Volume: 40  Issue: 3 - 2010
Hide Abstracts | << Back
RESEARCH ARTICLE
1.Surgery of primary basal cell carcinoma with frozen section controlled excision
Özlem Yalçın Tök, Fatma Akbaş Kocaoğlu, Firdevs Örnek
Pages 125 - 129
Amaç: Perioküler bazal hücreli karsinom (BHK) tedavisinde intraoperatif dondurulmuş kesit denetimli eksizyon ile rekürrensi değerlendirmek.
Yöntem: Histolojik tanısı bazal hücreli karsinom olan 30 hasta çalışma kapsamına alındı. Hastalar demografik verileri, tümör yerleşimi, boyutları, tümörün histolojik tipi ve rekürrens açısından incelendi. Tüm hastalarda tümör 3 mm’lik sağlam cerrahi sınır bırakılarak dondurulmuş kesit denetimi ile eksize edildi. Cerrahi sınırda tümör varlığında eksiyon genişletildi ve aynı seansta kapak rekonstrüksiyonu yapıldı. Postoperatif tüm hastalara parafin kesit inceleme yapıldı.
Sonuçlar: Primer BHK tespit edilen 30 hastanın yaş ortalamaları 66.1±10.03 (45-82) yıl idi. BHK en sık alt ve üst kapaklarda lokalize idi. İntraoperatif dondurulmuş kesit denetimli eksizyon sonrasında 5 (%16.7) hastada cerrahi sınırda tümör saptandı. Bu hastalarda tümör pozitif sınırdan eksizyon genişletildi. Ortalama 18.46±6.22 (12-36) ay takip süresince hiçbir hastada rekürrens görülmedi.
Tartışma: Dondurulmuş kesit denetimli eksiyonu primer BHK’un cerrahi tedavisinde, tümörden arındırılmış cerrahi sınır elde etmede ve rekürrensin önlenmesinde etkin bir yöntem olduğu kanaatindeyiz.
Purpose: To assess the intraoperative frozen section controlled excision method and recurrence in the treatment of periocular basal cell carcinomas (BCC).
Methods: Records of 30 patients with histological diagnosis of basal cell carcinoma were included in this study. Patients were investigated for demographic information, tumor site and size, histology of tumor, and recurrence rate. The tumor was treated with the frozen section controlled excision method with a 3 mm clear margin in all patients. In cases where the surgical margins contained tumor cells, further excision was undertaken and eyelid reconstruction was performed at the same session. Postoperatively, paraffin section control was done for all patients.
Results: The mean age of the 30 patients with primary BCC was 66.1±10.03 (45-82) years. Most BCCs were located at the lower and upper eyelids. At five (16.7%) patients, tumor was detected within the surgical borders after intraoperative frozen section controlled excision. In these patients, excision was extended from positive margin. Recurrence has not been monitored in any of the patients during the mean follow-up period of 18.46±6.22 (12-36) months.
Conclusion: We believe that frozen section controlled excision in the surgical treatment of BCC is an effective method for obtaining tumor-free surgical borders and preventing recurrence.
Abstract

2.The Suborbicularis Oculi Fat Lift (“SOOF Lift”) In Patients With Facial Paralysis: Surgical Results
Tansu Gönen, Bülent Yazıcı, Ayşe Tör Ayvaz
Pages 130 - 134
Amaç: Fasiyal paralizili hastalarda, orbiküler kas altı yağ paketi yükseltme (“SOOF lift”) ameliyatının sonuçlarını değerlendirmek.
Gereç ve Yöntem: Ocak 2000-Nisan 2007 tarihleri arasında kronik fasiyal paralizi nedeniyle tek taraflı “SOOF lift” ameliyatı geçiren 12 hastanın (7 erkek, 5 kadın; yaş aralığı: 49-67 yıl) kayıtları gözden geçirildi. Preoperatif muayene bulguları, lagoftalmi miktarı, cerrahi teknik, komplikasyonlar, ameliyat sonuçları, ikincil cerrahi gereksinimi ve izlem süresi kaydedildi.
Sonuçlar: Ameliyattan önce hastaların 6 mm ile 13 mm arasında değişen (ortalama: 9 mm) lagoftalmisi vardı. “SOOF lift” işlemi 8 gözde transkonjonktival, 4 gözde subsilyer yaklaşımla gerçekleştirildi. Bu işlem tüm hastalarda lateral kantal askı işlemiyle birlikte uygulandı. Ameliyattan sonra erken döndemde, tüm hastalarda, alt gözkapağı pozisyonu ve yanak ptozisinde düzelme gözlendi. Lagoftalmi miktarı 3 ile 9 mm arasında azaldı (ortalama: 5 mm). Yanak konumundaki düzelme biri dışında tüm hastalarda son muayeneye değin sürdü. Başlıca ameliyat komplikasyonları periorbital hematom (1 hasta) ve cilt altı sütür granülomuydu
(1 hasta). Hiçbir hastada infraorbital sinir hipoestezisi veya nüks alt gözkapağı sarkıklığı gelişmedi. Ortalama izlem süresi 13 aydı (1 ile 46 ay arasında).
Tartışma: “SOOF lift” işlemi, kronik fasiyal paralizili hastalarda yanak ptozisi, alt gözkapağı retraksiyonu ve lagoftalminin düzeltilmesine önemli bir katkıda bulunur.
Objective: To evaluate the results of suborbicularis oculi fat lift (“SOOF lift”) procedure in patients with facial paralysis.
Materials and methods: The medical records of 12 patients (7 men, 5 women; age range: 49-67 years) who underwent one-sided “SOOF lift” surgery for chronic facial paralysis between January 2000 and April 2007 were reviewed. Preoperative examination findings, amounts of lagophthalmos, surgical technique, complications, surgery results, secondary surgical requirements and follow-up period were recorded.
Results: The patients had a lagophthalmos ranged between 6 and 13 mm (mean value, 9 mm) before surgery. “SOOF lift” procedure was performed via transconjunctival approach in 8 eyes and subciliary approach in 4 eyes. This procedure was routinely performed with lateral canthal suspension procedure. In the early postoperative period, the lower eyelid position and the cheek ptosis improved in all patients. The amounts of lagophthalmos were reduced between 3 and 9 mm (mean value, 5 mm). The improvement of cheek position sustained until the last examination in all patients, except one. The major surgical complications were periorbital hematoma (1 patient) and subcutaneous suture granuloma (1 patients). The infraorbital nerve hypoesthesia and the recurrence of the lower eyelid ptosis did not develop in any patients. The mean follow-up time was 13 months (range 1-46 months).
Conclusion: The “SOOF lift” procedure provides a significant contribution to the correction of cheek ptosis, lower eyelid retraction and lagophthalmos in the patients with chronic facial paralysis.
Abstract

3.25-Gauge Transconjunctival Suturuless Vitrectomy for Idiopathic Macular Hole
Ateş Yanyalı, Alper Dinçyıldız, Gökhan Çelik, Ahmet Fazıl Nohutcu
Pages 135 - 139
Amaç: İdiyopatik maküla deliği tedavisinde 25-Gauge (G) transkonjonktival sütürsüz vitrektominin (TSV) etkinliğini ve güvenirliğini araştırmak.
Yöntem: Bu retrospektif çalışmada, idiyopatik maküla deliği nedeniyle Nisan 2004 ve Aralık 2006 yılları arasında kliniğimizde 25-G TSV uygulanan ardışık 13 hastanın 13 gözü incelendi. Çalışmada incelenen ana parametreler anatomik ve fonksiyonel başarı ile intraoperatif ve postoperatif komplikasyonlardı. Ameliyat öncesi ve sonrası veriler paired samples t-test yardımı ile istatistiksel olarak karşılaştırıldı.
Bulgular: Ortalama takip süresi 6.7 ± 6.3 ay (3-26 ay) idi. Maküla deliği 12 (%92.3) gözde tek operasyonla kapatıldı. Maküla deliği açık kalan hasta tekrar ameliyat olmayı istemedi. Ortalama logMAR görme keskinliği preoperatif 1.2 ± 0.12 iken, postoperatif 0.82 ± 0.58 idi (p=0.007, Paired t-test). Maküla deliği kapanmayan olgu dışındaki tüm olgularda görme keskinliğinde artış saptandı. Görme keskinliği 4 (%30.7) gözde en az 2 sıra artarken, 2 (%15.4) gözde 0.5’in üzerindeydi. Hiçbir gözde ciddi intraoperatif komplikasyon gözlenmedi, 20-G vitrektomiye geçilmedi, konjonktivaya veya skleraya sütür atılmadı. Postoperatif komplikasyon olarak, 1 (%7) gözde geçici göz içi basıncı artışı ve fakik 9 gözün 3’ ünde (%33.3) katarakt oluşumu gözlendi.
Tartışma: İdiyopatik maküla deliği tedavisinde 25-G TSV’nin etkin ve güvenilir olduğu gözlendi. Daha çok sayıda hasta içeren ve daha uzun takip süreli çalışmalara gereksinim vardır.
PURPOSE: To evaluate the effectiveness and safety of 25-Gauge (G) transconjunctival suturuless vitrectomy (TSV) in the treatment of idiopathic macular hole.
METHODS: In this retrospective study, 13 eyes of 13 consecutive patients who underwent 25-G TSV for idiopathic macular hole were evaluated between April 2004 and December 2006 at our instutition. Main outcome measures were anatomical and functional outcomes, and intraoperative and postoperative complications. Paired samples t-test were used for statistical analysis.
RESULTS: Mean follow-up time was 6.7 ± 6.3 (3-26 months) months. Macular hole was closed with a single operation in 12 eyes (92,3%). The patient whose macular hole remained open refused another surgery. Mean logMAR visual acuity was 1.2 ± 0.12 preoperatively and 0.82 ± 0.58 postoperatively (p=0.007, Paired t-test). Visual acuity improved in all eyes except for the patient whose macular hole remained open. Postoperative visual acuity improved 2 or more lines in 4 (30.7 %) eyes and was better than 0.5 in 2 (15.4%) eyes. No severe complication was observed intraoperatively. No sutures were required to close the scleral or conjunctival openings, and no eyes required conversion of surgery to 20-G pars plana vitrectomy. Postoperative complications were transient increase of intraocular pressure in 1 eye (7%) and cataract progression in 3 of 9 phakic eyes (33.3%).
CONCLUSIONS: 25-gauge TSV system appears to be an effective and safe procedure in the treatment of idiopathic macular hole. Further studies with a large number of patients and long follow-up are required.
Abstract

4.The approach to rhegmatogenous retinal detachment combined with dislocated crystalline lens
Orhan Yılmaz, Nilüfer Koçak, Mahmut Kaya, Rukiye Aydın, Süleyman Kaynak
Pages 140 - 144
Amaç: Lens dislokasyonu ile birlikte görülen yırtıklı retina dekolmanı olgularının değerlendirilmesi ve bu olgulardaki uygun cerrahi teknikleri tartışmak.
Gereç ve yöntem: Kristalin lens dislokasyonu ile birlikte yırtıklı retina dekolmanı (YRD) görülen beş olgudaki cerrahi tekniklerimiz tanımlandı. Hastaların dördü erkek, biri kadındı. Tüm hastalara limbusun 12 mm gerisinden sörklaj geçildi. İntravitreal triamsinolon asetonid enjeksiyonu ile vitreus görünür hale getirilerek vitrektomi yapıldı. Sonrasında perflorodekalin enjekte edilerek disloke kristalin lens iris seviyesine kadar yükseltildi. Endofakofragmantasyon ile pars planadan kristalin lens parçalanarak yendi ve kalan korteks bakiyeleri vitrektomi ile temizlendi. Perflorodekalin altında periferik retinaya 360⁰ endolazer uygulandı. Saat 6 hizasında periferik iridektomi yapılarak ön kameraya dispersif viskoelastik verildi. Sonrasında perflorodekalin ile silikon yağı (1300 cts) değiştirilerek ameliyata son verildi.
Bulgular: Olguların ortalama yaşı 29 yıl (26 -33 yıl) ve ortalama takip süresi 68 ay (56- 86 ay) idi. Kristalin lens dislokasyonu iki olguda travmaya, üç olguda Marfan sendromuna bağlıydı. Düzeltilmiş görme keskinlikleri cerrahi öncesi 1/10’un altındaydı. Cerrahi sonrası tüm gözlerde görme keskinliğinde artış görüldü, ortalama 1/10 düzeyinde ölçüldü. Takiplerde tüm hastaların retinası yatışık izlendi ve ameliyat sonrası komplikasyon gelişmedi. Tüm hastalara silikon yağı enjekte edildiği için göz içi lensi konulmadı.
Sonuç: YRD ile birlikte kristalin lens dislokasyonu olan olgularda perfluorokarbon sıvılarının kullanılması bir yandan retinayı stabilize ederken, bir yandan da kristalin lensin yüzdürülmesini sağlayarak endofakofragmantasyona bağlı komplikasyon gelişimini azaltmaktadır.
Purpose: To assess the rhegmatogenous retinal detachment with crystalline lens dislocation and discuss appropriate surgical techniques.
Material and methods: The surgical technique and clinical approach in five patients with rhegmatogenous retinal detachment and crystalline lens dislocation were assessed. Four of the patients were male and one was female. Encircling scleral buckling surgery were performed 12 mm from limbus in all cases. Vitreous body made visible after injection of triamcinolone acetonoid into the vitreous cavity then vitrectomy was carried out. After perflouro dk-line injection, dislocated lens elevated to the iris level. The lens material was aspirated by pars plana endofragmentation and remained cortex remnant were cleaned by vitrectomy. Laser endophotocoagulation was performed 360⁰ peripheral retina under perflouro dk-line. Six o’clock undo iridectomy was performed and dispersive viscoelastic material injected into the anterior chamber. Then perflouro dk-line was exchanged with 1300 cts silicone oil.
Result: The mean age was 29 years ( range, 26-33 years ). The patients were followed for a mean of 68 months (range, 56-86 months). The cause of crystalline lens dislocation was trauma in two cases and Marfan syndrome in three cases. The mean preoperative corrected visual acuity were less than 1/10. Visual acuity increased postoperatively in all eyes, mean visual acuity were 1/10. In the follow up period retina was attached in all cases. The intraocular lens insertion was not performed becuause of silicone oil injection in all cases.
Conclusion: Perfloroucarbon liquids used in the crystalline lens dislocation with rhegmatogenous retinal detachment can either flatten the retina or lift the dislocated lens to the iris plane and decrase endofacoemulsification releated complications.
Abstract

5.intravitreal bevacizumab for diffuse diabetic macular edema: early results
Ceylan Uslu, Gökhan İbrahim Gülkılık, Ersin Oba, Banu Aslan
Pages 145 - 150
AMAÇ: Diffüz diyabetik makula ödemi tedavisinde intravitreal bevacizumab enjeksiyonunun etkinliği ve güvenirliliğinin erken dönem sonuçlarını değerlendirmek.
GEREÇ ve YÖNTEM: Bu randomize prospektif çalışmada diyabete bağlı makula ödemi tedavisi için 1,25mg/0,05ml intravitreal bevacizumab enjeksiyonu uygulanan 14 hastanın 20 gözü incelendi. Çalışmaya optik koherens tomografi ölçümlerinde merkezi fovea kalınlığı 350 μm’un üzerinde olan diffüz diyabetik makula ödemi olguları alındı. Çalışmada araştırılan göstergeler görme keskinliği ve merkezi fovea kalınlığındaki değişiklikleri ve komplikasyonlar idi. Verilerin karşılaştırılmasında tekrarlayan ölçümler için Anova testi kullanıldı.
BULGULAR: Ortalama takip süresi 3 ± 0,6 ay’dı.Tedavi öncesi, tedavi sonrası 1. hafta ve 1. ayda en iyi düzeltilmiş görme keskinlileri sırasıyla ortalama 0,28 ± 0,04; 0,37 ± 0,05; 0,44 ± 0,05 idi. Enjeksiyon öncesine göre enjeksiyon sonrası 1. hafta ve 1. ayda görme keskinliğindeki artış istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0,0001). Birinci hafta sonunda 14 (%70), 1. ay sonunda ise 15 (%75) gözde görme keskinliğinde artış gözlendi. Ortalama merkezi fovea kalınlığı enjeksiyon öncesi 422,15 ± 18,87μm iken tedavi sonrası 1. haftada 344,65 ± 21,7μm, ve 1. ayda 316,3 ± 31,1μm idi. Başlangıca göre, merkezi fovea kalınlığında 1. hafta ve 1. ayda görülen azalma istatistiksel olarak anlamlı idi (p <0,0001). Postoperatif muayenede gözlemlediğimiz en sık komplikasyon 8 (%40) göz ile subkonjonktival hemorajiydi.
SONUÇ: Diffüz diyabetik makula ödemi tedavisinde intravitreal bevacizumab enjeksiyonunun erken dönemde etkili ve güvenilir olduğu izlendi. Ancak, bu konuda uzun süreli, randomize, karşılaştırmalı çalışmalar gerekmektedir.
Purpose: To evaluate the early results of effectiveness and safety of intravitreal bevacizumab injection for diffuse diabetic macular edema.
Materials and Methods: In this randomized prospective study, 20 eyes of 14 patients who had intravitreal injection of 1.25 mg/0.05 ml bevacizumab for diffuse diabetic macular edema were evaluated. Eyes with diffuse diabetic macular edema with foveal thickness greater than 350 µm as revealed by optical coherence tomography were included in the study. Changes in visual acuity and foveal thickness and complications were evaluated. Repeated-measures analysis of variance was used to compare mean values.
Results: . Mean follow up period was 3±0.6 months. Mean best corrected visual acuities at baseline, 1 week and 1 month after injection were 0.28 ± 0.04, 0.37 ± 0.05, and 0.44 ± 0.05 respectively. Visual acuities increased significantly from baseline at one week and one month after injection (p<0.0001). At 1 week 14 (70%) and at 1 month 15 (75%) eyes had improvement in visual acuity. Mean central foveal thickness at baseline, 1 week and 1 month after injection were 422.15 ± 18.87μm, 344.65 ± 21.7μm, and 316.3 ± 31.1μm respectively. Central foveal thickness decreased significantly from baseline at one week and one month after injection (p<0.0001). Most common complication was subconjonctival hemmorrhage with 8 (40%) eyes.
Conclusion: Intravitreal injection of bevacizumab for diffuse diyabetic edema was found to be safe and effective in early period. Evaluation with randomized controlled clinical trial with longer follow-up is needed.
Abstract

6.Assessment of the correlation between central corneal thickness and retinal nerve fiber layer thickness in ocular hypertensive patients
Banu Arslan, Ersin Oba, Gökhan Gülkılık, Hüseyin Fındık
Pages 151 - 155
Amaç: Oküler hipertansiyon hastalarında santral kornea kalınlığı ve retina sinir lifi tabakası kalınlığı arasındaki ilişkinin incelenip normal olgularla karşılaştırılması.
Gereç ve Yöntem: Ağustos 2008 – Nisan 2009 tarihleri arasında oküler hipertansiyonlu 32 hastanın 56 gözü, ve göz içi basınçları ≤22 mmHg olan 22 kişinin 43 gözü çalışma kapsamına alındı. Tüm kişilerin rutin oftalmolojik muayeneleri sonrası ultrasonik pakimetriyle santral kornea kalınlıkları (SKK) ve optik koherens tomografi (OKT) yöntemiyle retina sinir lifi tabakası (RSLT) kalınlıkları ölçüldü. Her iki grup kendi içerisinde “santral kornea kalınlığı 555 μm ve altında olanlar” (SKK ≤555 μm) ve “santral kornea kalınlığı 588 μm üstünde olanlar” (SKK >588 μm) şeklinde 2 alt gruba ayrıldı. Bütün gözler için RSLT kalınlıkları, mikron cinsinden ortalama kalınlık, superior ve inferior kadran sinir lifi tabakası kalınlıkları şeklinde saptandı.
Sonuçlar: Çalışma grubunun ortalama yaşı 52,37±8,64 yıldı. Çalışma ve kontrol grubu arasında yaş ve cinsiyet açısından anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Oküler hipertansiyon (OHT) hastalarında ortalama santral kornea kalınlığı (SKK) 577,98±32,32 μm, kontrol grubunda ise 551,56±24,93 μm idi, ve aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı oranda yüksekti (p<0,01). Çalışma grubunda, ortalama retina sinir lifi tabakası (RSLT) kalınlığı, superior ve inferior kadran RSLT kalınlıkları anlamlı oranda daha inceydi (p<0,05). Oküler hipertansiyonlu santral kornea kalınlığı 555 μm ve altında olan hastaların ortalama RSLT kalınlığı, superior ve inferior RSLT kalınlıkları, santral kornea kalınlığı 588 μm üstünde olan oküler hipertansiyonlu hastalardan anlamlı oranda daha inceydi (p<0,05).
Tartışma: Santral kornea kalınlığı 555 μm ve altında olan oküler hipertansiyon hastalarının RSLT kalınlığı, 588 μm üstünde olan oküler hipertansiyon hastaları ve kontrol grubuna göre anlamlı ölçüde ince bulunmuştur. OKT tekniği ile ölçülen RSLT kalınlıkları, oküler hipertansiyonlu bireylerde erken glokomatöz hasarı saptamada önemli bir araç olarak gözükmektedir.
Purpose: To evaluate the relationship between the central corneal thickness (CCT) and retinal nerve fiber layer (RNFL) thickness in patients with ocular hypertension (OHT) and to compare with normal population.
Material and Methods: 56 eyes of 32 patients with ocular hypertension (OHT), and 43 eyes of 22 subjects with intraocular pressure ≤22 mmHg participated to our study between August 2008 and April 2009. After full ophthalmologic examination, all patients underwent measurement of central corneal thickness (CCT) by ultrasonic pachymetry, and retinal nerve fiber layer (RNFL) thickness by optical coherence tomography (OCT). Both groups were classified into “central corneal thickness (CCT) ≤555μm" and “central corneal thickness (CCT) >588μm" subgroups. RNFL thickness was measured as average, superior average and inferior average and in microns for all eyes.
Results: The mean age of the study group was 52.37±8.64 years. There was statistically no difference between the study and the control groups in age and gender (p>0.05). The CCT in patients with OHT was statistically higher than the control group (577.98±32.32 vs. 551.56±24.93; p<0.01). In the study group, the average RNFL thickness, the superior and inferior average thicknesses were significantly thinner (p<0.05). The average RNFL thickness, superior and inferior RNFL thicknesses in OHT patients with central corneal thickness 555 μm or less, were significantly thinner than the OHT patients with central corneal thickness more than 588 μm (p<0.05).
Conclusion: The RNFL thicknesses of OHT patients with central corneal thickness 555 μm or less were significantly thinner in comparison with OHT patients with central corneal thickness more than 588 μm, and normal patients. The RNFL thickness that was measured with OCT seems to be a valuable criteria to detect the early glaucomatous damage in patients with OHT.
Abstract

7.Comparison of different methods in measurement of intraocular pressure and evaluation of effect of central corneal thickness on measurement results
Yıldırım Bayezıt Şakalar, Uğur Keklikçi, Selahattin Balsak, Eyyüp Doğan, Kaan Ünlü
Pages 156 - 159
Amaç: Normal gözlerde Goldmann applanasyon tonometresi (GAT), tonopen ve non-kontakt tonometre (NKT) ile göz içi basıncı (GİB) ölçümlerini karşılaştırmak ve ölçüm sonuçlarının santral kornea kalınlığı (SKK) ile ilişkisini belirlemek.
Gereç ve Yöntem: Oftalmolojik muayene ve görme alanında glokom saptanmayan normal 41 olgunun 79 gözü çalışmaya dahil edildi. GİB ölçümleri GAT, tonopen ve NKT ile gerçekleştirildi. SKK ultrasonik pakimetre ile ölçüldü.
Bulgular: Ortalama GİB GAT ile 12.63 ± 2.94 mmHg, tonopen ile 8.51 ± 2.66 mmHg, NKT ile 13.34 ± 3.88 mmHg olarak ölçüldü. Ölçüm sonuçları açısından üç yöntem arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulundu (p<0.05). SKK ile tonopen arasında anlamlı korelasyon olmamasına rağmen (p>0.05) SKK ile GAT ve SKK ile NKT arasında anlamlı korelasyon mevcuttu (p<0.05).
Sonuç: Normal gözlerde GAT, NKT ve tonopen ile GİB ölçümleri arasında anlamlı farklılık mevcuttur. Normal gözlerde GAT ve NKT, SSK’dan anlamlı olarak etkilenmekte iken tonopen normal gözlerde SKK’dan diğer yöntemlere göre daha az etkilenebilir.
Purpose: To compare measurements of intraocular pressure (IOP) by Goldmann applanation tonometer (GAT), tonopen and non-contact tonometer (NCT) in normal eyes, and determine the relationship between the results of IOP measurement and central corneal thickness (CCT).
Material and Methods: Seventy-nine eyes of 41 patients whose ophtalmologic examination and visual field test revealing no glaucoma were included into the study. IOP was measured by GAT, NCT and tonopen. CCT was measured by ultrasonic pachymeter.
Results: The mean IOP was measured 12.63 ± 2.94 mmHg by GAT, 8.51 ± 2.66 mmHg by tonopen and 13.34 ± 3.88 mmHg by NCT. In terms of measurement results, there were statistically differences among the three methods (p<0.05). Although the correlation between tonopen and CCT was insignificant (p>0.05), there was significant correlation between GAT and CCT or between NCT and CCT (p<0.05).
Conclusions: There are significant differences between measurements of IOP by GAT, NCT and tonopen in normal eyes. Tonopen may not be affected by CCT in normal eyes, while there is correlation between CCT and GAT or NCT in normal eyes.
Abstract

8.Evaluating the postoperative astigmatism values in 3.0 and 4.2 mm clear corneal insicions of phacoemulsification cases.
Alpaslan Daylan, Didem Esen, Mehmet Hanifi Özkan, Suphi Acar, Selda Aktay Kutan, Ebru Ayşe Bahadır, Banu Torun Acar
Pages 160 - 164
Amaç: Fakoemülsifikasyon(FAKO) olgularında saydam korneal 3.0 ve 4.2 mmlik kesilerin ameliyat sonrası astigmatizma üzerine olan etkilerini incelemek.

Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya S.B. Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi II. Göz Kliniği’nde şubat 2008- ağustos 2008 tarihleri arasında katarakt tanısı almış 82 hastanın 112 gözü dahil edildi. Olgular iki gruba ayrılarak, 60 göze 3.0 mm’ den (Grup I), 52 göze ise 4.2mm’ den (Grup II) katlanabilir göziçi lensleri(GİL) takıldı. Ameliyatlar standart olarak Fako yöntemiyle gerçekleştirildi. Tüm olgular 1. hafta, 1,3 ve 6. ayda rutin muayenelerine ilave olarak, keratometrik ve topografik ölçümlerle değerlendirildi. Cerrahi öncesi ve sonrası astigmatizma değerleri vektör analizi ve polar değer yöntemi ile hesaplanarak, kesi büyüklüğünün cerrahi ile uyarılmış astigmatizmaya etkisi karşılaştırıldı.
Bulgular: Her iki grup arasında ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası 1. hafta, 1,3 ve 6. ayda ölçülen astigmatizma büyüklüğü açısından fark yoktu. Naeser yöntemine göre hesaplanan polar değerlerin her iki grupta da ameliyat sonrası dönemde azaldığı tesbit edildi. Gruplar içinde takip süresince meydana gelen değişim istatistiksel olarak anlamsızdı. Ancak 3.0 mm grubunun daha stabil olduğu gözlendi.
Kesiler tork etkisi açısından kıyaslandığında iki grup arasında belirgin fark olmadığı, ancak 3.0 mm grubunda meydana gelen tork etkisinin daha küçük ve stabil olduğu gözlendi.
Kesilerin meydana getirdiği astigmatizma vektör analizi ile karşılaştırıldığında iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark tesbit edilmemekle birlikte, cerrahiye bağlı astigmatizmanın 3.0 mm grubunda daha az olduğu gözlendi.
Tartışma: 3.0 mm ve 4.2 mm’lik kesilerle meydana gelen astigmatizma miktarının istatistiksel olarak farklı olmadığı bulundu. Bununla beraber 3.0 mm grubunda daha erken yara yeri stabilizasyonu ve daha az tork etkisi meydana geldiği gözlendi
Purpose: Evaluating of postoperative astigmatizm in 3.0 and 4.2 mm clear corneal insicions of phacoemulcification cases.

Material-Methods: Study was done in Haydarpaşa Numune research hospital between february-august 2008 by 82 patients(112 cases) who had chatarakt diagnose. The cases were divided into 2 groups.First group was 60 cases(group 1) and the other was 52 cases (group 2). Foldable IOL is implanted by 3.0 mm clear corneal insicion in group 1, and 4.2 mm in group 2. The operations were done by phacoemulsification tecnique.All cases were checked by routine examination combined with keratometric and topographic measurements in postoperative first week and 1,3 and 6. months. Pre and postoperative astigmatism was calculated and compared by vector analyse and polar value method.

Results: No statistical difference was detected between 3.0 and 4.2 mm clear corneal insicions during post operative first week, first, third and the sixth month. Calculated polar values according to Naeser method were decreased in both groups during the post operative period. The changes in between of groups were not statistically significant, but group 1 (3.0mm) was more stabil.
When the insicions were compared according to torque effect; also there was no statistical difference between two groups.But it was less in 3.0 mm group.
As we detect the post operative astigmatizm in both groups by vector analyse method; We also found no statistical difference.


Discussion: We found no statistical difference between 3.0 and 4.2 mm clear corneal insicions during postoperative period. In the other hand in 3.0 mm insicion group quicker healing and less torque effect was detected.
Abstract

9.Iris Claw Phakic Anterior Chamber Lenses in Very High Myopia: A three-year follow-up
Levent Akçay, Ayşin Tuba Kaplan, Burçak Erdoğan, Ömer Kamil Doğan
Pages 165 - 170
AMAÇ: Yüksek miyopisi olan hastalarda iris kıskaçlı fakik ön kamara lens implantasyonunun uzun dönem sonuçlarını değerlendirmek.

GEREÇ-YÖNTEM: Yüksek miyopisi olan 34 hastanın 68 gözü çalışmaya alındı. Tüm hastalara lokal anestezi altında optik çapı 6 mm, tüm çapı 8 mm olan, katlanabilir iris kıskaçlı fakik ön kamara lensi (Artiflex / Veriflex) yerleştirildi. Takiplerde, refraksiyon değerleri, görme keskinliği, göz içi basıncı (GİB), endotel hücre sayısı ve gelişen komplikasyonlar değerlendirildi.

BULGULAR: Hastaların yaş ortalaması 29.1 ± 7.1 (19 ile 45 yıl) yıl arasında idi. Toplam 68 gözün 36’sına Artiflex, 32’ sine Veriflex göz içi mercek (GİM) yerleştirildi. Ortalama takip süresi 36 ay idi. Hastaların ameliyat öncesi ortalama sferik refraksiyon değeri -11.5 ± 8.73D (-7.0 ile -18.0D arası), sferik eşdeğeri (SE) -12.1 ± 2.2 D (-7.5 ile -17.5D arası) ve düzeltilmiş en iyi görme keskinliği (DEİGK) ortalaması logMAR 0.35 ± 0.13 idi. Ameliyat sonrası 3.yılda ise hastaların sferik refraksiyon değeri ortalaması -0.53 ± 0.78D, ortalama SE değeri -1.12 ± 0.79D ve DEİGK ortalaması logMAR 0.22 ± 0.18 olarak bulundu. Ameliyat sonrası DEİGK’da 10 hastada (%14.7) değişiklik olmazken, 57 hastada (%83.87) en az bir sıra artış, bir hastada (%1.47) ise iki sıra azalma saptandı. Santral korneal endotel hücre kaybı oranı %9.86 bulundu. Takiplerde bir gözde (%1.47) GİB yükselmesi, üç gözde (%4.4) GİL’de desantralizasyon, yedi gözde (%10.2) pupil ovalizasyonu ve GİM üzerinde pigmentasyon, bir gözde (%1.47) ise koroid neovaskülarizasyonu saptandı.

SONUÇ: Yüksek miyopisi olan hastalarda uyguladığımız iris kıskaçlı fakik ön kamara lensi ile refraksiyon, görme keskinliği ve hasta konforu açısından oldukça tatminkar sonuçlar alındı.
PURPOSE: To evaluate the long-term results of iris-claw phakic intraocular lens (İOL) implantation in high myopic patients.

MATERIALS AND METHODS: 68 eyes of 34 myopic patients were included in the study. All patients underwent an iris-claw phakic İOL with an optic part diameter of 6 mm and overall length of 8,5 mm (Artiflex /Veriflex). All surgeries were performed under local anesthesia. During each visit; refraction, visual acuity, intraocular pressure (İOP), endothelial cell changes and complications were evaluated.

RESULTS: The mean age of patients was 29.1±7.1 (range 19 to 45 years) years. In 36 of 68 eyes the Artiflex lens was implanted whereas in 32 eyes Veriflex were implanted. The mean follow–up time was 36 months. Before the surgery the patients mean spherical refraction was -11.5±8.73D (range -7.0 to -18.0D), the mean spherical equivalent (SE) was -12.1±2.2D (range -7.5 to -17.5D) and the mean best-corrected visual acuity (BCVA) was logMAR 0.35±0.13. Three years after surgery, the mean spherical refraction was -0.53±0.78D, the mean SE was -1.12±0.79D and BCVA was log MAR 0.22±0.18. The BCVA was maintained in 10 eyes (14.7%) while 57 eyes (83.87%) gained 1 or more lines of snellen BCVA and a loss of 2 lines BCVA occured in one eye (1.47%). Mean corneal endothelial cell loss was 9.86%. During the follow-up visits one eye (1.47%) had IOP elevation, three eyes (4.4%) had decentration, seven eyes (10.2%) had pupil ovalization, and pigmentary dispersion on the anterior surface of the lens and in one eye (1.47%) choroid neovascularization was observed.

CONCLUSION: İris supported phakic anterior chamber İOL implantion in high myopic patients provides satisfactory visual outcomes and patient comfort.
Abstract

10.Deep Anterior Lamellar Keratoplasty for Treatment of Keratoconus
Banu Torun Acar, Didem Esen, İbrahim Bülent Buttanrı, Mehmet Şahin Sevim, Suphi Acar
Pages 171 - 175
Amaç: Keratokonus tedavisinde derin ön lameller keratoplasti sonuçlarını ve komplikasyonlarını değerlendirmek
Yöntem: Keratokonus tanısı almış 40 hastanın 40 gözü çalışmaya alındı. Tüm hastalarda büyük hava kabarcığı oluşturulmaya çalışılarak derin ön lameller keratoplasti uygulandı. Büyük hava kabarcığı oluşturulamayan olgularda manuel disseksiyon yapıldı. Ameliyat öncesi ve sonrası en iyi görme keskinliği, refraksiyon sonuçları, cerrahi teknik ve komplikasyonlar değerlendirildi.
Bulgular: On sekizi kadın, 22’si erkek olan 40 hastanın ortalama yaşı 24,02±6,20 yıl (15-36 yıl), ortalama takip süresi 14,92±2,39 ay (10-18 ay) idi. Ameliyat sonrası refraksiyon değerleri sferik ortalama -3,29±1,46 D (+2,00 ile -5,50 D arası), silindirik ortalama -4,24±0,72 D (-2,50 ile -5,50 D arası) olarak bulundu (p˂0,05). Ameliyat sonrası keratometri değerleri SimK1 45,16±2,84D (37,30-50,89D), SimK2 48,50±2,78D (40,42-53,85) idi. Ameliyat sonrası pakimetri değerleri 558,64±22,02µm (514-614µm), endotel sayısı 2369,52±265,59 hücre/mm² bulundu. Hastaların 6’sında ameliyat sırasında mikroperforasyon gelişti. Ameliyat sonrası takiplerde 3 hastada ikinci ön kamara, 26 hastada epitel defekti, 10 hastada arayüzeyde yabancı cisim ve 2 hastada sütür absesi gözlendi. Hastaların hiçbirinde endotelyal red görülmedi.
Sonuç: Derin ön lameller keratoplasti, keratokonus hastalarında görsel sonuçları standart penetran keratoplasti ile karşılaştırılabilir düzeyde olan, ve endotelyal red riski olmayan oldukça güvenli ve etkili bir cerrahi yöntemdir.
Anahtar kelimeler: keratokonus, derin ön lameller keratoplasti, descemet zarı
Purpose: To evaluate the results and complications of deep anterior lamellar keratoplasty for treatment of keratoconus
Methods: Forty eyes of 40 patients with keratoconus were included in this study. In all patients, big-bubble technique was tried to perform deep anterior lamellar keratoplasty. When failed, manual dissection was applied. Pre- and postoperative best-corrected visual acuity, refractive results, surgical technique and complications were analyzed.
Results: There were 40 patients; 18 females and 22 males, with a mean age of 24.02±6.20 years (range15-36 years), the mean follow-up period was 14.92±2.39 months (range 10-18 months). Postoperative refraction was mean -3.29±1.46D (+2.00 to -5.50D) spherically, and mean -4.24±0.72D (-2.50 to -5.50D) cylendirically (p˂0.05). Keratometric values were 45.16±2.84D (37.30-50.89D) SimK1, and 48.50±2.78D (40.42-53.85D) SimK2. Postoperative pachymetry was mean 558.64±22.02µm (514-614µm), and endothelial cell density was mean 2369.52±265.59 cell/mm². Intraoperative microperforation of Descemet membrane occured in 6 patients. In postoperative follow-up, double anterior chamber developed in 3 eyes, epithelial defects were seen in 26 eyes, foreign bodies were detected in the graft-bed interface in 10 eyes, and suture abscess in 2 eyes. There were no endothelial rejection.
Conclusion: Deep anterior lamellar keratoplasty is safe and effective surgical technique in patients with keratoconus. Visual outcome is comparable to standard penetrating keratoplasty, without the risk of endothelial rejection.
Key words: keratoconus, deep anterior lamellar keratoplasty, descemet’s membrane
Abstract

11.Stereoacuity in patients with schizophrenia
Aykut Arslan Yıldız, Zeliha Yazar, Hüseyin Oğuz
Pages 176 - 178
Amaç: Şizofreni hastalarında stereopsis düzeyini değerlendirmek.

Yöntem ve Gereçler: Şizofreni tanısı almış ve görme keskinliği tam olan 45 olgu çalışmaya dahil edildi. İletişimin sağlanamadığı hastalar çalışma dışı bırakıldı. Kontrol grubu, olgularla aynı yaş ve cinsiyete sahip, 45 sağlıklı kişiden oluşturuldu. Her iki gruptaki olgulara polarize gözlükle 16 inç (405 mm) mesafeden Titmus testi uygulandı. İstatiksel değerlendirmeler T test kullanılarak yapıldı.

Bulgular: Yaş ortalaması 34.7 ± 1.0 (Standart Hata) olan olguların cinsiyet dağılımı 35\10 (E\K) idi. Hasta grubunda stereopsis düzeyi ortalaması 46.2 ± 1.1 ark saniye iken kontrol grubunda ortalama 41.5 ± 0.5 ark saniye olarak saptandı (p=0.001). Görsel halüsinasyon tanımlayan olguların ortalama stereopsis düzeyi 52.7 ± 1.9 ark saniye iken tanımlamayanların 44.5 ± 2.0 ark saniye idi (p=0.02). Tedavi alan hastalarla henüz tedaviye başlanmamış hastalar arasında yapılan değerlendirmede istatiksel açıdan anlamlı bir değişiklik saptanmadı.

Sonuç: Şizofreni hastalarında stereopsis düzeyi aynı yaş grubu sağlıklı bireylerle karşılaştırıldığında özellikle görsel halüsinasyon tanımlayan olgularda azalmış olarak tespit edilmektedir.
Purpose: To evaluate stereoacuity in patients with schizophrenia.

Materials and Methods: Study included 45 cases who have full visual acuity and diagnosed with schizophrenia. Uncommunicated patients were excluded. Control group was formed by 45 healty individuals in same age and sex with the patients. Titmus test was performed in both groups from 16 inches (405 mm) distance with polarized spectacles. T test is used in statistical evaluation.

Results: Sexual distribution of the cases whose mean age was 34.7 ± 1.0 was 35\10 (M\F). Stereoacuity was 46.2 ± 1.1 arc sec in patient group while it was 41.5 ± 0.5 arc sec in control group (p=0.001). Mean stereoacuity of the patients with visual hallucinations was 52.7 ± 1.9 while the patients who have no visual hallucination was 44.5 ± 2.0 (p=0.02). There wasn’t any significant relationship between the patients who have treated or untreated statisticaly.

Conclusion: Stereoacuity was established decreased in patients with schizophrenia especially who have visual hallucinations when it’s compared with same age healty individuals.
Abstract

REVIEW
12.Uveitis in 2010: Advances in the diagnosis, follow-up, and treatment
İlknur Tugal Tutkun, Carl P. Herbort
Pages 179 - 183
Bu derlemenin amacı üveit konusunda son yıllardaki gelişmeleri özetlemektir. Tanı alanındaki en önemli gelişme intraoküler sıvıların polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) analizi ile üveite neden olan enfeksiyon ajanlarının saptanabilmesidir. Tubulointerstisyel nefrit ve üveit sendromu tanısında yeni bir laboratuar tetkik olarak idrarda beta-2-mikroglobulin düzeylerine bakılmaktadır. Özellikle latent tüberküloz tanısına yardımcı bir laboratuar test geliştirilmiştir. Hastanın periferik kan lenfositlerinin tüberküloz basiline spesifik cevap olarak interferon gamma sekresyonu ölçülmektedir. Yeni geliştirilen klinik tanı kriterleri sayesinde biyopsi ile sarkoidoz tanısı ispatlanamayan olgulara olası oküler sarkoidoz tanısı konulabilmektedir. İntraoküler inflamasyonun takibi konusunda en önemli gelişme laser flare fotometre ile ön kamara sıvısının protein içeriğinin, yani bulanıklığının objektif ve kantitatif olarak ölçülebilmesidir. İndosiyanin yeşili anjiyografi koroid inflamasyonunun tanı ve takibinde, optik koherens tomografi üveite sekonder makula ödeminin ve diğer makula patolojilerinin tanı ve takibinde çok önemli kazanımlar sağlamıştır. Tedavi konusundaki en önemli gelişmeler kortikosteroidlerin enjeksiyonla veya implantlarla göziçine uygulanabilmesi, üveit patogenezinde rol oynayan pro-inflamatuar molekülleri hedefleyen biyolojik ajanların kullanıma girmesi ve üveitin neovasküler komplikasyonlarının tedavisinde anti-VEGF ajanların kullanılmasıdır. Üveit hastalarının bu gelişmelerden yararlanması için yeni teknolojilerin yaygınlaşması ve yeni tedavi ajanlarının ulaşılabilir olması gerekir.
The purpose of this review is to summarize recent advances in the field of uveitis. The most important diagnostic improvement is the use of PCR technology for the diagnosis of infectious uveitis. Urinary beta-2-microglobulin assay is a new investigational test that is used for the diagnosis of tubulo-interstitial nephritis and uveitis syndrome. Interferon-gamma releasing assays have been developed for the detection of memory T cells in the peripheral blood of patients with latent tuberculosis. New clinical diagnostic criteria enable diagnosis of ocular sarcoidosis in the absence of biopsy-proven systemic sarcoidosis. Objective and quantitative measurement of anterior chamber flare by laser flare photometry is the most important progress in the assessment and monitoring of intraocular inflammation. Another major development is the use of indocyanine green angiography for accurate assessment of choroidal inflammation. Optical coherence tomography allows noninvasive assessment of uveitic macular edema and other macular pathologies. New therapeutic modelities include intraocular corticosteroid injections and implants, biologic agents that target pro-inflammatory molecules involved in the pathogenesis of uveitis, and anti-VEGF agents that are used for the treatment of neovascularizations secondary to uveitis. New technologies and new therapeutic agents should become available to all uveitis specialists for all uveitis patients to benefit from these advances.
Abstract

CASE REPORT
13.Serous Macular Detachment in Pars Planitis
Hakan Özdemir, Murat Karaçorlu, Serra Arf Karaçorlu, Fevzi Şentürk
Pages 184 - 186
Bu çalışmada amaç, pars planite bağlı kistoid maküla ödemi (KMÖ) olan iki olguda seröz maküla dekolmanı varlığını göstermektir. Pars planite bağlı KMÖ olan iki olgunun oftalmolojik muayenesi yapıldı ve flöresein anjiografisi (FA) çekildi. Ayrıca optik koherens tomografi (OKT) incelemesi yapıldı. İki olgunun OKT incelemesinde makülada az yansıtıcılık gösteren retina içi kistik boşluklar vardı. Yuvarlak ya da oval şekilli bu kistik boşluklar foveanın normal çukurluğunun kaybolmasına neden olmuştu. Her iki hastada da fovea merkezinde kubbe şeklinde hiporeflektif boşluğa neden olan ve altında gölgelenme koridoru oluşturmayan seröz maküla dekolmanı vardı. Bu olgu sunumu pars planit nedeniyle KMÖ gelişen olgularda seröz maküla dekolmanı mevcudiyetini göstermektedir.
The aim of this study is to report serous macular detachment in two patients with cystoid macular edema (CME) associated with pars planitis. Two patients with CME associated with pars planitis underwent an ophthalmoscopic examination and fluorescein angiographic evaluation. They were also studied with optical coherence tomography (OCT). In both patients, OCT showed hyporeflective intraretinal cavities in the macula. The cystoid cavities expanded in a round or oval configuration, resulting in loss of the normal depression of the anterior retinal contour at the fovea. A central serous macular detachment composed of retinal elevation over a nonreflective cavity with no shadowing of the underlying tissues was seen in both patients. This case report shows the presence of serous macular detachment in patients with CME due to pars planitis.
Abstract

14.Periocular Pilomatrixoma
Ebru Çakırlı, Bülent Yazıcı, Tansu Gönen, Şaduman Balaban Adım
Pages 187 - 189
Pilomatriksoma kıl folikülü kökenli, seyrek görülen bir tümördür. En sık çene ve boyun bölgesinde ve genç hastalarda gözükür. Gözkapakları ve çevresinde seyrek olarak ortaya çıkar. Klinik özellikleri nedeniyle sıklıkla diğer cilt tümörleri ile karışır. Bu yazıda, 6 yıllık bir dönemde kliniğimizde saptanan perioküler pilomatriksomalı 4 hasta sunulmaktadır. Hastaların 3’ü kadın, 1’i erkekti; yaşları 8, 23, 55 ve 83 yıl’dı. Lezyon 2 hastada üst gözkapağında, 1 hastada alt periorbital bölgede, 1 hastada ise medial periorbital bölgede yerleşikti. Cerrahi eksizyon ve onarımdan sonra, izlem süresince hastaların hiçbirinde tümör nüksü gelişmedi.
Pilomatrixoma is a rare tumor of hair-follicle origin. It occurs most commonly in the cheek and neck region and, in young patients. It develops rarely on or around the eyelids. Because of its clinical features, pilomatrixoma is often confused with other skin tumors. In this report, 4 patients with periocular pilomatrixoma diagnosed in a period of 6 years in our clinic are presented. Three of the patients were female and one was male; their ages were 8, 23, 55 and 83 years. The lesions were located in the upper eyelid in 2 patients, in the inferior periorbital region in 1 patient and in the medial periorbital region in 1 patient. After surgical excision and repair, tumor recurrence did not develope in any patients throughout the follow-up period.
Abstract