En Çok İndirilen Makaleler
<< Geri
1.
Kontakt Lens İlişkili Mikrobiyal Keratit Olgularında Etiyolojik ve Klinik Özellikler
Etiological and Clinical Features in Contact Lens-Associated Microbial Keratitis
Ibrahım Inan Harbıyelı, Dilek Çelebi, Elif Erdem, Filiz Kibar, Meltem Yağmur
doi: 10.4274/tjo.galenos.2021.09633  TJO 2022; 52 - 5 | Sayfalar 309 - 317
Amaç: Kontakt lens (KL) ilişkili mikrobiyal keratit (MK) olgularının demografik, etiyolojik, mikrobiyolojik ve klinik özelliklerinin ortaya konması ve tedavi sonuçlarının sunulması.
Gereç ve yöntem: Ocak 2014 - Mayıs 2020 tarihleri arasında kliniğimizde KL ilişkili MK nedeni ile takip edilen olguların tıbbi kayıtları retrospektif olarak incelendi. Terapötik KL kullanımı ile ilişkili keratit olguları çalışmaya dahil edilmedi. Demografik özellikler, semptom süreleri, KL ve kullanım özellikleri, risk faktörleri, izole edilen mikroorganizmalar, lezyon özellikleri, hastanede kalış, iyileşme ve takip süreleri, ilk başvuru ve son muayenedeki en iyi düzeltilmiş görme keskinlikleri (EİDGK) kaydedildi.
Bulgular: Ortalama takip süresi 13,0 ± 18,3 ay olan 22 olgunun (16 kadın, 6 erkek; 22 göz) ortalama yaşı 26,9 ± 14,3 idi. Kadın olguların büyük kısmı (13/16) 35 yaş altı kullanıcılar idi. Yirmi bir olguda (%95,4) kullanım hatalarına ilişkin en az bir risk faktörü belirlendi. En sık saptanan risk faktörü KL ile uyuma (n=15, %68,1) idi. Mikrobiyolojik inceleme ile 15 olguda (%68,1) etken mikroorganizma tespit edildi. En sık izole edilen mikroorganizma Pseudomonas aeruginosa (n=8) idi. Etken patojenlerin, vankomisin-amikasin kombinasyonuna %84,2, vankomisin-seftazidim kombinasyonuna %95, moksifloksasine ise %94,7 oranında hassas olduğu saptandı. Başvuru anında ort. 0,9 ± 1,1 logMAR olan EİDGK, son muayenede 0,59 ± 1,1 seviyesine yükseldi (p=0.006). İlk başvurudaki EİDGK düzeyi ile olguların hastanede kalış süresinin ters ilişkili olduğu görüldü (p=0,014).
Sonuç: KL ilişkili MK olgularında KL kullanımına ilişkin hatalar kolaylaştırıcı bir etken olarak sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. KL kullanıcılarının KL kullanımı ve temizliğine yönelik detaylı olarak bilgilendirilmeleri bu hataların ve dolayısıyla enfeksiyonların sıklığını azaltabilir. Ampirik tedavide tercih edilmesi gereken güncel antibiyotik seçeneklerinin olası patojenler üzerine etkinlikleri büyük oranda devam etmektedir. Detaylı tanısal incelemeler ve doğru tedavi yaklaşımları ile olguların büyük kısmında başarılı görsel sonuçlar elde edilebilmektedir.
Objective: To demonstrate demographic, etiological, microbiological and clinical characteristics and to present treatment results of cases with contact lens-associated microbial keratitis (CLAMK).
Materials and Methods: Medical records of patients who were followed up in our clinic with CLAMK between January 2014 and May 2020 were retrospectively analyzed. Demographic characteristics, duration of symptoms, CL and usage characteristics, risk factors, isolated microorganisms, lesion characteristics, hospitalization, recovery and follow-up times, best corrected visual acuities (BCVA) in first and last examination were recorded.
Results: Mean age of 22 patients (16 females, 6 males; 22 eyes) with a mean follow-up period of 13.0 ± 18.3 months was 26.9 ± 14.3. Most of female cases (13/16) were under 35 years old. At least one risk factor associated with CL usage mistakes was determined in 21 cases (95.4%). The most common risk factor was sleeping with CL (n=15, 68.1%). Causative microorganisms were detected in 15 cases (68.1%) with microbiological examination. Most common microorganism was Pseudomonas aeruginosa (n = 8). Causative pathogens were sensitive with a rate of 84.2%, 95% and %94.7 to combination of vancomycin-amikacin, combination of vancomycin-ceftazidime and moxifloxacin, respectively. Mean BCVA was 0.9 ± 1.1 logMAR in first examination and increased to 0.59 ± 1.1 at last examination (p=0.006). There was a negative correlation between BCVA at first admission and hospitalization time (p=0.014).
Conclusion: As a predisposing factor, mistakes related with CL use are frequently encountered in cases with CLAMK. Informing CL users in detail about CL usage and cleaning may reduce the frequency of these mistakes and thus infections. The effectiveness of current antibiotic options, which should be preferred in empirical treatment, on possible pathogens continues to a large extent. Successful visual results can be obtained in most of the cases with detailed diagnostic examinations and correct treatment approaches.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

2.
Mantar Keratitinde Klinik ve Mikolojik Özellikler: Retrospektif Tek Merkezli Araştırma (2012-2018)
Clinical and Mycological Features in Fungal Keratitis: Retrospective Single Center Study (2012-2018)
İbrahim İnan Harbiyeli, Elif Erdem, Nuhkan Görkemli, Astan Ibayev, Hazal Kandemir, Arbil Açıkalın, Macit Ilkit, Meltem Yağmur
doi: 10.4274/tjo.galenos.2021.09515  TJO 2022; 52 - 2 | Sayfalar 75 - 85
Amaç: Bu çalışmada kliniğimize başvuran mantar keratiti olgularının demografik, etyolojik, klinik ve mikolojik özelliklerinin ortaya konulması ve tedavi sonuçlarının sunulması amaçlanmıştır.
Metod: Ekim 2012-Ekim 2018 tarihleri arasında mantar keratiti tanılı olguların tıbbi kayıtları incelendi. Mantar keratiti tanısı tüm olgularda mikolojik ve/veya sitolojik olarak doğrulandı. Tıbbi tedavi ve minör cerrahi girişimler ile infiltratın tam olarak kaybolması ve epitelizasyonun tamamlanması tedaviye yanıt alınması olarak kabul edildi. Tedaviye rağmen kötüleşen klinik tablo sebebiyle penetran keratoplasti (PK) ya da eviserasyon uygulanan olgular ise tedaviye yanıt vermeyen hastalar olarak sınıflandı ve tedaviye yanıt veren hastalar ile demografik, etyolojik ve klinik özellikler açısından karşılaştırıldı.
Bulgular: Altı yıllık dönem içerisinde mikrobiyal keratit tanısı konulan 559 hastanın 72’si (%12,8) mantar keratiti idi. Bu olgulardan polimikrobiyal etyoloji saptanmayan 38 olgu (38 göz) çalışma kapsamına alındı. Olguların yaş ortalaması 44.9±19,0 (2-80) yıl olarak bulundu ve erkek olgu sayısı daha fazla idi (14 kadın [%36,8], 24 erkek [%63,2]). Kırk yaş öncesi olgularda travma (%63,6) en sık predispozan faktör iken, kırk yaş sonrası oküler yüzey immünitesini bozan patolojiler (%48,1) ilk sırayı almakta idi. Küf mantarları 34 (%89,5) olguda saptanırken, 4 (%10,5) olguda ise maya mantarı belirlendi. Kültürde üreme saptanan 26 olgu içerisinde en sık saptanan patojen Aspergillus türleri (%42,3) idi. Tedaviye yanıt vermeyen olgularda (14/38, %36,8) tedaviye yanıt alınan olgulara (19/38, %50) kıyasla başlangıç infiltrat boyutunun daha büyük olduğu görüldü (p= 0,049). Ayrıca infiltratın parasantral yerleşimli olduğu olgularda tedaviye yanıt oranlarının diğer olgulara göre daha yüksek olduğu saptandı (p= 0,036).
Sonuç: Mantar keratiti bölgemizde önemli bir halk sağlığı sorunudur. Oküler travma, 40 yaş altı erkek hastalarda etyolojide önemli bir yer tutmaktadır. Altı yıllık dönemde, bölgemizdeki mantar keratitlerinin en önemli etkeninin küf mantarları, bunlar içerisinde de Aspergillus türleri olduğu görüldü. Büyük ve merkezi lezyonlarla başvuran olgularda agresif tedavi seçenekleri ön planda düşünülmeli ve bu olgular daha yakından izlenmelidir.
Objectives: To present the demographic, etiological, clinical and mycological characteristics and treatment results of the fungal keratitis cases admitted to our clinic.
Materials and Methods: Medical records of fungal keratitis patients between October 2012 and October 2018 were reviewed. The diagnosis of fungal keratitis was confirmed mycologically and/or cytologically. Complete heal of infiltrate and completion of epithelization with medical treatment and minor surgical interventions were accepted as response to treatment. Patients who underwent penetrating keratoplasty (PK) or evisceration due to worsening of clinical picture despite treatment were classified as non-responsive patients and compared with patients who responded to treatment in terms of demographic, etiological and clinical characteristics.
Results: Seventy-two (12.8%) of 559 patients diagnosed with microbial keratitis in a six-year period were fungal keratitis. Of these cases, 38 cases (38 eyes) with no polymicrobial etiology were included in the study. Trauma (63.6%) was the most common predisposing factor in patients younger than 40 years old, whereas the pathologies that weaken ocular surface immunity (48.1%) were in the first order in cases older than 40 years. Filamentous fungi were detected in 34 (89.5%) cases, while yeast fungi were found in 4 (10.5%) cases. Among 26 cases with culture growth, the most common pathogen was Aspergillus species (42.3%). Infiltrate size before treatment was larger in non-responsive patients (14/38, 36.8%) compared to patients who responded to treatment (19/38, 50%) (p = 0.049). In addition, rates of treatment response were higher in cases in which the infiltrate was located paracentrally compared to other cases (p = 0.036).
Conclusion: In the six-year period, we observed that the most important agent in fungal keratitis was filamentous fungi, and among these are Aspergillus species. In cases presenting with large and central lesions, aggressive treatment options should be considered and these cases should be followed up more closely.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

3.
Enfeksiyöz Olmayan Pediatrik Üveit Hastalarının Takip Bulguları
Follow-up Findings of Non-infectious Pediatric Uveitis Cases
Zahide Ekici Tekin, Gülçin Otar Yener, Selen Akbulut, Ebru Nevin Çetin, Selçuk Yüksel
doi: 10.4274/tjo.galenos.2021.38585  TJO 2021; 51 - 6 | Sayfalar 351 - 357
Amaç: Bu çalışmada çocuk romatoloji ve göz hastalıkları bölümlerinde takip edilen enfeksiyon dışı pediatrik üveit hastalarının demografik verileri ve klinik takipleri hakkında bilgi vermek amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Geriye dönük kesitsel yapılan çalışmaya Ocak 2013-Haziran 2019 yılları arasında 16 yaşından önce üveit tanısı alan, en az 6 aydır takip edilen ve takiplerine düzenli gelen 46 olgu dahil edildi. Hastaların demografik verileri, üveit özellikleri, altta yatan hastalıkları, sistemik tedavi modaliteleri, ilaç yan etkileri, üveit komplikasyonları ve cerrahi müdahele durumları değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya 46 hastanın 83 gözü dahil edildi. Hastaların ortalama üveit tanı yaşı 9,2 yıl ± 4,5 (1,6 - 15,6), ortalama üveit takip süreleri 54 ay ± 41 (6 - 191) olarak bulundu. Yirmi bir (%45,7) hastada üveitin romatolojik hastalık zemininde olduğu belirlendi. En sık juvenil idiopatik artrit görüldü (%23.9). Görme keskinliği kategorize edildiğinde, 6 (% 7,2) gözde orta, 4 (% 4,8) gözde ağır ve 1 (% 1,2 ) gözde körlük düzeyinde kaydedildi. Tedavide metotreksat en sık tercih (% 87) edilen sistemik immunsupresif ajan olarak tespit edildi. Dirençli olguların (% 73,9) tedavisine adalimumab eklendi. Otuz beş (%76,1) hastada üveite ya da üveit tedavisine ikincil olarak en az 1 gözde komplikasyon saptandı. Tedavi altında gelişen komplikasyonlar içinde en sık görüleni posterior sineşi (11 göz, %13.2) idi.
Sonuç: Görme keskinliğinin korunması açısından pediatrik üveit erken tanınmalı ve özellikle persistan/kronik olgularda etkin sistemik tedaviye gecikmeden başlanmalıdır.
Objective: In this study, we aimed to describe the demographic and clinical findings of children with uveitis at a tertiary paediatric rheumatology and ophthalmology centre.
Materials and Methods: A retrospective cross-sectional study included 46 patients who were diagnosed with uveitis before the age of 16 between January 2013 and June 2019, followed for at least 6 months regularly. Demographic data, characteristics of uveitis, underlying diseases, systemic treatment modalities, drug side effects, complications and surgical intervention were evaluated.
Results: Eighty-three eyes of 46 patients were included in the study. The mean age at the diagnosis of uveitis was 9.2 years ± 4.5 (1.6 - 15.6), and the mean follow-up period of uveitis was 54 months ± 41 (6 - 191). Twenty-one (45.7%) patients had uveitis on the basis of rheumatologic diseases. Juvenile idiopathic arthritis was the most common disease (23.9%). The visual acuity was categorized as moderate in 6 (7.2%) eyes, severe in 4 (4.8%) eyes and blindness in 1 (1.2%) eye. Methotrexate (87%) was the most frequently used systemic immunosuppressive agent in the treatment. Adalimumab (73.9%) was added to the treatment of resistant cases. Thirty-five (76.1%) patients had complications in at least 1 eye secondary to uveitis or uveitis treatment. Posterior synechiae (11 eyes, 13.2%) was the most common complication developing under the treatment.
Conclusion: In order to preserve visual acuity, pediatric uveitis should be recognized early and especially persistent / chronic cases should be started effective systemic treatment immediately.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

ORIJINAL MAKALE
4.
Semptomatik Büllöz Keratopati Olgularında İntrastromal Amniyon Membran Uygulamasının Palyatif Etkinliği
Palliative Efficacy of Intrastromal Amniotic Membrane Procedure in Symptomatic Bullous Keratopathy Patients
onur furundaoturan, Melis Palamar, ozlem barut selver
doi: 10.4274/tjo.galenos.2021.38839  TJO 2022; 52 - 3 | Sayfalar 162 - 167
Amaç: Semptomatik ve kısıtlı görme potansiyeline sahip büllöz keratopatili olgularda palyatif amaçla uygulanan intrastromal insan amniyon membran (iAM) cerrahi tekniğinin klinik sonuçlarını değerlendirmektir.

Metot: Çalışmada, büllöz keratopatili ve kısıtlı görsel prognoza sahip 10 olguda, şiddetli ağrı sebebiyle intrastromal amniyon membran cerrahisi uygulamasının sonuçları retrospektif değerlendirildi. Hasta verilerinden görme keskinliği, cerrahi endikasyon, epitelizasyon süresi, operasyon öncesi ve sonrası ağrı skorları yanı sıra ön segment optik koherens tomografi görüntüleri ve ön segment fotoğrafları elde edildi.

Bulgular: Çalışmaya 10 hasta (6 kadın/4 erkek) dahil edildi. Cerrahi endikasyonu 9 hastada psödofakik büllöz keratopati ve glokom, 1 hastada ise greft yetmezliği ve glokom oluşturmaktaydı. Kornea epitelizasyonu için ortalama süre 27,10±13,05 (10-50) gün iken, ortalama takip süresi 37,5±1,6 (36-39,2) ay idi. Subjektif ağrı skorunun cerrahi sonrası tüm hastalarda düzelme gösterdiği izlendi. Bir hastada izlemde, medikal tedavi ile kontrol altına alınan sütür kaynaklı keratit geliştiği görüldü.

Sonuç: İntrastromal amniyon membran inlay cerrahisi kısıtlı görsel prognoza sahip, kornea nakli ile görsel beklentisi olmayan hastalarda ve donör doku azlığında, ağrı palyasyonunda keratoplastiye alternatif bir yöntem olabilir. Bu yöntemle iAM oküler yüzeyde daha uzun süre kalabilmektedir ve yüzeyel stromal eksizyonun da katkısıyla daha düzenli bir oküler yüzey ve daha uzun asemptomatik seyir öngörülmektedir.
Objective: To evaluate the palliative efficacy of intrastromal human amniotic membrane(hAM) surgery technique in patients with symptomatic bullous keratopathy and limited visual potential.

Method: The study was carried out retrospectively by reviewing the medical data of 10 patients with poor visual prognosis who underwent intrastromal hAM surgery due to bullous keratopathy related severe pain. Visual acuity, surgical indication, epithelization time, preoperative and postoperative pain scores as well as anterior segment optical coherence tomography images and anterior segment photographs were obtained from the medical records.

Results: Ten patients (6 females/4 males) were included into the study. Nine patients underwent surgery for pseudophakic bullous keratopathy and glaucoma, and 1 patient due to graft failure and glaucoma. The mean time for corneal epithelization was 27.10±13.05 (10-50) days, while the mean follow-up time was 37.5±1.6 (36-39.2) months. Subjective pain score improved in all patients after surgery. Suture-induced keratitis was occurred during the follow up in one patient which was under controlled with proper medical treatment.

Conclusion: Intrastromal amnion membrane surgery may be an alternative method to keratoplasty to control pain in patients with limited visual prognosis during the insufficient donation. In this method, as expected hAM remains longer on the ocular surface and patients have more regular cornea due to the stromal excision and stay asymptomatic.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

5.
Vitiligo kuru göz ve meibom bezleri
Dry Eye and Meibomian Glands in Vitiligo
Ahmad Reza Taheri, Elahe Allahyari, Borhan Haghi Rudi, Malihe Nikandish
TJO 2021; 51 - 2 | Sayfalar 70 - 74
Amaç: Vitiligo hastalarında sulu ve lipit gözyaşı filmi parametrelerini ve temassız meibografili meibom bezlerini değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem: Bu vaka kontrol çalışması İran'ın Birjand şehrinde vitiligo bulunan 43 hastanın ve 43 kontrolün her iki gözünde de yapıldı. Demografik bilgilere ve cilt hastalığı özelliklerine ek olarak her hasta için Oküler Yüzey Hastalığı İndeksi (OSDI) anketi dolduruldu. Daha sonra yarık lamba, Schirmer testi, Strip Meniskometri Tüpü (SMTube) ve gözyaşı parçalanma süresi (TBUT) gibi göz muayeneleri yapıldı. Meibom bezleri ayrıca temassız meibografi sistemi (SBM Sistemi, İtalya) kullanılarak görüntülenmiştir. Son olarak, veriler SPSS yazılımı sürüm 22 ile 0.05'in altında anlamlı bir seviyede analiz edildi.
Bulgular: Hastalar OSDI skoru kontrollere göre daha yüksekti ancak anlamlı değildi (10.90 ± 13.03'e karşılık 5.57 ± 6.85; p = 0.07). Her iki gözde Schirmer testinin ortalama skoru arasında anlamlı bir fark vardı (OD: 8.07 ± 5.47 ve 17.37 ± 6.52; OS: 7.60 ± 5.00 ve 17.30 ± 6.44; p <0.001). Her iki gözün ortalama SMTube skoru da anlamlı derecede farklıydı (OD: 4.49 ± 2.40 ve 9.74 ± 3.67; OS: 4.30 ± 2.81 ve 9.65 ± 4.52; p <0.001). Bununla birlikte, her iki gözün ortalama TBUT'u gruplar arasında farklı değildi (OD: 9.14 ± 3.17 ve 10.12 ± 2.08; p = 0.27; OS: 9.16 ± 3.30 ve 10.05 ± 2.10; p = 0.25). SBM Sistemi tarafından yapılan meibografide, gruplar arasında meibom bezlerinin atrofi oranında anlamlı bir fark görülmemiştir (OD: 20.86 ± 9.79 vs. 21.05 ± 12.07; p = 0.74; OS: 18.16 ± 8.83 vs. 19.53 ± 10.30; p = 0.51).
Sonuç: Vitiligo, sulu gözyaşı filmi üretiminde bir azalma ile ilişkilidir, ancak meibomain bezlerinin yapısını ve işlevini etkilemez.
Objectives: To evaluate the aqueous and lipid tear film parameters and the meibomian glands with noncontact meibography in patients with vitiligo.
Materials and Methods: This case-control study was conducted in both eyes of 43 patients with vitiligo and 43 controls in Birjand, Iran. In addition to demographic information and skin disease characteristics, the Ocular Surface Disease Index (OSDI) questionnaire was completed for each patient. Then eye examinations including slit lamp, Schirmer test, Strip Meniscometry Tube (SMTube) and tear break up time (TBUT) were performed. The meibomian glands were also imaged using noncontact meibography system (SBM Sistemi, Italy). Finally, the data were analyzed by SPSS software version 22 at a significant level of less than 0.05.
Results: Patients had higher OSDI score than controls but it was not significant (10.90±13.03 vs. 5.57±6.85; p=0.07). There was a significant difference between the mean score of the Schirmer test in both eyes (OD: 8.07±5.47 vs. 17.37±6.52; OS: 7.60±5.00 vs. 17.30±6.44; p<0.001). The mean score of SMTube of both eyes was also significantly different (OD: 4.49±2.40 vs. 9.74±3.67; OS: 4.30±2.81 vs. 9.65±4.52; p<0.001). However, the mean TBUT of both eyes was not different between groups (OD: 9.14±3.17 vs. 10.12±2.08; p=0.27; OS: 9.16±3.30 vs. 10.05±2.10; p=0.25). Meibography by SBM Sistemi showed no significant difference in the atrophy rate of meibomian glands between groups (OD: 20.86±9.79 vs. 21.05±12.07; p=0.74; OS: 18.16±8.83 vs. 19.53±10.30; p=0.51).
Conclusion: Vitiligo is associated with a reduction in the production of aqueous tear film, but does not affect the structure and function of meibomain glands.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

6.
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu Tanısı Alan Çocuklarda Tedavi Öncesi Stereopsis, Füzyonel Verjans Amplitüdleri ve Refraksiyon Kusurlarının İncelenmesi
Stereoacuity, Fusional Vergence Amplitudes and Refractive Errors Prior to Treatment in Patients with Attention-Deficit Hyperactivity Disorder
Irmak Karaca, Elif Demirkilinc Biler, Melis Palamar, Burcu Özbaran, Önder Üretmen
TJO 2020; 50 - 1 | Sayfalar 15 - 19
Amaç: Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHAB) tanısı alan çocuklarda tedavi öncesi stereopsis ve füzyonel verjans amplitüdlerinin kontrol grubuyla karşılaştırmalı olarak incelenmesi.
Materyal ve Metod: Ege Üniversitesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği’nde yeni DEHAB tanısı alan ve daha önce tedavi almamış 23 hasta ve 48 DEHAB saptanmayan kontrol olgusu çalışma-ya dahil edildi. Hastaların detaylı oftalmolojik muayenelerine ek olarak stereopsis ve füzyonel verjans amplitüdleri retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Ortalama yaş DEHAB tanısı alanlarda (14 erkek, 9 kız) 10,68±2,34 (7-16) iken, kontrol grubunda (25 erkek, 23 kız) 12,23±2,16 (7-15) idi (p=0,605; ki kare testi). Tüm hastalarda ön seg-ment ve fundus muayeneleri doğaldı. Tüm çocuklarda en iyi düzeltilmiş görme keskinliği 20/20 düzeyindeydi. TNO testi ile değerlendirme yapılabilenlerde ortalama stereopsis DEHAB olanlarda 142,14±152,65 (15-480) sec/arc, kontrol grubunda 46,3±44,11 (15-240) sec/arc idi (p<0,001; t-testi). Uzak bakışta ortalama konverjans amplitüdü (UKA) ve diverjans amplitüdü (UDA) sırasıyla 19,87±8,40 (6 ila 38) prizma diyoptri ve -9,09±-4,34 (-4 ila -25) PD; yakın bakışta ortalama konverjans amplitüdü (YKA) 37,30±12,81 (14 ila 70) PD, diverjans amplitüdü (YDA) -13,13± -3,45 (-4 ila -20) PD olarak ölçüldü. Siklopleji sonrası ortalama sferik eşdeğer 1,06±1,13 (-1 ila 4,63) diyoptri iken, 6 hastada belirgin refraksiyon kusuru (4 hastada hipermetropi, 2 hastada astigmatizma) saptandı. Gruplar arasında UKA, UDA, YKA, YDA ile sferik eşdeğerler açısından istatistiksel olarak anlamlı fark görülmedi (sırasıyla p=0.123, p=0.176, p=0.464, p=0.489, p=0.086; t-testi).
Sonuç: DEHAB tanısı alan çocuklarda tedavi öncesi ortalama stereopsis kontrol grubundan anlamlı olarak düşük saptanırken, füzyonel verjans amplitüdleri açısından belirgin fark izlenmemiştir.
Purpose: To evaluate stereoacuity, fusional vergence amplitudes and refractive errors in Attention-Deficit Hyperactivity Disorder (ADHD) patients.
Methods: Twenty-three patients, newly diagnosed as ADHD without any previous medication, and 17 healthy control subjects were included. Retrospective data analysis of comprehensive eye examina-tion, stereoacuity and fusional vergence amplitudes of the patients were performed.
Results: The mean age at the time of diagnosis was 10.68±2.34 (7-16) in ADHD group (14 male, 9 female) and 12.23±2.16 (7-15) in the control group (25 male, 23 female) patients (p=0.605). The mean stereoacuity was 142.14±152.65 (15-480) sec/arc in patients with ADHD and 46.3±44.11 (15-240) sec/arc in the control group (p<0.001). For ADHD patients, the mean convergence and divergence amplitudes at distance were 19.87 ± 8.40 (6 to 38) prism diopter (PD) and -9.09 ± -4.34 (-4 to -25) PD, and 37.30 ± 12.81 (14 to 70) PD and -13.13 ± -3.45 (-4 to -20) PD at near, respectively. The mean cycloplegic spherical equivalent was 1.06 ± 1.13 (-1 to 4.63) diopter in ADHD patients, with 6 patients having significant refractive errors (hyperopia in 4 patients, astigmatism in 2 patients). There were no significant difference in between groups, in terms of spherical equivalents, convergence and divergence amplitudes at distance and near (p=0.123, p=0.176, p=0.464, p=0.489, p=0.086, respec-tively).
Conclusion: Fusional vergence amplitudes did not present significant difference, while the mean value of stereoacuity was significantly lower in newly diagnosed ADHD patients prior to treatment.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

7.
Tercih Edilen Retinal Alan Egzersizinin Kısa Dönem Klinik Sonuçları
Short-Term Clinical Results of Preferred Retinal Locus Training
Ayşe Bozkurt Oflaz, Banu Turgut Öztürk, Şaban Gönül, Berker Bakbak, Şansal Gedik, Süleyman Okudan
doi: 10.4274/tjo.galenos.2021.73368  TJO 2022; 52 - 1 | Sayfalar 14 - 22
Amaç: Bu çalışmada foveal skarı ve daha iyi bir fiksasyon için elverişli retinal alanı olan hastalarda mikroperimetri kullanılarak yapılan işitsel biyogeribildirim egzersizi değerlendirildi.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 29 hasta dahil edildi. MAIA (Macular Integrity Assessment, CenterVue®, Italy) mikroperimetri cihazında işitsel geri bildirim egzersizi programı kullanıldı. Tedavinin etkinliğini değerlendirilmek amacıyla öncesinde ve sonrasında: en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EİDGK), MAIA mikroperimetrinin tam eşik 4-2 test parametreleri olan ortalama eşik değer, P1 ve P2 fiksasyon parametreleri, %63 ve %95 BCEA değerleri, kontrast duyarlılığı (CSV 1000E Kontrast Duyarlılık Testi), Minnesota az görenler için okuma testi (MNREAD okuma kartları) ve yaşam kalitesi anketi (NEI-VFQ-25) karşılaştırıldı. Ek olarak her seansta fiksasyon stabilitesi parametreleri kaydedildi.
Bulgular: Çalışma grubu yaş ortalaması 68.72 ± 8.34 olan 29 hastadan oluşmaktadır. EİDGK median değeri egzersiz öncesi 0.8(0.2–1.6) logMAR iken, egzersiz sonrası 0.8(0.1–1.6) logMAR idi (p=0.003). Fiksasyon stabilitesi parametresi olan P1 değeri ortalaması %21.28 ± 3.08'den %32.69 ± 3.69'a (p = 0.001), P2 değeri ortalaması %52.79 ± 4.53'ten %68.31 ± 3.89'a (p = 0.001) yükseldi. Egzersizden sonra ortalama BCEA %63 değeri 16.11 ± 2.27°² ’den 13.34 ± 2.26°² ’ye (p = 0.127) ve BCEA %95 değeri 45.87 ± 6.72°² 'den 40.01 ± 6.78°² 'ye (p = 0.247) düştü. Her iki gözle okuma hızı egzersiz öncesi dakikada 38.28 ± 6.25 kelime iken, egzersiz sonrası 45.34 ± 7.35 kelime idi (p<0.001). Eğitim sonrası kontrast duyarlılık ve yaşam kalitesi anket skorlarında istatistiksel olarak anlamlı iyileşme gözlendi.
Sonuç: Makula skarı olan hastalarda, geri bildirim egzersizi ile eğitilmiş retinal alan, beşinci seanstan itibaren ortalama retinal duyarlılığı, fiksasyon stabilitesini, okuma hızını, kontrast duyarlılığını ve yaşam kalitesini iyileştirmektedir.
Objectives: This study evaluated acustic biofeedback training (BFT) using microperimetry in patients with foveal scars and an eligible retinal locus for better fixation.
Materials and Methods: A total of 29 eligible patients were enrolled in the study. The acustic BFT module in the MAIA (Macular Integrity Assessment, CenterVue®, Italy) microperimeter was used for training. To determine the treatment efficacy, the following variables were compared before and after testing: Best-corrected visual acuity (BCVA), values obtained in a full threshold 4-2 test using the MAIA microperimeter like average threshold, fixation stability via the P1, P2 and bivariate contour ellipse area (BCEA) 63% and 95%, contrast sensitivity (CSV 1000E Contrast Sensitivity Test), reading speed using the Minnesota Low-Vision Reading Test (MNREAD reading chart), and quality of life questionnaires (NEI-VFQ-25). In addition, changes in the fixation stability parameters were recorded during each session.
Results: The study group consisted of 29 patients with a mean age of 68.72 ±8.34 years. The median value for best-corrected VA was initially 0.8(0.2–1.6) logMAR and increased to 0.8(0.1–1.6) logMAR after eight weeks of PRL treatment (p=0.003). The fixation stability parameter P1 improved from a mean value of 21.28±3.08% to 32.69±3.69% (p = 0.001), and for P2 the mean value improved from 52.79±4.53% to 68.31±3.89% (p = 0.001). The mean BCEA 63% decreased from 16.11±2.27°C to 13.34±2.26°C (p = 0.127), and the BCEA 95% decreased from 45.87±6.72°C to 40.01±6.78°C (p = 0.247) after training. Reading speed with both eyes was 38.28±6.25 words per minute (wpm) before training and 45.34±7.35 wpm after training(p<0.001). Statistically significant improvement was observed in contrast sensitivity and quality of life questionnaire scores after training.
Conclusion: Beginning with the 5th session, the BFT for a new trained retinal locus improved average sensitivity, fixation stability, reading speed, contrast sensitivity, and quality of life in patients with macular scarring.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

8.
Kısa Süreli Silikon Hidrojel Kontakt Lens Kullanımı Sonrasında Ön Segmentte Meydana Gelen Değişikliklerin Konfokal Mikroskopi ile Değerlendirilmesi
Evaluation of Anterior Segment Alterations After Short-Term Silicone Hydrogel Contact Lens Use by Confocal Microscopy
Cem Şimşek, Cansu Kaya, Aylin Karalezli
doi: 10.4274/tjo.galenos.2021.27163  TJO 2022; 52 - 6 | Sayfalar 386 - 393
Amaç: Kısa süreli silikon hidrojel kontakt lens (SİHKL) kullanımının korneal subbazal sinir morfolojisi, korneal duyarlılık ve ön segment etkilerinin konfokal mikroskopi ile değerlendirilmesidir.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya daha önce SİHKL kullanım öyküsü olmayan 25-30 yaş arası 25 erkek gönüllünün 25 sağ gözü dahil edilmiştir. Kontakt lens (KL) kullanım öncesi ve 1 ay KL kullanım sonrası oküler yüzey hastalıkları indeksi, gözyaşı kırılma zamanı, Schirmer testi, gözyaşı menisküs alanı, şerit meniskometri tüp, kornea duyarlılığı ve korneal subbazal sinir morfolojisi değerlendirilmiştir. Çalışmaya genel sağlık durumu iyi olan, daha önce oküler yüzey cerrahisi geçirmemiş, ciddi kuru göz şikayetleri ve bulguları olmayan, korneayı etkileyebilecek sistemik veya oküler yüzey hastalığı ve ilaç kullanım hikayesi olmayan hastalar dahil edilmiştir.
Bulgular: Oküler yüzey hastalıkları indeksi KL kullanım öncesi 10,6±1,1 iken KL kullanım sonrası 1.ayda 17,2±1,2 (p<0,01) idi. Schirmer testi KL öncesi 16,3±2,3 mm iken KL sonrası 1.ayda 14,3±1,9 mm (p>0,05) idi. Gözyaşı filmi kırılma zamanı KL öncesi 7,1±0,4 sn iken KL kullanım sonrası 6,2±0,3 sn idi (p>0,05). Gözyaşı menisküs alanı KL öncesi 0,026±0,002 mm2 iken KL kullanım sonrası 1.ayda 0,024±0,001 mm2 olarak bulunmuştur (p>0,05). Şerit meniskometri tüp değeri KL öncesi 5,4±0,9 mm iken KL sonrası 1.ayda 4,9±0,8 mm (p>0,05) idi. Kornea duyarlılığı KL öncesi 3,2±0,4 mm iken KL sonrası 1. ayda 2,95±0,3 mm (p>0,05) olarak ölçüldü. Konfokal mikroskop incelemesi ile değerlendirilen dendritik hücre yoğunluğu KL öncesi 14,84±3,1 hücre/mm2 iken KL kullanım sonrası 1.ayda 32,57±4,2 hücre/mm2 (p<0,01) idi. Subbazal sinir tortuositesi KL öncesi 0,92±0,2 evre iken KL sonrası 1.ayda 1,03±0,2 evre (p>0,05) idi. Subbazal sinir yoğunluğu ise KL öncesi 4726±310 piksel/resim iken KL kullanım sonrası 4570±272 piksel/resim olarak ölçüldü (p>0,05).
Sonuç: Bir ay süre SİHKL kullanım sonrasında gözyaşı sekresyonunda, kornea duyarlılığında, gözyaşı menisküs hacminde, subbazal kornea sinir yoğunluğunda, reflektivitesinde ve tortuositesinde anlamlı değişiklik izlenmezken oküler yüzey hastalıkları indeksi ve dendritik hücre yoğunluğunda ise anlamlı artış saptanmıştır.
Objectives: To evaluate the corneal subbasal nerve morphology, corneal sensitivity and anterior segment alterations in short-term silicone hydrogel contact lenses (SİHCL) users by confocal microscopy.
Materials and Methods: The study included 25 right eyes of 25 male volunteers aged between 25-30 years who had never used SİHCL before. Ocular surface disease index, tear break-up time, Schirmer test, tear meniscus area, strip meniscometry tube, corneal sensitivity and corneal subbasal nerve morphology were evaluated before and 1 month after CL use.
Results: Ocular surface diseases index score was 10.6±1.1 before CL use and 17.2±1.2 after 1 month CL use (p<0.01). The Schirmer test was 16.3±2.3 mm before CL, it was 14.3±1.9 mm after one month of CL (p>0.05). Tear film break-up time was 7.1±0.4 seconds before CL and 6.2±0.3 seconds after KL use (p>0.05). The tear meniscus area was 0.026±0.002 mm2 before CL, 0.024±0.001 mm2 after 1 month of CL use (p>0.05). The value of strip meniscometry tube was 5.4±0.9 mm before CL use, 4.9±0.8 mm after 1 month of CL use (p>0.05). Corneal sensitivity values were 3.2±0.4 mm before CL use and 2.95±0.3 mm after 1 month of CL use (p>0.05). The dendritic cell density evaluated by confocal microscopy was 14.84±3.1 cells/mm2 before CL and 32.57±4.2 cells/mm2 after one month of CL use (p<0.01). Subbasal nerve tortuosity was 0.92±0.2 before CL and 1.03±0.2 after one month of CL use (p>0.05). Subbasal nerve density was measured as 4726±310 pixels/frame before CL use and 4570±272 pixels/frame after one month of CL use (p>0.05).
Conclusion: After one month of SİHCL use, no significant changes were observed in tear secretion, corneal sensitivity, tear meniscus volume, subbasal corneal nerve density, reflectivity and tortuosity, while a significant increase was found in ocular surface diseases index score and dendritic cell density.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

9.
Yüksek yağlı diyetle beslenen sıçanlarda Myrtus Communis L 'ekstresi ve aposininin lens oksidatif hasarı ve bor seviyeleri üzerindeki etkileri
Effects of Myrtus Communis L’ Extract and Apocynin on Lens Oxidative Damage and Boron Levels in Rats Fed with High Fat-Diet
Rüya Kuru Yaşar, Dilruba Kuru, Ali Sen, Göksel Şener, Feriha Ercan, Aysen Yarat
doi: 10.4274/tjo.galenos.2021.27981  TJO 2021; 51 - 6 | Sayfalar 344 - 350
Amaç: Diyetsel obezite, serbest radikal oluşumunu arttırarak vücutta oksidan hasara ve lenste katarakt oluşumuna neden olmaktadır. Myrtus Communis yaprak ekstraktlarının (Myr) antioksidan özelliklere sahip olduğu, Apocynin (Apo)’in, etkili bir NADPH-oksidaz inhibitörü olduğu bilinmektedir. Doku bor seviyelerine ilişkin veriler oldukça eksiktir. Literatürde ilk kez gerçekleştirilen bu çalışmanın amacı, yüksek yağlı diyet (HFD) ile beslenen sıçanlarda Myr ve Apo tedavisinin bor seviyeleri ve oksidatif lens hasarı üzerine etkilerini araştırmaktı.
Materyal ve Metod: Wistar albino erkek sıçanlar rastgele dört gruba ayrıldı: Kontrol Grubu; HFD Grubu; HFD + Myr Grubu ve HFD + Apo Grubu. Deney öncesinde vücut ağırlığı ve kan lipid seviyeleri belirlendi. Sıçanlar dekapite edildikten sonra lensleri alındı ve homojenleştirildi. Lens homojenatlarında katalaz (CAT) ve süperoksit dismutaz (SOD) aktiviteleri, bor, malondialdehit (MDA) ve indirgenmiş glutatyon (GSH) seviyeleri belirlendi.
Bulgular: HFD, sıçanların serum trigliserid (p<0.05), total kolesterol seviyesini (p<0.001), vücut ağırlığını (p<0.001) ve lens MDA seviyesini artırdı (p<0.01) ve lens GSH (p<0.05) ve bor seviyesini (p<0.001), SOD (p<0.001) ve CAT aktivitesini (p<0.001) ise azalttı. Bununla birlikte, Myr ve Apo tedavisi sıçanların vücut ağırlığını (p<0.001), serum trigliserid (p<0.05), ve total kolesterol seviyesini (p<0.001) azalttı; lens bor (p<0.01; p<0.001) ve GSH seviyesini (p<0.05; p<0.01), ve CAT aktivitesini (p<0.001) ise artırdı.
Sonuç: Hem Apo hem de Myr, bor seviyelerini artırarak HFD'nin neden olduğu obez sıçanların lenslerindeki oksidatif stresi azaltabilir.
Objectives: Nutritional obesity causes oxidant damage in the body and cataract formation in the lenses by increasing the formation of free radicals. Myrtus Communis leaf extracts (Myr) have antioxidant properties, and Apocynin (Apo) is an effective NADPH-oxidase inhibitor. The data on tissue boron levels are quite lacking. The aim of this study, which was carried out for the first time in the literature, was to investigate the effects of Myr and Apo treatment on boron levels and oxidative lens damage in rats fed with high-fat diet (HFD).
Materials and Methods: Wistar albino male rats were randomly divided into four groups: Control Group; HFD Group; HFD + Myr Group; and HFD + Apo Group. Prior of the experiment body weight and blood lipids were determined. After decapitation, the lenses of rats were enucleated and homogenated. Catalase (CAT) and superoxide dismutase (SOD) activities and boron, malondialdehyde (MDA), and reduced glutathione (GSH) levels were determined in the lens homogenates.
Results: The HFD increased serum triglyceride (p <0.05), total cholesterol level (p <0.001), body weights (p <0.001), and lens MDA levels (p <0.01), and decreased lens GSH (p <0.05) and boron level (p <0.01), SOD (p <0.001), and CAT activity (p <0.001). However, Myr and Apo treatment reduced the rats’ body weight (p <0.001), serum triglyceride (p <0.05), and total cholesterol level (p <0.001); increased lens boron (p <0.01; p <0.001), GSH levels (p <0.05; p <0.01), and CAT activity (p <0.001).
Conclusion: Both Myr and Apo may be able to reduce oxidative stress in the lenses of obese rats caused by HFD by increasing boron levels.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

10.
Pediatrik Katarakt Cerrahisi Komplikasyonları ve Görsel Sonuçlarının Prediktif Faktörleri: Türkiye’den Bir Referans Merkezi Çalışması
Predictive Factors of Complications and Visual Outcomes after Pediatric Cataract Surgery: A Single Referral Center Study from Turkey
Volkan Dericioğlu, Mehmet Orkun Sevik, Elif Bağatur Vurgun, Eren Çerman
TJO 2023; 53 - 5 | Sayfalar 267 - 274
Amaç: Pediatrik katarakt hastalarında gelişen komplikasyonları ve görme keskinliği sonuçlarını öngörebilecek faktörleri değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem: Retrospektif ve gözlemsel olarak planlanan çalışmaya 2010 ve 2020 yılları arasında pediatrik katarakt için tedavi edilmiş 50 hastanın 80 gözü dahil edildi. Hastaların gözleri Grup-I (konjenital katarakt, n=38) ve Grup-II (gelişimsel katarakt, n=42) olarak; Grup-II ise ayrıca Grup-IIA (afakik, n=21) ve Grup-IIB (psödofakik) olarak ikiye ayrıldı. Yaş, lateralite, katarakt morfolojisi, göz içi lens implantasyonu, preoperatif nistagmus/şaşılık varlığı ve intraoperatif ön hyaloid rüptürünün komplikasyonlar ve en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EİDGK; logMAR) üzerindeki etkileri değerlendirildi.
Bulgular: Ortanca (çeyrekler arası aralık) yaş ve takip süresi sırasıyla 28 (5-79) ve 60 (29-84) ay olarak saptandı. Grup-I (0.79±0.46 logMAR) ve Grup-II (0.57±0.51 logMAR) arasında ortalama sonuç EİDGK açısından anlamlı fark olduğu (p=0.047); ancak Grup-IIA ve Grup-IIB arasında fark olmadığı gözlendi (p=0.541). Konjenital katarakt (p=0.045), preoperatif nistagmus/şaşılık (p=0.042), total/matür katarakt (p<0.001) ve postoperatif komplikasyonların varlığının (p=0.07) sonuç EİDGK ile anlamlı olarak ilişkili olduğu görüldü. Bununla birlikte, yapılan çok değişkenli analiz, yanlızca total/matür kataraktın (β=0.52, p<0.001) ve herhangi bir komplikasyonun varlığının (β=0.24, p=0.018) sonuç EİDGK ile ilişkili olduğunu ortaya koydu. Postoperatif komplikasyonların risk faktörleri değerlendirildiğinde, konjenital katarakt ve intraoperatif ön hyaloid rüptürünün olmasının hem tek değişkenli analizde (sırasıyla, p=0.027 ve p=0.003) hem de ikili lojistik regresyon analizinde (sırasıyla, OR: 2.95 [%95GA: 1.07, 8.15], p=0.036 ve OR: 4.28 [%95GA: 1.55, 11.77], p=0.005) anlamlı risk faktörleri olduğu görüldü.
Sonuç: Bu çalışmada total/matür katarakt morfolojisinin ve herhangi bir postoperatif komplikasyon varlığının sonuç EİDGK’yi olumsuz olarak etkilediği görülmüştür. Konjenital kataraktın ve intraoperatif ön hyaloid membran rüptürünün olmasının ise postoperatif komplikasyon riskini artırdığı saptanmıştır.
Purpose: To evaluate the predictive factors of developing complications and visual acuity outcomes in pediatric cataract patients.
Methods: This retrospective, observational clinical study included 80 eyes 50 patients treated for pediatric cataracts between 2010 and 2020. The eyes were divided into Group-I (congenital cataracts, n=38) and Group-II (developmental cataracts, n=42). Group-II was also divided into Group-IIA (aphakic, n=21) and Group-IIB (pseudophakic, n=21). The effects of the age, laterality, cataract morphology, IOL implantation, preoperative nystagmus/strabismus, and intraoperative anterior hyaloid rupture on complications and final best-corrected visual acuity (BCVA; logMAR) were evaluated.
Results: The median (interquartile range) age and follow-up time were 28(5-79) and 60(29-84) months, respectively. There was a significant difference in mean final BCVA between Group-I (0.79±0.46) and Group-II (0.57±0.51) (p=0.047); however, no difference was observed between Group-IIA and Group-IIB (p=0.541). Having a congenital cataract (p=0.045), preoperative nystagmus/strabismus (p=0.042), total/mature cataract (p<0.001), and postoperative complications (p=0.07) were significantly associated with final BCVA. However, multivariate analysis revealed that only having total/mature cataract (β=0.52, p<0.001) and any complications (β=0.24, p=0.018) were associated with final BCVA. Having a congenital cataract and intraoperative anterior hyaloid rupture were the only significant risk factors of postoperative complications on univariate (p=0.027 and p=0.003, respectively) and binary logistic regression analysis (OR: 2.95 [95%CI: 1.07, 8.15], p=0.036 and OR: 4.28 [95%CI: 1.55, 11.77], p=0.005, respectively).
Conclusions: The total/mature cataract and presence of any postoperative complication were adversely affected the final BCVA. Having a congenital cataract and unintentional intraoperative anterior hyaloid membrane rupture was increased the risk of complication.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

OLGU SUNUMU
11.
Atipik Bilateral Santral Seröz Koriyoretinopatiye Sekonder Büllöz Eksüdatif Retina Dekolmanı Olgusunda Cerrahi Tedavi
Surgical Treatment of Bullous Exudative Retinal Detachment Secondary to Atypical Bilateral Central Serous Chorioretinopathy
Hüseyin Baran Özdemir, Murat Yüksel, Murat Hasanreisoğlu, Gökhan Gürelik, Ahmet Murat Sarıcı, İlknur Tuğal-Tutkun, Şengül Özdek
PMID: 38014882  doi: 10.4274/tjo.galenos.2023.75233  TJO 2023; 53 - 6 | Sayfalar 395 - 398
Amaç: Bilateral santral seröz korioretinopatinin (SSKR) atipik varyantı ile ilişkili büllöz eksüdatif retina dekolmanı olan bir olgunun tanı, tedavi ve takibini sunmak.
Yöntemler: Olgu sunumu.
Olgu: Sağ gözünde görmesi ışık hissi düzeyinde olan 28 yaşında kadın hasta total büllöz retina dekolmanı (RD) ile tarafımıza başvurdu. Daha önce idiyopatik uveal efüzyon sendromu tanısı ile sistemik kortikosteroid tedavisine yanıt alınamayan hasta skleral pencere cerrahisi için tarafımıza yönlendirilmişti. 4 kadran skleral pencere cerrahisi ve subretinal sıvı drenajı ile hastada geçici ve kısmi bir retinal yatışma sağlandı. Ancak 3 hafta içinde RD tekrar ilerlemeye başladı. Bunun üzerine hastada tüm görüntüleme tetkikleri ile birlikte SLE ve diğer romatizmal ve immünolojik hastalıklar için daha ileri sistemik tetkikler yapıldı. Bu dönemde RD progresyonu ilerleyen hastaya sistemik kortikosteroid tedavisi denendi ve ancak fayda izlenmeyince kısa sürede kesildi. FA ve İSYA de multifokal koroidal sızıntı odakları ve herhangi bir göz içi inflamasyon bulgusu olmaksızın büyük koroidal damarları izlendi ve hastaya atipik SSKR tanısı kondu. PPV, subretinal sıvının internal drenajı, fokal sızıntı alanlarına endolaser ve intravitreal aflibercept enjeksiyonu yapıldı. Hastanın ameliyat sonrası 8. ayda görme keskinliği 0.8’e yükseldi ve nüks izlenmedi.
Sonuç: Büllöz eksüdatif RD, SSKR'nin çok nadir ve atipik bir formudur. PPV, subretinal sıvı drenajı ve lazer fotokoagülasyon ile olumlu bir sonuç elde edilebilir.
This study aimed to report the diagnostic process, treatment, and follow-up of a patient with bullous exudative retinal detachment (RD) associated with an atypical variant of bilateral central serous chorioretinopathy (CSCR). A 28-year-old woman was referred to our clinic for total bullous RD in the right eye with a vision level of light perception only. She had been previously diagnosed with idiopathic uveal effusion syndrome and treated with systemic corticosteroid therapy with no response, and was referred to us for scleral window surgery. Four-quadrant scleral window surgery with external drainage of the subretinal fluid was performed, resulting in a transient partial attachment of the retina. RD started to progress again within 3 weeks, which prompted comprehensive imaging together with more advanced systemic workup for systemic lupus erythematosus and other rheumatological and immunological diseases. Systemic corticosteroid therapy was initiated during this period but did not stop the progression and was discontinued after a short time. Fluorescein angiography and indocyanine green angiography revealed multifocal choroidal leakage foci and large choroidal vessels without any intraocular inflammation findings and led to the diagnosis of atypical CSCR. Pars plana vitrectomy (PPV), internal drainage of the subretinal fluid, endolaser to the focal leakage areas, and intravitreal aflibercept injection were performed. Visual acuity increased to 0.8 within 8 months after the surgery with no recurrence. Bullous exudative RD is a very rare and atypical form of CSCR, and a favorable outcome can be obtained with PPV and surgical drainage of subretinal fluid followed by laser photocoagulation.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

ORIJINAL MAKALE
12.
İntravitreal Enjeksiyon Tedavisi Alan Neovasküler Tip Yaşa Bağlı Makula Dejeneresanslı Hastalarda Kuru Göz ve Meibomian Gland Disfonksiyonu
Dry Eye and Meibomian Gland Dysfunction in Neovascular Age-Related Macular Degeneration Patients Treated with Intravitreal Injections
Pelin Kıyat, Melis Palamar, Serhad Nalçacı, Cezmi Akkin
doi: 10.4274/tjo.galenos.2021.66168  TJO 2022; 52 - 3 | Sayfalar 157 - 161
Amaç: Neovasküler tip yaşa bağlı makula dejeneransı tanısı ile intravitreal enjeksiyon tedavisi alan hastalarda kuru göz varlığının ve meibografi ile Meibomian glandların değerlendirilmesi.

Yöntem: Otuz hastanın 60 gözü çalışmaya dahil edilmiştir. Hastaların bir gözüne neovasküler tip yaşa bağlı makula dejeneresansı tanısı ile 1 ay ara ile multipl intravitreal enjeksiyon tedavisi uygulanırken, diğer sağlıklı göze herhangi bir tedavi uygulanmamıştır. Grup 1 tedavi uygulanan gözler, Grup 2 ise sağlıklı tedavi uygulanmayan gözlerden oluşmaktadır. Kuru göz varlığı; Schirmer-1 testi, gözyaşı kırılma zamanı, Oxford skoru ve Oküler Yüzey Hastalık İndeksi (OYHİ-OSDI) ile değerlendirilmiştir. Meibomian gland kayıp oranı meibografi ile değerlendirilmiş ve her bir göz kapağı için 0 dereceden (kayıp yok) 3 dereceye (kayıp alan > toplam Meibomian gland alanının 2 / 3'ü) kadar derecelendirilmiş ve puanlanmıştır.

Bulgular: Grup 1’de ortalama Schirmer 1 ve gözyaşı kırılma zamanı daha düşük, ortalama OYHİ daha yüksek bulunmuştur fakat elde edilen farklar istatistiksel olarak anlamlı saptanmamıştır (p=0.257, p=0.113, p=0.212 sırasıyla). Grup 1’de, Grup 2’ye göre ortalama Oxford skoru ve üst göz kapağı meibografi skoru açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p=0.594 ve p=0.663, sırasıyla). Alt göz kapağı meibografi skoru ise Grup 1’de istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksek saptanmıştır (p=0.048).

Sonuç: Povidon-iyod kullanımı, topikal göz damlalarında bulunan koruyucular gibi pek çok faktör, çok sayıda intravitreal enjeksiyon ile tedavi edilen hastalarda inflamasyona yol açarak oküler yüzey hasarına neden olabilir. Tedavi kronik olup tekrarlanan enjeksiyonlar gerektirdiğinden, bu faktörlere maruz kalmak oküler yüzey inflamasyonunu kötüleştirebilir. Bu hastalarda kuru göz varlığı ve Meibomian gland disfonksiyonu olasılığı akılda tutulmalıdır.
Purpose: To determine if patients treated with multiple intravitreal injections for neovascular age-related macular degeneration are more likely to suffer from dry eye and meibomian gland dysfunction.

Methods: Sixty eyes of 30 patients were enrolled. Patients had one eye that was treated with multipl monthly intavitreal injections for neovascular age-related macular degeneration and one eye which was not treated. Group 1 included the treated eyes and Group 2 the untreated healthy ones. The existence of dry eye was tested with tear film break-up time, Schirmer-1 test, Oxford scale and Ocular Surface Disease Index (OSDI) score assessments. The loss rate of Meibomian glands was evaluated by meibography and was graded and analysed for each eyelid from grade 0 (no loss of the glands) to grade 3 (gland loss rate is higer than >2/3 of the total Meibomian glands).

Results: Mean Schirmer 1 and tear film break up-time measurements appeared lower (p=0.257, p=0.113, respectively), mean OSDI score appeared higher in Group 1 (p=0.212) but the differences were not statictically significant. Mean Oxford scale scores and meiboscore of upper eyelids did not show any statistically significant difference in Group 1 (p=0.594,p=0.663, respectively). The meiboscore for lower eyelids was higher in Group 1 and the difference was statistically significant (p=0.048).

Conclusion: Multipl factors such as povidone–iodine, preservatives in topical eye drops may cause inflammation leading to ocular surface damage in patients treated with multipl intravitreal injections. As the treatment requires repeated injections, exposure to these factors might worsen the ocular surface inflammation. The possibility of dry eye and Meibomian dysfunction formation in these patients should be considered.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

OLGU SUNUMU
13.
Nadir Görülen Bir Birliktelik: Ön Kamara Sinkizis Sintilansı'na Eşlik Eden Neovasküler Glokom
A Rare Association: Neovascular Glaucoma Accompanying Anterior Chamber Synchysis Scintillans
Serdar Bayraktar, Atakan Acar, Mehmet Ali Şekeroğlu
PMID: 38008935  doi: 10.4274/tjo.galenos.2023.39016  TJO 2024; 54 - 1 | Sayfalar 49 - 51
"Kolesterolozis bulbi" olarak da bilinen "sinkizis sintilans" vitreus içinde kolesterol kristallerinin birikimiyle karakterize dejeneratif bir göz patolojisidir. Tipik olarak bilateral görülür ancak nadiren de olsa tek taraflı gözlenebilir. Şiddetli travma, kronik inflamasyon, kronik retina dekolmanı, hifema, vitreus kanaması, Coats hastalığı ve retinoblastom gibi durumlar tarafından tetiklenebilir. Bu raporda, alışılmışın dışında ön kamarada yer alan sinkizis sintilans ve ona eşlik eden neovasküler glokomu bulunan bir olgu sunmaktayız.
Synchysis scintillans, also known as cholesterolosis bulbi, is a degenerative eye pathology characterized by the accumulation of cholesterol crystals in the vitreous. It is typically observed bilaterally but can rarely be unilateral. It can be triggered by severe trauma, chronic inflammation, chronic retinal detachment, hyphema, vitreous hemorrhage, Coats’ disease, and retinoblastoma. In this report, we present a case with an uncommon association of anterior chamber synchysis scintillans and neovascular glaucoma.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

14.
Yenidoğanda ESAM gen varyantı ile ilişkili olabilecek ekstraretinal fibrovasküler proliferasyon
Extraretinal Fibrovascular Proliferation in a Neonate Possibly Associated with an ESAM Gene Variant
Sadık Etka Bayramoğlu, Nihat Sayın, Mehmet Erdoğan, Sümeyra Doğan, Alper Gezdirici, Merih Çetinkaya
PMID: 38008937  doi: 10.4274/tjo.galenos.2023.72609  TJO 2023; 53 - 6 | Sayfalar 386 - 389
Postmenstrüel 35. haftada, 2500 gr doğan kız bebeği, postnatal ikinci günde göz muayenesi için konsülte edildi. Göz dibi incelemesinde her iki gözde venözdilatasyon ve arteriyel tortuozite, ileri derecede ekstraretinal fibrovasküler proliferasyon saptandı. Floresein anjiyografide ileri derecede gecikmiş arteriyovenöz geçiş zamanı ve periferik avaskülarite saptandı. Her iki göz diyot lazer fotokoagülasyon ve intravitreal bevasizumab enjeksiyonu ile tedavi edildi. Kranial MR’da hidrosefali, ventriküllerde dilatasyon ve serebral atrofi saptandı. Aile öyküsünde hastanın erkek kardeşinin postnatal üçüncü ayda inoperabl total retina dekolmanı ve benzer kraniyal MR bulguları ile göz polikliniğine başvurduğu öğrenildi. Ebeveynlerde herhangi bir sistemik veya oküler bulgu saptanmadı.Yakın zamanda, hastalarımızın da içinde bulunduğu 13 olguda, ESAM genindeki bi-allelik varyantların konuşma ve dil gelişiminde bozulma, nöbetler, değişen derecelerde spastisite, ventrikülomegali ve intrakraniyal kanama ve gelişimsel gecikme/zihinsel yetersizlik gibi ana klinik özelliklerin olduğu yeni bir nörogelişimsel hastalığa yol açtığı gösterilmiştir.Ciddi retinal patolojileri olan çocukların yeni doğan kardeşleri, spesifik kalıtsal retina damar hastalıkları tanısı olmasa bile, total retina dekolmanını önlemek için doğumdan sonra mümkün olan en kısa sürede oftalmolojik muayeneden geçmelidir.Uluslararası bir ağ ile işbirliği içinde gerçekleştirilecek ileri araştırmalar, ekstraretinal fibrovasküler proliferasyon gibi ROP benzeri oftalmolojik bulgularla ilişkili olabilecek daha fazla aday gen varyantını ortaya çıkarabilir.
A female infant born with a gestational age of 35 weeks and birth weightof 2500 g was referred for ophthalmic examination on the second postnatalday. Bilateral venous dilatation and arterial tortuosity, severe extraretinalfibrovascular proliferation, and peripheral ischemia were detected.Fluorescein angiography showed profoundly delayed arteriovenoustransit and peripheral avascularity. Both eyes were treated with diodelaser photocoagulation and bevacizumab injection. Cranial magneticresonance imaging (MRI) revealed hydrocephalus, ventricular dilatation,and cerebral atrophy. Her family history revealed that the patient’s brotherpresented to the ophthalmology outpatient clinic at postnatal 3 monthswith inoperable total retinal detachment and similar cranial MRI findings.No systemic or ocular findings were detected in the parents. A recent studyshowed that in 13 cases, including our patients, bi-allelic variants in theESAM gene lead to a new neurodevelopmental disease whose main clinicalfeatures include impaired speech and language development, seizures,varying degrees of spasticity, ventriculomegaly, intracranial hemorrhage,and developmental delay/mental disability. Newborn siblings of childrenwith serious pathological retinal findings should undergo a detailedophthalmic examination as soon as possible after birth to prevent totalretinal detachment, even without a diagnosis of specific inherited retinalvascular diseases. Further investigations performed in collaboration withan international network may reveal more candidate gene variants possibly related to retinopathy of prematurity-like ophthalmological findings such as extraretinal fibrovascular proliferation.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

ORIJINAL MAKALE
15.
Açık açılı glokomda gonyoskopi yardımlı translüminal trabekülotomi ile kombine katarakt cerrahisi sonrası ön segment değişiklikleri ve refraktif sonuçları
Anterior Segment Changes and Refractive Outcomes after Cataract Surgery Combined with Gonioscopy-Assisted Transluminal Trabeculotomy in Open-Angle Glaucoma
Hatice Tekcan, Serhat İmamoğlu, Mehmet Serhat Mangan
PMID: 38047480  doi: 10.4274/tjo.galenos.2023.36080  TJO 2023; 53 - 6 | Sayfalar 369 - 376
Amaç: Kombine fakoemulsifikasyon ve gonyoskopi yardımlı translüminal trabekülotomi uygulanan hastalarda göz içi lens (GİL) hesaplama formüllerinin doğruluğunu karşılaştırmak ve kırma kusurlarını etkileyen faktörleri belirlemek.
Gereç ve Yöntem: Kombine cerrahi uygulanan 53 hastanın 53 gözü retrospektif olarak incelendi. Preoperatif ve postoperatif 3. ayda Scheimpflug kamera ile ölçülen ön segment parametreleri ve SRK/T, Barrett-Universal II, Hill-RBF ve Kane formüllerindeki ortalama refraktif sapma ve mutlak refraktif sapma karşılaştırıldı. Biyometrik parametrelerin ortalama refraktif sapma üzerindeki etkisi korelasyon analizi ile incelendi.
Bulgular: Ameliyat sonrası aksiyel uzunluktaki kısalma ve ön kamara derinliği, ön kamara açısı ve ön kamara hacmindeki genişleme istatistiksel olarak anlamlı idi (p<0.001). SRK/T ile ortalama refraktif sapma (-0.08D), Barret (0.01D) ve Hill-RBF (0.01D) ile kıyasla daha miyopikti. Sıfıra en yakın sapma Kane formülü ile elde edildi (0.001D). Kane formülü (0.30±0.28D), SRK/T (0.38±0.32D) ve Barrett formülleri (0.36±0.30D) ile karşılaştırıldığında daha düşük bir mutlak sapma sağladı (p<0.001). Mutlak sapmada Kane formülüne en yakın sonuçlar Hill-RBF formülü (0.32±0.28) ile elde edildi (p=0.02). Ameliyat öncesi aksiyel uzunluk, Kane hariç tüm formüllerde ortalama refraktif sapma ile anlamlı şekilde ilişkiliydi. Barrett, refraktif sapma ile postoperatif ön kamara derinliği ve ön kamara açısı arasında anlamlı bir korelasyona sahip olmayan tek formüldü.
Sonuç: Kane formülü, ön segment ve aksiyel uzunlukta önemli değişikliklere neden olabilecek kombine fakoemulsifikasyon ve gonyoskopi yardımlı translüminal trabekülotomi cerrahisinde SRK/T ve Barrett-Universal II formüllerinden daha başarılı GİL güç hesaplaması sağlayabilir.
Objectives: To compare the accuracy of intraocular lens (IOL) calculation formulas in patients undergoing phacoemulsification combined with gonioscopy-assisted transluminal trabeculotomy (phaco-GATT) and to determine the predictive factors for refractive errors.
Materials and Methods: Fifty-three eyes of 53 patients undergoing phaco-GATT were retrospectively reviewed. The preoperative and postoperative 3-month anterior segment (AS) parameters were measured by Scheimpflug camera. The mean prediction error (PE), mean absolute error (MAE) in the Sanders-Retzlaff-Kraft/theoretical (SRK/T), Barrett-Universal II, Hill-radial basis function (Hill-RBF) and Kane formulas were compared. The influence of biometric parameters on PE were analyzed by correlation analysis.
Results: Postoperatively, there was a statistically significant decrease in axial length (AL) and significant enlargement in anterior chamber depth (ACD), anterior chamber angle (ACA), and anterior chamber volume (p<0.001). The mean PE using SRK/T (-0.08 diopters [D]) was more myopic than in the Barret (0.01 D) and Hill-RBF (0.01 D). The PE closest to zero was in the Kane formula (0.001 D). The Kane formula provided a lower MAE (0.30±0.28 D) than the SRK/T (0.38±0.32 D) and Barrett (0.36±0.30 D) (p<0.001). The MAE in Hill-RBF (0.32±0.28) was comparable with that in Kane (p=0.02). Preoperative AL was significantly associated with PE in all formulas except Kane. Barrett was the only formula that did not have a significant correlation between PE and postoperative ACD and ACA.
Conclusion: The Kane formula may provide higher predictability of the IOL power calculation than the SRK/T and Barrett-Universal II formulas in phaco-GATT surgery, which can cause significant changes in the AS and AL.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

16.
Türkiye'de Diyabetik Maküla Ödeminde İntravitreal Anti-Vasküler Endotelyal Büyüme Faktör Tedavisinin Gerçek Yaşam Sonuçları: MARMASIA Çalışma Grubu Rapor No. 1
Real-World Outcomes of Intravitreal Anti-Vascular Endothelial Growth Factor Treatment for Diabetic Macular Edema in Turkey: The MARMASIA Study Group Report No. 1
Uğur Yayla, Mehmet Orkun Sevik, Veysel Levent Karabaş, Özlem Şahin, Abdullah Özkaya, Nursal Melda Yenerel, Banu Açıkalın Öncel, Fatih Bilgehan Kaplan, Ecem Önder Tokuç, Hatice Selen Kanar, Işıl Kutlutürk Karagöz, Ece Başaran Emengen, Ayşe Demirciler Sönmez, Aslan Aykut, Utku Limon, Erdinç Bozkurt, Işılay Özsoy Saygın, Tuğba Aydoğan Gezginaslan, Özlem Aydın Öncü, Esra Türkseven Kumral, Nimet Yeşim Erçalık, Erkan Çelik
doi: 10.4274/tjo.galenos.2023.56249  TJO 2023; 53 - 6 | Sayfalar 356 - 368
Amaç: Bu çalışmanın amacı Türkiye’de rutin pratikte anti-vasküler endoteliyal büyüme faktörü (anti-VEBF) intravitreal enjeksiyonu (İVİ) uygulanan diyabetik makula ödemi (DME) hastalarının demografik ve klinik özelliklerini bildirmek ve tedavi sonuçlarını gözden geçirmektir.
Gereç ve Yöntem: Bu retrospektif, gerçek-dünya çalışmasına, Türkiye’nin Marmara Bölgesi’nin Asya Yakası’ndaki 8 üçüncü basamak klinikte 21 oftalmolog (MARMASIA Çalışma Grubu) tarafından pro-re-nata protokolüyle tedavi edilen 1372 göz (854 hasta) dahil edilmiştir. Hastaların başlangıç ve 3.-, 6.-, 12.-, 24.- ve 36.- ay takip verileri toplanarak her kohort bir öncekini içerebilecek şekilde beş grup oluşturulmuştur. Gözlerin, en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EİDGK, yaklaşık ETDRS harfi) ve merkezi maküla kalınlığı (MMK, µm) değişimleri, vizit ve İVE sayıları ve anti-VEBF değişim ve intravitreal deksametazon implant (İDİ) kombinasyon oranları değerlendirilmiştir.
Bulgular: Kohortların göz (hasta) sayıları 3-, 6-, 12-, 24- ve 36-ay kohortları için 1372 (854), 1352 (838), 1185 (722), 972 (581) ve 623 (361) olarak saptanmıştır. Gözlerin başlangıç EİDGK ve MMK’lerinin ortalama 51.4±21.4 harf ve 482.6±180.3µm olduğu görülmüştür. Başlangıca göre 3., 6., 12., 24. ve 36. ay muayenelerindeki EİDGK ve MMK değişimleri +7.6, +9.1, +8.0, +8.6, ve +8.4 harf, ve -115.4, -140.0, -147.9, -167.3, ve -215.4µm olarak saptanmıştır (p<0.001). Kohortların medyan İVE sayıları 3.0, 3.0, 5.0, 7.0 ve 9.0 olarak saptanmıştır. Anti-VEBF değişim ve İDİ kombinasyon oranlarının %18.5 ve %35.0 olduğu görülmüştür.
Sonuç: Türkiye’den bildirilen bu en büyük gerçek yaşam DMÖ çalışmasında, anti-VEBF İVE sayılarının ve harf kazanımlarının randomize kontrollü çalışmalara göre düşük olduğu saptanmıştır. Ancak bu kazanımların, daha düşük başlangıç EİDGK ve daha yüksek İDİ kombinasyon oranları ile diğer gerçek yaşam çalışmalarından daha yüksek olduğu görülmüştür.
Objectives: This study aims to report the demographic and clinical characteristics of diabetic macular edema (DME) patients treated with intravitreal injection (IVI) of anti-vascular endothelial growth factors (anti-VEGF) and provides an overview of outcomes during routine clinical practice in Turkey.
Materials and Methods: This retrospective, real-world study included 1372 eyes (854 patients) treated in a pro-re-nata protocol by 21 ophthalmologists from 8 tertiary clinics on the Asian Side of the Marmara Region of Turkey (The MARMASIA Study Group). Five cohort groups were established by collecting the patients’ baseline and 3rd-, 6th-, 12th-, 24th-, and 36th-month follow-up data, of which each subsequent cohort may comprise the previous. Changes in best-corrected visual acuity (BCVA, approximate ETDRS letters) and central macular thickness (CMT, µm), number of visits and IVI, and anti-VEGF switch and intravitreal dexamethasone implant (IDI) combination rates were evaluated.
Results: The 3-, 6-, 12-, 24-, and 36-month cohorts included 1372 (854), 1352 (838), 1185 (722), 972 (581), and 623 (361) eyes (patients), respectively. The mean baseline BCVA and CMT were 51.4±21.4 letters and 482.6±180.3µm. The mean changes from baseline in BCVA were +7.6, +9.1, +8.0, +8.6, and +8.4 letters, and in CMT were -115.4, -140.0, -147.9, -167.3, and -215.4µm at the 3rd-, 6th-, 12th-, 24th-, and 36th-month visits (p<0.001 for all). The median cumulative number of anti-VEGF IVI were 3.0, 3.0, 5.0, 7.0, and 9.0, respectively. The overall anti-VEGF switch and IDI combination rates were 18.5% (253/1372 eyes) and 35.0% (480/1372 eyes), respectively.
Conclusion: This largest real-life study of DME from Turkey demonstrated BCVA gains inferior to randomized-controlled trials mainly due to lower number of IVI. However, those gains were relatively superior to other real-life study counterparts by lower baseline BCVA of the study population and higher IDI combination rates.
Keywords: Anti-VEGF; diabetic macular edema; intravitreal injection, real-life study; routine clinical practice
Makale Özeti | Tam Metin PDF

17.
%1 Topikal Vorikonazol İle Tedavi Edilen Hastalarda Konjonktivanın Impresyon Sitolojisi Ile Değerlendirilmesi
Impression Cytologic Evaluation of the Conjunctiva in Patients Treated with Topical 1% Voriconazole
Cumali Değirmenci, Melis Palamar, Zübeyde Ekin, Özlem Barut Selver, Ali Veral, Ayşe Yağcı
PMID: 38008933  doi: 10.4274/tjo.galenos.2023.20268  TJO 2024; 54 - 1 | Sayfalar 1 - 4
Amaç: Bu çalışmanın amacı şiddetli fungal keratit nedeniyle vorikonazol tedavisi almış hastalarda impresyon sitolojisi ile konjonktival metaplastik değişikliklerin değerlendirilmesidir.
Metod: Çalışma XXX Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları ve Tıbbi Patoloji bölümlerinde yapılmıştır. Çalışmaya fungal keratit nedeniyle %1’ lik topical vorikonazol ile en az 3 ay tedavi edilmiş hastalar dahil edilmiştir. Topikal vorikonazol bütün hastalarda saat başı damla olarak başlatılmış ve klinik iyileşmeye göre azaltılmıştır. Tedavi günde 4 kez en az 3 ay sürdürülmüştür. İmpresyon sitolojisi için alınan örnekler tedavi kesildikten en az 3 ay sonra her iki gözden alınmıştır. Toplanan örnekler değerlendirme ve gradeleme (Nelson gradeleme sistemi) için Patoloji bölümüne gönderilmiştir.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 57.68±17.32 (12-87) yıl idi. İnferior bulbar konjonktivanın impresyon sitoloji grade çalışma grubunda 1.73±0.77 (0-3) ve kontrol grubunda 1.19±098 (0-3) idi (p=0.03). Temporal bulber konjonktivada impresyon sitoloji grade çalışma grubunda 1.69±073 (0-3) ve kontrol grubunda 1.15±0.88(0-3) idi (p=0.02). Nazal ve superior bulber konjonktiva impresyon sitoloji grade ortalamaları istatistiksel olarak anlamlı değildi (p değerleri sırasıyla 0.13, 0.17 idi).
Sonuç: Topikal vorikonazol etkin bir geniş spektrumlu antifungal ilaç olmasına ragmen konjonktival metaplastik değişiklikleri indüklemektedir. Klinisyenler topikal vorikonazolün bu olası yan etkisini bilmeli ve hastaların konjonktivalarını her vizitte olası metaplastik değişiklikler açısından dikkatlice değerlendirmelidir.
Objectives: The aim of the present study was to evaluate any conjunctival metaplastic changes by impression cytology in patients who underwent topical 1% voriconazole treatment for severe fungal keratitis.
Materials and Methods: The study was conducted at Ege University Faculty of Medicine, Departments of Ophthalmology and Medical Pathology. Patients who were treated with 1% topical voriconazole for fungal keratitis for at least 3 months were included. The used topical voriconazole treatment was initiated as one drop every hour and was tapered according to clinical improvement in all patients. Treatment was continued 4 times a day for at least 3 months. Impression cytology samples were collected at least 3 months after cessation of topical voriconazole from the affected eyes and from the fellow eyes as a control group. Collected specimens were transferred to the pathology department for evaluation and grading (Nelson’s grading system). Results: The mean age of the patients was 57.68±17.32 years (range, 22-87 years). The impression cytology grade of the inferior bulbar conjunctiva was 1.73±0.77 (range, 0-3) in the study group and 1.19±0.98 (range, 0-3) in the control group (p=0.03). The impression cytology grade of the temporal bulbar conjunctiva was 1.69±0.73 (range, 0-3) in the study group and 1.15±0.88 (range, 0-3) in the control group (p=0.02). The impression cytology grades of the nasal and superior bulbar conjunctiva did not differ statistically (p values 0.13 and 0.17, respectively).
Conclusion: Topical voriconazole is an effective broad-spectrum antifungal drug, but it induces conjunctival squamous metaplasia. Clinicians should be aware of this possible side effect of topical voriconazole and should carefully evaluate the conjunctiva of treated patients at each visit to detect possible metaplastic changes.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

18.
Pterjiyumda küçük GTP bağlayıcı protein Rac'ın ekspresyon analizi
Expression Analysis of the Small GTP-Binding Protein Rac in Pterygium
Ahmet Saracaloğlu, Şeniz Demiryürek, Kıvanç Güngör, Betül Düzen, Ömer Eronat, Ebru Temiz, Abdullah Tuncay Demiryürek
PMID: 38014881  doi: 10.4274/tjo.galenos.2023.93765  TJO 2023; 53 - 6 | Sayfalar 343 - 348
Amaç: Rac1, Rac2 ve Rac3 ekspresyonlarının pterjium dokusundaki rollerini belirlemek ve bu ekspresyonları normal konjonktival doku ile karşılaştırmak.
Gereç ve Yöntem: Primer pterjiumlu 78 hasta çalışmaya alındı. Kontrol dokusu olarak pterjium operasyonu sırasında alınan sağlıklı konjonktival greft örnekleri kullanıldı. Genomik mRNA’da gen ekspresyonları analizi için BioMark HD dinamik dizi sisteminde gerçek zamanlı PCR yöntemi kullanıldı. Protein ekspresyonları, Western blot ve immünohistokimyasal yöntemler kullanılarak analiz edildi.
Bulgular: Pterjium dokularında RAC2 ve RAC3 gen ekspresyonu, kontrol örnekleriyle karşılaştırıldığında belirgin bir şekilde yükselmedi (p > 0.05). Western blot ve immünohistokimyasal analizleri, pterjium dokularında Rac2 ve Rac3 protein ekspresyonlarında anlamlı bir değişiklik kaydedilmediğini ortaya koydu (p > 0.05).
Sonuç: Bu, Rac proteinlerinin pterjiumdaki katkısını belirleyen ilk çalışmadır. Sonuçlarımız, küçük GTP bağlayıcı protein Rac'ın pterjiyum patogenezinde yer almayabileceğini göstermektedir.
Objectives: To determine the roles of small GTP-binding proteins Rac1, Rac2, and Rac3 expression in pterygial tissue and to compare these expressions with normal conjunctival tissue.
Materials and Methods: Seventy-eight patients with primary pterygium were enrolled. Healthy conjunctival graft specimens obtained during pterygium surgery were used as control tissue. The real-time polymerase chain reaction method on the BioMark HD dynamic array system was utilized in genomic mRNA for the gene expression analysis. Protein expressions were analyzed using western blot and immunohistochemical methods.
Results: RAC1, RAC2, and RAC3 gene expressions in pterygial tissues were not markedly elevated when compared to the control specimens (p>0.05). As a very low level of RAC1 gene expression was observed, further protein expression analysis was performed for the Rac2 and Rac3 proteins. Western blot and immunohistochemical analysis of Rac2 and Rac3 protein expression revealed no significant differences between pterygial and healthy tissues (p>0.05).
Conclusion: This is the first study to identify the contribution of Rac proteins in pterygium. Our results indicate that the small GTP-binding protein Rac may not be involved in pterygium pathogenesis.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

19.
Farklı derecelendirme sistemi tanımlarına göre subklinik ve hafif keratokonus tanısında Pentacam parametrelerinin yeniden gözden geçirilmesi
Revisiting Pentacam Parameters in the Diagnosis of Subclinical and Mild Keratoconus Based on Different Grading System Definitions
İbrahim Toprak, Çiğdem Martin, Celal Emre Güneş, Jorge Alio
PMID: 38008938  doi: 10.4274/tjo.galenos.2023.68188  TJO 2023; 53 - 6 | Sayfalar 324 - 335
Amaç: Amsler-Krumeich (AK), Collaborative Longitudinal Assessment of Keratoconus (CLEK) ve ABCD sistemlerinin farklı tanımlamaları temel alınarak subklinik keratokonus ve hafif keratokonus tanısında Pentacam parametrelerinin performansının tekrar test edilmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Bu üniversite kaynaklı kesitsel çalışmaya subklinik keratokonuslu 24 göz, hafif keratokonuslu 144 göz (AK=101 göz, CLEK=28 göz ve ABCD=15 göz) ve 70 normal göz dahil edildi. Minimum pakimetri, KISA% indeksi, alt-üst keratometrik asimetri, kornea aberasyonları, Pentacam indeksleri, ön/arka elevasyonlar, pakimetrik progresyon indeksi (PPI), Ambrósio-İlişkisel Kalınlık (ARTmax) ve Belin/Ambrósio Enhanced Ectasia Display skorları (Df, Db, Dp, Dt, Da ve D-final) değerlendirildi.
Bulgular: ARTmax (%83,3 duyarlılık/%74,3 özgüllük), ardından minimum pakimetri, Dt ve Da subklinik keratokonuslu gözleri normalden ayırt etmede en yüksek yeteneğe sahipti. D-final, AK (%98/%100) ve CLEK (%97,4/%100) kriterlerine göre hafif keratokonus tanısında mükemmel duyarlılık/özgüllük gösterdi. Hafif keratokonus-ABCD grubu ile ilgili olarak, dikey asimetri indeksi, hafif keratokonuslu tüm gözleri ve kontrollerin %97,1'ini doğru olarak saptadı.
Sonuç: Bu çalışma, birbiri ile çakışan terminoloji ve derecelendirme kriterleri nedeniyle subklinik ve hafif keratokonuslu gözlerin tespitindeki gri zona işaret etmektedir. Pentacam parametrelerinin subklinik keratokonus tespitinde ek tanı yöntemlerinin gerekliliğine işaret eden mütevazı bir yeteneğe sahip olduğu görülmektedir. Bununla birlikte, hafif keratokonuslu gözler Pentacam parametreleri kullanılarak yüksek doğrulukla teşhis edilebilir, ancak “hafif keratokonus tanımına” göre en güçlü tanısal parametreler değişebilir. Bununla birlikte, keratokonusta tanısal ve terapötik bir fikir birliğine varılabilmesi için tek tip ve kesin subklinik ve klinik keratokonus sınıflama kriterlerine ihtiyaç vardır.
Objectives: To retest the performance of Pentacam parameters in the detection of eyes with subclinical keratoconus (KC) and mild KC based on different definitions from the Amsler-Krumeich (AK), Collaborative Longitudinal Evaluation of Keratoconus (CLEK), and ABCD systems.
Materials and Methods: This cross-sectional university-based study comprised 24 eyes with subclinical KC, 144 eyes with mild KC (based on AK in 101 eyes, CLEK in 28 eyes, and ABCD in 15 eyes), and 70 controls. Diagnostic ability of the thinnest point (TP) pachymetry, KISA% index, inferior-superior asymmetry, corneal aberrations, Pentacam indices, front/ back elevations, pachymetric progression index, Ambrósio-Relational Thickness (ARTmax), and Belin/Ambrósio Enhanced Ectasia Display scores (Df, Db, Dp, Dt, Da, and D-final) were evaluated.
Results: ARTmax (83.3% sensitivity/74.3% specificity) had the highest ability in distinguishing subclinical KC from normal, followed by TP pachymetry, Dt, and Da. D-final showed excellent sensitivity/specificity in mild KC diagnosis based on AK (98%/100%) and CLEK (97.4%/100%) descriptions. In the mild KC-ABCD group, index of vertical asymmetry accurately detected all eyes with mild KC and 97.1% of the controls.
Conclusion: This study points out the gray zone in the detection of eyes with subclinical and mild KC due to overlapping terminology and grading criteria. Pentacam parameters seem to have modest capability in subclinical KC detection, indicating the necessity for additional diagnostic modalities. However, eyes with mild KC can be diagnosed with high accuracy using Pentacam parameters, although the strongest parameters may vary according to the definition of “mild KC.” Nevertheless, uniform and definitive criteria for subclinical and clinical KC classification are required for a diagnostic and therapeutic consensus in KC.
Makale Özeti | Tam Metin PDF

OLGU SUNUMU
20.
Nörofibromatozis Tip 1 Vaskülopati ilişkili Retinal Ven Dal Oklüzyonu: Olgu Sunumu ve Literatür Derlemesi
Neurofibromatosis Type 1 Vasculopathy Presenting as Branch Retinal Vein Occlusion: Case Report and Review of the Literature
Ece Özdemir Zeydanlı, SENGÜL OZDEK
PMID: 38008934  doi: 10.4274/tjo.galenos.2023.95400  TJO 2023; 53 - 6 | Sayfalar 390 - 394
Nörofibromatozis Tip 1 (NF-1) ilişkili sistemik vasküler oklüzyonlar aortik, serebral, renal, çölyak ve mezenterik damarlarda bildirilmiştir ve NF-1 vaskülopati olarak adlandırılmıştır. NF-1'li hastalarda retinal vasküler tutulum genellikle retinal kapiller hemanjiomatozis olarak ortaya çıkmakla birlikte çok nadiren retinal vasküler oklüzyonlar da bildirilmiştir. Bu olgu sunumunda, NF-1'e sekonder retinal ven dal tıkanıklığı ve periferik retinal iskemi saptanan NF-1'li 2 yaşında bir kız çocuğunu ve ilgili literatürü ele alıyoruz. Bu olgu, NF-1'e bağlı retinal oklüzyonların çok küçük yaşlarda da ortaya çıkabileceğini ve NF1'li tüm hastalarda floresein anjiyografi ile birlikte ayrıntılı fundus incelemesinin gerekliliğini göstermektedir.
Neurofibromatosis type 1 (NF-1) has been associated with systemic vascular occlusive disease in aortic, cerebral, renal, celiac and mesenteric vessels and have been termed NF-1 vasculopathy. Although retinal vascular manifestations usually occur as retinal capillary hemangiomatosis in patients with NF-1, few cases of NF-1 with retinal vascular occlusive disease have also been described. Here, we report a 2-year-old girl with NF-1 who presented with branch retinal vein occlusion and peripheral retinal ischemia secondary to NF-1. This case demonstrates that NF-1-related retinal occlusive vasculopathy may occur in very young patients and that detailed fundus examinations with fluorescein angiography are required in all patients with NF1.
Makale Özeti | Tam Metin PDF