Cilt: 45  Sayı: 3 - 2015
Özetleri Gizle | << Geri
DERLEME
1.
PANDAS Hipotezi
PANDAS Hypothesis
Hasan Cenk Mirza
doi: 10.5222/TMCD.2015.109  Sayfalar 109 - 116
İlk kez Swedo ve arkadaşları tarafından 1998 yılında tanımlanan “streptokok ile ilişkili pediatrik otoimmün nöropsikiyatrik bozukluklar (PANDAS)” terimi, otoimmün temeli olduğu ve A grubu beta-hemolitik streptokoklar tarafından tetiklendiği düşünülen çocukluk çağı
nöropsikiyatrik bozukluklarını [obsesif-kompulsif bozukluklar ve tik bozuklukları] ifade etmek için kullanılmaktadır. PANDAS hipotezinin iyi tanımlanmış, özgül bir klinik tablo olup olmadığı halen belirsizliğini korumaktadır. Zira diğer mikrobiyal etkenlerin de (viruslar ve diğer bakteriler) obsesif-kompulsif bozukluklar ve tik bozukluklarıyla ilişkisi gösterilmiştir. Ayrıca PANDAS tanı kriterleri içerisinde yer almayan “anoreksiya nervoza” ve “akut dissemine ensefalomiyelit (ADEM)” gibi psikiyatrik ve nörolojik bozuklukların da A grubu beta-hemolitik streptokok enfeksiyonlarıyla ilişkisi gösterilmiştir. A grubu beta-hemolitik streptokoklar ile semptomlar arasındaki ilişkileri, PANDAS’ın immünolojik temelini ve PANDAS’taki tedavi seçeneklerini araştıran çalışmaların sonuçlarında tutarsızlıklar olduğu görülmektedir. Zira PANDAS hakkında şu ana kadar elde edilen bilgiler genellikle görece küçük, retrospektif çalışmalar ve olgu
raporlarına dayanmaktadır. PANDAS tanımının ve tanı kriterlerinin yeniden şekillendirilmesine olanak verecek, daha geniş, iyi dizayn edilmiş, prospektif çalışmalara gereksinim duyulmaktadır. Bu derlemede PANDAS’ın etiyolojisi, patogenezi, immünolojik boyutu, klinik bulguları ve tedavi seçenekleri tartışılmıştır.
The term “pediatric autoimmune neuropsychiatric disorders associated with streptococcal infections (PANDAS)” which was first defined by Swedo et al. in 1998, has been used to express the childhood neuropsychiatric disorders [obsessivecompulsive disorders and tic disorders] that are thought to have an autoimmune basis and to be triggered by group A beta-hemolytic streptococci. It is still unclear whether PANDAS hypothesis is a well-defined, isolated clinical entity because other infectious agents like viruses and other
bacteria have also been reported to be associated with obsessive-compulsive disorder or tic disorders. Also psychiatric and neurological pathologies such as “anorexia nervosa” and “acute disseminated encephalomyelitis” which were not included in the diagnostic criteria of PANDAS have been shown to be associated with group A beta-hemolytic streptococci infections. Inconsistencies have been seen in the results of the studies which investigated the association between group A beta-hemolytic streptococci
and symptoms, immune-mediated basis of PANDAS and the treatment options in PANDAS represent. So far, the information about PANDAS is often derived from relatively small, retrospective, uncontrolled studies or case reports. Larger, well-designed, prospective studies are necessary to remodelling the definition and diagnostic criteria of PANDAS. In this review etiology, pathogenesis, immunology, clinical signs and treatment options of PANDAS were discussed.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA MAKALESI
2.
Akut Gastroenteritli Hastalarda Campylobacter jejuni Alt Tipleri ile Koenfeksiyon
Co-infection with Campylobacter jejuni Subtypes in Patients with Acute Gastroenteritis
Tuba Kayman, Fuat Aydın, Seçil Abay, Kadir Serdar Diker
doi: 10.5222/TMCD.2015.117  Sayfalar 117 - 121
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, C. jejuni’nin farklı alt tiplerine bağlı üç gastroenterit olgusunda saptanan koenfeksiyonun değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Üç hastaya ait fekal örnekten elde edilen izolatların tanımlanmasında fenotipik ve moleküler testlerden yararlanılmıştır. Antibiyotik duyarlılığı, disk difüzyon yöntemi ile değerlendirilmiştir. Testte ampisilin, amikasin, sefotaksim, tetrasiklin, piperasilintazobaktam,
eritromisin, klindamisin, nalidiksik asit, siprofloksasin ve levofloksasin antibiyotik diskleri kullanılmıştır. Sonuçlar CLSI kriterlerine göre değerlendirilmiştir. İzolatların moleküler tiplendirmesi için ERICPCR’den yararlanılmıştır.
BULGULAR: Gastroenteritli 3 hastaya ait örneğin kültürel değerlendirmesi sonucunda mCCD agarda üreyen izolatların tümü konvansiyonel ve moleküler yöntemler ile C. jejuni olarak tanımlanmışlardır. Her örneğe ait 2 izolatın antibiyotik duyarlılık paternlerinin ve ERIC-PCR’de
elde edilen bant profillerinin farklılık gösterdiği saptanmıştır. Araştırmadaki koenfeksiyon oranı %1.7 olarak belirlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bilgilerimize göre bu araştırma, C. jejuni alt tipleri tarafından meydana getirilen koenfeksiyonu tanımlayan ülkemizde yapılmış ilk çalışmadır. Klinik mikrobiyoloji laboratuvarları’nda fekal kültürlerin kampilobakterler yönünden değerlendirilmesinde, petrilerdeki farklı koloni tiplerinin tümünün göz önünde bulundurularak tanımlanması, antibiyotik duyarlılık testlerinin yapılması ve klinik
tedavinin buna göre yönlendirilmesinin yararlı olacağı sonucuna varılmıştır.
INTRODUCTION: In this study, it was aimed to evaluate the co-infection detected in three cases with gastroenteritis associated with different subtypes of C. jejuni.
METHODS: Phenotypic and molecular tests were used for the identification of isolates obtained from stool samples of three patients. Antibiotic susceptibility was evaluated by disc diffusion method. Ampicillin, amikacin, cefotaxime, tetracycline, piperacillin/tazobactam,
erythromycin clindamycin, nalidixic acid, ciprofloxacin and levofloxacin were used in the antibiotic susceptibility testing. Results were evaluated according to the CLSI criteria. ERIC-PCR was used for the molecular typing of the isolates.
RESULTS: As a result of cultural evaluation of the samples belonging to 3 patients with gastroenteritis, all isolates grown on mCCD agar were identified as C. jejuni by using conventional and molecular methods. It is revealed that the antibiotic susceptibility patterns and ERIC-PCR band profiles of the two isolates recovered from each sample were different. Co-infection rate in this study was determined to be 1.7%.
DISCUSSION AND CONCLUSION: To our knowledge, this is the first scientific study conducted in Turkey to define co-infections caused by C. jejuni subtypes. It was concluded that it would be beneficial to examine and define all of the different colony types in petri dishes and to determine the antibiotic susceptibilities of all the isolates to guide the antimicrobial therapy accordingly in examining fecal cultures for Campylobacter species in clinical microbiology laboratories.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

3.
Güney Marmara Bölgesinde İzole Edilen Salmonella Serotiplerinin Dağılımı ve Antibiyotik Duyarlılıkları
Serotype Distribution and Antimicrobial Susceptibility Profiles of Salmonella Isolates from South Marmara Region, Turkey
Burcu Dalyan Cilo, Gülşah Ece Özmerdiven, Kadir Efe, Revasiye Güleşen, Belkıs Levent, Harun Ağca, Melda Sınırtaş, Cüneyt Özakın
doi: 10.5222/TMCD.2015.122  Sayfalar 122 - 127
GİRİŞ ve AMAÇ: Salmonella enfeksiyonları, tüm dünyada önemini koruyan başlıca halk sağlığı sorunlarındandır. Salmonella serotiplerinin belirlenmesi epidemiyolojik çalışmalar açısından önem taşımaktadır. Bu çalışmada; hastanemizde on üç yıllık süre içerisinde, farklı hasta örneklerinden etken olarak izole edilen Salmonella türlerinin serotip dağılımının ve antibiyotik duyarlılıklarının incelenmesi
ve bölgemize ait epidemiyolojik verilerin sunulması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya Ocak 2002 - Aralık 2014 tarihleri arasında izole edilen 258 adet Salmonella suşu dâhil edilmiştir. Suşlar otomatize sistem ile Salmonella spp. olarak tanımlanmış ve antibiyotik duyarlılıkları belirlenmiştir. Serotiplendirme Ulusal Enterik Patojenler
Laboratuvar Sürveyans Ağı (UEPLA) kapsamında Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumunda (eski adıyla Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı) yapılmıştır.
BULGULAR: Suşlar 22 farklı serotipe dağılmış, 143’ü S. Enteritidis, 23’ü S. Typhimurium, 12’si S. İnfantis, 11’i S. Newport, 10’u S. Kentucky olarak serotiplendirilerek çoğunluğu oluşturmuşlardır. Dışkı örneklerinden izole edilen iki adet S. Umbilo ve bir adet S. Chester suşu
Türkiye’den ilk kez bildirilen serotiplerdir. Salmonella suşlarında ampisilin, kloramfenikol, gentamisin ve trimetoprim sulfametoksazol duyarlılıklarında azalma saptanırken, sefotaksime duyarlılığın yüksek olduğu belirlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kurumumuzda on üç yıllık süreçte izole edilen Salmonella serotiplerinin dağılımının CDC, Avrupa ve ülkemiz verileriyle uyumlu olduğu gözlemlenmiştir.
INTRODUCTION: Salmonella infections are one of the most important public health problems of the world. Determination of Salmonella serotypes is crucial for epidemiological studies. The aim of this study was to investigate the serotype distribution and antibiotic susceptibilities of Salmonella species which were isolated from various patient specimens as an etiological agent during a thirteen year- period and to
present epidemiologic data from our region.
METHODS: This study includes 258 Salmonella strains isolated within the period extending from January 2002 to December 2014. Strains were identified as Salmonella spp. and antibiotic susceptibilities were determined by an automated system. Serotyping has been
performed in the Public Health Agency of Turkey of Ministry of Health, (former Refik Saydam Hygiene Center) as part of the National Laboratory-based Surveillance Network of Enteric Pathogenes (UEPLA).
RESULTS: Strains were distributed among 22 different serotypes; mainly serotyped as S. Enteritidis for 143, S. Typhimurium for 23, S. İnfantis for 12, S. Newport for 11, S. Kentucky for 10 isolates. Two S. Umbilo and one S. Chester isolate which were isolated from faeces are the
firstly reported serotypes from Turkey. A decreased susceptibility was detected against chloramphenicol, ampicillin, and trimethoprim / sulfamethoxazole in Salmonella strains while, susceptibility to cefotaxime was high.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In our study the serotype distribution of Salmonella strains in thirteen years period was found to be consistent with the data from Europe, CDC and our country.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

4.
Santral Sinir Sistemi Enfeksiyonu Ön Tanılı Hastaların Kan ve Beyin Omurilik Sıvısı Örneklerinde Batı Nil Virüsünün Araştırılması ve Sonuçların Karşılaştırılması
Investigation of West Nile Virus in Cerebrospinal Fluid and Blood Samples of Patients with Initial Diagnosis of Central Nervous System Infection and Comparison of Results
Zülfü Bayar, Mustafa Yılmaz, Zülal Aşcı Toraman, Yasemin Bulut
doi: 10.5222/TMCD.2015.128  Sayfalar 128 - 135
GİRİŞ ve AMAÇ: Batı Nil virüsü (BNV); ilk defa 1937 yılında Uganda’nın Batı Nil kesiminde izole edilmiştir. Bu virüs Flaviviridae ailesi, Flavivirüs cinsi ve Japon ensefaliti virüsü serokompleksi içerisinde sınıflandırılan, 45-50 nm büyüklüğünde, zarflı ve ikozahedral yapılı bir RNA virüsüdür.
Çalışmamızın amacı, SSS enfeksiyonu ön tanılı hastaların kan ve/veya beyin-omurilik sıvısı (BOS)’nda BNV’ye özgü antikorların veya viral nükleik asidin gösterilmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Santral Sinir Sistemi enfeksiyonu ön tanısıyla tedavi gören ve herhangi bir patojen mikroorganizma tespit edilemeyen hastaların, hastanenin merkez laboratuvarına gönderilen rutin kan ve BOS örnekleri toplandı. Yaş, cinsiyet ve gönderilen servis ayırımı yapılmaksızın kırk yedi hastanın 94 örneği (47’si BOS ve 47’si kan) değerlendirilmeye alındı. Bu örneklerde ELISA ve RT-PCR yöntemleriyle BNV araştırıldı.
BULGULAR: Çalışmaya alınan hastaların yaş ortalaması 19
idi. Bu çalışmanın BOS örneklerinde; pleositoz (ortalama
155 hücre), orta derece protein artışı (ortalama 89 mg/
dL) ve hafif glukoz (ortalama 53 mg/dL) düşüklüğü tespit
edilmiştir. Bu çalışmada, yalnızca bir hastanın kan örneğinde
ELISA yöntemi ile BNV IgM şüpheli pozitif saptanmıştır.
Diğer örneklerde BNV IgG ve IgM antikoru negatif
olarak saptanmıştır. Bu şüpheli örneğin BOS’u ve kanı
gerçek zamanlı RT-PCR yöntemi ile negatif bulunmuştur.
Benzer şekilde tüm örnekler gerçek zamanlı RT-PCR yöntemi
ile de çalışılmış, BNV’ye ait RNA tespit edilememiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda şüpheli değer ELISA yönteminde görülebilen çapraz reaksiyonlara bağlanmıştır. BNV seronegatifliği büyük ölçüde çalışmaya alınan hastaların yaş ortalamasının (ortalama: 19) düşük olmasından kaynaklanmıştır. Ayrıca PCR ve ELISA’yı beraber dikkate aldığımızda çalışmamızda elde ettiğimiz verilere göre, bölgemizde BNV kaynaklı SSS enfeksiyonuna rastlanmamıştır.
Ekolojik koşullara bağımlı olarak daha kapsamlı çalışmalara gereksinim olacaktır. Çalışmamızın bu konuda ülkemiz BNV veri tabanına yarar sağlamasını ümit etmekteyiz.
INTRODUCTION: West Nile Virus (WNV) was firstly isolated in 1937 in West Nile area of Uganda. This virus is an enveloped, 45-50 nm sized RNA virus with icosahedral symmetry that is classified in the Japanese encephalitis virus serocomplex of genus flavivirus of the family flaviviridae. The aim of our study is to show WNV specific antibodies or viral nucleic acid in blood and/or cerebrospinal fluid (CSF) o fthe
patients with initial diagnosis of CNS infections.
METHODS: Routine blood and CSF samples without any identifiable pathogenic microorganism of the patients who were treated with the initial diagnosis of central nervous system infection which were sent to the hospital’s central laboratory, were collected. Ninety-four samples of 47 patients (47 CSF and 47 blood) were examined with no distinction of age, gender, and service. WNV were examined by ELISA and RT-PCR methods in these samples.
RESULTS: Average age of the patients included in this study was 19 years. CSF samples of the patients showed pleocytosis (average 155 cells), moderately high protein levels (mean 89 mg/dl) and mildly low glucose levels (mean 53 mg/dl). In this study, only in one patient’s blood sample suspect WNV IgM positivity was detected by ELISA. In all other samples WNV IgM and IgG antibodies were not detected. The CSF and blood samples of the suspected WNV IgM positive samples were found to be negative by RT-PCR method. Similarly, all
samples were tested by RT-PCR method and no RNA related to WNV was detected.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In our study, suspect positive result was considered to be related with cross reactivity that can be detected in ELISA method. BNV seronegativity mostly resulted from the low mean age level (mean: 19) of the patients included in the study. Also according to the data
we obtained in our study with PCR and ELISA, WNV borne CNS infections were not encountered in our region. Depending on the ecological conditions more comprehensive studies will be needed. We hope our work is of benefit for the WNV database in our country.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

5.
Piyasada Satışa Sunulan Aloysia citriodora Palau Örneklerinin Antioksidan Kapasite ve Mikrobiyolojik Kontaminasyon Yönünden İncelenmesi
Investigation of Aloysia citriodora Palau Samples in the Market in Terms of Antioxidant Capacity and Microbiological Contamination
Ayşegül Köroğlu, Nurten Altanlar, Gülsen Kendir, Duygu Şimşek
doi: 10.5222/TMCD.2015.136  Sayfalar 136 - 144
GİRİŞ ve AMAÇ: Ülkemizin farklı illerindeki aktarlardan satın alınan “yalancı melisa, limon kokulu oğulotu” adı ile bilinen Aloysia citriodora Palau bitki numunelerinin antioksidan kapasitelerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu amaç kapsamında örneklerin taşıdığı toplam fenolik madde miktarı hesaplanmıştır. Aynı zamanda piyasada satılan örneklerin halk sağlığına uygunluğu mikrobiyolojik kontaminasyon açısından değerlendirilmiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada, dört farklı ilden 11 farklı örnek satın alınmıştır. Ayrıca çalışmada standart numune olarak kullanılmak üzere Yalova’dan örnekler temin edilmiş ve uygun şartlarda kurutulmuştur. Bitki örneklerinin antioksidan kapasitesi iki farklı yöntemle çalışılmıştır: 1. Serbest radikal süpürme kapasitesi tayini için kalitatif ve kantitatif DPPH• (2,2-difenil-1- pikrilhidrazil) yöntemi, 2. Lipozom lipid peroksidasyonunu tayin etmek için TBA (Tiyobarbitürik asit) yöntemi. Ayrıca içerdikleri toplam fenoller gallik asite eşdeğer olarak Folin-Ciocalteu yöntemi kullanılarak saptanmıştır. Örneklerde mikrobiyolojik kontaminasyon olup olmadığı ise Avrupa Farmakopesine göre belirlenmiştir.
BULGULAR: Numunelerde, total fenol içeriği gallik asit eşdeğerliğinde 213-483.56 mg/g kuru ağırlık olarak tespit edilmiştir. Kalitatif DPPH• yönteminde standart numune belirgin süpürme kapasitesine sahipken, kantitatif DPPH• yönteminde ise propil gallata göre daha düşük kapasite göstermiştir. TBA yönteminde ise İstanbul piyasasından satın alınan İ1 lokalitesinde en yüksek lipit peroksidan kapasite saptanmıştır. İncelenen örneklerde patojen mikroorganizma üremesi görülmemiştir, ancak Avrupa Farmakopesinin verdiği sınırlar üzerinde mikroorganizma sayısı saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Piyasada satılan drogların total fenol içeriği ve antioksidan kapasiteleri farklılık göstermektedir. Avrupa Farmakopesi’nin kabul ettiği sınırlar üzerinde mikroorganizma varlığı, piyasada satılan limon kokulu oğulotu örneklerinin insan sağlığında kullanılması için uygun olmadığını göstermiştir. Bu çalışmada, çeşitli illerimizde satılan Aloysia citriodora örneklerinin mikrobiyolojik kontaminasyon açısından Avrupa Farmakopesi’ne uygunluğu ilk defa değerlendirilmiştir.
INTRODUCTION: The antioxidant capacity of Aloysia citriodora Palau samples also known as “fake balm, lemon scented melissa, lemon balm”, purchased from herbalists in different provinces of our country was aimed to be determined. In this context, total amount of phenolic
compounds of the samples were calculated. Additionally, compliance of the samples sold in the market, to the public health was evaluated in terms of microbiological contamination.
METHODS: In this study, 11 different samples were purchased from four different provinces. Besides standard samples were obtained from Yalova and were dried under suitable conditions. Antioxidant capacity of the samples was examined by two different methods: 1. Qualitative and quantitative DPPH• (2,2-diphenyl-1- picrylhydrazyl) method for determination of free radical scavenging capacity, 2. TBA (thiobarbituric acid) method for the determination of liposome lipid peroxidation. Total phenol content of the samples was also determined as gallic acid equivalent by using Folin-Ciocalteu method. Microbiological contamination of the samples was examined according to the European Pharmacopoeia.
RESULTS: Total phenol content in the samples was determined as gallic acid equivalence of 213-483.56 mg/g dry weight. In qualitative DPPH• method, standard sample showed significant free radicalscavenging capacity, while in quantitative DPPH• method, this sample showed lower capacity than propyl gallate. In the TBA method, highest lipid peroxidation capacity was determined for the samples purchased from İstanbul market (İ1). In the studied samples, the growth of pathogenic microorganisms was not observed. However, number of microorganisms have been found to be higher than the limits provided in the European Pharmacopoeia.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Total phenolic content and antioxidant capacity of the drugs sold on the market vary. The samples of lemon balm purchased in the market were found unsuitable for use on human health because of the presence of microorganisms above the limits accepted by European Pharmacopoeia. In this study the compliance to European Pharmacopoeia of Aloysia citriodora Palau samples sold in our various provinces in terms of microbiological contamination was assessed for the first time.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

OLGU SUNUMU
6.
Borrelia burgdorferi Enfeksiyonu ile Oluşan Bir Akrodermatitis Kronika Atrofikans Olgusu
A Case of Acrodermatitis Chronica Atrophicans Caused by Borrelia burgdorferi Infection
Emel Çalışkan, Esma Uslu, Hakan Turan, Nida Kılıç, Cihangir Aliağaoğlu
doi: 10.5222/TMCD.2015.145  Sayfalar 145 - 148
Lyme hastalığı Borrelia burgdorferi’nin neden olduğu multisistemik bir zoonozdur. B. burgdorferi Spirochaetacea ailesinden gevşek kıvrımlı ve hareketli bir spiroket olup, İxodes cinsi sert kenelerin ısırması ile insanlara geçmektedir. Eritema migrans, akrodermatitis
kronika atrofikans ve morfea benzeri lezyonlar, deri bulguları olarak karşımıza çıkabilmektedir. Geç dönem lezyonu olan ve sıklıkla kırk yaş üstü kadınlarda görülen akrodermatitis kronika atrofikans, kızarıklık ve şişlikle başlayıp aylar ya da yıllar içinde atrofi ve skleroza
neden olabilmektedir. Bu raporda akrodermatitis kronika atrofikansa neden olan bir B. burgdorferi enfeksiyonunun sunulması amaçlanmıştır.
Lyme disease is a multisystemic zoonosis caused by Borrelia burgdorferi. B. burgdorferi is a motile spirochete with loose
spirals from Spirochaetaceae family and Lyme disease is acquired by humans through the bite of hard ticks of Ixodes species. Erythema migrans, acrodermatitis chronica atrophicans and morphea-like lesions present as skin lesions. Acrodermatitis chronica atrophicans that is the late lesion of Lyme disease and that is often seen in women over the age of forty presents as hyperemia and swelling and can lead to
atrophy and sclerosis within months or years. In this study we report a case of acrodermatitis chronica atrophicans caused by B. burgdorferi infection.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

7.
Hodgkin Lenfomalı Bir Hastada Demodex folliculorum Enfestasyonu: Bir Olgu Sunumu
Demodex folliculorum Infestation in a Patient with Hodgkin’s Lymphoma: A Case Report
Serkan Baştemir, Aylin Türel Ermertcan, Nalan Neşe, İsmet Aydoğdu, Kor Yereli, Ahmet Özbilgin
doi: 10.5222/TMCD.2015.149  Sayfalar 149 - 152
Yaklaşık bir yıl önce Hodgkin Lenfoma tanısı konan 49 yaşında kadın hasta yüzünde geçmeyen sivilceler nedeniyle Dermatoloji Polikliniğinden Tıbbi Parazitoloji Laboratuvarına yönlendirildi. Hastanın yakınmasının Hodgkin lenfoma tedavisi başladıktan 6 ay sonra geliştiği öğrenildi. Hastanın dermatolojik muayenesinde alın ve yanak bölgesinde eritemli papül ve püstüller mevcuttu. Demodex sp. araştırması için hastanın yüz bölgesinden non-invaziv yöntem olarak bilinen standart yüzeyel deri biyopsisi ve selofan bant yöntemleri ile örnekler alınmış ve ışık mikroskobunda incelenmiştir. Lezyon bölgelerinde her bir cm2’de altı adet Demodex folliculorum görülmüş ve
rapor edilmiştir. Klinik ve parazitolojik bulgularla hastaya akne rozase tanısı konulmuştur.
A 49 year-old female patient diagnosed as Hodgkin’s Lymphomanearly a year ago was referred from Dermatology Department to the Medical Parasitology Laboratory for unhealing acne lesions on her face. It was learnt that her complaint occurred six months after the start of chemotherapy for Hodgkin’s lymphoma. Her dermatological examination revealed erythematous papules and pustules on her cheeks and forehead. In order to examine for Demodex spp., samples from facial localization were collected by standardized skin surface biopsy known as a non-invasive method and cellophane band methods and examined under light microscopy. Presence of six Demodex folliculorum per cm2 was detected in the lesion sites and was reported. According to the clinical and parasitological findings the patient was diagnosed as acne rosacea.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

EDITÖRE MEKTUP
8.
Kan Kültürü Şişesinden Doğrudan Yapılan Antibiyogram için Yöntemin Optimizasyonu
Aynur Eren Topkaya, Özge Tombak
doi: 10.5222/TMCD.2015.153  Sayfalar 153 - 154
Makale Özeti | Tam Metin PDF