Cilt: 24  Sayı: 3 - 2018
Özetleri Gizle | << Geri
ARAŞTIRMA
1.
Lomber kemik iliğinin difüzyon ve kimyasal kayma MRG özellikleri; Osteoporozla korelasyonu
Diffusion and Chemical Shift MRI Properties of Lumbar Bone Marrow; Correlation with Osteoporosis
Betul Kizildag, Mehmet Akif Sarica, Nursel Yurttutan
Sayfalar 67 - 72
Amaç: Osteoporoz tanısında vertebra kemik iliğinin difüzyon ağırlıklı görüntüleme (DAG) ya da dual-eko kimyasal kayma MR görüntülemenin kullanılıp kullanılamayacağını irdelemek.
Gereç ve yöntem: Çalışmaya üst abdomen MR ve DXA yapılan 29 postmenopozal kadın (ortalama yaş 53.9±9 ) hasta retrospektif olarak dahil edildi. Uygun bulunan toplam 87 vertebra T skorlarına göre normal, osteopeni, osteporoz olarak alt gruplara ayrıldı. DAG'den görünür difüzyon katsayısı ('apparent diffusion coefficient ') ADC değerleri hesaplandı. T1 dual eko sekanslardakisinyal yoğunlukları ölçülerek gruplar arasında karşılaştırıldı. Vertebra korpuslarının yağ yüzdeleri daha önceden adrenal adenomlar için kullanılan sinyal yoğunluk indeksi (SYI) ve vertebra dalak oranı(VDO) formülleri üzerinden hesaplandı.
Bulgular: Ortalama vertebra ADC değerleri normal grupta 0.61±0.1x10-3mm²/s, osteopenili grupta 0.59±0.1x10-3 mm²/s ve osteoporozlu grupta 0.56±0.1x 10-3mm²/s ölçüldü ve aralarında anlamlı farklılık ortaya çıkmadı. Out of faz sekansındaki sinyal yoğunluğu, SYI ve VDO artmış kırık riski bulunan osteoporozlu grubu sağlıklı ve osteopenili gruptan ayırabildi. Out of faz sinyal yoğunluğu, SYI, ve VDO nun duyarlılıkları sırasıyla %65,2, %61,1, ve %71, iken, özgüllükleri %61,1, %63,8, and %61,1 bulundu.
Sonuç: Kemik iliğinin difüzyon özellikleri osteoporozdan tam olarak etkilenmemektedir. DXA skorları kemik iliğinin selülaritesinden çok kimyasal bileşimiyle orta derece ilişkili gözükmektedir. Kimyasal kayma görüntülemeye dayalı yağ kantifikasyonu osteporozun varlığına dair fikir vererek tedaviye başlamaya karar verme aşamasında yönlendirici olabilir.
Objective: To investigate whether or not diffusion weighted imaging (DWI) or dual-echo chemical shift imaging (CSI) achieved by MR of vertebral bone marrow can be used for the diagnosis of osteoporosis.
Materials and methods: Twenty-nine postmenopausal women (mean age 53.9±9 years) underwent upper abdominal MRI and dual energy X-ray absorptiometry (DXA) were included retrospectively. Available total 87 lumbar vertebra were divided into subgroups (normal, osteopenic and osteoporotic) based on T scores. Apparent diffusion coefficient (ADC) values obtained from diffusion weighted images and signal intensities (SI) measured from T1 dual echo sequences were compared within groups. The signal intensity index and adrenal spleen ratio formulas were adapted to measure the fat fraction of the vertebral body as vertebra spleen ratio (VSR).
Results: The mean vertebral ADCs were 0.61±0.1x10-3mm2/s in the normal, 0.59±0.1x10-3 mm2/s in the osteopenic, and 0.56±0.1x 10-3mm2/sin the osteoporotic vertebrae revealed no significant difference. The SI in out-of-phase, SI index, and VSR were able to discriminate the osteoporotic vertebrae that had sustained fracture risks from the healthy and osteopenic ones. The sensitivities of the out-of-phase SI, SI index, and VSR were 65.2%, 61.1%, and 71%, respectively, while the specificities were 61.1%, 63.8%, and 61.1%, respectively.
Conclusion: The diffusion properties of bone marrow are not fully affected by osteoporosis. The DXA scores moderately correlated the chemical composition of bone marrow, instead of tissue cellularity. CSI based fat quantification should provide an idea about the presence of osteoporosis and should direct the initiation of treatment.
Makale Özeti

2.
Kronik Bel Ağrılı Hastalarda Nöropatik Ağrının Sağlıkla İlişkili Yaşam Kalitesi ve Özürlülük Üzerine Etkisi
Impact of Neuropathic Pain on Health Related Quality of Life and Disability In Patients with Chronic Low Back Pain
Bilge Kesikburun, Nihal Tezel, Nuray Gülgönül, Emel Ekşioğlu, Aytül Çakcı
Sayfalar 73 - 77
Amaç: Bel ağrısı dünya çapında en yaygın kronik ağrı bozukluğudur. Kronik bel ağrısı nosiseptif ve nöropatik mekanizmaların rol aldığı mikst bir ağrı sendromudur. Nöropatik ağrının araştırılması ve erken tedavisi kronik bel ağrılı hastalarda önemlidir. Bu çalışmanın amacı kronik bel ağrılı hastalarda nöropatik ağrı sıklığını araştırmak ve sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi ve özürlülük üzerine etkisini belirlemektir.
Gereç ve Yöntem: Toplam 120 kronik bel ağrılı hasta çalışmaya katıldı. Nöropatik ağrının varlığı Leeds Assesment of Neuropathic Symptoms and Signs (LANNS) kullanılarak belirlendi. Özürlülük ve sağlıkla ilişkili yaşam kalitesini ölçmede Oswestry Özürlülük İndeksi ve Kısa Form-36 kullanıldı. Ayrıca nöropatik ağrı için prediktörler araştırıldı.
Bulgular: 49 hastada (40.8%) nöropatik ağrı vardı. Oswestry Özürlülük İndeksi skoru ve ağrı seviyesi nöropatik ağrısı olanlarda nöropatik ağrısı olmayanlara göre daha yüksekti (sırasıyla p<0.001 ve p=0.035). Nöropatik ağrısı olan hastalarda SF-36’nın fiziksel fonksiyon, vücut ağrısı, genel sağlık ve fiziksel komponent altbirimleri daha düşüktü (sırasıyla p=0.043; p<0.001; p=0.012; p<0.001). İleri yaş ve radikuler bel ağrısı nöropatik ağrı için belirleyiciler olarak bulundu (sırasıyla p=0.016 ve p<0.001).
Sonuç: Kronik bel ağrısında nöropatik ağrının varlığı düşük yaşam kalitesi ve özürlülük ile ilişkili bulundu. İleri yaş ve radiküler ağrının varlığı nöropatik tutulumla ilişkiliydi.
Objectives: Low back pain (LBP) is the most common chronic pain disorder in worldwide. Chronic low back pain is a mixed pain syndrome, which contributes to both nociceptive and neuropathic pain mechanisms. Investigation and early treatment of neuropathic pain is important in patients with chronic LBP. The aim of this study is to evaluate the frequency of neuropathic pain and determine its impact on health related quality of life and disability in patients with chronic low back pain.
Material-Methods: A total of 120 patients with chronic low back pain participated in the study. Leeds assessment of neuropathic symptoms and signs (LANSS) pain scale was used to determine the presence of neuropathic pain. Oswestry Disability Index (ODI) and Short Form-36 (SF-36) were used to measure disability and health related quality of life. Predictors for the neuropathic pain were also investigated.
Results: 49 patients (40.8%) had neuropathic pain. Oswestry Disability Index score and pain level in patients with neuropathic pain was higher than that in those without neuropathic pain (p<0.001 and p=0.035, respectively). Patients with neuropathic pain had lower score in physical function, body pain, general health and physical component subscales of SF-36 (p=0.043; p<0.001; p=0.012; p<0.001, respectively). Older age and radicular low back pain were found predictors for neuropathic pain (p=0.016 and p<0.001, respectively).
Conclusions: Presence of neuropathic pain was found related with poor health related quality of life and disability in chronic low back pain. Older age and presence of radicular pain were associated with neuropathic involvement.
Makale Özeti

3.
Behçet hastalığında kemik mineral dansitesi ve D vitamini değerleri
Bone mıneral densıty and vıtamın d values in behcet’s dısease
Ayhan Kul, Akın Erdal
Sayfalar 78 - 83
Amaç: Behçet hastalarında kemik mineral dansisitesi (BMD) ve 25 hidroksi vitamin D (25-OH vitamin D) değerlerinin sağlıklı populasyona göre karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Behçet hastalığı tanısı konulan, 15 erkek ve 19 kadın olmak üzere toplam 34 hasta (ortalama yaş 35.1± 8.6 yıl, yaş aralığı: 19–50 yıl) ve kontrol grubu için 12 erkek ve 17 kadın olmak üzere toplam 29 kişi (ortalama yaş 36.9±9.2 yıl, yaş aralığı: 21–51 yıl) çalışmaya dahil edildi. Aksiyel iskelet BMD değerleri için lumbar omurga (L1-L4 total) ve appendiküler iskelet BMD değerleri için femur total ve femur boynu ölçümleri yapılarak değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların lumbar BMD değerleri kontrol grubuna göre anlamlı bir şekilde azalmışken (p<0,05), femur total ve femur boynu değerlerinde ise anlamlı bir farklılık yoktu (p>0,05). Grupların 25-OH vitamin D değerleri ile BMD değerleri arasında anlamlı bir ilişki bulunamadı (p>0,05).
Sonuç: Behcet hastalığı subklinik inflamasyon ile seyretse bile kemik metabolizması üzerine etki ederek kemik mineral dansitesinde azalmaya neden olabilir. Bu nedenle hastaların kemik mineral dansitesi yönü ile takip edilmesi ve gerektiğinde D vitamini takviyeside yapılarak gelişebilecek bir sekonder osteoporoz oluşumu engellenebilir.
Objectives: To compare the bone mineral density (BMD) and 25-hydroxy Vitamin D (25-OH Vitamin D) values of the patients with Behcet’s Disease (BD) and healthy subjects.
Materials and Methods: Thirty four patients with BD (15 males, 19 females; mean age 35.1±8.6 years; range 19 to 50 years) and 29 controls (12 males, 17 females; mean age 36.9±9,2 years; range 21 to 51 years) were included in this study. The lumbar spine (L1-L4 total) measurements were made for the axial skeleton BMD values, and femur total and femur neck measurements were used for the appendicular skeleton BMD values.
Results: The patients’ lumbar BMD values were significantly (p<0.05) lower than those of the control group. However, the differences between femur total and femur neck values were not significant (p>0.05). This study did not find any significant correlation between the 25-OH vitamin D values and the BMD values (p>0.05).
Conclusion: Even though Behcet’s disease has a subclinical inflammatory course, it can affect the bone metabolism and subsequently cause a reduction of bone mineral density. Thus, the patients’ BMD values should be monitored, and vitamin D supplements should be administered, if necessary, to prevent the development of secondary osteoporosis.
Makale Özeti

4.
Postmenopozal Osteoporozlu Hastalarda Spinopelvik Radyolojik Parametrelerle Denge, Yürüme ve Düşme Etkinliğinin İlişkisinin İncelenmesi
Assessment of the Relationships Between Spinopelvic Radiologic Parameters and Balance, Gait and Falls Efficacy in Patients with Postmenopausal Osteoporosis
Esra Giray, Gülseren Akyüz
Sayfalar 84 - 91
Amaç: Postmenopozal osteoporozlu hastalarda sagittal denge, spinopelvik parametreler, kemik mineral yoğunluğu, denge ve düşme etkinliği arasındaki ilişkinin araştırılmasıdır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya postmenopozal osteoporoz tanılı 40-80 yaş arasında 40 hasta dahil edildi. Omurga grafilerinden spinopelvik parametreler (sagittal vertikal aks (SVA), torakal kifoz, lomber lordoz, pelvik tilt, pelvik insidans, sakral eğim) hesaplandı. Hastalara Tinetti Denge ve Yürüme Değerlendirmesi ve Düşme Etkinlik Ölçeği uygulandı. Kemik mineral yoğunluğu ölçümleri, klinik parametreler, spinopelvik parametreler, denge ve yürüme ve düşme etkinliği arasındaki ilişki incelendi.
Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 63,42±8,98 ve L1-L4 T skoru ortalaması-2,5±0,68 idi. L1-L4 ve L2-L4 vertebra kemik mineral yoğunluğu ve T skoru ile sakral eğim arasında istatiksel anlamlı negatif korelasyon bulundu. SVA ile Tinetti Denge ve Yürüme Değerlendirmesi yürüme alt bölümü skoru ve toplam skoru arasında istatiksel anlamlı negatif korelasyon saptandı. Diğer spinopelvik parametrelerle istatiksel anlamlı ilişki saptanmadı. SVA ve spinopelvik parametrelerle düşme etkinliği arasında anlamlı ilişki bulunmazken, Düşme Etkinlik Ölçeği skorları ile Tinetti Yürüme ve Denge Değerlendirmesi denge alt bölümü skorları, yürüme alt bölümü skorları ve toplam skorları arasında istatiksel anlamlı negatif korelasyon saptandı. Sagittal denge açısından normal, orta derecede deformitesi ve ciddi deformitesi olan hastalar arasında Tinetti Yürüme ve Denge Değerlendirmesi denge alt bölümü skorları, yürüme alt bölümü skorları ve toplam skor açısından istatiksel anlamlı fark saptanırken Düşme Etkinlik Ölçeği skorları açısından fark saptanmadı.
Sonuç: Postmenopozal osteoporozlu kadınlarda sagittal vertikal aks ve sagittal denge parametreleri ile denge ve yürüme fonksiyonları ilişkili bulunmuştur.
Objective: The aim of this study is to investigate the relationships between sagittal balance, spinopelvic parameters, bone mineral density, balance and falls efficacy
Materials and Methods: Forty patients between the ages of 40-80 with a diagnosis of postmenopausal osteoporosis were included in the study. Spinopelvic parameters (sagittal vertical axis (SVA), thoracic kyphosis, lumbar lordosis, pelvic tilt, pelvic incidence, sacral slope) were calculated from spine radiographs. Patients were applied Tinetti Balance and Gait Assessment and Falls Efficacy Scale. Relationships between bone mineral density, clinical parameters, spinopelvic parameters, balance and gait and falls efficacy were evaluated.
Results: Mean age of the patients were 63,42±8,98 and the mean L1-L4 T score was 2,5±0,68 idi. A negative statistically significant correlations were found between the bone mineral density and T score of the L1-L4 and L2-L4 vertebrae and sacral slope. A negative statistically significant correlations were found between SVA and Tinetti Balance and Gait Assessment balance subtest and total scores. There was no statistically significant relationship between Tinetti Balance and Gait Assessment and other spinopelvic parameters. There was no significant correlation between Falls Efficacy Scale, SVA and spinopelvic parameters while a statistically significant correlation detected between Tinetti Balance and Gait Assessment balance and gait subtest and total scores and Falls Efficacy. Regarding sagittal balance, there were statically significant differences between patients with normal, mild and severe deformity in terms of Tinetti Balance and Gait Assessment balance and gait subtest and total scores but not Falls Efficacy Scale.
Conclusion: In postmenopausal women with osteoporosis, sagittal vertical axis, sagittal balance parameters and balance and gait functions were found to be associated.
Makale Özeti

5.
Kırsal bölgede özürlü sağlık kuruluna başvuran geriatrik hastaların özürlülük dağılımı
Disability distribution of geriatric patients attending to the board of health for disabled in a rural area
Fatmanur Aybala Koçak, Emine Eda Kurt, Senem Şaş, Yusuf Koçak, Hatice Rana Erdem, Figen Tuncay, Öznur Büyükturan
Sayfalar 92 - 99
Amaç: Kırsal bölgede bir eğitim araştırma hastanesine özürlülük haklarından faydalanmak üzere sağlık kurulu raporu almak için başvuran geriatrik hastaların demografik özelliklerinin, özürlülük oranlarının ve özürlülük dağılımının belirlenmesidir.
Gereç ve Yöntem: Hastane arşivi taranarak, 01/01/2016 ile 31/12/2016 tarihleri arasındaki kayıtlar incelendi. Hastaların demografik özellikleri, “ağır özürlü” olup olmadıkları, organ sistemlerine göre özürlü olan hasta sayıları ve “Özürlülük Ölçütü, Sınıflandırması ve Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulu Raporları Hakkında Yönetmelik”e göre özür oranları hesaplandı. Özür oranı oluşturan hastalıklar listesi oluşturuldu ve sayıları belirlendi.
Bulgular: Sağlık kuruluna başvuran 699 geriatrik hastanın 426’sı (%60,9) kadın ve 273’ü (%39,1) erkekti. Hastaların yaş ortalaması 77,62±7,74 yıl (min: 65 max: 104) (K: 78,07±7,54 E: 76,93±8,02), ortalama özür oranı %79,96±17,79 (10-100) idi. Kadınların ortalama özür oranı %79,66±17,61 erkeklerin ortalama özür oranı %80,41±18,24 idi. Ortalama özür oranı açısından kadın ve erkek grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p=0,239). Ağır özürlü olarak kabul edilen 202 (%28,9) kişinin 123’ü kadın (%60,9), 79’u erkekti (%39,1). Ağır özürlü oranlarında kadın ve erkek grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (p=0,457). Hastalarda özür oranı oluşturan ilk üç organ sistemi kardiyovasküler sistem, kas iskelet sistemi ve görme sistemi idi. Kardiyovasküler ve kas iskelet sisteminde özürlü kabul edilen hasta sayısı kadınlarda daha fazlaydı ancak bu sistemlere ait özür yüzdeleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı.
Sonuç: Geriatrik hastalarda en çok özür oranı kardiyovasküler, kas iskelet sistemi ve görme sistemindedir. Rutin geriatri poliklinik pratiğinde bu organ sistemlerine ait patolojiler daha ayrıntılı değerlendirilmeli, özürlülük oluşturmadan önce yönetilmeye çalışılmalıdır.
Objective: To determine the demographic characteristics,disability ratio and disability distribution of geriatric patients applying to an educational research hospital in the rural area to receive a health board report in order to benefit from the disability rights.
Methods: The hospital archive was searched and the records between 01/01/2016 and 31/12/2016 were examined. The disability rates were calculated based on the patients' demographic characteristics,whether they are "severely handicapped",the number of patients with disabilities according to organ systems and the "Regulation on Disability Criterion,Classification and Health Board Reports for Disability". A list of diseases constituting the rate of disability was established and their numbers were determined.
Results: 426(60,9 %) of the 699 geriatric patients referred to the health board were female and 273(39,1%) were male.The mean age of the patients was 77,62±7,74 years(min: 65 max: 104) (F: 78,07±7,54 M: 76,93±8,02), the mean disability ratio was 79,96±17,79% (10-100). The average disability ratio of women was 79,66±17,61% and the average disability ratio of males was 80,4 ±18,24%.There was no statistically significant difference between the male and female groups in terms of the mean disability ratio (p=0.239).Of the 202(28,9%) patients who were considered to be severely disabled, 123 were female(60,9%) and 79 were male (39,1%). There was no statistically significant difference between male and female groups according to “severely disabled” ratios (p=0,457).The first three organ systems causing disability in patients were the cardiovascular system, the musculoskeletal system, and the visual system. The number of patients with cardiovascular and musculoskeletal disability was higher in women but there was no statistically significant difference between the disability scores of these systems.
Conclusion: The highest rate of disability has been seen in the cardiovascular, musculoskeletal, and visual system in geriatric patients. In the practice of routine geriatric outpatient clinics, pathologies of these organ systems should be evaluated in detail and managed before disability occurs.
Makale Özeti

VAKA SUNUMU
6.
Çocukta Kompleks Bölgesel Ağrı Sendromu: Olgu Sunumu
Complex Regional Pain Syndrome in a Child: A Case Report
Senem Şaş, Hatice Rana Erdem, Fatmanur Aybala Koçak, Figen Tuncay, Emine Eda Kurt
Sayfalar 100 - 103
Kompleks Bölgesel Ağrı Sendromu (KBAS) çocukları ve erişkinleri etkileyen genellikle distal ekstremitede görülen ağrılı bir klinik durumdur. KBAS, daha çok erişkinlerde görülmektedir. KBAS genellikle tetikleyici stimulusu takiben ortaya çıkan şiddetli ağrı, şişlik, hareket kısıtlılığı, trofik bozukluklar ve benekli osteoporoz ile karakterize tablodur. KBAS-1 periferik sinir lezyonu olmayıp, travma, cerrahi uygulamalar ve santral sinir sistemi lezyonunu takiben gelişir. KBAS-2 ise, periferik sinir lezyonundan sonra oluşmaktadır. KBAS-1’de başlatıcı faktörden daha şiddetli etkilenme görülmektedir. KBAS tip-I çocuklarda nadiren rastlanmaktadır. Bu yazıda alt ekstremite kırığını takiben KBAS-1 gelişen 9 yaşındaki erkek hasta güncel literatür eşliğinde sunulmuştur.
Complex Regional Pain Syndrome (CRPS) is a painful clinical condition that usually affects children and adults, usually on the distal extremity. CRPS is more common in adults.CRPS is usually characterized by severe pain, swelling, limitation of movement, trophic disorders, and spotted osteoporosis following triggering stimuli. CRPS-1 is not a peripheral nerve lesion and develops following trauma, surgical applications and central nervous system lesion. CRPS-2 occurs after peripheral nerve lesion. In CRPS-1, a more severe effect is seen than the initiating factor. CRPS-1 is a rare clinical condition in children. In this article, a 9-year-old male patient with CRPS-1 following lower limb fracture is presented by reviewing current literature.
Makale Özeti

7.
Kronik hemodiyaliz hastasında bilateral quadriceps ve eşlik eden unilateral triceps tendon rüptürü
Bilateral quadriceps and concomitant unilateral triceps tendon rupture in a chronic hemodialysis patient
Neşe Gürel Kandemir, Emine Aydın, Şeniz Akçay Yalbuzdağ, İlker Şengül, Ahmet Kurtulmuş, Taciser Kaya, Altınay Göksel Karatepe
Sayfalar 104 - 107
Spontan bilateral quadriceps rüptürü, sistemik hastalıklarda nadiren görülebilmektedir. Tendon rüptürlerininde altta yatan mekanizma net olarak anlaşılamamakla birlikte, β2-amiloidoz, kronik asidoz, bozulmuş kollajen metabolizması, üremik toksinlerin birikimi ve sekonder hiperparatiroidizm sorumlu tutulmaktadır. Bilateral spontan quadriceps rüptürü olan hastalar postoperatif rehabilitasyon programıyla anlamlı fonksiyonel gelişme gösterebilmektedirler. Bu makalede, hemodiyaliz programında olan, spontan bilateral quadriceps ve unilateral triceps rüptürü gelişen bir hastayı sunmayı ve literatür eşliğinde tartışmayı amaçladık.
Spontaneous bilateral quadriceps rupture is rarely seen in systemic diseases. Although the underlying mechanism in tendon rupture is not clearly understood, β2-amyloidosis, chronic acidosis, impaired collagen metabolism, accumulation of uremic toxins, and secondary hyperparathyroidism are responsible. The patients with bilaterally spontaneous quadriceps rupture can be able to achieve significant functional improvement with thepostoperative rehabilitation programme. In this article, we aimed to present a patient with spontaneous bilateral quadriceps and unilateral triceps rupture in hemodialysis program and discuss with the literature.
Makale Özeti

8.
Gebeliğe Bağlı Gelişen Bilateral Femur Başı Avasküler Nekrozu: Bir Olgu Sunumu ve Literatürün Gözden Geçirilmesi
Bilateral Avascular Necrosis of Femoral Heads Associated with Pregnancy: A Case Report and Review of the Literature
Servet İğrek, Tolga Onay, Emir Kütük
Sayfalar 108 - 111
Avasküler nekroz (AVN) etkilenen kemiğin normal kan akımının bozulması sonrası kemik iliği hücreleri ve osteositlerin ölümüyle sonuçlanan süreçtir. Femur başı avasküler nekrozu ilerleyici bir hastalıktır. Genellikle hayatın üçüncü dekadından beşinci dekadına kadar yaygın olarak görülebilmektedir. Eğer erken dönemde tanı konulup tedavi edilmez ise kalça ekleminde total harabiyete sebep olabilmektedir. ABD de yılda 20 000 yeni vakanın teşhis edildiği tahmin edilmektedir. Yaygın sebepleri arasında alkol tüketimi, gut, Caisson hastalığı, Goucher hastalığı, renal osteodistrofi, hiperkoagulabilite yaratan tüm durumlar, orak hücreli anemi, sistemik steroid kulanımı ve travma gelmektedir. Hamilelik sırasında yada hemen sonrasında meydana gelen kalça AVN si oldukça nadir bir durum olup günümüze kadar literatürde sınırlı sayıda vaka bildirilmiştir. Bu yazıda gebeliğinin son trimesterinde bilateral kalçasında AVN si gelişen 24 yaşında bir bayan hasta sunulmuştur.
Avascular necrosis(AVN) is a pathological process caused by impaired blood supply to the affected bone and resulted in death of osteocytes and bone marrow cells. Osteonecrosis of the femoral head is a progressive disease that generally affects patients in the third though fifth decades of life; if left untreated, it leads to complete deterioration of the hip joint. It is estimated that 20,000 new cases of osteonecrosis are diagnosed each year in the US. The list of causes for osteonecrosis includes alcohol,gout,Caisson disease, Gaucher disease, renal osteodystrophy,hypercoagulable states, sickle cell anemia, systemic steroid use, and trauma. Osteonecrosis of the femoral head during pregnancy, or shortly thereafter, is a rare clinical problem. Little is known about pregnancy as an ethiological factor for femoral head osteonecrosis with a few cases in the literature. A case of a 24-year-old female with bilateral femoral head osteonecrosis that developed during the last trimester of pregnancy is presented.
Makale Özeti