Cilt: 13  Sayı: 1 - 2012
Özetleri Gizle | << Geri
ARAŞTIRMA
1.
Tıp Fakültesi 1. Sınıf Öğrencilerinin Beslenme Durumlarının Değerlendirilmesi
Evaluation of Nutritional Status of First-Year Medical Students
Muazzez Garipağaoğlu, Beyza Eliuz, Kübra Esin, Penbe Çağatay, Hacer Nalbant, Zeynep Solakoğlu
doi: 10.5505/1304.8503.2012.85570  Sayfalar 1 - 8
AMAÇ: Tıp Fakültesi 1. sınıf öğrencilerinin günlük enerji ve besin ögeleri alımlarını belirlemek, önerilerle karşılaştırmak.
YÖNTEMLER: Çalışmaya İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi 2009-2010, 2010-2011 eğitim-öğretim yıllarında başlayan %39.4’ü kız, %60.6’sı erkek olan toplam 878 öğrenci alındı. Yaş ortalamaları 18.4±0.9 yıl olan öğrencilere ilişkin demografik bilgiler önceden hazırlanan bir anket formu ile elde edildi. Öğrencilerin ağırlık ve boy ölçümleri alındı, Beden Kitle İndeksleri (BKİ) hesaplandı. Günlük alınan enerji ve besin ögeleri öğrencilerin son 24 saatlik (re-call) besin tüketimleri ile belirlendi. Besinlerin analizi bilgisayar ortamında Bebis programı kullanılarak yapıldı. Elde edilen veriler Türkiye’ye özgü önerilerle karşılaştırıldı. İstatistiksel analizler için SPSS programı kullanıldı.
BULGULAR: BKİ’ne göre kızların yarısının (%49.1), erkeklerin çoğunluğunun (%61.7) normal olduğu, kızlar arasında zayıflığın yaygın (%44.8) olduğu, erkeklerde ise zayıflık ve şişmanlık oranlarının eşit (%19.4, %19.0) dağıldığı gözlendi. Önerilerle karşılaştırıldığında tüm öğrencilerin lif, B1 vitamini, folik asit, kalsiyum ve magnezyumu, kızların ise demiri düşük aldıkları, erkeklerin enerji ve C vitaminini sınırda aldıkları belirlendi. Sadece fosforun tüm öğrenciler tarafından yüksek alındığı, demirin ise erkek öğrenciler tarafından önerilerin biraz üzerinde alındığı bulundu. Erkek öğrencilerin genel olarak enerji ve C vitamini dışındaki tüm besin ögelerini kızlardan fazla aldıkları saptandı. Öğrencilerin hafta içi ve hafta sonu beslenme alışkanlıklarında farklılık olmadığı ancak yurt ve öğrenci evinde kalanların ailesiyle kalanlardan daha iyi beslendikleri görüldü. Günün en önemli öğünü olan kahvaltının, öğrencilerin sadece yarısı tarafından yapıldığı belirlendi.
SONUÇ: İstanbul Tıp Fakültesi 1. sınıf öğrencilerinin genel olarak yetersiz ve dengesiz beslendikleri gözlendi. Beslenme durumunu iyileştirebilmek için öğrencilerin teorik ve uygulamalı sürekli eğitim programları ile bilinçlendirilmelerinin yararlı olacağı düşünüldü.
OBJECTIVE: The objective of this study was to determine nutrient intake and to compare nutrition recommendations among first-year medical students at Istanbul Faculty of Medicine in Turkey.
METHODS: During the years of 2009-2010 and 2010-2011, a total of 878 first-year medical students (532 male, 346 female) aged 18.4±0.9 years were investigated. A self-filled questionnaire was used to collect demographic information. The student’s body weights and heights were measured and Body Mass Indices (BMI) were calculated. 24-h dietary recalls were collected and analyzed by Bebis software program and also compared Turkish nutritional recommendations. Statistical analyses were performed by using SPSS package.
RESULTS: Half of the female students (49.1%) and most of the males (61.7%) had normal BMI. The other half of females (44.8%) were underweight. Distribution of underweight (19.3%) and overweight (19.0%) were similar among males.
Mean dietary fiber, vitamin B1, folate, calcium and magnesium intakes of whole students, and iron intakes of female students were inadequate compared with the recommendations. Only phosphorus intake was high among all students. Nutrient intakes of the male students were significantly higher than the female students except energy and vitamin C. There was no difference between the weekday and weekend nutrient intakes of the students. The students who live in dormitory or sharing houses with friends had better nutrient intakes than students who live with own families. Only half of the students had regular breakfast habit.

CONCLUSION: Energy and nutrient intakes of students were evaluated according to Turkish nutritional recommendations and observed that first year medical students’ dietary assesment were inadequate and unbalanced. To improve dietary habits of students their introductory nutrition information must be supported by further classes and applied nutrition sessions.


Makale Özeti | Tam Metin PDF

2.
Stapes Cerrahisinde Klinik sonuçlarımız
Results of Stapes Surgery in Our Clinic
Fatih Bora, Zeki Yücel, Erdal Oltulu, Serdar Ceylan, Meliha Hamurcu, Banu Atalay, Timur Batmaz
doi: 10.5505/1304.8503.2012.72691  Sayfalar 9 - 12
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı otosklerozdaki hava kemik açıklığını düzeltmek için stapes cerrahisi yapılan hastaların sonuçlarını inceleyip cerrahinin işitmede sağladığı kazancı ortaya koymaktır.
YÖNTEMLER: 30 hasta retrospektif olarak odyolojik test sonuçları, cerrahi teknik ve komplikasyonlar açısından incelendi. En kısa takip süresi 14 ay en uzun takip süresi ise 78 aydı. Hava-kemik yolu açıklığındaki kapanma aşağıdaki sınıflamaya göre değerlendirildi.
Başarılı: Kapanma ≤10 dB
Kısmen başarılı: Kapanma>10 dB ise
Başarısız: Kapanma yok veya daha kötü

BULGULAR: Ameliyat öncesi ortalama hava kemik açıklığı 36.70 dB idi. Genel anestezi altında 27 kulağa stapedotomi,3 kulağa stapedektomi yapıldı. 24 olguda [%80] hava kemik açıklığındaki kapanma başarılı veya kısmen başarılıydı.4 olguda [%13] post -op dönemde sensorinöral işitme kaybı gelişti.
SONUÇ: Otosklerozlu hastalarda yapılan stapes cerrahisi komplikasyonlarına rağmen işitmeyi düzeltmede etkili ve güvenilir bir yöntemdir.
OBJECTIVE: The aim of this study is to analyse the results of stapes surgery which is done to improve air-bone gap in otosclerosis and show its benefit in hearing.
METHODS: 30 cases were analysed retrospectively according to their audiological test results, surgical technique and complications. Shortest period of follow-up was 14 months and longest was 78 months. Improvement of air-bone gap was assessed with the following table:
Successful: gap being equal or less than 10 dB
Partly succesful: gap being more than 10 dB
Failure: no improvement or worse

RESULTS: Pre-op mean gap score was 36.70 dB. Under general anesthesia stapedotomy was performed to 27 ears and stapedectomy was performed to 3. In 24 cases(80%) gap improvement was considered as successful or partly successful. In 4 cases(13%) SNHL was observed postoperatively.
CONCLUSION: Although it has complications,stapes surgery in otosclerosis cases is a reliable and effective method.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

3.
İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Onkoloji Birimi: Yeni kurulan bir ünitenin 18 aylık sonuçları
Istanbul Research and Training Hospital Oncology Division: 18 month results of a newly-formed unit
Rıza Umar Gürsu, Özgü Kesmezacar, Didem Karaçetin, Özlem Mermut, Begüm Ökten, Şebnem İzmir Güner
doi: 10.5505/1304.8503.2012.55264  Sayfalar 13 - 18
AMAÇ: İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Onkoloji Biriminde kurulumundan bugüne kadar geçen zamanda takip edilen hastaların değerlendirilmesi
YÖNTEMLER: Çalışmamızda hastanemiz onkoloji birimlerinde Temmuz 2009 Aralık 2010 tarihlerinde kanser tanısıyla takip edilen 760 hastamızın demografik özellikleri, yaş, cinsiyet ve evrelerine göre dağılımları dosyaları araştırılarak retrospektif olarak incelenmiştir.
BULGULAR: Hastaların 383’ü erkek, 377’si kadındı. Kadın erkek oranı 0.98 olarak saptandı. Hastaların medyan yaşları 58.24±12.97 idi. Erkekler için 60.02±12.53, kadınlar içinse 56.42±13.18 olarak saptandı.
En çok rastlanılan hastalıklar sırası ile meme kanseri 194 (%25.52), kolorektal kanser 166 (%21.84), mide kanseri 98 (%12.89), akciğer kanseri 88 (%11.57) ile prostat kanseri 41 (%5,39) idi. Erkeklerde en sık görülen kanserlerde ilk sırayı 99 hasta ile (%25.84) kolorektal kanser almakta idi. Ardından akciğer kanseri 74 (%19.32), mide kanseri 71 (%18.53), prostat kanseri 41 (%10.70) ve baş boyun kanserleri 23(%6) gelmekte idi. Kadın hastalarda ilk sırada meme kanseri vardı. 190 hasta (%50.39) merkezimize başvurmuştu. Meme kanserini 67 hasta ile (%17.77) kolorektal kanserler, 37 hasta ile (%9.81) jinekolojik kanserler, 27 hastayla (%7.16) mide kanseri ve 14 hasta ile (%3.71) akciğer kanseri izlemekte idi.

SONUÇ: Sonuç olarak kliniğe başvuran vakaların dağılımı ve özelliklerinin bilinmesi gerek kliniğin gerekse hastanenin hizmet yükünün belirlenmesinde ve ileriye yönelik planlamalarda yararlı olması açısından önemlidir.
OBJECTIVE: To investigate all patients who were followed in oncology division of Istanbul Research and Training Hospital
METHODS: In our study demographic properties, ages, gender and stages of 760 patients who were admitted to our oncology division was retrospectively investigated through their files.
RESULTS: 383 of the patients were male while 377 of them were women with a female to male ratio of 0.98. Median age of the patients were 58.24±12.97 (Male: 60.02±12.53, female: 56.42±13.18).
Most common types were breast cancer (194, 25.52%), colorectal cancer (166 21.84%), gastric cancer (98, 12.89%), lung cancer (88, 11.57%) prostate cancer (41, 5,39%). For men they are colorectal cancer (99 patients 25.84%), lung cancer (74, 19.32%), gastric cancer (71, 18.53%), prostate cancer (41, 10.70%) and head and neck cancer (23 6%) Breast cancer is the most common type in women with 190 patients (50.39%) followed by colorectal cancer (67, 17.77%), cancers of reproductive system (37, 9.81%), gastric cancer (27, 7.16%) and lung cancer (14, 3.71%)

CONCLUSION: Determining the demographic properties of cancer patients is very important for assesing and planning the workshop of a hospital.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

4.
Pegileinterferon tedavisi alan kronik hepatit B infeksiyonlu olgularda tedavi sonu virolojik yanıtı belirleyen bağımsız değişkenler
Independent variables which determined virologic response at the end of pegylated interferon treatment in patient with chronic HBV
Gülşen Yörük, Muzaffer Fincancı, Bahadır Ceylan, Cüneyt Müderrisoğlu, Gülhan Eren, Ferda Soysal
doi: 10.5505/1304.8503.2012.60352  Sayfalar 19 - 28
AMAÇ: Bu geriye dönük çalışmada kronik HBV infeksiyonlu olgularda pegileinterferon tedavisine tedavi sonu yanıtı belirleyen değişkenleri inceledik.
YÖNTEMLER: Kronik B hepatit infeksiyonlu hasta dosyalarından serum HBV DNA seviyeleri, serum ALT düzeyleri, HBeAg durumu, yaş, cinsiyet, vücut-kitle indeksi, alkol kullanımı, karaciğer biyopsi bulguları, önceki standart interferon kullanımı varlığı ve kullanılan pegile interferonun tipi ile bilgiler bulundu. Bu değişkenlerin pegile interferon tedavisine virolojik yanıtı etkileyip etkilemediği incelendi.
BULGULAR: Bu çalışmaya 79 (54 HBeAg negatif, 25 HBeAg pozitif) olgu alındı. Bir (% 4) HBeAg pozitif hasta ve 38 (% 70,4) HBeAg negatif hastada tedavi sonu virolojik yanıt vardı. Onaltı HBeAg pozitif olgunun 10’ unda (% 62,5) HBeAg serokonversiyonu görüldü. HBeAg negatif olgularda tedavi sonu yanıtlı olanlarda yanıtsız olanlara göre tedavi öncesi serum HBV DNA düzeyi daha düşük ve tedavinin üçüncü ayındaki virolojik yanıt oranı daha fazlaydı (Serum HBV DNA düzeyleri sırasıyla 174000İÜ/ ml ve 4185000İÜ/ml, p = 0,002; tedavinin üçücü ayı sonundaki virolojik yanıt oranları sırasıyla % 76,3 ve % 6,3, p = 0,005). HBeAg pozitif olanlarda tedavi öncesi serum HBV DNA düzeyleri daha fazlaydı.
SONUÇ: Bu çalışmada pegile interferonla tedavi edilen kronik HBV infeksiyonlu olgularda tedavi öncesi HBV DNA düzeyinin ve erken virolojik yanıtın (tedavinin 3. ayı sonu) tedavi sonu virolojik yanıtın en önemli belirleyicileri olduğunu bulduk. HBeAg pozitif olgulardaki tedavi başarısızlığının bu olgulardaki tedavi öncesi HBV DNA düzeylerinin yüksekliğine bağlı olduğunu düşündük.
OBJECTIVE: In this retrospective study, we evaluated variables which determine virological response at the end of pegylated interferon treatment in patients with chronic hepatitis B.
METHODS: Serum HBV DNA levels, serum alanin aminotranspherase levels, HBeAg status, age, gender, body-mass index, alcohol usage, liver biopsy findings, previous conventional interferon usage and the type of pegylated interferon used were recorded from chronic Hepatit B patients medical files. We investigated if these parameters would affect end of treatment virological response to pegylated interferon.
RESULTS: Seventy nine (54 HBeAg negative, 25 HBeAg positive) patients were included in this study. One (4 %) HBeAg positive patient and 38 (70,4 %) HBeAg negative patients had virological response at the end of treatment. HBeAg seroconversion was observed in ten of 16 (62,5 %) HBeAg positive patients. In HBeAg negative patients, the baseline serum HBV DNA levels were lower and virologic response rate at the 3th month of treatment were higher in cases who had virologic response at the end of treatment than nonresponder (Serum HBV DNA levels 174000İÜ/ ml and 4185000İÜ/ml, p = 0,002; virologic response rate at the 3th month of treatment 76,3% and 6,3%, p= 0,005, respectively). The baseline serum HBV DNA levels were higher in HBeAg positive patients than those of HBeAg negative.
CONCLUSION: In this study we determined that baseline serum HBV DNA levels and early virological response (at 12 weeks of treatment) were the most important predictors for the end of treatment virological response in patients with chronic hepatitis B treated with pegylated interferon. We considered that the high rates of treatment failures among HBeAg positive patients may be due to the baseline excessive serum HBV DNA levels in these patients.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

5.
ARKA KAPSÜL KESAFETİ
EVALUATION OF MACULAR THICKNESS AND FINDINGS AFTER Nd: YAG LASER CAPSULOTOMY IN POSTERIOR CAPSULE OPACIFICATION
Mustafa Mete, Mustafa Doğan, Ercüment Bozkurt, Vedat Kaya, Ömer Faruk Yılmaz
doi: 10.5505/1304.8503.2012.36035  Sayfalar 29 - 35
AMAÇ: Arka kapsül kesafeti olan olgularda Nd: YAG lazer arka kapsülotomi sonrası Optical Coherence Tomography ( OCT ) III ile makula bulgularının değerlendirilmesi.
YÖNTEMLER: Beyoğlu Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi I. Göz Kliniği Ön Segment- Refraksiyon Birimi’nde arka kapsül kesafeti bulunan 52 hastanın (23 erkek,29 kadın) 56 gözüne Nd: YAG lazer arka kapsülotomi uygulandı. Kapsülotomi öncesi, kapsülotomi sonrası 1. hafta,1. ay ve 3. ayda olguların muayeneleri ve OCT çekimleri yapılarak bulgular değerlendirildi.
BULGULAR: : Nd: YAG lazer kapsülotomi işlemi; 29 sağ, 26 sol göze uygulandı. Ortalama yaş ~ 63 ( 16 – 85 ) idi. Uygulanan lazer gücü ortalama 207.54 ± 138.09 joule,ortalama atış sayısı 84.73±63.33 idi. Uygulama öncesi ve sonrası 1.hafta, 1.ay ve 3. ayda total makuler volume, 1 mm, 3 mm ve 6 mm’deki santral makula kalınlıkları arasında istatistiki olarak anlamlı fark bulunamadı.
SONUÇ: Arka kapsül kesafeti olan olgularda Nd: YAG lazer kapsülotomi OCT ile tespit edilebilen makula değişikliklerine yol açmamakta, uygulanan atış sayısı ve toplam enerji makula ödemi için risk faktörü oluşturmamaktadır.
OBJECTIVE: To evaluate central macular thickness with Optical Cohorence Tomography ( OCT ) III in patients who have posterior capsule opacification after Nd: YAG Laser Capsulotomy.
METHODS: In Beyoğlu Eye Research and Training Hospital, Nd: YAG Laser Capsulotomy performed 56 eyes of 52 patients ( 23 male, 29 female) who had posterior capsule opacification. Before and after capsulotomy ( 1. week, 1. month and 3. month) patients’ examinations were done and OCT measurements were obtained..
RESULTS: 29 right and 27 left eyes evaluated. Mean age was 63,5 ± 17,9 ( 16 – 85 ). The mean energy used during capsulotomy was 47.54 ± 25.09 milijoule ( mj ) ( 10.5 – 109. 2 ), and the mean energy per laser spot was 1.3 ± 0.2 mJ. Mean laser shots were 34.73 ± 13.33 ( 7- 88 ). There was no statistically significant difference between preoperative and postoperative central retinal thicknesses and volumes.
CONCLUSION: In patients who have posterior capsule opacification, Nd: YAG Laser Capsulotomy do not cause retinal edema and changes in retinal thickness and findings measured by OCT.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

OLGU SUNUMU
6.
Apendiks testis torsiyonu: Olgu sunumu
Torsion of the testicular appendix: A case report
Ramazan Kocaaslan, Gökhan Mahmut Toktaş, Erkan Erkan, Salim Küçükpolat, Murat Demiray, Aziz Toker
doi: 10.5505/1304.8503.2012.70883  Sayfalar 36 - 38
Akut skrotum özellikle çocuklarda insidansı yüksek bir sağlık problemidir. Etiyolojisinde epididimoorşit, appendiks testis ve epididimis torsiyonu gibi öncelikle medikal tedavi gerektiren sorunlar olduğu gibi testis torsiyonu gibi acil cerrahi müdahale gerektiren durumlar bulunmaktadır.Bu nedenle akut skrotal ağrı ile gelen hastalarda, özellikle çocuk yaş grubunda, özenli bir fizik muayene yapılmalı, gerekirse yardımcı tanı metodları (skrotal renkli doppler ) kullanılmalıdır.Testiküler torsiyon'dan şüphelenilen durumlarda acil skrotal eksplorasyondan kaçınılmamalıdır.
Acute scrotal pain is relatively common health issue, particularly in children. The causes include situations like epididimiorchitis and torsion of epididymis or appendix testis neseccitating primarily medical therapy besides testicular torsion that needs immediate surgical intervention. Thus, a detailed physical examination, supported by alternative diagnostic methods ( Color Doppler Ultrasonography) is mandatory in case of acute scrotal pain, particularly in children. A suspicion for testicular torsion calls for immediate exploration of scrotum.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

7.
Rektuma fistülize tailgut kisti: olgu sunumu
Tailgut cyst with fistula to rectum: case report
Göksel Tuzcu, Abdullah Yüksel Barut, Adil Öztürk, Aytül Hande Yardımcı, Mustafa Devran Aybar
doi: 10.5505/1304.8503.2012.76376  Sayfalar 39 - 42
Tailgut kistleri retrorektal aralıkta yerleşen ve embriyolojik tailgut' tan köken alan konjenital lezyonlardır. Genellikle perirektal semptomları olan orta yaş kadın olgularda gözlenir. Bu kistler seyrek olarak rektorektal abse, rektal fistül veya malign dönüşüm gösterebilirler. Bu sunumda rektuma fistülize olmuş tailgut kisti olan olgu radyoloji bulguları eşliğinde değerlendirildi.
Tailgut cysts are congenital lesions located in retrorectal area and originate from embryological tailgut. They often present in middle-aged women with perirectal symptoms. These cysts have occasionally shown retrorectal abscess, rectal fistula and malignant transformation. In this article we report the radiologic finding of tailgut cyst case with fistula to rectum.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

8.
Nadir görülen krikoid kondromanın minimal invaziv eksizyonu
Minimally invasive excision of a rare cricoid chondroma: case report
Suat Bilici, Ümit Taşkın, Özgür Yiğit, Ayşe Pelin Gör, Semiha Battal Havare
doi: 10.5505/1304.8503.2012.92485  Sayfalar 43 - 46
Kondrom larenksin nadir görülen kartilajinöz bir benign tümörüdür. Krikoid kartilaj en sık olarak etkilenir. Biz vokal kord paralizisi yapmadan larengeal pasajı obstrükte eden büyük bir krikoid kartilaj kondromunu sunuyoruz. 56 yaşında erkek hasta 2-3 hafta içinde gelişen ciddi dispne ile başvurdu. Endoskopik larengeal muayenede havayolunu tamamına yakın tıkayan subglottik kitle gözlendi. Bilgisayarlı tomografi ve MRI ile 3x4 cm lik subglottisi tamamen tıkayan kitle görüntülendi. Segmental posterior krikoid kartilaj rezeksiyonu ile lezyon tamamen eksize edildi. Larenks fonskiyonları korundu. Vakamız göstermiştir ki iyi sınırlanmış kondromların tedavisinde minimal invaziv cerrahi ile rekürrens oluşmadan, iyi fonksiyon gösteren bir larenks sağlamak mümkündür.
Laryngeal chondromas are very rare cartilaginous benign tumors of the larynx. The cricoid cartilage is most usually involved. We present a large cricoid cartilage chondroma obstructing the laryngeal passage without vocal cord paralysis. A fifty-six-year-old man presented with severe dyspnea that had developed over a period of 2-3 weeks. Endoscopic laryngeal examination revealed a subglottic rough mass almost totally obstructing the airway. Computed tomography and magnetic resonance imaging revealed a 3×4 cm mass, which completely obstructed the subglottis. The lesion was totally excised with segmental excision of posterior cricoid cartilage. The laryngeal function was preserved. Our case shows that in well-circumferentiated lesions, minimal invasive surgery may yield a properly functioning larynx without any recurrence.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

9.
Remisyondaki Non-Hodgkin Lenfomalı Hastada Renal Onkositoma
Renal Oncocytoma in a Patient with Non-Hodgkin Lymphoma in Remission
Bennur Esen Güllü, Tuncay Dagel, Ibrahim Doğan, Serdar Kahvecioglu, Ayşe Erdogan
doi: 10.5505/1304.8503.2012.72692  Sayfalar 47 - 49
Renal onkositoma göreceli olarak böbreğin nadir görülen bir neoplazmadır. Literatürde çok az vakada öncesinde Non-Hodgkin Lenfoma tanısı ile izlenen bir hastada renal onkositoma tanımlanmıştır. Bu olguda NHL tanısı ile izlenirken renal onkositoma tanısı konulan bir hasta sunulmuştur. Otuz altı yaşında kadın hasta polikliniğimize 2 gündür olan yan ağrısı ve dizüri yakınması ile başvurdu. Hasta 15 yıl önce NHL tanısı ile 8 kür kemoterapi almış, halen son 10 yıldır remisyonda olarak izleniyordu. Fiziki muayenesi normaldi. Hem renal ultrasonografide hem de abdominal tomografide sağ böbrekte 2.5x3 cm boyutunda solid kitle tespit edildi. Renal tru-cut biyopsi sonrasındaki patolojik değerlendirmede onkositoma tespit edildi. Tedavi olarak konservatif yaklaşım uygulandı ve hem renal fonksiyonları hem de tümör sonucu stabil olduğundan cerrahi tedavi uygulanmadı. Renal onkositoma genellikle soliter formda olan böbreğin iyi huylu tümörüdür. Literatürde çok az vakada lokal invazyon ve metastaz rapor edilmiştir. Renal onkositomalı hastalar nonspesifik şikayetlerle başvurabilirler. Bu hastalar semptomatik olmadıkça veya ani büyüme ile başvurmadıkça konservatif tedavi yapılmalıdır ve takip edilmelidir.
Renal oncocytoma is a relatively rare neoplasm of the kidney. A few reports have described renal oncocytomas in patients with previously diagnosed Non-Hodgkin Lymphoma (NHL). In the present report, a NHL patient diagnosed as renal oncocytoma was presented. A 36-year-old female patient applied to our clinic with complaints of side pain and dysuria for 2 days. She was diagnosed with NHL 15 years ago and received 8 cycles of chemotherapy. She was in remission for the last 10 years. Her physical examination was normal. Both renal ultrasonography and abdominal tomography demonstrated a solid mass, 2.5x3 cm in diameter, in the right kidney. A tru-cut biopsy was performed and the pathological examination of the biopsy specimen revealed oncocytoma. As renal functions were normal and the tumor size remained stable, surgical intervention was not considered, and conservative approach was used. Renal oncocytoma is a benign solitary neoplasm of the kidney. Local invasion and metastases have been reported in a few cases in the literature. The patients with renal oncocytoma can apply with nonspecific complaints. Unless the patients are symptomatic, or the tumor shows a rapid growth, these patients should be monitored under conservative therapy.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

10.
Laparoscopic Cholecystectomy in Acute Cholecystitis Patient with Ventriculoperitoneal Shunt
Ventriküloperitoneal Şantı Olan Akut Kolesistitli Hastada Laparoskopik Kolesistektomi
Beyza Özçınar, Ali Tardu, Adnan Haslak, Zeynep Sener Bahce, Beyza Ozcinar
doi: 10.5505/1304.8503.2012.19484  Sayfalar 50 - 52
Ventriküloperitoneal şant tekniklerinin ilerlemesi ile beraber hidrosefalisi olan hastalar daha uzun yılar yaşayabilmekte ve böylece farklı hastalıklar ile karşımıza çıkabilmektedir. 21 yaşında bayan hasta acil servisimize karın ağrısı, bulantı ve kusma şikayeti ile başvurdu. 10 yıl önce hastaya hidrosefali tanısı ile ventriküloperitoneal şant takılmış ve 6 ay önce şantın kısa gelmesi nedeni ile şant değiştirilmiş. Batın ultrasonunda safra kesesinde multiple milimetrik taşlar ve safra kesesi duvar kalınlığında artış saptandı. Hasta genel anestezi altında opere edildi. Laparoskopik kolesistektomi yapıldı. Laparoskopik kolesistektomi bu hastalar için güvenli bir yöntemdir (normal çalışan valvi olan şantlı hastalarda).
With the improvement of ventriculoperitoneal shunting techniques and improvement in medical therapies, patients with hydrocephalus are living longer and are more likely presented with other medical problems. 21 year old female patient was admitted to our Emergency Department with the complaint of nausea, vomitting and abdominal pain. Her medical history showed she had ventriculoperitoneal shunt (VPS) 10 years ago due to hydrocephalus and 6 months ago her shunt was replaced due to shortening of the shunt because of her aging. Abdominal ultrasonography showed there were multiple milimetric calculi at gallbladder and increase in the tickness of wall of the gall bladder. She had operated under routine general anesthesia. Laparoscopic cholecystectomy was performed. Laparoscopic cholecystectomy is a safe and conservative method in patients with normally working VPS (without any obstruction or with unworking valve system).
Makale Özeti | Tam Metin PDF