaların alveolo-arteriel oksijen gradienti karşılaştırıldığında nazal kanül ile oksijen alan hastaların alveolo-arteriel oksijen gradienti, yüksek akışlı nazal kanül, non invaziv ve invaziv mekanik ventilasyon desteği alan hastalara göre anlamlı olarak daha düşüktü. Diğer gruplar kendi arasında karşılaştırıldığında yüksek akışlı nazal kanül, non invaziv ve invaziv mekanik ventilasyon desteği alan hastaların alveolo-arteriel oksijen gradientleri arasında anlamlı fark izlenmedi. Entübe olarak kabul edilen hastaların mortalitesinin diğer gruplara göre anlamlı olarak daha yüksek olduğu izlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ağır COVID-19 hastalarının kabul sırasında ve 3 haftalık takipte invaziv ve non-invaziv oksijen desteğinin benzer alveolo-arteriel oksijen gradientleri ile sonuçlandığını ancak entübe olan hastaların mortalitelerinin daha yüksek olduğu izlendi.
INTRODUCTION: Severe pneumonia is an important cause of mortality in COVID-19 infection. This study aimed to evaluate pulmonary gas exchange and mortality according to nasal cannula, high flow nasal cannula, non-invasive positive pressure ventilation and invasive mechanical ventilation used in the treatment of hypoxemic respiratory failure in severe COVID-19 patients.
METHODS: 140 severe COVID-19 patients who were treated in Department of Anesthesiology Intensive Care Unit of ……….. University Hospital were reviewed retrospectively. Arterial blood gas results on the 1st, 3rd, 7th, 14th and 21st days of admission were recorded.
RESULTS: The alveolo-arterial oxygen gradient of the patients receiving oxygen via nasal cannula was significantly lower than the patients receiving high-flow nasal cannula, non-invasive and invasive mechanical ventilation. When the other groups were compared, no significant difference was observed between the alveolo-arterial oxygen gradients of the patients who received high-flow nasal cannula, non-invasive and invasive mechanical ventilation support. It was observed that the mortality of the patients who were admitted as intubated was significantly higher than the other groups.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Invasive and non-invasive oxygen support resulted in similar alveolo-arterial oxygen gradients in severe COVID-19 patients at admission and at 3-week follow-up, but mortality was higher in intubated patients.
Makale Özeti

6.
Yoğun bakım ünitesi dışında yüksek akımlı oksijen ve non-invaziv ventilasyon uygulanan Covid 19 pnömonili hastaların özellikleri
Characteristics of patients with Covid 19 pneumonia treated with high-flow oxygen and non-invasive ventilation outside the intensive care unit
Burcu Ozdemir, Levent Özdemir, Mehmet Murat Çelik, Senem Urfalı
Sayfalar 196 - 201
GİRİŞ ve AMAÇ: Yoğun bakım ünitesi dışı COVID-19 servisinde yatan hastalara uygulanan yüksek akımlı oksijen (HFO) ve non-invaziv ventilasyon (NIV) tedavi yöntemlerini karşılaştırmak
YÖNTEM ve GEREÇLER: Kasım 2020-Haziran 2021 tarihleri arasında Devlet Hastanesi yoğun bakım ünitesi dışı covid servisinde yatarak tedavi olan yüksek akımlı oksijen(n=26), ve non-invaziv ventilasyon(n=23) uygulanan hastaların demografik özellikleri, hastanede yatış ve uygulanma süreleri, akut faz reaktanları, ROX indeksleri, komorbid durumları, radyolojik skorları ve sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi
BULGULAR: Çalışmaya 27’si erkek, 22’si kadın 49 hasta alındı. Yaş ortalaması 55,6±14,6 idi. Komorbitide olarak en sık hipertansiyon(n=27), diyabet(n=15) saptandı. HFO grubundaki hastalar 16,6±9,4 gün hastanede yatarken, 6±4,6 gün HFO uygulandı. NIV grubundaki hastalar 9,4±6,4 gün yatarken, 5,8±4,2 gün NIV uygulandı. HFO uygulanan hastaların satürasyonları(84,1±4,6), NIV uygulananlara(88,7±2) göre daha düşük saptandı. 49 hastadan %18,37’sinin ex olduğu bunlardan 5’inin HFO tedavisi alan, 4’ünün NIV tedavisi alanlardan olduğu saptandı. ROX indeksi ex olan grupta (n=9) yaşayanlara(n=40) göre anlamlı olarak düşük saptandı. Radyolojik görüntülemede HFO ve NIV tedavisi uygulanan hastaların pnömoni şiddetleri açısından anlamlı fark yoktu. Hastaneye yatış anındaki akut faz reaktanlarından ex grupta LDH ve CRP belirgin olarak yüksekti
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yoğun bakım dışı covid servisinde HFO yada NIV’ın mortalite açısından farklı olmadığı saptandı.
INTRODUCTION: Comparing high-flow oxygen (HFO) and non-invasive ventilation (NIV) treatment methods applied to patients hospitalized in the COVID-19 service outside the intensive care unit.
METHODS: Demographic characteristics, duration of hospitalization and application times, acute phase reactants, ROX indexs, comorbid conditions, radiological scores and results were evaluated retrospectively in patients treated with high-flow oxygen (n=26) and non-invasive ventilation (n=23) who were hospitalized in the covid service outside the intensive care unit of the State Hospital between November 2020 and June 2021
RESULTS: A total of 49 patients, 27 male and 22 female, were included in the study. The mean age was 55.6±14.6 years. The most common comorbidities were hypertension (n=27), diabetes (n=15). Patients in the HFO group were hospitalized for 16.6±9.4 days, HFO was applied for 6±4.6 days. Patients in the NIV group were hospitalized for 9.4±6.4 days, NIV was applied for 5.8±4.2 days. The saturations of the patients who were administered HFO (84.1±4.6) were found to be lower than those who received NIV (88.7±2). It was determined that 18.37% of 49 patients ex, 5 of whom were treated with HFO and 4 of them were those who received NIV treatment. The ROX index was found to be significantly lower in the death group (n=9) compared to the survivors (n=40). In radiological imaging, there was no significant difference in the severity of pneumonia in patients treated with HFO and NIV. LDH and CRP from acute phase reactants at the time of hospitalization are significantly higher in the group who ex
DISCUSSION AND CONCLUSION: It was determined that HFO or NIV were not different in terms of mortality in thr non-intensive care covid service
Makale Özeti

7.
Sol ventrikül destek cihazı implantasyonu sonrası akut böbrek hasarının insidansı ve risk faktörleri
The insidence and risk factors of acute kidney injury after left ventricular assist device implantation
Funda Atar, Helin Sahinturk, Aycan Ozdemirkan, Ozgur Ersoy, Pinar Zeyneloglu
Sayfalar 202 - 211
GİRİŞ ve AMAÇ: Sol ventrikül destek cihazı cerrahisi ile ilişkili akut böbrek hasarı (ABH), %15-45 insidans ile kalp cerrahisinin ciddi bir komplikasyonudur. Çalışma, LVAD cerrahisi sonrası erken dönemde ABH'yı KDIGO kriterlerini kullanarak değerlendirmeyi ve ABH olan ve olmayan hastaları insidans, risk faktörleri ve klinik sonuçları belirlemek için karşılaştırmayı amaçladı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu retrospektif kohort çalışmada, Ocak 2011 ile Aralık 2016 arasında LVAD implantasyonu uygulanan 18-75 yaş arasındaki tüm hastaların tıbbi kayıtları gözden geçirildi. Hastalar, demografik özellikleri ve perioperatif değişkenleri analiz etmek için ABH gelişimine göre iki gruba ayrıldı. ABH, KDIGO kriterlerine göre tanımlandı.
BULGULAR: Elli yedi hastanın 10'u (%18) kadındı ve ortalama yaş 44.6±16.1 yıldı. Otuz altı hastada (%63) LVAD implantasyonunu takiben ABH, gelişti. Lojistik regresyon analizi, ABH için bağımsız risk faktörleri olarak postoperatif birinci günde kardiyopulmoner bypass süresi, ortalama kan basıncı ve kümülatif sıvı dengesini ortaya koydu (OR: 1.013, CI %95 1.000-1.025, p=0.05; OR: 0.929, CI 95 %0.873-0.989, p=0.02; OR: 1.001, CI %95 1.000-1.001, p=0.04). ABH'li hastalarda hastane mortalitesi (%58'e karşı %24, p=0.01) ve 30 günlük mortalite (%39'a karşı %5, p= 0.01) anlamlı olarak daha yüksekti.

TARTIŞMA ve SONUÇ: Sonuçlarımız, LVAD cerrahisi sonrası hastaların %63'ünde ABH geliştiğini göstermektedir. ABH oluşumu için risk faktörleri, uzun kardiyopulmoner bypass süresini, daha düşük ortalama kan basınçlarını ve postoperatif ilk gün daha yüksek kümülatif sıvı dengesini içerir. Bu nedenle ABH, LVAD'den sonra en önemli morbidite ve mortalite nedenlerindendir.

INTRODUCTION: Left ventricular assist device surgery (LVAD) associated acute kidney injury (AKI) is a severe complication of cardiac surgery with 15-45% incidence. The study aimed to evaluate AKI in the early postoperative period after LVAD surgery using KDIGO criteria and compare patients with and without AKI to determine the incidence, risk factors, and clinical outcomes.

METHODS: In this retrospective cohort study, the medical records of all patients aged between 18-75 years undergoing LVAD implantation from January 2011 to December 2016 were reviewed. Patients were divided into two groups based on the development of AKI to analyze demographic features and perioperative variables. AKI was defined according to KDIGO criteria.

RESULTS: Out of 57 patients, 10 (18%) were female, and the cohort's mean age was 44.6±16.1 years. Thirty-six patients (63%) developed AKI following LVAD implantation. Logistic regression analysis revealed the duration of Cardiopulmonary bypass (CPB), mean arterial pressure, and cumulative fluid balance on the postoperative first day as independent risk factors for AKI (OR: 1.013, CI 95% 1.000-1.025, p=0.05; OR: 0.929, CI 95% 0.873-0.989, p=0.02; OR: 1.001, CI 95% 1.000-1.001, p=0.04 respectively). Hospital mortality (58% vs 24%, p=0.01) and 30-day mortality (39% vs 5%, p= 0.01) were significantly higher in patients who had AKI.

DISCUSSION AND CONCLUSION: Risk factors for the occurrence of AKI include a longer duration of CPB, lower mean arterial pressures, and higher cumulative fluid balance on the postoperative first day. Therefore, AKI is one of the most important causes of morbidity and mortality after LVAD.

Makale Özeti

8.
Hesaplanan ve Ölçülen Enerji Tüketimi Belirleme Yöntemlerinin Karşılaştırılması
Comparison of Calculated and Measured Energy Expenditure Determination Methods
Mürüvvet Dayıoğlu, Alper Yosunkaya
Sayfalar 212 - 219
GİRİŞ ve AMAÇ: Yoğun bakım hastalarında enerji tüketiminin doğru belirlenmesinde indirekt kalorimetri altın standart olarak kabul edilir. Bu çalışmanın amacı mekanik ventilasyon uygulanan hastalarda ölçülen enerji tüketimini, tahmin ettirici eşitliklerle hesaplanan enerji tüketimi ile karşılaştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma tıbbi/cerrahi yoğun bakım ünitemize yatırılan kırk hasta üzerinde yapıldı. Indirekt kalorimetre ile ölçülen 24 saatlik enerji tüketimi ile Harris-Benedict (HB), Schofield (SCH), Ireton-Jones (IJ) ve Swinamer (SW) denklemleri kullanılarak aktüel ve düzeltilmiş kilolara göre, düzeltme faktörleri de eklenerek hesaplanan enerji tüketimi karşılaştırıldı.
BULGULAR: Ölçülen enerji tüketimlerinin ortalaması 2698±606 kcal/gün olarak bulundu. Tüm eşitlikler, herhangibir düzeltme faktörü kullanılmadığında indirekt kalorimetre ile korele olmasına ve düzeltilmiş kilolar ile korelasyon güçlenmekteydi, bununla brirlikte Bland-Altman analizi uyum limitlerinin geniş olduğunu gösterdi. HET’ nin ÖET’nin % 80 ve % 110 arasına tekabül etmesi yeterli beslenme aralığı olarak kabul edildi ve düzeltilmiş vücut ağırlığı ve Long faktörlerinin kullanılması ile en iyi yeterlilik düzeylerini sağladı; ancak en iyi ihtimalde bile hastaların %20’ sinin düşük veya yüksek beslenme riski altındaydı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Geniş uyum limitleri nedeniyle mekanik ventilasyon uygulanan yoğun bakım hastalarında enerji tüketimini belirlemede tahmin denklemlerinin güvenilir olmadığı sonucuna varılmıştır. ÖET’ nin %80-110’ u aralığına giren tahminler de yetersiz beslenme ihtimalini işaret etmektedir. Çalışmamız, beslenme yönetiminin bireysel yaklaşım gerektirdiğini işaret eden çalışmaları desteklemektedir.
INTRODUCTION: Indirect calorimetry is considered the gold standard in the accurate determination of energy consumption in intensive care patients. This study aimed to compare measured energy expenditure with estimated energy expenditure, calculated from predictive equations, in mechanically ventilated patients.
METHODS: This study was conducted on 40 patients hospitalized in our medical/surgical intensive care unit.24-hour energy consumption measured by indirect calorimetry and energy consumption calculated by adding correction factors for actual and corrected weights using Harris-Benedict (HB), Schofield (SCH), Ireton-Jones (IJ) and Swinamer (SW) equations were compared.
RESULTS: Measured energy expenditure was 2697.9±606.0 kcal/day. All of the EEE, calculated by equations were moderately correlated with MEE and correlations were stronger with adjusted body weights, however, Bland-Altman statistics represents wide limits of agreement. From Another perspective, EEE corresponding to between 80% and 110% of MEE was considered an adequate feeding range and provided the best levels of proficiency using adjusted body weight and Long factors; however, at least, 20% of patients remained at under-or overfeeding risk.
DISCUSSION AND CONCLUSION: It was concluded that the estimation equations are not reliable in determining energy consumption in mechanically ventilated intensive care patients due to wide limits of agreement. Estimates falling in the range of 80%-110% of MEE also indicate the possibility of malnutrition. Our study supports previous studies, which indicated that nutrition management requires an individual approach.
Makale Özeti

9.
Yoğun Bakım Ünitesinde Akut Solunum Yetmezliği Olan Covid-19 Hastalarında Yüksek Akışlı Nazal Kanül ve İnvaziv Olmayan Ventilasyon Yoluyla Oksijen Tedavisinin Sıralı Uygulanması: Prospektif, Gözlemsel Bir Çalışma
Sequential Application of Oxygen Therapy via High-Flow Nasal Cannula and Non-invasive Ventilation in Covid-19 Patients with Acute Respiratory Failure in the Intensive Care Unit: A Prospective, Observational Study
Cem Erdoğan, Bahadır Çi&775;ftçi&775;, Deniz Kızılaslan, Erkan Cem Çeli&775;k, Işılay Ayar, Tamara Buruk Topgül, Selçuk Alver, Yavuz Demiraran
Sayfalar 220 - 227
GİRİŞ ve AMAÇ: Yoğun bakım ünitesi (YBÜ)' nde COVID-19 tanısı alan hastalarda hipokseminin tedavisinde en sık kullanılan stratejiler yüksek akışlı nazal oksijenizasyon (HFNO) ve non-invaziv ventilasyon (NIV) stratejileridir. Bu prospektif çalışmada, aynı hastada dönüşümlü olarak uygulanan bu iki tedavi yönteminin etkilerini karşılaştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Akut hipoksemik solunum yetmezliği (AHSY) ve COVID-19'a bağlı Akut Respiratuar Distress Sendromu (ARDS) tanısı ile yoğun bakımda yatan hastalara 1 saat standart oksijen tedavisi uygulandı. Dahil edilme kriterlerini karşılayan hastalara dönüşümlü olarak HFNO ve NIV uygulandı ve aynı hasta üzerinde HFNO ile NIV etkileri araştırıldı.
BULGULAR: COVID-19 ARDS nedeniyle yoğun bakım ünitesine kabul edilen kırk beş hastadan otuzu çalışmanın dahil edilme kriterlerini karşıladı. Birinci ve ikinci arter kan gazı (AKG) değerlerine göre NIV sırasında P/F oranı hem başlangıca hem de HFNO' ya göre anlamlı olarak yüksekti. Ek olarak, ROX indeksi, NIV sırasında HFNO'dan önemli ölçüde daha yüksekti ve NIV'deki SpO2 değeri başlangıç değerine kıyasla önemli ölçüde arttı. Her iki yöntemde de VAS'a göre hasta memnuniyeti Standart Oksijen Terapisine (SOT) göre daha iyiydi. Hastaların yüzde sekseni (24/30) orotrakeal entübe edildi; 13 hasta servise sevk edildi (%43,3), 2 hasta taburcu edildi (%6,7), 15 hasta öldü (%50).
TARTIŞMA ve SONUÇ: COVID-19 ve diğer nedenlere bağlı AHSY ve ARDS hastalarında solunum desteğine SOT yerine HFNO ve/veya NIV ile başlamak oksijenizasyonu iyileştirmede daha etkilidir. NIV, SpO2 ve PaO2/ Fi02 (P/F) oranını artırmada HFNO' dan daha etkilidir.
INTRODUCTION: High flow nazal oxygenation (HFNO) and non-invasive ventilation (NIV) strategies are the most commonly used strategies for the treatment of hypoxemia in patients with a diagnosis of COVID-19 in the Intensive Care Unit (ICU). In this prospective study, we aimed to compare the effects of these two treatment modalities applied alternately in the same patient.
METHODS: Standard oxygen therapy was administered for 1 hour to the patients hospitalized in the ICU with a diagnosis of acute hypoxemic respiratory failure (AHRF) and acute respiratory distress syndrome (ARDS) due to COVID-19. HFNO and NIV were applied alternately to the patients who met the inclusion criteria, and we evaluated the effects of HFNO and NIV applied to the same patient.
RESULTS: Thirty of forty-five patients admitted to the ICU for COVID-19 ARDS met the inclusion criteria for the study. According to the first and second arterial bloog gas (ABG) values, the Pa02/ FiO2 (P/F) ratio was significantly higher during NIV compared to both the baseline and HFNO. In addition, the ROX index was significantly higher during NIV than HFNO, and the SpO2 in NIV increased significantly compared to the baseline value. In both methods, patient satisfaction according to the visual analoge scale (VAS) was better than standard oxygen therapy (SOT). Eighty percent (24/30) of the patients were orotracheally intubated; 13 patients were transferred to the ward (43.3%), 2 patients were discharged home (6.7%), and 15 patients died (50%).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Starting respiratory support with HFNO and/or NIV rather than SOT is more effective in improving oxygenation in patients with AHRF and ARDS due to COVID-19 and other causes. NIV is more effective than HFNO in increasing the SpO2 and P/F ratio.
Makale Özeti

10.
Yoğun Bakım Ünitesine kabul zamanının hasta prognozu üzerine etkisi: Mesai içi ve mesai dışı yatışlar
Effect of the timing of admission upon patient prognosis in the Intensive Care Unit: Off-hours and on-hours
Yeliz Bilir, Fulya Ciyiltepe, Dilara Çopur, Kemal Tolga Saraçoğlu
Sayfalar 228 - 233
GİRİŞ ve AMAÇ: Yoğun bakım üniteleri (YBÜ) kritik hastaların 24 saat boyunca dinamik olarak takip edildiği kliniklerdir. Bu çalışma; YBÜ’sine mesai-içi ve mesai-dışı yatan hastaların klinik özelliklerini ve sonuçlarını değerlendirmek amacıyla planlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma için etik kurul onamı alınmıştır. Temmuz 2021-Ocak 2022 tarihleri arasında Kartal Dr. Lütfi Kırdar Şehir Hastanesi Erişkin YBÜ’de yatan hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar mesai içi (Grup-Mİ; hafta içi 08.00-17.00) ve mesai dışı (Grup-MD; hafta içi 17.01-07.59, hafta sonları ve tatil günleri) kabul edilen hastalar olmak üzere iki gruba ayrıldı. Gruplar hasta özellikleri ve yoğun bakım sonuçları açısından karşılaştırıldı.
BULGULAR: Çalışmaya dahil edilen 173 hastanın %69,94’ü (n=121) mesai dışı, %30,05’i (n=52) mesai içi zamanlarda takip edilmişlerdir. Hastaların medyan yaşı 70,3±9,5 yıl olup, %58,4’ü erkek, % 41,6’sı kadındır. MD yatan hasta sayısı, Mİ yatan hasta sayısına göre istatistiksel olarak anlamlı daha yüksektir.(p=0,04). MD yatan hastalarda komorbidite olarak KBY’nin (%18.2, p=0.024) daha sık görülmesi dışında iki grup arsında demografik veriler açısından anlamlı fark yoktur. YBÜ’ye yatış nedenlerinden CRRT tedavisi ihtiyacı MD yatan hastalarda anlamlı daha yüksek olarak bulunmuştur (p=0,048). Yoğun bakım gün sayısı ve entübe gün sayısı Grup MD’de daha yüksek bulunmuştur (p=0.006, p=0.022). Hastaların %34.1 eksitus ile sonuçlanmıştır. Gruplar arasında mortalite ve taburculuk açısından anlamlı fark yoktur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda yoğun bakımlarda Mİ ve MD koşullarda takip edilen hastalarda klinik sonlanım benzer bulunmuştur. Bu sonuç; hastanemizde nöbet ekibinin farklı olmamasına, deneyimli sağlık personeli sayısının fazla olmasına ve gerekli tanısal işlemlerin geciktirilmemesine bağlanabilir.
INTRODUCTION: Intensive care units (ICUs) are clinics where critical patients are followed dynamically for 24hours. This study was planned to evaluate the clinical features and outcomes of patients hospitalized in the ICUs during and after on-hours.
METHODS: Ethics committee approval was obtained for the study. Patients hospitalized in adult ICU between July 2021-January 2022 were evaluated retrospectively. The patients were divided into two groups as those who were accepted during on-hours (Group Workdays (WD); worksday 08.00 am-05.00 pm ) and out of hours (Group Time-off (TO); weekdays-05.01 pm - 07.59 am, weekends and all public holidays). The groups were compared in terms of patient characteristics and intensive care outcomes.
RESULTS: Of the173 patients included in the study, 69.94%(n=121) were hospitalized during out-of-hoursand 30.05%(n=52) during on-hours. The median age of the patients was 70.3±9.5years, 58.4% were male and 41.6% were female. The number of patients hospitalized in TO was statistically significantly higher than the number of patients in WD (p=0.04). There was no significant difference between the two groups in terms of demographic data, except that CRF (18.2%,p=0.024) was more common as a comorbidity in TO patients. The need for CRRT treatment, which is one of the reasons for ICU admission, was found to be significantly higher in TO patients (p=0.048). The length of stay in ICU, and intubation period were higher in Group TO (p=0.006, p=0.022). It resulted in death in 34.1% of the patients. There was no significant difference in mortality and discharge between the groups.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In our study, the clinical outcome was found to be similar in patients followed up ICUs under WD and TO conditions. This result; This can be attributed to the fact that the shift team is not different in our hospital, the number of experienced health personnel is high, and the necessary diagnostic procedures are not delayed.
Makale Özeti

OLGU SUNUMU
11.
Kırım Kongo Kanamalı Ateşi için Alternatif Tedavi Yöntemi: Birleştirilmiş Plazma Filtrasyonu ve Adsorpsiyon
Alternative Treatment Method For Crimean Congo Hemorrhagic Fever: Coupled Plasma Filtration And Adsorption
Dilsat Tepe, Gürdal YILMAZ, Ahmet Oğuzhan KÜÇÜK, Mehtap PEHLİVANLAR KÜÇÜK
Sayfalar 234 - 238
Giriş: Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA), bağışıklık sisteminin hiperaktivasyonu ile çoklu organ yetmezliğine neden olabilen viral bir hemorajik ateş sendromudur. KKKA için kanıtlanmış bir tedavi yoktur, yönetim için destek tedavisi şarttır. Ekstrakorporeal depuratif teknikler inflamatuar mediyatörleri kan dolaşımından uzaklaştırmak için kullanılır. Bu rapor, KKKA hastalarında Birleştirilmiş Plazma Filtrasyon ve Adsorpsiyon (BPFA) kullanımını sunmayı amaçlamaktadır.
Olgu Sunumu: 35 yaşında kadın hasta kene temasından bir hafta sonra başvurdu. Destek tedavisine rağmen hastada yaygın damar içi kanama (YİK) nedeniyle mukozal ve gastrointestinal kanama gelişti. BPFA sonrası klinik durumu ve laboratuvar sonuçları düzeldi. Dokuz gün önce kene ısırması öyküsü olan 54 yaşında kadın hasta mukozal kanama ve hipotansiyon nedeniyle yoğun bakıma alındı. YİK’nın eşlik ettiği çoklu organ yetmezliği vardı, BPFA tedavisine rağmen hasta tedaviye yanıt vermedi ve exitus oldu. 69 yaşında erkek hasta kene maruziyetinden bir hafta sonra hastaneye başvurdu. Eşlik eden Diabetes Mellitus, hipertansiyon ve koroner arter hastalığı vardı. Ertesi gün hastada alveoler hemoraji gelişti, karaciğer enzimleri yükseldi ve pıhtılaşma parametreleri bozuldu. BPFA uygulandı ancak tedaviye yanıt vermeyen hasta öldü.
Sonuç: BPFA’ya yalnızca bir hasta olumlu yanıt verdi, bu durum genç olmak, hastaneye erken başvurmuş olmak ve komorbidite olmaması ile ilişkili olabilir. Şiddetli KKKA hastalarında sitokin fırtınasını tedavi etmek için BPFA iyi bir seçenek olabilir. Ancak bu tedaviyi ne zaman uygulamamız gerektiği ve erken uygulamanın mortaliteyi önleyip önlemediği konusunda ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
Background: Crimean-Congo Hemorrhagic Fever (CCHF) is a viral hemorrhagic fever syndrome that can cause multi-organ failure with hyperactivation of the immune system.There is no proven treatment for CCHF,supportive care is essential for management.Extracorporeal depurative techniques have been used to remove inflammatory mediators from the bloodstream.This report aims to present the use of Coupled Plasma Filtration and Adsorption(CPFA) in CCHF patients.
Case Descriptions: We performed CPFA on three patients with CCHF, all of which were confirmed with PCR.A 35-year-old female was admitted one week after tick-exposure.Despite supportive treatment, patient developed mucosal and gastrointestinal bleeding due to disseminated intravascular coagulation(DIC).After CFPA,her clinic situation and laboratory results improved. A 54-year-old female was admitted to the Intensive Care Unite due to severe bleeding and had a history of tick bite nine-days-ago. She had multiple organ failure with DIC,we started CPFA.Patient didn’t respond to the treatment and died.A 69-year-old male was admitted to the hospital on the seventh-day of exposure to tick. He had diabetes, hypertension and coronary artery disease.Next day,patient developed alveolar hemorrhage and his liver enzymes,coagulation parameters deteriorated.We performed CFPA,however,the patient didn’t respond to treatment and died.
Conclusion: We suggested that CPFA may have positive effects on the outcome and prognosis of critically ill CCHF patients.Only one patient responded well which can be a result of being young, early admission to the hospital and lack of comorbidity.CPFA may be an option to treat severe CCHF infection with cytokine storm.However,there is a need for further studies on when we should apply this treatment and whether early application prevents mortality.
Makale Özeti