Cilt: 54  Sayı: 1 - 2024
Özetleri Gizle | << Geri
DERLEME
1.
Anaerop Bakteriler; İzolasyon, İdentifikasyon, Yeni Türlerin Oluşturduğu Hastalıklar
Anaerobic Bacteria; Isolation, Identification, Diseases Caused by New Species
Erdal Özbek, Selahattin Atmaca
doi: 10.54453/TMCD.2024.00922  Sayfalar 1 - 14
Anaerob bakterilerin izolasyon ve identifikasyonunda kullanılan yeni teknolojik gelişmeler bu bakterilere ilgiyi artırsa da ülkemizde hala tıbbi mikrobiyoloji laboratuvarlarında bu bakteri grubu yeterli ilgiyi görmemektedir.
Laboratuvara getirdiği fazla iş yükü, konu ile ilgili ara eleman eksikliği ve klinik yaklaşımda etiyolojisinde anaerob bakteri düşünülen enfeksiyonlarda ampirik tedavi yaklaşımı bu ilgisizliğin sebepleri arasında sayılabilir.
Dünyada ve ülkemizde anaerob bakteri laboratuvarlarında süre gelen bir standardizasyon sorunu mevcuttur. Anaerob bakterilerin identifikasyonunda matriks yardımlı laser desorbsiyon/iyonizasyon kütle spektrometresi (MALDI-TOF/MS) yönteminin son yıllarda rutin laboratuvarlarda kullanıma girmesiyle birlikte anaerop bakterilerin tanımlanması kolaylaşmış ve sistemin kullanıldığı yerlerde standardizasyona katkı sağlamıştır. Ancak sınırlı ekonomik koşulların getirdiği zorluklar nedeniyle bu teknik yeterince yaygınlaşmamıştır. Bu nedenle anaerob bakteri laboratuvarlarında standardizasyon hala önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu derlemede; Anaerop bakteriyoloji laboratuvarında standardizasyona katkı sağlanması amacıyla, anaerob bakteri şüpheli materyallerin laboratuvara taşınması, izolasyon ve identifikasyon aşamalarında dikkat edilmesi gereken ve kabul gören kuralları özetlenmiş, anaerob bakteri izolasyonun ve identifikasyonunda kullanılan teknikler basitten karmaşığa doğru karşılaştırılarak özetlenmiştir. Ayrıca, kommensal mikrobiyotanın üyesi olan anaerob bakterilerden bilhassa yeni tanımlanan cins ve türlerin güncel klinik çalışmalarda ortaya çıkan özelliklerinin sunulması amaçlanmıştır.
Although new technological developments used in the isolation and identification of anaerobic bacteria arouse interest, this bacterial group still does not receive sufficient attention in medical microbiology laboratories in our country.
The workload they bring to laboratory, lack of adequate staff and the empirical treatment applications in infections with anaerobic bacteria in the clinical approach, could all be the possible reasons of this insufficient attention.
There is an ongoing standardization problem in anaerobic bacteria laboratories in the world and in our country. With the introduction of the matrix assisted laser desorption/ionization mass spectrometry (MALDI-TOF/MS) method in the identification of anaerobic bacteria in routine laboratories in recent years, the identification of anaerobic bacteria has become easier, and it contributed to standardization. However, due to the limitations of the economic standards, this technique is not common and therefore, standardization is still an important problem in laboratories for anaerobic bacteria detection.
In this review, the current transportation, isolation and identification procedures of anaerobic bacteria-suspect materials in the laboratory were summarized from simple to complex, with an aim to contribute to the standardization in anaerobic bacteriology laboratory. In addition, characteristics of the newly defined genera and species of anaerobic bacteria, which are the members of commensal microbiota mentioned in current clinical studies, was presented as well.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA MAKALESI
2.
Ticari Doğal Aktif Bileşenlerin Sıtma Tedavisindeki Etkinliğinin Araştırılması
Investigation of the Efficacy of Commercial Natural Active Ingredients in Malaria Treatment
Ahmet Özbilgin, Yener Özel, İbrahim Çavuş
doi: 10.54453/TMCD.2024.48568  Sayfalar 15 - 23
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, çeşitli biyolojik aktiviteleri yanında, güçlü antimikrobiyal etkinlikleri gösterilmiş olan kafeik asit, oleik asit ve oleuropin’in in vitro sitotoksik aktivitesi ve in vivo antimalaryal etkinliğinin sıtma modelinde araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda, kafeik asit, oleik asit, oleuropin, klorokin ve tedavi almayan grup olmak üzere her bir grupta beşer fareden toplam beş grup oluşturulmuştur. Tüm farelere 2.5 x 10⁷ parazit/mL Plasmodium berghei ile enfekte eritrosit süspansiyonu intraperitoneal olarak uygulanmıştır. Belirlenen dozlardaki etken maddeler farelere oral yol ile dört gün testine uygun olarak verilmiş ve farelerdeki parazitemi durumu farelerin kuyruk ucundan alınan kandan yapılan yayma preparatlar ile 27 gün boyunca kontrol edilmiştir.
BULGULAR: Tedavi almayan gruptaki farelerin ortalama parazitemi yüzdesi dokuzuncu gün %33, kafeik asit grubu farelerin 25. gün %30.8, oleik asit grubu farelerin 11. gün %28.6, oleuropein grubu farelerin 11. gün %31.2 olarak saptanmıştır. Kafeik asit grubu farelerin tedavi almayan gruptaki farelere göre yaşam süresinin 16 gün uzadığı gözlenmiştir. Kontrol grubu farelerde deney süresi boyunca yapılan Giemsa boyalı ince yayma preparatlarında parazite rastlanmamıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Özellikle kafeik asit olmak üzere üç etken maddenin de in vivo fare modelinde parazit gelişimini baskıladığı ve farelerin yaşam süresini uzattığı tespit edilmiştir. Bu çalışmadan elde edilen veriler, söz konusu etken maddelerin yeni nesil antimalaryaller olarak daha kapsamlı çalışılması için literatüre önemli katkılar sunacaktır.
INTRODUCTION: In the present study, in vitro cytotoxic activities and in vivo antimalarial efficacies of caffeic acid, oleic acid, and oleuropein, which have shown strong antimicrobial activities, were aimed to be investigated in a malaria model, along with various biological activities.
METHODS: We established five groups, each with five mice: first, second, third and the fourth groups were given caffeic acid, oleic acid, oleuropein, and chloroquine, respectively, while the fifth served as an untreated control. All mice were intraperitoneally infected with the suspension having 2.5x10⁷ parasites/mL of Plasmodium berghei-infected erythrocytes, followed by oral administration of active substances at specified doses for four days. Parasitemia was monitored for 27 days through blood smears obtained from the tail-tip.
RESULTS: The average rates of parasitemia in the group of mice that did not receive any treatment was 33% on day 9, 30.8% for the caffeic acid group on day 25, 28.6% for the oleic acid group on day 11, and 31.2% for the oleuropein group on day 11. It was observed that the life span of the mice in the caffeic acid group extended for 16 days compared to the untreated control group. No parasites were found in the blood smears stained with Giemsa during the experiment in the control group of mice.
DISCUSSION AND CONCLUSION: It was found that all three active ingredients, especially the caffeic acid, suppressed parasite development and extended the lifespan of mice in vivo. The data obtained from this study will make significant contributions to the literature for more comprehensive research on these active substances as next-generation antimalarial agents.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

3.
MALDI-TOF MS İle Pozitif Kan Kültürü Şişelerinden Hızlı Bakteri Tanımlanması; Kan Dışı Steril Vücut Sıvıları İçin Tween 80 İle Ön Ekstraksiyon İşlemi Yarar Sağlar Mı?
Rapid Bacterial Identification from Positive Blood Culture Bottles By MALDI-TOF MS; Is Pre-Extraction with Tween 80 Useful for Sterile Body Fluids Other Than Blood?
Fatih Çubuk, Mürşit Hasbek
doi: 10.54453/TMCD.2024.59455  Sayfalar 24 - 31
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızda Tween 80 ile ön ekstraksiyon işleminin kan dışı steril vücut sıvısı ekilen ve pozitif sinyal alınan kan kültürü şişeleri için uygulanabilirliğinin araştırılması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada steril vücut sıvıları ekilmiş pozitif kan kültürü şişelerinden uygun agar besiyerine pasajlar alınmıştır. Bakteri kolonilerinden MALDI-TOF MS ile bakteri tanımlaması yapılmıştır. Ayrıca pozitif kan kültürü şişelerine Tween 80 ile ön ekstraksiyon işlemi uygulanmıştır.
BULGULAR: Tween 80 ile ön ekstraksiyon işlemi sonrası yapılan tanımlama çalışmalarında tür düzeyinde %53.6 ve cins düzeyinde ise %81.4 başarı elde edilmiştir. Ön ekstraksiyon işlemi sonrası gram pozitif ve gram negatif bakteriler için cins düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı fark gözlenmemiştir (p=0.808). Bu ön işlem tür düzeyinde özellikle gram negatif bakterilerde daha başarılı sonuçlar sağlamıştır (p=0.021).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ön ekstraksiyon işlemi gram negatif bakteriler için başarılı sonuçlar sağlamıştır. Bununla birlikte gram-pozitif bakteriler için tür düzeyinde sınırlı aktivite göstermiştir. Farklı Tween 80 konsantrasyonları veya başka kimyasallar kullanarak yeni protokoller geliştirmek, gram pozitif bakteri tanımlama verimliliğini artırmanın yararlı bir yolu olabilir.
INTRODUCTION: Our study aimed to investigate the feasibility of pre-extraction with Tween 80 for blood culture bottles in which a sterile body fluid, excluding blood, was added and a positive signal was received.
METHODS: In the present study, passages were taken from positive blood culture bottles inoculated with sterile body fluids onto the appropriate agar media. Bacterial identification was made with MALDI-TOF MS from bacterial colonies. In addition, pre-extraction with Tween 80 was applied to positive blood culture bottles.
RESULTS: In the identification studies carried out after the pre-extraction process with Tween 80, success rates of 53.6% and 81.4% were obtained at species and genus levels, respectively. After the pre-extraction process, no statistically significant difference was observed at the genus level for gram-positive and gram-negative bacteria (p=0.808). This pretreatment provided more successful results at the species level, especially in gram-negative bacteria (p=0.021).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The pre-extraction process provided successful results for gram-negative bacteria. However, it showed limited activity at the species level for gram-positive bacteria. Developing new protocols using different concentrations of Tween 80 or other chemicals may be a useful way to increase the efficacy of gram-positive bacteria identification.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

4.
Nozokomial Acinetobacter baumannii İzolatlarının Virülans Genlerinin Araştırılması
Investigation of Virulence Genes of Nosocomial Acinetobacter baumannii Isolates
Yasemin Zer, Mahsun Akboru, Mustafa Sağlam, Ayşe Büyüktaş Manay
doi: 10.54453/TMCD.2024.69596  Sayfalar 32 - 39
GİRİŞ ve AMAÇ: Acinetobacter baumannii cansız ortamlarda dahi aylarca canlı kalabilen önemli bir nozokomiyal patojendir. Son yıllarda A. baumannii’nin sahip olduğu birçok virülans faktörü tanımlanmıştır. Bu çalışma A. baumannii’nin çeşitli virülans faktörlerinin araştırılması ve bunların neden olduğu enfeksiyonlardaki klinik öneminin irdelenmesi amacı ile yapılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma çeşitli klinik örneklerden izole edilerek bakteriyoloji arşivinde bulunmakta olan A. baumannii izolatları ile yapılmıştır. Bakterilerin EUCAST standartlarına uygun olarak disk-diffüzyon yöntemi ile antibiyotik duyarlılık testleri çalışılmıştır. Daha sonra bu izolatların cvaC, iutA, csg, cnf1 genleri gerçek zamanlı PCR yöntemi ile çalışılmıştır.
BULGULAR: Çalışmaya 121 izolat dahil edilmiştir. İzolatlar en fazla endo-trakeal aspirat (54 örnek, %44.6) ve yara sürüntüsünden (42 örnek, %34.7) izole edildi. İzolatlara en etkin antibiyotik kolistin olarak bulunmuş olup dört izolatta (%3.3) kolistin direnci saptanmıştır. İzolatların tümünde en az bir virülans geni saptanırken, bir izolatta tüm virülans genleri saptanmıştır. En fazla 110 izolatta (%90.9) iutA geni, en az da dört izolatta (%3.3) cnf1 geni saptanmıştır. csgA ve cvaC genleri de sırasıyla 15 izolat (%12.4) ve 81 izolat (%66.9) da tespit edilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Siderofor ve bakteriosin genleri izolatların çoğunda izole edilmiş olmasına rağmen, kolonizasyondan ve direk hücresel sitotoksititeden sorumlu genlerin henüz daha az yaygın olduğu saptanmıştır.
INTRODUCTION: Acinetobacter baumannii is an important nosocomial pathogen that can survive for months even in inanimate environments. In recent years, many virulence factors of A. baumannii have been described. This study was conducted to investigate various virulence factors of A. baumannii and to examine their clinical importance.
METHODS: The study was carried out with A. baumannii isolates of various clinical samples and the ones in the bacteriology archive. Antibiotic susceptibility tests of bacteria were done by disk-diffusion method in accordance with EUCAST standards. Then, cvaC, iutA, csgA, cnf1 genes of these isolates were assessed with real time PCR.
RESULTS: A total of 121 isolates were included in the study. Isolates were mostly obtained from endotracheal aspirates (n=54, 44.6%) and wound swabs (n=42, 34.7%). The most effective antibiotic was found to be colistin while colistin resistance was found in four isolates (3.3%). At least one virulence gene was detected in all isolates, while all virulence genes were detected together in one isolate. The iutA gene was found in at most 110 isolates (90.9%) and the cnf1 gene was found in at least four isolates (3.3%). The csgA and cvaC genes were also detected in 15 isolates (12.4%) and 81 (66.9%) isolates, respectively.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Although siderophore and bacteriocin genes were isolated in most of the isolates, genes responsible for colonization and direct cellular cytotoxicity were found to be less common.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

5.
Yetişkinlerde Uzun Süren Öksürüğün Bordetella pertussis Enfeksiyonu ile İlişkisi: Kültür, PCR ve Serolojik Yöntemler ile Kesitsel Bir Değerlendirme
The Association of Prolonged Cough in Adults with Bordetella pertussis Infection: A Cross-Sectional Assessment Using Culture, PCR, and Serological Methods
Pınar Yürük Atasoy, Cumhur Artuk, Cemile Sönmez, Selin Nar Ötgün, Meral Turan, Selçuk Kılıç
doi: 10.54453/TMCD.2024.55823  Sayfalar 40 - 48
GİRİŞ ve AMAÇ: Boğmaca, Bordetella pertussis’in neden olduğu yaygın aşılamaya rağmen tüm yaş gruplarını etkileyebilen bulaşıcı bir solunum yolu enfeksiyonudur. Bu çalışmada 18 yaş ve üzeri bireylerde B. pertussis enfeksiyonuna bağlı uzamış öksürük şikayetlerinin kültür, polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ve serolojik testler kullanılarak değerlendirilmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma, Ankara’da bir üçüncü basamak hastanede, 18 yaş ve üzeri yetişkinlerde iki hafta veya daha uzun süre öksürük şikâyeti olan bireyler üzerinde yürütüldü. Çalışmaya iki haftadan uzun süre öksürük şikâyeti olan 68 yetişkin ve öksürük semptomu olmayan 65 kontrol bireyi dahil edildi. Katılımcılardan alınan nazofaringeal sürüntü örnekleri, kültür ve PCR yöntemleri için kullanıldı. Ayrıca, hastalardan alınan kan örneklerinden elde edilen serumlar, B. pertussis’e karşı oluşmuş antikorların varlığını belirlemek için serolojik testlerle değerlendirildi.
BULGULAR: Kültür yöntemi ile B. pertussis tespiti yapılamamıştır. Ancak hastaların %22’sinde PCR testi pozitif bulunmuş ve %13’ünde Anti-Pertussis Toksin IgG düzeyi pozitif olarak tespit edilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kültür yöntemi, boğmaca tanısında altın standart olarak kabul edilmesine rağmen, bu çalışmada PCR’nin kültüre göre daha duyarlı olduğu bulunmuştur. Yetişkinlerde uzun süreli öksürük şikayetlerinin ayırıcı tanısında boğmaca enfeksiyonunun göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Ayrıca boğmaca konusunda daha fazla farkındalık yaratılması ve geniş kapsamlı çalışmalar yapılması gerekmektedir.
INTRODUCTION: Pertussis is a contagious respiratory tract infection caused by Bordetella pertussis that can affect all age groups despite widespread vaccination. The aim of this study was to evaluate the complaints of prolonged cough due to B. pertussis infection in individuals aged 18 years and older using culture, polymerase chain reaction (PCR) and serologic tests.
METHODS: This study was conducted at a tertiary hospital in Ankara, focusing on individuals aged ≥ 18 years who reported coughing symptoms lasting for two weeks or longer. The study included 68 adults with coughing symptoms persisting for more than two weeks and 65 control individuals without coughing symptoms. Nasopharyngeal swab samples collected from the participants were used for culture and PCR. Additionally, sera derived from the blood samples of patients were evaluated using serological tests to ascertain the presence of antibodies against B. pertussis.
RESULTS: Detection of B. pertussis in culture was not possible. However, 22% of the patients tested positive for PCR, and 13% were found to have positive Anti-Pertussis Toxin IgG levels. The average age of the patients with positive diagnostic test results was 38.5, while the average age was determined as 36.8.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Although the culture method is considered the gold standard for the diagnosis of pertussis, PCR was found to be more sensitive than culture in the present study. Pertussis should be considered in the differential diagnosis of prolonged cough symptoms in adults. Furthermore, there is a need to raise awareness regarding pertussis and conduct broader studies.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

6.
Genç Bireylerde Hepatit A Virüsü Seropozitifliği: Beş Yıllık Retrospektif Değerlendirme
Hepatitis A Virus Seropositivity in Young Individuals: Five-Year Retrospective Evaluation
Pelin Özmen, Nazife Akman, Zeynep Akıdağı, Selma Gökahmetoğlu
doi: 10.54453/TMCD.2024.67689  Sayfalar 49 - 56
GİRİŞ ve AMAÇ: Hepatit A Virüsü (HAV), kişiden kişiye direkt temas veya fekal - oral yolla bulaşabilen akut viral hepatitlerin önemli etkenlerinden biridir. Farklı sosyodemografik tabakalarda HAV seroprevalansı değişkenlik gösterse de, her koşulda sağlık çalışanları risk grubunda yer alır. Bu çalışmada, rutin HAV aşılaması kapsamına girmemiş sağlık stajyerlerinde HAV seropozitifliğinin beş yıllık retrospektif değerlendirmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Sağlık stajyerlerinde hepatit A serolojilerinin retrospektif olarak değerlendirildiği çalışmada, 733 öğrencinin serum HAV IgM ve HAV IgG verileri araştırmaya dahil edilmiştir. Sonuçların yorumlanmasında; 1.0 Sinyal/Cut-off (S/CO) altındaki değerlere sahip örnekler ‘non-reaktif’, ≥1.0 S/CO değerlerine sahip örnekler ‘reaktif’ olarak kabul edilmiştir. Verilerin istatistiksel analizinde SPSS Ver.21 programından yararlanılmış, kategorik değişkenler arasındaki ilişki ki-kare testi ile saptanmış; p<0.001 anlamlı kabul edilmiştir.
BULGULAR: Tüm öğrencilerin HAV IgM değerleri negatif bulunmuştur. Seropozitif öğrencilerin oranı %20 (n=147); pozitifliğin en fazla saptandığı yıl 2019 (%26.9) olmuştur. Kadın öğrencilerdeki seropozitiflik oranı %57.8 (85/147), erkek öğrencilerde %42 (62/147) olup; kadın cinsiyet- seropozitiflik ilişkisinde anlamlı artış izlenmiştir (p<0.001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: HAV seropozitifliğinin düşük saptandığı bu çalışmada, sağlık çalışanı erişkinlerin mesleki maruziyet riskleri sebebiyle mutlaka aşılanmaları gerektiği sonucuna varılmıştır.
INTRODUCTION: Hepatitis A Virus (HAV) is one of the important factors of acute viral hepatitis that can be transmitted from person to person by direct contact or fecal-oral route. Although HAV seroprevalence varies in different sociodemographic layers, healthcare workers are in the risk group under all circumstances. The aim of this study is to conduct a five-year retrospective evaluation of HAV seropositivity in health trainees who were excluded in routine anti-HAV vaccination.
METHODS: The HAV IgM and HAV IgG data of 733 students were included in the study. Serological rates with values below 1.0 Signal/Cut-off (S/CO) were considered ‘non-reactive’, the ones with S/CO values ≥1.0 were considered ‘reactive’. SPSS Ver.21 program was used in the statistical analysis of the data; the relationship between categorical variables was determined by the chi-square test and p<0.001 was considered significant.
RESULTS: Anti-HAV IgM values were found to be negative in all students. The rate of seropositive students was 20% (n=147), while 2019 was found to be the year with the highest positivity rate (26.9%). The seropositivity rates of female and male students were 57.8% (85/147) and 42% (62/147), respectively, which indicated a significant increase for female sex (p<0.001).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In conclusion, HAV seropositivity was found to be low in the present study. Healthcare professionals should be vaccinated against HAV infection, due to occupational exposure risks.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

7.
Yoğun Bakım Ünitelerinde Trakeal Aspiratlardan İzole Edilen Bakteriyel Solunum Yolu Patojenleri ve Antimikrobiyal Direnç Profilleri
Bacterial Respiratory Pathogens and Antimicrobial Resistance Profiles Isolated from Tracheal Aspirates in Intensive Care Units
Elanur Deligöz, Osman Aktaş
doi: 10.54453/TMCD.2024.04809  Sayfalar 57 - 67
GİRİŞ ve AMAÇ: Solunum yolu enfeksiyonları mortalite, morbiditeye neden olan önemli sağlık sorunlarından biridir. Bu çalışma, yoğun bakım ünitelerindeki hastaların trakeal aspirat örneklerinde üreyen mikroorganizmaların belirlenmesi ve sıklıkla izole edilen bakterilerin antimikrobiklere direnç profillerinin tespiti amacıyla plânlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Yoğun bakım ünitelerinden 2018–2020 yılları içinde mikrobiyoloji laboratuvarına gönderilen ve patojen pozitif olarak bulunan 14.144 trakeal aspirat örneğinden izole edilen bakteri çeşitliliği ve bu bakterilerin antimikrobiyal dirençleri retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Hasta bilgileri ve laboratuvar verileri Sisoft Sağlık Bilgi Sistemlerinden alınarak bilgisayar ortamından aktarılmıştır. Bakterilerin tanısı rutin yöntemlerle; antibiyotik dirençleri disk difüzyon yöntemi ya da VITEK® 2 cihazı ile otomatize duyarlılık test sistemiyle araştırılmıştır.
BULGULAR: Trakeal aspiratların %66.0’sında gram negatif, %34.0’ünde gram pozitif bakteri üredi. Koagülaz negatif stafilokoklar (%20.1), en sık üreyen bakteriler olmuş bunu Pseudomonas aeruginosa (%19.2), Klebsiella pneumoniae (%17.5), Acinetobacter baumannii (%14.5) ve Staphylococcus aureus (%6.5) takip etmiştir. Gram negatif bakterilerde imipenem, meropenem, amikasin; gram pozitiflerde linezolid ve tetrasiklin en etkili antibiyotiklerdi. Gram negatif bakteriler en yüksek direnci amoksosilin/klavulonik asit, piperasilin ve seftazidime göstermiştir. Gram pozitiflerden stafilokoklar en yüksek direnci penisilin, eritromisin ve trimetoprim-sulfametoksazole; enterokoklar SXT’ye ve S. agalactiae tetrasiklin ve gentamisine karşı göstermişlerdir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Trakeal aspiratlardan sık izole edile bakterilerin tedavide kullanılan antibiyotiklere yüksek oranda dirençli oluşu tedavi seçeneklerini kısıtlayan ve enfeksiyon kontrol önlemlerinin dikkate alınmasını gerektiren bir sonuçtur.
INTRODUCTION: Respiratory infections are important health problems that cause mortality and morbidity. This study was planned to determine the microorganisms growing in tracheal aspirate samples of patients in intensive care units and the antimicrobial resistance profiles of frequently isolated bacteria.
METHODS: The bacterial diversity and antimicrobial resistance of bacteria isolated from 14,144 tracheal aspirate samples, which were sent to microbiology laboratory from intensive care units between 2018 and 2020 and found to be pathogen-positive, were evaluated retrospectively. Patient information and laboratory data were taken from Sisoft Health Information Systems and transferred to the computer environment. Diagnosis of bacteria is done by routine methods; antibiotic resistance was investigated using the disk diffusion method or the automated susceptibility testing system with the VITEK® 2 device.
RESULTS: Gram-negative bacteria grew in 66.0% of tracheal aspirates, and gram-positive bacteria grew in 34.0%. Coagulase-negative staphylococci (20.1%) was the most frequently growing bacteria, followed by Pseudomonas aeruginosa (19.2%), Klebsiella pneumoniae (17.5%), Acinetobacter baumannii (14.5%), and S. aureus (6.5%). The most effective antibiotics were imipenem, meropenem, and amikacin in the gram-negatives, and linezolid and tetracycline in the gram-positives. Gram-negatives showed the highest resistance to amoxocillin/clavulanic acid, piperacillin, and ceftazidime. Among gram-positives, staphylococci have the highest resistance to penicillin, erythromycin, and trimethoprim-sulfamethoxazole; enterococci against SXT; and S. agalactiae against tetracycline and gentamicin.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The high resistance of bacteria frequently isolated from tracheal aspirates to antibiotics used in treatment is a result that limits treatment options and requires infection control measures to be taken into consideration.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

OLGU SUNUMU
8.
Scopulariopsis brevicaulis’in neden olduğu fungal keratit olgusu
A Case of Fungal Keratitis Caused by Scopulariopsis brevicaulis
Melek Tikveşli, Rüveyde Garip, Mehmet Solak, Özlem Kaya, Hüseyin Güdücüoğlu
doi: 10.54453/TMCD.2024.21033  Sayfalar 68 - 71
Scopulariopsis brevicaulis, çevrede ve yaygın olarak toprakta bulunan kozmopolit saprofitik bir küftür. Bu vakamızda travma öyküsü ile gelen hastalarda mantar izolatlarının ve özellikle Scopulariopsis türlerinin etiyolojik etken olarak karşımıza çıkabileceği gösterilmek istenmiştir.
Hastanemiz göz polikliniğe; sol gözde ağrı, kızarıklık, görmede azalma şikâyetleri ile başvuran 63 yaşındaki erkek hastadan, 10 gün önce bu göze inek ayağından toprak parçasının sıçraması sonucunda fungal keratit ön tanısı ile tedavisi yapıldı. Korneal kazıntı örneği laboratuvarda bakteriyolojik ve mikolojik olarak incelendi. Kültürde Scopulariopsis spp.’nin klasik yöntemle identifikasyonu yapıldı. Moleküler tanımlanmasında, göre izolatın S. brevicaulis olduğu doğrulandı.
Burada sunulan keratit vakası S. brevicaulis’in gözün toprakla teması sonrası fungal keratit etkeni olarak izole edildiği nadir olgulardan biridir. Bu yüzden travma öyküsü ile gelen göz hastalarında çevresel izolatların göze doğrudan bulaşıp arkasından enfeksiyon oluşturacağı unutulmayıp muhakkak mikrobiyolojik açıdan ileri tetkiklerinin yapılarak uygun tedaviye başlanması gerekmektedir.
Scopulariopsis brevicaulis is a cosmopolitan saprophytic mold commonly found in the environment and soil. The aim of this case presentation is to show that fungal isolates, and especially Scopulariopsis species, may be the etiological factor in patients who are admitted with a history of eye trauma. A 63-year-old male patient, who reported splashing of soil from a cow’s foot 10 days before, was admitted to the Outpatient Clinic of Ophthalmology with pain, redness, and decreased vision in his left eye. He was treated with preliminary diagnosis of fungal keratitis. The corneal scraping sample was examined bacteriologically and mycologically in the laboratory. Scopulariopsis spp. was identified in culture, and the isolate was shown to be S. brevicaulis in molecular identification.
The keratitis case presented here is one of the rare cases in which S. brevicaulis was isolated as a fungal keratitis agent after contact with the soil. Therefore, it should not be forgotten that environmental isolates can directly infect the eye and cause infection in ophthalmological patients presenting with a history of trauma, and it is necessary to start appropriate treatment by performing advanced microbiological examinations.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

9.
Mısır Püskülü İle Temas Sonrası Endoftalmiye İlerleyen Fusarium Keratiti: Olgu Sunumu
Fusarium Keratitis Progressing to Endophtalmitis After Corn Tassel Contact: Case Report
Alperen Ceylan, Fatma Esenkaya Taşbent, Selman Belviranlı, Buse Uzunlu, Günhal Şatırtav, Refik Oltulu, Hüma Gökmen
doi: 10.54453/TMCD.2024.96530  Sayfalar 72 - 77
Filamentöz bir mantar cinsi olan Fusarium, toprakta ve bitkiler üzerinde yaygın olarak bulunur. Çeşitli risk faktörlerinin kolaylaştırıcı etkisiyle Fusarium keratiti hızla ilerleyip kornea tahribatına ve endoftalmiye yol açabilir. Bu olguda, 50 yaşında erkek hasta, tarlada çalışırken gözüne mısır püskülü girmesi sonrası sol gözde ağrı ve görmede azalma gibi şikayetlerle bir göz kliniğine başvurmuş ancak verilen tedaviye rağmen şikayetlerinin gerilememesi üzerine üniversite hastanesi göz hastalıkları kliniğine yönlendirilmiştir. Sol gözde konjuktival hiperemi ve korneal opasite bulanan hastanın yapılan biyomikroskopik ön segment muayenesinde korneada inferior parasantral yerleşimli 5x5 mm genişlikte epitel defekti ve tüysü kenarlı sarı-beyaz renkli stromal infiltrat olduğu görülmesi üzerine mantar enfeksiyonu düşünülmüştür. Kültür ekimleri sonrasında üreyen küf kolonileri incelenmiş ve laktofenol pamuk mavisi boyalı bakıda görülen yapıların Fusarium spp. ile uyumlu olduğu görülmüştür. İzole edilen suş, dizi analizi yöntemi ile tür düzeyinde tanımlanmış ve etkenin ‘Fusarium solani tür kompleksi’ olduğu belirlenmiştir. Uygulanan tüm medikal tedavilere ve cerrahi müdahalelere rağmen gözün iç yapılara ilerlemiş olan enfeksiyon kontrol altına alınamamış ve evisserasyon ameliyatı yapılmıştır. Evisserasyon sonrası takiplerde herhangi bir enfeksiyon bulgusu ile karşılaşılmamıştır. Fusarium solani, literatürde antifungal direnci yüksek bir etken olarak bildirilmektedir. Nitekim bu olguda, sağlık kuruluşlarına başvurmada muhtemel gecikme ve Fusarium solani gibi dirençli bir küf mantarının etken olması; klinik bulguların ciddi seyretmesine ve uygulanan tedavi protokollerine rağmen endoftalmi sonucu gözün kaybedilmesine neden olmuştur. Bu olgunun, etkenin bulaş şekli ve klinik seyri açısından dikkate değer olduğu düşünülmektedir.
Fusarium is a genus of mold fungi that is usually found in the soil and on plants. Fusarium keratitis may permeate rapidly with the facilitating effect of various risk factors and corneal destruction and endophthalmitis may develop eventually. In this report, we present a 50-year-old male patient, whose left eye was traumatized by a corn tassel while working in the farm and applied to an ophthalmology clinic with complaints of pain and decreased vision. As his complaints continued despite treatment, he was referred to ophthalmology clinic of a university hospital. Corneal opacity and conjunctival hyperemia were observed in the left eye. Possibility of a fungal infection was considered due to the presence of a 5x5 mm epithelial defect and a white stromal infiltrate with feathery edges in the inferior paracentral part of the cornea during biomicroscopic examination. Mold colonies grew in culture and were interpreted as Fusarium spp. with lactophenol cotton blue staining. The isolated strain was identified by sequence analysis, and the causative agent was determined as ‘Fusarium solani species complex’. Despite medical treatment and surgical operations, the infection spread to the intraocular structures, which obliged the evisceration of the eye. No signs of infection were found in the postoperative follow-up examinations. It is thought that this case report may contribute to the literature in terms of drawing attention to the transmission routes and clinical course of the causative agent.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

10.
Düzeltme: Aromaterapötik Gül Uçucu Yağının Bakteriyel Quorum Sensing ve Biyofilm Üretimine Karşı İnhibisyon Etkileri
Corrigendum: Inhibitory Effects of Aromaterapeutic Rose Essential Oil Against Bacterial Quorum Sensing and Biofilm Formation

Sayfa 78
GİRİŞ ve AMAÇ: Türk Mikrobiyoloji Cemiyeti Dergisi 2021 yılı cilt 51 sayı 3, 245-253 sayfa numaraları arasında yayımlanan “Aromaterapötik Gül Uçucu Yağının Bakteriyel Quorum Sensing ve Biyofilm Üretimine Karşı İnhibisyon Etkileri” başlıklı makalenin 247, 249, 251 ve 253. sayfalarındaki üst bilgi bölümünde bulunan yazar adı sehven hatalı yazılmıştır. Doğru üst bilgi “Bali ve ark., Aromaterapötik Gül Yağının Biyolojik Aktiviteleri” şeklindedir.
YÖNTEM ve GEREÇLER:
BULGULAR:
TARTIŞMA ve SONUÇ:
INTRODUCTION: Türk Mikrobiyoloji Cemiyeti Dergisi 2021 yılı cilt 51 sayı 3, 245-253 sayfa numaraları arasında yayımlanan “Aromaterapötik Gül Uçucu Yağının Bakteriyel Quorum Sensing ve Biyofilm Üretimine Karşı İnhibisyon Etkileri” başlıklı makalenin 247, 249, 251 ve 253. sayfalarındaki üst bilgi bölümünde bulunan yazar adı sehven hatalı yazılmıştır. Doğru üst bilgi “Bali ve ark., Aromaterapötik Gül Yağının Biyolojik Aktiviteleri” şeklindedir.
METHODS:
RESULTS:
DISCUSSION AND CONCLUSION:
Makale Özeti | Tam Metin PDF