Volume: 41  Issue: 5 - 2011
Hide Abstracts | << Back
1.Effect of ultrasound time on macular thickness and visual acuity in cataract surgery
Zeynep Gürsel Özkurt, Ersin Oba, Ayşe Burcu Dirim, Mahmut Odabaşı, Semra Tiryaki
Pages 286 - 290
Amaç: Fakoemülsifikasyon cerrahisi sırasında uygulanan ultrason süresinin olguların maküla kalınlığına ve maküla kalınlıklarının görme keskinlikleri üzerine etkisinin araştırılması.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada fakoemülsifikasyon cerrahisi komplikasyonsuz tamamlanan 30 hastanın 42 gözü incelendi. Ameliyatlar %20 “pulse mode” ultrason gücü ile fakoemülsifikasyon cihazı kullanılarak yapıldı. Toplam ultrason süresi kaydedildi. Hastaların, cerrahi öncesi ve cerrahi sonrası 1.hafta, 1.ay ve 3.ayda, görme keskinlikleri (logMAR) alındı, oftalmolojik muayeneleri yapıldı ve maküla kalınlıkları “spektral domaine” optik koherens tomografi cihazı ile “macular map 6” (MM6) programı kullanılarak ölçüldü.
Bulgular: Olguların cerrahi sonrası 1.ay ve 3.ay takiplerinde gözlerin tamamında istatiksel olarak anlamlı bir görme artışı saptandı (p=0.001). Cerrahi öncesi ile cerrahi sonrası 1.hafta, 1.ay ve 3.ayda minimum santral maküla kalınlığı, santral, parafoveal ve perifoveal alanlardaki ölçümler arasında anlamlı kalınlık artışı saptandı (p=0.001). Cerrahi sırasında olgulara uygulanan ultrason süresi ortalaması 128sn±11, SD: 70,17 idi. Ultrason süresi ile santral, parafoveal ve perifoveal alanlar içerisindeki 1.hafta, 1.ay ve 3.ay maküler kalınlık artışları arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı. Olguların cerrahi sonrası 3.aydaki görme artışları ile santral zondaki maküla kalınlığı ve minimum santral maküla kalınlığı arasında da anlamlı bir ilişki saptanmadı.
Sonuç: Fakoemülsifikasyon cerrahisi sonrasında tüm olgularda ultrason süresinden bağımsız olarak maküla kalınlık artışı olmaktadır. Ayrıca maküla kalınlık artışı ile görme keskinlikleri arasında da istatiksel olarak anlamlı bir korelasyon bulunmamıştır.
Purpose: The aim of this study was to investigate the effect of ultrasound time on macular thickness and the influence of macular thickness on visual acuity after uneventful phacoemulsification surgery.
Material and Method: In this study 42 eyes of 30 cataract patients, who underwent uncomplicated phacoemulsification surgery were evaluated.The phacoemulsification was performed using 20% “pulse mode” ultrasound energy. The ultrasound time of each case was noted. Visual acuities (logMAR) and macular thicknesses were measured pre and postoperatively. Macular thicknesses were measured by “spectral domaine” optical coherence tomography using “macular map 6” (MM6) programme.
Results: All patients who underwent uncomplicated phacoemulsification surgery showed a statistically significant improvement in postoperative first and third month best corrected visual acuities.(p=0.001). When postoperative first week, first month and third month minimum central macular, mean central zone, mean parafoveal and mean perifoveal macular thicknesses were compared with preoperative values, a statistically significant increase in all zones was detected (p=0.001). The mean ultrasound time applied was 128 sec. ±11 SD: 70,17. No statistically significant correlation was found between ultrasound time and increase in macular thickness in the postoperative first week, first month and third month. There was no significant correlation between best corrected visual acuity and minimum central macular, central zone macular thickness.
Conclusion: This study shows that in patients who underwent uneventful phacoemulsification surgery, there is an increase in macular thickness independent of ultrasound time. We also found no correlation between macular thickness and visual acuity.
Abstract

2.Relationship between peripapillary atrophy and optic disc parameters in eyes with primary open angle glaucoma
Tamer Takmaz, Gülizar Soyugelen, Hale Çelik, İzzet Can
Pages 291 - 294
Amaç: Primer açık açılı glokomlu gözlerde peripapiller atrofi ile Heidelberg Retina Tomografisi (HRT) kullanılarak ölçülen optik disk parametreleri ve görme alanı bulgularının arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi.
Gereç ve Yöntem: Primer açık açılı glokomu olan 30 hastanın 30 gözü çalışma kapsamına alındı. Rutin oftalmolojik muayeneye ek olarak HRT ile optik disk parametreleri ve Humphrey Görme Alanı (GA) cihazı ile de görme alanı değerlendirildi. HRT cihazı ekranında, peripapiller atrofi bölgesinin (Beta zon; sklera ve büyük koroid kan damarlarının izlendiği koryoretinal atrofi alanı) kenarında kontur çizgisi çizilerek atrofi alanı hesaplandı. Bu alanın, görme alanı bulguları ve optik disk parametreleri ile olan ilişkisi değerlendirildi. Pearson korelasyon (PK) değeri ve istatistiksel olarak anlamlılığı hesaplandı.
Bulgular: Olguların yaş ortalaması 61.4±8.9 yıldı. Hesaplanan beta zon alanı 0.65±0.40 mm2 idi. Humphrey GA ile ortalama sapma -8.6±8.2 dB ve patern standart sapma 6.4±4.6 bulundu. Peripapiller atrofi alanı ile yaş (PK=0.495, p=0.005), ortalama sapma (PK=-0.554, p=0.001), çukurluk alanı (PK=0.382, p=0.037), çukurluk/disk alanı oranı (PK=0.562, p=0.001), lineer çukurluk/disk oranı (PK=0.422, p=0.020) ve ortalama retina sinir lifi tabakası kalınlığı (PK=-0.360, p=0.047) arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon saptandı. Diğer optik disk parametreleri ile peripapiller atrofi alanı arasında anlamlı ilişki izlenmedi (p>0.05).
Sonuç: Primer açık açılı glokomlu olgularda peripapiller beta zon atrofi alanı ile bazı önemli optik disk parametreleri arasında anlamlı korelasyon izlenmiştir. Bu incelemelerin optik diskte sektöryel olarak yapılması daha anlamlı bilgiler verebilecektir.
Purpose: To evaluate the relationship between peripapillary atrophy and optic disc parameters measured by Heidelberg Retina Tomography and visual field findings in eyes with primary open angle glaucoma.
Materials and Metods: Thirty eyes of 30 patients with primary open angle glaucoma was included in this study. In addition to routine ophthalmic examination, optic disc parameters were evaluated with HRT and visual field was evaluated with Humphrey Visual Field Analyzer. Peripapillary atrophy area was measured by drawing contour of the border of the peripapillary atrophy (Beta zone: chorioretinal atrophy area in which sclera and big choroid blood vessels were seen ) in HRT. The relationship between this atrophy area and visual field findings and optic disc parameters were evaluated. Pearson correlation value and statistically significancy were calculated.
Results: The mean age of the patients was 61.4±8.9 years. Measured beta zone area was 0.65±0.40 mm2. Mean deviation measured with Humphrey Visual Field Analyzer was -8.6±8.2 dB and patern standart deviation was 6.4±4.6. Statistically significant correlation between peripapillary atrophy area and age (PC=0.495, p=0.005), mean deviation (PC=-0.554, p=0.001), cup area (PC=0.382, p=0.037), cup/disc area ratio (PC=0.562, p=0.001), linear cup/disc area ratio (PC=0.422, p=0.020) and mean retinal nerve fiber layer thickness (PC=-0.360, p=0.047) was found. There was not significant relationship between other optic disc parameters and peripapillary atrophy area (p>0.05).
Conclusion: Significant correlation was seen between peripapillary beta zone atrophy area and some important optic disk parameters in primary open angle glaucoma patients. More meaningful information should be obtained if sectoral investigation of the optic disc was performed.
Abstract

3.Efficacy Of Monotherapy With Either Bimatoprost or Travoprost in Patients Who Are Resistant to Latanoprost Therapy in Primary Open Angle Glaucoma
Yusuf Koçluk, Kıvanç Güngör, Oğuzhan Saygılı, Necdet Bekir
Pages 295 - 298
Amaç: Bu prospektif çalışma ile latanoprost tedavisine yanıtsız primer açık açılı glokom (PAAG) olgularında bimatoprost yada travoprost monoterapisine geçişle oluşan etkinliğin değerlendirilmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Mart 2009 – Mart 2010 tarihleri arasında Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalında topikal latanoprost monoterapisi ile takipde olan 40 primer açık açılı glokom hastası alındı. Tedaviye dirençli yada daha fazla GİB (Göz içi basıncı) düşüşü istediğimiz 40 PAAG olgusunun latanoprost tedavisi kesildi. Hastaların 20’sinde bimatoprost, 20’sinde ise travoprost monoterapisi şeklinde ilaç değişimi yapıldı. Hastalar 6 ay süre ile takip edildi.
Sonuçlar: Latanaprost kullanımını bırakıp bimatoprosta geçiş yaptığımız birinci grupta başlangıca göre ortalama; 1. hafta sonunda 2.05 mmHg, 1. ayda 2.25 mmHg, 3. ayda 1.90 mmHg, 6. ayda ise 2.40 mmHg GİB düşüşü sağlanmıştır. Latanaprost kullanımını bırakıp travoprosta geçiş yaptığımız ikinci grupta başlangıca göre ortalama; 1. hafta sonunda 1.47 mmHg, 1. ayda 1.75 mmHg, 3. ayda 1.42 mmHg, 6. ayda ise 1.27 mmHg GİB düşüşü sağlanmıştır.Her iki ilaç grubunda da başlangıç santral korneal kalınlığı düzeyinde altı aylık takip sonunda istatistiksel olarak anlamlı bir değişiklik görülmemiştir.İki ilaç grubunda da en sık gözlenen yan etki oküler irritasyon ve konjonktiva hiperemisi olup bimatoprost kullanan olgularda, travoprost grubuna göre daha sık rastlandı.
Tartışma: Latanoprost tedavisine dirençli PAAG olgularında ikinci farklı bir ilaç ilavesinden önce, prostamid olan bimatoprost yada prostaglandin analoğu olan travoprost monoterapisine geçerek GİB kontrolünün sağlanabileceği görülmüştür.
Introduction: This prospective study aimed to evaluate the efficacy of monotherapy with either bimatoprost or travoprost in patients who are resistant to latanoprost therapy in primary open angle glaucoma (POAG).
Methods: During March 2009 to March 2010, 40 patients with POAG receiving therapy with topical latanoprost at Gaziantep University Hospital, Department of Ophthalmology were chosen to participate in this study. The decision to stop latanoprost therapy in these patients was made either due to the fact that they were resistant to therapy or further decrease in their intraocular pressure (IOP) needed to be obtained of the 40 patients, 20 were chosen to receive monotherapy with bimatoprost and 20 were chosen to receive monotherapy with travoprost. Patients were observed for 6 months with follow-up at 1 week, 1 month, 3 months and 6 months.
Results: For the group of patients receiving therapy with bimatoprost; the average decrease in IOP was measured at 1 week (2.05 mmHg), 1 month (2.25 mmHg), 3 months (1.90 mmHg) and 6 months (2.40 mmHg). For the group of patients receiving therapy with travoprost; the average decrease in IOP was measured at 1 week (1.47 mmHg), 1 month (1.75 mmHg), 3 months (1.42 mmHg) and 6 months (1.27 mmHg). At the end of 6 months, there were no significant changes observed in the mean deviation and central corneal thickness for both therapy groups. Conjunctival hyperemisave, ocular irritation was the most common side effect observed for both groups with the bimatoprost therapy group showing higher values than the travoprost group.
Discussion: For patients resistant to latanoprost therapy, prior to any adjuvant therapy, monotherapy with either bimatoprost, a prostamide, or travoprost, a prostaglandin analogue, has been shown to be effective at lowering IOP.
Abstract

4.Long term ultrasound biomicroscopy findings following deep sclerectomy augmented with mitomycin-C
Cem Mesçi, Ali Olgun, Hasan H Erbil, Senem Salar
Pages 299 - 303
Amaç: Derin sklerektomi olgularında uzun dönemdeki anatomik özellikleri ve bunların göz içi basıncı ile ilgisini ultrason biyomikroskopisi (UBM) ile incelemek.
Yöntem ve gereç: Mitomisin C eşliğinde derin sklerektomi yapılan 25 gözde ultrason biyomikroskopi ile intraskleral boşluk hacmi, trabekülodesmetik membranın kalınlığı, suprakoroidal hipoekojenik alanın varlığı ve konjunktival bleb tipleri değerlendirildi. Cerrahi başarı olarak göziçi basıncının (GİB) < 22mm Hg olması baz alındı. UBM bulguları ile cerrahi sonuçların ilgisi araştırıldı.
Bulgular: UBM ölçümleri ameliyatlardan 42.4±4.2 ay sonra gerçekleştirildi. Ortalama GİB’ı ameliyatlar sonrasındaki UBM ölçümlerinin gerçekleştirildiği dönemde (16.4±3.2 mmHg), ameliyatlar öncesine göre (25.1±4.6 mmHg), anlamlı derecede düşük bulundu (p=0.001). Tam cerrahi başarı %64, ilaçla beraber sağlanan cerrahi başarı %92 olarak saptandı. Ameliyatlar sonrası ortalama ilaç kullanımı (0.62±0.3), ameliyatlar öncesi ortalamadan (2.1±0.9) anlamlı olarak düşük bulundu (p=0.001). İlaç kullanım ortalaması yüksek reflektiviteli konjunktival blebli olgularda 0.5±0.2, düşük reflektiviteli olgularda 0.7±0.3, silik blebli olgularda 0.5±0.2 olarak saptandı, konjunktival bleb tipleri ile cerrahi başarı oranı arasında istatistiksel bağlantı izlenmedi (p=0.695). Ortalama GİB’lar yüksek reflektiviteli konjunktival blebli olgularda 16.1±1.1, düşük reflektiviteli olgularada 16.2±1.3, silik blebli olgularda 17.2±1,2, kistik blebli olguda 18 mm Hg ve suprakoroidal hipoekojen alanlı olgularda 14.5±0.9 mm Hg olarak saptandı. Tam cerrahi başarı oranı suprakoroidal hipoekojen alan saptanan olgularda (%100), saptanmayanlara (%47) göre anlamlı olarak daha yüksek bulundu (p=0.002). İntraskleral boşluk hacmi (r2= 0.143) (p=0.345), trabekülodesmetik mebranın kalınlığı (r2=0.0022) (p=0.554) ile GİB arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon saptanmadı.
Sonuç: Derin sklerektomi operasyonlarının uzun dönem takibinde UBM’de suprakoroidal hipoekojen alanın varlığında ameliyat başarı oranının yüksek olduğu, diğer bulgularla başarı oranları arasında bağlantı olmadığı izlendi.
Purpose: To evaluate anatomical characteristics of deep sclerectomy and their relationship to intraocular pressures (IOP) at long term follow-up by ulrasound biomicroscopy (UBM).
Methods: In 25 eyes of 25 patients who underwent deep sclerectomy with mitomycin-C, intrascleral space volume, thickness of trabeculo-Descemet membrane (TDM), suprachoroidal hypoechoic area and types of subconjunctival filtering bleb were evaluated. Surgical success was accepted when the IOP was <22mm Hg. The association between UBM variables and surgical outcome was investigated.
Results: Mean time between surgery and UBM examination was 42.4±4.2 months. The mean IOP decreased significantly from preoperative value of 25.1±4.6 to 16.4±3.2 mm Hg at the UBM (p=0.001). Complete success rate was 64%, success rate with or without medical treatment was 92%. Mean postoperative number of medication was significantly lower than preoperative value (p=0.001). Mean mumber of medications in eyes with high reflective, low reflective, flattened conjunctival bleb were 0.5±0.2, 0.7±0.3 and 0.5±0.2 respectively. No significant difference in success rate was found between the different types of conjunctival bleb (p=0.695). Mean IOPs in eyes with high reflective, low reflective, flattened, encapsulated bleb and with suprachoroidal hypoechoic area were 16.1±1.1, 16.2±1.3, 17.2±1.2, 18 mm Hg ve 14.5±0.9 mm Hg respectively. Complete success rate in eyes with suprachoroidal hypoechoic area was significantly higher than that in eyes without (p=0.002). No significant correlation was found between intrascleral space volume (r2= 0.143) (p=0.345), TDM thickness (r2=0.0022) (p=0.554) and mean IOP.
Conclusion: At long term follow-up evaluation of eyes following deep sclerectomy by UBM, the complete success rate in cases with suprachoroidal hypoechic area was signficantly higher and no significant relation-ship was found between surgical success rate and other variables.
Abstract

5.Evaluation of Factors Influencing Outcomes of Selective Laser Trabeculoplasty in Primary Open Angle Glaucoma
Necip Kara, Hasan Altınkaynak, Banu Şatana, Çiğdem Altan, Kemal Yüksel, Ahmet Demirok, Ömer Faruk Yılmaz
Pages 304 - 308
Amaç: Primer açık açılı glokomlu (PAAG) hastalarda Selektif Lazer Trabeküloplasti (SLT) sonuçlarına etki eden klinik ve demografik özellikleri saptamak.
Gereç ve Yöntem: Bu retrospektif çalışmada, PAAG için SLT tedavisi uygulanan 39 hastanın 54 gözüne ait tıbbi kayıtları incelendi. Yaş, cinsiyet, tedavi edilen göz, ailede glokom hikâyesi gibi demografik özelliklerin SLT başarısına etkisi araştırıldı. Ayrıca, başlangıç GİB değeri, antiglokomatöz ilaç sayısı, çukurluk-disk oranı (c/d), trabeküler ağ (TA) pigmentasyonu, santral kornea kalınlığı ve uygulanan lazer spot sayısı gibi klinik özelliklerin SLT başarısına etkisi değerlendirildi. Ek medikal, lazer veya cerrahi tedavisi olmaksızın lazer öncesine göre % 20 ve üzeri GİB azalması başarı olarak tanımlandı.
Bulgular: Genel olarak, SLT sonrası 1. yılda ortalama GİB azalması 4.7±3.2 mmHg ve başarı oranı %59.3±6 idi. SLT uygulanan PAAG’da, incelenen tüm faktörler arasından sadece başlangıç GİB SLT etkinliğinde önemli bir belirleyici idi (p<0.001, r= 570). SLT başarı oranı başlangıç GİB değeri 21 mmHg altındaki hastalarda %45±10, 21 mmHg üzerindeki hastalarda % 72±8 idi (p=0.036). Diğer faktörlerin SLT başarısıyla ilişkisi anlamlı değildi.
Sonuç: Başlangıç GİB, SLT başarısında önemli bir belirleyicidir. Bununla birlikte, yaş, cinsiyet, glokom öyküsü, tedavi edilen göz, başlangıç ilaç sayısı, c / d oranı, TA pigmentasyon derecesi, santral kornea kalınlığı ve uygulanan lazer spot sayısı SLT etkinliği ile ilişkili değildir.
Purpose: To determine demographic and clinical factors that affecting the outcomes of Selective Laser Trabeculoplasty (SLT) in primary open angle glaucoma (POAG).
Material and Method: In this retrospective study, we analyzed the medical records of 54 eyes of 39 patients that underwent SLT treatment for POAG. Effects of demographic characteristics including age, sex, treated eyes, and family history of glaucoma on SLT success were investigated. Effects of clinical features including baseline intraocular pressure (IOP), baseline number of antiglaucomatous medications, baseline cup to disc ratio (c/d), trabecular meshwork (TM) pigmentation, central corneal thickness, and number of laser spots on SLT success were also evaluated. Success was defined as a ≥ 20% reduction in IOP without additional medications, laser, or glaucoma surgery.
Results: Overall, 1-year after SLT, mean IOP reduction was 4.7±3.2 mmHg and mean success rate was 59.3±6% Among the all investigated factors, only baseline IOP was a significant predictor for the efficacy of SLT in POAG (p<0.001, r= 570). The SLT success was 45±10% in patients with a baseline IOP values less than 21 mmHg and 72±8% in patients with a baseline IOP of 21 mmHg or higher. (p=0.036). Other factors were not significantly associated with SLT treatment efficacy.
Conclusions: SLT success is significantly predicted by baseline IOP value. However, age, sex, family history of glaucoma, treated eye, baseline number of medications, c/d, degree of TM pigmentation, CCT, and number of laser spot are not associated with SLT efficacy.
Abstract

6.Retinopathy Of Prematurity in Very Low Birth Weight Infants: Effects Of Serum Vitamin A and Clinical Parameters
Esra Arun Özer, Özlem Sivaslı Gül, Gamze Men, Ekrem Talay, Sümer Sütçüoğlu, Ali Kanık, Ebru Türkoğlu, Zelal Kahramaner, Hese Coşar, Aydın Erdemir, Işın Yaprak
Pages 309 - 313
AMAÇ: Prematüre retinopatisi (ROP), düşük doğum ağırlıklı ve erken doğan bebeklerde görülen retinal damarların anormal proliferasyonuna bağlı oluşan proliferatif vasküler hastalıktır. ROP patogenezi karmaşıktır ve gelişen retinaya serbest radikallerin oksidatif hasarı patogenezde rol oynayabilir. Çalışmada gebelik yaşı ≤32 hafta ve doğum ağırlığı ≤1500 gram prematüre bebeklerde vitamin A düzeyi ve klinik parametrelerin ROP gelişimi ile ilişkisini araştırmak amaçlanmıştır.
HASTALAR VE YÖNTEM: Yenidoğan Kliniği’ne yaşamın ilk 24 saati içinde başvuran, gebelik yaşı ≤32 hafta, doğum ağırlığı ≤1500 gram, major konjenital anomalisi ve doğumsal metabolik hastalık bulunmayan, kan veya kan ürünü ile transfüze edilmemiş olgularda serum vitamin A düzeyi yüksek basınçlı lipid kromatografi yöntemi ile ölçüldü. Bir aylık olduklarında ROP açısından muayene edilen olgular, herhangi bir evrede ROP saptanan ve ROP saptanmayan olmak üzere iki gruba ayrıldı. Her iki grubun serum vitamin A düzeyi ile cinsiyet, doğum şekli, doğum ağırlığı, gebelik yaşı, yatış ve oksijen tedavisi süresi, çoğul gebelik, preeklampsi, PDA, sepsis ve intrakranial kanama arasındaki istatistiksel ilişki Mann-Whitney U ve ki-kare testleri ile karşılaştırıldı
SONUÇLAR: Çalışma grubunu oluşturan ortalama gebelik yaşları 29,2 ± 2,0 hafta, ortalama doğum ağırlıkları 1287 ± 197 gram toplam 52 preterm bebeğin %48’ inde herhangi bir evrede ROP saptanırken, ortalama serum vitamin A düzeyi 0.56 ± 0.45 µmol /L olarak bulundu. Kırkdört olguda (%84) vitamin A düzeyi normal değerin altında (<0.7 µmol /L), 17 olguda (%32,7) ise aşırı düşük (<0.35 µmol /L) olduğu görüldü. ROP saptanan ve saptanmayan hastaların ortalama serum vitamin A düzeyleri istatistiksel anlamlı farklılık göstermezken, ortalama doğum ağırlığı, gebelik yaşı hastanede yatış ve oksijen tedavisi süresi açısından gruplar arası anlamlı istatistiksel fark bulundu.
YORUM: Düşük doğum ağırlıklı, ağır preterm bebeklerde ROP'un daha sık görüldüğü, hastanede yatış ve oksijen tedavisi süresi ile çoğul gebeliklerin ROP sıklığını arttırdığı, bununla beraber serum vitamin A düzeyi düşüklüğünün ROP gelişiminde rol oynamadığı saptanmıştır.
OBJECTIVE: Retinopathy of prematurity (ROP) is a proliferative vascular disease affecting premature newborns and occurs during vessel development. The pathogenesis of ROP is complex and includes oxidative damage to the developing retina. The aim of the study is to evaluate the relationship between serum vitamin A level, clinical parameters and ROP in infants with a gestational age of ≤32 weeks and birth weight ≤1500 grams.
PATIENTS AND METHODS: Newborns admitted to Newborn Intensive Care Unit within the first 24 hours of life with gestational age ≤ 32 weeks, birth weight ≤1500 grams without major congenital anomalies, inborn error of metabolism and prior history of blood and blood products transfusion were included in the study. Serum vitamin A levels and gender, type of delivery, birth weight, gestational age, duration of hospitalization and oxygen supply, multiple gestation, preeclampsia, PDA, sepsis and intraventricular hemorrhage of the groups were compared with Mann-Whitney U and chi-square tests.
RESULTS: The mean gestational age of these infants was 29,2 ± 2,0 weeks and the mean birth weight was 1287 ± 197 grams. Retinopathy of prematurity was diagnosed in 48% of infants and the mean serum vitamin A level was 0.56 ± 0.45 µmol /L. In 44 cases (84%) vitamin A level was determined low (< 0.7 µmol /L) and extremely low (< 0.35 µmol /L) in 17 cases (32.7%). There was no significant correlation between the ROP (+) and ROP (-) group in terms of vitamin A levels. There were statistically significant difference between the groups in terms of birth weight, gestational age, multiple gestation, duration of hospitalization and oxygen supply.
CONCLUSION: Low birth weight,small gestational age, duration of hospitalization, oxygen exposure time and multiple gestation increase the risk of ROP, but serum vitamin A level is not found to be associated with ROP.
Abstract

7.The Results of Augmented Bimedial Rectus Recessions in the Treatment of Large Angle Esotropia
Ayşe Yeşim Oral, Özlen Özgür, Cem Selvi, Aysu Karatay Arsan
Pages 314 - 317
Amaç: Geniş açılı ezotropyada arttırılmış (6 mm ve üstü) bimedial rektus (BMR) geriletme cerrahisinin sonuçlarını değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem: Ocak 2001-Mayıs 2010 tarihleri arasında geniş açılı ezotropya (ET) nedeniyle 6 mm ve üstünde BMR geriletmesi yapılmış 26’sı erkek, 23’ü kadın 49 hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Hastalar ortalama 18,43±22,12 (3-84) ay takip edildi. Hastaların 1 hafta sonraki ve son kontrol muayenesindeki uzak-yakın horizontal kayma miktarlarının ortalaması prizm diyoptri (PD) olarak kaydedildi ve 10 PD aralığındaki ET ve ekzotropya (XT) başarılı olarak kabul edildi. Takip süresi 12 ay ve üzerinde (ortalama 40,74±20,94 ay) olan 19 hastanın sonuçları ayrıca değerlendirildi. Her iki gruptaki reoperasyon oranları gözden geçirildi.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen toplam 49 hastanın yaş ortalaması 7,04±8,77 (1-67) yıl, cerrahi öncesi ET miktarı ortalama 49,8±11,9 (35-85) PD idi. Bir hafta sonraki muayenede ortalama kayma miktarı 10,67±8,65 PD ve başarı oranı %61,1 iken, son kontrolde ortalama kayma miktarı 9,82±9,24 PD ve başarı oranı %67,3 bulundu. Toplam olguların beşinde (%10,2) takip süresi içinde reoperasyon gerekti. Bir yıl ve üzerinde takibi olan 19 hastanın yaş ortalaması 4,57±4,39 (1-17) yıl, cerrahi öncesi ortalama ET miktarı 44,21±6,07 (35-55) PD idi. Bu gruptaki cerrahi sonrası 1. hafta kontrolünde ortalama kayma miktarı 8,58±8,23 PD ve başarı oranı %68,4 iken, son kontrolde ortalama kayma miktarı 8,05±8,02 PD ve başarı oranı %73,7 bulundu. Reoperasyon oranı ise % 21,05 (4 olgu) olarak saptandı.
Sonuç: Geniş açılı ezotropyalarda arttırılmış bimedial rektus geriletme sonuçları genellikle kısa dönemde iyi sonuç vermekle beraber takip süresi uzadığında ilave cerrahi gerekme oranı artabilmektedir.
Purpose: To evaluate the surgical results of augmented bimedial rectus recession in large-angle esotropia (ET).
Material and Methods: The records of forthy-nine patients (26 male, 23 female) who underwent 6 mm and more bimedial rectus recession for large angle deviation were reviewed. The mean follow up period was 18.43±22.12 (between 3 and 84) months. The average of distance and near deviation amount was recorded in the postoperative 1st week and last visit as prism diopter (PD). Nineteen patients whose follow-up periods were longer than 1 year (mean 40.74±20.94 months) were considered also apart from the total. Success and reoperation rates of both groups were assessed.
Results: The mean age of the 49 patients was 7.04±8.77 (range from 1 to 67) years and the mean preoperative esodeviation amount was 49.8±11.9 (range from 35 to 85) PD. In the postoperative 1st week the average deviation was 10.67±8.65 PD and success rate was found 61.1%, and in the last visit the mean deviation angle was 9.82±9.24 PD and the success rate was found 67.3%. Five of the total cases (10.2%) needed reoperation. The mean age of the 19 patients whose follow-up period were longer than 1 year was 4.57±4.39 years (ranged between 1 and 17), and mean preoperative esodeviation angle was 44.21±6.07 (ranged between 35 and 55) PD. The postoperative average deviation amount and success rate was 8.58±8.23 PD and 68.4% in the 1st week, and was 8.05±8.02 PD and 73.7% in the last visit, respectively in the group with longer follow-up time. Reoperation rate was found 21.05 % (4 cases) in this group.
Conclusion: Although augmented bimedial recession technique for the correction of large angle ET gives good results in short periods, additional surgeries may be needed in longer follow up periods.
Abstract

8.Evaluation of macular thickness and retinal nerve fiber layer of strabismic and anisometropic amblyopic cases with Optical Coherence Tomography
Gülizar Soyugelen, Nihal Onursever, Başak Bostancı Ceran, İzzet Can
Pages 318 - 324
Amaç: Tek taraflı strabismik ve anizometropik ambliyop hastaların ambliyop gözleri ile sağlam gözlerinin makula ve retina sinir lifi tabakasının (RSLT) optik koherens tomografi (OKT) ile ölçülen değerlerinin kendi aralarında ve kontrol grubuyla kıyaslanarak fark olup olmadığının belirlenmesidir.
Yöntem: Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Şaşılık biriminde takip edilen ve Eylül 2009-Şubat 2010 tarihleri arasında muayeneleri tekrarlanan en iyi düzeltilmiş görme keskinlikleri arasında iki ya da daha fazla sıra fark saptanan,30 strabismik ve 30 anizometropik ambliyop hasta ile hastanemiz göz polikliniğinde muayenesi yapılan 30 sağlıklı çocuk çalışmaya alındı. Ambliyop hastaların ambliyop gözleri ve sağlam gözlerinden alınan ölçümlerle sağlıklı olguların sağ gözlerinin ölçümleri değerlendirildi. Tüm olguların oftalmolojik muayenesinin ardından OKT ile makula kalınlıkları, santral foveal, parafoveal ve perifoveal hacimleri ile RSLT kalınlıkları ölçülerek istatistiksel olarak karşılaştırıldı. p<0.05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Strabismik ve anizometropik ambliyop olguların ambliyop gözlerinin foveal hacim değerleri(sırasıyla 0.20 mm3; 0.21 mm3), kontrol grubundan(0.19 mm3) istatistiksel olarak anlamlı düzeyde kalın olarak tespit edildi (p=0.002). Ambliyopi düzeyi arttıkça foveal hacim de artmaktaydı. Santral foveal kalınlık (SFK) strabismik ve anizometropik ambliyop olguların ambliyop gözlerinde (sırasıyla 258 µm; 260 µm) kontrol grubuna (244 µm) göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde fazla olarak bulundu(p=0.010). Ambliyopi düzeyi arttıkça SFK artmaktaydı. Strabismik ve anizometropik ambliyop olgular kendi arasında kıyaslandığında;foveal hacimler (santral-parafoveal-perifoveal) ve SFK değerleri açısından istatistiksel olarak anlamlı farklı tespit edilmedi(p˃0.05). Strabismik, anizometropik ve kontrol grubunda RSLT kalınlıkları istatistiksel olarak farklı değildi (p˃0.05). Ambliyop hastaların normal gözleriyle kontrol grubunun OKT değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p˃0.05).
Tartışma: Görsel korteks, ambliyopide primer konumdaki yer olmasına rağmen,retinada ambliyopiye sekonder değişiklikler bulunmaktadır. RSLT kalınlığı ambliyop gözlerde normal göze göre farklı değilken, ambliyopik gözün foveası normal göze göre daha kalındır foveal hacim değerleri ise daha yüksektir. Sonuç olarak ambliyopi sadece görsel kortekste değil, retina düzeyinde de sekonder değişikliklere yol açan bir süreçtir.
Purpose: To measure and compare the macular and retinal nerve fiber layer(RNFL) thickness of the amblyopic eyes of unilateral strabismic and anisometropic patients with their normal eyes and with the control group by using optical coherence tomography(OCT).
Method: 30 strabismic and 30 anisometropic amblyopic patients who were followed by Atatürk Training and Research Hospital Strabismus section between September2009-February2010 and 30 healthy children that were examined in the out-patient clinic were included in the study. The amblyopic eyes of the amblyopic patients were compared with their normal eyes and right eyes of the healthy patients. After detailed ophthalmologic examination,macular thickness,central foveal,parafoveal and perifoveal volumes and RNFL thickness of the cases were measured with OCT and compared statistically. p<0.05 was significant.
Results: Foveal volume of the amblyopic eyes of strabismic and anisometropic amblyopic cases(0.20mm3;0.21mm3,respectively)were statistically higher than the control group (0.19 mm3)(p=0.002).As the level of amblyopia increased,there was an increase in foveal volume. Central foveal thickness(CFT) of the amblyopic eyes of strabismic and amblyopic patients(258µm and 260µm,respectively)was higher than the control group(244 µm) which was statistically significant(p=0.010). Similarly, as the level of amblyopia increased there was an increase in CFT.When strabismic and amblyopic cases were compared,no statistical difference was observed between foveal volumes(central-parafoveal-perifoveal) and CFT results(p˃0.05). There was no difference in RNFL thickness of strabismic, anisometropic and control cases(p˃0.05). In addition no significant difference was detected between the normal eyes of the amblyopic patients and the control group(p˃0.05).
Conclusion: Although the primary site of deficit is in the visual cortex in amblyopia, secondary changes occur in retina as well. While RNFL thickness does not differ from normal eyes, the thickness and volume of the fovea of amblyopic eyes are higher than normal individuals. As a result, amblyopia not only affects visual cortex but gives rise to secondary changes in retinal level.
Abstract

9.Treatment of Dural Carotid-Cavernous Sinus Fistula Through The Superior Ophthalmic Vein
Gamze Uçan, Bülent Yazıcı, Bahattin Hakyemez, Sevil Türüdü
Pages 325 - 329
Amaç: Dural karotiko-kavernöz sinüs fistülü (KKF) olan ve süperior oftalmik ven (SOV) yaklaşımı yoluyla kavernöz sinüs embolizasyonu yapılan 3 hastayı sunmak.

Gereç ve Yöntem: Mart 2004 – Mart 2009 tarihleri arasında SOV yoluyla tedavi edilen dural KKF’li 3 hastanın tıbbi kayıtları gözden geçirildi. Hasta yaşı, cinsiyeti, oftalmik ve radyolojik muayene bulguları, tedavi sonuçları, postoperatif komplikasyonlar ve izlem süresi kaydedildi. Cerrahi işlem tüm hastalarda girişimsel radyoloji biriminde ve genel anestezi altında yapıldı. Üst gözkapağı kıvrım kesisiyle SOV’a ulaşıldı ve vene bir kanüla yerleştirildi. Bu kanüla içinden ilerletilen mikrokateter yardımıyla kavernöz sinüs metal sarmallarla embolize edildi.

Bulgular: Üç hastanın da (3 kadın; hasta yaşları 41, 68 ve 71 yıl) Barrow tip D KKF’ü vardı. Bir hastanın bilateral KKF’ü vardı. Üç hastanın da başarısız bir girişimsel transvenöz yolla tedavi öyküsü vardı. İki hastada SOV yoluyla embolizasyon işlemi başarıyla tamamlandı. Bilateral KKF olan bir hastada SOV ince ve kıvrımlıydı ve damara kanüla yerleştirilemedi. Embolizasyonun başarılı olduğu iki hastada tüm oftalmik belirtiler düzeldi; 24 ve 22 aylık izlem süreleri içinde tekrarlamadı. Bunlardan birinde embolizasyondan sonra iskemik serebrovaküler atak ve orbital hematom gelişti. Bu komplikasyonlar kalıcı bir bozukluk bırakmaksızın iyileşti.

Tartışma: Dural KKF’lerde kavernöz sinüs embolizasyonu, girişimsel damariçi yollarla yapılamadığında, SOV yaklaşımı yoluyla yapılabilir. Bu işlem bazı olgularda SOV’un anatomik özellikleri nedeniyle başarıyla yapılamayabilir. Ameliyattan sonra orbital kanama ve iskemik serebral atak gibi komplikasyonlar gelişebilir.
Purpose: To present 3 patients who had a dural carotid-cavernous sinus fistula (CCF) and underwent cavernous sinus embolization through the superior ophthalmic vein (SOV) approach.
Materials and Methods: Medical records of 3 patients with dural CCF who were treated through the SOV approach were reviewed. Patient’s age, gender, ophthalmic and radiological findings, treatment results, postoperative complications and follow up time were recorded. Surgical procedure was performed in the interventional radiology unit and using general anesthesia. Through an eyelid crease incision, the SOV was reached and cannulated. The cavernous sinus was embolized with metalic coils advanced through a microcatheter placed into this cannula.
Results: All 3 patients (3 female, patient ages: 41, 68 and 71 years) had Barrow type D CCF. One patient had a bilateral CCF. All patients had a history of unsuccessful treatment with interventional transvenous routes. The embolisation procedure via the SOV was successfully completed in 2 patients. In a patient with bilateral CCF, the SOV was thin and tortuous, and could not be cannulated. All ophthalmic symptoms were improved in 2 patients with a successful embolization, and did not recur during follow up periods of 24 and 22 months. In one of these, an ischemic cerebrovascular event and orbital hematoma developed after the embolization. These complications improved without leaving a permanent impairment.
Discussion: Cavernous sinus embolization can be performed through the SOV approach, when it can not be performed with the interventional transvenous routes. This procedure may not be successfully performed in some cases because of the anatomical features of the SOV. After the operation, complications such as orbital hemorrhage and cerebral ischemic attack may occur.
Abstract

10.Antibiotic Prophylaxix For Ocular Surgical Enfections
Ufuk Elgin
Pages 330 - 338
Cerrahi enfeksiyonlar, oftalmoloji alanında büyük bir problem teşkil etmektedir. Ameliyathane ortamının koşullarına, cerrahi ekibe, kullanılan cihazlara ve hastaya ait pek çok faktör nedeniyle, bu enfeksiyonlar görülmektedir. Cerrahi tekniklerdeki gelişmeler hekime büyük kolaylıklar sağlamakla beraber, hekim ve hastanın gözünde basit bir ameliyat imajı yaratılabilmektedir. Ayrıca son yıllarda intravitreal ilaç uygulamalarının bir hayli artmış olması, cerrahi enfeksiyon sıklığını etkilemektedir. Antibiyotik profilaksisi, uygun şekilde kullanıldığında, bu enfeksiyonları önlemede en önemli faktörlerden birini teşkil etmektedir. Bu derlemenin amacı, oküler cerrahi enfeksiyonları önlemede kullanılan antibiyotik profilaksisini ve bu konuda son yıllardaki gelişmeleri özetlemektir.
Surgical infections are one of the major problems in ophthalmology and can be seen because of many factors including the conditions of the operating rooms, surgical staff, surgical devices and the patient. In addition to facilities in operations, the improvements in surgical procedures may have a negative effect on both surgeons and people for underestimation of ocular surgeries. Also increased applications of intravitreal enjections of some medicines in recent years may have effect on the frequencies of surgical infections. The proper application of antibiotic prophylaxis is one of the major factors in preventing these infections. The purpose of this review is to summarize the antibiotic prophylaxis in prevention of surgical infections and recent advances in this field.
Abstract

11.An up to date view at the etiopathogenesis of keratoconus
Hilmi Or
Pages 339 - 347
Keratokonüsün etiyolojisi bilinmemektedir. Farklı etkenlerin etiyolojide ve patojenezde rol oynadığı gösterilmiştir. Hem genetik, hem de çevresel etkenlerin hastalığın oluşmasında rol oynadığı düşünülmektedir. Bugüne kadar yapılmış olan araştırmalar etiyolojinin çok nedenli bir fenotipik dışavurum olduğunu düşündürmektedir.
Keratokonüsün olası genetik etkenlerini bulmak için çeşitli yönlerde araştırmalar yapılmaktadır:
Keratokonüs ile beraber görülen hastalıkların incelenmesi, gen araştırmaları, protein ve enzim araştırmaları bu yönde yapılan çalışmalardan bazılarıdır. Hücre bazında son yıllarda yapılan araştırmalarda, oksidatif stres keratokonüsün fizyopatolojisinde ortaya çıkan ektatik değişikliğin nedeni olarak görülmektedir.
Etiyolojide genetik etkenlerin dışında hormonlar ve hormonal dengeler araştırılmakta, kronik travma (kontakt lens kullanımı ve göz ovalama) olası neden olarak incelenmektedir.
The etiology of keratoconus is unknown. Different factors have been shown to play a role in the etiology and pathogenesis. Both genetic and environmental factors are thought to play a role in the formation of the disease. The research has been done so far let one think the etiology to be a multifactorial phenotypic expression.
Reseach is conducted to find the possible genetic factors of keratoconus in various aspects:
Analysis of simultaneous diseases with keratoconus, gene research, protein and enzyme studies are some of the studies in this direction. Recent research in the pathophysiology of keratoconus on the basis of cell has shown that oxidative stress to be the reason of ectatic changes.
In the etiology apart from genetic factors, hormones and hormonal balances are investigated, chronic trauma (contact lens use and eye rubbing) is examined as a possible cause.
Abstract

12.Thyroid Orbitopathy and Dry Eye
Özge Saraç, Canan Gürdal
Pages 348 - 350
Tiroid orbitopati (TO) tiroid stimule eden hormon reseptörüne (TSH-R) karşı otoantikor gelişmesi ile karakterize orbita ve periorbital dokuların inflamatuar ve otoimmun bir hastalığıdır. Klinik tabloya çoğunlukla hipertiroidizm veya daha az sıklıkla hipotiroidizm veya ötiroidizm eşlik edebilir. T hücreleri ve salgılanan sitokinlerle aktive olan orbital fibroblastlar etiyolojide kilit hücrelerdir. Tiroid orbitopatili hastalarda kuru göz %80 oranında görülebilmektedir. Kuru göz gelişimindeki temel neden, lakrimal bez ve oküler yüzeyin inflamasyonudur. İkincil bir neden ise ekzoftalmus ve artmış kapak aralığına bağlı gözyaşı buharlaşmasının artması ve bunun sonucunda gelişen gözyaşı hiperozmolaritesidir. Tedavide suni gözyaşına ek olarak topikal antiinflamatuarların kullanılması etiyolojide inflamasyonun rolü olması nedeniyle oldukça önemlidir.
Thyroid orbitopathy (TO) is an inflammatory and autoimmune disease of the orbital and periorbital tissues that is characterised by the presence of autoantibodies against thyroid stimulating hormone receptor (TSH-R). Hyperthyroidism and less commonly hypothyroidism or euthyroidism can be associated with this disorder. The orbital fibroblasts activated with T cells and the secreted cytokines are the key cells in the etiology. Dry eye can be seen in 80% of TO patients. The main factor for the development of dry eye in these patients is the inflammation of the lacrimal gland and the ocular surface. The second factor is the tear film hyperosmolarity caused by the evaporation of the tear film due to exophthalmus and the increased interpalpebral distance. In treatment of TO the usage of topical antiinflamatory agents along with the artificial tears is important because of the role of the inflammation in the etiology.
Abstract

13.The Correspondence of Multifocal Electroretinography and Microperimetry in Benign Concentric Annuler Macular Dystrophy
Serra Arf, Fevzi Şentürk, Hakan Özdemir, Murat Karaçorlu
Pages 351 - 353
Benign konsantrik anüler maküler distrofili (BKAMD) 32 yaşındaki kadın hastaya multifokal elektroretinografi (mfERG) ve mikroperimetri incelemeleri yapıldı. Mikroperimetri ile skotom gözlenen bölgelerin mfERG fokal yanıtlarında düşüş gözlendi. Benign konsantrik anüler maküler distrofili bir olguda mfERG ve mikroperimetri bulgularının uyumlu olması fotoreseptörleri de içine alacak şekilde retinanın derin katmanlarının etkilendiğini ve bu değişikliklerin görme alanı defektlerine neden olduğunu göstermektedir.
A 32-year old woman with beningn concentric annular macular dystophy (BCAMD) was examined with multifocal electroretinography (mfERG) and microperimetry. The mfERG demonstrated reduced focal responses in the area corresponding to the scotoma shown with microperimetry. The correspondence of mfERG and microperimetry in a patient with BCAMD shows that inner retinal layers including photoreceptors are effected and these changes lead to visual field defects.
Abstract

14.Ocular Manifestations of Bilateral Ethmoidal Sinus Mucopyocele: Case Report
Özge Saraç, Kazım Bozdemir, Gökhan Yalçıner, Ahmet Kutluhan
Pages 354 - 356
Paranazal sinüs mukoselleri yavaş büyüyen, epitel ile çevrili, steril içerikli kistik lezyonlardır. Mukosel içeriği bakteriyel süper enfeksiyon ile enfekte olduğunda lezyon mukopiyosel olarak adlandırılır. Mukosel veya mukopiyoseller sıklıkla frontal ve ön etmoidal sinüslerde lokalize olurlar ve sıklıkla proptozis olmak üzere oküler bulgu ve semptomlarla ortaya çıkabilirler. Bu olgu sunumunda görme azlığı, diplopi, ve proptozis bulguları ile görülen 53 yaşında bilateral etmoidal mukopiyoselli bir kadın hasta sunulacaktır. Paranazal sinüs tomografisinde bilateral maksiller sinüsleri ve ön etmoidal hücreleri dolduran, sinüs duvarlarında erozyona neden olan kistik lezyonlar gözlenmiştir. Endoskopik sinüs cerrahisi ile yapılan mukopiyosel marsupializasyon cerrahisinden sonra hastanın semptomları hızla düzelmiştir.
Mucoceles of the paranasal sinuses are slowly growing, epithelium-lined cystic lesions with sterile content. When the mucocele content becomes infected with a bacterial super-infection, the lesion is defined as mucopyocele. Mucoceles or mucopyoceles are commonly located in the frontal and anterior ethmoidal sinuses and can manifest with ocular signs and symptoms mostly proptosis. In this report we demonstrate a case of bilateral ethmoidal mucopyocele presenting with reduced vision, diplopia, and proptosis ocurring in a 53 year old female. Computed tomography (CT) scanning of the paranasal sinuses revealed cystic lesions filling the maxillary sinuses and anterior ethmoidal cells bilaterally, which caused erosion in the walls of sinuses. After marsupialization of the mucopyoceles was performed by endoscopic sinus surgery, the symptoms of the patient recovered rapidly.
Abstract