Volume: 47  Issue: 5 - 2017
Hide Abstracts | << Back
1.Topography and Higher Order Corneal Aberrations of the Fellow eye in Unilateral Keratoconus
Sibel Aksoy, Sezen Akkaya, Yelda Özkurt, Sevda Kurna, Banu Açıkalın, Tomris Şengör
Pages 249 - 254
Amaç: Unilateral keratokonusu olan hastaların normal gözlerinin topografi indisleri ve korneal yüksek seviyeli aberasyonlarını (YSA), keratokonuslu diğer göz ve kontrol grubuyla karşılaştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: 196 keratokonuslu olgunun kayıtları retrospektif olarak incelendi. Bir gözünde keratokonusu olup diğer gözünde klinik ve topografik olarak keratokonus bulgusu saptanmayan 20 olgu unilateral keratokonus olarak identifiye edildi. Bu olguların normal gözlerinin en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EİDGK), topografi indisleri ve YSA verileri, keratokonuslu diğer göz ve kontrol grubuyla karşılaştırıldı. İstatistiksel analiz için K1, K2, ortalama kornea gücü (ACP), silendirik güç (CYL), yüzey düzenlilik indeksi (SRI), yüzey asimetri indeksi (SAI), inferior-superior oranı (I-S), keratokonus tahmin indeksi (KPI), elevasyon-depresyon gücü (EDP) ve elevasyon-depresyon çapı (EDD) topografi indisleri seçildi.
Bulgular: Yaş ortalaması unilateral keratokonuslu olgularda 26,05±4,73 yıl, kontrol grubunda 23,6±8,53 yıldı (p>0,05). Normal gözler ve kontrol grubu arasında EİDGK açısından fark saptanmazken (p=0,108), keratokonuslu gözlerde EİDGK belirgin olarak düşüktü (p=0,001). Gruplar topografik indisler açısından karşılaştırıldığında normal gözlerde I-S oranı dışında tüm indisler kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksekti (p<0,05), en belirgin fark SRI, SAI, EDP ve EDD değerlerindeydi. Keratokonus grubunda ise tüm topografik indisler karşı normal gözlere göre yüksek bulundu (p<0,05). Sferik aberasyon açısından normal ve kontrol grupları arasında fark yokken koma, trefoil, irregüler astigmatizma ve toplam YSA değerleri normal grupta istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulundu (p<0,05). Keratokonus grubunda ise tüm YSA değerleri karşı normal gözlere göre yüksekti (p<0,05).
Sonuç: Çalışmamıza göre unilateral keratokonusta normal olan gözlerin SRI, SAI, EDP, EDD değerleri ve sferik aberasyon dışındaki YSA değerleri normal bireylere göre yüksek bulunmuştur. Bu durum, hastalığın subklinik evredeyken asimetri ve morfolojik değişikliklerinin hafif olması, korneada irregülerite ve elevasyon değişikliklerini saptayan indikatörlerde bozulmaya yol açmasından kaynaklanabilir. Bu bakımdan bu gözler hastalığın erken formu olabilir.
Purpose: Comparison of topography and corneal higher order aberrations (HOA) data of fellow normal eyes of unilateral keratoconus (UK) patients with keratoconus eyes and control group (CG).
Matherial and Method: Records of 196 patients with keratoconus were reviewed. Twenty patients were identified UK. The best corrected visual acuity (BCVA), topography and aberration data of normal group were compared with contralateral keratoconus eyes, and CG. For statistical analysis, K1, K2, average corneal power, cylendiric power, surface regularity index (SRI), surface asymmetry index (SAI), inferior-superior ratio (I-S), keratoconus prediction index, elevation-depression power (EDP) and diameter (EDD) topography indices are selected.
Results: There were no significant difference in mean age and BCVA values between the UK group and CG (p >0,05). BCVA values were significantly lower in eyes with keratoconus (p=0,001). Groups were compared in terms of quantitative topographic indices, all indices except the I-S ratio in the normal group was significantly higher than the control group (p<0,05). The most obvious difference was in the SRI, SAI, EDP and EDD values. All topographic indices were higher than normal eyes in keratoconus group. There was no difference in terms of spherical aberration in the normal and CG; coma, trefoil, irregular astigmatism and total HOA values were higher in the normal group (p<0,05). All HOA values were higher in keratoconus group than CG.
Conclusion: According to our study, in UK patients, whose eyes were normal according to clinic and topographic evaluation, SRI, SAI, EDP, EDD values and HOA other than spherical aberration, were higher than normal CG. This finding might indicate that subclinical phase of the disease may show a certain low-expressivity asymmetric and morphologic feature of keratoconus and deterioration in the indicator that determines irregularity and elevation changes in the cornea. Therefore, these eyes may show the early form of the disease.
Abstract

2.Correlation of Corneal Endothelial Cell Density with Corneal Tomographic Parameters in Eyes with Keratoconus
Banu Bozkurt, Mevlüt Yılmaz, Ali Meşen, Ümit Kamış, Bengü Ekinci Köktekir, Süleyman Okudan
Pages 255 - 260
Amaç: Keratokonuslu gözlerde hastalığın evrelerine göre kornea endotel hücre yoğunluğundaki (EHY) değişiklikleri incelemek ve kornea tomografik parametrelerle olan korelasyonu araştırmak
Gereç-Yöntem: Çalışmaya keratokonus tanısı konulan 206 hasta dahil edildi. Kornea topografisi dönen Scheimpflug kamera ve Plasido disk topografinin kombine olarak kullanıldığı Sirius cihazı (CSO, Italy) ile yapıldı. Otomatik endotel analizi Confoscan-4 (Nidek, Japan) cihazının non-kontak endotelyal mikroskop modülü ile yapıldı (20x prob). Gözler dik meridyendeki keratometrik değerlere göre evrelere ayrıldı (hafif K2<45 D; orta 45-52 D; ağır>52 D) ve en ince kornea kalınlıklarına (<400 μm, 400-450 μm ve >450 μm) göre gruplandırıldı. Gruplara göre tomografik ve endotelyal hücre parametreleri Kruskal-Wallis testi ile karşılaştırıldı ve tomografik parametrelerle endotelyal hücre yoğunluğu arasındaki ilişki Spearman korelasyon testi ile değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya 100 erkek (24.297.7 yıl, 11-47 yıl) ve 106 kadının (26.267.5 yıl, 13-45 yıl) 391 gözü dahil edildi (p=0.07). Ortalama EHY hafif, orta ve ileri evre keratokonus gruplarında sırasıyla 2628±262 cells/mm², 2541.9±260.4 cells/mm² ve 2414.6±384.3 cells/mm² olarak ölçüldü (p<0.001). Ortalama EHY en ince kornea kalınlığı <400 µm olan gözlerde (2348±296 cells/mm²), 400-450 µm (2502±307 cells/mm²) ve >450 µm (2592.3±277 cells/mm²) olan gözlere göre istatistiksel olarak anlamlı olarak düşüktü (p<0.001). EHY keratometrik ve elevasyon parametreleriyle negatif, kornea kalınlığıyla pozitif korelasyon göstermekteydi (p<0.05).
Sonuç: Kornea endotel hücre sayısı keratokonusun progresyonuyla beraber azalma gösterdiği için ileri evre keratokonuslu ve kornea kalınlığı 400 µm olan gözlerde speküler/konfokal mikroskopik inceleme yapılmalıdır.
Objective: To examine changes in cornea endothelial cell density (ECD) in different stages of keratoconus and evaluate its correlation with corneal tomographic parameters.
Materials and Methods: Two hundred six patients with keratoconus were enrolled in the study. Corneal topography was performed by Sirius (CSO, Italy), which has a rotating Scheimpflug camera and a Placido disk topographer. Automatic endothelial analysis was done with non-contact endothelial microscope (20x probe) of Confoscan-4 (Nidek, Japan). The eyes were classified into stages based on steepest keratometric value as follows: mild <45 D; moderate 45-52 D; severe >52 D and according to thinnest cornea thickness (TCT) as <400 μm, 400-450 μm and > 450 μm. Tomographic and endothelial cell parameters were compared among the groups using Kruskal-Wallis test and the correlations between them were analyzed using Spearman correlation.
Results: The study included 391 eyes of 100 male (24.29±7.7 years, range 11-47 years) and 106 female (26.26±7.5 years, range 13-45 years) (p=0.07). Mean ECD values were 2628±262 cells/mm2, 2541.9±260.4 cells/mm2 and 2414.6±384.3 cells/mm2 in mild, moderate and severe stage of keratoconus, respectively (p<0.001) and 2592.3±277 cells/mm2, 2502±307 cells/mm2 and 2348±296 cells/mm2 in corneas with TCT values >450 µm, 400-450 µm and <400 µm, respectively (p<0.001). ECD showed significant negative correlation with keratometric and elevation parameters and positive correlation with pachymetric parameters (p<0.05).
Conclusion: As the number of endothelial cells seems to decrease with the progression of the keratoconus, specular/confocal microscopy screening should be carried out especially in eyes with advanced stages and corneas with TCT<400 µm.
Abstract

3.Vitreomacular Interface Disorders in Behçet Uveitis
Hilal Eser Öztürk, Özlem Eşki Yücel, Yüksel Süllü
Pages 261 - 266
Amaç: Behçet hastalığına bağlı üveit olgularında vitreomaküler ara yüzey patolojilerinin sıklığını tespit etmek ve bu problemlerin klinik bulgularla ilişkisini değerlendirmek.
Gereç ve yöntem: Mart 2015-Haziran 2016 tarihleri arasında Uvea-Behçet biriminde Behçet üveiti tanısı ile takip edilen 96 hastanın 160 gözüne ait maküler optik koherens tomografi (OKT) görüntüleri, posterior vitreus dekolmanı (PVD), epiretinal membran (ERM), vitreomaküler traksiyon (VMT), vitreomaküler adezyon (VMA), tam kat maküler hol (TKMH), lameller maküler hol (LMH) ve psödohol gibi vitreomaküler arayüzey problemleri açısından retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların 24’ünde (%25) tek taraflı 72’sinde (% 75) çift taraflı üveit mevcuttu. 160 gözün 63’ünde (%39,4) OKT ile en az bir vitreomaküler ara yüzey patolojisi saptandı. Ara yüzey patolojileri ön üveitli 20 gözün 6’sında (%30), arka üveitli 140 gözün 57’sinde (%40,7) görüldü. Dört (%2,5) gözde PVD, 48 (%30) gözde ERM, 12(%7,5) gözde VMA, 1 (%0,6) gözde LMH tespit edildi. Hiçbir gözde VMT, TKMH ya da psödohol görülmedi. Fundus muayenesinde 13 (%8,1) gözde ERM saptanırken OCT’de 48 (%30) gözde tespit edildi (p=0.001). Ara yüzey patolojisi daha önce göz içi cerrahi geçiren 24 gözün 12’sinde (%50), hiçbir cerrahi uygulanmayan 136 gözün 51’inde (%37,5) saptandı. Ortalama üveit süresi ara yüzey patolojisi olan hastalarda 7,3±5,8 yıl iken olmayanlarda 5,8±7,0 yıldı (p=0,04). Ancak tutulumun yeri, geçirilmiş göz içi cerrahileri, oküler-perioküler steroid enjeksiyon sayısı ve görme keskinliği ile ara yüzey patolojisi varlığı arasında anlamlı bir ilişki gösterilemedi.
Tartışma: Vitreomaküler ara yüzey patolojileri, üveitli hastalarda sık gözlenmektedir. Üveitin süresi ile ilişkili olarak sıklığı artmaktadır. OKT üveit hastalarında vitreomaküler ara yüzey patolojilerin tespitinde fundus muayenesine göre daha duyarlıdır.
Purpose: To detect the prevalence of the vitreomacular interface (VMI) disorders in patients with Behçet uveitis and assess the relationship between VMI disorders and clinical characteristics.
Material and method: The macular optical coherence tomography (OCT) images of160 eyes of 96 patients with Behçet uveitis who were following in Uvea-Behçet clinic were assessed retrospectively for VMI disorders including posterior vitreus detachment (PVD), epiretinal membrane (ERM), vitreomacular adhesion (VMA), vitreomacular traction (VMT), full-thickness macular hole (FTMH), lamellar hole (LH) and pseudohole.
Results: Twenty four patients (25%) with unilateral and 72 patients with bilateral uveitis were included in the study. Six (%30) of 20 eyes with anterior uveitis and 57 (%40.7) of 140 eyes with posterior uveitis, in total 63 (%39.4) eyes of 160 eyes had at least one VMI disorder. In 4 (%2,5) eyes, PVD, in 48 (%30) eyes, ERM, in 12 (%7,5) eyes, VMA and in 1 (%0,6) eye, LMH were detected. None of the eyes had VMT, FTMH or pseudohole. ERM was detected in 13 (%8.1) eyes on fundus examination and 48 (%30) eyes by OCT (p=0.001). VMI was detected in 12 (%50) of 24 eyes with prior intraocular surgery and 51 (%37.5) of 136 eyes without. The mean duration of uveitis was 7.3 ± 5.8 years in patients with VMI disorders and 5.8 ± 7.7 years in patients without (p=0.04). There was no any relation between VMI disorders and anatomical localization of uveitis, history of past ocular surgery, the number of ocular-periocular steroid injection or visual acuity.
Conclusion: VMI disorders are frequent in patients with Behçet uveitis. Its frequency increases with the duration of uveitis. OCT is more sensitive than fundus examination to detect VMI disorders.
Abstract

4.Are All Retinal Nerve Fiber Layer Defects On Optic Coherence Tomography Glaucomatous?
Sirel Gür Güngör, Ahmet Akman
Pages 267 - 273
Amaç: Bu çalışmada optik koherens tomografide (OKT) retina sinir lifi tabakası (RSLT) hasarı nedeniyle glokom ön tanısı konulup kliniğimize refere edilen hastaları inceledik. Ancak bu hastalar ayrıntılı muayene sonrası non-glokomatöz RSLT hasarı olarak gruplanan hastalardı.
Yöntem: Üç yüz elli yedi hastanın göz muayene notları, OKT, Heidelberg Retinal Tomografi (HRT) II ve fundus fotoğrafları retrospektif olarak incelendi. Bu hastaların son tanıları değerlendirildi.
Sonuçlar: 216 hastaya (% 60,5) açık açılı glokom, 33 hastaya (% 9,2) düşük basınçlı glokom, 39 hastaya (% 10,9) preperimetrik glokom tanısı konuldu. 14 hastanın (% 3,9) göz muayenesi doğaldı ve dilate OKT incelemesinde RSLT hasarı mevcut değildi. 39 hastada (%10,9) ise göz ve optik disk muayenesi tamamen normaldi ve RSLT defektini açıklayan etyolojik bir neden bulunamadı. 16 hastanın (% 4,5) 22 gözü çalışmaya alındı (Ortalama yaş= 53,8±11,5 yıl; 9 erkek, 7 kadın). Bu 16 hastanın OKT’sinde RSLT hasarı mevcuttu ancak OKT ve HRT optik disk parametreleri glokom ile uyumlu değildi. Aynı zamanda RSLT incelmesinin etyolojik faktörü tespit edilen hastalardı. Bu hastaların ayrıntılı anamnez ve hikaye sorgulaması, sistemik ve nörolojik muayenenin sonunda 11 gözde (10 hasta) (% 2,8) geçirilmiş iskemik optik nöropati, 3 gözde (2 hasta) (% 0,6) multipl skleroza (MS) bağlı optik nörit, 4 gözde (2 hasta) (% 0,6) optik disk druzeni, 2 gözde (1 hasta) (% 0,3) psödotümör serebri (PTS) ve 2 gözde (1 hasta) (%0,3) serebral palsi tanıları konuldu.
Tartışma: Glokom muayenesinde OKT’de RSLT kalınlığında azalma tek başına yanıltıcı olabilir. Optik diskte çukurluğun belirgin olmadığı hastalarda OKT RSLT muayenesine tek başına güvenilmemeli, hastanın medikal hikayesi, ayrıntılı göz muayenesi, OKT optik disk parametreleri, HRT ve görme alanı testleri hep birlikte dikkatli değerlendirilmelidir.
Purpose: In this study, we investigated the patients who were referred to our clinic, pre-diagnosed as glaucoma with respect to retinal nerve fiber layer (RNFL) defects on optic coherence tomography (OCT). However these patients were grouped as having non-glaucomatous RNLF defects after the detailed examination.
Method: The ophthalmic examination notes, OCT, Heidelberg Retinal Tomography (HRT) II and fundus photographs of 357 patients were retrospectively evaluated. Final diagnoses of these patients were investigated.
Results: 216 patients (% 60,5) were diagnosed as open angle glaucoma, 33 patients (% 9,2) as low-tension glaucoma, 39 patients (% 10,9) as pre-perimetric glaucoma. The ophthalmic examinations of 14 patients (% 3,9) were normal and there were no RNFL defects in OCT examinations after dilatation. The ophthalmic and optic disc examinations were completely normal in 39 patients (%10,9) and no etiologic factor describing RNFL defects was found. 22 eyes of 16 patients (% 4,5) were included in this study (the mean age was 53,8±11,5 years; 9 men and 7 women). At the end of detailed questioning of the medical history, systemic and neurologic examination, ischemic optic neuropathy was the diagnosis in 11 eyes (10 patients) (% 2,8), optic neuritis in 3 eyes (2 patients) (% 0,6), optic disc drusen in 4 eyes (2 patients) (%0,6), pseudotumor cerebri in 2 eyes (1 patient) (%0,3), and cerebral palsy in 2 eyes (1 patient) (%0,3).
Conclusion: Decrease in RNFL thickness on OCT images alone may be misleading in glaucoma examination. In cases, where cupping is not evident at the optic disc, the OCT RNFL examinations should not be trusted alone and medical history of the patient, detailed ophthalmic examination, OCT optic disc parameters, HRT and visual field tests should be evaluated all together carefully.
Abstract

5.Outcomes of intravitreal dexamethasone implant in treatment of recalcitrant diabetic macular edema.
Dorukcan Akıncıoğlu, Murat Küçükevcilioğlu, Ali Hakan Durukan, Seçkin Aykaş, Önder Ayyıldız, Fazıl Cüneyt Erdurman
Pages 274 - 278
AMAÇ
Dirençli diyabetik makula ödemi tedavisinde intravitreal deksametazon (OZURDEX®; Allergan, Inc, Irvine, CA) implant tedavisinin etkinliğini ve güvenilirliğini değerlendirmek.
MATERYAL VE METHOD
Dirençli diyabetik makula ödemi nedeniyle intravitreal deksametazon implantı tedavisi uygulanan olguların tıbbi kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Tedavi öncesi ve tedavi sonrasında en iyi düzeltilmiş görme keskinliği (EİDGK) ve santral makula kalınlığı (SMK) ölçümleri ile oküler komplikasyonlar değerlendirildi.
BULGULAR
Çalışmaya 38 olgunun 57 gözü dahil edildi. 20’si kadın, 18’i erkek olan olguların ortalama yaşı 65,22±7,42 idi. Hastaların ortalama HbA1c değerleri 7,9±1,77% idi. Dirençli diyabetik makula ödemi için intravitreal deksametazon implantı öncesi olgulara otalama 5,71±3,40 anti-VEGF enjeksiyonu ve 3,44±2,46 intravitreal triamsinolon asetonid (IVTA) enjeksiyonu uygulanmış idi. Olgular ortalama 17,2±6,4 yıllık diyabet hastası olup ortalama 60,2±17,6 aydır diyabetik makula ödemi nedeniyle tedavi ve takip altında idi.Tedavi öncesinde EİDGK ve SMK sırasıyla 0,68±0,38 LogMAR ve 506,76±166,74 µm idi. Kontrol muayenelerinde 1.,3. ve 4. aylarda SMK değerlerinde anlamlı düşüş olduğu tespit edilmiş olup sırasıyla 341,36±146,26 µm (p<0,001), 324,41±114,58 µm (p<0,001), 384,82±151 µm (p<0,001) olarak değerlendirilmiştir. Tedavi öncesi döneme göre anlamlı kazanımın devam etmesine ragmen 4.ayda SMK’da artışın başladığını ve 5.ayda da artma eğiliminin devam ettiği değerlendirilmiştir(462,29±152,87 µm). 16 göze (%28) ortalama 7,4±2,3 ayda ikinci enjeksiyonlar yapılmış ve 7.,8., ve 9. aylarda yine anlamlı bir SMK kazanımı olduğu değerlendirilmiştir. Görsel kazanım yalnızca birinci ayda anlamlı olduğu değerlendirilmş ve EİDGK 0,54 ±0,41 logMAR (p<0,001) olarak tespit edilmiştir. Fakat yapılan subgrup analizinde psödofakik olgularda görsel kazanımın 1.,3. ve 4.aylarda anlamlı olduğu değerlendirilmiştir. Fakik olgularda katarakt progresyonu %50 olarak değerlendirilirken, olguların %28’sinde medikal tedavi ile kontrol altına alınan göz içi basıncı artışı tespit edilmiştir.
SONUÇ
Dirençli diyabetik makula ödemi tedavisinde intravitreal deksametazon implantı ilk dört ayda anlamlı kazanımlar sağlamaktadır. Fakat steroide bağlı yan etkiler nedeniyle anti-VEGF ajanlar yerine ilk seçenek olması önerilmemektedir.
OBJECTIVE
To investigate the efficacy and safety of intravitreal dexamethasone (OZURDEX®; Allergan, Inc, Irvine, CA) implantation in patients with recalcitrant diabetic macular edema.
MATERIAL AND METHODS
This is a retrospective non-randomised study of patients who underwent intravitreal dexamethasone implantation for recalcitrant diabetic macular edema. Main outcome measures included changes in best corrected visual acuity (BCVA), central macular thickness (CMT) and incidence of ocular side effects.
RESULTS
Fifty-seven eyes of thirty-eight patients (20 females, 18 males; mean age; 65±7 years) were included in the study. The mean HbA1C level was 7,9 ±1,7 %. Before entering the study, patients had undergone 5,71±3,40 anti-VEGF and 3,44±2,46 intravitreal triamcinolone acetonide injections. The mean duration of diabetes and diabetic macular edema was 17,2±6,4 years and 60,2±17,6 months relatively. At baseline, mean CMT was 506,76±166,74 µm, and the mean BCVA was 0,68±0,38 logMAR. Mean CMT significantly decreased to 341,36±146,26 µm (p<0,001), 324,41±114,58 µm (p<0,001), 384,82±151 µm (p<0,001) at 1,3 and 4 months of follow up and increased again to 462,29±152,87 µm at fifth month. Sixteen eyes (28%) received second injections after mean of 7,4±2,3 months and mean CMT was again significantly decreased at 7,8 and 9 months after baseline. Mean BCVA was significantly improved to 0,54 ±0,41 logMAR (p<0,001) only at first month. Though subgroup analysis revealed significant improvement in pseudophakic group at 1,3 and 4 months. Cataract progression rate was 50% and intraocular pressure increase rate was 28% which was managed medically.
CONCLUSION
Intravitreal dexamethasone implantation is efficient in eyes with recalcitrant diabetic macular edema, but this situation could be maintained until the fourth month. Also it is hard to displace anti-VEGF agents as first line therapy due to steroid related complications
Abstract

6.Optic Coherence Angiography findings in Type-2 Macular Telangiectasia
Hilal Nalcı, Figen Şermet, Sibel Demirel, Emin Özmert
Pages 279 - 284
Amaç: İdiopatik maküler telenjiektazi Tip 2 (Mac-Tel 2) olgularındaki damarsal değişikliklerin optik koherens tomografi anjiografi (OKTA) ile evrelendirilmesi ve bunlara eşlik eden spektral domain optik koherens tomografi (SD-OKT) bulgularıyla ilişkilerinin incelenmesi.

Gereç ve Yöntem: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı’nda Mac-Tel 2 tanısı almış 6 hastanın 10 gözü eş zamanlı olarak SD-OKT ve OKTA ile incelendi ve OKTA evrelendirme sistemine göre evrelendirildi.

Bulgular: Çalışmaya 6 hastanın 10 gözü dahil edildi.Olguların 4’ü(%66) kadın, 2’si (%34) erkekti. Ortalama yaş 67,6 idi. OCTA evrelendirmesine göre 2 gözde Evre 0, 2 gözde Evre 1, 3 gözde Evre 2, 1 gözde Evre 3, 1 gözde Evre 4 ve 1 gözde Evre 5 hastalık saptandı. Yeni damar oluşumunun gözlenmediği Evre 1,2 ve 3 olguların OKT'lerinde en sık görülen bulgular dış retinal tabakalarda incelme, intraretinal hiporeflektif kavitasyonlar ve iç limitan membran (ILM) örtüsü idi. OKTA’da subretinal neovaskülarizasyon (SRNV) görülen olgularda aynı kesitten geçen B Scan OKT görüntülerinde KNV veya KNV skarı görünümü mevcuttu. OKT’nin doğal olduğu bir olguda OKTA’da Evre 1 hastalıkla ilişkili damarsal değişiklikler gözlendi. Bunun tersine B scan görüntülerde belirgin foveal atrofi ve maküler delik görülen 2 olgunun OKTA'sında ise erken evre damarsal değişiklikler saptandı. Gözlerin bir kısmında derin damarsal tabakadaki belirgin değişikliklere ve neovaskülarizasyona rağmen OKTA'da yüzeyel tabaka korunmuştu.

Tartışma: OKTA, Mac Tel 2 olgularında hem patogenezin anlaşılması, hem de takip açısından önemli veriler sunmaktadır. Fundus flöresein anjiografi’den farklı olarak, hastalığın erken dönemlerinde belirginleşen derin vasküler pleksustaki değişiklikler ve ileri evre hastalıkta görülen SRNV OKTA ile net olarak değerlendirilebilmektedir. Klinik pratikte en doğru sonuçlara ulaşmak için en face akım haritalarının B scan görüntüler ile birlikte yorumlanması gerekmektedir.
Purpose: To evaluate the vascular changes of idiopathic macular telangiectasia type 2 (Mac-Tel 2) patients with optical coherence tomography angiography (OCTA) and to correlate these changes with the findings of spectral domain optical coherence tomography (SD-OCT).
Materials and Methods: Simultaneous SD-OCT and OCTA images of 10 eyes of 6 patients who were diagnosed as Mac-Tel 2 in Ankara University Faculty of Medicine Ophthalmology Department were obtained and staged according to the OCTA grading system for Mac-Tel 2.
Findings: 10 eyes of 6 patients were included. 4 (66%) patients were female and 2 (34%) were male. The disease was stage 0 in 2 eyes, stage 1 in 2 eyes, stage 2 in 3 eyes, stage 3 in 1 eye, stage 4 in 1 eye and stage 5 in 1 eye. The most common findings in stage 1,2 and 3 non-proliferative disease were thinning of the outer retinal layers, existance of intraretinal hyporeflective layers and ILM draping. In cases with subretinal choroidal neovascularisation (CNV) in OCTA, CNV or CNV scar was present in the b-scan SD-OCT images. In a case in which OCT was within normal limits, vascular changes consistent with stage 1 disease were observed in OCTA. On the contrary, 2 patients with significant foveal atrophy and maculer hole in b-scan showed changes of early disease in OCTA. In some of the eyes, OCTA revealed an intact superficial vascular layer despite visible changes of the deep layer and presence of neovascularisation.
Discussion: OCTA yields findings which are important to understand the pathogenesis of the disease and better follow-up. Contrary to fundus fluorescein angiography, changes in the deep arterial plexus in the early disease and CNV can be clearly observed with OCTA. To reach the best results in clinical practice, en face flow maps should be evaluated together with b-scan SD-OCT images.
Abstract

7.Limbal Stem Cell Deficiency and Stem Cell Transplantation for Therapy
Özlem Barut Selver, Ayşe Yağcı, Sait Eğrilmez, Mehmet Gürdal, Melis Palamar, Türker Çavuşoğlu, Utku Ateş, Ali Veral, Çağrı Güven, Jose Mario Wolosin
Pages 285 - 291
Görme fonksiyonunun iyi olabilmesinin ilk koşulu, korneanın saydam olmasıdır. Korneanın saydam olabilmesi için ise diferansiyasyonunu tamamlamış yüzeyel hücrelerin dökülmesi ile sürekli yenilenen epitel tabakasının düzenli ve avasküler yapısını koruması zorunludur. Yenilenen epitel hücrelerinin kaynağı, limbus bölgesinde yerleşen kök hücrelerdir. Kornea vaskülarizasyonu ve opaklaşma ile giden körlük, tüm dünyadaki körlüklerin yaklaşık olarak %10’unu oluşturmaktadır (6-10 milyon kişi) ve limbal kök hücre yetmezliğinde bu türde körlük yapan faktörlerin başında gelmektedir. Kimyasal/ısı yanıkları, Steven Johnson sendromu, konjenital/ genetik anomaliler gibi birincil veya ikincil herhangi bir nedenle limbal kök hücrelerin fonksiyonunu kaybetmesi, konjonktiva epitelinin kornea üzerine yürümesine, skar-vaskülarizasyon gelişimiyle ciddi görme kaybı oluşmasına neden olmaktadır.

Günümüzde bu patolojinin etkin tedavi seçenekleri sınırlıdır. Tek gözün etkilendiği olgularda diğer gözden otolog limbal doku transplantasyonu ile görmenin tekrar elde edilmesine çalışılmaktadır. Ancak sağlam gözü aynı hastalık açısından riske atmamak için, mümkün olduğunca küçük doku kullanılmakta ve tedavinin tekrarlanmasından kaçınılmaktadır. In vivo olarak limbal epitel hücrelerin yalnızca % 1-2’si kök hücredir. Klinik başarıda en önemli etken nakledilen dokunun yeterli miktarda kök hücre içermesidir. Bu sebeplerle, kök hücrelerini kültür ortamında korumak ve çoğaltmak adına çeşitli girişimlerde bulunulmaktadır. İlk kez limbal kök hücrelerin in vitro çoğaltılabileceğini ve limbal kök hücre yetmezliği tedavisinde kullanılabileceğini gösterilmesinden sonra günümüze kadar geçen 19 yılda, limbal epitel hücre kültürlerinde birçok faklı yöntem kullanılmıştır. Bu uygulamalar içinde en başarılı ve sıklıkla kullanım bulan yöntem, limbal biyopsinin biyo-uyumlu bir materyal üzerinde (tercihen insan amniyon membranı) eksplant kültür olarak çoğaltılması ve bu dokunun (kültüre edilmiş limbal epitelyal hücre) cerrahi olarak nakledilmesidir.
Günümüzde hücresel ürün kullanımına ilişkin değişen yasal düzenlemeler sonucu ülkemiz ve tüm dünyada artık kültüre edilmiş limbal epitelyal hücre naklinin iyi laboratuvar uygulamaları kapsamında, hayvansal ürünlerden arındırılmış ürünlerle (xenofree) hazırlanarak kullanımı yaygın kabul görmektedir.
The cornea is the outermost tissue of the eye and it should be transparent for the maintenance of good visual function. The superficial epithelium of the cornea, which is renewed continuously by corneal stem cells, plays a critical role for permanency of transparency. These stem cells are localized at the cornea-conjunctival transition zone, which is called “limbus”. When this zone is affected/destroyed, limbal stem cell deficiency (LSCD) ensues. Loss of limbal stem cell (LSC) function allows colonization of the corneal surface by conjunctival epithelium. Worldwide, over 6 million people are affected with corneal blindness, and LSCD is one of the most important reasons. Fortunately, it is becoming possible to recover vision by autologous transplantation of limbal cells obtained from the contra-lateral eye at least for the cases, in which only one eye is affected. Due to the potential risks that can affect the donor eye, only a small number of cells can be obtained, among which only 1-2% of the limbal epithelial cells are actually LSC. Vigorous attempts are being made to expand LSCs in culture for preserving or even enriching the stem cell population. Pellegrini et al (1997) first reported the ex vivo expanded LSCs as a treatment option in LSCD. Through these 19 years, various protocols for cultivation of limbal epithelial cells were experienced. It is still not clear which method promotes effective stem cell viability and a high-effort is being put on this area. The most preferred technique for limbal cell culture is the explant culture model. In this approach, a small donor eye limbal biopsy is placed as an explant in a biocompatible substratum for expansion. The outgrowth is then surgically transferred to the recipient eye.
Because of the recent changes in regulations of cell therapy, the clinical applications should be carried out under appropriate mandatory conditions.
Abstract

8.Presenting A Child Patient Diagnosed With Nephropathic Cystinosis In A Routine Eye Exam
Mahmut Ecel, Ayça Sarı, Ali Delibaş
Pages 292 - 295
Bu vakada 7 yaşında bir kız hastanın yapılan rutin göz muayenesi ile korneada patognomonik beyaz kristallerin saptanması sonucu asemptomatik nefropatik sistinozis tanısının alması olgu olarak sunulacaktır.
We present a 7 year old patient who was diagnosed with nephropathic cystinosis following the detection of the pathognomonic corneal white crystalline opacities in her routine eye examination.
Abstract

9.Preventable diving-related ocular barotrauma: a case report
Serkan Ergözen
Pages 296 - 297
Sualtı dünyasının gizemli güzellikleri şüphesiz ki insanlar için son derece çekicidir ve bu dünyanın zenginliklerini keşfetmek için son birkaç dekadda birçok teknik ve ekipmanlar geliştirilmiştir. Bir yüzücü veya dalgıç göz ve su arayüzündeki refraksiyon problemi nedeniyle, net bir görüşe sahip olmak için yüzücü gözlüğü veya dalış maskesine ihtiyaç duyar. Bu araçlar her ne kadar net bir görüş için yararlı olsa da, dalış esnasında “inişin oküler veya fasiyal barotravması” na neden olabilirler. Doğru teknik ve önlemlerle bu tip barotravmaların önlenmesi ve böylece rekürrens olmaksızın rekreasyonel dalışa devam edilebilmesi mümkündür. Bu makalede nefes tutarak yapılan dalışın neden olduğu bir subkonjonktival hemoraji vakası bildirilmiş ve dalış barotravmasının nedenleri ile önleyici tedbirler sunulmuştur.
The mystical beauty of the subaquatic world is undoubtedly attractive to people and many techniques and forms of equipment have been developed in the last few decades to explore the wealth of the underwater world. A swimmer or diver needs swimming goggles or a diving mask to have clear vision because of the refraction problem between the eye and the water interface. Although these items are effective for clear vision, they can result in “ocular or facial barotrauma of descent” during diving. It is possible to prevent these types of barotrauma with correct techniques and precautions thus enabling the continuation of recreational diving without recurrence. In this paper a case is reported of subconjunctival haemorrhage caused by breath-hold diving, and the reasons for ocular barotrauma of descent and preventive measures are presented.
Abstract

10.Posterior polar central choroidal dystrophy: A case report
Funda Dikkaya, Mustafa Özsütçü, Merve Özbek, Sevil Karaman Erdur, Fevzi Şentürk
Pages 298 - 301
Elli iki yaşında erkek hasta 25 yıldır az görme hikayesi ile başvurdu. En iyi düzeltilmiş görme keskinliği sağ gözde 0.3 sol gözde 0.2 düzeyindeydi. Fundus incelemesinde her iki gözde arka kutupta vasküler arkadlar arasında ve optik diski saran retina pigment epitel ve koryokapillaris atrofisi mevcuttu. Floresan anjiyografisinde etkilenen alan altındaki geniş koroidal damarlar kolaylıkla görülmekte idi. Fundus otofloresan incelemesinde atrofik alan hipootofloresan olarak izlenmekteydi. Optik koherens tomografide koryokapillaris ve dıs retina tabakalarının atrofisi saptandı. Flaş elektroretinografide (ERG) fotopik ve skotopik cevaplar düşüktü, patern ve multifokal ERG cevapları da minimaldi. Bu bulgular eşliğinde hastamız posterior polar koroidal distrofi tanısını aldı. Bu olgu sunumuyla nadir bir hastalık olan posterior polar koroidal distrofinin floresan anjiyografi, fundus otofloresans, optik koherens tomografi ve elektrofizyolojik test sonuçlarını sunmayı amaçladık.
52-year-old male had a history of decreasing vision of twenty five years' duration. Best corrected visual acuity was 0.3 in his right and 0.2 in his left eye. Fundoscopic examination showed bilateral symmetrical retinal pigment epithelium and choriocapillaris atrophy in the posterior polar areas between vascular arcades and surrounding the optic nerve. On fluorescein angiography large choroidal vessels were easily seen beneath these affected regions. Fundus autofluorescence imaging showed clearly defined hypoautofluorescent areas that corresponded to the aforementioned lesions. Atrophy of choriocapillaris and outer retinal layer were detected in optical coherence tomography. Photopic and scotopic responses were subnormal in flash electroretinogram (ERG), responses were also minimal in pattern ERG and multifocal ERG. The patient was diagnosed as posterior polar central choroidal dystrophy.We aimed to present a rare case of posterior polar central choroidal dystrophy with its results of fluorescein angiography, fundus autofluorescence imaging, optical coherence tomography and electrophysiological tests.
Abstract

11.Assessment of spectral-domain optical coherence tomography findings in three cases with X-linked juvenile retinoschisis in a familiy
Sibel Doğuizi, Mehmet Ali Şekeroğlu, Salih Çolak, Mustafa Alpaslan Anayol, Pelin Yılmazbaş
Pages 302 - 305
X’e bağlı Juvenil Retinoskizis (XLRS), nörosensöriyal retinanın tabakalara ayrılması ile karakterli, X’e bağlı resesif geçiş gösteren bir retina distrofisidir. Hastaların fundus muayenelerinde sıklıkla makulada foveal kistleri gösteren bisiklet tekerleği görünümü mevcuttur ve spektral-domain optik koherens tomografi (SD-OKT)’de retinal tabakalardaki ayrışma tipiktir. XLRS hastalığının aynı ailenin bireyleri arasında farklı klinik seyirleri, evreleri ve SD-OKT görünümleri olabilir. SD-OKT; XLRS ile ilgili daha detaylı bilgiler elde edebilmemizi sağlayan çok önemli bir görüntüleme yöntemidir. Bu çalışmada aynı aileden üç olgunun farklı klinik özellikleri ve SD-OKT bulguları incelenmiştir.
X-linked juvenile retinoschisis (XLRS), a X-linked hereditary retinal dystrophy, is characterized by splitting of the neurosensory retina. On fundus examination spoke wheel pattern of cysts is observed along with retinal layer defects and schisis is observed in the retinal layers on spectral-domain optical coherence tomography (SD-OCT). Patients with XLRS disease might have different clinical courses, stages and SD-OCT findings among members of the same family. SD-OCT; is an important imaging method that allows us to achieve more detailed information about XLRS. In this study, three patients with different clinical features and SD-OCT findings were reported in the same family.
Abstract

12.The Role of Multimodal Imaging Techniques in Diagnosis of Isolated Foveal Hypoplasia
Figen Şermet, Sibel Demirel, Emin Özmert, Betül Nurefşan Bayraktutar, Özge Yanık
Pages 306 - 308
Amaç: Tanının doğrulanmasında multimodal görüntüleme tekniklerinin kullanıldığı bir bilateral izole fovea hipoplazisi olgusunu bildirmek
Method: Fundus otofloresans (FOF) görüntüleme, optik koherens tomografi (OKT) ve fundus flöresein anjiyografi, izole foveal hipoplazi olgusunun tipik bulgularını tanımlamada kullanıldı.
Bulgular: Spektral domain OKT, foveada fovea çöküntüsünün kaybını ve iç retina tabakalarının persistansını gösterdi. Fundus otofloresans görüntülemede, fovea olması gerektiği düşünülen bölgede foveal hipootofloresans izlenmedi.
Sonuç: Fovea hipoplazisi olgularında, klinik tanı, fundus bulgularının gizli yapısı nedeniyle zor olabilir. Fundus otofloresans görüntüleme bu hastalarda tanıya yardımcı olabilir. Fovea hipootofloresansının kaybında, ayırıcı tanıda foveal hipoplazi de düşünülmelidir.
Purpose: To report a case with bilateral isolated foveal hypoplasia in whom multimodal imaging was used to confirm the diagnosis.
Method: Fundus autofluorescence (FAF) imaging, optical coherence tomography (OCT) and fundus fluorescein angiography (FA) were used to describe the typical findings of a patient with isolated foveal hypoplasia.
Results: Spectral domain OCT showed absence of foveal depression and persistent inner retinal layers in the fovea. The FAF did not reveal foveal hypoautofluorescence in the presumed foveal area.
Conclusion: The clinical diagnosis in foveal hypoplasia cases may be difficult due to the subtle nature of fundus findings. Fundus autofluorescence imaging may also help to diagnose these patients. Foveal hypoplasia should be considered in the differential diagnosis of absence of foveal hypoautofluorescence.
Abstract