Cilt: 24  Sayı: 1 - 2018
Özetleri Gizle | << Geri
DERLEME
1.
Kas iskelet sistemi hastalıklarında nöralterapi protokolleri: Derleme
Neural Therapy Protocols in Musculoskeletal Disorders: Review
Volkan Subaşı, Mustafa Öner Küçük
Sayfalar 1 - 4
Son yıllarda hastalık oluşum mekenizmasında vejetatif sinir sisteminin öneminin anlaşılması ile bu sistem üzerinde etkili olabilecek tedaviler üzerine ilgi artmıştır. Nöralterapi çeşitli lokal anestezik maddelerin enjeksiyonu ile vejetatif sinir sistemi üzerinde etki elde edilerek hastalıkların tedavisinin amaçlandığı maliyet etkin bir tedavi yöntemidir. Ağrı ve inflamasyon ile vejetatif sinir sistemi ilişkisinin ortaya konması sonrasında kas iskelet sistemi patolojilerinde nöralterapi yöntemine ilgi gün geçtikçe artmaktadır.
In recent years there has been increased interest in understanding the importance of the vegetative nervous system and the treatments that can be effective on this system in the mechanism of disease formation. Neural Therapy is a cost effective treatment method aimed at the treatment of patients by obtaining effects on the vegetative nervous system by injection of various local anesthetic agents. After the involvement of the vegetative nervous system with pain and inflammation, interest in neural therapies in musculoskeletal system pathology is increasing day by day.
Makale Özeti

ARAŞTIRMA
2.
Sol Ventrikül Destek Cihazı İmplantasyonu Uygulanan Son Dönem Kalp Yetmezlikli Olgularda Serum Parathormon, Kalsiyum ve Vitamin D Seviyelerindeki Değişim
Alteration Of Serum Parathyroid Hormone, Calcium and Vitamin D Levels In End-Stage Heart Failure Patients Underwent Left Ventricular Assist Device Implantation
Pelin Öztürk, Yeşim Kirazlı
Sayfalar 5 - 10
Amaç: Sol ventrikül destek cihazı (SVDC) uygulanmış, son dönem kalp yetmezliği (SDKY) olan olgularda serum parathormon, kalsiyum ve vitamin D seviyelerindeki değişim incelenerek osteoporoza yatkınlığın belirlenmesi
Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde SDKY tanısıyla sürekli akımlı SVDC implante edilen 375 hastanın kayıtları retrospektif olarak tarandı. En az üç ay süreli takibi olup, ameliyat öncesi ve sonrası dönemde serum parathormon (PTH), kalsiyum, 25-hidroksivitamin D (25-OH-D) ve pro-beyin-natriüretik-peptid (pro-BNP) düzeylerine eksiksiz ulaşılabilen; kemik mineral yoğunluğu (KMY) ölçümü bulunan 33 hasta çalışmaya alındı. Lomber ve kalça bölgesi için KMY ölçümleri yapılan olguların demografik verileri ile birlikte çalışılan parametreler için başlangıç ve son takipteki serum değerleri kayıtlanmış ve istatistiksel olarak değişimleri incelenmiştir. Ayrıca implante edilen SVDC tipinin çalışılan parametreler üzerindeki etkileri karşılaştırmalı olarak değerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya alınan dördü kadın (%12.1) toplam 33 olgunun yaş ve vücut kitle indeksi ortalamaları sırasıyla 52.7¬¬±12.0 yıl ve 27.3±4.3 kg /m2 olarak saptandı. Cerrahi sonrası alınan KMY ölçümlerine göre %50 olguda osteoporoz ve %35.7 olguda osteopeni saptandı. Olguların preoperatif serum PTH, kalsiyum, 25-OH-D, osteokalsin, üre, kreatinin, glomerüler filtrasyon hızı ve pro-BNP konsantrasyonları sırasıyla 100.9±39.5 pg/ml, 8.9±0.8 mg/dl, 26.7±17.4 ng/ml, 6.98±5.46 ng/ml, 80.2±57.9 mg/dl, 1.48±0.89 mg/dl, 52.99±13.32 ml/dak/1.73 m2 ve 9348.7±8176.7 pg/ml olarak bulunurken; 14.2±7.7 aylık ortalama takip dönemi sonunda bu değerler sırasıyla 78.3±26.3 pg/ml, 9.2±0.5 mg/dl, 29.8±13.8 ng/ml, 7.55±3.14 ng/ml, 36.2±17.2 mg/dl, 0.98±0.26 mg/dl, 59.72±1.21 ml/dak/1.73 m2 ve 1838.9±1853.2 pg/ml olarak saptandı (sırasıyla p<0.001, p=0.033, p=0.038, p=0.841, p<0.001, p=0.003, p=0.006 ve p<0.001). Farklı iki SVDC tipi implante edilen olgular çalışma parametrelerindeki değişim açısından kıyaslandığında istatistiksel anlamlı bir fark saptanmadı.
Sonuç: Sol ventriküler destek cihazı uygulanan SDKY olgularında serum kalsiyum, 25-OH-D ve PTH düzeylerinin yakın kontrolü gerekli olup, KMY ölçümlerine göre osteoporoz veya osteopeni saptananlara günlük kalsiyumdan zengin diyet önerisi dışında, medikal tedavisinin düzenlenmesi planlanmalıdır.
Objective: To find out the osteoporosis risk in end-stage heart failure (ESHF) patients underwent left-ventricular assist device (LVAD) implantation by evaluating the alterations of serum parathyroid-hormone (PTH), calcium, and vitamin-D levels.
Materials and methods: Charts of 375 ESHF patients underwent continuous-flow LVAD implantation were reviewed retrospectively. Thirty-three cases with a minimum postoperative follow-up of three months, who had complete data about serum PTH, calcium, 25-hydroxyvitamin-D (25-OH-D), and probrain-natriuretic-peptide (pro-BNP) levels for pre and postoperative periods, as well as those with a bone mineral density (BMD) evaluation were included. Demographics, serum levels of studied parameters for pre and postoperative periods, and the BMD results evaluating lumbar vertebra and hip were noted and statistically analyzed. Furthermore, impact of implanted LVAD type over studied parameters was evaluated comparatively.
Results: Of the 33 cases with mean age and body mass index of 52.7¬¬±12.0 years and 27.3±4.3 kg /m2, four were female (12.1%). Postoperative BMD examinations revealed osteoporosis in 50%, and osteopenia in 35.7% of the study population. Preoperative serum PTH, calcium, 25-OH-D, osteocalcin, urea, creatinine, glomerular filtration rate, and pro-BNP levels were 100.9±39.5 pg/ml, 8.9±0.8 mg/dl, 26.7±17.4 ng/ml, 6.98±5.46 ng/ml, 80.2±57.9 mg/dl, 1.48±0.89 mg/dl, 52.99±13.32 ml/min/1.73 m2, and 9348.7±8176.7 pg/ml; whereas, those were found as 78.3±26.3 pg/ml, 9.2±0.5 mg/dl, 29.8±13.8 ng/ml, 7.55±3.14 ng/ml, 36.2±17.2 mg/dl, 0.98±0.26 mg/dl, 59.72±1.21 ml/min/1.73 m2, and 1838.9±1853.2 pg/ml, respectively after a mean follow-up of 14.2±7.7 months (p<0.001, p=0.033, p=0.038, p=0.841, p<0.001, p=0.003, p=0.006, and p<0.001, respectively). No statistical significance was found for all studied parameters between cases underwent either types of LVAD implantation.
Conclusion: Close control for calcium, 25-OH-D, and PTH serum levels is mandatory for ESHF patients underwent LVAD implantation. Despite the daily calcium-rich diet, medical treatment may be recommended in those whose BMD examinations depicted the diagnosis of osteoporosis or osteopenia.
Makale Özeti

3.
D vitamini ve inflamasyon ilişkisinin nötrofil lenfosit oranı, trombosit lenfosit oranı ve ortalama trombosit hacmi ile değerlendirilmesi
Assessment of Vitamin D and inflammatory response relationship using neutrophil to lymphocyte ratio, platelet to lymphocyte ratio and mean platelet volume
Elif Umay Altaş, Aliye Tosun
Sayfalar 11 - 14
Giriş: D vitamini kalsiyum ve fosfor metabolizmasında ve kemik homeostazında önemli rol oynamaktadır. Bunun yanı sıra immün sistem, beyin, gözler, pankreas, kalp, yağ dokusu, tiroid, paratitoid gibi birçok doku ve organda reseptörü gösterilmiş ve D vitamini eksikliğinin immün yanıtın düzenlenmesinde, otoimmün hastalıklarda, enfeksiyöz hastalıklarda, çeşitli kanserlerde, kardiyovasküler ve metabolik hastalıklarda da önemli rol oynadığı ileri sürülmüştür. Bu çalışmada 25(OH)D3 eksikliğinin inflamasyonla ilişkisinin nötrofil lenfosit oranı (NLO), trombosit lenfosit oranı (TLO) ve ortalama trombosit hacmi (OTH) parametreleri kullanılarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

Yöntem: Bu retrospektif-kesitsel çalışmaya 25(OH)D3 eksikliği olan 122 hasta ile 85 kontrol alınmıştır. Hastaların C-reaktif protein (CRP), NLO, TLO ve OTH değerleri kaydedilmiş ve incelenmiştir.

Bulgular: 25(OH)D3 eksikliği olan hastalar ile kontrol grubu arasında NLO, TLO ve OTH açısından anlamlı fark saptanmamıştır (p>0.05). 25(OH)D3 eksikliği olan hastalarda CRP anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (p=0.001). Değerler arasında herhangi bir korelasyon saptanmamıştır.

Sonuç: Çalışmamızda D vitamini eksikliği ile NLO, TLO ve OTH değerleri arasında anlamlı bir ilişki saptanmazken; CRP, D vitamini eksikliği olan hastalarda yüksek olarak bulunmuştur. D vitamini eksikliği ile yüksek MPV arasındaki ilişkiyi düzgün bir şekilde değerlendirmek için, iyi dizayn edilmiş prospektif, randomize kontrollü çalışmaların daha geniş serilerle yapılması gereklidir.
Introduction: Vitamin D plays an important role in calcium and phosphorus metabolism as well as bone homeostasis. Moreover, its receptors were detected in immune system, brain, eyes, pancreas, heart, adipose tissue, thyroid and parathyroid tissues in addition to other tissues and Vitamin D deficiency is thought to play a role in immune system response, autoimmune diseases, infectious diseases, some types of cancers, and cardiovascular and metabolic diseases as well. In this study, our main objective is to assess the relationship between 25(OH)D3 deficiency and inflammation; using C-reactive protein (CRP), neutrophil to lymphocyte ratio (NLR), platelet to lymphocyte rate (PLR) and mean platelet volume (MPV) parameters.
Materials and Methods: 122 patients with diagnosed 25(OH)D3 deficiency and 85 control patients were included in this retrospective-cross-sectional study. Patients’ CRP, NLR, PLR and MPV values were recorded and investigated.
Results: No significant difference was found between the patients with 25(OH)D3 deficiency and control group in terms of NLR, PLR and MPV (p>0,.05) However, CRP was significantly higher in 25(OH)D3 deficiency patients (p=0.001). No correlation between the values were detected.
Conclusion: In our study, CRP values were found to be significantly higher in patients with 25(OH)D3 deficiencies. However, we were unable to find a significant relationship between 25(OH)D3 deficiency and NLR, PLR and MPVvalues. In order to assess the relationship between Vitamin D deficiency and inflammation properly, well-designed prospective randomized controlled studies with wider series are required.
Makale Özeti

4.
Postmenopozal osteoporozlu kadınlarda oksidatif stres belirteçlerinin incelenmesi
Examination of oxidative stress markers in women with postmenopausal osteoporosis
Okan Dikker, Mustafa Şahin, Sevgi Atar, Seldağ Bekpınar
Sayfalar 15 - 20
Amaç: Postmenopozal Osteoporoz, kemik mineral yoğunluğunun azalmasına bağlı olarak kemiklerde kırılma eğiliminin arttığı bir hastalıktır. Oksidatif stres osteoporoz için önemli bir risk faktörüdür. Çalışmamızda; postmenopozal osteoporozlu kadınlarda, oksidatif stres belirteçlerinin düzeylerinin incelenmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Osteoporozu olan ve olmayan postmenopozal kadınlarda ve ayrıca sağlıklı kontrollerde; kemik mineral yoğunluğu, rutin laboratuvar testleri, 25-hidroksivitamin D3, malondialdehit, protein karbonil ve total antioksidan kapasite düzeyleri ölçüldü. Malondialdehit düzeyleri Enzyme linked immunoassay metoduyla, protein karbonil ve total antioksidan kapasite düzeyleri ise kolorimetrik metodlar ile ölçüldü.
Bulgular: Malondialdehit düzeylerinin her iki postmenopozlu grupta azaldığı, protein karbonil düzeylerinin ise osteoporozu olmayan postmenopozlu grupta arttığı saptandı.
Sonuç: Bu sonuçlar, osteoporoz ile oksidatif stres arasında bir ilişki kurmayı güçleştirmektedir. Daha spesifik antioksidan ve oksidan moleküllerin ölçümünün konuya katkı sağlayacağını düşünüyoruz.
Aim: Postmenopausal osteoporosis is a disease with increased bone fracture tendencies based upon reduced bone mineral density. Oxidative stress is an important risk factors for osteoporosis. In our study; we investigated the levels of oxidative stress markers in women with postmenopausal osteoporosis.
Material and Method: In postmenopausal women with and without osteoporosis and in control group; bone mineral density, routine laboratory tests, 25-hydroxyvitamin D3, malondialdehyde, protein carbonyl and total antioxidant capacity levels were measured. Malondialdehyde measurements were analysed by the Enzyme-linked immunosorbent assay method, protein carbonyl and total antioxidant capacity measurements were studied by the colorimetric method.
Conclusion: We found that malondialdehyde levels decreased in both postmenopausal groups and protein carbonyl levels increased in postmenopausal group without osteoporosis. The levels of total antioxidant capacity did not show any differences between the groups.
Result: These results make it difficult to establish a relationship between osteoporosis and oxidative stress. We think that measurement of more specific antioxidant and oxidant molecules will contribute to the issue.
Makale Özeti

5.
Hastanın yaşı, ağırlığı, boyu ve vücut kitle indeksi DXA tetkiki esnasında oluşan pozisyonlama hatalarına etkili mi?
Is there an effect of patient’s age, weight, height and body mass index on positioning errors during scan acquisition of Dual X-ray absorptiometry?
Filiz Tuna, Derya Demirbağ Kabayel
Sayfalar 21 - 25
Amaç: Dual enerji X-ışını absorbsiyometri tetkiki esnasında hastanın pozisyonlaması, Kemik mineral yoğunluğu değerlendirmesinde önemlidir. Doğru pozisyonlama üzerine teknisyenin rolü önemli kabul edilirken, hastaya ait özelliklerin bu pozisyonlamaya etkisi yeterince açıklanmamaktadır. Bu araştırmadaki amacımız; postmenapozal kadınların yaş, boy, kilo ve beden kitle indeksi gibi özelliklerinin pozisyonlama hatalarına etkileri olup olmadığını araştırmaktır.
Gereç ve yöntem: Post-menapozal kadınlara ait Dual enerji X-ışını absorbsiyometri raporları ve dosyaları retrospektif olarak incelendi. Beden kitle indeksi değerlerine göre 3 grup oluşturuldu; normal, fazla kilolu ve obez. Her bir gruba 41 hasta dahil edildi. Yalnızca Hologic cihazına ait görüntüler değerlendirmeye katıldı. Dual enerji X-ışını absorbsiyometri çıktı raporlarındaki bel ve kalça bölgesi görüntüleri kullanılarak, pozisyonlama hatası olan hastalar tanımlandı. Vücut kitle indeksi grupları arasında pozisyonlama hata oranları arasındaki fark Pearson Ki-Kare testi ile belirlendi. Yaş, boy, ağırlık ve vücut kütle indeksinin pozisyonlama hataları üzerine etkisi basit doğrusal regresyon analizi ile incelendi.
Bulgular: Normal, aşırı kilolu ve obez gruplar arasındaki pozisyonlama hataları dağılımı sırasıyla % 35.3 (36), % 29.4 (30) ve % 35.3 (36) saptandı. Aynı gruplarda doğru pozisyonlanmış hastaların dağılımı sırasıyla; % 23.8 (5), % 52.4 (11) ve %23.8 (5) idi. Pozisyonlama hataları açısından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (Pearson Chi-Square, p = 0.127).
Sonuç: Yaş, boy, ağırlık ve beden kütle indeksi gibi hastaya ait özellikler pozisyonlama hatalarını istatistiksel olarak anlamlı düzeyde etkilemez.
Introduction: Patient positioning during dual-energy X-ray absorptiometry examination is important in assessing bone mineral density. While the role of the technician is considered important in correct positioning, the effect of the patient characteristics on positioning errors is not adequately addressed. In this study; we aimed to determine the effects of age, weight, height and body mass index factors on postmenopausal female patients' positioning errors.
Materials and methods: Dual-energy X-ray absorptiometry reports and files of postmenopausal women were reviewed retrospectively. According to the values of body mass index 3 groups were formed; normal, overweight and obese. 41 patients were included in each group. Only the images of the Hologic dual-energy X-ray absorptiometry were used. Using the images (lumbar and hip region) on the dual-energy X-ray absorptiometry output reports, the patients with the positioning error were identified. The difference in positioning error rates between the body mass index groups was determined by Pearson Chi-Square test. The effect of age, height, and weight and body mass index of patients on positioning errors was examined by simple linear regression analysis.
Results: Distribution of positioning mistakes between normal, overweight and obese groups were; 35.3% (36), 29.4% (30), and 35.3% (36), respectively. The distribution of correctly positioned patients according to the same groups were; 23.8% (5), 52.4% (11), and 23.8% (5), respectively. No statistically significant difference was found between the groups in terms of positioning errors (Pearson Chi-Square, p = 0.127).
Conclusion: Features of patients as age, height, weight, and body mass index did not significantly affect positioning errors.
Makale Özeti

VAKA SUNUMU
6.
Atipik yerleşimli tofüslerle seyreden bir kronik gut artriti vakası
A case of chronic gouty arthritis with unusual localized tophi
Samet Sancar Kaya, Mehmet Okcu
Sayfalar 26 - 28
Gut hastalığı genellikle 40 yaş üzeri erkeklerde görülen, hiperürisemiye bağlı olarak dokularda biriken monosodyum ürat monohidrat kristallerinin tetiklediği inflamatuar bir hastalıktır. Yeterince tedavi edilmeyen hastalarda kronik destrüktif poliartrit ve tofüslerle seyreden kronik gut artriti gelişebilmektedir. Tofüsler sıklıkla el-ayak parmaklarında, olekranon bursada, prepatellar bursada, kulak heliksinde ve aşil tendonunda gözlenir. Bizim vakamızda ise el-ayak eklemleri, kulak heliksi ve olekranon bursadaki tofüslerin yanında bilateral lomber paravertebral kaslar ve sol servikal paravertebral kaslarda tofüsler mevcuttu. Kolşisin 1 mg/gün ve allopurinol 300 mg/gün başlanan hastada altıncı aydaki kontrolünde eklem ağrıları düzelmiş, kulak heliksindeki tofüsü tamamen kaybolmuştu. Sonuç olarak, kronik olgularda tofüslerin klasik yerleşim yerleri dışında atipik bölgelerde yerleşebileceği ve tedavide gecikme sebebiyle oluşacak tofüslerin eklem harabiyetine yol açabileceği klinik pratikte akılda tutulmalıdır.
Gout disease is usually seen in males over 40 years; an inflammatory disease triggered by monosodium urate monohydrate crystals that accumulate in tissues due to hyperuricemia. Not enough therapy in patients presenting with chronic destructive polyarthritis and tophus may develop chronic gouty arthritis. Tofus is frequently observed in hand-toe fingers, olecranon bursa, prepatellar bursa, ear helix and achilles tendon. In our case, there were present tofus in hand-foot joints, ear helix and olecranon bursa besides these were present tofus in bilateral lumber paravertebral muscles and left cervical paravertebral muscles. In the patient who started colchicine 1 mg / day and allopurinol 300 mg / day, the joint pain improved and the tofus in the ear helix disappeared completely at the 6th month control. In conclusion, it should be kept in mind that in chronic cases, the tofuses may be located in atypical regions other than the classical residential areas and that the tofus caused by delayed treatment may lead to joint destruction.
Makale Özeti

7.
Yaşlı Bir Kadında Radyolojik Anormalliklerin Eşlik Etmediği Travmatik Tetrapleji: Olgu Sunumu
Traumatic Tetraplegia Without Radiologic Abnormalities in an Elderly Woman: A Case Report
Senem Şaş, Şeyda Toprak Çelenay
Sayfalar 29 - 31
Radyografik anormalliklerin eşlik etmediği spinal kord yaralanması (SCIWORA) kelimenin tam anlamıyla spinal kord hasarının spesifik bir tipini belirtir. Çoğu vakada omurilik yaralanmaları manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ile tespit edilebilir. Bu yazıda, SCIWORA'lı yaşlı bir kadında tetraplejik omurilik hasarı atipik bir olgu sunulmaktadır. 73 yaşındaki tetraplejik bir kadın hastadan MRG çekildi ve spinal kordun herhangi bir bölümünde spesifik bir lezyon bulunamadı. Öte yandan, hastanın dört ekstremitede paralizisi ve patolojik refleksleri mevcuttu. C7 dermatom seviyesinin altında hipoestezi tespit edildi. 6 haftalık bir fizik tedavi ve rehabilitasyon programı gerçekleştirildi. Program sonrasında, spastisitenin azaldığı, oturma dengesinin arttığı ve hasta tekerlekli sandalyeyi kullanabileceği gözlendi.
Spinal cord injury without radiographic abnormality (SCIWORA) literally refers to a specific type of spinal cord injury. Spinal cord injuries can be detected by magnetic resonance imaging (MRI) in most cases. In this report, we present an atypical case of tetraplegic spinal cord injury in an elderly woman with SCIWORA. A 73-year-old female tetraplegic patient underwent MRI, and no specific lesions were found in any segments of the spinal cord. On the other hand, the patient had clinical manifestation of paralysis in four extremities, pathologic reflexes, hypoesthesia below the C7 dermatome level. A 6-week physical therapy and rehabilitation program was performed. After the program, it was observed that spastisity decreased, sitting balance inreased and the patient could use wheel-chair.
Makale Özeti

8.
Sıradışı bir supraskapular nöropati olgusu: Olgu sunumu ve literatürün gözden geçirilmesi
An unusual case of suprascapular neuropathy: Case report and literature review
Sevgi Ikbali Afsar, Metin Karataş
Sayfalar 32 - 35
Supraskapular sinir nöropatisi omuzda ağrı ve kas zayıflığının nadir görülen bir nedenidir. Yaygın görülen nedenler arasında; para-labral kist, yumuşak doku veya kemik tümörleri gibi yer kaplayan lezyonlar, sporcularda tekrarlayan baş üstü aktiviteler, direkt travma, skapula kırığı ve iyatrojenik nedenler yer almaktadır. Supraskapular sinir nöropatisinin klinik prezentasyonu, servikal bölge ve omuz ile ilgili diğer patolojilerle çakışabileceğinden tanısı zor olabilir. Burada; 8 ay önce başlayan sol omuzda ağrı ve kolda güçsüzlük şikayetleri ile kliniğimize başvuran 33 yaşındaki erkek hasta sunulmaktadır. Yapılan klinik ve elektrofizyolojik değerlendirmeler supraskapular çentik düzeyinde sol supraskapular sinir lezyonunu doğrulamıştır. Bu olguyu, omuz ağrısının ayırıcı tanısında, nöropatiye neden olabilecek kitle, travma veya aşırı fiziksel aktivitenin olmadığı durumlarda da supraskapular sinir nöropatisinin akılda tutulması gerektiğini vurgulamak için hazırladık.
Suprascapular neuropathy is a rare cause of pain and weakness of the shoulder. Common causes include space-occupying lesions such as para-labral cysts, soft tissue or bony tumors, repetitive overhead activities in athletes, direct trauma, fractures of the scapula and iatrogenic causes. Diagnosis of suprascapular neuropathy can be difficult due to overlap in the clinical presentation with other pathologies of the shoulder and cervical spine region. We present a 33-year-old male with an 8-month history of left shoulder pain and arm weakness. The clinical and electrophysiological evaluations confirmed injury to the left suprascapular nerve at the suprascapular notch. This case is presented to remind physicians that suprascapular neuropathy should also be considered in the differential diagnosis of shoulder pain in the absence of a mass, trauma or excessive physical activity that may cause the neuropathy.
Makale Özeti

EDITÖRE MEKTUP
9.
Ayak Ağrısının Nadir Bir Nedeni: Plantar fibromatozis
A Rare Cause Of Ankle Pain: Plantar Fibromatosis
Fatih Bağcıer, Osman Onaç, Duygu Geler Külcü
Sayfalar 36 - 37
Plantar fibromatozis; plantar aponörozun nodüler karakterde, yavaş büyüyen, benign ancak infiltrasyon gösteren tümörüdür. Bu vakada 54 yaşında her iki ayak tabanında sert nodülü olan ve plantar fibromatozis tanısı koyduğumuz hastayı sunduk.
Plantar fibromatosis is a benign but infiltrative neoplasm, presenting as a slow-growing nodular thickening most often within the central band of the plantar aponeurosis. In this case report, we presented a 54-year-old male patient who had a tender nodule in the sole of the right and left foot.
Makale Özeti

10.
Radikülopatiye neden olan servikal lipom
A case of cervical lipoma-related radiculopathy
Mustafa Reşorlu, Ozan Karatag, Canan Akgün Toprak
Sayfalar 38 - 39
Makalemiz editöre mektup kategorisinde olup, derginiz yazım kurallarına göre özet bölümü bulunmamaktadır
Makalemiz editöre mektup kategorisinde olup, derginiz yazım kurallarına göre özet bölümü bulunmamaktadır
Makale Özeti